Ana Menü

Şiir Genel

Başlatan V, 21 Haziran, 2010, 19:54:12

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

V





Uzun zamandir Nietzsche okumamistim.Ki bence Nietzsche felsefenin sonudur,doruk noktasidir.Onun "Sen Bilim" adli siirlerinin yer aldigi kitabini bitirdim.Kafayi ünlü bestekar Wagner' takmis olan Nietzsche felsefi siirler yazarak bestakar Wagnere'e kendi alaninda da meydan okumus adeta.Üniversite bitirme tezimi anarsizm" üzerine vermistim , Nietzsche'nin yarim kalan ve en büyük yapiti olmaya namzet
"Güç Istenci" adli kitabinindan haraketle "Güç Teorisi" merkezli bir kitap üzerinde çalismaya baslamistim.Sonra çildiran Nietzsche geldi aklima,sonra "Istemem,eksik olsun" diyen Cyrano geldi aklima,sonra kalan ömrümü Darkwood' batakliginda bir kulübede geçirmeye karar verdim,ama bulamadim haritada Darkwood'u.
Sonra..sonra..

"İstemem,eksik olsun.."

Hayal Kahvem



                             


Kimi zaman çocuğum, Bir müzik kutusu başucumda. Ve ayımın gözleri saydam. Kimi zaman gardayım. Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar. Ne zaman bir dosta gitsem. Evde yoklar. Bekliyorum bir kapının önünde, Cebimde yazılmamış bir mektupla. Bana karşı ben vardım, Çaldığım kapıların ardında. Ben açtım, ben girdim, Selamlaştık ilk defa. Bazen düşünür müsün, Başka birşeymiş gibi kendini? Şimdi bilmiyorum yaşımı, Kaç boğumluydu kuyruğum, Zehirim ne kadar keskindi! Çevremde kızıl bir ateş çemberi, Kaldırıp kuyruğumu bir gün, Sokmayı düşündüm kendimi. Bazen düşünür müsün sen de, Başka bir şeymiş gibi kendini? Kendi kendini gören bir, Göz gibi oldun mu hiç.  İçe dönük bir göz gibi? Gözünün bebeğinden, Kaç fersah gördün içini? Nereye kadar sürdü yolculuğun, Dehlizin sanıldığından derin miydi? Söyle nerede buldun kemiklerimi? Yüzüğüm herhalde parmağımda değildi! Bazen düşünür müsün sen de, Başka bir şeymiş gibi kendini?




Fotoğraf - Atilla Atalay blogtan alınmıştır.
Yazı - Metin Altıok'un Evde Yoklar adlı şiirinden bazı dizler düz yazı haline getirilmiştir.


Hayal Kahvem


               ]

"Yeni bir sözcük öğrendim geçenlerde rastlantı sonucunda;
Eskiden yüreğin ortasında bulunduğu sanılan siyah nokta,
Yani mecazi anlamda bir gizli niyet, bir duygu ve düşün
Ve bitkibiliminde tohumun içindeki o itici güç sürgün.
Yoklayın kendinizi şimdi hepiniz sonra söyleyin bana;
Nedir yüreğinizdeki siyah nokta, gizli niyet: süveyda?"

Metin Altıok'un Bir Acıya Kiracı adlı şiir kitabının, tam Bir Yürek Dökümü adlı bölümünü okumaya başlamıştım ki, ilk sayfasında yukarıdaki şiire denk geldim. Şair, bir rastlantı sonucunda bir kelime öğrendiğinden sözediyordu. Altı satırlık şiir boyunca o kelimenin ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyordu. Söylenirken dudaktan dökülen melodisini nasıl sevdim anlatamam... Gerçekten şahane bir kelime bu... Süveyda... Vay canına. Bakar mısın anlamına.? Yüreğin ortasında olduğu farzedilen bir kara nokta... Gizlenen niyet, bir gizli düşünce, saklı bir duygu demekmiş aslında... İnanabiliyor musun? Öyle bir anlam içeriyor ki bu kelime.. Tamam, ilk duyduğunda insana sanki fena bir şeymiş hissi veriyor... Hani deniyor ya kalpteki kara nokta... İyi de tohumu iten güç var ya hani sürgün olur sonunda... Süveyda öyle bir güç verirmiş insana... Hoppala... Nasıl bir şey ki bu? Diyor ki şair... "Yokla bakalım kendini... Var mı yüreğinde gizli niyet, siyah nokta?" Ben.. Benim mi? Yooo.. Siyah nokta öyle mi? Nasıl yani? Yoklamalıyım yüreğimi enine boyuna... Önce yüreğimin ortasına bakmayı öğrenmeyi denemeliyim.. Görüyor musun, şairler durup dururken nasıl uğraşıyorlar okurun içini dışına çıkarmaya.. Şimdi bunu düşüneceğim öyle mi? Hem de bu kadar işimin gücümün arasında! Nerden okudum bu şiiri şimdi? Eyvahhh!




