2017 yılında okuduğumuz kitaplar

Başlatan dean, 23 Ocak, 2017, 13:45:36

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ahmet Oktay

4) Han Kang - Vejetaryen (APRIL Yayıncılık) 4/10

Hayatımda ilk kez bir kitabı okuduğuma, aldığıma pişman oldum galiba. Zoraki okudum, 160 sayfa olmasa kesin bırakırdım okumayı. Bu kitap için uzun uzadıya bir şeyler yazmak, hatta hiçbir şey yazmak gelmiyor içimden. Kesinlikle benlik bir kitap değilmiş.


5) Ömer Hayyam - Dörtlükler [Rubailer] (İş Bankası Yayınları) 8/10

Vejetaryen ile dönüşümlü okudum, bu kitaptan aldığım haz kat kat fazladır. Zaten şiir seven biriyim, Hayyam'ın rubailerini de sevdim. Yeri geldi güldürdü, yeri geldi düşündürdü. Yukarıda Ferzan abinin yazdıklarına eklenecek bir şey yok aslında fazladan. Ben şuraya kitaptan iki örnek rubai bırakıp yazımı bitireyim.

Camiye gittim, ama Allah bilir niye:
Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye.
Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden:
O eskidi gittim yenisini yürütmeye.

Bir testici gördüm, çamur içindeydi:
Ayağı çarkında, elinde bir testi;
Testinin başında bir yoksulun ayağı
Kulpunda bir padişahın kellesi.

kedidiro

     Büyük türk çizeri sezgin burak'ın ve ölümsüz eseri tarkan'ın anısını yaşatmak üzere ailesii tarafından kurulmuş derneğin (taseyad) 2009 yılında çıkan ilk ve şimdilik tek kitabı olan " tarkan'ın yaratıcısı srzgin burak hayatı ve eserleri" isimli kitabı okuyorum. Uzun zamandır edinmek istediğim bir kitaptı. Ancak sonuç benim açımdan hayal kırıklığı oldu. Eseri kitap boyunca kendinden üçüncü tekil sahıs kipinde bahseden eşi türkay burak kaleme almış. Ellerindeki arşivden son derece değerli bazı belgeler bu kitapla belki de ilk kez derli toplu bir şekilde gün ışığına çıkıyor. Bu önemli ve değerli bir çaba. Ne var ki - son derece doğal olarak- eseri bir aile bireyi kaleme aldığından biz okurun sezgin burak hakkında kitaptan öğrenebildiği  tek şey ne kadar muhteşem bir adam olduğu. Kitaptaki sezgin burak yaşamıyor. Kendi yarattığı - aslında kendi oynayabilecekken alçak gönüllülük gösterip oynamadığı - kahramanı tarkan gibi yenilmez, sarsılmaz bir adam görüyoruz sadece. Sezgin burak dünya kalitesinde bir çizerdir bence de. Ancak keşke böyle bir kitabı ailenin elindeki arşivi de tarayarak dışardan bir göz yazsaydı... Gerçi bunun ülkemiz koşullarında pek mümkün olmadığının da farkındayım. Bir başka değerli üstad ve eseri hakkında araştırmacı levent cantek'in yazdığı ve kendi çapında son derece değerli " erotik ve milliyetçi bir ikon karaoğlan" kitabının ardından suat yalaz'la düştüğü duruma bakarsak durum daha net anlaşılır. İnşallah çok sevdiğimiz tarkan çizgi romanı ve değerli yaratıcısı bir gün layık olduğu şekilde objektif olarak değerlendirilebilir... O güne kadar elimizdeki bu kitap benim için 4/10

ferzan

    Okumalarıma Şubat ayı başlarında ara vermek durumunda kaldım...Hayatın bir anda insanın karşısına çıkarıverdiği, çok sevdiği biri üzerinden ziyadesiyle korkuttuğu durumlardan biri de 2017 itibariyle benim başıma geldi ve sıkıntılı bir sürecin ardından stres ve üzüntüden kitap alımını beni beş parasız bırakacak denli abartırken, okumalarıma ise Mart ayı başlarına dek ara vermiş bulundum...Şimdilerde normal rutine dönme ve gene aynı hararetle bu okumaları sürdüme gayreti içerisindeyim...Kaldığımız yerden numaraları ile devam edelim son okumaların çetelesine...


    9. Osmanlı'da Oğlancılık - Rıza Zelyut  (7,8/10)



    Osmanlı'da Oğlancılık adlı bu kitap, Osmanlı tarihinde şimdiye kadar gizlenen, esircilik ve devşirmecilik üzerinde yükselen cinsel sapmayı gündeme getiriyor. Araştırmacı yazar Rıza Zelyut, oğlancılık (gulamparelik/Lutîlik) konusunu yeni arşiv belgeleri ışığında bütün yönleriyle ele alıyor.

    Oğlancılığın tarihi ve kültürel kökenleri nelerdir? Kutsal kitapların oğlancılığa yaklaşımı nasıldır? Osmanlı'yı yönetenler, oğlancılığı nasıl meşrulaştırdı? Oğlancılık ile kadının değersizleştirilmesi arasındaki ilişki nedir? Hangi Osmanlı padişahları oğlanlar için şiirler yazdı? Büyük Osmanlı şairleri, oğlanları hangi niyetle övdüler? Gulamparelik, sokaklara nasıl indi, şarkılara nasıl girdi? Batılı yazarların Osmanlı'da oğlancılıkla ilgili düşünceleri nelerdir? Oğlancılık konusu akademisyenler tarafından nasıl çarpıtıldı? Oğlancılığın günümüzdeki varisleri kimlerdir? Oğlancılık kimler arasında yaygındı ve oğlanlar nasıl kullanılıyordu? Acemi oğlanlar, içoğlanları, hamam oğlanları, tavşan oğlanlar, oğlancılığın çeşitleri, oğlancıların mekânları ve daha fazlası ilk kez açık olarak bu kitapta.
(Tanıtım Bülteninden)


    Çarpıcı bir kitaptı...Bilmediğimiz, duymadığımız, okumadığımız bir konu değil çoğumuzun ama rivayet ya da yorumlardan ziyade, envai çeşit kaynakla desteklenmiş detaylı bir araştırma olmasından mütevellit doğrudan tesir etti...

    Ortalama 400-450 senelik bir döneme yayılan, çarpıtılmış inanç ve bastırılmış güdülerin tezatlığından doğmuş türlü sapkınlıkların başta İstanbul ve saray çevresinden sonraları kırsala değin zuhürü ile birlikte devrin söylencelerine, nüktelerine, halk ağızlarına, divan edebiyatına sirayeti beraberinde aslen Anadolu 'daki tepki ve yaklaşım ile sapkınlığın adeta prestij ve moda unsuru haline gelişini detaylı bir şekilde anlatılmış...Bunun yanı sıra bugün bile argoda kullanılan bir takım sıfat ve deyimlerin, Anadolu kaynaklı bedduaların ortaya çıkışına da hafifçe değinirken, oğlancılığın türlü isimler ve yakıştırmalar adı altında önce gizli kapaklı, sonra aleni, hatta yer yer din ve kitabı da alet ederek meşrulaştırılması üzerinden devam ederken, kadının o dönemdeki yeri ve kentli-kırsal bakış açısını, o dönem toplumu üzerinde kadın ve kadın cinselliğine yönelik hakim algıyı irdeliyor ve en nihayetinde bugün bile izleri rahatlıkla görülen, büyük bir coşkuyla geçmişin çarpık düzenine duyulan özlem beraberinde güncel olarak maruz kaldığımız türlü haber ve olaylarla kitap boyunca eleştirilen ve bugün adeta bazı siyasi ideolojilerde kendine rahatlıkla yuva bulmuş çarpık zihniyetin yansımasına bolca atıfta bulunuyor...

