Kosta Ceran Röportajı

Başlatan tommikser, 29 Nisan, 2011, 12:35:05

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

tommikser

Bu yazıyı Serüven.org'tan okuyarak aldım.Röportajı yapan arkadaştan izin alamadım çünkü belirtmemişler.Gerçekten çok keyifle okuduğum bir röportaj oldu.Röportajı yapan arkadaş okursa ismini seve seve eklerim.Yaptığı röportaj için çok teşekkürler...


06.06.2005



Kosta Ceran: "Seruven, Koloni'nin Geçirdiği Evrimin Somut Bir Kanıtı."


www.seruven.org



Koloni'nin bütün sayılarında yer almış olan iki kişiden biri ve Türkiye'nin önemli çizgi roman koleksiyoncularından olan, halen de Serüven'e katkıda bulunmaya devam eden arkadaşımız Kosta Ceran'la koleksiyonculuk, fanzincilik ve çizgi roman yayıncılığı ekseninde dönen bir söyleşi yaptık.




Türkiye'nin en önemli çizgi roman koleksiyonlarından birine sahip olduğun söyleniyor... Doğru mu?

Bence değil. Türkiye'de başka kimlerin ne büyüklükte koleksiyonu olduğunu bilmeden konuşmak yanlış. Ayrıca bu bir sidik yarışı da değil. Ama küçükken kendime bir hedef koymuştum: 10 bin Çizgi Roman sahibi olmak. Bana göre bu rakam, ilgimi çeken ve türün mihenk taşlarını oluşturan bütün çalışmaları kapsayacak kadar büyük bir koleksiyon oluşturmaya yeter. Çeşitli kaynak dergileri ve başvuru kitaplarını / ansiklopedileri de bu rakama dahil ediyorum. Yıllar zarfında sahip olduğum dergilerin / kitapların sayıları bir yükseldi bir alçaldı. Koleksiyonumu objektif bir doğrultuda oluşturduğum için geniş bir yelpazeye dağılan, her türde çizgi roman mevcut. İyi örnekler de var içinde, kötü örnekler de. Belirsiz sürelerle koleksiyonumu geliştirip sonra tekrar elden geçirdim ve gereksiz bulduğum sayıları / serileri elden çıkardım. Bu anlamda, satın aldığım / okuduğum çizgi romanlar sayıca 10 binin çok üstünde ama şu anda sahip olduklarım ancak bu sayının yarısı kadar. Küçükken annemin zoruyla elden çıkardığım ilk koleksiyonumu da unutamıyorum tabii. Yüzlerce dergi bir anda uçup gitmişti! Şunu da eklemem doğru olur: Koleksiyonumda ağırlıklı olarak Amerikan çizgi romanlarına yer verdim ama Türkçe yayınları da her zaman destekledim. Yayınlanmasında görev aldığım sayıları bile para verip bayiden satın alırım. Fanzinleri de mümkün olduğunca takip ederim, o yüzden bir sürü örnek var elimde. Bir gün hedef sayıya ulaştığımda ne olacak onu da merak ediyorum doğrusu. Herhalde tüm koleksiyonu yeni baştan elden geçiririm...

Koleksiyonunu görmek isteyenlere plastik eldiven taktırıyormuşsun..

Hayır, böyle bir şey yok. Sadece ellerini yıkamalarını rica ederim. Malum, insanoğlunun parmak uçlarında her zaman yağ birikir ve bu da kağıda geçer, iz bırakır. Çıkmaz üstelik, o yüzden dikkatli olmak lazım. Bu dedikodunun aslı, bazı arkadaşlara benim aktardığım bir bilgiye dayanıyor: Ben şahsen kendim, bazı değerli dergilerin kapaklarında parmak izi kalmasın diye onları ameliyat eldiveni ile okudum. Özellikle parlak beyaz veya parlak siyah kapaklarda çok çirkin gözükür parmak izi ve ben o albümlere yüksek meblağlar ödeyerek sahip olmuştum. Olay bundan ibaret. Kıl olduğum doğru ama kendimden başkasına kıllık yapmam. Ha, bir de bütün kitaplarım (çizgiroman olsun olmasın) jelatinlidir. Açıkta bir şey tutmam, okuduktan sonra mutlaka poşetlerim. Böylece tozlanmasını önlerim ve ömrünü uzatırım. Havayla ve ışıkla temasını mümkün mertebe keserim. Elbette ben bir gün bu diyardan göçüp gideceğim ama koleksiyonumun bir şekilde varolmaya devam edeceğini düşünmüşümdür hep. O yüzden onu korurum. Deprem ve yangın için bir şey yapamam tabii ama evi su basarsa koleksiyonuma fazla bir zarar gelmez...