NOT: "Bugün bir kelimeyi hissettim." Metin Üstündağ cümlesidir.





Hayal Kahvem


         KILL BILL VE BİR MURATHAN MUNGAN ŞİİRİ

           

                       


                     Olmasa mektubun,
                     Yazdıkların olmasa
                          Kim inanırdı
                     Senle ayrıldığımıza


           

                       Sanma unutulur,
                      Kalp ağrısı zamanla
                        Herşeyi unutarak
                       Yaşanır sanma.


                     

                       
                         Neydi bir arada tutan şey ikimizi
                            Birleştiren neydi ellerimizi
                        Bırak bana anlatma imkansız sevgimizi
                            Sevmek birçok şeyi göze almaktır.       


                     

                         
                           Baksana geçmişe,
                           Ne çok anıyla yüklü
                          Nerde o taverna,
                           Nerde sinema


                 
                           
                           Harcanmış zamanlar
                           Yeniden yaşanmaz ki;
                          Geç kaldıktan sonra
                             Arama boşa!


                        MURATHAN MUNGAN
                       

Tarkan Kurt

Filmde uma thurman'ın david carradine(bill)'i öldürürken kullandığı teknik olan beş noktalı elle patlayan kalp tekniğini uyguladığı sahneyi gösteren resmin hemen altına;

Sanma unutulur,                     
Kalp ağrısı zamanla                       
Herşeyi unutarak                       
Yaşanır sanma.

Bu bölüm çok iyi gitmiş.  ;D


Hayal Kahvem

Selam Tarkan Kurt,

Teşekkür ederim. Ben de bu eşleştirmeyi çok severek yaptım. Bu şiir ve Kill Bill çok yakıştı bence:)

Sıtkı Sıyrıl sayesinde, Zagor'un Sözü Bu! Bloğunda Zagor dövüş tekniklerini sular seller gibi öğrendim.
Ayrıca Kill Bill dövüş tekniklerini de acayip iyi bilirim.
Sadece "5 dokunuşta ölüm vuruşu" nu kimse üzerinde denemedim.
Allah denettirmesin... Bilirsiniz sonu feci  :D

Hayal Kahvem




                                       

ORMANLARIN GÜMBÜRTÜSÜNDEN

Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden,
Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden.
Bir yüzük yaptım belli belirsiz,
Eski bir gramafon sesinden.
Bir yüzük serçe parmağın için,
Bulutsuz bir gecede kayan yıldız izinden.
Bir yüzük yaptım terli bir yüzük,
Avucumdan geçen ince hayat çizgisinden.
Yanmasını bilen bakır bir yüzük,
Evime akım taşıyan elektrik telinden.
Bir yüzük yaptım, bir yüzük ki;
Yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden.

METİN ALTIOK
[/size][/font]



Hayal Kahvem



                       

İKİ KİŞİ GİBİ (bazı dizeleri)

Onunla iki kişiydik.
Daha doğrusu bana öyle gelirdi.
Tam olarak bilmiyorum,
İlk ne zaman seslendi.
Sanırım bir akşam durup dururken
Apansız çağıdı beni.....

Bazen karıştırırdım,
Onunla kendi sesimi.
Susar yeniden başlardım söze
Çünkü yüzüme uygun değildi.
Ama o kurnaz ve çocukça biraz da
Hep benim sesime gizlenirdi....

