Pizagor ve Deli Saçmaları...

Başlatan pizagor, 21 Aralık, 2011, 15:35:16

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

pizagor

Duplikasyon için hoşgörün dostlar :)


http://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2016/11/edebiyatn-barbar-conan.html


Edebiyatın Barbar Conan'ı..


Ne zaman bir Conan romanı okusam kalemim durmuyor. İşte Arkhelos Yayınları'nın 'Kimmeryalı Conan'ın Yükselişi'nden kendime aldığım kısa kısa notlarla biraz daha Robert E. Howard yazınının Conan'ı..




Şımarık

'Hepsi oyunun bir parçası Conan,' dedi kara gözlü Poitainyalı. 'Sen kralsın, rolünü oynamak zorundasın.'
'Keşke ben de seninle atımı Nemedya'ya sürsem,' dedi Conan kıskanarak. 'Dizlerimin arasında bir at hissetmeyeli kaç zaman oldu ama şehirdeki işler yüzünden burada kalmam gerekiyormuş, öyle dedi Publius. Lanet herif!'
'Eski hanedanı devirmek,' yalnızca ikisi arasındaki samimiyetin verdiği rahatlıkla devam etti, 'pek de zor olmadı, gerçi o zaman oldukça eziyetli gelmişti. Arkamda bıraktığım fırtınalı yola bakınca dökülen onca alın teri ve kan, çevrilen dolaplar ve çekilen sıkıntıların hepsi rüyaymış gibi geliyor.'
'Yeterince ileriyi görememişim Prospero. Kral Numedides'in ölü bedeni ayaklarıma yığıldığında ve kana bulanmış başından çekip aldığım tacını kendi başıma oturttuğumda en büyük hayalim gerçek olmuştu. Ama kendimi tacı almaya hazırlamıştım, onu taşımaya değil. Eski özgür günlerimde tek istediğim keskin bir kılıç ve doğruca düşmanlarıma giden bir yoldu. Şimdi ne yollar doğru, ne de kılıcım bir işe yarıyor.'
Kılıçtaki Anka Kuşu



Alışmadığımız bir şekilde, Conan'ın serzenişlerine tanıklık yapıyoruz bu satırlarda. Adeta bir dediği iki edilmeyen bir çocuğun şımarıklığıyla kendisine zorla çizdiği kadere veryansın ediyor. Madem bu kadar dert yanacaktın neden döktün onca kanı, neden onca kadını dul, onca bebeyi babasız bıraktın. Madem o tahtın getirdiği sorumlulukların altında ezilecektin niye ayrıldın Kimmerya'ndan? Sürdürseydin baba mesleğini, dövseydin demirini. Yok efendim kendini tacı almaya hazırlamış da, taşımaya değilmiş de.. Hadi oradan!


Sanat, sanat için mi yoksa halk için mi?

Ozan Rinaldo, tahtı ele geçirmiş olan bir barbara şiddetle ve elindeki en güçlü silahı sanatıyla saldırmaktadır. Şiirleri, şarkıları Akilonya ahalisi arasında hızla yayılmakta, maalesef destek bulmakta ve kitleleri kral Conan'a karşı kışkırtmaktadır. Bu tehdidi ortadan kaldırmak üzere 'Sallandıracaksın şunu Taksim'de, bak bi daha çıt çıkıyor mu!' yaklaşımı sergileyen Prospero'ya Conan'ın yanıtı, sorunlarını kılıç ya da baltayla veya her ikisiyle birlikte çözmesine alıştığımız bir karaktere göre beklenmediktir:

Conan bir aslanınkini andıran başını salladı. 'Olmaz Prospero. Ona dokunamam. Büyük şairler krallardan daha etkilidir. Bestelediği şarkılar benim krallık asamdan daha kudretli; mesela aleyhimdeki o ağıtla neredeyse kalbimi söküp çıkarmış gibi oldu. Ben toprak olup unutulacağım ama Rinaldo'nun şarkıları sonsuza dek yaşayacak.'
Kılıçtaki Anka Kuşu



Kral Conan Rinaldo'yu sallandırmaz da ne mi olur? Bu sözleri sarfettiğinin akşamı uykusunda baskına gelen katliam ekibinin bir üyesidir Rinaldo..





Tavernacı

Çizgiromanların maço Conan'ının tavernadan içeri girme motivasyonu günümüzün erkeğinin bara gitme maksadıyla (eğlenme, yerli yersiz kahkahalar atma ve mümkün olursa hatun tavlama) örtüşse de barbarımız pek nadir güler, 'Kadın, gel sol bacağıma otur. şişşşt diğer kadın, sana da sağ bacağımı ayırdım, fazla bekletme!' yaklaşımı sergiler. Tuhaf olan ise bu tarz her daim işe yarar. Peki ya edebi Conan bu ortamlarda nasıl davranır, bakalım:

'Peki kuzeyin insanları nasıl?' diye sordu Prospero.
'Uzun boylu, beyaz tenli ve mavi gözlü olurlar. Tanrıları buz devi Ymir'dir ve her boyun kralı ayrıdır. Asi ve acımasızdırlar. Tüm günü savaşmakla geçirir, gece boyunca da içki içip bağıra çağıra çılgın şarkılar söylerler.'
'O zaman sende onlar gibisin desene,' diye güldü Prospero. 'Senin kahkahaların da ortalığı inletiyor, sağlam içiyorsun ve güzel şarkı söylüyorsun. Gerçi sudan başka şey içen bir Kimmeryalı görmedim, kahkaha atanını ya da iç karartıcı ağıtlar dışında bir şarkı söyleyenini de.'
Kılıçtaki Anka Kuşu



Bu paragrafların gözümde canlandırdığı haliyle, kahkahalar atan, masaların üzerinde coşkuyla – makamıyla şarkılar söyleyen bir Conan mı? Hadi canım!





