Teks Özel Seri (Dev Albümler 25.Cilt sonrası)- Çizgi Düşler

Başlatan köstebek, 26 Şubat, 2016, 11:14:20

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

memospinoz



GÜNBATIMI KALABALIĞI (No. 29; Yazan: Pasquale Ruju; Çizen: Corrado Roi)
Amerika coğrafyasına çok uzak bir yerden, Balkanlar'dan kaçmak zorunda kalan bir aristokrat, ulaştığı bu yeni topraklarda kendisine "eski yurdunu" tekrar inşa etmeye kalkarsa neler olur dersiniz? Üstelik işin içinde bir de sadece geceleri saldıran bir katiller sürüsü... önüne çıkan herkesi öldürüp sırf bunları anlatsın diye tek kişinin canını bağışlayan korkunç bir katil... çok
çekici ve aldatılırsa intikamının önünde kimsenin duramayacağı bir çingene kadını... bir zamanlar Yerlilerin at sürdüğü topraklarda yükselen ve karanlık zindanlarla dolu kasvetli bir şato... Hiç istemedikleri halde ve her zamanki gibi yoldan geçerken kendilerini olayların tam göbeğinde buluveren Teks ve Carson'un bu serüvenini uzun süre unutamayacaksınız.

Ama hepimiz biliyoruz ki, gerektiğinde elinize alacağınız ve düzgün çalışan bir colt'un çözemeyeceği hiçbir gizem, başa çıkamayacağı hiçbir entrika yoktur...

Yeniden saldırmadan önce durdurulması gereken bir seri katil ve ne pahasına olursa olsun korunması gereken bir grup gelin adayı..
Teks ve Carson büyük belalarla karşı karşıya gelirse...

Sayfa Sayısı: 240
Etiket Fiyatı: 30 TL

hennessy

Tex özel albüm 29.sayı şimdi bitti. Kötü karakter çok iyi yazılmış ama hikaye maalesef tatsız idi. Gene Tex ve Carson azılı bir çetenin peşinde. Çete lanetli olduğu söylenmekte.

Bir prens ve etrafında dönen olaylar. Yani kısaca vur kır parçala bu maçı al tadında. Hayalet Süvari tadında hikayeler bekliyorum.....
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

Nightrain

Çizgi Düşler'in Dev Albümleri en başından yeniden basma olasılığı nedir?
"Bu yıldızı çok mu istiyorsun Heatie? Al ye o zaman!"

köstebek

Alıntı yapılan: Nightrain - 08 Şubat, 2017, 23:56:11
Çizgi Düşler'in Dev Albümleri en başından yeniden basma olasılığı nedir?

Dev albümleri yeniden basmak için öncelikle dev albümlerin baskılarının tükenip, piyasada dönen 2. el yoğunluğunun da bayağı bir azalması gerekiyor. Şu an için bir olasılık yüzdesi verirsem, bayağı bir düşük olur. Birkaç sene sonra yeniden sorarsan daha gerçekçi bir rakam verebilirim. Ama illa acil bir rakam peşindeysen şu an için yaklaşık olarak % 7 diyebilirim.

caretta

Çizgi Düşler Özel Albüm 5.sayıyı ilgiyle okudum.Hiç Dampyr okmadım ama galiba bu Teks biraz Dampyr izleri taşıyor.
Dampyr'de sanırım Draka diye birisi var.Bu Teks'de eski bir cani Dragan!Vladar da sanki biraz Drakula'yı çağrıştırıyor.
Drakula Romanyalı,Vladar da Bulgar.Macera daha ziyade karanlıkta geçtiği için Roi'nin karanlık çizgilerini biraz yadırgadım.Amerika'nın haydutları yetmezmiş gibi bir de Doğu
Avrupa'dan bir sürü katil ithal edilmiş.Teks ve refiki Karson yine ölüm makinesi gibi yığınla Doğu Avrupalıyı öbür dünyaya
gönderiyorlar.Bu kısa yazıyı kitabın başındaki editoryal yazıyı okumadan yazdım.Yani benzetmelerim eğer orada da varsa
ordan kopya çekmedim.Prens Florian'a yeğeniFelicia bir "dayı" bir de "amca"diyor.Doğrusu hangisi?Bir de 205.sayfada
"yaşıyordu"sözcüğü "şaşıyordu"yazılmış.Köstebek Bey redaksiyon işini iyi yapıyor.İlginç bir Teks macerası 8/10.

