Kahramanlarımızı tanıyalım Mandrake kimdir?

Başlatan DAMPYR, 23 Ekim, 2011, 13:10:56

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

DAMPYR

Sihirbazlar Kralı Mandrake

Gerçek anlamıyla, standart ve klasik çizgi roman'lardan Sihirbaz Mandrake, 1934'ten bu yana okuyucularını büyülemektedir.


Sihirbaz Mandrake, Amerika'nın büyük ekonomik bunalım yıllarında, Lee Falk tarafından yaratıldı. O yıllarda ulusumuzun moralini yükseltmek açısından serüven çizgi roman'ları oldukça popüler olmuştu.

Dünya çapında 125'ten fazla gazetede serüvenleri yayınlanan bu şık ve bıyıklı sihirbaz, çizgi roman dünyasının en ünlü karakterlerinden biridir. Mandrake, ipnotizma ve illlüzyon gibi efsanevi güçlerini temelde suç(ve suçlularla) savaşmak ve her yerdeki çizgi roman okurlarının kalbini fethetmek için kullanır.

Çizgi roman tarihi boyunca, gazete stribi ve çizgi roman dergisi, mistisizme ve sihirbazlara yer vermiştir. Yıllar boyunca, Merzah the Mystic(Gizemli Merzah), Sargon the Sorcerer(Büyücü Sargon) ve Zanzibar the Magician(Sihirbaz Zanzibar) gibi karakterler, çizgi romanlardaki serüvenlerinde, sihiri kullandılar.  Ancak hiç biri, Mandrake kadar uzun ömürlü olmadı.


Mandrake, toplumda kendine özgü bir yer edinmiş ilk suç savaşçısı çizgi roman strip kahramanıdır. Serüvenlerindeki ortağı dev Lothar'la (Abdullah) birlikte on yıllardır günahkarlarla savaşmaktadırlar! Mandrake, ayrıca güzel ve egzotik kız arkadaşı Narda ile de desteklenmiştir.


İlk zamanlarda Mandrake stribini Falk bizzat çizmiş, ancak sonra bu işi çizer Phil Davis'e devretmiştir. Davis, bu ipek giysili illüzyonist'in maceralarını 30 yıldan fazla bir süreyle çizdi. Davis'in ölümünün ardından Fred Friedericks'i Mandrake'yi çizmek üzere işe aldı.


Lee Falk, 1999 Mart'ında aramızdan ayrıldı. Ancak mirası, Sihirbaz Mandrake ile sonsuza dek yaşayacak.

Mandrake

Beyaz bağlı, ve kuyruklu giysisi içinde, zarif, zevk sahibi ve oldukça gizemli bir insan olan Mandrake, genellikle en dikkat çekici ve yaratıcı hainliklerle savaşır. Bir yandan evindeki lüks yüksek tabaka yaşamının meseleleriyle ilgilenirken, bir yandan da dünyanın elit olmayan kısımlarındaki renkli yaşamlarla olan ilişkilerindeki pek çok başarısı, Mandrake'yi dünyaca ünlü biri yapmıştır. Doğaüstü güçleri olmamasına rağmen, dünyanın en önde gelen illüzyonisti ve sihirbazıdır. İnanılmaz bir biçimde, Mandrake'nin sihirlerinin bilimsel açıklamaları olmasına rağmen, serüvenleri daima büyülü bir atmosferde dolaşır. Gizemlerini, diğer boyutlara ve
gezegenlere taşımış, kurt adamların inlerine kadar iz sürmüş; ve uzaylıların yarışmalarıyla (Korkunç İddia isimli serüven-ç.n.) ve hayaletlerle uğraşmıştır. Mandrake'nin maceraları, tüm yerküreye yayılmış durumdadır, örneğin, bazen gizemli doğuda, bazen Kuzey Afrika çöllerinde, hatta bazan da Holywood'un tuhaf ve büyülü dünyasında geçer. Bu sağlam sinirlere sahip savaşçı, genellikle yalnız kurt misali tek başına çalışmaktayken, son yıllarda gizli hükümet kuruluşu Inter-Intel'le çalışmaya başlamıştır. Orada, "ağzı purolu" "Chief" isimli bir robot, Inter-Intel'in lideri olan Ho-Jo'nun direktiflerini Mandrake'ye ileterek, bizleri bekleyen heyecanlı anları serer önümüze. Pek çoğumuz gibi, Mandrake'nin de ailevi problemleri vardır.
Kendisine sık sık hayatını zorlaştıran problemler çıkaran şeytani ikizi Derek ve kız kardeşi Leonore vardır.