Kazanova

'Köyüm yürüyemeyeceğim kadar uzak, Kimmeryalı Conan,' diye güldü. Kollarını yana açarak işveyle salınışı, altın renkli saçlarının dalgalanışı ve ışıltılı gözlerini gölgeleyen ipeksi kirpikleriyle Conan'ın gözünü okşuyordu. 'Güzel değil miyim sence?'
'Tüm çıplaklığıyla karlara doğan Gün kadar güzelsin,' diye mırıldandı, gözleri bir kurtunki gibi alev alev parlıyordu.
Buz Devinin Kızı



Bu kadar mı güzel iltifat edilir, sözcükler böylesi mi etkileyici kullanılır! Kesinlikle şair genleri var bu barbarda!

Kendime not: Bu cümleyi hafızaya kaydet Pizagor, yeri gelir kesinkes, hanıma kullanırsın..


Ürkek

Kimmeryalının birden çığlık atması üzerine ona döndüler. Heykellerle dolu odanın yanındaki odanın kapısına gözlerini dikmişti.
'Bakın!' diye bağırdı. 'O odada bir şeyin kıpırdadığını gördüm; perdelerin arasından görülüyordu. Yerden uzun, kara bir gölge gibi bir şey geçti!'
'Peh! Daha neler!' diye dikkate almadı Posthumo. 'O odaya bakmıştık-'
Çanaktaki Tanrı



Yok artık! Conan küçük bir kız gibi çığlık atmaz, olsa olsa böğürür. Ve hatta durumu – gördüklerini birilerine açıklamakla vakit kaybetmez, gördüğünü sandığı şeyin gırtlağına sarılır, canını çıkarır, sonra sorgular..


Kırılgan

Kothlu yine ona ağzı açık baktı.
'Duydunuz mu!' diye bağırdı alay ederek. 'Bu barbar yerden yalnızca elli metrecik yükseklikteki kulenin kaygan köşesiz kenarlarını uçarak aşıp, mücevherli tepesine kartal gibi konacakmış!'
Kimmeryalı, adamın yorumuna kopan alaycı kahkahaların gürlemesinden utanarak kızgın bir şekilde etrafa bakındı. Bunda gülünç bir yan görmemişti ve alay etmeye dayalı nezaketsiz eğlence anlayışlarını anlamak için medeniyete henüz çok yeniydi. Medeni insanlar aslında vahşilerden daha kabadır çünkü nezaketsizliklerinin hep yanlarına kalmasına alışkındırlar ve durumu kafalarını yardırmadan kurtaracaklarını bilirler. Afallamış ve kırılmıştı, ve şüphesiz mahcup halde sıvışıp gidecekti, ama Kothlu onu daha fazla kışkırtmayı tercih etti.
Fil Kulesi



Neresinden başlayacağımı bilemediğim, aykırı bir bölüm. Conan'a dair gerçeküstü duygusal dokundurmalar mı desem yoksa sadece heybetiyle bile tehdit ihtiva eden bir barbarı makaraya alan bir Kothlu mu! Bu hikaye bir çizgiroman olsaydı, ki birkaç defa olmuştur, lafın arasına giren barbarımızla değil dalga geçmek, kalkıp yerini verirdi o Kothlu. Hatta Conan 'Dans et köpek!' gibi bir cümle telaffuz ederse sahneye dansöz kıyafetleriyle çıkıp kıvırmaya başlardı..





Şakacı

'Eh,' diye sırıttı Prospero, 'nasıl olsa Kimmerya'nın karanlık tepeleri artık çok geride kaldı. Ben yola çıkıyorum. Numa'nın sarayında senin adına da bir kadeh beyaz Nemedya şarabı içeceğim.'
'Güzel,' dedi kral memnuniyetle, 'ama Numa'nın dansçı kızlarını öpecek olursan yalnız kendi adına öp, devleti işin içine karıştırma!'
Güçlü kahkahası Prospero çıkarken odada çınladı.
Kılıçtaki Anka Kuşu



Taa Hiborya Çağı'ndan uçkuruna sahip çıkamayan siyaset erbabına Conan'dan şaka yollu bir uyarı. Hormonlarına yenilen erkeğin başına gelenler geçip giden çağların, binyılların dramı..


Conan'a dair bulabildiğiniz her Robert E. Howard metnini okuyun dostlar, en az çizgiroman panelleri kadar keyifli..

İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


yunusmeyra

Alıntı yapılan: pizagor - 25 Kasım, 2016, 12:43:46
................................................
Taa Hiborya Çağı'ndan uçkuruna sahip çıkamayan siyaset erbabına Conan'dan şaka yollu bir uyarı. Hormonlarına yenilen erkeğin başına gelenler geçip giden çağların, binyılların dramı..


Conan'a dair bulabildiğiniz her Robert E. Howard metnini okuyun dostlar, en az çizgiroman panelleri kadar keyifli..

:) :) :)
bob ve adamı conan candır
HULK DEĞERLİ BİR KAHRAMANDIR!
HSD YENİ ÜYELERİNİ BEKLİYOR

pizagor

http://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2017/01/icinden-cizgiroman-gecen-roman-yarasa.html



