Kırık Kanat/ El Ala Rota - Aylak Kitap

Başlatan Nightrain, 03 Mart, 2017, 10:19:03

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

gizmoo


Nightrain

"Bu yıldızı çok mu istiyorsun Heatie? Al ye o zaman!"

Nightrain

Versus & Aylak Kitap, Twitter dan paylaşmış:

Alıntı YapKırık Kanat malesef matbaanın baskı sonrası farkettiğimiz bir hatası sonucu, yeniden basılacak ve 1 hafta gecikmeli dağıtıma verilecek.
"Bu yıldızı çok mu istiyorsun Heatie? Al ye o zaman!"

gizmoo


ferzan

    Bugün kapıyı bacayı kilitleyip, kulak tıkaçlarımı tıkayıp merasimle kitabı raftan çektim, okuma koltuğumda yerimi aldım ve muazzam bir beklentiyle okumaya koyuldum...

    Uçma Sanatı benim için her daim grafik roman şahsi listem içerisinde ilk üçte yer alacak bir eserdir...Aynı eserin üreticilerinden bir de madalyonun diğer yüzünü ele alan Kırık Kanat, tam da bu sebeple çok yüksek bir beklentiyle başına oturmama sebep oldu ve beklediğim her şeyi verdi...Öyle her zaman insanın karşısına çıkan türden eserlerden olmadığı için sayfaları ekmeksiz ekmeksiz yutmadım, bilakis uzun uzun çiğnedim, ağzımda beklettim ve öyle yuttum...Müthiş bir tatmin duygusuyla da kitabın kapağını kapadım...

    Şunu belirtmek isterim ki, Kırık Kanat ile Uçma Sanatı birbirinden ayrı düşünülmemelidir...Uçma Sanatı ile yazarın babasının 90 küsur yaşındaki intiharı ile başlayan ve hayatının belirli dönemlerini ele alırken fonda da İspanya tarihini işleyen hikayede ana karakterin eşi, yani yazarın annesi tamamen figüran rolündeydi...Bir söyleşisinde okurlardan birinin sorusu ile annesini bu kitapta ne denli yüzeysel işlemiş olduğunu farkeden yazar, başlangıçta annesine karşı eksiklik duyduğu için bu eseri kaleme almaya başlasa da sonradan en az Uçma Sanatı kadar etkili ve muazzam bir yapıta dönüştüğünü gördüğünde kendisi de şaşırmış olsa gerek...

    Kitap, orijinal adı olan ''Kırıktı Bir Kanadı'' ismine yaraşacak şekilde etkileyici bir giriş ile daha ilk sayfalardan insanın tam böğrüne dalıyor ve giriş sonrası başlayan ilk bölümden itibaren dört bölüm boyunca annesinin yaşamını kah onun anlattıklarından, kah akrabalarından dinlediklerinden yola çıkarak, bir parça da hayal gücü ekleyerek devam ettirip 250 civarı sayfanın ardından hikayesini sonlandırıyor...

    Uçma Sanatı'nda bir babanın yaşamıyla paralel olarak uçana kadar olan sürecini ve bu uçuş esnasındaki (dört kat süren birkaç saniyelik bir uçuş) hayat evrelerine tanık olurken, Kırık Kanat'ta ise asla uçamayacak olan bir annenin hayat boyu süregelen sıçrayışlarını seyre dalıyoruz...Tek oğullarından başka ortak noktası olmayan iki insanın hikayelerinin bu ayağında ise yazarın babası figüran rolünde...Uçma Sanatı esnasında açık bırakmaksızın bizi ikna eden ve kafamızda bitirdiğimiz pek çok şeyin, Kırık Kanat'ı okurken aslında bitmemiş ve yarım kalmış olduğunu farkediyoruz...Kırık Kanat, Uçma Sanatı'nın aynadaki aksi olmakla beraber yine Uçma Sanatı'ndaki pek çok detayı daha dolu bir şekilde pekiştiren başka detaylar silsilesine sahip...Her iki kitabı da okuyanlar, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır...

