Dünyaya Mister No'lar gerek

Başlatan Mister NO, 02 Eylül, 2012, 13:26:50

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mister NO

Brezilya'da yerlilerin öfkesi sokağa taştı

CIHAN  | SAO PAULO - 15.08.2015


Dünya Yerli Halklar Günü vesilesiyle Sao Paulo'da bir araya gelen Brezilya yerlileri hükümet aleyhine gösteri düzenledi. Mecliste tartışılan yasalar ile topraklarının ellerinden alınmak istendiğini öne süren yerliler, bu yıl ilk kez düzenlenecek yerli halklar olimpiyat oyunlarında seslerini duyurmaya hazırlanıyor.

Ülkenin farklı bölgelerinden 150 kabileyi temsil eden liderler, ekonomik krizden çıkış için yerli bölgelerini feda etmeye hazırlanan hükümete geri adım atması için çağrıda bulundu. Şehrin en işlek caddelerinden birini trafiğe kapatan yerliler, toplanan kalabalığa ve basın mensuplarına problemlerini anlattı. Halk, geleneksel kıyafetleri ile renkli görüntüler oluşturan yerlileri şaşkın bakışlarla izlerken gösteri boyunca polis müdahalesi olmadı.

Yerel ve uluslararası basının büyük ilgi gösterdiği protestoda kabile reisleri anayasa ile güvence altına alınan topraklarının işgal altında olduğunu öne sürdü. Maden arama, petrol çıkarma, baraj yapma ve endüstriyel tarımı destekleme gibi bahanelerle yaşadıkları toprakların ellerinden alınarak hükümet yanlısı işadamlarına verildiğini iddia eden yerliler, kültürlerinin tehdit altında olduğunu ifade etti.

Amazon havzası içinde yer alan Jaragua bölgesini temsil eden David Guarani, doğayı ve yerli halkın yaşam kültürünü tehdit eden kalkınma projelerine karşı olduklarını; konuya dikkat çekmek içinse ülke ekonomisinin can damarı olarak bilinen Paulista caddesinde bir gösteri düzenlemeye karar verdiklerini belirtti.

Sayılarının 1 milyon civarında olduğu söylenen Brezilya yerlilerinin büyük bölümü ülkenin kuzeyinde ve Amazon coğrafyasında yaşıyor. Krizden çıkma bahanesiyle devletin kendilerine kastettiğini varsayan yerliler, mülkiyet ve eşit vatandaşlık haklarının ihlal edildiğini düşünüyor. Konuyu uluslararası mecraya taşımak isteyen yerliler, Birleşmiş Milletler'in (BM) desteğiyle ilk kez bu yıl düzenlenecek Dünya Yerli Halklar Olimpiyatlarını seslerini duyurmak için bir fırsat olarak görüyor.

Brezilya'nın yaşadığı askeri vesayet döneminde toprakları ellerinden alınan yerli kabileler ile o arazilere devlet tarafından yerleştirilen çiftlik sahipleri arasında sürekli çatışma yaşanıyor. İki tarafın da hak talep ettiği topraklar, yıllardır çözülemeyen bir konu olarak Brezilya gündeminde yer ediyor. Sivil anayasada yerlilere ait olduğu tescil edilen ve koruma altına alınan 300 kadar bölge 'yerli yerleşim merkezi' olarak özel bir statüde tutuluyor. Ancak maden, petrol, baraj veya tarım açısından gelecek vaat eden ekonomik değeri yüksek arazilere iş dünyası ve rant odaklarının iştahı kabarıyor. Son olarak iş dünyasının lobi girişimleriyle mecliste hazırlanan bir kanun taslağı yerlileri harekete geçirdi. Taslağa göre, ekonomik açıdan değerlendirilebilecek bölgelerin özel statüsünün kaldırılması ve arazilerin ekonomiye kazandırılması hedefleniyor.

Yerlilerin toprak mücadelesine birçok sivil toplum kuruluşu ile birlikte halkın büyük bir bölümü de destek veriyor. Belgesel yapımcısı olarak yerli kültürünü yakından tanıyan Nayara Fernandes de bunlardan biri. Fernandes, yerlilere destek olmak için gösteriye katıldığını ve seslerini daha yüksek duyurmak için dayanışma içinde olduğunu söylüyor.

Liderler, konuşmalarında Brezilya'nın gerçek sahiplerinin kendileri olduklarını ve yüzyıllar süren sömürge anlayışının ardından ellerinde kalan azıcık toprakların da yeniden işgal edilmek istendiğine vurgu yaptı. Kendisine 'savaşçı' diye hitap edilen 'Tucano' kabilesinin bayan lideri Daiara Tucano, yaşadıkları psikolojiyi şöyle özetledi:

"Avrupa'dan bu topraklara gelen sömürge anlayışı hiçbir zaman bitmedi. Dünyanın en büyük katliamı yerlilere karşı ve Amerika kıtasında yapıldı. Biz yerliler halen ölmeye devam ediyoruz. Sularımızı zehirliyorlar, köylerimizi yakıyorlar, çocuklarımızı öldürüyorlar, kadınlarımıza tecavüz ediyorlar, dilimizi, dinimizi ve kutsal enstrümanlarımızı yasaklıyorlar. Burada suça itiliyor, marjinalleştiriliyor, hedef gösteriliyor ve susturuluyoruz. Brezilya hükümeti, birkaç ay sonra yerlileri bir araya getirecek uluslararası büyük bir organizasyona ev sahipliği yapacak. Böylelikle dünyaya sanki farklıklara açık olduğu gibi bir izlenim veriyor. Halbuki bizim açımızdan durum hiçte öyle değil."










Mister NO

Brezilya'nın Yerli Amazonları Belo Monte Barajı altında eziliyor



Maria Osava
İPS

Etnik soykırım",Belo Monte hidroelektrik barajına karşı oluşan yeni suçlama, Brezilya Amazon yağmur ormanlarında yapılan mega projelerin altında yatan çatışma ve uyuşmazlıkların derin yönlerini aydınlatıyor.

Federal Savcı Thais Santi birkaç hafta içerisinde barajı inşa eden şirket olan Norte Enerjiye karşı yasal harekete geçilmesi gerektiğini duyurdu.

Batı Brezilya'da Dourados şehrinde yaşayan  konu ile ilgili basına yazılar yazan bu yasal öncü hareketin başı olan yerlilerin avukatı Wilson Matos da Silva "Bu durum Brezilya'da yasal yenilikçi bir hareket olacak" dedi.
"Brezilya'da etnik soykırımı önleyecek bir kanun yok. Öldürülen hayat değil kültürdür ama nesnel olarak aynı:Halkı yerle bir etme." Matos de Silva şöyle devam etti "Eğer hükümette bir eksiklik varsa bu muhakkak yasal bir olumsuzluğu getiriyor."

Konu şimdi zaman zaman gündeme geliyor özellikle uluslararası forumlarda antropolojistler arasında tartışılıyor. Tierramerica ile telefonda görüşme yapan bir avukat öncelikli "Brezilya'da konu yasal bir konu olarak mahkemelere kadar intikal etti" dedi.

ÇARE ARANIYOR

Bello Monte sayısız şikayetlerin hedefi olmuş durumda. Bu inşaat projesini durdurmak için yasal bir çare aranıyor. Şirket hükümet çevre otoritelerini bu işi ciddiye almamakla suçluyor. Xingü nehrindeki hidroenerji kompleksi 11.233 MW enerji sağlayarak dünyanın üçüncü büyük barajı olacağını söyleniyor.

22 avukat savcı ofisine başvurarak barajdaki çalışmanın durdurulmasını istedi. Trans-Amazon çevre yolundaki Juruna yerli birliği baraja 17 km uzakta. Bu durum onlarda kaos yaratıyor çünkü barajın yanında çok ufak bir bölgede yaşamak zorunda kalacaklar.

Hükümet yanlısı olmayan Çevre Enstitüsü'nün (İSA) 29 Haziran raporuna göre Belle Monteye su rezervlerini doldurmak elektrik üretimine geçmek için 2016'nin başına kadar izin verilmez.

İSA, Xingü havzasında aktif olan kuruluş şöyle bir açıklama yapıyor "Buraya başlangıçta gerekli olan 40 şey izinden önce 2010 da ayarlandı ama yerli haklarıyla ilgili 31 şart yerine getirilmedi.

Yerli bölgesinin korunma şartları gündeme  gelmedi, kanunsuz avlanma ve dışarıdan gelenlerin işgali oldu."

NORTE ENERJİ'NİN İDDİALARI

Norte Enerji 68 milyon dolar yatırım yaptığını iddia ediyor. Belo Monte bölgesinin etkileyeceği 3000 kişi 34 köy 11 yerli bölgesi kar edecek diyor.