İçinden Çizgiroman Geçen Roman: Yarasa



Yarasa, 1997 yılında Jo Nesbo'nun Harry Hole karakterini Norveç okuruna tanıttığı kitap. Bense kendisini 2015'te, serinin Nemesis romanıyla, zincir kitabevlerinden tekinin bu kitabı promosyona sokup yok pahasına sattığı zamanlarda meraktan alıp tanımıştım. Nemesis ardarda yaşattığı ters köşelerle gerçekten keyifli bir okuma deneyimi sağlamıştı. Kaldı ki Nemesis'te alakasız iki cinayetin yolları çözümlemede çakışırken, çözümlemeye çıkan ayrıntıların çetrefilliliğinden tatmin olmamak zordu. 'Yarasa' deneyimimin ardından da diyebilirim ki Nesbo'nun tarzı bu: okuru yanlış yolda yemle, sona mutlaka bir sürpriz sakla. Okurun olaya teşhisini koyabilmesi için sunduğu çok da tüyosu yok, çözüm öyle göstere göstere gelmiyor kesinlikle. Herşeyi Hole'ye saklıyor, gözümüzde yüceltiyor. Buradan hareketle düşündüğüm, bir yazar için keskin zekasına hayran kalınacak bir karakter yaratmanın çok da zor olmadığı. 400 sayfalık bir anlatıda geçen binlerce tümceden, okurken illaki üstünkörü geçilecek, önemsenmeyecek bir sürüsü arasından seçilen bir – iki tanesinden çözüme dair anlamlı çıkarımlar yaptırarak, en iyimser yaklaşımla bin okurdan birinin belki farkedebildiği ayrıntıların ayrıntılarından şaşırtıcı bir şekilde katile ulaşmak. Şikayetçi miyim? Kesinlikle hayır! Jo Nesbo'nun kurgularını keyifle okuyorum, varsın Hole de günün kahramanı, gönüllerin detektifi olsun..

Harry Hole (ki doğru fonetiğe en azından yaklaşılabilmesi adına kendisini İskandinav olmayanlara tanıtırken Harry Holy diyor) sevimsiz, antipatik, asosyal, tuhaf, sorunlu bir detektif. Saydam, dümdüz. 'Yarasa'da öğreniyoruz ki hayatının bir evresinde, geçmişini geride bırakmak adına tüm tanışıklarıyla yolunu ayırmış, bunu da teker teker telefonla arayıp 'seninle bir daha görüşmeyeceğim' diyerek yapmış. İlginçtir, bunların ezici bir çoğunluğu da durumu sorgulamaya bile gerek görmeden 'nasıl istersen' demiş. Alkolik, hatta sırf bu yüzden sebep olduğu kayıp ve bundan lekesiz sıyrılmasını sağlayan polis teşkilatı nedeniyle çektiği vicdan azabı ilk zamanlarda aklını çelse de o yaşamayı tercih ediyor. İçmediği zamanlarda ise potansiyel alkolik, içkiyle mücadelesi her daim devam ediyor. Bu karakterle özdeşleşme ya da tarzına dair yoğun beğeni pek de mümkün değil ama bir cazibesi olduğunu da kabul etmek lazım. Sanıyorum ondaki tevazuyu seviyorum. Kendine haksızlık ediyor 'olsa olsa ortalama zekalı bir adamım' derken. Nesbo'nun ona bahşettiği, bizde olmayan o müthiş gözlem yeteneğini ve ayrıntılara hakimiyetini takdir etmek gerekiyor..




Bu arada serinin yedinci romanı 'The Snowman', ilk Harry Hole uyarlaması olarak, Tomas Alfredson'un yönetiminde beyazperdeye aktarılıyor. Michael Fassbender'in Harry Hole karakterini canlandırdığı filmin vizyon tarihi 13 Ekim 2017 olarak belirtilmiş..


--------------


Böyle sıkı bir polisiyenin içinde çizgiromanın ne işi var diyebilirsiniz. Lakin son sayfalarında Superman unutulmamış :)


Harry destekten öne doğru ayrıldı ve sağ ayağını kaldırdı.
'Hazır! Bir! İki! Üç! Atla!'
Ve artık havadaydı. Uçak dümdüz ilerlerken geriye çekiliyormuş gibi hissetti. Göz ucuyla uçağın döndüğünü görünce aslında dönenin kendisi olduğunu fark etti. Yeryüzünün yay gibi kıvrıldığını ve gökyüzünün giderek mavileştiği ufka baktı. Ta ki ufuk, Kaptan James Cook'un bu kıtaya gelmek için gemiyle aştığı Pasifik Okyanusu'nun açık mavisine karışana dek.
Joseph onu yakaladı ve Harry'yi düşüş için daha iyi bir pozisyona getirdi. Harry yükseklikölçere baktı. 2500 metredeydiler. Tanrım, daha önlerinde dünya kadar zaman vardı! Gövdesini büktü ve yarım bir dönüş yapmak için kollarını uzattı. Sanki Süpermen'di!



İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


rumar80

 Çok güzel bir Nesbo yazısı.  Ellerine sağlık.  Benim için Nesbo sevgili üyelerimiz Mrtekin ve gunessemerci tarafından önerilme ile başlar.  Bizde yayınlanan ilk kitabın nemesis olduğunu öğrenip hemen aldım.  Ancak daha sonra bunun ilk kitap olmadığını öğrenince hemen orjinal dilinde yarasayı aldım ve bir çırpıda okudum. İnanılmaz bir keyif aldım. Bunu da hemen ikinci ve üçüncü kitaplar olan cockroaches ve redbreast aldı. Üçüncü kitap ile Harry Norveç'e döndü. Artık daha farklı maceralar ile karşımızda olacak.

pizagor

http://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2017/04/icinden-cizgiroman-gecen-roman-olum.html


İçinden Çizgiroman Geçen Roman: Ölüm Makinesi




'Ellis mi yazmış bu kitabı!!! Hani şu bizim çizgiromancı Warren Ellis!!! Roman da mı yazıyormuş bu!!!'

Tamamen tesadüfi olarak karşıma çıkan bir romanın bende yarattığı ilk tepki böyle oldu. Görür görmez de ne yazmış, nasıl yazmış, yorumlar ne şekildeymiş, hiç bunlara bakmadan, tamamen kadim çizgiromancı dürtülerinden kaynaklanan 'Bunu mutlaka okumalıyım...' iç sesi kendisini duyurmaya başladı. Gerçi Warren Ellis'i Türkçe olarak sadece Astonishing X-Men'in altıncı cildinden hatırlıyorum. Transmetropolitan ve Planetary gibi çok sağlam kurguları olduğunu ise henüz duymaktan bir adım öteye taşıyamamışım. Ama yine de 'Ölüm Makinesi' zevksizliğinde, üçüncü sınıf kurgulara ve filmlere layık bir ada rağmen Ellis etiketine kayıtsız kalamayarak kitabın cazibesine kapıldım. Hatta öyle bir cazibe ki kafamdaki okuma sırasına aradan kaynak yapacak kadar karşı konulmaz geldi o an. Lakin keşke önce 'Goodreads' notuna baksaymışım!