Prenses Narda

Cockaigne ülkesinin gizemli prensesi Narda, Mandrake'nin sevgilisidir. Deneyimli bir atlet, sosyal ilişkileri kuvvetli ve serüven yaşamaya hevesli biridir Narda. Sık sık usta sihirbaz gibi hainlerle tek başına mücadele edebilecek yeteneğini ortaya koyan Narda, serüvenlerinde Mandrake'yi tamamlayan bir unsur olarak yer alır.


Lothar (Abdullah)

Lothar, suç(lular)la mücadelede Mandrake'nin asistanı ve ayrıca onun en iyi arkadaşı olarak çıkar karşımıza. Yüksek fiziksel kondisyonuyla, daima Mandrake'yi tehlikelerden korur. İkili, Mandrake'nin dünyanın değişik yerlerindeki serüvenlerinden birinde tanışmış (Abdullah'ın Öyküsü isimli serüven-ç.n.) ve kısa sürede çok iyi birer yoldaş olmuşlardır. Lothar ve Mandrake, dünyanın ilk ırklar arası suç savaşçı ekibi olarak tarihe geçmişlerdir. Lothar, ayrıca hatırlanmaya değer bir boks ve koruyuculuk kariyerine sahiptir.

SİHİRLİ BİR EFSANE

Tibet'teki Manastır...

Çok eski zamanlarda, bundan en az 2000 yıl önce, Mandragora isminde bir adam Tibet sırtlarında bir manastır inşa etti. Kayaların arasına kurulmuş bu manastır, zamanla kendi müritlerini toplayarak küçük bir yerleşim yeri oldu. Son derece güzel bahçeleri, dış dünyadan izole edilmiş atmosferiyle, bütün kötülüklerden uzak, barış içinde yaşayan bu topluluk, zamanla insan beyninin sırlarını keşfetmeye koyuldu.

Bir gün hiç bilmedikleri türde canlıların ziyaretine şahit oldular. Bu canlılar uçan araçlarıyla geldikleri bu izole dünyanın insanlarını çok sevdiler ve onlara bir çift kristal küp armağan ettiler. Sonra da geldikleri gibi gittiler...

Manastırdaki insanlar bu gizemli ziyaretçileri tanrı sanarak onların anısını yaşatan kristal küplere tapmaya başladılar. Bir gün Mandragora'nın soyundan gelen tapınağın liderlerinden biri, bu kristal küplerin insan beyninin yeteneklerini "n" derecesine yani sonsuza çıkardığını keşfetti. Mükemmel bir konsantrasyonla insan aklı, bu küpleri kullanarak, istediği her şeyi yapabilirdi. Devasa kayaları yerinden oynatabilir, hasta insanları iyileştirebilir, dağları uçurabilir hatta ayı parçalayabilirdi. Beyinden gelen enerji, küplerde yoğunlaşıp, kristalin enerjisiyle birleşerek harikalar yaratıyordu. Ayrıca küpler, yaydıkları ışınlar sayesinde onların yakınında duran insanın ömrünü de yüzyıllara uzatıyorlardı...