Bu program 711 ev inşaatı 366 tekne, 578 motorlu tekne 42 kara aracı, 98 elektrik jeneratörü ve 2.1 milyon litre benzin ve gazyağı sosyal kalkınma için amaçlamıştır. İlave olarak öğretmenler de yerli eğitim programının bir parçası olarak eğitildi. Ama yerli topluluklar mutsuzlar çünkü plan kısmen hayata geçirildi. Xingü Nehrinin yerli hareketlerinin koordinatörü olan (FUANI) Francisco Brasıl de Moraes söz verilen 34 ana sağlık ünitesinden 1 tanesi bile yapılmadığını dile getiriyor.
Tüm etnik soykırım planı suçlamalarına rağmen Temel Yerli Çevre Birliği planı projeden önce ortaya çıkmaya başladı.
Eylül 2012'ye kadar 24 ay Norte Enerji Acil Planı devreye sokmak için 34 köye her bir köy için aylık değeri 9600 Dolar değerinde malzemeleri taşıdı.

İSA raporlarının belirttiği üzere insan sağlığına zararı dokunan özellikle çocuk beslenmesine zarar veren bir sürü yiyecek içecek geldi. Bu nedenle yerli topluluklar çiftçiliği, balık tutmayı, avlanmayı ihmal ettiler.

İSA'nın asistanlarından biri Marcelo Salazar, Tierramerica'ya şunu anlattı "Norte Enerji" yerlilerle özellikle kendi taraflarına çekmek için yakın ilişki kurdular, liderleri sık sık Altamira şehrine gelerek her seferinde şirket yöneticilerinden daha fazla şeyler istedi.

Etnik çevrenin gelişmesi için ayrılan destek fonları ,çiftlik cihazları ve materyalleri için bağışlar ve şirketin söylediği üzere 470 km uzaktaki uçak iniş pistinin yapımına gitti.

Para Federal Üniversitesinin Sosyoloji profesörü olan Sonia Magalhaes etnik soykırımdan Belo Monte'yi sorunlu tutuyor. Magalhaes Tierramerica'ya planı kastederek 'Kültürleri saldırı altında ,egemenlik kurmayı ve kültürü yerle bir etmeyi düşünüyorlar' dedi. Ve ekliyor "Xingü Nehri Juruna ve Arara yerlilerinin dünya görüşünün bir parçasıdır ki biz bunu anlayamayız. Bu yer baraj inşaatından dolayı saldırı altında olan kutsal bir yerdir."

(Çeviren: Emine Arıkan)

www.evrensel.net




Ralph

Ah Ah... Bir Büyülü Rüzgar, Bir Mister No yeterdi sanırım bu Dünya'ya. Biraz da bu yüzden seviyoruz çizgi romanlarımızı... Çizgi romanlar da hala iyiler kazanabiliyor.

Mister NO

Doğa hakkı savunucusu Caceres öldürüldü



Honduras'ta Ödüllü çevreci, aktivist ve yerli hakları savunucusu Berta Caceres evine giren silahlı kişilerce öldürüldü.

Orta Amerika ülkesi Honduras'ta Goldman Çevre Ödülü sahibi çevreci, aktivist ve yerli hakları savunucusu Berta Caceres La Esperanza'daki evine giren silahlı kişiler tarafından öldürüldü.

Berta Caceres'in kurucusu olduğu Honduras Yerli Halkları Konseyi (COPINH) tarafından yapılan açıklamada, Goldman Çevre Ödülü sahibi Caceres'in La Esperanza'daki evine giren silahlı kişiler tarafından öldürüldüğü belirtildi.

Açıklamada, "Honduras, cesur ve kendini yerli haklarına adamış değerli bir aktivistini kaybetmiştir" ifadeleri kullanıldı.
En son Lencalar tarafından kutsal sayılan Gualcarque Nehri'ne yapılacak baraj projesine karşı yürüttüğü kampanya nedeniyle Caceres'in ölüm tehditleri aldığı biliniyordu.

Kendisi de bir Lenca yerlisi olan Caceres, başarılı direniş hareketlerine öncülük ederek çevre karşıtı bir çok projenin durdurulmasını sağlamıştı. Caceres, 2015 yılında dünyanın çeşitli bölgelerinde önde gelen çevrecilere verilen prestijli Goldman Çevre Ödülü'nü kazanmıştı.

4 Mart 2016- IMC

Mister NO

Berta Caceres şimdi savunduğu toprakların bağrında


Sadece Honduras halkı değil, dünyadaki tüm çevreciler ve kadın hakları savunucuları büyük bir eylemciyi yitirdiler. Ülkesinde tekellerin toprak işgallerine, el konulan topraklar üzerine baraj inşa etmelerine yıllarca karşı koyan büyük savaşçıyı öldürdüler





MUSTAFA K. ERDEMOL / kemalerdemol@yahoo.co.uk

Bugün 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü. Beş gün önce Honduras'da evinde uğradığı saldırıda yaşamını yitiren Berta Caceres, bugüne adını veren emekçi, mücadeleci kadınlardan biriydi. Ölmeseydi lideri olduğu Lenca'lı yerli kadınlar için her yıl olduğu gibi bu yıl da herkesin kulak kabarttığı bir konuşma yapacaktı. Ama olmadı.

Honduras toprak ve çevre hakları savunucuları için en ölümcül ülke olarak biliniyor. 2010-2014 yılları arasında 101 çevreci öldürüldü ki çok ama çok yüksek bir rakamdır bu. Berta Caceres de yıllarca ölüm tehditleri alan bir çevreci, bir toprak savunucusuydu. Bu alandaki çabaları ona geçen yıl Goldman Çevre Ödülü'nü kazandırmıştı. Caceres, 2012'de Eichstätt - Ingolstadt Katolik Üniversitesi Adalet ve Barış Topluluğu'ndan Shalom Ödülü'nü almış, 2014'te de Cephe Savunucuları Ödülü'ne aday gösterilmişti. Küresel Gözlemciler ÖrgütüCaceres'i Honduras'da riskle karşılaşan çevrecilerin sembolü sayıyordu.

Dünyanın, verdiği mücadeleyle bildiği, adını saygıyla andığı Caceres'i öldürdüler. Resmi açıklamaya göre evine giren hırsızlarca öldürülmüştü. Ama buna kimse inanmadı. Adının 2013'te ordunun suikast yapacağı 18 kişilik listenin en başında yer aldığını bilen hiç kimse inanmadı.

Caceres, doğayı katleden, yerli halkların geleneksel yaşam tarzlarını ortadan kaldıran barajlara karşı verdiği mücadele yüzünden ölüm tehditleri alan bir halk önderiydi. Honduras'ın yerli halklarından Lenca'ların lideri olmanın yanı sıra kararlı bir çevreci, mücadeleci bir feministti de. Dört çocuğu ve kurucularından olduğu Honduras Yerli Halkları Konseyi (HYHK) liderlerinden olan eski eşi Salvador Zuniga ile birlikte yaşıyordu.

​Rol modeli annesi

Berta İsabel Caceres Flores 4 Mart 1973 doğumlu. Orta Amerika'nın şiddet dolu yıllarında büyüdü. Rol modeli ise El Salvador'dan kaçan mültecilere kucak açıp onları koruyup kollayan, kendisi gibi mücadeleci bir aktivist olan annesiydi.

Üniversitede eğitim alanında öğrenim gören Caceres kurucularından olduğu HYHK ile sadece kendi halkının haklarını korumakla kalmadı aynı zamanda halkına ait toprakları da savundu. Yasadışı ağaç kesimine karşı mücadeleler verdi örneğin. Bölgedeki Lenca toprakları arasında kurulan Amerikan üssüne de karşı çıktı.

2006'da Lenca'lara ait topraklara iş makinelerini yığan şirketin kim olduğunu araştırdığında bunun Dünya Bankası destekli ve Honduras firması Desarrollos ortaklı bir Çin firması olan Sinohydro'ya ait olduğunu ortaya çıkardı. Firmalar Gualcarque nehri üzerine barajlar yapmayı planlıyorlardı.

Durum bölge sakinlerinin görüşüne başvurulmadığı için uluslararası hukuka aykırıydı. Lenca halkı barajların yapılmasıyla, kolayca elde edebildikleri suya, yiyeceğe ulaşmalarının engelleneceğini düşünüyorlardı. Bir başka tehlike daha vardı ki o daha da vahimdi: Geleneksel yaşam tarzları tehdit altındaydı. Caceres halkla birlikte örgütlendi. Projeye karşı yasal bir mücadeleye girişti, bitmez tükenmez halk toplantıları yaptı. Sonunda sorunu Amerikalararası İnsan Hakları Komisyonu'na götürmeyi başardı.