Kahramanımız, New York polis teşkilatı detektifi John Tallow, ortağını çatışmada kaybeden silik ve sinik bir karakter. Pingback nedeniyle satın alınan ve boşaltılması istenen bir binanın kendi halinde yaşayıp giden sıradan bir sakininin, aldığı bir celple normallik ile delilik arasındaki o ince çizginin delilik tarafına kayan bir çılgının elinden olur ortağının ölümü. (Şu pingback çok tuhaf bir kavram; finans - borsa verilerinin akmasında altyapı sebebiyle yaşanan gecikmeleri dert edinen -ki bahsettiğimiz bu gecikmeler saniyenin onda birleri mertebesinde-, kazanç ve çöküş arasındaki farkı bu gecikmenin asgariye indirilmesine bağlayan daha da tuhaf patronların pingback sihirbazları ile doğru konumları bulmalarını kapsıyor. Kitap bunu biraz feng shui'ye benzetiyor ki zaten o da ayrı bir tuhaflık...) Ve bu çatışmada kurşunun tekinin kapısını delip geçtiği daire yüzlerce faili meçhulun çakıştığı bir nokta olup çıkar. Bu sözde kapatılmış dosyaların yeniden gündeme gelecek olmasıyla böyle bir belayı polis teşkilatının başına sardığı için belirgin bir nefret dürtüsüyle soruşturma Tallow'a yıkılır. Ve fakat amirlerinin gözünde başarısızlığı garanti olan, günah keçisi olarak seçilen, camiadan silinip yok olması için kucağında bulduğu bu soruşturma Tallow'un yıllardır kullanmaktan imtina ettiği zihni melekelerinin ortaya çıkabilmesi için vesile olur. Sonrasında gelsin olayların ardındaki dudak ısırtan komplo ve açgözlülük – hırs – güç sevdası şeklinde insani zaaf üçgeninin sınır tanımazlığı. 'Tünekleriniz ne kadar yüksekte olursa olsun, sizin ve diğerlerinin hayatta ulaştığınız noktalardan asla memnun olmayacağınızı rahatlıkla tahmin edebiliyorum.' diye yazıyor Warren Ellis...

John Tallow'un elindeki sınırlı veriyle çıkarımlarına hayran kalsam da yine çok zeki bir detektifi anlatan Jo Nesbo yazınının (Harry Hole) keyfini alamadım bu kitaptan. Sözcüklerin müziğinden yoksundu. İnce ince işlenmiş, üzerinde tekrar tekrar düşünülmüş, kelimeleri özenle seçilmiş, ağdalı yazınları seviyorum anladım ki. Aksi durumda tatmin duymuyorum okuduklarımdan. Yoksa sert bir öykü. Avcının çalışma şeklinin, öldürme yöntemlerinin aktarıldığı sayfalar o anları yaşatıyor insana. İnsanın neler yapabileceğinin, vahşetinin hangi noktalara varabileceğinin dehşetini hissettiriyor. Daha da güzeli sonunun oldu – bitti hissi yaratmaması. Kopkolay, basit bir çözümleme diye düşündürmüyor. Son ana kadar mücadeleyi bırakmayan taraflar söz konusu: 'rağmen' vazgeçmeyen onurlu(lar), asla teslim olmayan avcı(lar). Ama kitapların hacmi doğal bir 'spoiler' olduğu için son sayfalara gelirken artık birşeylerin netleşeceği ortaya çıkıyor maalesef. Yoksa devam etme, güçlenerek geri dönme potansiyeli olan iki taraf söz konusu...

'Ölüm Makinesi'ni okumazsanız ne olur? Bir kere, çok da büyük bir kaybınız olmaz. Ayrıca belki bir çizgiromana dönüşür günü geldiğinde, işte o zaman bu anlatının okuma keyfi katlanır. Zaten bana kalırsa Warren Ellis çizgiroman yazarlığında, metnini destekleyen görsellerle, çok daha başarılı...

Madem çizgiromana getirdik mevzuyu, 'Ölüm Makinesi'nin barındırdığı çizgililere bir bakalım:



Uzay gemisi benzetmesi içeride de geçerliliğini koruyordu. Burası devasa alüminyum borulardan oluşan sütunları ve parlak zeminiyle ana geminin katedrali gibiydi. Tallow zeminin üzerinde yürürken magnezyum veya onun gibi bir şey diye düşündü: yaylıydı ya da bir şekilde tahtaların üzerine yerleştirilmişti, öyle ki Tallow yürürken ayakları biraz yaylanıyordu. Sabahları asansörlere doğru yürürken üzerinde yaylandığınız, Kainatın Hakimleri ortamını anımsatan bir zemindi.




Kadın biraz rahatlayarak gülümsedi ve sanki bir arkadaşıyla karşılaşmış gibi elini uzattı. 'Harika. Ben Sophie.'
Tallow kadının elini sıkarken aynı zamanda gücünü de tarttı. 'Ben John. Bunlar da meslektaşlarım Scarlatta ve Bat.'
'Bat?' Kadın, göğsünü teknolojik amaçlarla incelemekte olan OYİ memuruna bakıp sırıttı. 'Bu neyin kısaltılmışı?'
'Batmobile,' dedi Bat.
'Terbiyeni takın,' dedi Tallow ve apartmanın kapısını açmak için yaklaştı.