    Kitap boyunca doğal eşcinsel yönelime neredeyse hiç yer verilmediği gibi, yer verilen bir ya da iki paragrafta da homofobik bir tavır hakim değil...Kitabın ana konusu tamamen sonradan zorla yaptırım hali ile gelişen arz-talep ilişkileri, bunun mesleğe çevrimi, başka yer ve zamanlarda başka tarihçilerle sağlıksız ve acemi örtbas çalışmaları ile irdelenen dönemlerdeki ünlü şairlerin, bedizcilerin söz, dize ve görsel tasvirleriyle desteklenerek deşifre edilmiş pek çok alt metin ile kitap şahken şahbaz oluyor...Hortlatılmaya çalışılan bir zihniyetin ve tarihin karanlıklarından çıkarılmak istenen bir devrin eleştirisi halini alıyor ve son yıllardaki erkek çocuk tacizleri, tecavüzleri ve bunlara zemin hazırlığı niteliğindeki örtbaslara bağlanarak seyrini çeşitlendiriyor...

    Tabi kitapta çok çok daha fazlası var...Yukarıda da bahsettiğim gibi, şahsi bir yorum niteliği taşımaktan son derece uzak ve yenilir yutulur cinsten olmayacak kaynaklar beraberinde verilen ayrıntılı betimlemeler, olaylar ve hatta oğlancılık üzerine bir de sözlük bile yer alıyor...Yazarına mesafeli olmama rağmen, genel yapı itibariyle her mevzunun gerçekliğini sorgulamaksızın balıklama atlayan biri olmamama rağmen kitap bende herhangi bir antipati ve yetersizlik ya da yanlılık hissi uyandırmadı...Bu vesileyle yazarın ''Esirciler Hanı'' ve onun devamı niteliğindeki ''Sultanlar ve Cellatlar'' isimli kurgu romanlarını da sırf dili fena gelmediği için edinip arşivime katmış bulundum...


    10. Lubunya : Transeksüel Kimlik ve Beden - Selin Berghan  (8/10)



    On bir kişiyle yapılmış röportajlardan oluşan Lubunya'da Selin Berghan'ın araştırmasına yön veren temel soru, transseksüellerin toplumsal cinsiyet kimliklerini ve bedenlerini inşa ederken, mevcut ataerkil sistemi hangi noktalarda dönüştürdükleri, hangi noktalarda yeniden ürettikleri. Bu amaçla transseksüelliğin, eşcinsellik ve travestilikten farkının altını çizen yazar, transseksüellerle yaptığı konuşmalarda, çocukluk, aile ortamı, ana babayla ilişkiler, ilk cinsel deneyimler, kişilerin cinsiyet rolleriyle uyum ya da uyumsuzlukları, çevreden gelen baskılar, 'tedavi olmak', fuhuş piyasası, fiziksel değişimler, ameliyat olma, kadınlık ve erkeklik, ve toplumun transseksüelleri 'ötekileştirmesi' gibi temaları inceliyor.
(Tanıtım Bülteninden)


    Bir öncekinin aksine (Osmanlı'da Oğlancılık), antipatik gelmeyen, üzen ve insanı önyargılarından bağımsız derinlemesine düşünmeye iten; Selin Berghan'ın Hacettepe Üniversitesi'nde 2003-04 döneminde hazırladığı yüksek lisans tezinden vücuda gelmiş bir kitap...

    Bir yanım, oldum olası öteki hayatları okumaya meyilli olmuştur hep...2000'lerin başlarında Leman dergisinde haftalarca süren epey uzun ve detaylı bir Trans röportajı ile başlayan bu meylim, daha sonraları Hayvan dergisindeki öteki hayatlara dair her sayıda ayrılan söyleşilerle devam etmişti...Geçen yıllar içerisinde çok çok daha fazlasını, psikopatını, mağdurunu, komiğini, dramını ve sairesini okudum, duydum yahut uzaktan izlemiştim...

    Sorsalar homofobik biri olmadığımın altını çizer, aksi görüşe sahip biriyle düzeyi bozmadan tartışmaya da girebilirim belki ama sokağa çıktığımda bazen denk geldiğim vakitler ben de pek çokları gibi görmezden, duymazdan gelip yok sayıyorum ya da mümkün olduğunca uzakta kalmaya gayret ediyorum...Bir antipati oluyor, çünkü genel bir imaj var ve insana hiç tekin gelmiyor...Oysa o imajın yaratılmasındaki altyapı ve fişeklemeleri bu kitabı okudukça daha iyi görebilir oldum...Ha, teoride değil de pratikteki tavrımda herhangi bir değişiklik olmayaktır, uzakta kalmaya ve üç maymunu oynamaya kendimce haklı sebeplerden ötürü eminim devam edeceğim ama her daim hikayelerini, dramlarını ve maruz kaldıklarını hatırlatmaya devam edeceğim kendime...

    Kitapta kapsamlı bir girizgah sonrası 11 adet röportaj yer alıyor...Biri kadından erkeğe, on tanesi de erkekten kadına meyleden bu 11 trans röportajında kayda alınan trans bireylerin tamamının duyarsızlıktan çok uzakta, eğitim görmüş ve kendini yetiştirmiş, bir takım medyatik kışkırtmalar ve şahsi dengesizliklerle genel yargıyı oluşturan ayrı bir trans kesimden uzak durmaya gayret eden, toplumun ikiyüzlülüğü ve bastırılmışlığı dolayısıyla fuhuşa itilmelerine lanet eden, gayet ölçülü ve usturuplu bir şekilde meylettikleri cinsel kimliği normal bir şekilde yaşamak isterken ve normal bir vatandaş gibi toplumun bir parçası ve sorumluluklarının bilincinde bireyler olmak isterken yine bizzat toplum ve hukuk bazlı men etmeler dolayısıyla açlıktan ölmek ile fuhuş arasında kalmalarına yönelik şikayetleri ve tepkileri kitap boyunca süregeliyor...

    11 röportajda da belli başlı parkur niteliğinde soru başlıkları var...Röportajın yapıldığı kişiye göre uzunluğu değişiyor...Ortalama 25 sayfa civarı sürüyor her biri ama bazen 6-7 sayfada biten ve çok kısa cevap veren de oluyor..Bazen de tek bir röportajdan 60-70 sayfalık bir iç dökme ortaya çıkabiliyor...

    Bireylerin sorunları, hikayeleri, beklentileri, sevdikleri, sevmedikleri, olasılıkları, ihtimalleri, umutları ya da umutsuzlukları birbirine benzerlik gösterse de temelde her biri başlı başına bir kitap olabilecek denli dolu diyebilirim...Trans bireylerin çoğu fuhuşa itilmiş yaşamlarını sürdürmeye devam ederken, bazıları da olabilecek en hızlı bir şekilde kendini bataktan kurtarmış...Bir tanesi kadın kimliğini yasal olarak kabul ettirip babasından kalan maaşı ve bir parça birikimi ile bir ticarethane işletip vergisini vermiş, çalışanlarına istihdam sağlamış...Bir diğeri köyde kendini kabullendirip yine yasal yollarla kimliğini kabul ettirip yasal bir evlilik dahi gerçekleştirmiş...Başka bir tanesi aktivist olup yurtiçi ve yurt dışı pek çok faaliyette yer aldığı gibi sahipsiz transların bataktan çıkması için başlattığı bir trans huzurevi projesi kapsamında döneminin milletvekili, dışişleri bakanı yahut belediye başkanından az da olsa destek görmüş...Kimisi de tezin hazırlandığı dönem ile kitaplaştırılıdğı birkaç yıllık süreç esnasında öldürülmüş...Kitaptaki kısımlarından başka birşey bırakamamış geriye...