köstebek

Alıntı yapılan: caretta - 10 Şubat, 2017, 20:14:45
Çizgi Düşler Özel Albüm 5.sayıyı ilgiyle okudum.Hiç Dampyr okmadım ama galiba bu Teks biraz Dampyr izleri taşıyor.
Dampyr'de sanırım Draka diye birisi var.Bu Teks'de eski bir cani Dragan!Vladar da sanki biraz Drakula'yı çağrıştırıyor.
Drakula Romanyalı,Vladar da Bulgar.Macera daha ziyade karanlıkta geçtiği için Roi'nin karanlık çizgilerini biraz yadırgadım.Amerika'nın haydutları yetmezmiş gibi bir de Doğu
Avrupa'dan bir sürü katil ithal edilmiş.Teks ve refiki Karson yine ölüm makinesi gibi yığınla Doğu Avrupalıyı öbür dünyaya
gönderiyorlar.Bu kısa yazıyı kitabın başındaki editoryal yazıyı okumadan yazdım.Yani benzetmelerim eğer orada da varsa
ordan kopya çekmedim.Prens Florian'a yeğeniFelicia bir "dayı" bir de "amca"diyor.Doğrusu hangisi?Bir de 205.sayfada
"yaşıyordu"sözcüğü "şaşıyordu"yazılmış.Köstebek Bey redaksiyon işini iyi yapıyor.
İlginç bir Teks macerası 8/10.

Caretta Beyciğim yakıyorsun beni yine, hatalarımı özelden gönder abi, patronlar maaştan kesiyorlar...
Sevgiler

1. Abi, hatta sen yazınca dönüp baktım, haklıymışsın, ama bir sonraki sayfada "ardından" yerine "andından" şeklinde bırakmışım, onu da sen atlamışsın :).  İki hata da peş peşe geldiğine göre kesin bir yandan da GS maçı izliyorumdur.

2. Asıl büyük sorun gavurun herkese "uncle" deyip geçmesi ve bizdeki gibi ayrıntılandırmaması. Dönüp daha dikkatli araştırmam gerekiyor, dayı mı amca mı diye!

3. Dediğim gibi bunları özelden konuşalım, patronlara delil sunmayalım

köstebek

Teks dev albümlerin 2015 haziranında İtalya'da basılan biz de üzerinden iki yıl bile geçmeden, Nisan ayında basılacak olan Galveston'da Fırtına adlı 30. sayısının ressamı Massimo Rotundo... İçimizden birileri onu Brendon'dan hatırlayacaktır... Onun sayesinde o kiralık silahşorumuzu da hatırlayalım istedim...

SORU: Ya fantastik? Bunu sormam için geçerli bir nedenim var, çünkü uzun süre "Brendon"un post-apokaliptik dünyasında gezindiniz durdunuz...

M.R: "Brendon" meslek hayatımdaki bir dönüm noktasını sembolize eder. İçimde, Claudio Chiaverotti'nin yarattığı bu kahramanın er ya da geç geri döneceğine ve onunla yeniden karşılaşacağımıza dair -bir his olmasa da- bir umut var. Benim için bir yenilenme evresi, önemli bir deneyimdir.
Gerek maceralarını çizerken gerek kapak ressamlığını yaparken kendi grafik tarzımla fantezi ve macera çizgi romanlarının geneline hâkim olan tarzları bir araya getirmeye gayret ettim ve bir yandan da film çektiğimi hayal ederek çalıştım.

köstebek

Rotundo devam ediyor....

