dean'in izledikleri

Başlatan dean, 19 Ağustos, 2013, 15:53:49

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

dean

Alice Through the Looking Glass



http://www.imdb.com/title/tt2567026/

  İlk film Alice in Wonderland, 2010 yılında vizyona girmiş ve 200 milyon dolarlık bütçesine karşı 1.025 milyar dolar kazanmıştı. İkinci filmde kadro korunsada yönetmenlik koltuğu Tim Burton'dan James Bobin'e geçti. Bu değişim filme pek iyi gelmemiş. Zira film 170 milyon bütçeyle çekildi ve 300 milyon dolar kazanabildi.

  Alice Through the Looking Glass filmini önceki filme göre çok beğenmedim. Önceki filmden bağımsız olarak söylemem gerekirse de pek beğenmedim. Öncelikle karakterlerin motivasyon sürecinde sıkıntılar yaşadığını düşünüyorum. Özellikle Alice'in Mad Hatter''ın ailesini kurtarmak için kabul ettiği zaman yolculuğu bence seyirciye geçmiyor. Time karakteri Antagonist olarak sunulsa da Alice'in tehlikeye attığı şeyler düşünülürse Time'ı kötü adam olarak görmek neredeyse imkansız.

  Johnny Deep'e gelirsek son derece yüksek bir hızda düşüşe geçen kariyeri bu filmde de devam etmiş. Oynadığı aynı serinin iki filmi arasında 700 milyon dolarlık bir gişe kaybı yaşanması bir Hollywood yıldızı için son derece kötü bir işaret. Deep açısından sırada kariyerinin en büyük hiti Pirates of Caribbean var. Bakalım kaptan gemisini kurtarabilecek mi ?

dean

Cinderella



http://www.imdb.com/title/tt1661199/

  Filmi tahmin ettiğimin çok üzerinde beğendim. Senaryo son derece derli toplu, oyunculuklar başarılı. Atmosfer yüksek. Aslına bakıldığında Disney'in live-action atımını suya sabuna dokunmadan orijinal animasyonların neredeyse aynısını beyaz perdeye aktarmak üzere kurulu ve ben bunu çok seviyorum. Uyarlamalarda asıl kaynağa sadakate önem veren biri olarak bundan çok memnunum. Cinderella'da bildiğimiz hikayeyi en olması gerektiği haliyle anlatan güzel bir film.

dean

Passengers



http://www.imdb.com/title/tt1355644/

  Passengers ilginç bir film. Öncelikle bilim kurgu filmi olmanın önünde aslen bir romantik film. Yalnız Passengers'ta seyircinin bütün seyir zevkini değiştirecek bir özellik var. Filmin başlarında ciddi bir kırılma anı yaşanıyor. Bu kırılma anı ciddi bir ahlaki seçimle alakalı. Seyirci olarak buna verilen tepki kesinlikle bütün filme bakış açınızı değiştirebilir. Bu kırılma anı beni film izlerken rahatsız etmedi. Çünkü film bize karakterlerini başarılı şekilde tanıtmasını bilen bir film. Bu yüzden alınan kararın doğruluğu yanlışlığının ötesinde inandırıcı bir tarafı var.

  Yukarda bahsettiğim kilit ahlaki kararın ötesinde eli yüzü düzgün, kesinlikle sıkmayan, ilgi çekici bir senaryo var. Az sayıdaki karakter oldukça inandırıcı bir şekilde işlenmiş. Karakterlerle rahatlıkla empati kurulabiliyor. Prodüksiyon dizaynı çok başarılı. Görsel anlatım üst düzey. Oyunculuk açısından bence Chris Pratt son derece öne çıkmış.

rumar80

 Hala Beauty and the beast yazısı bekliyorum.

dean

  Beauty and the Beast'i henüz izleyemedim maalesef. Etraftaki sinemalarda bir türlü tr altyazı bulamadım. Her yer Türkçe düblajla dolmuş. Altyazılı seanslar hep çok geç. Bu hafta da Power Rangers var :) Beauty and the Beast ev sinemasına kalacak gibi.