Tapınağın lideri, bu küplerin kötü niyetli insanların eline geçtiğinde neler olabileceğini düşündüğünde ürperdi. Ondan sonra bu kristal harikaları bizzat korumaya karar verdi. Liderden başka hiç kimsenin küpe dokunmasına izin verilmedi. Ancak bu arada insan beyninin yapabileceklerinin keşfedilmesiyle, manastırdaki insanlar yeni eğlenceler buldular. Kristallerden yayılan güçler
sayesinde insanlar beyinlerini kullanarak olmayan şeyleri olmuş gibi gösterebiliyor, insanlara canlı düşler sunabiliyorlardı. Böylece tarihin ilk sihirbazları doğmuş oldu...

Barış içinde yaşayan sihirbazlar manastırına ülkelerin başkanları da ses çıkarmıyorlardı. Zaten onları koruyan iki harika kristal mevcuttu. Tarih boyunca çapulcuların ve soyguncuların saldırıları beyin ve kristallerin gücü sayesinde kolayca püskürtülüyor, sihirbazlar manastırına saldıranlar bir daha saldırmamak üzere pişman oluyorlardı.

Zamanla bu topluluk, siyasi bir yapıya büründü. Güçlerini kullanarak, yaşadıkları yerin kapılarını kocaman kaya kütleleriyle kapattılar. Ancak sihirli sözlerle kendiliğinden açılan bu kayalardan geçmek hiç kolay değildi. Artık bir akademi haline gelen yerleşim yeri, havadan ve karadan görülemeyecek şekilde izole edilmişti. Oraya sadece gitmek zorunda kalanlar ya da gitmesi gerekenler gidebiliyordu. Zamanla Sihirbazlar Akademisi bir efsane halini aldı.

Akademide kuşaklar boyu insanlar birbirlerine ipnotizmanın ve insan beyninin gizlerini öğrettiler. Çocuklar büyüklerden aldıkları bilgileri kendi çocuklarına aktarıyorlardı. Akademinin en kıdemli üyesi şüphesiz kristal küplerin koruyucusu olan akademi liderleriydi. Babadan oğula geçen bu liderlik, aynı zamanda o insana, sorumluluk ta yüklüyordu. Akademinin devamı, güvenliği, barış ve yönetim politikalarını belirlemek için olağanüstü gayret sarf ediyorlardı. Kristallerin gücü sayesinde yüzlerce yıl yaşayabilen bu insanlar, sayısız evlilikler yapıyor, sayısız evlat sahibi oluyorlardı.

Theron ve Elenora

20. yüzyılda, akademinin başında, henüz 250. yaşlarını yaşamakta olan yaşlı ancak güçlü bir adam vardı. Bu adamın adı Theron'du. Theron, 10 kez evlenmiş, 10 karısı da ölmüştü. Çocukları yaşamıyordu. Akademiye yeni bir yönetici bırakması şarttı. Bu yüzden de yeniden evlenmesi gerekiyordu. Günün birinde bu evlilik, bir çingene büyücüsüne kısmet oldu. Maalesef gönlünü bu güzel büyücüye kaptıran Theron, onunla evlenmek için tereddüt etmedi. Büyücü de ona bir erkek evlat vermekte gecikmedi. Çocuk saçlı doğmuştu. Bu, bir uğursuzluk işaretiydi. O anda bunun üzerinde durulmadı. Adını büyücü, Luciphor( şeytanın adlarından biri) koydu. Akademide kötü amaçlı, büyü yapmaktan vazgeçmeyen büyücü, etrafında rahatsızlık konusu olmaya başladı. Herkes onun büyüleriyle alay ediyordu. Bu arada oğlunu da kendisi gibi yetiştiriyordu.