SORU: Western çizgi romanlarının uzun süre beslendiği Amerikan sinemasından asıl konumuza dönelim yine. Teks Willer'in dünyasına
adım attığınızda nelerle karşılaştınız?

MR: "Teks" çalışmalarıma korku içinde başladım çünkü doğrusunu söylemek gerekirse western, en az deneyim sahibi olduğum tür ve hatta Aşil'in
topuğu gibi, en zayıf noktamdı. Ama yine de yolumun bu anlatım evreniyle kesişmesi de beni bekleyen kaçınılmaz olaylardan biriydi. "Teks"e
başlamamın birkaç ay öncesinde, Edizioni If'ten Gianni Bono yeniden yayımlanmaya başlayacak olan "Il Piccolo Ranger"in kapaklarını benim
çizmemi istemişti. O yüzden çok az da olsa antrenmanlı sayılırdım. İşe koyuldum ve bir süre karakteri enine boyuna inceleyeyim dedim ama sonra
içgüdülerime kulak vererek, okuduklarımdan ilham alarak çizmemin daha doğru olacağını düşündüm çünkü sonuçta ben de uzun süredir Gece
Kartalı'nın maceralarını ilgiyle takip ediyordum. Elbette uzun bir yolculuk oldu ve -özellikle doküman toplama konusunda çeşitli
zorluklar yaşadım, ama orada da yıllardır izlediğim Amerikan filmlerinden, western'lerden zihnimde kalanlar devreye girdi. Başımı ağrıtan tek sorun, teknik bir ayrıntıydı: Geniş planlı manzaraları içeren sahnelere ağırlık verdiğim sinematografik çizgi roman anlayışımla
"Teks"in daha çok karakterler üzerinde yoğunlaşan sahnelerini bir araya getirebilmek. Neyse, sonunda ikisini de doğru ölçeklerde uygulamayı başardığımı sanıyorum. Elimden geleni yaptım, umarım sonuç, okurları da memnun eder. Ama kafamdaki en önemli soruyu
tahmin etmeniz güç olmasa gerek: Acaba Sergio Bonelli görse nasıl bulurdu...

Not: Rotundo'nun bahsettiği Kit Taylor kapaklarını sb bey bizlere aylar öncesinden bol bol aktardı... O konuyu ve s.b.'nin çabalarını da unutmayalım ve "kit Taylor devam etsin diye" ara sıra bağıralım. Sesimiz daha gür çıksın, belki bir işe yarayabilir...

Not 2: HaTTA s.b. Bey o konunun linkini de buraya ekler belki..

EKLENDİ
http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,5609.0.html

Tex Willer ve Kit Taylor el ele....

köstebek

Bu Özel Albüm'ün Yazarı
RUJU: 1962'de Nuoro'da doğdu. Torino'daki Mimarlık Fakültesi'ni bitirdikten sonra aynı şehirde bulunan Laboratorio Teatrale'den de ayrı bir diploma
aldı. Ardından Ermanno Olmi'nin "Ipotesi Cinema"sıyla birlikte çalışarak aralarında kısa metrajlı "Password"ün ve uzun metrajlı "Tempo di Mezzo"nun da bulunduğu filmler çekti. Çeşitli tiyatro ve televizyon yapımlarında görev aldıktan sonra dublaj sanatçılığına merak salarak birçok televizyon dizisinin ve çizgi filmin seslendirmesinde görev aldı. Çizgi romana adım atışı, Dylan Dog için yazdığı "Il Vicino di Casa" adlı kısa macerayla oldu. Günümüze kadar Kâbuslar Dedektifi'nin, Nathan Never'ın, Teks'in ve Dampyr'in pek çok macerasını yazdı. 2006 ve 2010 yılında başlayan iki mini-seride, "Demian" ve "Cassidy"de de imzası bulunmaktadır.