    Hikayelerin çıkış noktaları da benzer nitelikte...Meyilin oluşumu, farketme süreci, depresyon, yalnızlık hissi, ailenin tutumu, evden ayrılış, evden ayrılma öncesi yahut sonrası akraba, işveren ya da arkadaş yollu cinsel taciz ve istifade edişlere maruz kalmalar, giderek kendi isteği dışında gelişen öğretilmiş değişimler, toplumsal tavır, genel ikiyüzlülük, müşterilerin neredeyse %70'indeki bastırılmış ve gizli eşcinsel eğilim ve daha pek çok ince detaylarla kitap adeta toplumsal ve sosyolojik bir çıkarım halini alıyor...

    Bilmediğim, duymadığım ya da ilk defa okuduğum birşey olmadı bu kitapta...Buna rağmen detaylarda pek çok şey aktı gitti...Benzer nitelikte ve tekrardan uzak röportajlara denk geldikçe okumaya, ötekileştirilenlerin hikayelerini öğrenmeye devam edeceğim...

    Arka arkaya cinsel yönelimle ilgili iki kitap okumuş oldum...Biri alabildiğine yapay, kurnaz ve pişkin bir yönelim zihniyetinin aynı çarpıklıkla meşrulaştırılma gayretini eleştririken diğeri de herhangi bir etki-tepki durumu olmaksızın içsel bir yöneliş sonucu cereyan eden sarsıntılı ve yıkıcı bir dönüşümün insan ve yaşam hakkı bazında toplumsal kabulü üzerine bir tahlil niteliğindeydi...Her ikisinin de aynı coğrafyada geçmesi tek ortak yönleri...


    11. Haşırt Dı Bilekbord - Zafer Algöz  (8/10)



    Ani bir kararla edinip soluksuz okuduğum bir kitap oldu...Normalde Zafer Algöz'ün hayranı olduğum söylenemez...Hatta belki bir parça itici bile buluyor olabilirim...Kitabı ilk gördüğümde klasik bir ''oyuncu-ünlü kitabı ve bundan prim yapıp ekmek yeme ve kendini hatırlatma'' hissine kapılsam da; Cem Yılmaz'ın kendi ortam jargonu ile bana göre itici tanıtım yazısı sebebiyle almayacağıma emin olsam da, içeriği hakkında bilgi sahibi olduktan ve Zafer Algöz'ün daha evvel Kafa dergisinde yazmış olduğu bir yazıyı hatırladıktan sonra derhal sepetime atmış bulundum ve geldiği akşam 3-4 saat başından kalkmamacasına bitirdim...

    Öyle abartılacak bir kitap değil belki ama gerek üslup, gerekse anlatım olarak gayet sade, hoş ve yer yer karakteristik sayılabilecek bir duru ahenge sahip...Fırlamalıktan, zevzeklikten uzak...Çok hoş şeyler anlatmış...Oyunculuk kariyerinini başından itibaren duyduğu, gördüğü, yaşadığı, şahit olduğu enstantenelere yer vermiş...Öztürk Serengil'den Kemal Sunal'a, Sadri Alışık'tan Müşfik Kenter'e, Ajda Pekkan'dan Carlos Santana'ya, Fatma Girik'e kadar bir kitap dolusu ilginç anı...Film ve dizi setlerinden, tiyatro kulislerinden, sokaktan, yoldan, şehirden, kırsaldan ve saireden bir yığın yaşanmışlık...Tam kafa rahatlatmalık, dinlenmelik bir kitap olmuş...4-5 sayfada bir kah karnımı tuta tuta, kah ''Te Allaam ya, cık cık!..'' diye gülmeme sebep oldu...Yabancısı olduğum bazı isim ve mecralara da ilgi duymama vesile oldu...Kısacası sempatik ve tatlı bir kitapmış meğer...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

kedidiro

11- esrarengiz parmaklar ; bir oku ve unut agatha christie kitabı daha
12- sinemayı seven adam; gerçekten sinemayı tutkuyla sevmek dışında hiçbir titri olmayan ama bu tutkusunun ülkemize çok değerli bir enstitü, saygın bir sinema dergisi (altyazı) ve genç bir yönetmen kuşağı kazandırdığı mithat alam'la öğrencisinin yaptığı röportaj kitabı. kişisel listeleriyle de her sinemaseverin okuması gereken harika bir kitap. ne yazık ki bu kitap yayınlandıktan çok kısa bir süre sonra mithat alam'ı kaybettik. böylece bu değerli adamla belki de tanışma iki satır konuşma şansımı sonuna dek kaybettim. (8.8/10)
13- herkes ölür
14-ötekinin rüyası ; julio cortozar da bana forumun kazandırdığı yazarlardan biri (alan ford'a selam..) okuduğum bu ilk kitabında çarpan,sallayan birkaç öyküye rast geldim. takibe devam edeceğim. (7/10)
15- ağaçların özel hayatı; latin yazarların büyüsünü seviyorum. alejandro zambra hacmi küçük yoğunluğu fazla kitaplarıyla son dönemin dikkat çeken yazarlarından biri. bu kitabı da güzel (7/10)
16- makbule hanım
17- kadın dedektif
18- boğazdaki mutlu çocuk-kuzguncuk
19- sezgin burak hayatı ve eserleri (yorumum önceki sayfada)
20- silifke yaşam kültürü
21- bakele ; sezgin kaymaz'ın inişli çıkışı grafiği devam ediyor. önceki ay okuduğum bu gün bize kim geldi'den sonra yine hayal kırıklığı. ivme aşağıya inmiş (4/10)
22-ölmeyi bekle ; en soluk soluğa okuduğum ama mantıksal boşlukların da en fazla olduğunu hissettiğim matthew scudder polisiyesi. serinin sonu yaklaştıkça lawrence block daha kara bir atmosfer çiziyor (7,2/10)
23- anne kafamda bit var
24- çocuk yasası
25-medeniyet,kültür,sanat
26-başın öne eğilmesin
27-cumhuriyetin beyaz mağdurları; bu ve önceki kitabı okuduğumda ülkemde bazı şeylerin neredeyse hiç değişmediğini görmek günümüzde yaşadıklarımıza dair daha mı karamsar olmalıyım yoksa ümitlenmelimiyim bilemediğim bir ruh haline soktu beni
28-peynir ve kurtlar ; yine bir alan ford tavsiyesi ve yine çok değerli bir kitap. reform hareketlerinin avrupa'da yayılmaya başladığı ama henüz engizisyon baskısının da sürdüğü dönemde italyan bir değirmencinin engizisyon tutanaklarından öğrendiğimiz evren tasavvuru. roman kadar sürükleyici bir tarih ve felsefe kitabı (8/10)
29-osmanlılar ve ölüm
30-uzaktan sevmek

kedidiro

31 - kuşlar yasına gider ; okuduğum kitaplardan biri için ayrı bir yazı yazmak isterim. hasan ali toptaş ülkemizin büyülü gerçekçi yazarlarının biri hatta birincisi bence. bu kez çok da kişisel olduğu hissedilen bir roman yazmış. yazar giderek ölüme yaklaşan babasını görmek, onu doktorlara götürmek için sık sık ankara'yla denizli'nin baklan kasabası arasında gidip geliyor. bazen yalnız , bazen babasıyla veya eşiyle çocuğuyla... yalnız yolculuklarına hacı taşan'ın, neşet ertaş'ın , talip özkan'ın ve diğer ozanların sesi de eşlik ediyor. yolun giderek uzayan bir kısmı boyunca arabanın yanı sıra koşan atla birlikte... kitabın sonunda ne olacağı belli olduğu halde ben okurken elimden bırakamadım. gecenin bir yarısı bitirdim içime oturan bir taşla birlikte.
" Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır" dan, " bazı insanı yara öldürmez, muhatapsız kalmak öldürür"e nice sözle, zihinlerinize işlenecek görüntülerle, belki tanıdığınız insanlarıyla bu büyük kitabı okuyun derim. ne mutlu bana ki hasan ali toptaş'ı yazdığı dilde okuma şansına sahibim. yoksa bu büyülü dilin tercümesi mümkün değil bence ..  sadece bu ayın değil son yılların benim için en değerli okuması (10/10)