Başarı geldi

2013'ün sonunda Sinohydro ile Dünya Bankası projeden çekildiler HYHK sayesinde. Ancak Honduraslı şirket bölgede çalışmalarını sürdürdü. Diğer yerel liderler projeye destek vermekle kalmayıp, Caceres ile iki yoldaşı hakkında suç duyurusunda da bulundular. "Gasp", "tehdit", "mülke hasar verme" suçlamalarıyla.

HYHK ve yerli halkla birlikte topraklarında faaliyet gösteren firmalara karşı bir yıl boyunca protesto eylemleri gerçekleştirdi. Protestocuların her defasında güvenlik güçlerinin saldırısına uğradığını söylemeye gerek yok. Öyle ki bir keresinde askerler protestoculara ateş açmış, HYHK'nin bir üyesi öldürülmüş, üç üyesi de yaralanmıştı. Protestocular firma çalışanlarınca sürekli tehdit ediliyor, tacizle karşılaşıyorlardı. 2014'te HYHK üyeleri yine iki ayrı saldırı sonucu iki üyelerini yitirdiler. Askerler tarafından sürekli tehdit ediliyordu Caceres ile arkadaşları. Bir gün Rio Blanco'ya giderlerken durduruldular askerlerce. Arabasında silah bulundurulduğu iddiasıyla (askerlerce konulmuştu) tutuklandılar. Mahkeme önleyici tedbir kapsamında Caceres'i her hafta imzaya tabii tuttu, yurtdışına çıkma yasağı koydu.

Koruma altındaydı...

Amerikalararası İnsan Halkları Komisyonu'nun kararı uyarınca Honduras hükümeti Caceres'i korumak zorundaydı. Ancak Honduras İçişleri Bakanlığı, Caceres'in yaşamını yitirdiği, Meksikalı çevre aktivisti Gustavo Castro Soto'nun da yaralandığı o saldırının gerçekleştiği evin, Caceres'in verdiği adres olmadığını iddia ederek bu nedenle koruma göndermediklerini açıkladı.

Caseres ölümden korkmuyordu ama öleceğini biliyordu. "Ben çok zayıf ve korumasızım. İstiyorlarsa beni kolayca öldürürler" diyordu. Oysa yaşamak istiyordu Berta Caceres. Bu cümleler onun: "Yaşamak istiyorum. Çünkü yapacağım çok şey var bu dünya için. Topraklarımız uğruna mücadeleden asla vazgeçmeyeceğim. Benim için onurlu yaşam budur. Mücadelemiz hem meşru hem de yasal".

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü'nde, kadın ve çevre mücadelesinin bu büyük kahramanını saygıyla, sevgiyle anıyoruz.


08.03.2016- BirGün

Mister NO

Biraz gecikmeli bir haber olsa da ilgiyi hakeden bir hayat kesinlikle.



Beyaz Saray'ın Müzmin Protestocusu Hayatını Kaybetti 26 Ocak 2016







Beyaz Saray'ın kuzey cephesindeki kaldırımda 30 yılı aşkın bir zamandır yaz-kış, gece-gündüz demeden ABD'yi protesto eden İspanyol kökenli Concepcion Picciotto hayatını kaybetti.



Beyaz Saray'ın kuzey cephesindeki kaldırımda 30 yılı aşkın bir zamandır yaz-kış, gece-gündüz demeden ABD'yi protesto eden İspanyol kökenli Concepcion Picciotto hayatını kaybetti.

Sarayın araç trafiğine kapalı ön taraftaki alanda kurduğu çadırda, 1981 yılından bu yana bireysel olarak yaptığı eylemde ABD'nin dış siyasetini, özellikle ABD-İsrail ilişkilerini ve kimyasal silah kullanımını protesto eden 80 yaşındaki Picciotto'nin, kimsesiz kadınların kaldığı bir bakımevinde hayatını kaybettiği belirtildi.

Bakımevi yöneticisi Schroeder Stribling, yaptığı açıklamada "Connie" ve "Conchita" olarak da bilinen Picciotto'nin geçtiğimiz günlerde düştüğünü fakat ölümünün direkt sebebinin bu olup olmadığını henüz bilmediklerini söyledi.

Washington'da adeta bir protesto simgesi olan Picciotto, yaklaşık 35 yıl boyunca ABD başkanlarının kaldığı sarayın önünde kurduğu küçük çadırda beş farklı başkana "komşuluk" etmişti.

Beyaz Saray'ın heybeti ve güvenliği karşısında, basit ve yalnız şekilde, şehri ziyaret edenlere ABD'nin "farklı tarafını" anlatmaya çalışan Picciotto, Türkçe de dahil olmak üzere birçok farklı dilde hazırladığı bildirileri çadırının önünde dağıtmakta, kendisine yöneltilen soruları büyük bir sabır ve tekrarla yinelemekteydi.

ABD basınında yer alan bilgilere göre, 1960'da New York'a mülteci olarak gelen Picciotto, İspanya Büyükelçiliğinin Ekonomi ve Ticaret bölümünde çalışmaya başladı.1969 yılında İtalyan bir erkekle evlenen Picciotto, eşiyle birlikte kimsesiz bir çocuğun bakımını üstlendi.

Daha sonra ailesi içerisinde yaşanan bir olay sonucu çocuğu elinden alınan Picciotto, bunun eşi tarafından kendisine karşı tezgahlanmış bir durum olduğunu ve ülkenin seçilmişleri tarafından çözüm bulabileceğini düşündüğü için 1979 yılında başkent Washington'a geldi.

Uzun çabalarına rağmen çocuğuna tekrar kavuşamayan Picciotto'nun başkentte tanıştığı bir barış aktivistine katılarak Beyaz Saray önünde nöbet tutmaya başladığı iddia ediliyor.


Başından eksik etmediği başörtüsü, bere, ya da peruğuyla radyasyon ışınlarından kendisini korumaya çalışan, yaklaşık 1 metre 50 santimetre boyundaki Picciotto, "Yahudilere evet, İsrail'e hayır", "Bombayla yaşayan, bombayla ölür", "Bütün nükleer silahlar yasaklansın" yazılı pankartları açmış olmasıyla, Beyaz Saray'ı ziyaret edenlerin hafızasında kalacak.















Mister NO

Guatemala'da ünlü çevreci Walter Mendez Barrios öldürüldü





Guatemala'da çevre hareketi eylemcilerinden Walter Mendez Barrios öldürüldü. Guatemala'daki insan hakları savunucuları çevreci Walter Mendez Barrios'un öldürülmesini şiddetle kınadı.

Telesur'un haberine göre Orta Amerika'daki ormanlarına yakın bölgelerdeki hidroelektrik projelerine karşı faaliyet gösteren Orman Toplulukları Birliği (Association of Forest Communities) lideri Mendez, 16 Mart Çarşamba günü vurulmuş halde bulundu.

İnsan hakları örgütlerinin yaptığı açıklamaya göre Walter Mendez, Perez yerli halkların topraklarının gasp edilmesine karşı çıktığı ve baraj projelerine yönelik muhalif örgütlenme yürüttüğü için uzun zamandır ölüm tehditleri alıyordu.

Mendez'in başında olduğu örgüt ACOFOP, Guatemala'nın kuzeyindeki Maya Biyosfer Rezerv alanında yaşayan bazı yerli toplulukların temsilciliğini de üstlenmişti.

Mendez Barrios'un ölümü bu ayın başında Honduraslı çevre ve yerli hakları savunucusu Berta Caceres suikastının peşi sıra geldi. Caceres ile birlikte aynı yerli hakları örgütüne üye olan Nelson Garcia'da geçen hafta öldürülmüştü.

ACOFOP örgütüne göre bu suikastlar Orta Amerika'da çevre hakları eylemcilerine yönelik şiddetin ve baskının giderek arttığı bir döneme işaret ediyor.

23 Mart 2016 Evrensel

Mister NO

Bir çiftçinin başlattığı mücadele doğayı kurtardı


Peru'da zehirli maden projesini büyük bedeller ödeyerek durduran ve 2016 Goldman Ödülü'nü kazanan Acuña: "İmkansızlıktan okula gidemedim, tek bir harfi bile bilmem. Ama direnmeyi ve savaşmayı çok iyi bilirim. Bu yüzden hiçbir şirket beni yenemez"  23/04/2016 BirGün





Maxima Acuña de Chaupe, Peru'da tekelci maden şirketine karşı topraklarını savunan eylemlerdeki öncülüğü nedeniyle 2016 Goldman Çevre Ödülü'ne layık görüldü. Dünyanın en prestijli ekoloji mücadelesi ödülü olarak görülen Goldman ödülü, her yıl dünyada doğayı korumak için mücadele verenler arasından en etkili kişiye veriliyor.