Bu Özel Albüm'ün Çizeri
ROTUNDO: Eklektik bir sanatçı olan, çizgi roman ve illüstrasyonların yanı sıra sinema ve tiyatroda da çalışan Massimo Rotundo, 1955'te Roma'da dünyaya geldi. Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olduktan sonra çizgi roman dünyasına l'Eura Editoriale'de çalışarak adım attı. 1983'ten itibaren "Orient Express", "L'Eternauta", "Comic Art", "Heavy Metal" gibi saygın dergilerle çalışmaya başladı; ayrıca "Diva" ve "Glamour" gibi dergilerde erotik çalışmaları yer aldı. Fransa'da "Ex-libris eroticis" adlı eseri (Albin Michel), Pier Paolo Pasolini'nin hayatını ve eserlerini konu alan bir çalışması (Glénat) ve senaryosu Pierre Makyo'ya ait "Prediction" adlı bir korku serisi (Delcourt) yayımlandı. Sergio Bonelli Editore için "Shanghai Devil"in bazı bölümlerine ve aynı zamanda kapak ressamlıklarını da üstlendiği "Brendon"la "Volto Nascosto"ya imza koydu.

hennessy

Caretta abim 30.sayıyı taze aldım haber vereyim dedim...
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

caretta

Çizgi Düşler'in siftahı bereketli olsun.Her ay böyle yüreğimiz ağzımızda bekler olduk.
Devamı gelir ümidiyle...

memospinoz



Kahramanımız bu kez Texas'ın güneyinde yuvalanmış ırkçıların peşinde...



Teksas'ın güneyi. Koskocaman bir çiftlik ve iri yarı sahibi Albay Woodlord zalimlikte ve kaba güç kullanmakta eşsiz birisi. Yazık ki mali olarak çok kötü günler geçiriyor ve parası biten her acımasız zengin gibi sırtını kanunların boşluklarına bağlamış durumda. Bölgenin üçkağıtçı yargıçlarından biriyle gizlice anlaşmış ve bu sayede çiftliğinde zenci mahkumları çalıştırmakta. Ama bu insanlara sunduğu yaşam şartları eski kölelik günlerini bile mumla aratmakta. Her zamanki gibi bir çetenin peşinde oralara gelen Tex ve Carson'un yolu bir şekilde bu iri yarı katille kesişecek ve kurulan tezgâhın farkına varmaları uzun sürmeyecektir. Üstelik işin içinde bir de ünlü bir kumarbazın kızına bıraktığı gizli bir miras efsanesi de var. Tüm bu ölümcül kargaşayı çözmeye uğraşırlarken bir yandan da Galveston'un üstünde fırtına bulutları toplanmaktadır, hem de öyle böyle değil, fırtına adını hak eden bir doğa olayı. Bakalım Doğa Ana'nın gazabı mı yoksa kahramanlarımızın 45'likleri mi daha acımasız, hep birlikte göreceğiz...


(Tanıtım Bülteninden)

Çizer : Massimo Rotundo

Sayfa Sayısı: 240
Etiket Fiyatı: 30 TL


köstebek

"Burada iyiler de yoktur, kötüler de. Çok basit bir biçimde, öldürenler ve ölenler vardır ve bazen huzur içinde yaşayabilmek için öldürmek
şarttı."