Onunla bir kişiydik, iki kişi gibi.
Benden ona, ondan bana..
İnce bir kanal gibi geçirildi.
Biledi paslı direncimi 
Umutsuzlukla
Ve beni hiç terk etmedi.
METİN ALTIOK

Hayal Kahvem


   


SÜRGÜN ( bazı dizeleri)

Bilmemem gereken
Şeyler öğrendim.
Sorular sordum
Sormamam gereken
Gördüm apaçık
Görmemem gerekeni
Söylenmezi söyledim.
Suçum büyük
Ve taamüden.

METİN ALTIOK


Hayal Kahvem




Ilık bir yaz gecesiydi. O beldedeydim. Çıktım kendimden önce.. Gene kaçmak istedim. Sahil boyu yürüdüm. Sonra dağlara vurdum. Ağaçlara baktım tek tek.. Yapraklara dokundum.. "Meyvesi tek kuş olan, ağaç altına oturdum." Cırcır böceklerinin sesini dinledim. Bir keltenkele taşın altından başını çıkardı, gördü beni. Gözümüm içine baktı. Ürkütmekten korkar gibi, gövdesini geri çekti. Gülümsedim. Sırtımı bir ağaca dayadım. Başımı gökyüzüne çevirdim. Şimdi buracıkta kalsam, dedim. Bir ağaç olsam misal.. Bir ot, bir zeytin dalı, bir yaprak.. Karınca oluversem.. Karışıversem doğaya keşke.. İçimden geldi.. Dünyaya "Heyy!" diye seslendim. Rüzgar nasıl nazlı nazlı esiyordu. Tam hayale dalmak üzereydim ki ansızın onu gördüm.




O, "tuğralı alnıyla, eski bir berat gibi avunan solgun yüzüyle, zaman zaman aynaya bakan hüzünle, soyunun mutlaka son temsilcisiydi.. Kuş tokmaklı, asma kilitli tahta kapılardan geçmişe geçerdi.


Onunla iki kişiydik. Daha doğrusu bana öyle gelirdi. Tam olarak bilmiyorum, ilk ne zaman seslendi. Sanırım bir akşam durup dururken apansız çağırdı beni.

- "Hey ahbap; niye düştün yollara kaçacak bir yer yok ki!" dedi.
- "Olmasın ne çıkar, yoruyorum ya peşimdekini," dedim.

Muhacirlik günlerinden kalma, sanki yetim biriydi. Oluruna bırakmış her şeyi. Kararsız ve tedirgin boğazımda, rastlantıyla isimsiz bir ot gibi bitiverdi.


Bazen karıştırırdım, onunla kendi sesimi. Susar yeniden başlardım söze, çünkü yüzüme uygun değildi. Ama o kurnaz ve çocukça biraz da, hep benim sesime gizlenirdi. Bir ses ki için için diplerde derinlerde şimdi. Bekliyor sırasını sabırla, seçerek sözcüklerini. Çıkmak için gün ışığına, hazırlıyor konuşmaya kendini.

-"Hey ahbap, bu acı var ya kuş olsan kaçırmaz seni," dedi.
-"Öyleyse biri eski yazıyla, sağdan sola yazsın beni." dedim.

Onunla bir kişiydik, iki kişi gibi. Benden ona, ondan bana, ince bir kanalla geçirildi. Biledi paslı direncimi umutsuzlukla... Ve beni hiç terk etmedi. "



AÇIKLAMA: İlk paragrafı deneme yazısı olarak tam bitirmek üzereydim ki, Metin Altıok'un İki Kişi Gibi adlı şiiri aklıma geldi. Şiiri düz yazıya dönüştürdüm ve ikinci paragrafta  şairin dizelerini benim cümlelerimin peşi sıra ekledim. Nur içinde yatsın. Şair umarım affeder beni.

İlk paragraftaki cümlenin orijinali "Tek meyvesi kuş olan ağaç altında uyudum." dur ve Metin Üstündağ'a aittir.

Görüldüğü gibi okur, sevdiği yazar ve şairlerin cümleleriyle böyle oynar durur.