Amerikan yerlisi olan 47 yaşındaki Acuña, sahibi olduğu, üzerinde yaşadığı ve kendine yetecek kadar yiyecek ürettiği 24 hektarlık toprağı 2011 yılında Güney Amerika'nın en büyük maden şirketine satmayı reddettiğinde bir gün ekoloji hareketinin simge isimlerinden olacağını tahmin bile etmiyordu. 2011'de Peru hükümetinin ülkenin kuzeyinde bulunan Cajamarca bölgesindeki Conga Madeni'ni ABD'li Newmont Madencilik'e satmasının ardından şirket, bölgedeki iki tatlı su gölünü yok ederek altlarında altın ve bakır aramayı hedefliyordu. Fakat Acuña ve yoldaşlarının madene karşı başlattığı direniş kitleselleşti ve 2012'de madeni durdurmak için seferber olan halka saldıran polisin 9 eylemciyi öldürmesinin ardından proje durduruldu, 2014'teki mahkeme kararıyla da iptal edildi..Bu mücadele sayesinde Acuña, binlerce kişiye su sağlayan gölleri kurtarmış ve bölgedeki doğanın zehirli atıklarla kirlenmesini engellemiş oldu. "Cajamarca'da çıkarılan altınlar kana bulanmıştır" diyor Acuña, "Buradaki yoksul çiftçilerin gözyaşlarına ve kanlarına bulanmıştır. Ama şirketler bunun sorumluğunu üstlenmiyor, şirketlerden hesap sorulmuyor".

Cáceres öldürülmüştü

Geçen yılki Goldman Ödülünü kazanan ve Mart ayında Honduras'taki evinde öldürülen Berta Cáceres gibi o da kendi hayatından endişe ediyor ve "Bu şirketler çok güçlü. Ben aynı şeyin başıma gelebileceğini biliyorum" diyor. Endişesi yersiz de değil: Bugüne kadar kendisi ve kızı ikişer kere bayılana kadar darp edildi, evleri iki defa yıkıldı.

Polislerin kendisini darp etmesini görüntüleyen oğlu da coplarla dövüldü, telefonuna el koyuldu. Madencilik şirketi Acuña'nın köpeklerini öldürüldü, koyunlarını çalındı, henüz hasadını yapmadığı patates tarlasını yerle bir etti ve Acuña'yı sürekli gözetleyen güvenlik birimleri kiraladı. Maden şirketinin baskısıyla Acuña'nın evinin yakınından geçen otobüs hattı iptal edildi ve Acuña en yakın kasabaya ulaşmak için 8 saat yürümek zorunda bırakıldı.

Cáceres de, Acuña da benzer durumlarla karşı karşıya kalan, hukukun zayıf olduğu yerlerde, kurumsal iktidarın çıkarlarına karşı topraklarını savunmak için çalışan uzak coğrafyalardaki yoksul yerli kadınlar. Cáceres yıllarca ölüm tehditleri ve tacizle karşı karşıya kalmış, ölümünden birkaç gün sonra ise onun yakın arkadaşı Nelson Garcia öldürülmüştü.

Yasaları da değiştirdiler

Global Witness örgütüne göre çevre eylemcileri, toprak savunucuları dünyada giderek artan tehlikelerle karşı karşıyalar. 2014'te 17 ülkede en az 116 eylemci öldürüldü ve ölüm oranı bir önceki yıla göre yüzde 20 artmış durumda. Peru'da ise yalnızca son 10 yılda 61 aktivistin öldürüldüğünü, bunların yüzde 80'inin madencilik karşıtı aktivistler olduğu belirtiliyor.

Özellikle dağlık bölgelerde yaşayan çevreciler gittikçe artan şiddet riski ile karşı karşıyalar. Güney Amerika'da bulunan el değmemiş doğal kaynaklar şirketlerin iştahını kabartıyor ve karlarının maksimizasyonu için yereldeki elitler eliyle yoksul köylülere karşı şiddetin de dozajını artırıyorlar. Shapiro, şirketlerin karşısına mahkeme ya da hükümetlerden ziyade büyük bir güç olarak çevrecilerin çıktığını belirtiyor. Peru, birkaç ay önce doğa koruma yasalarını değiştirerek daha fazla maden şirketini ülkeye çekme konusunda bir adım atmış, ayrıca polisin bir eylemciyi öldürmesi durumunda cezalandırılmamasını sağlayacak yasaları yürürlüğe koymuştu.

Acuña şirketlerin saldırganlığı karşısında her ne olursa olsun mücadele edeceğini ve topraklarını savunacağını anlatırken "Hiç okula gitme imkânım olmadı. Tek bir harfi bile okumayı bilmem" diyor, "Ama direnmeyi ve savaşmayı çok iyi bilirim, bu yüzden hiçbir maden şirketi beni yenemez".

Mister NO

Ölüm, Latin Amerikalı çevre savunucularının her an yanı başında

Yeşil Gazete/ 19-04-2016

Darryl Fears tarafından The Washington Post'ta yayımlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Yaren Köse'nin çevirisiyle sunuyoruz.



Silahlı bir grup Berta Cáceres Flores'in taşradaki evine saldırmadan çok önce, Beverly Bell arkadaşının uzun bir hayat süreceğine dair inancını yitirmişti. Ölüm tehditlerinin uzun bir listesini tutan Bell, "O, hedef alınmış bir kadındı," diyor. "Herkes bunu zaten biliyordu."

Tanınmış çevre savunucusunun 3 Mart'ta katledilmesi, Vatikan'dan Dışişleri Bakanlığına dek herkes tarafından kınandı, ancak Latin Amerika'da çalışan eylemciler için Cáceres'in öldürülmesi trajik bir aşinalığa sahip.




Berta Caceres Flores, 2015 yılında, Honduras'ta, büyük bir baraj inşaatı projesi alanı olan Galcarque Nehri yakınlarında kalabalığa konuşurken. Görsel: Tim Russo/Goldman Environmental Prize via Associated Press


2002'den bu yana, dünya üzerinde katledilen çevre savunucularının üçte ikisi bu bölgede yaşamaktaydı. Uluslararası gözlem gruplarına göre, 2014'e kadar geçen 5 yıl boyunca 450'den fazla insan öldürüldü. Yarısından fazlası ise Honduras ve Brezilya'daydı.

Yakın geçmişteki ölümlerden bazıları şunlar: Costa Rica'da deniz kaplumbağalarını savunan genç bir işçi kaçırıldı ve hunharca dövüldü. Peru'da bir çiftçi, hidroelektrik baraja karşı çıktığı için 12 kez kurşunlanarak öldürüldü. Guatemala'lı bir eylemci, kitlesel balık ölümlerinin, bir palm yağı şirketinin sıktığı pestisitlere bağlı olduğunu ortaya çıkardığı için mahkeme salonu yakınlarında, gün ortasında öldürüldü. Yağmur ormanlarında ağaç kesimlerine karşı direnen Brezilyalı bir eylemci, eşiyle beraber eve dönerken pusuya düşürüldü ve bıçaklandı.

Her durumda ortak payda, ücra toprakların hükümet onaylı şirketlerce işletmeye açılmasına yerli halkın karşı çıkması. Canı alınan çevre savunucuları; baraj yapımı, kerestecilik gibi yüz milyon dolarlar konuşulan ve iş gücü ile ham madde sağlayacak olan yöre patronlarını zenginleştiren bu projeleri durdurmak istemekteydi. Birleşmiş Milletler özel raportörü ve Wake Forest Üniversitesi uluslararası hukuk profesörü John Knox'a göre, bu yöresel patronlar, önlerine çıkanı bertaraf etmeye çekinmiyor.

Çoğu kurban yerel halktan, "baskı gören, çoklukla ötekileştirilmiş ve güç sahipleri tarafından neredeyse harcanabilir görülen kişiler" diyen Kaliforniya Üniversitesi tarih profesörü Dana Frank, karşı karşıya oldukları risklerin, 20.yüzyıldaki ABD müdahale mirasının bir yansıması olduğunu belirtiyor.

"ABD'nin, neredeyse tüm Latin Amerika'da diktatörlükleri, yozlaşmış hükümetleri ve askeri yönetimleri beslediği ve desteklediği herkesçe biliniyor. Honduras'ın darbe sonrası rejimi de bu mirası devam ettiriyor." diyor Frank ve aynı durumun Guatemala, Kolombiya ve diğer ülkelerde de geçerli olduğunu ekliyor.