Yeni Özel sayı ... YÜZBAŞI JACK, yola çıktı geliyor

köstebek

MODOC'LARIN ACI SAVAŞI
Luca Barbieri

Bir zamanlar California'da pek çok kabile yaşıyordu ama sonra neredeyse hepsi, birkaç eski İspanyol misyonunun arşivinden çıkan parşömenlerdeki kayıtlar hariç, arkalarında hiçbir iz bırakmadan yok olup gitti. Hataları ne miydi? Fazlasıyla uysal olmak.
Bu yüzden tarihten silinip gittiler; sanki hiç var olmamış gibi, sanki var olmaya hiç hakları olmamış gibi. Önce İspanyol
istilacılar, sonra silahlı göçmenler ve altın arayıcıları tarafından darmadağın edildiler. Geriye en fazla, kesilip yendikten sonra
artan kısımları akbabalara bırakılan büyükbaş hayvanların kemiklerini andıran iskeletleri kalabildi. Ama tarih Modoc'ları
hâlâ hatırlıyor. Neden? Çünkü onlar mücadele etti. Direndiler. Beyazların kanını döktüler. Tarihin onları hatırlama sebebi,
bir halkın ölümlülüğü ya da ölümsüzlüğünün, "Batının Fethi" olarak adlandırılan ve cehennemi andıran bir dönemde döktüğü
kanla ölçülmesi çok acı. Hele reisleri Kintpuash konuşurken hep yumuşak sözcükler seçen, son derece nazik bir insanken.
Savaşçılarına, "Yaşamak çok tatlı" diyen bir reisti Kintpuash. "İnsan, hayat kurtarmak için savaşır: Bu sevgidir ve
sevgi güzel bir şeydir." Topraklarını istila eden beyaz göçmenleri bile her zaman anlayışla karşılamış, âdeta
kucaklamıştı. İyi bir insandı, bütün belgelerde böyle anılırdı. Ama bir gün, bir barış görüşmesi sırasında
karşısında duran subayı soğukkanlılıkla öldürüverdi. Kintpuash'ın elinde can veren General Edward Canby,
Birleşik Devletler ordusunun bir Kızılderili tarafından öldürülen en yüksek rütbeli subayı olarak tarihe geçti.
Amerikan halkı dehşete kapıldı, Modoc'lara kökü kazınması gereken bir kanser hastalığı gözüyle bakmaya
başladılar. Bu olay, Modoc'ların diğer kabileler gibi unutulup gitmemesinin sebebini açıklıyor, ama Kintpuash
efsanesinin her şeye rağmen fazla sarsılmadığı da bir gerçek. O halde bunun sebeplerini ortaya koymaya başlayalım. Modoc'lar,
California'nın kuzeyinde, Oregon sınırı yakınlarındaki Tule Gölü'nün çevresindeki bereketli topraklarda yaşıyordu.
Kintpuash'ın babası Combutwaush, altına hücum döneminde beyazlarla çatışmış ve bir grup beyaz tarafından öldürülmüştü.
Kintpuash, yaşadığı bu büyük acıya rağmen beyaz göçmenlerden nefret etmiyordu. Hatta yaşam tarzlarına, giysilerine, oturdukları evlere hayrandı; beyazlarla dost olmaya çalışıyordu. "Tule Gölü, gökyüzü gibi uçsuz bucaksız" diyordu. "Buradaki geyikler ve ördekler, antiloplar ve kazlar, bitki kökleri hepimize yeter." Barış içinde yaşanabileceğini savunuyor ve sık sık Kayıp Nehir civarına yerleşen ve tarımla uğraşan beyazları ziyarete gidiyordu. İçlerinden çoğuyla arkadaş olmuş ve Amerikalıların dilinde rahat telaffuz edilebilsin diye adını Yüzbaşı Jack olarak değiştirmişti. Başka Modoc'lar da kendilerine Kanca Jim (okumak üzere olduğunuz macerada Salapurya Jim olarak geçecek), Ellen'ınki, Çopur Charley, Pasaklı Jim ve Boston Charley gibi ilginç, renkli isimler seçmekten geri kalmıyordu. Yreka şehri halkıyla ticari bağlar kurmuşlardı ve bu bağlar, sorunların patlak vermeye başladığı İç Savaş'ın son dönemlerine kadar kopmayacaktı.