Tallow'un yedi günlük bir izin için belgeleri resmi olarak imzalatmak üzere Teğmen'in ofisinde olması gerekiyordu. İşine geri döneceği garanti edilerek verilen bir izin. Ama o Baxter caddesindeydi ve yeni bir otomobil – Çakmaktaşlar'dan fırlamış gibi duran bir sürüşü olmasına rağmen, en azından Tallow için yeniydi – park etmiş, Mezar'a doğru gidiyordu.


Çizgiromana üç gönderme ve bana kalırsa üç hatalı çeviri! Çizgili jargona tanıdık biri bu şekilde mi çevirirdi şüpheliyim. Kainatın Hakimleri hiç oldu mu bizim için? Varsa yoksa 'He-man'di, 'İskeletor'du o çocukluğumuzun efsane çizgiromanı. Ya da Flintstones? Tamam orijinali böyle ve motamot karşılığı Çakmaktaşlar olabilir ancak kırk senedir 'Taş Devri'dir onun adı bu topraklarda. Batmobile ise çevirilmesi unutulmuş konuşma balonu gibi duruyor orada. Şu noktada tercihimi 'Batmobil'den yana kullanıyorum...




Bu bariz göndermelerin haricinde kitap boyunca defaatle bahsi geçen ve mevzusu her karşıma çıktığında bana Tex Willer'i, daha doğrusu Gece Kartalı'nı hatırlatan 'wampum'u ve bir çizgiroman dostumun -ki camiada kendisi hennesy olarak tanınır- meşhur lafını belirtmeden edemeyeceğim:

Bunların hepsi Tex'te var... :)

İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


kalidor

Alıntı yapılan: pizagor - 05 Nisan, 2017, 20:46:37

Bunların hepsi Tex'te var... :)

Doğrusu iç gıcıklayıp, hatta paramparça eden bir cümle yani "Bunların hepsi Tex var..." olacaktı, sayın pizagor. Bir de Kainatın Hakimleri'nin kökeninin çizgi roman değil de çizgi film olduğunu tahmin ediyorum ::)
Crom! Ölüleri Say...

pizagor

Alıntı yapılan: kalidor - 06 Nisan, 2017, 08:16:57
Doğrusu iç gıcıklayıp, hatta paramparça eden bir cümle yani "Bunların hepsi Tex var..." olacaktı, sayın pizagor. Bir de Kainatın Hakimleri'nin kökeninin çizgi roman değil de çizgi film olduğunu tahmin ediyorum ::)

Bravo, hatayı tespit etmişsiniz sayın Kalidor. Farkedip blogda düzeltmiştim, burası kalmış. Madem birbirimizi düzeltiyoruz bu sabah, "Bunların hepsi Tex var..." da değil, 'epsi Tex var' olacaktı en doğrusu. Ve bu haliyle birkaç kişi hariç gayet anlamsız olacaktı  ::)

Bu arada zamanında sınırlı sayıda da olsa He-man çizgiromanları yayınlandığı gibi sticker albümü de çıkmıştı. Tamamlayabildiğim yegane yapıştırma albümüdür o da.
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


pizagor



Hani şundan iki sene öncesi, birisi çıkıp da 'Bir Wonder Woman filmi gelecek, acayip olacak, merakla bekleyeceksin!' deseydi, muhtemel tepkim 'Git işine arkadaşım!' şeklinde olurdu. Lakin sonra, 2016 senesi başlarında bir fragman izledim ve durumum hakikaten o 'birisi'nin öngördüğü hale büründü. Bir fragmanın ardında, çizgi karakterlerin sinema evrenini geriden takip etmekte beis görmeyen ben, kendimi o bir küsur yıl sonraki vizyon tarihini sabırsızlıkla beklerken ve beyaz perdeye düşer düşmez de Wonder Woman'ın muhteşem görselliğine dalarken buldum...

Neydi o Themyscira, o ne kadar da güzel bir Cennet Adası tasviriydi! Diana'nın ve Themyscira'nın orijinine doğru giderken anlatıda ne bir fazlalık, ne de bir eksiklik vardı. Amazonların ne muhteşem savaşçılar olduğunu gösteren idmanlardan sonra Cennet Adası'na düşerek istemeden de olsa kirleten, Chris Pine'ın canlandırdığı, Steve Trevor karakterinin peşisıra getirdiği düşmanlara karşı sergilenen o savaş sahnelerinin hakkını vermek lazım. Özellikle de Antiope'nin kalkan üzerinden sıçradığı o müthiş sahne! Daha sonra Diana 1. Dünya Savaşı sırasında cephede, daha doğrusu savaş alanına dönüşen bir kasabada bu hareketi taklit ederken Antiope'nin yanında çok sönük kalıyordu...



Wonder Woman filminden Wonder Woman Yeni Dünya'ya bir inceleme aşağıdaki linkte...

http://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2017/06/wonder-woman.html

İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


pizagor

DİKKAT! 'Her temas İz Bırakır' ve 'Son Hafriyat' SPOILERları içerir!!!


İçinden Çizgiroman Geçen Roman: Son Hafriyat



Onca olumlu yoruma, onca tavsiyeye rağmen nedense Behzat Ç. çok uzun süre kulaklarımı tıkadığım bir karakter oldu. Geçenlerde onuncu yıldönümü nedeniyle yapılan özel baskısıyla yeniden okur gündemine giren 'Her Temas İz Bırakır'ın, bu yeni farkındalıkla sepetime eklenmesiyle birlikte Behzat Ç. ile tanışıklığımız başladı. Bu kitap hiç beklemediğim şekilde, tabiri caizse, dağıttı beni. Bir yandan girift polisiye vakalar silsilesi, diğer taraftan başkomiserin sorunlu aile ve sosyal yaşamı. Kardeşi Behzat için şöyle diyecekti Şevket bir sonraki kitapta, ki haklılık payı da yok değildi:

Behzat Ç. elini kapı zilinden çekmeyen işitme engelli şahsın kim olduğunu anlamak için delikten baktı, ağbisi Şevket. Kapıyı açtı. Şevket elindeki yassı JB şişesinden hararetli bir yudum çekti, yalpalayarak içeri girdi. 'Battım,' dedi. 'Hiçbir şeyim kalmadı.' Siyah bir takım giymişti, içindeki uçuk mavi gömleğin üstten iki düğmesi kopuktu, çözük yeşil kravatı okulu asmış bir liseli gibi gömleğinin iki yanından sarkıyordu. İçinde Tekel biraları olan siyah poşeti Behzat Ç.'ye uzatıp 'Al,' dedi. 'Seversin. Siyah poşet kanser yapıyormuş ama sana bir bok yapamaz. Sen siyah poşeti kanser yaparsın.'