2013'de Honduraslı Locomapa kabilesinden 3 kişinin cinayet kurbanı olması, bölgede çevre savunucusu olmanın ne derece ölümcül olduğunu gösteriyor. Katiller ise cezasız kalıyor.

María Enriqueta Matute, Armando Fúnez Medina ve Ricardo Soto Fúnez bölgelerindeki maden ve kerestecilik faaliyetlerini protesto eden barışçıl bir oturma ve yol kesme eylemine katılmışlardı. İki silahlı adam üzerlerine ateş açtı. Fúnez ve Soto olay yerinde öldü. Matute yakındaki evine kaçmasına rağmen takip edildi ve orada öldürüldü. Raporlar diğer protestocular ve olay yerinde bulunanlarla beraber 150 kişinin tanık olmasına rağmen soruşturma açılmadığını, tutuklama olmadığını söylüyor. Katil zanlıları olarak iki kardeş gösteriliyor.

En son kayıp, Mart ortasında Cáceres'in ortak kurucusu olduğu COPINH (Civic Council of Popular and Indigenous Organizations of Honduras) adlı kuruluş için çalışan bir kişi oldu. 38 yaşındaki Nelson García, kuzeybatı Honduras'taki evine dönerken, polis tarafından durdurulup alıkonulduktan sonra yüzünden vuruldu.

COPINH'in karşı çıktığı devasa baraj projesinin ana destekçisi olan Hollanda bankası, bu şiddetten dolayı "çok şaşkın" olduğunu belirtti ve derhal tüm etkinliklerini ve para akışını durdurdu.

Son raporunu çevre savunucularının öldürülmesi üzerine yazan Global Witness eylemcisi Billy Kyte, "Latin Amerika en kötü etkilenen bölge," diyor. 2010-2014 arasında ölümlerin 4'te 3'ü bu bölgede olmuş. Kuruluş halen verileri toplamaya devam etse de, Kyte 2015'in en çok ölümün yaşandığı sene olduğunu düşünüyor.

Peru, Honduras ve Brezilya konsoloslukları eposta ve telefon yoluyla yapılan açıklama taleplerine cevap vermediler.

Diğer yerlerden gelen yetersiz veri nedeniyle istatistiklerin saptığı ve bölgeyi eylemciler için daha da tehlikeli gösterdiği söylemi de tartışma konusu. Knox, Afrika gibi dünyanın başka bölgelerine kıyasla, Latin Amerika'da hükümet ve medyanın ölümleri daha iyi raporladığını düşünüyor.

Ancak diğerleri gibi o da hükümet organlarının davaları dikkatle takip etmediğini düşünüyor.

Guatemala ve Honduras'da topluluk gelişimi ve insan hakları çalışanlarını destekleyen bir kuruluş olan Rights Action yöneticisi Grahame Russell, "Polis, yapması gerektiğini düşündüğümüz işi yapmıyor" diyor. "Devlet çeşitli ekonomik sektörleri güçlendirmede çok açık ve doğrudan bir rol oynuyor ve projelerin devam etmesini sağlamak için cinayetler gerçekleştiğinde görmezden geliyor."

Problem öylesine yaygın ki, prestijli Goldman Çevre Ödülleri'nin sahiplerinin birçoğunun öyküsünün bir parçası, diyor kuruluşun yöneticisi David Gordon.

2011'de ödülün sahibi olan ve bir altın madenini durduran harekete öncülük eden El Salvador'lu Francisco Pineda, nasıl üç meslektaşının "suikaste uğradığını" ve bir dostunun polis koruması altında iken öldürüldüğünü anlattı. Bir eylemcinin daha cesedi bir kuyuda bulunduktan ve hareketin üyesi bir kişinin hamile karısı öldürüldükten sonra Pineda 24 saat polis koruması altına alınmış.

Ertesi sene, Arjantin'den Sofia Gatica zehirli tarım ilaçlarının kullanımına karşı sürdürdüğü kampanya sırasında nasıl tehdide maruz kaldığını ödül komitesine anlattı. Gordon'un gönderdiği e-postada "Gatica'nın evine giren bir kişi elindeki silahı ona doğrultarak kampanyanı bırakmasını söyledi." diye yazıyor.

Ancak 45 yaşındaki Cáceres, katledilenler arasında Goldman ödülünü almış tek kişi.

COPINH'de çalışmaya başladıktan sonra, Gualcarque Nehri'nde planlanan Agua Zarca barajına karşı onlarca yıl sürecek bir mücadeleye başlamış. Bu projenin hedef alınmasının sebebi hükümetin nehrin büyük bölümlerini özelleştirmeye açması ve yerel kabilelerin zorla yerlerinden edilmesi.

Parçası olduğu yerel Lenca kabilesi, baraj nedeniyle yerinden edilecekti. Plan, kutsal kabul ettikleri nehre ulaşımlarını da engellemekteydi. Cáceres'in projeyi durdurma çabaları nedeniyle aldığı ölüm tehditleri sürekliydi.

Gordon'un anlattığına göre, Honduras'a seyahat eden Goldman ödülü video ekibinin baraj yandaşları tarafından "yolda önleri kesildi" ve Cáceres'in arabadan inmesi talep edildi. Ekibin lideri Ryan Mack, kuruluşun San Francisco merkezine ve Amerikan Elçiliğine üst üste telefonlar etti.

Gordon, Mack'in "çıkamıyoruz" dediğini hatırlıyor. Gordon Washington'daki dışişleri bakanlığını arayıp Amerikan vatandaşlarının tehlike altında olduğunu söyledikten sonra gurubun yola devam etmesine izin verilmiş.

Bu olaydan sonra, kuruluş olağan dışı bir adım atarak Cáceres'e güvenliği için ek destek sağlamış. "San Fransisco'ya ödülü almaya hiçbir şekilde gelemeyeceğini düşünüyordu." diyor Gordon.

Katilleri halen serbest. Global Witness'dan Kyte'a göre, Honduras'ta eylemcilere yönelik cinayetlerin yüzde 90'ı çözüme ulaşmıyor.

"Birçok insan ölmesini istiyordu." diyor, COPINH ile çalışmakta olan Other Worlds adlı sosyal adalet kuruluşunun kurucusu olan Bell.

Dört yıl önce, Cáceres'in neredeyse her konuşmasında maruz kaldığı tehdit ve fiziksel saldırıları öğrenen Bell, arkadaşı için bir anma metni taslağı yazmaya başlamış.

"Bunu yazmanın kaçınılmaz bir alıştırma olduğunu hissettim." diyor Bell. "Çünkü suikaste uğraması kaçınılmaz bir kader gibiydi."



Haberin İngilizce Orijinali

Yazı: Darryl Fears

Yeşil Gazete için çeviri: Yaren Köse

(Yeşil Gazete, The Washington Post)

kalidor

Türkiye'de 30 Bin TL Maaşı Bırakıp, Kamboçya'ya Yerleşerek Bakkal Çırağı Olan Uzun Yol Kaptanı Ersel Çatalkaya ile Röportaj

http://www.dunyabirmasaldir.com/turkiyede-30-bin-tl-maasi-birakip-kambocyaya-yerleserek-bakkal-ciragi-olan-kaptan/



Crom! Ölüleri Say...

Mister NO

'Toprak bize benzer, onu en iyi biz kadınlar savunuruz'





'Mapuche olmak nasıl bir şey?' sorumuzu Alicia, 'Okulda, iş yerinde kısacası her tür kamusal alanda ayrımcılığa uğramak benim ülkemde' diye yanıtlıyor



Hilal ÜNLÜ
Gijon



Alicia Muñoz Toledo, Latin Amerika ülkesi Şili'de yaşayan Mapuche yerlisi bir kadın. 
Şili'de Eylül 1973 tarihinde General Pinochet önderliğinde ABD destekli gerçekleştirilen askeri darbenin ardından ülkenin önemli madenlerini, bakır, çelik ve kömür sektörünü devletleştiren, toprakları yoksul çiftçilere dağıtan, Şili halkları ve emekçiler lehine birçok karara imza atan Sosyalist Başbakan Salvador Allende'nin ilerici hükümeti devrildi. Diktatörlük sona erdi, ancak yasal uygulamaları da "ırkçılık" mirası da sürdürülüyor.

Alicia Muñoz Toledo, ailece hizmet ettikleri bir "İspanyol Bey"in evinde büyümüş; kendi topraklarında köle olmuş, 17 yaşında plantasyonlarda çalışmaya başlamış bugün 70 yaşında bir Mapuche yerlisi. Yerli Kadınlar Ulusal Örgütünün (Anamuri) kurucularından ve aktif üyelerinden biri. Alicia, Şili'de yaşadıkları koşulları, Anamuri'yi ve mücadelelerini anlattı.