Kızılderili bir avcı çok nadir de olsa çıktığı avdan eli boş dönüyorsa yakınlardaki çiftliklerin birinden bir inek çalıp götürebiliyordu. Çiftlik
sahibi Amerikalılar, Modoc'lara ait bu topraklarda çarpışmak zorunda kalmadan yaşayabilmek için bu tür ufak tefek hırsızlıklara göz yumuyordu.
Ama göçmenlerin, siyasi temsilcilerine mektuplar yazarak Modoc'ların bölgeyi terk etmelerini istemeye başlamalarıyla işler değişecekti. Kintpuash, halkını da toplayarak daha kuzeyde, Oregon'da kurulmuş olan Klamath kabilesinin kaldığı rezervasyona yerleşmeye razı oldu. Oysa Modoc'larla Klamath'ların arasının kötü olduğu başından beri bilinirdi ve bu karar, Kızılderili İşleri Departmanı'nın aldığı en saçma kararlardan biri olarak hatırlanacaktı.
Teoride iki kabile de aynı soydan geliyordu ve konuştukları dil çok da farklı değildi ama pratikte, aralarında toprak anlaşmazlığından
kaynaklanan köklü bir nefret vardı. Klamath'ların Modoc'lara istilacı gözüyle bakması kimseyi şaşırtmamalıydı. Ayrıca hükümetin vaat
ettiği gıda yardımı da bir türlü yapılmıyordu (daha doğrusu Washington yalnızca Klamath'lara yetecek kadar yiyecek gönderiyordu). Bütün
bunlar Kintpuash'ın, halkı arasındaki otoritesinin hızla eriyip tükenmesine ve Schonchin John adlı bir savaşçının giderek daha fazla söz
sahibi olmasına yol açıyordu.
1865'teki ilk ayrılık teşebbüsünün ardından, olumsuz koşullara daha fazla boyun eğmeme kararı alan Kintpuash 1870'de,
açlıktan kırılan halkını, yani ancak yarısı çarpışabilecek durumda olan yaklaşık üç yüz kişiyi toplayarak Kayıp Nehir bölgesine göç
etti ve bu bölgenin rezervasyon olarak kendilerine tahsis edilmesini talep etti. Aslında gayet makul bir istekti, ama beyaz yerleşimciler
bu bereketli toprakların bir metrekaresini bile kaybetmek istemediği için yetkililere başvurdu ve 1872'de ordu, davetsiz misafirleri güç kullanarak oradan uzaklaştırmak üzere harekete geçti. "Davetsiz misafirler." Modoc'ların o bölgede yüzyıllardır yaşadığı hatırlanacak olursa saçma bir ifade. Ama Birinci Süvari Alayı'ndan Binbaşı Jackson bu tür tarihi bilgilerin hiçbirine sahip değildi, sahip olsa bile dikkate almaya niyeti
yoktu ve tepeden tırnağa silahlı 38 askeriyle birlikte gece karanlığında hırsız gibi Modoc'ların kampına dalıverdi.
Kintpuash uyandığında karşısında suratına doğrultulmuş bir tabanca görecekti. Sonrasında ne oldu? Modoc'ların reisi
makul davranarak silahına sarılmadı, başka bir yere nakledilme fikrini kabul etti ve halkı da reislerinin yaptığını yapmaya razı
oldu. Sonra daha alt rütbeli subaylardan biri, Teğmen Frazier Boutelle, üstten bakan bir tavırla Çopur Charley'e silah doğrultacak oldu ama
mağrur Kızılderili'nin cevabı gecikmedi: "Ben köpek değilim, beni itip kakamazsın!"Teğmen silahına sarılırken Çopur Charley de belindeki
silahı çekti ve aynı anda iki el silah sesi duyuldu. Bu, Modoc Savaşı'nın başladığının işaretiydi.
Jackson'ın askerleri çarpışarak geri çekildikten sonra Kintpuash halkını emin bir yere götürdü: Sönmüş yanardağların püskürttüğü lavların