dean

The Magnificent Seven



http://www.imdb.com/title/tt2404435/

  The Magnificent Seven, güzel yazılmış, güzel yönetilmiş ve hepsinden güzel şekilde oynanmış başarılı bir film bence. Ama bir konudan şikayetçi oldum filmi izlerken. O da filmin özgün olarak hiçbir şey sunamaması. Filmin 133 dakikalık bir süresi var ve bu 133 dakikanın her bir dakikasında ben bunu daha önce görmüştüm izlenimi yaratıyor. Film son zamanlarda iyi western film gelmedi. Bu on yılın iyi eli yüzü düzgün western'i bu olsun gibi bir projenin ürünü adeta.

  Yalnız bu yazdıklarım kötü olarak algılanmasın filmi izlerken çok keyif aldım. Denzel Washington, Chris Pratt, Ethan Hawke ve Vincent D'Onofrio gibi oyuncuları izlemek harikaydı. Film bu haliyle de oldukça güzel. Tavsiye ederim.

kedidiro

Ben de filmi çok sevenlerdenim. Ve galiba sevme sebebim tam da dean'ın bahsettiği şey. Evet filmin her sahnesi tanıdık. Herşey iyi bir westernde olması gerektiği gibi. Müzik, aksiyon, karakterler... Lezzetli bir tarifiniz varsa ve o yemeği uzun zamandır yapmadıysanız yenilik katmaya çalışmaya gerek yok bence. Yemeğinizi özleyen birileri var. Onlara sunun o güzel tarifinizi...
NOT; iyi bir westerne öyle açız ki logan'da bir efsanenin (shane- vadiler aslanı) görünmesi, ona gönderme yapılması bile yüreğimi şenlendirdi...

dean

Resident Evil: The Final Chapter



http://www.imdb.com/title/tt2592614/

  Bir serinin daha sonuna geldik. Resident Evil film serisi uzun süredir hayatımızda olan bir seriydi. 2002 yılında başlayan seri altıncı filmiyle son buldu. Benim ilk üç film ile sorunum yok. Özellikle birinci ve üçüncü filmi izlerken baya keyif almıştım. Lakin dördüncü ve beşinci filmlerle alakalı olumlu şeyler söyleyemem. Beşinci film Resident Evil: Retribution ise en sevmediğim film olmuştu.

  Resident Evil: The Final Chapter, önceki iki film kadar kötü gelmedi gözüme. Daha eli yüzü düzgün bir hikaye anlattığına inanıyorum. Yalnız bu iyi bir hikaye anlattı demek değil. Sadece son iki filme göre daha iyi bir hikaye anlattı o kadar. Onun dışında inanılmaz derecede seyircisiyle dalga geçtiği ve önemsemediği noktalar var. Öncelikle beşinci filmin finalinin vadettiği film bu değil. Üstelik hiç bir açıklama ihtiyacı hissetmeden karakterleri filmden çıkarmışlar. Hiç bir sorunun cevabı yok. Sadece Alice'e ve onun 48 saatlik macerasına odaklanıyor.

  Yönetmen Paul W.S. Anderson keşke ilk filmden sonra seriyi yönetmeye geri dönmeseymiş. Bu filmde aksiyon sahnelerindeki kurgusu çekilecek gibi değildi. Filmin aşırı hızlı ilerlemesi ve yine hiç bir açıklama yapmaması da ayrı bir sorun.


  Resident Evil serisini bi'şekilde seyretmiş olan seyirci dışında kimsenin izleyeceğini zannetmiyorum. Beş filmde izlendiyse bunla elbette final yapılır ama onun dışında hiç bir şey sunmuyor.

dean

Split



http://www.imdb.com/title/tt4972582/

  M. Night Shyamalan'ın Hollywood macerası son derece sükseli bir şekilde başlamıştı. The Sixth Sense ve Unbreakable gibi başarılı işlere imza atmıştı. Ardından gelen her film ile kariyeri birer basamak aşağı inmeye başladı. Özellikle The Last Airbender ve After Earth ibretlik filmlerdi.