MAPUCHE OLMAK NASIL BİR ŞEY?


Şili'de kırsal bölgede yaşayan yerli çoğunluğunu; Fresia, Guacolda, Janequeo yerlileri ile birlikte İspanyol sömürgecilere karşı verdikleri mücadele ile anılan Mapucheler oluşturuyor. 1860-1885 arasında 100 bin Mapuche yerlisi topraklarını savunduğu için işgalci İspanyollarca katledilmiş.

Şu anda parlamentoda temsil edilmeyen yerliler arasında yer alan Mapuchelerin kendi dilleri, kendilerine ait bir kültürleri var. İspanyolca'nın zorunlu dil olduğu Diktatör Pinochet döneminde, dilleri ve kültürleri yasaklanmış; toplumdan dışlanmış, soy isimlerini değiştirmek zorunda kalmışlar. Ancak yenilerde bir kurumları var bunları yeniden ele geçirme yeniden kazanma çabasındalar. Topraklarının iadesini, kültürel kimliklerinin tanınmasını istiyorlar.

"Mapuche olmak nasıl bir şey?" sorumuzu Alicia, "Okulda, iş yerinde kısacası her tür kamusal alanda ayrımcılığa uğramak, yoksul olmak; hele üstüne bir de kadınsanız toplumsal dışlanmışlığı hepten hak etmek demektir benim ülkemde" diye yanıtlıyor. 

Topraklarının ellerinden alınmasıyla birlikte işsizliğe mahkum edilen gençlerin bulundukları bölgeyi terk edip yaşamlarını sürdürebilecekleri kentlere göç ettiklerini anlatıyor.

DEVLET VE ÇOK ULUSLU TEKELLER EL ELE SÖMÜRÜYOR






"Şili'de yerli ve köylü kadınlar, dereleri etkileyen şiddetli kuraklık ve şifalı bitkilerin yok olması tehlikesiyle karşı karşıyalar. Bunun sorumluları orman şirketleri ve onların çam, okaliptus plantasyonları. Devlet politikaları, hâlâ yürürlükte olan bir yasaya dayanarak bu şirketleri sübvanse ederek onlara güç veriyor" diyor Alicia.   

Böylece yaşam alanlarının kısıtlanması, yerli ve köylü topluluklarının yoksullaşması sonucu kadınlar ve gençler göç ediyor ve çok uluslu tarım şirketlerinde vücutları kimyasal ilaçlara maruz kalarak oldukça kötü koşullarda mevsimlik işçi olarak çalışıyorlar.

Bu sorunlar karşısında,  eşit, her türlü farklılığa saygı duyulan, doğa ile uyum içinde yeni bir toplum talebiyle yerli ve köylü kadınlar 1990'lardan itibaren farklı dernekler ve platformlar oluşturmaya başlamışlar. Anlatıyor: "Kırsal alandaki irili ufaklı bu oluşumların birbirleriyle işbirliği içinde olması gereksiniminden, 1998 yılında, kurucusu olduğum Latin Amerika Köy Örgütleri Koordinasyonu (CLOC) ve uluslararası bir örgüt olan Via Campesinanın (Köylü Yolu) bir parçası olan Ulusal Köylü ve Yerli Kadınlar Birliği Anamuri doğdu.

Anamuri üretici köylü, ücretli ya da mevsimlik tarım işçiliği, göçebe çobanlık, el işi, balıkçılık, gelenek ve kültür konusunda çalışan köylü ve yerli kadınların gelişimini örgütlüyor ve destekliyor. Tarım ilaçları, genetiği değiştirilmiş tohum kullanımı reddedilerek doğal kaynakların korunması teşvik ediliyor ve ülkemiz kadınları, erkekleri ve çocukları için sağlıklı besin sağlanarak organik ve desteklenebilir tarımın geliştirilmesi ve uygulanması için mücadele ediyor"

İşçilerin mücadeleleri ve şehir sakinleri, öğrenciler, memurlar, çevreciler, kadın hareketleri ve sosyal örgütler ile dayanışma içinde olan ve birlikte eylemler örgütleyen örgütün, yerli ve köylü kadınlar arasında toplumsal ve politik farkındalığı artırmak amaçlı bir sosyopolitik okulu bulunuyor. Yine hedefi gıda egemenliğine dayalı insanlığın hizmetinde, halkların mirası olan tohumun önemini anlamaları ve savunmaları için militanlar yetiştirmek olan bir de tarım okulu var.

SAĞLIKLI, GDO'SUZ BESİN MÜCADELESİ

Alicia ve Anamuri için "gıda egemenliği" çok önemli: "90'lı yılların başlarında ortaya çıkmış olan gıda egemenliği terimi genel olarak her milletin gerek kültürel gerekse verimlilik açısından çeşitliliklerini koruyarak, kendi gıdalarını üretme potansiyellerinin devamlılığını ve geliştirilmesini sağlama hakkı olarak tanımlanıyor.  Gıda egemenliği, kısaca insanların kendi tarım politikalarını kendilerinin belirlemesidir; halkların herhangi bir engel ya da siyasi, ekonomik ya da askeri baskı altında kalmadan kendi kültürü, bilgisi, inançları ve ritüelleri tarafından tanımlanan uygulamalara göre üretim yapmak; sağlıklı, stressiz, GDO'suz (genetiği değiştirilmiş organizmalar) besin değeri olan ürünlere sahip olma hakkıdır" diyor.

Dünyada 1600'den fazla besinin GDO'lu olduğunu belirten Alicia, "Nereden geldiğini bilmediğimiz besinleri yemek zorunda değiliz. Kendimiz karar verip sağlıklı ürünler yetiştirmek açısından da toprağımızın olması çok önemli" diyor.

'BACHELET ABD NE SÖYLÜYORSA ONU UYGULUYOR'





Alicia, Şili'nin ilk kadın devlet başkanı olan Başkan Michelle Bachelet ile de tanışıyor. Hatta  bir zamanlar oldukça yakın arkadaş olduklarını anlatıyor: "Bachelet, gençliğinde Sosyalist Partinin  militanlarındandı. Başkan seçildi ve diktatörlükten kalan fazla borcun altından mı kalkamadı bilmiyorum ama sonraki seçimlerde yerini sağa kaptırdı. Sonrasında ABD'ye gitti. Orada ona 'BM Kadın' diye bir departman açtılar ve Bachelet bu ofiste çalışmaya başladı. Orada neler oldu bilinmez sonradan hep ABD lehine konuşmaya başladı. ABD'den döndü ve başkanlığa adaylığını koydu. Tabii bu benim kişisel görüşüm. Ondan beklentilerimiz vardı; ancak hepsini boşa çıkardı. O ve ekibi verdiği sözleri yerine getirmedi. Toplantılar yapılıyor, temsilciler gönderiliyor, taleplerimize 'tamam' deniyor sonra tersini, şirketler lehine olanı yapıyorlar. Halk için önce bir adım öne atıyor sonra iki adım geriye. Kısacası ABD söylüyor o uyguluyor."

'DİKTATÖRLÜK YASALARI OLDUĞU GİBİ DURUYOR'


Şu anda Şili'de iktidarın üzerine "halkların gömleğini giydiğini" ancak altında sermayenin olduğunu söylüyor: "Diktatörlük aynen devam ediyor. Pinochet yasaları olduğu gibi duruyor. Örneğin Victor Jara'nın katledilmesi emrini veren istihbarat görevlisi yargılanmadı, elini kolunu sallayarak dolaştı ülkede. Ancak öldürülme korkusuyla ortalarda gözükmüyor."

Alicia emekçilerin, yoksulların baskı altında olduğunu; eğitimin, sağlığın paralı, kamusal ilköğretim ve liselerin sayıca oldukça az hem az hem de oldukça düşük kaliteli olduğunu belirtiyor. Ayrıca bu okulları yerel yönetimlerin politik çizgisinin yönlendirdiğini işaret ediyor. Pinochet yanlılarının  yönetimde olduğu yerlerde insanların diktatörlüğü övmeye zorlandığının; aksi taktirde bu insanlara bir şekilde  zarar verildiğinin; öte yandan eğitimin içeriğinin inanılmaz gerici nitelikte olduğunun; özellikle yüksek öğrenimin çok pahalı olduğunun altını çiziyor. "Torunum borç harç içinde okuyor. Şili'de öğrencilerin sık sık ayaklanmasının nedeni bu."