Sert, zor bir insandı Behzat Ç., şiddete meyilli, hiddete kapılması an meselesi bir karakterdi, ürkütücüydü, kontrolsüzdü. Ama herşeyden öte, hukuku gözetmese bile hakkı, adaleti gözetiyordu. Otorite karşısında eğilmeyen, bildiğini okuyan tarafı sanıyorum cazip olan yönüydü. Çıbanbaşıydı. Aykırıydı. Bölüm içi kavgalar, bölümler arası çekişmeler, devlet denen kurumun çürümesi falan derken sistem eleştirisini hunharca yaparak hızla eriyordu ellerimde 'Her Temaz İz Bırakır'. Emrah Serbes'in formülü herkes gibi bende de tutmuştu; Behzat Ç. ile hüzünlenir, Behzat Ç. ile güler olmuştum...

Hele ki yazarın üç yüz sayfa boyunca okura önce kabul ettirdiği, sonra içselleştirttiği ve onca sorunluluğuna rağmen sempati duydurttuğu Behzat Ç.'ye yaşattığı o son dehşet yok mu?!! Bir yumru geldi oturdu yapıştı gırtlağıma. Kendime gelemedim bir süre...

Hemen peşisıra Emrah Serbes'in ikinci (ve şimdilik son) Behzat Ç. romanı 'Son Hafriyat' bekliyordu okunmamış roman yığınımın en üstünde. 'Her Temas İz Bırakır'ın bir sene sonrasından başlıyordu ve bir önceki hikayede yaşananların etkileri karakterler üzerinde, özellikle de Behzat Ç.'de ayan beyan devam ediyordu. Daha sert, daha küfürlü bir yazındı bu seferki. Kurgu ve giriftlik ilk hikayeye göre belki bir tık aşağıda kalmıştı ama sürükleyiciliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. Polis yakınlarını diri diri gömen bir sosyopatın peşinde geçiyordu hikaye ve sessiz Behzat Ç., en az konuştuğu kadar etkileyiciydi...

Ve içinden bolca çizgiroman geçiyordu 'Son Hafriyat'ın. Öyle birkaç satırlık çizgiroman göndermeleriyle falan değil, ismini öğrenemediğimiz katilin kendisine Red Kit demesiyle başlayıp, hikayeye dahil olan karakterlerden bir kısmının gerçek isimlerinden ziyade anlı şanlı çizgi karakterlerle nitelendirilmesiyle devam ediyordu. Tabii ki çizgiromana dair birkaç anısı da unutulmamıştı kendisini Red Kit ile özdeşleştiren katilin...



Ve tuhaftır, artık nasıl bir etkilenmekse, nasıl bir oyunculuksa, dizisini belki bir kez, o da yarım yamalak izlememe rağmen kitapları okurken zihnimde hep Erdal Beşikçioğlu'nun Behzat Ç.'si, Fatih Artman'ın Harun'u vardı. Şimdi önümde 96 bölümlük bir Ankara polisiyesi ve bir Behzat Ç. filmi beni bekliyor. Artık kayıpları telafi etme zamanı...


http://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2017/06/icinden-cizgiroman-gecen-roman-son.html
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


pizagor

http://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2017/06/incal-bir-zaman-hatas.html


Incal: Bir Zaman Hatası...



İthaki'nin 90'ların sonlarında yayımladığı bir tomar çizgiromandan tekiydi, Alejandro Jodorowsky'nin yazdığı - Jean Giraud'nun (Moebius) çizdiği Incal. Ve o tomarın çoğunluğu gibi numunelik bir sayısı çıkarılmış, devamlılığının olup olmaması yayıncı tarafından sorun edilmemişti.

Ve Incal, bu topraklarda yirmi seneyi devirmiş her nostaljik eser gibi, hele bir de yarım bırakılmış olmasından mütevellit, kanayan bir yaraydı Türk çizgiroman okurunun yüreğinde. Okurun ağzına bir parmak bal çalınmış, sonrasında da devamı getirilmeyerek büyük kazık atılmıştı! O ne şahane eserdi! Incal nasıl yarım bırakılırdı! Kahrol İthaki'ydi!!!

Bense değil ana hatlarını, kaba hatlarını bile çoktan unutmuştum hikayenin. Okuduğumdan aklımda kalan; bilimkurgunun, mistisizmin, siyasi entrikaların hicivle harmanlandığı tuhaf ve distopik bir öykü olduğuydu. Ama yaratıcı ekibin isimlerinin büyüklüğünün etkisinde, bu şehir efsanesinin kendi kendini büyüten cazibesine kapılmış bir halde, 'Yayınlansa keşke de okusam!' ruh halindeydim.

Sonra çizgiromanın tanrıları duydu bu sesimizi ve Gerekli Şeyler Incal serisini basacağını ilan etti. Mevzu sakıza dönmeden de albümü raflarda gördük. Ve hep bu geçmiş yılların adı konmamış baskısı sebebiyle, çizgiromanda günceli takip etme gibi bir derdim olmamasına rağmen hem satın almada hem de okumada öncelik tanıdığım bir albüm oldu.



Ve sonuç...