Nasıl başladı bu koleksiyon işi?

Bir bilsem! Kendimi bildim bileli çizgi roman okurum, üstelik de biriktiririm. '72 Mart doğumluyum ama '77 tarihli dergiler vardı koleksiyonumda. Sanırım anaokuluna gitmemle dergi almaya başlamam aynı döneme denk gelir. Ben okumayı çizgi romanlardan öğrendim. Şanslıydım çünkü o zamanlar tercümeye ve kaligrafiye daha fazla önem verirlerdi. Dergiler bugüne kıyasla çok daha düzgün bir Türkçe kullanıyordu. O yüzden gramerim ve kelime dağarcığım çok küçük yaşlarda gelişti. Milliyet Çocuk ve Tercüman Çocuk dergilerinde yeralan (sonradan anladığım üzere o dönemin klasikleri sayılan) çizgi romanların yanısıra "İnkılap ve Aka" yayınevinin (şimdiki İnkılap) eski türkçe çevirilerinden Jules Verne romanları okudum. Hayal gücüm genişti. İlkokulda okuma konusunda hiç sorun yaşamadım. Öğrenmeye meraklı olduğum için de önüme ne çıksa alıp okudum. En çok çizgi romanı sevdim tabii, ama o zamanlar da seçiciydim. '88 Mart'ında yabancı çizgi romanları takip etmeye başladım. İngilizcemi bu sayede geliştirdim. Hatta sırf çizgi roman okumak için ingilizce öğrendim desem yalan olmaz. Kötü öyküleri okumazdım ama, eğer kötü öyküler devam ederse o dergiyi bir daha almazdım. Bir sayıdan sonra Superman'i okumayı bıraktım mesela. İyi çizgiyle kötü çizgiyi erken yaşta ayırt etmeyi öğrendim ve hatta kendim de çizmeyi denedim. Birini eleştirirken ondan daha iyisini yapabilir miyim diye sordum hep kendime. Pek çok dergiyi birden fazla dilde takip ettim. Örümcek Adam'ın hem Türk hem de Amerikan baskılarını okudum; Conan'ın Türk, Amerikan, Fransız baskılarını eş zamanlı satın aldım bir süre. Sonra bir baktım ki Türkiye'nin sayılı koleksiyoncuları arasında yer almışım. Ama şunu da not etmek gerek, eskiden koleksiyon yapan çok az insan vardı. Mesela Talat Güreli'nin evi gerçekten çizgi romanlarla dolup taşıyordu ama belirli bir dönemden sonrasıyla hiç ilgilenmedi, hep eski dergileri toplardı. Ayrıca farklı yollarla koleksiyon sahibi olanlar da mevcuttu. Rahmetli Ali Recan'ın büyük bir koleksiyonu vardı örneğin ama hiçbirine para ödememişti. Benzer şekilde Nurcihan Kesim'in de büyük bir arşivi vardı ama koleksiyoner değildi. Ajansını kapatınca dergilerin çoğu tanıdığım insanlarca paylaşıldı (Ali Recan dahil). Buna benzer örneklerle Türkiye'de koleksiyoncuların sayısı arttı. Bense böyle bir yaklaşım içinde olmadım hiçbir zaman. Maddi gücüm ölçüsünde büyüttüm koleksiyonumu, illa ki en büyük ben olacağım diye hiç zorlamadım kendimi. Bilgimi artırmayı koleksiyonumu büyütmeye yeğ tuttum. Ama Erasmus'un şu lafını da hiç unutamam: "Elime birazcık para geçtiğinde önce kitap alırım, eğer bir şey artarsa o zaman kendime yiyecek ve giyecek satın alırım..."


Bir ara Alfa yayınlarında editörlük yapmıştın, nasıl bir deneyim oldu?