TARİHİ TOPRAKLARI GASBEDİLİYOR

Alicia'ya göre, Şili devleti ve şirketler, yerli halkların toprak ve öz yönetim hakkını görmezden gelmeyi ve onlara atalarından kalan toprakları gasbetmeyi sürdürüyorlar. "Terörle mücadele yasaları ve diğer düzenlemelerle üzerimizde baskı kuruyorlar" diyor Alicia:  "Çokuluslu şirketler, maden şirketleri yerli halkların doğal mirasını tehdit ediyor. Suyu topraktan ayırmışlar. Ağaçları yok edip fabrikalar yaptılar ve bu fabrikalarda GDO'lu ürünler üretiyorlar. Bugünkü savaşta, bizi diktatörlüğün ateşli silahları değil kimyasalları öldürüyor. Bağışıklık ve üreme sistemimize zarar veriyorlar"

Kadınlara dayatılan toplumsal rol Şili'de de farklı değil. "Yerliler ve köylüler arasında kadınları örgütlemek kolay bir iş değil. Kadınlar evde oturup çocuk ve kocasında bakmakla yükümlüdür. Bu konuda oldukça katılar" diyen Alicia, Anamuri ile yerli kadınları evden dışarıya çıkarmayı başardıklarını; onları, "Ocağın altını kapattırıp bölge kongrelerine katılarak GDO'lu ürünlerin etkilerini tartışabilmelerini sağlayacak" kadar dönüştürdüklerini söylüyor:

"Erkeklerle birlikte çalışmak tabii ki bizim de çok istediğimiz ve önemsediğimiz bir şey; ancak erkeklerin yönetimde olduğu mevcut sendikalar ve örgütlenmelerde tabanın sesine çok kulak verilmiyor. Can alıcı sorunlardan çok yok seçimdi şuydu buyduyla ilgileniyor, hükümete karşı teslimiyetçi bir tavır sergiliyorlar. Maalesef onların yönetimde olduğu mevcut örgütlenmeler içindeki gerçeklik bu. Bu anlamda da farklı ve sonuç alıcı, kadını söz sahibi yapıcı bir örgütlenme için biz kadınlar işe el attık".

YERLİ KADINLARI CEZAEVİNE ATTILAR

"Toprağa tohum attığımızda biz kadınlar tüm bu süreci gözleriz...Tıpkı doğurduğumuz çocuklarımızı gözlediğimiz gibi...Toprak bize benzer kısacası, onu en iyi biz savunuruz" diyor Alicia, tıpkı Latin Amerika yerlilerinin yalnızca toprağı değil bir bütün olarak doğayı temsil eden; hayat veren, doğurganlığı ve bereketi arttıran koruyucu Totemik Tanrıçası Pachamama gibi. 

Onlarca hektar toprak ele geçirmişler kadınlar olarak. Yol kesmişler, türlü eylemlere başvurmuşlar topraklarını gaspçıların elinden geri almak için. Bu mücadeleler sonucu aralarından çok sayıda kadın cezaevine konulmuş.

"Bu tutuklulardan bir genç kızımız sorumlu. Onların sesi olmaya çalışıyor. Sürekli  tehdit ediliyoruz. Latin Amerika'da birçok ülkede durum bu aslında. Geçtiğimiz mart ayında yerli hareketi önderi dostumuz Berta'yı (Caceres, Honduraslı Yerli Lider) katlettiler" diye ekliyor.

Monsanto, Nestle, Shell, McDonald gibi çokuluslu şirketlere ve bu şirketlere arka çıkan devlete karşı mücadele ediyorlar. Topraklarını savundukları için haklarında, "Ormanı yaktınız" türünden asılsız suçlamalarla açılan çok sayıda dava olduğunu belirtiyor Alicia Munoz Toledo.

MÜCADELEYE DEVAM...

Hükümetin  geleneksel liderler, köylü ve yerli topluluklar üzerinde kurduğu baskı politikalarına karşı gösterdikleri dirence kendileri bile şaşırıyor zaman zaman. Devletin onları "terörist" olarak isimlendirmesinden vazgeçmesini istiyorlar. Alicia, "Bizler hiçbir zaman terörist olmadık. Devlet, bulunduğumuz bölgelere asker, polis yığmaya son vermeli, bize ve kültürümüze saygı duymalıdır. Önceleri mutluyduk. Çünkü toprağımız vardı. Topraklarımızı ellerimizden aldılar. Biz giderek daha yoksullaştık onlar daha da zenginleşti" diyor.

Bu politikalardan vazgeçilmesi aynı zamanda neoliberal ekonomik sistemin, iki partili sisteminin kaldırılması, köylülerin ve yerlilerin özgün taleplerinin karşılanması için mücadelelerini sürdüreceklerini belirtiyor.


EVRENSEL- 18 Mayıs 2016

Mister NO

Köln bir barış savaşçısını yitirdi






Semra ÇELİK
Köln

Köln'ün göbeğindeki Dom Kilisesi önünde onlarca karton üzerine, değişik dillerde yazılmış, Gazze'deki bombardımanlara son verilmesini ve Filistin'e özgürlük dileyen çığlıklar. Oğulları, kızları için ağlayan annelerin; babalarının tabutu ardından koşan çocukların fotoğrafları...  Burası sembolik bir ağlama duvarı. Kudüs'teki ağlama duvarına gönderme yapılarak bu ad verilmiş. Yan tarafta boş kartonlar, rengarenk kalemler ve bir imza listesi var. Turistik bir gösteri olduğunu sanıp gelenler, ilk saniyelerdeki hayal kırıklığına rağmen orada kalıyorlar. Fotoğraflara bakıyor, yazıları okuyor, bir şeyler yazmaya çalışıyor ve en sonunda, 'ağlama duvarı'nın başındaki adama sessizce yaklaşıyorlar. Kim bu adam? Filistinli olmadığı kesin, o halde neden böyle bir şeye gerek duymuş? Adamın adı Walter Hermann. 1939 yılında Würzburg'da doğmuş. Würzburg'da üniversiteyi bitirerek öğretmenliğe başlamış. Altı yıl öğretmenlik yaptıktan sonra psikoloji okumak için Köln'e taşınmış. Orada '68 hareketinin içinde bulmuş kendini. Arkadaşlarıyla, çocuk yurtlarında gördükleri baskı ve şiddet nedeniyle kaçan çocuklar için bağımsız ortak yaşam evleri kurmuş. 

EZİLENLER VE BARIŞ  İÇİN 'AĞLAMA DUVARI'

1980 yılında ev sahibinin evden atması sonucu evsiz kalmış, evsiz kalan tek kişinin o olmadığını fark ederek, Köln'ün en işlek alışveriş sokağı Schiller Strasse'de, evsizlerin 'ağlama duvarı'nı oluşturmuş. İplere mandallarla tutturduğu kartonların biri dışında hepsi boşmuş, dolu olandaysa, 'Dertlerinizi, isteklerinizi yazın!' yazmaktaymış. Yoksullar, evsizler, politik ve toplumsal durumdan şikayetçi olanlar bir dilek ağacına çevirmişler orayı.
Mağaza sahiplerinin ve görüntüyü bozduğundan şikayetçi müşterilerin polis çağırmasıyla defalarca dağıtılan 'evsizlerin ağlama duvarı' Köln tarihinin bir parçası olmuş ve kartonlar şehir arşivine taşınmış. Hermann, 1991 yılında Körfez Savaşı başladığında, 'savaşa karşı ağlama duvarı'nı oluşturmuş. 'Barış istiyorum', 'Savaşın ilk kurbanı gerçeklerdir', 'Aptalca savaşınıza son verin' 'hiçbir anlamı yok' yazılı kartonlar yine mandallarla iplere tutturulmuş ama bu sefer yer Köln Dom Kilisesi önü olmuş. Dalai Lama, Ernesto Cardenal, Lew Kopelew veya evsizlerin rahibi Abbé Pierre, Hermann'ı ziyaret ederek kartonlara renkli kalemlerle barış arzularını yazmışlar. Bir yanda görkemli Dom, diğer yanda halkların kardeşliği, insan hakları, barış taleplerinin haykırıldığı 'ağlama duvarı'. Bu görüntü din adamlarının hoşuna gitmemiş.
1996'da mahkeme kararıyla Walter Hermann'a yasak gelmiş. İki yıl sonraysa Almanya'nın barışseverler açısından en önemli ödülü olan Aachen Barış Ödülü'nü almış. Ağlama duvarı, artık mobil bir sergi haline gelmiş.
Çoğunlukla kilisenin önünde ama gerektiğinde ezilen halkların, evsizlerin, mültecilerin mücadelesine destek eylemlerinde, ev boşaltmalarına karşı protestolarda.