Incal yordu - hırpaladı beni; okuması zahmetli, süreç uzun ve isteksizdi. Bilimkurgunun, bilimsel hayal gücünün sınırsızlığı karşısında boynumuz kıldan inceydi ama bu kitabı okurken insan bir noktadan sonra yaka silkiyordu. Çünkü halihazırda zor olan bir öyküde karşıma çıkan her ayağı yere basmayan tabirle hikaye akışında giriftliği besleyen bir dalgalanma oluşuyordu. Ve albümde yeralan uyduruk ve anlamsız - teknolojik, mistik, sosyolojik ve gündelik hayata dair anlaşılmaz tabirlerin yoğunluğunu düşünürsek bu dalgalanma bir türlü durulmuyordu. Sonlara doğru biraz daha kolay takip edilebilir olsa da yarısına kadar beni kıvrandırdı, bir sonraki çeyrekte de bayağı zorladı. Beğenileri farklı ve yüksek çizgiroman okurları dümenindeki Incal taraftarlığının hazin sonucu bu oldu. Daha önce de deneyimlediğim bir durum aslında bu, bir kısım neşriyatın gerçeklerden kopardığımız - hayallerimizde yücelttiğimiz şekliyle kalması muteber olanı. Beğenilerimiz değişirken geçmişin şahanelerinin artık bizde aynı hisleri uyandıramayabileceği ihtimali aklımızın bir köşesinde olmalı...

300 küsur sayfalık kütük gibi, harika bir Gerekli Şeyler edisyonu ama Jodorowsky gibi bir isimden son yılların en keyifsiz, Moebius'un çizgisi de olmasa hiç çekilmeyecek bir okuma deneyimi; işte Incal'a dair tek cümlelik ve gayet kişisel bir özet...

Bu arada, entel – elit – at kuyruklu çizgiroman okur tayfasının tepkisini çekmekten duyulan endişe de bir köşeye not edilmeli. Incal hakkındaki birkaç olumsuz değerlendirmeyi müteakip kendi aramızda yaptığımız sohbetlerde gelen itiraflardan biri şaşırtıcıydı: 'Ben İthaki'den çıkan albümü birkaç sene önce okudum ama at kuyruklu tayfanın aforozundan kaçındığımdan beğenmediğimi yazamadım!'. Anlayamıyorum bu durumu açıkçası. Olumlu – olumsuz her görüş, her değerlendirme değerli, öyleyse olumluyu paylaşmak, olumsuzu kendine saklamak niye? En fazla hiçbir şeyi beğenmeyen huysuz ihtiyar etiketi yapışır üzerinize ki pek de bir zararı yok. Tecrübe konuşuyor :)


İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


pizagor




Yılmadım, yoğun alaylara direndim, pes etmedim  :P

Ve ondokuz sayı süren Vampir Şövalye hikayesini nihayetlendirdim birkaç gün önce...

Üzerine de birşeyler karaladım...


http://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2017/07/vampir-sovalye.html

İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


pizagor

SPOILER İÇERİR!


Silver Surfer: Ağıt




Kapağında takılıp kaldığım, beni meraklandıran, kayıtsız kalamadığım bir isim... Straczynski, yer yer söylensem de uzunca bir süredir karşısında saygıyla eğildiğim bir yazar...

Straczynski imzasının bende yarattığı beklenti diğer pek çok yazara nazaran farklı oluyor. Şaşkınlıktan ağzımın açık kalması mertebesinde bir tatmin arıyorum bu adamın yazdığı hikayelerde. Çünkü artık tecrübeyle sabit, ele aldığı karakterlerin hamuruna öyle aykırı şeyler katıyor, öyle hinlikler yapıyor, aurayı o kadar farklılaştırabiliyor ki sürecin doğal sonucu oluyor bu hissiyat. Misal Jason Aaron'ın dümeninde, Jane Foster'ın Mjolnir'i taşımaya layık olmasından ve zihinlere maskülen kazınan Thor'un feminen sunumundan çok önce, Ragnarok sonrası yok olan Asgard tanrıları birer birer dirilirken Strackzynski'nin Loki için seçtiği beden kusursuzdu: Leydi Sif! Öyle aman aman dikkat çekici bir yere bağlanmasa da söz konusu değişim hakikaten çarpıcıydı. Ama Straczynski'nin Thor'u kaleme aldığı bu dönemde Loki'nin usul usul, ince ince işlediği bir kumpas vardı ki işte o hakikaten birkaç satır önce yazdığım 'Şaşkınlıktan ağzımın açık kalması' tatminini bana yaşatmıştı. Çarpıcı başka bir şey daha vardı: Asgard'ı Oklohama'nın üzerine, üzerine derken bozkırdan birkaç metre yukarıda, havaya konumlandırması. Kendisine yaratıcı diyen kaç kişi düşünebilirdi ki böylesine çılgınca bir şeyi?!!



Dolayısıyla beklentim büyüktü Silver Surfer: Ağıt albümüne başlarken. Sonlandırdığımda ise biraz buruktum. Güzel, daha doğrusu nihayetlenme şekli itibariyle duygusallık kolaycılığına kaçarak okuru tavlayan (çünkü çizgi karakterlerimizin varoluşlarının gerçekten ve geri dönmemek üzere sonlandığı çok fazla hikayemiz yok elimizde) ama kesinlikle Straczynski tarzından uzak bir hikayeydi okuduğum. Yazarın öncüllerini taklit etmekten öteye geçemediği, Norrin Radd karakterine yeni hiçbir şey katamadığı, gerek Silver Surfer Volume 1, gerekse Volume 2'de okuduğumuz hikayelerin, karakterin asaleti ve aktardığı mesaj özelinde, bir benzeriydi Silver Surfer: Ağıt, diye düşünüyordum. Hayalini kurduğum, Straczynski'nin Silver Surfer'ı, bir çocuğun oyun hamurunu şekilden şekle sokması gibi bambaşka bir tarzda yorumlamasıydı sanıyorum, oysa yazar bu sefer geçmişin mirasını reddetmemiş, olduğu gibi kabul etmiş ve bu miras üzerine duygu yoğun bir son yazmıştı...