soğuyup katılaşmasıyla oluşmuş; sayısız mağaranın, yarığın, tepenin bulunduğu ıssız bir bölge olan Lav Yatakları'na. Burası, savunması gayet
kolay ve daha da önemlisi Modoc'ların her bir noktasını avuçlarının içi gibi bildiği bir yerdi. Onları oradan çıkarmak neredeyse imkânsızdı ve
Kintpuash bunu çok iyi biliyordu. Savaşçılarının sayısı çok değildi ama kısa bir süre sonra Salapurya Jim yanında bir grup savaşçıyla çıkagelip
onlara destek oldu. Ancak, bu pek de sevinilecek bir gelişme değildi çünkü sonradan katılan bu savaşçılar, arkalarında yakılmış bir sürü
çiftlik ve 14 ceset bırakarak gelmişti. Bu kadar pervasızca hareket etmeleri ve gereksiz yere şiddet uygulamaları Kintpuash'ı çok öfkelendirdi.
"Niye öldürdünüz o insanları?" diye kükredi. "Onlar benim dostumdu. Hiçbirinizden dostlarımı öldürmenizi istemedim ben!"
Doğru söylüyordu, ölenlerin büyük bir kısmı Modoc'larla iyi ilişkiler kurmuş kişilerdi ama Kintpuash'ın asıl korkusu,
bu cinayetlerin bölgeye hiç ummadıkları kadar çok sayıda asker çekeceğiydi. Nitekim çekti de; 300'ün üstünde asker,
kışın bastıran sisten yararlanıp kimseye görünmeden yaklaşarak Lav Yatakları'nı kuşattı. Ocak ayıydı, hava çok
soğuktu ve kar yağıyordu. Kintpuash bundan sonraki adımlarının ne olacağını belirlemek için oylama yapmaya
karar verdi. Orada hazır bulunan 51 savaşçıdan 37'si savaşmayı seçti. Kintpuash'a kalsa daha farklı davranırdı ama
karara uydu. Sayıca az olmalarını tedbirli davranarak, bölgeyi iyi bilmeleri sayesinde ve biraz da şanslarının yardımıyla
telafi ettiler. Başlarına adaçayı demetleri bağlayan Modoc savaşçıları sisten de yararlanıp yarıkların, gediklerin
arasında rahatça hareket ederek öncü olarak gönderilen askerleri teker teker avlamaya başladı. Hayalet gibiydiler.
Kadınlar da ellerine tüfek alıp askerlerle çarpışmaya, en azından dikkatlerini dağıtmaya gelmişti.
Askerlerin asıl büyük kısmı bir buçuk kilometre geride, düşmanların orada saklandığını sanarak kayalıkları boşu boşuna top atışına
tutmakla meşguldü. Saldırıya komuta eden Albay Wheaton daha sonra "Kızılderililer millerce ötede, yarıklardan, boğazlardan, geçitlerden oluşan
son derece zahmetli bir bölgeye sığınmıştı ve onları oradan çıkarmak binlerce askerin katılımıyla bile neredeyse imkânsız bir işti" diyecekti. Ortada intikamları alınması gereken on dört beyazın cesedi vardı ve hükümet geri adım atmıyordu. Bölgeye takviye kuvvetler ve yeni bir komutan gönderildi. Yeni gelen General Canby on yıl önce Kızılderili savaşlarında çarpışmış, Manuelito'nun Navajolarını kendilerine tahsis edilen topraklara çekilmek zorunda bırakmış, tecrübeli bir savaş kahramanıydı. Sağduyu sahibi Canby, Kintpuash'ın kuzeni olan bir kadını tanıyordu ve onun aracılığıyla bir görüşme ayarlamayı başardı. Görüşecekleri başlıca iki konu vardı: Tule Gölü çevresindeki rezervasyon ve Salapurya Jim'le savaşçılarının affedilmesi. İkinci mesele uzun zamandır Kintpuash'ın zihnini kurcalıyordu. Savaşmak için işarete bakan Jim'in yaptıkları, masum kurbanları öldürmüş olması, Kintpuash'ın vicdanında ağır bir yüktü. Vicdan azabının üzerine bir de darağacının gölgesi çöküyordu ki bu, Canby'nin bile hafifletmeyi başaramadığı