HacıGeraltEmmi

4- Yara - China Miéville - 10/10 (Yeni Crobuzon üçlemesinin en iyi kitabı. Ortak bir amaç etrafında birleşmiş, envai çeşit tuhaf yaratık, devler, büyücüler, hainler, kahramanlar, casuslar, korsanlar, vampirler, sıradan insanlar, uçan gemiler, yüzen gemiler, hepsinin birlikte yaşadığı yüzen bir şehir, tekmili birden bu kitapta)
5- Demir Konsey - China Miéville - 9/10 (sonsuzluğa hapsedilmiş bir son, hiç bitmeyecek hep gelmekte olan bir devrim hikayesi. Anlatılanların günümüz dünyasının muktedir söylemlerine paralelliği, toplumsal tepkilerin benzerliği aslında nasıl bir fantastik toplumda yaşadığımız hissini iyice perçinledi ruhuma.)
6- Sürgün Gezegeni - Ursula K. Le Guin - 10/10
7- Başlama Yeri - Ursula K. Le Guin - 8,5/10
8- Germinal - Emile Zola - 10/10
9- Dune Mesihi - Frank Herbert - 9,5/10
10- Ben Öldürürüm   - Giorgio Faletti - 8/10 (yazar teknolojik altler ve araba markalarını daha az dillendirseydi keşke... :) yoksa iyi bir roman)
11- Buz Prenses - Camilla Läckberg    - 8,10
12- Bıçak Sırtı - Tess Gerritsen - 7/10 (yazarın şimdiye kadar okuduğum kitapları içerinde en zayıf kurgulu kitabı oldu)
13- Almuric - Robert E. Howard - 7/10 (uzaylı Conan :)

ferzan

    12.  Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde - Mahir Ünsal Eriş  (9,5/10)



    Mahir Ünsal Eriş'i Ot ve Otlak dergilerinden bilirdim ama yazını hakkında herhangi bir fikrim yoktu. Takipçisi olmama rağmen Ot dergisi bünyesindeki her yazarın samimiyetine itimat etmediğimden, bu yıla kadar da güncel yazarları takip etme huyum olmadığından kendisiyle tanışmam biraz geç olmuş oldu.

    Kısa öykülerinden oluşan ilk kitabı sanırım. Her öyküye tek kelimeyle bayıldım. Öykülerini severek okuduğum bir başka yazar olan Emrah Serbes'in dangır dungur ''Angaralı'' anlatılarından sonra Mahir Ünsal Eriş'in Balıkesir/Çanakkale taraflarından sıcak ve vurucu öyküleri ilaç gibi geldi.

    Bu kitapta beğenmediğim bir tek hikaye bile yok. Her sayfasını, her satırını zevkle okudum ve sonraki kitabını okumam için yeterli bahaneyi bulmuş oldum.


    13.  Olduğu Kadar Güzeldik - Mahir Ünsal Eriş  (7,8/10)



    İlk kitabının ardından ödüllü bu ikinci öykü kitabına aynı coşkuyla başlasam da ilk kitaptaki kadar memnun kalmadığımı saklamayacağım. Yine çok güzeldi öyküler ama ilk kitabın lezzeti, edası daha bir başkaydı. Öte yandan bu kitapta da farkettim ki, Mahir Ünsal Eriş, kısa öyküleriyle bezeli bu iki güzel kitabında kendine has bir evren yaratmış. İlk kitabın ilk hikayesinde olan bir olay, ikinci kitabın son hikayesinde başka karakterlerle başka bir pencereden okutuyor kendini. Bir öyküdeki baş karakterler, diğer öykünün figüranları oluyor. İki kitaptaki öykülerin hepsinde bu yok ama birkaç karakter, önde ya da arkada birkaç kez kendini gösteriyor. Bana güzel göründü bu küçük detaylar.

    Bu iki kitap vesilesiyle Mahir Ünsal Eriş'i ve yazınını radarıma aldığım gibi bir sonraki kitabı ve ilk romanı olan ''Dünya Bu Kadar'' ı çoktan kütüphanemde istifledim. Okunacağı günü bekliyor...


    14.  Jet Rejisör Çetin İnanç - Pınar Öğünç  (7/10)



    Çetin İnanç, ismen bildiğim bir yönetmendi ama hakkında dişe dokunur bir fikrim yoktu. Bu kitapla beraber kendisi hakkında fikrim olgunlaşıp sabitlendi.

    Haksızlık etmek gibi olmasın ama şahsi kanaatimce sokaktan geçen, az buçuk film altyapısı bulunan herhangi birine o yıllarda yönetmenlik verilse nasıl filmler çekerse öyle çekmiş İnanç. Kendisiyle ilgili vardığım ender olumlu kanılardan biri özeleştirisini iyi yapması oldu. Adamın bir iddiası olmamış, başından beri esnaf/sinemacı olduğunu ve günü kurtardığını saklamamış. Kendini yer yer güzel gömüyor, tamamen ''o devirde böyleydi, ne zorluklarla çektik'' bahanesi ardına çok sığınmadan kendi notunu veriyor. Vaktiyle az daha eli yüzü düzgün filmler çekmeye çalışsa da ''senin neyine, otur avantürünü çek'' tarzı şevk kırıcı yorumlarla ikinci sınıf çizgisini bozmadan devam etmiş. Bu yönüyle bana ''Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni'' filmindeki baş karakteri hatırlattı. Bıraksalarmış, esnaflık-piyasacılık-kolaylık üçgenine hapsolmasaymış sanki az daha eli yüzü düzgün filmler çekecekmiş izlenimi uyandırdı.

    Kitap son derece doyurucu ve sohbet edasında bir samimiyetteydi. Ne var ki yönetmenin neredeyse hiçbir filmi favorim olmadığı gibi yakın zamanda denk geldiğim ve kendisine ait olduğunu bu kitapla öğrendiğim birkaç filmindeki ucuzluk ve başarısızlık gözüme daha çok batar oldu.

    Kitapta ''Dünyayı Kurtaran Adam'' ın da detaylıca bir masaya yatırılışı var. Kitabın belki en ilginç bölümlerinden. Diğer yandan anlattıkları ve anılarıyla Yeşilçam'ın bir yönüne ışık tutuyor. Ucuz, niteliksiz ve esnaf kafasındaki bölümüne.

    Dini filmlerden çizgi roman uyarlamalarına, ucuz aksiyonundan erotiğine, rüzgar ne yana eserse o da o yana savrulmuş. Takdir edilesi herhangi bir ürünü ya da duruşu olmadığı kanısındayım. Mesleğin başlarındaki asistanlık dönemlerinde yer aldığı bir düzine film, kendi çektiği 150'ye yakın filmden daha nitelikli diyebilirim gönül rahatlığıyla.

    Kitabın bir yerinde bir günah çıkarışı da var İnanç'ın. Ucuz sinemacılığı onu Amerika'ya gittiği döneme kadar çok da rahatsız etmiyor ama bir gün geliyor ki ölmek istiyor. O detay da kitabın finaline doğru yer alan kayda değer unsurlar arasında.

    Ben kitabı son derece doyurucu ve samimi buldum. Bu kadar kötü filmler çeken biri için bence harika bir kitap olmuş ama diğer nitelikli sinema kitaplarıyla karşılaştırınca herhalde ortalama kalır diye düşünüyorum. Diğer yandan, tek sayfasında bile sıkılmadığım gibi sonuna kadar büyük bir ilgiyle okudum. Kitaptan alacağımı aldım. Türk sineması meraklılarına da gönül rahatlığıyla öneririm. Yoğun okumalar arasında kafa rahatlatmalık, ne hafif ne de ağır olmayan mütevazi ve sürükleyici bir kitap...