Panellerin mimarı Esad Ribic'i ise oldum olası seviyorum. Karakterleri çizerken daha önceki yorumlanmalarını böylesi boşverdiği, gönlünce resmettiği (bakınız Fantastik Dörtlü üyeleri) için bayılıyorum belki de. Bu adamın içinde bir asi, bir isyankar var diyorum içimden. Albümde ne çizgi, ne de renkler öyle çok albenili ve bu durum hikayenin okurda yaratmaya çabaladığı hüzünle son derece uyumlu. Yalnız şunu da belirtmem gerekir ki kendisinden ne önce, ne de sonra Silver Surfer'ı grafik olarak yorumlayan herhangi bir çizer 'Big' John Buscema'ya yaklaşamıyor bile.



Hikayeye gelirsek...

Silver Surfer sürekliliğine dahil olmayan bu dört fasiküllük öykü, Reed Richards'ın Silver Surfer'a adını veren gümüşi vücut kaplamasının bozunduğunu ve çok da fazla zamanının kalmadığını açıklamasıyla başlıyor. Norrin Radd de insani bir tepki olarak kendi topraklarında Zenn-la'da, Shalla Ball'un yanında son nefesini vermek istiyor. Öncesinde dünyadaki birkaç dostla yapılan sağlam diyaloglu panellerin ve son konuşmaların ardından Zenn-la'ya dönüşe geçiyor kahramanımız. Sadece Shalla-Ball değil, başka birisi daha onu bekliyor orada. Başlangıcında olanın, kendisiyle özdeşleşenin, yani Galactus'un, nihayetinde de olmaması düşünülemez tabi ki. Hikaye kuvvetli alt metinlerle, her zamanki asil ruhlu Silver Surfer hikayeciliği tarzında ilerliyor ve sonuçlanıyor...

Silver Surfer: Ağıt tekrar tekrar okunulası ve okunması gereken bir öykü. Ama 'okunulası', Straczynski ismi için yeterli değil bana kalırsa...


https://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2017/08/silver-surfer-agt.html

İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


pizagor

https://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2017/10/gune-bir-cizgiroman-karesi-brak-1.html


Güne bir çizgiroman karesi bırak #1




Baron Zemo'nun sarkazmına şapka çıkardım. Şu nursuz herif dahi günümüze uyarlamış ya kendini! Pek bi' sevimli olmuş...

Böyle değildi bu adam. Acımasızdı, tahammülsüzdü, hatayı affetmezdi, sorgulamayı gereksiz bulup doğrudan öldüren bir katildi. Motivasyonlarını, planlarını, aralara espriler serpiştirmeden, büyük bir ciddiyetle kahramana anlatmaktan zevk alan bir kötüydü. Ve işinin gerektirdiğinden çok daha ciddiydi. Gülen surat emojisine baktığında 'Sanatçı bu resimde ne anlatmak istemiş acaba?!!' diyecek kadar tebessüm yoksulu, mizah yoksunuydu. Ama görüyorum ki geçen yıllar ona da yaramış, yumuşamış, daha bi' rahat davranır olmuş, milyonları katlederim ama esprilerimi de patlatırım moduna girmiş...

Sinematik evren stili, Zemo gibi eğilmez - bükülmez düşündüğüm bir kaleyi dahi rüzgarına katmış...


Not: Panel, Gerekli Şeyler logosuyla yayınlanmış Avengers Açmaz albümünden alınmıştır.


İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


pizagor

https://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2017/10/gune-bir-cizgiroman-karesi-brak-2.html


Güne bir çizgiroman karesi bırak #2



Crossbones'un haşatını çıkardığı bu ihtiyar, Steve Rogers'tan başkası değil. Böylesi yaşlanmasının nedeni de bedenini insan formunun olabilecek en üst seviyesine taşıyan 'Süper Asker Serumu'nun etkisinin ortadan kalkması. Böyle bir gücü yitirmenin psikolojisi bir tarafa, Rogers'a esas vurucu darbe Crossbones'un sert yumruklarından değil de geniş kitlelerce kabul görmüş bir ana akım comics kuralının kendisi için uygulanmamasından geliyor olması muhtemel. Yazılı olmayan bu kurala göre erkek kahraman yaşlansa da saçları delikanlılık çağının gürlüğünden yitirmez, en fazla şakaklardan, o da kendisini geçmişe göre daha da çekici bir hale büründüren, hafif bir açılma olabilir. Bu yaşlandırma kuralının kadın versiyonu azıcık farklıdır: Kadın kahraman, yüzü - gözü kırışsa, hatta bir ayağı çukurda olsa dahi bedeninin diriliğini, gençlikteki hoş kıvrımlarını kaybetmez...

(Ki zaten bu ikiliyi erkeğin yaşlılık ütopyası olarak da adlandırabiliriz...)

Ancak ihtiyarlama esnasında Steve Rogers için bir istisna yapılıyor ve kendisi tepeden açılmış saçlarıyla resmediliyor...


Not: Panel, Gerekli Şeyler logosuyla yayınlanmış Avengers Açmaz albümünden alınmıştır.


İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


pizagor

https://pizagorgunlukleri.blogspot.com.tr/2017/10/gune-bir-cizgiroman-karesi-brak-3.html


Güne bir çizgiroman karesi bırak #3



Mekan Pleasant Hill'de bir piknik alanı...

Karakterlerimiz Kraven ve Kobik...

Avcı Kraven, kesinlikle herhangi bir mutant zihnin yönlendirmesinde olmadan, canı gönülden bu evcilik oyununa eşlik ediyor...

Söz konusu panel, kesinlikle denk geldiğim en tuhaf, en umulmadık, en eğlenceli, en gözümü alamadığım çizgiroman karelerinden birisi olarak zihnime kazınıyor...


Not: Panel, Gerekli Şeyler logosuyla yayınlanmış Avengers Açmaz albümünden alınmıştır.


İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...