Güzel bir deneyim oldu. 5 hafta süren bir maratondu ve beni çok yordu ama bu süre zarfında 12 dergi hazırladım. '90 Haziran-Temmuz dönemiydi. Haftanın 7 günü günde 12 saat çalışıyordum. Yayıncılığın temel kurallarını yaşayarak öğrendim. Ayrıca baskı prosesinin nasıl işlediğini gördüm ve bu da ileriki dönemde Koloni'yi hazırlarken çok işime yaradı. Bir de Türkiye'de ilk kez bir "fan", profesyonel bir derginin yönetimini ele almıştı ve bu kişinin ben olması çok hoşuma gidiyordu. Hiçbir şey yapmadan oturmak istemiyordum, yanlış bulduğum şeyleri düzeltmek için kolları sıvamıştım. Sinirlerimi yıpratan bir süreçti ve bu yüzden benim kadar özverili davranmayanlarla kavga ettim. Beni mutlu eden şeyse, yayınevinden ayrıldıktan sonra bile benim hazırladığım dergilerin yayınlanmaya devam etmesiydi. Bence kendimden sonra gelenler için bir yol açtım. O zamana kadar hiç bir okuyucu yayıncılara kafa tutmamıştı. Bense onlara gidip "siz işinizi bilmiyorsunuz, ben sizden daha iyisini yaparım" deyip hatalarını yüzlerine vuruyordum. Sonuçta daha iyisinin yaptım mı yapmadım mı tartışılır ama geriye dönüp baktığımda çıkardığım işten memnunum. O dönemde çıkan Conan sayılarında bugün bile hissedilen bir enerji vardı, yayın tam anlamıyla okuyucularıyla bütünleşmişti. O süreç devam etseydi dergi kapanma noktasına gelmezdi bence. Dergilerde (Alfa hariç) yazar-çizer ismine yer verilmezdi o zamanlar. Kanuni yollardan baskı yapıp bu durumun düzelmesine katkıda bulunduğuma inanıyorum. Üzücü olan şu ki, şimdiye kadar daha iyisini yapan çıkmadı. Umarım bu durum yakın gelecekte değişir...


Amerikan-İtalyan ekol kavgalarını senin başlattığın söyleniyor. Nasıl bakıyorsun bu meseleye?

Ben barışçıl bir insanım ve kimseyle kavga etmek istemem. Ama bazı arkadaşların çizgi romana bakışının yanlış olduğunu savunduğum için o arkadaşlar bana küstüler bir dönem. Mehmet Mengü ile bir kitabı bile doldurabilecek uzunlukta tartışmalara girdik ama bir sonuca ulaşamadık. Bence çizgi roman bir bütündür ve bölünmesi doğru değildir. Nasıl ki bir müziksever klasik müzik ve arabeski aynı anda dinleyebilmeliyse (ikisini de sever ya da sevmez o ayrı bir konu) bir çizgi roman okuru da amerikan-avrupa ayrımı yapmamalı bana göre. Sadece italyan orjinli çizgi roman okuyan biri "italyan çizgi romanı" konusunda uzman olabilir ama genel olarak "çizgi roman"dan bahsedemez çünkü bilgisi kısıtlıdır. Ben her zaman amerikan çizgi romanlarından hoşlandım ama italyan çizgi romanlarına da asla sırt çevirmedim. Fransız çizgi romanlarını da büyük bir zevkle okudum. Bir çizgi romanın milliyeti onun başarısının ölçütü olamaz. "İyi" bir çizgi roman, anlaşılır bir hikayeyi anlaşılır bir anlatımla aktaran çizgi romandır. Aynı kural sinemada da geçerlidir. Benim ikinci en büyük tutkumdur sinema ve orada da aynı prensipleri uyguladım hep. Televizyonun sadece 1-2 kanal olduğu, uydu yayınlarınınsa mevcut olmadığı bir ortamda senede 500'den fazla film izleyen ve bir o kadar çizgi roman okuyan biri olarak pek çok şeyi kıyaslayabilecek kapasitede olduğuma inandığımdan "şu-bu" ayrımı yapanlarla oldukça uzun bir süre tartışmıştım. Sonuçta boş bir çabaydı çünkü kimse kazanamadı o tartışmayı, hatta bugün bile sürüp gittiğini görüyorum ve bıyık altından gülüyorum. O zamanlar gülmüyordum tabii...


Marvel'e mektup yazmışsın Örümcek Adam kötü yayınlanıyor diye... Nedir bunun hikayesi?