Hayal Kahvem




Attila İlhan'ın Sisler Bulvarı adlı şiirini bilirsin değil mi? Of, ben çok severim. Aslında  Sisler Bulvarı'nı kasım ayında okumak çok iyi gider. Çünkü ilk iki dize "Elinin arkasında güneş duruyordu... Aylardan kasımdı biz üşüyorduk" diye başlar. Sonra hüzün ve elem dolu dizeleriyle devam eder. Of! Binlerce kez okusam her seferinde... İnan her bir dizesini binlerce kez okusam tek tek... Yüreğime yine, yeni, yeniden tesir eder. Şair şiirinin bir yerinde şöyle söyler: "Sisler Bulvarı'na akşam çökmüştü... Omuzlarımıza çoktan çökmüştü... Kesik bir kol gibi yalnızdık." Bu nasıl benzetmedir? Şair bir yalnızlık tarifi yapmaktadır yapmasına ama bu yalnızlığı "kesik bir kol gibi" diye örnekliyor ya... İyice çarpıyor bu dize beni biliyor musun? Acaba "kesik bir kol gibi yalnızlık" la Attila İlhan  ne demek istemiştir? Nasıl bir yalnızlık hissini anlatmak istemiştir? Anlayamıyordum.


Sonra günlerden bir gün gazetelerden birinde "hayalet uzuv sendromu" diye bir habere denk gelmiştim. Uzuvlarını kaybedenlerin sanki o uzuvları yerindeymiş gibi acı çekmelerine neden olan rahatsızlığa "hayalet uzuv sendromu" deniliyormuş.. Şöyle.. Deprem, savaş veya kaza sonucunda uzuvlarını yeni kaybedenler, sanki kolu, bacağı ya da eli halen yerindeymiş gibi hissediyorlar ve acı çekiyorlarmış.. Bu ağrının şiddetinden intiharı düşünenler bile oluyormuş.. Allah vermesin kimseye.. Düşünsene.. Ne feci bir histir kimbilir? Attila İlhan'ın Sisler Bulvarı'nda "kesik bir kol gibi yalnızdık" dediği böyle bir duygu olmalı.. Öyle bir yalnızlık hissi ki sanki bir uzvun, kolun kesilmiş gibi sözgelimi.. O halde tam burada İtalyan yazar Cesare Pavese'nin günlük yazılarından oluşan Yaşama Uğraşı kitabındaki o ünlü cümlesini yadetmenin tam zamanı değil mi? Der ya hani... Of! Yazmak bile içimi acıtıyor inan ki.. "Yalnız kalmamak için tüm akşam aynanın karşısında oturdum." Bu sözlerin yazarının sonu ne olmuş biliyor musun? 42 yaşında bir otel odasında, hem de çok meşhur bir yazarken üstelik, uyku hapı içerek intihar etmiş..




Şimdi Pavese'nin aynalı cümlesinden bak nereye geçeceğim.. Kaliforniya Üniversitesi'nde, son derece basit bir yöntemle "hayalet uzuv sendromu"nu tedavi etmeyi başarmışlar.. Hani uzvunu kaybeden kişiler, kayıp henüz yeniyken, kesilmiş ellerini veya ayaklarını hissetmeye devam ediyorlarmış ya.. Bu beynin bir organı yitirmeye direnişiymiş aslında.. Artık olmayan bir elin karıncalanması, olmayan bir ayağın uyuşması, omuzun kesik yerinin yumrusuna dokunduğunda elinin parmaklarını tutuyormuş hissi vermesi gibi yani.. İşte bu nedenle Hayalet uzuv deniyormuş.. Bilim dünyası Ayna Tedavisi diye bir yöntem geliştirmiş.. Uzvunu kaybeden kişi ayna karşısına geçiriliyormuş. Misal kolunu mu kaybetmiş.. Sağlam kolunu aynanın önüne koyup kaldırıp indirmesi isteniyormuş.. Beyin kol kesik değilmiş gibi algılıyormuş ve bu durumda hastanın aslında var olmayan ama ağrıyan kolunun ağrısı yok oluyormuş.. Bir nevi görsel aldatmaca yani.. Ve bu yöntem uzuvlarını kaybeden hastaların ağrılarının giderilmesinde çok başarılı bir yöntem olmuş. Ne güzel!