    15.  Hovarda Alemi : ''Taşrada Eğlence ve Erkeklik'' - Osman Özarslan  (7/10)



    Geçen ayın okumalarından ''Lubunya'' daki gibi (bknz. bu sayfada bir önceki iletim) söyleşi merkezli bir eser bekliyordum. Tıpkı ''Lubunya'' gibi yüksek lisans tezi olmasına rağmen daha akademik ve sosyolojik çıkarım kısmı daha ağır basan bir kitapla karşı karşıya kaldım.

    Eski Hayvan dergilerinden beri pek çok mecrada birinci kişilerin ağzından pavyon alemine dair pek çok şey okumuşluğum vardı. Buna kendi gözlemlerim (maç izlemek için gidilen birahaneler, reşit olmadan büyük kuzen kontenjanıyla girilen müzikholler, pavyoncu dayağı yiyen tanıdıklar ve saire) de eklenince yazılanlar arasında ilk kez öğreneceğim birşey yoktu ama beklentim, fedai-konsomatris-müdür-garson-müşteri ağzından yaşanmışlıklar yahut yol yordam betimlemeleri okumaktı. Aksiyle karşılaşınca kitabın ilk yarısına kadar bozum oldum ama sonra kitabın kafasına gelebildim ve tamamlayabildim.

    Kitap, yazarın da memleketi olan Çavdır Kasabası (Burdur) ile sınırlandırılmış. Çok geniş bir yelpazede, etimolojik kökenlerine inerek gerek yerli ve yabancı kelimelerden, gerekse yakın ve uzak tarihten örnekleme, alıntılama ve yazarın şahsi çıkarımlarıyla oldukça ilginç fikirler okumuş oldum. Yazarını ve bazı konulardaki tutumunu hazetmediğimi farketsem de, eserin genel işleyişinin ve sosyolojik çıkarımların son derece yerli yerinde olduğunu da inkar etmeyeyim. Aralarda konuşulan 39 kişinin tek tük anlatımlarına yer verilse de bunlar kitaptaki tespitlere meze olmaktan öteye geçmese de, hayal kırıklığıyla başladığım kitabı pişman olmadan bitirdim diyebilirim.

    Erkeklik, ataerkillik, cumhuriyet sonrası batılılaşma sürecinde taşranın istemdışı tepkisi, kendi çarpık eğlence sistemini doğurması, taşra ve can sıkıntısı kavramı, tarih kavramının cinsiyeti, erkek egemen riyakarlık ve kadın metası üzerinden katıldığım ya da katılmadığım pek çok enteresan fikri okumuş oldum. Elzem sayılmasa da okunduğuna pişman etmeyen ve dimağda bir yerleri ıska geçmeyen bir eser oldu benim için.


    16.  Bozkırda Altmışaltı - Mustafa Çiftçi  (9,8/10)



    Yozgat'lı bir yazardan, Yozgat merkezli kısa öykülerle dolu muhteşem bir kitap...

    Mahir Ünsal Eriş'in kısa öykülerle bezeli iki kitabından birkaç hafta sonra bu kitaba başlamak, kısa öykü okumalarımın tatsız gelmeye başlamasıyla sonuçlanıp uzunca bir süre beni kısa öykülere tövbe ettirir diye düşünüyordum. Ne de olsa Eriş ile tavan yapan kısa öykü zevkime Mustafa Çiftçi ne katabilirdi ki? Ama öyle olmadı.

    Önyargılarımın aksine, bambaşka bir dille, coğrafyasını hissettiren başka bir atmosfer ve yaklaşımla ama ortak bir sıcaklıkla hikayelerini bir bir sıraladı kitap. İlk hikaye ''Handan Yeşili'', ortalama bir Ot yahut Kafa dergisi hikayesi gibiyken, sonraki iki hikaye ''Kara Kedi'' ve ''Ensesi Sararan Adamlar'' resmen yerle bir etti beni. Okuma zevkim ne kadar tavan yaptıysa, moralim de o kadar düştü ve genzime taş oturdu adeta. Kitabı bitirir bitirmez Mustafa Çiftçi'nin diğer kitaplarını sanal sepetime attım hemen.

    Kitapta bana göre bir tane bile kötü öykü yok. Hepsi istisnasız çok iyi ve çok kendine has. Tekrara düşmüyor, her seferinde bambaşka bir enerjiyle bambaşka bir şekilde vücut buluyor. Sanki konsepti belli bir festivalde farklı yönetmenlerin ellerinden çıkma bir sürü kısa film izlemiş gibi oluyor insan. Belki öteki kitaplarında tekrara düşüyordur, kim bilir...Okuyunca göreceğiz onları da.

    Bu kitapla ve yazarıyla tanıştığıma memnunum. Umarım bu memnuniyet kısa sürmez ve diğer kitaplarıyla devam eder...


    17.  Aramızdaki En Kısa Mesafe - Barış Bıçakçı  (8/10)



    Mahir Ünsal Eriş ve Mustafa Çiftçi'den sonra bu kez hakikaten kısa öyküler baymaya başlayacak diyordum ama bu kitap da bambaşka bir soluk oldu. Baymak şöyle dursun, birbirini andırmayan diğer iki yazarın yanına bir üçüncüsü eklenmiş oldu.

    Kitapta çocukluğundan gençliğine, bir karakterin birinci ağızdan anlattığı kısa öyküler var ama her öykü, hayat çizgisinde devam eden bir başka döneme ait. Anlatıcı karakteri çocuk haliyle, çocuk anlatımıyla okumaya başlıyoruz ve kitap bittiğinde bir adamın iç çekişiyle kapağını kapatıyoruz. Her dönemine ilişkin öykülerde anlatıcının yaşı kaç ise anlatım da o minvalde ilerliyor. Sıcak, ustaca ve sürükleyici bir şekilde akıp gidiyor.

    Beş kişilik bir ailenin ortanca çocuğunun nostaljisi ya da aynı soyadına sahip beş kişinin, ortanca oğlanın penceresinden kesik ama tutarlı ve yerli yerinde parçalar halinde aktarımı diyebiliriz.

    Bir oturuşta biten, insanın içi kaynıyorsa ılıtan, donuyorsa ısıtan bir diğer güzellik. Çocukken okuduğum ve bugünkü aklımla hiç de çocuklara göre olmadığını düşündüğüm gerçekçi durum hikayelerinden aldığım tadı (Al Yanaklı Hasan, Gümüşlü Kupa, Uyku vs. -Muzaffer İzgü-) uzun yıllar sonra bana yeniden verdi.
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

memospinoz

Alıntı yapılan: kedidiro - 02 Nisan, 2017, 13:45:19
28-peynir ve kurtlar ; yine bir alan ford tavsiyesi ve yine çok değerli bir kitap. reform hareketlerinin avrupa'da yayılmaya başladığı ama henüz engizisyon baskısının da sürdüğü dönemde italyan bir değirmencinin engizisyon tutanaklarından öğrendiğimiz evren tasavvuru. roman kadar sürükleyici bir tarih ve felsefe kitabı (8/10)

Bu kitabı bir programda İlber Ortaylı da önermişti. Hala alınacaklar listemde duruyor, diğer kitaplardan almaya sıra gelemedi bir türlü. Ama bu yorumunuzdan sonra ilk fırsatta alacağım. Teşekkürler.