Sonunda akademiden iyice sıkılan büyücü, bir gün bir çingene kervanına katılarak akademiyi ve Theron'u terk etti. Oğlunu da akademide bıraktı. Ancak geride bıraktığı oğlu, kötülük timsali biriydi. Diğer öğrencilere kötü muamele ediyor, zaman zaman şiddete baş vuruyordu. Theron'un oğlu olması nedeniyle kimse ona ses çıkaramıyor verdiği rahatsızlık arttıkça artıyordu. Bir ara akademiden kaçıp haydutlara katıldı. İç savaş sırasında bir süre hapiste yattı. Çıktığında akademiye geri döndü. Theron, onu affederek yeniden akademide yaşamasına izin verdi. Ancak Luciphor, içinde yaşattığı kötülüklerden hiç bir zaman vazgeçmeyecekti...
.....................
Ülkenin kralının kardeşi olan dükün güzel kızı Elenora, eğitim için devlet akademisine gönderilmişti. Ancak yolda araba fırtınaya yakalanmış ve kaybolmuştu. Karşılaştıkları köylülere akademinin yerini sordular. Bunun üzerine köylüler onları yanlışlıkla Sihirbazlar Akademisi'ne getirdiler. Akademidekiler onlara çok iyi baktılar. Elenora isimli bu son derece güzel kız, akademideki yaşamı çok sevdi ve orada kalmaya karar verdi. Adamlarını babasının yanına geri gönderdi. Haberi alan dük, bu işe çok sinirlendi.
Derhal tüm ordusunu alarak akademinin kapısına dayandı. Yanında çok güçlü silahlar getirdi. Kızını alamadığı takdirde o bölgeyi yerle bir edeceğini duyurdu. Herkesi büyük bir telaş almışken, Theron Elenora ile birlikte kapıya çıktı. Kızın kendi isteğiyle akademide kaldığını ve istemezse gidemeyeceğini söyledi. Buna çok kızan dük, derhal adamlarına saldırı emri verdi. Ancak çok güçlü Theron, orduya güçlü bir kitle ipnotizması uygulayarak onları durdurdu. Bu anda garip bir şey oldu. Sihirbazlık numaralarını çok seven dük, bu olaya çok sevindi ve akademinin öğrencisi olmayı talep etti...

Burada çok güzel günler geçiren dük, sorumluluklarını daha fazla ertelemeyerek, ülkesine geri dönmeye karar verdi. Kızını da bizzat Theron'a emanet etti.

Elenora, burada çok mutlu günler geçiriyordu. Ancak birinin kendisine aşık olduğundan habersizdi. Bu kişi Theron'du. Elenora'ya deliler gibi aşık olmuştu. Ancak önünde bir engel vardı. Babası kızını ona "emanet" etmişti ve Theron ona aşkını söyleyemezdi. Arada çok ta büyük yaş farkı vardı üstelik. Elenora hiç bir şeyden habersiz güle oynaya eğitimini sürdürüyordu.

Bir gün Elenora Theron'un yanına gelerek, onu, hayatının en büyük bunalımından kurtardı. Ona "Theron, ben sizi seviyorum. Sizinle evlenmek istiyorum" deyince Theron, neye uğradığını şaşırdı. Elenora da ona aşık olmuştu. Derken iki sevgili mutlu bir törenle evlendiler.

İkizler...
Mutlu günlerin ardından, Elenora hamile kaldı. Zamanı geldiğinde, doğum gerçekleşti. Ancak Theron, mutlulukla hüznü birlikte yaşayacaktı. İkiz oğulları olmuş, ancak sevgili karısı, doğumda hayatını kaybetmişti. Theron'a ikiz çocuklarını verirken kendi hayatını bırakmıştı...

Theron, büyük acısını gizleyerek çocuklarını yetiştirmeye koyuldu. Birine akademinin kurucusunun adından esinlenerek Mandrake, diğerine de Derek adını vermişti. İkizleri bizzat kendisi yetiştiriyordu.