KARTONLARI YIRTILMIŞ, DÖVÜLMÜŞ

Düşmanları da olmuş tabii ki Hermann'ın. Gazze'deki bombardımanı kınarken Hamas'ın saldırılarına neden ses çıkarmadığını soranlar olmuş. İsrail düşmanı, antisemitist olduğu suçlamalarıyla karşılaşmış. Kartonları yırtılmış, dövülmüş. Sergilediği resimlerde kan içinde insanlar olduğu  için çocuklarda travma yarattığı iddiasıyla mahkemeye verilmiş. Yılmamış, yıldırılamamış. Ta ki bu yılın ocak ayına kadar... 2016 ocak ayında Walter Hermann'ın kanser olduğu belirlenmiş. Hızla ilerleyen hastalık onu ağlama duvarı başında uzun süre duramayacak hale getirmiş. 26 Haziran'da sessizce hayata gözlerini yumdu. Arkadaşları onunla 10 Temmuz'da vedalaşacaklar, 11 Temmuz'da da toprağa verecekler.

10 Temmuz 2016 Evrensel

Mister NO

Bertha'nın yoldaşı Lesbia'yı da öldürdüler






Honduras'ta doğayı korumak için verdiği mücadele nedeniyle öldürülen Bertha Caceres'in ardından aynı örgütten Lesbia Yaneth Urquia da öldürüldü



Honduras'ta baraj ve maden gibi 'mega projelere' karşı mücadele yürüten doğa savunucusu Lesbia Yaneth Urquia'nın cansız bedeninin 7 Temmuz'da Marcala kentindeki bir çöplükte bulunduğu açıklandı. Urquia, Honduras'ın Yerli Halkları Konseyi adlı örgütte doğa mücadelesinin yanı sıra, kadın hakları, ifade özgürlüğü ve özelleştirme karşıtı mücadelelerinin de içindeydi.

Urquia'nın öldürülmesi, Honduras'ın Yerli Halkları Konseyi'nin kurucusu ve dünyada doğa savunucularına verilen en prestijli ödül olan Goldman Ödülü sahibi Bertha Caceres'in öldürülmesinden yalnızca 4 ay sonra gerçekleşti. Caceres ve Urquia, aynı örgütte ortak mücadele yürütüyorlardı. Salı günü ortadan kaybolan ve kafasına aldığı darbeler sonucu öldüğü açıklanan Urquia, 3 çocuk annesiydi. Caceres ve Urquia, La Paz bölgesinde yapılması planlanan ve doğa için yıkıcı sonuçları olan bir barajı engelleyerek mücadelelerini dünyaya duyurmuşlardı. Barajı yapmak isteyen şirket ise Honduras Meclisi'nin Başkanvekili Gladys Lopez'in eşine aitti.

Honduras'taki insan hakları örgütlerinin verilerine göre son beş yıl içinde ülkede yüzden fazla doğa savunucusu öldürüldü. Cinayetler, 2009 yılında sağcı Manuel Zelaya'nın devlet başkanı seçilmesinden sonra arttı. Zelaya, ülke çapında çok sayıda doğa katili projeye onay verdi ve karşısında direnenler öldürülmeye başlandı. Tıpkı Caceres cinayetinde olduğu gibi, pek çok cinayetin arkasında askerler, polisler, emekli askerler ve 'mega projeleri' yürüten şirketlerin özel güvenlikleri olduğu ortaya çıktı.
Cinayetin ardından Honduras'ın Yerli Halkları Konseyi bir açıklama yayınladı ve "Lesbia'nın öldürülmesi, kadınları ve savunucuları susturmayı amaçlayan bir siyasi cinayettir. Sorumlusu ise doğrudan Honduras hükümetidir" açıklamalarını kullandı. Polis yetkilileri ise "Bisikletini çalmak isteyenler öldürmüş olabilir" diyerek bunun siyasi bir cinayet değil adi bir suç olabileceğini iddia etti.

Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumlar da açıklama yaparak cinayetlerin son derece endişe verici olduğunu ifade etti.










11.07.2016- Bir Gün

Mister NO





Brezilya, çevreciler için en tehlikeli ülke


Greenpeace, geçtiğimiz yıl çevrecilerin en fazla katledildiği ve ülkeler arasında en fazla cinayetin yaşandığı ülkenin Brezilya olduğunu açıkladı.


Greenpeace Brezilya'nın yaptığı açıklamaya göre geçtiğimiz yıl çevre aktivistlerinin en fazla katledildiği yıl ve dünya ülkeleri arasında en fazla cinayetin yaşandığı ülke Brezilya.

Doğa savunusunda olanlara yönelik şiddet dünya genelinde giderek artıyor. Global Witness'in yayınladığı bir raporda, 2015 yılında hemen günaşırı bir çevre savunucusunun katledildiği belirtiliyor.

Dünya genelinde işlenen toplam 185 cinayetten 50'si Brezilya'da meydana geldi. Ölenlerin yüzde 40'ı yerli. Bu sayı Filipinler'de 33, Kolombiya'da 26, Peru'da 12, Nikaragua'da 12, Demok-ratik Kongo Cumhuriyeti'nde 11, Guatemala'da 10, Honduras'da 8, Hindistan'da 6, Meksika'da 4, Endonezya'da 2, Liberya'da 2, Myanmar'da 2, Kamboçya'da 2, Tayland'da 2, Pakistan'da 1 ve uluslararası sularda da 1.


ŞİRKETLERE KARŞI TOPRAK MÜCADELESİ

Global Witness'e göre bu cinayetlerin temel nedeni maden projeleri, tarımın alanlarının genişletilmesi ve hidroelektrik santrallere karşı verilen mücadele. Yine bu üç konu Brezilya hükümetinin 'kalkınma' gündeminde öncelikli alanlar olarak yer alıyor.

Brezilya'da, merkezlerden uzak bölgelerde şiddet giderek artıyor ve işlenen cinayetler cezasız kalıyor. Çevre savunucularına yönelik bu cinayetlerin hemen hepsi bu tür suç olaylarının yaygın olduğu Amazonlarda işleniyor. Bölgeye hükümetin fazlaca müdahalede bulunmamasının sonuçlarını ormanlar ve bölge halkı çekiyor. Brezilya'da bulunan bir Greenpeace ekibi Amazonların ortasında yer alan Sawre Maybu yerli bölgesine (Munduruki yerlilerinin yaşadığı) bir uçuş düzenledi ve madencilik etkinliklerine tanık oldu.

Yine geçtiğimiz hafta Brezilya'nın üç eyaletinde çatışma ve ölüm olayları yaşandı. Para eyaleti sınırlarındaki Novo Progreso'da, Jamanxim Ulusal Ormanında gerçekleştirilen yasa dışı ormancılık eylemlerine karşı yapılan bir operasyonda Çavuş Joao Luiz de Maria Pereira öldürüldü.

YERLİ TOPLULUKLAR SÜREKLİ TEHDİT ALTINDA

Mato Grosso do Sul'da, Tey'i Kue yerlilerin yaşadığı bölgede bulunan bir çiftlikten 70 çiftçinin yaptığı saldırıda, bir Guarani-Kaiowa yerlisi öldürüldü ve aralarında 12 yaşında bir çocuğun da bulunduğu 6 yerli silahla yaralanarak hastaneye kaldırıldı.

Yine Alto Turiaçu yerlilerinin yaşadığı Maranhao'da halk sürekli saldırı tehditi altında; yerliler topraklarını ve ormanın yok edilmesini önlemek için bölgeyi izlemeye ve devriye gezmeye başladılar; ancak bu durum, onları sömürmek isteyen çiftçileri ve ağaç endüstrisi ile uğraşanları rahatsız etti.

SALDIRILAR DURMUYOR

Ka'apor halkını destekleyen örgütlere göre, çiftçiler ve ağaç kesiciler tekrar köylülere saldırmayı planlıyorlar. Yerli halkların yaşadığı bölgelerin güvenliğinden sorumlu hükümet kurumları ise üzerine düşeni yapmıyor.

Greenpeace Brezilya'dan yapılan açıklamada duyarlılık ve dayanışma çağrısı yapılıyor: "Çevre savunucuları, yıkıcı endüstrilere karşı topraklarını, ormanları ve nehirleri korumak uğruna yaşamlarını tehlikeye atmaktadırlar. Dünyanın neresinde olursak olalım onlarla dayanışmak zorundayız."

5 Temmuz 2016- Evrensel

pizagor

Hepsi ayrı ayrı ibretlik öyküler. Maalesef pek çoğu da mutsuz sonuçlanıyor. Çok olmamıza rağmen beyhude ve biçare hissetmek ne yaman çelişki değil mi?
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...