Alıntı yapılan: ferzan - 02 Nisan, 2017, 19:13:23
    17.  Aramızdaki En Kısa Mesafe - Barış Bıçakçı  (8/10)

    Yine Ot ve Otlak dergileriyle haberdar olduğum, ama nedense yine bu dergilerin genel havası dolayısıyla ilk anda atlamak istemediğim yazarlardan biriydi Hakan Bıçakçı. Bu kitabında karar kılıp başladım okumaya.

Bıçakçılar karışmış sanırım.  :D Bu ay komple İletişim'e çalışmış gibisiniz.  ;D Keyifle okudum yine yorumlarınızı Dorukhan Bey, teşekkürler.

ferzan

    Çok fena karışmış hem de. :) Derhal düzelttim. Ot dergisinde yazan hangisiydi acaba? Hakan Bıçakçı ise Barış Bıçakçı'ya boş yere Ot yazarı demiş bulundum sanırım. Ya da tam tersi de olabilir.  ::) Duruma göre düzelteceğim onu da.
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

OZAN BALIM

Peynir ve Kurtlar'ı Yıldız Silier tavsiyesi olarak okudum ben de. Yeni bitirdim, tavsiye ederim. Şu aralar İletişim'in Türk Edebiyatı kitaplarını okuyorum, son 2-3 yıl içinde çıkan hemen her kitabı aldım, kısa kitaplar ve seri okuyorum. Bu arada Scalped'ları toplu okudum, acayip bir şeydi, epey sarstı beni. Karakarga kitaplarına da el atacağım toplu okuma şeklinde.

kedidiro

Alıntı yapılan: ferzan - 02 Nisan, 2017, 20:26:41
    Çok fena karışmış hem de. :) Derhal düzelttim. Ot dergisinde yazan hangisiydi acaba? Hakan Bıçakçı ise Barış Bıçakçı'ya boş yere Ot yazarı demiş bulundum sanırım. Ya da tam tersi de olabilir.  ::) Duruma göre düzelteceğim onu da.
Barış bıçakçı bazen kısa bazen uzun aralıklarla kitabı çıkan bunun dışında ise ortalıkta görünmeyen bir kalem üstadıdır. Dergilerde yazmaktan geçtim doğru dürüst röportajı hatta fotoğrafı bile olmayan biri. Ama önemli değil. Sağlam bir keşif yapmışsın dostum. Bence "bir süre yere paralel gittikten sonra" sadece kendinin değil edebiyatımızın en yoğun metinlerinden biridir. Az sayfaya çok  yoğunluk katan bu ustayı izlemeye devam ediyorum.

ferzan

    18.  Tatar Ramazan - Kerim Korcan



    1990 ve 1992 yapımı her iki filmine de bayılan biri olarak kitabını okumak ancak bu aya nasip olabildi...

    Kitap, 8-9 adet öyküden oluşuyor...İlk öykü Tatar Ramazan ve 90 sayfa kadar sürüyor...Diğer öyküler de aynı hemen hemen dönemden, hapishane öyküleri...Yazarın kendisi de 10 sene kadar hapis yattığı için kaleminin temelini büyük oranda mahpus ve kasaba öyküleri oluşturuyor...

    Tatar Ramazan öyküsü, ikinci film ''Tatar Ramazan Sürgünde'' 'nin neredeyse tamamı...Yalnızca Zeynep karakteri öyküde hiç yer almadığı gibi finalde Abdurrahman Çavuş ile olan bıçak düellosu kitapta daha farklı bir sonla mevcut...Filmde final çok etkileyiciydi ama öykü versiyonundaki finali de hiç yadırgamıyor insan...

    Kitaptaki hikayelerden biri var ki beni epey etkiledi...''Elmas'' isimli bu hikaye, idamlık Çingene bir kemancı ve at arabacısı olan Elmas'ın suçu üzerine yoğunlaştı ki, ben böyle bir şey okumadım...Öykünün bir yerinde, fakirhanesinin kilim ve yolluklarının dile gelip Elmas'a dert yandığı, ölülerin mezarlarından çıkıp Elmas'a nasihatler verdiği öyle kısımlar var ki, anlatımın lezzeti, mecazı ve tüyleri diken diken eden etkileyiciliği karşısında insan ne yapacağını şaşırıyor...

    İlk öyküden sonra Tatar Ramazan'ı bir daha görmüyoruz...Yalnızca ''Hepimiz Türküz'' hikayesindeki sürgünlerden biri olarak adı arkada geçiyor bir yerde, o kadar...Bu hikayede, ilk filmde yer alan Cıbıl Halil isimli yancı karakteri de görüyoruz...Diğer hikayelerde de ilk filmden bazı karakterler ve benzer anlatımlar mevcut...''Temizlik'' ve ''Şükürler Olsun'', kitaptaki diğer güzel hikayelerden...

    Kitapla ilgili tek derdim, işin Babil Yayınları tarafındaki editoryal kısmıyla oldu...Pek çok sayfada yarım düzine harf ve imla hatası yanı sıra, tekrar dizilmek suretiyle arka arkaya tekrar eden bazı paragraflar, eserin akıcılığına yer yer darbe vuracak gibi oldu ama neyse ki eser öyle güzel aktı ki bu dizgi ve imla hatalarını geri plana itti...Umarım Babil Yayınları'ndan çıkan diğer kitaplarından ''Linç'' ve ''İdamlıklar''da da aynı sorun yoktur, umarım son okumaları ve düzeltmeleri yapılmıştır...

    Kerim Korcan'ın bana göre çok çekici bir üslubu var...Bir kere müthiş sürüklüyor, kendine has bir zenginliği ve oturaklı bir cambazlığı var kaleminin...Kitaptaki her hikaye ayrı bir mesele, ayrı bir tecrübe oluyor iştahlı okur için...Kerim Korcan okumalarım katlanarak devam edecek...


    19.  Kuşlar Yasına Gider - Hasan Ali Toptaş



    Kedidiro abimin itkisiyle geçen cumartesi günümü ayırdığım bu kitap, Hasan Ali Toptaş okumalarımın da ilki oldu...Daha evvel filmini izlediğim ''Gölgesizler'' rafımda duruyor ve okunmak için sırasını bekliyordu ama başlangıcımız bu kitapla olmuş oldu, çok da güzel oldu...

    Hakkında yazacak birşey bulamadım, zira nasıl bir cümle kurarsam kurayım bendeki etkisi azalacakmış gibi hissettim...Sadece şu kadarını söyleyeyim, bu kitabın ardından bu hafta Toptaş'ın tüm kitaplarını (yazmış olduğu bir adet çocuk kitabı da dahil) aldım...

    ''Kuşlar Yasına Gider'' son derece gerçekçi, doğal, kendi kendini doğuran ve büyüten, bazen tüyleri diken diken eden bir esrarengizlikte, bazen de çok tanıdık gelen bir sıcaklıkta gözümden yaş gelerek kapağını kapadığım bir eser oldu...Elden bırakmaksızın bir oturuşta ve saatlerce okuttu...İki ay kadar önce ben de kitaptakine benzer bir durum yaşamıştım babamın hastalığı ile ilgili...O yüzden ayrıca bir dokundu...Bazı sahnelerde hep babamın halleri geldi gözümün önüne...


    20.  Ah Mercimeğim - Mustafa Çiftçi



    ''Bozkırda Altmışaltı'' sonrası okuduğum ikinci Mustafa Çiftçi kitabı olan ''Ah Mercimeğim'' , geçtiğimiz pazar gününü anlamlandıran mükemmel bir okuma oldu bana...

    Kitaba adını veren ilk hikaye de, sonrakiler de gene tuttu ciğerimden, şöyle bir sarstı ve bıraktı...Benim nezdimde tek bir firesi dahi olmadan okunup biten, her sayfası fevkalade bir keyif olan, Mustafa Çiftçi 'nin anlatımına ve sıcak hikayeciliğine daha da ısındığım harika bir eser oldu...Ne güzel yazarlarımız varmış...