Doğrudur, o zamanlar dergiyi B Yayınları (Bilka) çıkarıyordu. İlk sayısından başlayarak para verip dergiyi destekleyen bir okuyucu olarak "ajansı aracılığıyla siyah-beyaz kopyalarını elde etmeniz mümkünken Örümcek Adam'ı neden yeni baştan çiziyorsunuz?" diye mektup yazmış, hesap sormuştum. Yanıt alamayınca bir arkadaşla beraber (sanırım Çağdaş'tı) üşenmedim, yayınevini ziyarete gittim. Orjinal dergileri gösterip "neden yazar-çizerlerin isimlerini belirtmiyorsunuz, bu onların emeğine saygısızlıktır" diye çıkıştım. Hatırladığım kadarıyla o zamanki yazı işleri müdürü Samet Koçyiğit'ti. Sorumu "okuyucularımız böyle istiyor" şeklinde yanıtlayarak beni kibarca başından savmaya kalkmıştı. Ben de en son yayınlanan sayının bir kopyasını (para verip bayiden satın alarak), durumu anlatan bir mektupla beraber Marvel'in hukuk bölümüne göndermiştim. Aradan birkaç ay geçmişti ki Örümcek Adam orjinal çizgileriyle yayınlanmaya başladı. Benim için bu örnek çok önemli çünkü o tarihten sonra kopya çizgiler gittikçe azaldı. Bu tür haberler piyasada çabuk yayılıyor ne de olsa. Sanırım Türk yayıncılar ancak bu şekilde davranışlarının hukuki bir yaptırımı olabileceğinin farkına vardılar. Elbette son dönemde çok sayıda korsan yayıncı türedi ama en azından legal olanlar bu konuda daha dikkatli davranıyorlar. Hatta telifi ödenmese bile günümüzde yayınlanan çizgi romanlar orjinal çizgileriyle ve yazar-çizer ismi belirtilerek yayınlanıyor. O açıdan olaya müdahalemin yerinde ve doğru olduğunu düşünüyorum...


Fanzinciliğin var, önce Comic Art sonra Koloni... Fanzin mutlu eder mi adamı?

Etmez mi, eder tabii. Manevi bir tatmin sağlar. Herşeyden önce o senin eserindir, yaşadığın döneme yaptığın katkıdır. Az ya da çok, bir şeyler üretmenin sağladığı haz vardır onda. Fanzin sadece tüketmekle kalmayan, yanısıra üreten bireylerin işidir. Elbette ki muhaliftir ve aynı zamanda naiftir. Genç işidir çünkü ilerleyen yaşlarda geçip giden yılların ağırlığı çöküyor insanın omuzlarına, üşeniyor uğraşmıyor. Fanzin işinde yalnız olmadım hiç, tek başına yürütülecek bir çaba olarak görmedim. Ekip işidir benim için, ciddiye alırım. Tek sayı çıkmakla beraber Comic Art, bilgisayarsız ortamda hazırlanan dergiler içerisinde en düzgün dizgiye ve en az harf hatasına sahip olan dergidir. Dil konusunda hassas olduğumdan buna çok önem veririm. Bugüne dek bir benzeri çıkmaış değil. O dönemin şartları dikkate alındığında bu, azımsanmayacak bir başarıdır. Çok titiz bir çalışmadır, ileriki yıllarda Koloni'nin devralacağı görsel arayışların temelidir. Sonradan yollarımızı ayırdığımız Çağdaş Koçyiğit'in çok önemli katkıları oldu o dergiye, hatta fikir babası odur. Ardından gelen Koloni, çok dağınık olan ilk sayısından sonra sürekli bir iyileşme ve gelişme sürecine girerek gene aynı titizliğin kurbanı oldu. Anlatacak bir şeyi kalmayınca yayını da durdu doğal olarak. Her sayıda farklı bir şeyler yapıp monotonluğu kırmak için çalıştık bütün arkadaşlarla. Bence bunu başardık da. Derginin fikir babası Levent Cantek'le uzun yıllar süren bir dostluğumuz var. Levent birinci sayıyı sarı renk kağıtla çoğaltmıştı. İkinci sayı kırmızıydı, üçüncü sayı ise beyazdı ve matbaada basılan tek sayı oldu. İlk 3 sayıdan sonra dergiyi ben devraldım ve aynı çizgide devam ettim. Dördüncü sayı kapak tasarımı ve iç sayfa düzeniyle fark yarattı bence. Beşinci ve altıncı sayılar asetatlı çift kapağa sahipti. Türkiye'de bu tarzda yapılan tek çalışma oldu, maliyeti sebebiyle profesyonel yayınlarda bile bu format uygulanamadı. O açıdan tektir. Sonraki üç sayı ise gene biçim değiştirerek bülten formatında yayınlandı ve devamında çağa ayak uydurarak dergi bir e-mail tartışma grubu haline geldi. Çok sonra ilk üç sayının tekrar baskılarını tamamıyla renkli olarak yeni baştan tasarladım ve bugün için bile yüksek sayılacak bir fiyatla piyasaya sundum. Buna rağmen dergi sattı. O güne dek hazırlanan en temiz fanzindi, her sayfası tüm detaylarıyla uzun uzun tasarlanmıştı. Bir bütün olarak incelendiğinde; kendisiyle alay eden, yaptığı işten zevk alan, çizgi romanı seven ama "uçmayan", normal bir yaşam süren ve başka ilgi alanlarına da sahip insanlarca hayata geçirilen bir proje olduğu görülecektir. Ben de bu projenin içinde yer almaktan dolayı çok mutluyum. Zaman içinde ekip değiştiğinden derginin tüm sayılarında yeralan 2 kişiden biri olmak (diğeri Levent) beni uzun yıllar tatmin eden ve hayata pozitif yaklaşmamı sağlayan nedenlerden biri, hatta en önemlisi olmuştur...