  Shyamalan, yaptığı son iki filme ilk günlerine dönemesede en azından önceki iki filme göre bence daha aydınlık bir alana çıkmayı başardı. Özellikle Split türü içerisinde eli yüzü düzgün, izlemesi keyifli bir gerilim. Burada yalnız şunu belirtmek lazım. Muhteşem bir başrol oyuncusu seçilmiş. James McAvoy harika bir oyunculuk sergilemiş. Hatta filmin tek kişilik bir McAvoy şovu olduğunu söylesem çokta yanlış bir şey söylememiş olurum.

  Onun dışında X-Men: The New Mutants filmi için Magik rolüne seçilen Anya Taylor-Joy'un da aradan sıyrılmayı başardığını belirtmeliyim. Taylor-Joy'un özellikle X-Men: The New Mutants ve Glass'ın ardından geleciğini parlak olduğunu söylemek mümkün.

SPOILER

  Bu filmin Unbreakable ile aynı evrende geçtiği ve onunla ortaklaşa devam filminin Glass olduğunu hatırlatmak lazım. Film vizyona girene kadar böyle bi'şeyden haberimiz yoktu. Bu taktik devam filmi konseptine de yeni bir soluk getirdi. Açıkçası Glass için son derece heyecanlıyım.

dean

Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No



http://www.imdb.com/title/tt1790809/

  Filme geçmeden önce serinin öncü filmlerine bakmamız lazım. The Curse of the Black Pearl, vizyona girdiğince büyük bir hite dönüşmüş. Hikayesiyle, macerasıyla, atmosferiyle ve tabi ki karakterleriyle film çok sevilmişti. Aynı anda çekilen Dead Man's Chest ve At World's End ile ilk üçleme sonlanmıştı. 2. ve 3. film ilk filmin büyüsüne sahip olmasa da bence son derece başarılı filmlerdi. Özellikle Davy Jones karakterini çok beğenen biriyim. At World's End filminden sonra gelen ve başta yönetmeni olmak üzere Will Turner ve Elizabeth Swann'u kaybeden On Stranger Tides ise bence serinin en kötü filmi oldu.

  Pirates of the Caribbean filmlerinin hikayesini incelediğimizde görünürde çok ilginç olan bir gerçek çıkıyor ortaya. Bu da Jack Sparrow karakterinin ilk üç filme bakıldığında hikayeye bir yan karakter olarak yerleştiği gerçeği. Filmlerin ana hikaye örgüsünün en önemli kısımlarında özellikle Will ve Elizabeth'i görüyoruz. Jack'siz bir evren var ortada. Jack ise bu evrene giriş yapıyor, şekillendiriyor, değiştiriyor ama baştan tasarlamıyor. On Stranger Tides filminde ise Jack Sparrow'un bütün filmi sırtlamaya çalışıyor. Lakin bu konuda başarılı olamıyor. Çünkü karakterin doğası bu değil.

  Dead Men Tell No Tales'de ise yine eski formüle dönüldüğünü söylemek mümkün. Filmin ana hikayesinin Jack Sparrow'dan ayrı geliştiğini ve yine ilk üçlemede olduğu gibi Jack'in bu hikayeye kendi şahsi hikayesi ile giriş yaptığını söyleyebiliriz. Yeni karakterlerinin bir miras ile gelmeleri ise serinin devamı açısından çok önemli.

  Dead Men Tell No Tales'in ilk üç filmin altında kaldığını düşünüyorum. Lakin bunu kötü anlamda söylemiyoruz. Yine izlemesi çok keyifli, güzel bir macera. On Stranger Tides'in fersah fersah üstünde. Villain olarak bakıldığında Salazar'ı başarılı buldum. Özellikle Salazar ve tayfasının görselliği çok başarılı. Dördüncü filmde ki Blackbeard'ın çok çok üzerinde ama Davy Jones ve Barbossa ile yarışması zor.