    21.  Adem'in Kekliği ve Chopin - Mustafa Çiftçi



    ''Bozkırda Altmışaltı'' ikinci, ''Ah Mercimeğim'' ise üçüncü ve son kitabıymış Mustafa Çiftçi'nin...''Adem'in Kekliği ve Chopin'' ise 2012'ye kadar sağda solda yazdığı öyküleri toparladığı ilk kitabıymış meğer...

    İlk öykülerinin, son iki kitabındakilere nazaran azıcık daha ham olduğu söylenmişti bana...Nitekim doğru olmakla birlikte verdiği keyiften yana da diğerlerinden en ufak bir eksiklik hissettirmedi...

    Kitaba adını veren ilk hikaye de güzeldi ama sonraki hikaye ''Çati'ye Kıyamam'' gene tuttu, şöyle bir duvara çaldı bıraktı beni...Diğer hikayeler mütevazi bir tonda ve akıcılıkta keyif vermekten geri kalmadı...Böylelikle Mustafa Çiftçi kitaplarının hepsini okumuş olduk...

    Bundan sonra ne yazarsa yazsın gözüm kapalı alacağım bir yazardır Mustafa Çiftçi...Onun, Mahir Ünsal Eriş'in ve daha nicelerinin yer aldığı ''Al Da At Dercesine'' isimli futbol öykülerinden oluşan seçkiyi de yakında arşivime katacağım...


    22.  Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra - Barış Bıçakçı



    Dün akşam ikinci Barış Bıçakçı kitabımı da okumuş oldum...

    Okurken ilk anda nötr bırakan, okumaya devam ettikçe kafası arkadan gümbür gümbür gelmeye başlayan bir eserdi...

    Sanat eğitimi alan ve edebiyata meyilli Başak isimli genç bir kızın intiharının ardından çevresindekilerin çeşitli anlarından kesitleri, sahiplerinin penceresinden gösteriyor...Bu an kesitlerinde kız bazen özne, bazen değil...Anlatılar bazen kızın ölümü öncesinde, bazen sonrasında, bazen de çocukluğunda geçiyor...Kızdan ziyade onun hayatına girmiş ya da şöyle bir uğramış pek çok tanıdık, arkadaş, akraba ve sairenin kızın ölümü vesilesiyle anlatılan kendi anlık durum kesitleri...Başak'ın abisi, annesi, karşı komşuları, alakaları olmayan bambaşka bir tanıdıkları, tanıdıklarının kızı, ninesi, erkek arkadaşı, abisinin arkadaşı ve arkadaşının eşi ile küçük oğlu, köşedeki çerçeveci karı-koca ve daha pek çok karakter, kendi pencerelerinden anlar sunuyorlar...Başak'ın intiharı yahut Başak'la olan yaşanmışlıklar bahane...Hepsinin kendine göre uğraşması ve başa çıkması gereken şeyler var ve Başak bazılarında yer almıyor bile...

    Kısa bir süre önce okuduğum ''Aramızdaki En Kısa Mesafe'' gibi bir anda yakalamadı ama yavaş yavaş kendini sevdirdi...Bu adamın yazınında garip bir şeyler var...Aşırılıklara yer olmadığı gibi gamını da hep usul usul akıtıyor...Adını koyamadığım, kendine hemen aşık etmeyen ama okuyup bitirdikten sonra da aralıklarla akla düşen enteresan ve çok tanıdık bir yanı var...Sanki mutfakta anne bulaşıklarla uğraşırken, bitişik odada mutfaktan gelen tabak durulama sesleriyle uykuya dalmak gibi bir his bu adamın yazını...Dingin ve fazlasıyla yetkin...

    Barış Bıçakçı'nın diğer kitapları da derhal temin edildi ve en uygun anlarda okunmayı beklemek üzere raftaki yerlerini aldı...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

alan ford

Alıntı yapılan: ferzan - 13 Nisan, 2017, 12:30:30
    18.  Tatar Ramazan - Kerim Korcan

    1990 ve 1992 yapımı her iki filmine de bayılan biri olarak kitabını okumak ancak bu aya nasip olabildi...

    Kitap, 8-9 adet öyküden oluşuyor...İlk öykü Tatar Ramazan ve 90 sayfa kadar sürüyor...Diğer öyküler de aynı hemen hemen dönemden, hapishane öyküleri...Yazarın kendisi de 10 sene kadar hapis yattığı için kaleminin temelini büyük oranda mahpus ve kasaba öyküleri oluşturuyor...

    Tatar Ramazan öyküsü, ikinci film ''Tatar Ramazan Sürgünde'' 'nin neredeyse tamamı...Yalnızca Zeynep karakteri öyküde hiç yer almadığı gibi finalde Abdurrahman Çavuş ile olan bıçak düellosu kitapta daha farklı bir sonla mevcut...Filmde final çok etkileyiciydi ama öykü versiyonundaki finali de hiç yadırgamıyor insan...

    Kitaptaki hikayelerden biri var ki beni epey etkiledi...''Elmas'' isimli bu hikaye, idamlık Çingene bir kemancı ve at arabacısı olan Elmas'ın suçu üzerine yoğunlaştı ki, ben böyle bir şey okumadım...Öykünün bir yerinde, fakirhanesinin kilim ve yolluklarının dile gelip Elmas'a dert yandığı, ölülerin mezarlarından çıkıp Elmas'a nasihatler verdiği öyle kısımlar var ki, anlatımın lezzeti, mecazı ve tüyleri diken diken eden etkileyiciliği karşısında insan ne yapacağını şaşırıyor...

    İlk öyküden sonra Tatar Ramazan'ı bir daha görmüyoruz...Yalnızca ''Hepimiz Türküz'' hikayesindeki sürgünlerden biri olarak adı arkada geçiyor bir yerde, o kadar...Bu hikayede, ilk filmde yer alan Cıbıl Halil isimli yancı karakteri de görüyoruz...Diğer hikayelerde de ilk filmden bazı karakterler ve benzer anlatımlar mevcut...''Temizlik'' ve ''Şükürler Olsun'', kitaptaki diğer güzel hikayelerden...

    Kitapla ilgili tek derdim, işin Babil Yayınları tarafındaki editoryal kısmıyla oldu...Pek çok sayfada yarım düzine harf ve imla hatası yanı sıra, tekrar dizilmek suretiyle arka arkaya tekrar eden bazı paragraflar, eserin akıcılığına yer yer darbe vuracak gibi oldu ama neyse ki eser öyle güzel aktı ki bu dizgi ve imla hatalarını geri plana itti...Umarım Babil Yayınları'ndan çıkan diğer kitaplarından ''Linç'' ve ''İdamlıklar''da da aynı sorun yoktur, umarım son okumaları ve düzeltmeleri yapılmıştır...

    Kerim Korcan'ın bana göre çok çekici bir üslubu var...Bir kere müthiş sürüklüyor, kendine has bir zenginliği ve oturaklı bir cambazlığı var kaleminin...Kitaptaki her hikaye ayrı bir mesele, ayrı bir tecrübe oluyor iştahlı okur için...Kerim Korcan okumalarım katlanarak devam edecek...


    19.  Kuşlar Yasına Gider - Hasan Ali Toptaş

    Kedidiro abimin itkisiyle geçen cumartesi günümü ayırdığım bu kitap, Hasan Ali Toptaş okumalarımın da ilki oldu...Daha evvel filmini izlediğim ''Gölgesizler'' rafımda duruyor ve okunmak için sırasını bekliyordu ama başlangıcımız bu kitapla olmuş oldu, çok da güzel oldu...