Serüven'e Koloni'nin devamı diyorsun, gerçekten öyle mi?

Bence öyle. Eğer Koloni yayınına devam etmiş olsaydı Serüven'den tek farkı hınzırlığı olurdu. İçerik ve ciddiyet olarak bir fark olacağını sanmıyorum. Ben Serüven'i çok önemsiyorum, çünkü Koloni'nin geçirdiği evrimin somut kanıtı. Düşünün, Koloni için biraraya gelen bir grup genç insan (gene Levent'in fikir babası olduğu bir projeyle) bilgi dağarcıklarını internet üzerinden diğer insanlarla paylaşmayı seçiyor. Ardından yeni bir proje üretip İletişim gibi ciddi bir yayınevini çizgi roman üzerine bir yazı-derleme yayınlaması konusunda ikna ediyorlar. Türkiye'de başka bir ilki teşkil eden ve Çizgili Hayat Kılavuzu adıyla yayınlanan bu projede 30'dan fazla insan yer aldı. Ve sonra Serüven çıktı. Kaynağı Koloni-On-Line olan bu dergi aynı paylaşımcı yaklaşımla hayata geçirilen ve ülkemizde başka benzeri bulunmayan bir çalışmadır. Bu özelliğiyle gelecek kuşaklara bizim sahip olduğumuzdan çok daha fazla kaynak ve referans noktası sunacağına inanıyorum. Değil çizgi romanın, gazete ve dergilerin dahi yeterli satışa ulaşamadığı bir ortamda Serüven tarzı bir "çizgi roman araştırmaları dergisinin" altıncı sayısına ulaşması, üstelik de ilk sayısının ikinci baskısını yapması azımsanacak bir başarı değildir. Koloni tartışma grubunda başlayan çoğu indekseleme çalışması meyvalarını Serüven eklerinde verdi. Türkiye'de daha önce buna benzer çok az çalışma yapılmıştı ve hiçbiri bizim dergiyle beraber verilen ekler kadar geniş çaplı olamadı. Üstelik bu çalışmalar hala devam ediyor...

Türkiye'deki çizgi roman ortamını nasıl buluyorsun?