İyi de, İtalyanın yalnız yazarı Cesare Pavese, yalnız kalmamak için tüm akşam aynanın karşısında oturup, yalnızlık sızısını dindiremeyip intihar ettiğine göre demek ki Ayna Tedavisi yalnızlığın ilacı değil öyle değil mi? Ya da şöyle mi düşünmeli. Eğer yalnızlık acısı varsa, insan aynayı belki de kendi içine çevirmeli. Yalnızlığın hayali ağrısını dindirmek için belki içindeki Sisler Bulvarı'na ayna tutmalı. Ne diyor büyük şair: "eğer sisler bulvarı olmasa.. eğer bu şehirde bu bulvar olmasa.. sabah ezanında yağmur yağmasa.. şüphesiz bir delilik yapardım.. " Gördün mü halimi? Neyle başladım yazıma... Nerelere gittim? Sonunda toparladım mevzuyu da, çok şükür nihayetinde  başladığım yere döndüm.. Neyse... Böyleyken böyle...



V

"Yalnızlık alternatifsizdir!" sevgili Hayal Kahvem.Ve daha da vahim olan:

"Tanımamızı istedi Tanrı;
  Alternatifsiz olanı.
  Seçme şansı olmadı,
  Seçme şansı vermedi
  Yalnızlığı"

İnsanın içinde yaradan bir parça vardır ve O'na kavuşana kadar "yalnızlık" herhangi bir aşkla,sevgiyle idame edilemez.Çünkü:
"Yalnızlık"
  İçimdeki Tanrı.."dır.
"İstemem,eksik olsun.."