    Hakkında yazacak birşey bulamadım, zira nasıl bir cümle kurarsam kurayım bendeki etkisi azalacakmış gibi hissettim...Sadece şu kadarını söyleyeyim, bu kitabın ardından bu hafta Toptaş'ın tüm kitaplarını (yazmış olduğu bir adet çocuk kitabı da dahil) aldım...

    ''Kuşlar Yasına Gider'' son derece gerçekçi, doğal, kendi kendini doğuran ve büyüten, bazen tüyleri diken diken eden bir esrarengizlikte, bazen de çok tanıdık gelen bir sıcaklıkta gözümden yaş gelerek kapağını kapadığım bir eser oldu...Elden bırakmaksızın bir oturuşta ve saatlerce okuttu...İki ay kadar önce ben de kitaptakine benzer bir durum yaşamıştım babamın hastalığı ile ilgili...O yüzden ayrıca bir dokundu...Bazı sahnelerde hep babamın halleri geldi gözümün önüne...


    20.  Ah Mercimeğim - Mustafa Çiftçi

    ''Bozkırda Altmışaltı'' sonrası okuduğum ikinci Mustafa Çiftçi kitabı olan ''Ah Mercimeğim'' , geçtiğimiz pazar gününü anlamlandıran mükemmel bir okuma oldu bana...

    Kitaba adını veren ilk hikaye de, sonrakiler de gene tuttu ciğerimden, şöyle bir sarstı ve bıraktı...Benim nezdimde tek bir firesi dahi olmadan okunup biten, her sayfası fevkalade bir keyif olan, Mustafa Çiftçi 'nin anlatımına ve sıcak hikayeciliğine daha da ısındığım harika bir eser oldu...Ne güzel yazarlarımız varmış...


    21.  Adem'in Kekliği ve Chopin - Mustafa Çiftçi

    ''Bozkırda Altmışaltı'' ikinci, ''Ah Mercimeğim'' ise üçüncü ve son kitabıymış Mustafa Çiftçi'nin...''Adem'in Kekliği ve Chopin'' ise 2012'ye kadar sağda solda yazdığı öyküleri toparladığı ilk kitabıymış meğer...

    İlk öykülerinin, son iki kitabındakilere nazaran azıcık daha ham olduğu söylenmişti bana...Nitekim doğru olmakla birlikte verdiği keyiften yana da diğerlerinden en ufak bir eksiklik hissettirmedi...

    Kitaba adını veren ilk hikaye de güzeldi ama sonraki hikaye ''Çati'ye Kıyamam'' gene tuttu, şöyle bir duvara çaldı bıraktı beni...Diğer hikayeler mütevazi bir tonda ve akıcılıkta keyif vermekten geri kalmadı...Böylelikle Mustafa Çiftçi kitaplarının hepsini okumuş olduk...

    Bundan sonra ne yazarsa yazsın gözüm kapalı alacağım bir yazardır Mustafa Çiftçi...Onun, Mahir Ünsal Eriş'in ve daha nicelerinin yer aldığı ''Al Da At Dercesine'' isimli futbol öykülerinden oluşan seçkiyi de yakında arşivime katacağım...


    22.  Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra - Barış Bıçakçı

    Dün akşam ikinci Barış Bıçakçı kitabımı da okumuş oldum...

    Okurken ilk anda nötr bırakan, okumaya devam ettikçe kafası arkadan gümbür gümbür gelmeye başlayan bir eserdi...

    Sanat eğitimi alan ve edebiyata meyilli Başak isimli genç bir kızın intiharının ardından çevresindekilerin çeşitli anlarından kesitleri, sahiplerinin penceresinden gösteriyor...Bu an kesitlerinde kız bazen özne, bazen değil...Anlatılar bazen kızın ölümü öncesinde, bazen sonrasında, bazen de çocukluğunda geçiyor...Kızdan ziyade onun hayatına girmiş ya da şöyle bir uğramış pek çok tanıdık, arkadaş, akraba ve sairenin kızın ölümü vesilesiyle anlatılan kendi anlık durum kesitleri...Başak'ın abisi, annesi, karşı komşuları, alakaları olmayan bambaşka bir tanıdıkları, tanıdıklarının kızı, ninesi, erkek arkadaşı, abisinin arkadaşı ve arkadaşının eşi ile küçük oğlu, köşedeki çerçeveci karı-koca ve daha pek çok karakter, kendi pencerelerinden anlar sunuyorlar...Başak'ın intiharı yahut Başak'la olan yaşanmışlıklar bahane...Hepsinin kendine göre uğraşması ve başa çıkması gereken şeyler var ve Başak bazılarında yer almıyor bile...

    Kısa bir süre önce okuduğum ''Aramızdaki En Kısa Mesafe'' gibi bir anda yakalamadı ama yavaş yavaş kendini sevdirdi...Bu adamın yazınında garip bir şeyler var...Aşırılıklara yer olmadığı gibi gamını da hep usul usul akıtıyor...Adını koyamadığım, kendine hemen aşık etmeyen ama okuyup bitirdikten sonra da aralıklarla akla düşen enteresan ve çok tanıdık bir yanı var...Sanki mutfakta anne bulaşıklarla uğraşırken, bitişik odada mutfaktan gelen tabak durulama sesleriyle uykuya dalmak gibi bir his bu adamın yazını...Dingin ve fazlasıyla yetkin...

    Barış Bıçakçı'nın diğer kitapları da derhal temin edildi ve en uygun anlarda okunmayı beklemek üzere raftaki yerlerini aldı...

  Yanlış Hatırlamıyorsam Tüfek Mikrop Çelik , İnsanın Tarihi gibi kitapların yayımlanmasında da parmağı var.
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

kedidiro

Biz boğulanlar_ carsten jensen (9/10)

  Anadili danca'dan doğrudan çevrilmiş bir epik denizcilik destanı. Yazar kendinin de doğup büyüdüğü danimarka'nın marstall şehrinin yaklaşık 100 yıllık  bir dönemini anlatıyor. Yatağında değil denizde ölenlerin, toprağa değil suya gömülenlerin hikayeleri... Babasız çocukların, kocasız kadınların hikayeleri... küçük bir denizci kasabasından önemli bir tersane şehrine dönüşen marstall şehrinin yükselişinin ve tekrar çöküşünün hikayesi... Sanayi devriminin, dünya savaşlarının aslında kaderlerini pek de etkilemediği denizci bir halkın hikayesi... İlerde adı odyseus'la moby dick'le martin eden'le birlikte anılacak büyük bir kitap okuduğumu düşünüyorum. Bu modern çağ destanını atlamayın derim...


Peyami

Alıntı yapılan: kedidiro - 17 Nisan, 2017, 16:12:40
Biz boğulanlar_ carsten jensen (9/10)

  Anadili danca'dan doğrudan çevrilmiş bir epik denizcilik destanı. Yazar kendinin de doğup büyüdüğü danimarka'nın marstall şehrinin yaklaşık 100 yıllık  bir dönemini anlatıyor. Yatağında değil denizde ölenlerin, toprağa değil suya gömülenlerin hikayeleri... Babasız çocukların, kocasız kadınların hikayeleri... küçük bir denizci kasabasından önemli bir tersane şehrine dönüşen marstall şehrinin yükselişinin ve tekrar çöküşünün hikayesi... Sanayi devriminin, dünya savaşlarının aslında kaderlerini pek de etkilemediği denizci bir halkın hikayesi... İlerde adı odyseus'la moby dick'le martin eden'le birlikte anılacak büyük bir kitap okuduğumu düşünüyorum. Bu modern çağ destanını atlamayın derim...

Selami hocamızın tavsiyesiyle kitaba başladım. Biraz ilerlesin, fikrimi söyleyeceğim. Aynı anda birden fazla kitap okuyunca biraz zaman alıyor.  Bayağı da uzunmuş yalnız.

Edit: İsme "el" atıldı  ;)