bir cezaydı (Canby, suçluların Kızılderili Bölgesi'nden sürülmelerini teklif etmişti). Salapurya Jim, asılacağı korkusuyla reisine karşı sürekli isyankâr tavırlar içindeydi; onu, beyazların sözlerine kanmaması için durmadan uyarıyordu. Altı ay gibi uzun bir süre Lav Yatakları'nda kuşatma altında kalmaları, Salapurya Jim ve arkadaşlarının ateşkese yanaşmaması yüzündendi. Ama sonunda Kintpuash harekete geçmeye karar verdi. Çatışmaların şiddetlenmesinden iki ay sonra, 16 Mart günü Salapurya'nın
affedilmesi için yeniden teklifte bulundu. "Asmaları için atımı gözden çıkarabilirim ve arkasından gözyaşı dökmem ama adamlarımı asılmaları için
teslim edersem arkalarından çok ağlarım" demişti. Muhtemelen, Salapurya Jim'i atı kadar bile sevmiyordu ama başka türlü davranamazdı. Bir lider olarak her geçen gün saygınlığını kaybediyordu. 7 Nisan günü, reislerinin kendilerine ihanet etmeye hazırlandığından endişelenen bir grup
savaşçı, onun etrafını sarıp "Askerler seni oyalıyor" dedi. "Diğerleri gelene kadar zaman kazanmaya çalışıyorlar." Bu söz, bir bakıma
doğruydu. Gönüllülerin katılımı ve ordunun takviyeleriyle elindeki güç sürekli artıyordu. Sonra savaşçılar en ağır sözü söyledi: "Reisimizsen,
bir sonraki karşılaşmanızda Canby'yi öldürürsün." Salapurya Jim böyle yaparak reisine kaçınılmaz bir akıbet biçiyordu: Ya çarpışarak
can verecekti ya darağacında. Kintpuash defalarca itiraz etti, ta ki Salapurya Jim'in gelip üstüne bir kadın battaniyesi atarak alay etmesine kadar: "Sen, balık yürekli bir kadınsın! Seni reddediyoruz!"
Durum kontrolden çıkmıştı artık. Kintpuash, "Canby'yi öldüreceğim" diyerek söz verdi ve 11 Nisan 1873'te bu sözünü
yerine getirdi. Bir halk kahramanının öldürülmesi korkunç bir infial yarattı. Modoc'ları, labirenti andıran sayısız geçidi, mağarası
ve boğazıyla Lav Yatakları bile kurtaramazdı artık. 22 Mayıs günü Salapurya Jim kirli bir oyun daha oynayarak kendi canını
kurtarmak için Kintpuash'ı satmaya karar verdi. 14 beyazın öldürülmesi, Canby'nin katledilmesinin yanında hiç kalıyordu
ve artık Salapurya Jim'in affedilmesini sağlamak çocuk oyuncağıydı. Reisinin saklandığı yeri askerlere gösterdi
ve avlanacak bir hayvan gibi peşine düşülmesine göz yumdu. Kintpuash, sadık üç savaşçısıyla birlikte bir süre
kaçtı ama sonra bitkin bir halde yere yığıldı. "Bacaklarım tükendi artık" dedi. "Ölmeye hazırım." Askerler hemen
başına üşüşüp yakaladı. Daha aleyhindeki baş tanığın Salapurya Jim (ta kendisi!) olduğu duruşmalar bitmemişken
darağacının yapımı tamamlanmıştı bile. Kintpuash 3 Ekim 1873'te idam edildi. Asılmasını takip eden gece çalınan cesedi, bir zamanlar halkıyla
çok iyi ilişkiler içinde olduğu Yreka'da mumyalanıp Doğu şehirlerindeki panayırlarda 10 sent karşılığı sergilenmek üzere oradan
oraya gezdirildi. Modoc'ların reisi, sözde mahkeme öncesinde cellâtlarına, "Siz kazanmadınız,
beyazlar. Beni kendi adamlarım yendi" demişti. Bu sözleri söylerken büyük ihtimalle doğruca Salapurya Jim'in
gözlerinin içine bakıyordu.

Çok yakında raflarda.................

köstebek

Bakalım CAretta beyciğim kimin tarafını tutacak... Yerlilerin mi,? beyazların mı?