    Bir kadın düşünün, doğduğu saatten itibaren normal bir yaşamı olmayacak olan, bizzat babasınca lanetlenmiş ve yine dışarıdan bir müdahale ile asla tam anlamıyla ortopedik bir yetkinliğe sahip olamayacak, doğumunun ilk saatlerinde lanetlenmiş bir kadın...Kimine göre doğarken annesini öldüren uğursuz bir evlat, kimine göre küçük bir kız kardeş, kimine göre 16'sına basmadan ırzına geçilip kızlığı bozulması gereken bir taze, kimine göre hizmetçi, kimine göre bakıcı, kimine göre komşu, kimine göre yeğen, kimine göre eş, kimine göre de anne olan, ama asla bir kadın ve insan olmanın tadına tam varamamış ve eteğine yapışıp kalan tüm kötü anılarıyla birlikte geçmişinin verdiği türlü acılardan koyu bir Hristiyan olarak sıyrılmaya çalışan; ne 35 senelik kocasının, ne oğlunun, ne de yanında çalıştığı insanların son ana dek farkedememiş oldukları gayet bariz bir bedensel kusuru olan ama nedense farkedilmeyecek denli görmezden gelinen çilekeş ama bir o kadar güçlü bir ruhun hikayesi...Uçma Sanatı'nın terazideki tek dengi...

    Okuyacak olan dostlar, lütfen önce Uçma Sanatı'nı okusunlar...Eğer benzer beğenilere sahip isek, Uçma Sanatı'nın ardından bir daha bu denli yoğun bir eserle kolay kolay karşılaşamayacaklarını farkedecekleri için Kırık Kanat büyük bir mutluluk kaynağı olacaktır...Ya da ''Gemide'' filmi izlenmeden ''Laleli'de Bir Azize'' filminin havada kalacağı gibi...

    Uçamamanın sanatı üzerine yoğunlaşan Kırık Kanat için notum, hiç düşünmeden ve helalinden 10/10...

    Kurban olurum ben böyle çizgi romanlara...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

Hayal Kahvem

Kırık Kanatlar'ı yeni aldım.  Tam az sonra okumaya başlayacaktım ki, Ferzan'ın şu tavsiyesini gördüm:

Alıntı YapOkuyacak olan dostlar, lütfen önce Uçma Sanatı'nı okusunlar...Eğer benzer beğenilere sahip isek, Uçma Sanatı'nın ardından bir daha bu denli yoğun bir eserle kolay kolay karşılaşamayacaklarını farkedecekleri için Kırık Kanat büyük bir mutluluk kaynağı olacaktır...

Sülalemin bütün bıyıklıları adına...  Ferzan'ı dinleyip, önce Uçma Sanatı'nı okumalıyım dedim, Kırık Kanatlar'ı kenara koydum.  :)




peder clemente

"Uçma Sanatı" ve "Kırık Kanat"ı peşpeşe okumak "Ying-Yang" gibi...Bir dağın bulutlu ve sisli diğer yüzünü de görmek gibi.Birbirini tamamlayan erkek ve dişinin tamamlanamayan hikayesi.Din kuralları bu iki cinsi ne kadar ayırmaya çalışsa da yine de sonunda birbirini bulmasını engelleyemez.Çünkü sevgi arayışı, bu iki cinsi birbirini tamamlamaya iter. Antonio Altarriba:" 'Uçma Sanatı', İspanya'nın sosyal mücadelelerle şekillenen bir dönemini anlatırken; 'Kırık Kanat', diktatörlük altında ezilen İspanya'yı resmediyor...Kendimi hep, efendiliği reddeden bir adamın ve başkalarına hizmet eden bir kadının oğlu olan, genetik olarak bölünmüş bir birey olarak görmüştüm" diyor.
Octavia Paz'ın "Yalnızlık Dolambacı" adlı eserini okurken, Meksika ile Türkiyenin ne kadar çok benzeştiğini görürüz."Kırık Kanat"ı okurken de, Meksika'yı fetheden ve sömüren İspanya ile Türkiye'nin benzerliğine tanık oluruz.
Nazım'ın dediği gibi...Ve kadınlar.Bizim kadınlarımız.Anamız, avradımız, yârimiz.Sanki hiç yaşamamış gibi ölen kadınlarımız.Ve İspanya'daki Petra gibi, otorite figürleriyle belirlenmiş hayatını, kırık kanatlarıyla daldan dala sekerek tamamlayan bir kadın...