Hayal Kahvem


SİSLER BULVARI

elinin arkasında güneş duruyordu

aylardan kasımdı üşüyorduk

ağacın biri bulvarda ölüyordu

şehrin camları kaygısız gülüyordu

her köşe başında öpüşüyorduk

**********************

sisler bulvarı'na akşam çökmüştü

omuzlarımıza çoktan çökmüştü

kesik birer kol gibi yalnızdık

dağlarda ateşler yanmıyordu

deniz fenerleri sönmüştü

birbirimizin gözlerini arıyorduk

*************************

sisler bulvarı'nda seni kaybettim

sokak lambaları öksürüyordu

yukarıda bulutlar yürüyordu

terkedilmiş bir çocuk gibiydim

dokunsanız ağlayacaktım

yenikapı'da bir tren vardı

**********************

sisler bulvarı'nda öleceğim

sol kasığımdan vuracaklar

bulvar durağında düşeceğim

gözlüklerim kırılacaklar

sen rüyasını göreceksin

çığlık çığlığa uyanacaksın

sabah kapını çalacaklar

elinden tutup getirecekler

beni görünce taş kesileceksin

ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

**************************

sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı

ıslak kaldırımlar parlıyordu

durup dururken gözlerim dalıyordu

bir bardak şarabda kayboluyordum

gece bekçilerine saati soruyordum

evime gitmekten korkuyordum

sisler boğazıma sarılmışlardı

**************************

bir gemi beni afrika'ya götürecek

ismi bilmiyorum ne olacak

kazablanka'da bir gün kalacağım

sisler bulvarını hatırlayacağım

kırmızı melek şarkısından bir satır

lodos'tan bir satır yağmur'dan iki

senin kirpiklerinden bir satır

simsiyah bir satır hatırlayacağım

seni hatırlatanın çenesini kıracağım

limanda vapur uğuldayacak

*************************

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı

ağaçları yatıyordu yoksuldu

bütün yaprakları sararmıştı

bütün bir sonbahar ağlamıştı

ağlayan sanki istanbul'du

öl desen belki ölecektim

içimde biber gibi bir kahır

bütün şiirlerimi yakacaktım

yalnızlık bana dokunuyordu

**********************

eğer sisler bulvarı olmasa

eğer bu şehirde bu bulvar olmasa

sabah ezanında yağmur yağmasa

şüphesiz bir delilik yapardım

hiç kimse beni anlayamazdı

on beş sene hüküm giyerdim

dördüncü yılında kaçardım

belki kaçarken vururlardı

**********************

sisler bulvarı'ndan geçmediğim gün

sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm

yağmurun altında yalnızım

ağzım elim yüzüm ıslanıyor

tren düdükleri iç içe giriyorlar

aklımı fikrimi çeliyorlar

aksaray'da ışıklar yanıyor

sisler bulvarı ayaklanıyor

artık kalbimi susturamıyorum

Attila İLHAN

aaciltan

Bir ümit ışığı bekliyorken sessiz karanlıklarda
Islanılası bakışlar çarpıyordu kalbine
Ve yağmurun kuruluğu okşuyor yalnızlıklarını
Umutlarını tekmeliyor hayat keskinlikleri

Bakıyorum aynadaki adamın gözlerine
Ne kadar yazık etmiş hayata yaşamışlıklarında
Duygularını umarsızca savururken savunmalarında
Görmüş ki kalmamış saatlerin acıması .....

Yalanların gelip geçeceği yaşam nihayetlerinde
O da bakacaktır uzaktan geçenlere
Bıçak acısıyla ... ya da kelebek coşkusuyla
Elindekiler sağlayacaktır tebessüm kırıntılarını

Ya görecektir çayırlarda özgürce gezen o mağrur savaşçıyı
Ya da her nefes alışında
Onu bir kez daha öldüren, yine öldüren
İşe yaramaz pişmanlıkların iç çekişlerini....

AHMET AÇILTAN

Hayal Kahvem


                           

Mevsim gereği hava erken kararıyor.  Attila İlhan şiirinde dediği gibi "Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır" ya hani... İşte karanlığın insanı delirten o ihtişamını  çok seven biriyim. "Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım... Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından... Dudaklarımda eski bir mektep türküsü... Bu gece dağ başları kadar yalnızım" Oynadım gene şairin dizeleriyle. Şiirdeki yerlerini değiştirdim. Ama yazsam daha güzelini yazamazdım inan ki. Attilla İlhan'ın Yalnızlık Şiiri'nde anlattığı hisler içerisindeyim.

Yok. Yapamayacağım! Kendi cümlelerimle anlatamayacağım. Dalacağım Attila İlhan'ın o etkili dizelerine... Onun dizeleriyle bir kompozisyon yazacağım. "Tut ki gecedir." diyerek başlayacağım. Sonra şairin o güzelim Elde Var Hüzün adlı şiirine geçeceğim. Dizelerden dizelere atlayacağım.  Diyeceğim ki: "Zamanlar değişti. Ah nerde gençliğimiz! Sahilde savruluşları başıboş dalgaların, yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller, elde var hüzün! Hayat zamanda iz bırakmaz. Bir boşluğa düşersin, bir boşluktan birikip yeniden sıçramak için. Elde var hüzün!" Başımı döndürdü bu dizeler yemin ederim. Şiir çarpmasına uğramam an meselesi... Ha düştüm ha düşeceğim... Şairin başka bir dizesine sarılmalıyım... Hemen! Demeliyim ki: "Elimden tut yoksa düşeceğim. Yoksa bir bir yıldızlar düşecek. Eğer şairsem beni tanırsan. Yağmurdan korktuğumu bilirsen. Gözlerim aklına gelirse. Elimden tut yoksa düşeceğim." Of! Attila İlhan'ın Yağmur Kaçağı şiirine bir can kurtaran misali sarıldım sarılması ama... Amaa.. Diyor ya Şair, şiirinin devamında..  "Yağmur beni götürecek yoksa beni.." Çarpıldım kaldım bu defa iyi mi? Lütfen, "Elimden tut yoksa düşeceğim." Of!  Sana bir şey söyleyeyim mi? "Eger sisler bulvarı olmasa... Eğer bu sehirde bu bulvar olmasa.. Sabah ezanında yağmur yağmasa... Şüphesiz bir delilik yapardım." Yapardım inan ki! Ne var? Tut ki gecedir ve karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır ve dudaklarımda eski bir mektep türküsü... Hey! Elimden tut yoksa düşeceğim... Çünkü... Çünkü... Elde var hüzün!