Bu arada ülkede yeniden savaş tehlikesi baş göstermişti. Bu sefer durum tehlikeliydi. Akademi bölgesinde saldırılar artmış, savunma gittikçe güçleşmeye başlamıştı. Theron, henüz çok küçük yaşta olan kendi çocukları da dahil olmak üzere akademideki tüm çocukları uzaklaştırdı. Akademinin geleceği için ikizlerin hayatı çok önemliydi. Kendisi de önceden bir akademi üyesi olan Koca Basil'e çocuklarını vererek onlara bakmasını telkin etti. Basil yıllarca, kendi kızı Leonore ile birlikte ikizlere, kendi çocukları gibi baktı. Uzun yıllar çocuklar, Basil'i kendi babaları bildiler. Dünyanın çeşitli ülkelerinde sihirbazlık gösterileriyle hayatlarını kazanarak geçirdiler yıllarını. Sonra bir gün, Basil hastalandı ve genç Mandrake ve Derek'le birlikte akademiye döndü. Bu arada, Tibet'e barış geri gelmişti. Çocukları bıraktıktan sonra Koca Basil ayrıldı bir daha geriye dönmedi. İlerleyen hastalığına daha fazla dayanamayarak dünyanın unutulmuş bir yerinde öldü.

Theron, çocuklarının eğitimini, kaldığı yerden alarak bizzat yürüttü. Onlara geleceğin akademi lideri olarak kristal küplerin sırlarını öğretmeye koyuldu. Ancak çocukların bir de baş belası vardı. Üvey ağabey Luciphor, onlara rahat vermiyor, kıskançlığından onlarla sürekli kavga ediyordu. Bu arada Derek'i de bir miktar etkilemiş onun da kendisi gibi kötülük dolu biri olması için uğraşmaya başlamıştı. Bütün istediği, kristal küplerin güçlerini elde etmekti.

Oysa Mandrake, kardeşi gibi değildi. O, sağlam karakteriyle Luciphor'a ve her türlü kötülüğe karşı koymayı kafasına koymuştu. Bir gün uykudayken Luciphor, Mandrake'yi öldürmek için bıçakla saldırmış, son anda yetişen Theron, onu kurtarmıştı. Luciphor'a çok güçlü bir beyin enerjisi boşaltarak dokunan Theron, onu neredeyse öldürmek üzereyken son anda kendine hakim olmuş ve akademide ilk kez bir cinayet işlenmesine engel olmuştu. Bu arada Luciphor'un yüzü tanınmaz bir hale gelmiş ve kimseye görünmemek için gümüş bir maske takmaya başlamıştı.

Luciphor'un devam ettiği kötülük dolu yaşamının akademiyi daha fazla etkilememesi için, artık akademiden kovulması gerekti. Zaten onun akademideki varlığı, genç Mandrake ve Derek için sürekli bir hayati tehlike nedeni olacaktı. Ancak giderken Luciphor, kendi hakkı olduğunu iddia ettiği kristal küpleri elde etmek için bütün ömrü boyunca mücadele edeceğine dair yemin ederek ayrılmıştı akademiden. Bunun için Theron'u ve üvey kardeşlerini öldürmesi gerekse bile yapacaktı bunu.

Efsane

Theron, yetiştirdiği çocuklarını Amerika'ya, yeni dünyaya yolladı. Bu yeni dünyada, çağımızın en güzel modern efsanelerinden biri olan "Sihirbaz Mandrake Efsanesi" Lee Falk'ın kaleminden ve fırçasından böylece doğdu. Luciphor'un kötülükleriyle zehirlenmiş Derek, yeni adıyla "Kobra" Luciphor ve dünyanın tüm kötülüklerine savaş açmış Mandrake arasında hepimizin çocukluk rüyalarımızı süsleyen bir çizgi roman klasiği, yıllarca dünya sınırlarının dışına taşarak bazan merkezi galakside, bazan başka boyutlarda, bazan da bilinçaltımızın derinliklerinde bizi heyecanlı maceralara sürükledi. Bu gün bu modern ve şık kahramanın maceraları artan bir heyecanla bütün dünyayı büyülemeye devam etmektedir...