Kötü. Çok fazla yayıncı ve daha da fazla yayın var ama tutarlılık yok. İyi niyetle yola çıkmakla beraber pek çok yayıncı henüz yolun ortasındayken finansal açıdan tıkanıp kalıyor. Gene de vazgeçmiyorlar. Gelecek için umut vadeden bir inat, bir ısrar var insanlarda. Bence bunun sebebi benim gibi idealist fanlar. İlerleyen yaşlarına paralel olarak maddi güçleri de artıyor ve bunu çocukluk hayallerini gerçekleştirmek için kullanıyorlar. Başarılı bir örnek olarak Ahmet Kocaoğlu'nu gösterebilirim. Kimsenin renkli çizgi roman yayınlamaya cesaret edemediği bir dönemde Büyük Mavi Yayıncılık'ı kurarak bunun başarılabileceğini kanıtladı. Her ne kadar mali sıkıntılar yayınevinin uzun süre ayakta kalmasını engellediyse de kendisi 1 Numara Yayıncılık'la anlaşarak dergilerin yayınını sürdürmeyi başardı. Bu çözüm de uzun süreli omayınca bu sefer Arkabahçe Yayınları'nı kurarak inatla yoluna devam etti ve şahsen benim saygımı kazandı. Diğer taraftan, benzer bir denemeye girişen Hakan Şaşmaz'ın Ken Parker serisi bu denli şanslı olamadı ve hız kesmek zorunda kaldı. Başka kimsenin yapamadığını yapıp bu dizinin yayın haklarını alabilmesi saygıya değer bir başarıydı. Fakat hızlı bir çıkıştan sonra maddi külfetlerin altından kalkamaz olunca, kaçınılmaz bir şekilde (öncesinde kendisi de eleştirdiği halde) bazı tercihlerde bulundu. Yayın sırasını değiştirdi, orjinal formata bağlı kalmadı, yayın sürelerini uzattıkça uzattı v.s. Gene de vazgeçmedi, hala inatla başladığı işi bitirmeye çalışıyor. Onun gibi, çoğunu yıllar öncesinden tanıdığım insanlar bu işe baş koyup kendi çaplarında başarılar elde ettiler. Çağdaş Koçyiğit'in internet sitesi, Murat Mıhçıoğlu'nun dergisi ve (tamamen farklı bir kulvarda) Levent Cantek'in çalışmaları bence takdire şayan çabalardır. Ancak herşeye rağmen, dağıtım sorunları aşılmadıkça ülkemizdeki çizgi roman yayıncılığının ilerleyebileceğini sanmıyorum. Dağıtım şirketlerinin küçük yayıncıları dışlayıp büyük yayın gruplarını kollayan tutumları sadece çizgi roman yayıncılarını değil bütün yayıncıları zor duruma sokuyor. Türkiye'de şu an için bir dergiyi efektif olarak dağıtmanın hiçbir yolu yok. Ancak kitapevleri aracılığıyla ve ancak İstanbul'da (ve belki biraz da Ankara'da) yapılabilen kısıtlı dağıtımlarınsa kimseye bir faydası olmuyor. İşte bu noktada, internet üzerinden satış yapan online siteler çok büyük önem kazanıyor. Dağıtımcıyı tamamıyla devre dışı bırakan ve yayıncıyı okuyucuya yaklaştıran, üstelik de daha ekonomik olan bu siteler üzerinden yapılan satışların daha da artacağına inanıyorum. Günümüzde, İstanbul dışındaki okuyucu için birçok dergiye ulaşmanın tek yolu budur. Bu anlamda Serüven'in sırtını internete dayaması bir rastlantı değil. Hatta denilebilir ki, arkasına interneti aldığı için yoluna devam edebiliyor. Yayını için gereken malzeme hep internet ortamında ortaya çıkan fikirlerin kağıda aktarılmasıyla sağlanıyor. Serüven dahi, büyük şehirler haricindeki okuyucularına internet aracılığıyla ulaşıyor...




pizagor

Çizgiromanlarını ameliyat eldivenleriyle okuyan kişiyi hep duyardım da kim olduğunu hep merak ederdim...

Yanlış anlaşılmasın, bu durumu ne yadırgıyorum ne de yargılıyorum...
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


alan ford

Alıntı YapDiğer taraftan, benzer bir denemeye girişen Hakan Şaşmaz'ın Ken Parker serisi bu denli şanslı olamadı ve hız kesmek zorunda kaldı. Başka kimsenin yapamadığını yapıp bu dizinin yayın haklarını alabilmesi saygıya değer bir başarıydı. Fakat hızlı bir çıkıştan sonra maddi külfetlerin altından kalkamaz olunca, kaçınılmaz bir şekilde (öncesinde kendisi de eleştirdiği halde) bazı tercihlerde bulundu. Yayın sırasını değiştirdi, orjinal formata bağlı kalmadı, yayın sürelerini uzattıkça uzattı v.s.

  Ken parker'in yayın sırası ne zaman değişti. Ben saf , hala kronolojik sırayla yayınlanıyor diye biliyorum >:(
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

ferzan

    Röportajın tarihi eski olmakla birlikte,benim de kafam karıştı şimdi... :)
    Ken Parker,Ken parker olarak yayınlandığından beri (yani Alaska ya da Uzun Tüfek dışında) orijinal sıraya göre gidiyor diye biliyorum...Parantez zamanından kalma ilk sayılarda da bu kronoloji bozulmamıştı...Zaten Parantez'in bıraktığı sayıdan Rodeo olarak devam edildi ve hala edilmekte...Yine de elimde Rodeo'nun birkaç Ken Parker'ı ve büyük boy özel seri albümlerinden başka sayı yok...Parantez dönemi sayılarına denk gelip okuyalı 6 yıl olacak...Konuyla ilgili detaylı bir bilgisi olan varsa ve bizi aydınlatırsa çok güzel olur...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com