  Genel olarak dördüncü filmin ardından serinin toparlandığını düşünürüm. Eski filmlerin havasını almak isteyenler filme gidip keyifle o havayı soluyabilir. Seri açısından bu film ile birlikte birazda olsa umutlarım tazelendi.

dean

Beauty and the Beast



http://www.imdb.com/title/tt2771200/

  Disney son yıllarda live-action fairy tale filmlerle çok ciddi bir atağa geçti. Klasikleşmiş animasyon filmlerini tek tek live action'a uyarlama sürecindeler. Bu filmlerde en dikkat çeken özellik ise masalların orijinal hallerine neredeyse hiç dokunmamaları. Bunu yaparken de filmlerin özünü bozmadan günümüz şartlarına son derece uygun hale getirmeye özen gösteriyorlar.

  Özellikle geçtiğimiz sene vizyon gire The Jungle Book, bu formülü muazzam derece uygulamış hem eleştirmelerin beğenisi toplamış hem de Disney'e muhteşem bir gişe başarısı getirmişti. Beauty and the Beast içinde aynı formülün izlendiğini söylemek mümkün. Genel hatlarıyla animasyonun birebir aynısını izliyoruz. Ufak tefek değişikliklerin başında filmin vizyona girdiği dönemde gündemi belli bir süre meşgul eden eşcinsel karakter olayı var. Hatta bazı ülkelerde vizyon girmesi bile problem olmuştu filmin. Filmi izleyince bu eleştirilerin ne kadar saçma olduğunu gördüm. Filmde kullanıldığı kadar bazı küçük imalardan bile rahatsız olmak gerçekten çok garip.

  Bir yönetmen olarak Bill Condon'ın çok başarılı bir iş çıkardığını söylemek mümkün. Filmin görsel estetiği çok üst düzeyde. Onun dışında sinematografi, sanat yönetimi, makyaj ve görsel efekt gibi teknik dalları kusursuza yakın. Sadece Beast'in bazı sahnelerinde cgi daha etkili kullanılabilirmiş diye düşündüm o kadar.

  Oyuncularda rollerinin hakkını sonuna kadar vermiş. Başta Emma Watson olmak üzere, Luke Evans, Josh Gad ve Kevin Kline gibi live action kadro son derece başarılı. İnsan haliyle Dan Stevens kafamda bazı soru işaretleri oluştursa da Beast olarak muazzam. Sözün özü son derece başarılı bir uyarlama var karşımızda. Kesinlikle kaçırılmayacak bir film.

dean

Free State of Jones



http://www.imdb.com/title/tt1124037/

  Filmin kağıt üzerine çok çok ilginç bir konusu var. Gerçek bir hikayeden uyarlanan film Newton Knight isimli bir kişinin etrafında şekilleniyor. Knight, Corinth Kuşatmasının ardından çiftçiler, köleler ve firariler ile birlikte Jones County isimli bir devlet kuruyor ve Mississippi'den ayrılmaya çalışıyor. Tabi ki bu süreçte, başta kölelik olmak üzere sosyal adaletsizliklerle mücadele etmesi gerekiyor.

  Filmin oyuncu kadrosu Matthew McConaughey, Mahershala Ali, Gugu Mbatha-Raw ve Keri Russell gibi isimlerden oluşuyor. Yönetmen koltuğunda ise Gary Ross var. Yalnız filmin elindeki bu ilginç konuyu ve iyi oyuncuları biraraya doğru şekilde getirememe gibi bir problemi var. Filmin senaryosu inanılmaz derecede zayıf. Kurgu açısından da bir felaket ile karşı karşıyayız. Filmi izlerken bu hikaye ve kadroya yazık olmuş demekten kendimi alamadım.

  Film gişede de çok kötü bir sonuç çıkardı. Film battı. Gary Ross gibi tecrübeli bir yönetmenin bu filmde bu derece hataya yuvarlanacağını tahmin etmezdim. Her şeye rağmen, gerçekten filmin konusu son derece ilginç olduğu ve Matthew McConaughey ile Mahershala Ali ikilisinin bu senaryonun hakkettiğinin çok üzerinde performanslar sergilediği için belki bir şans verilebilir. Yalnız 140 dakikalık uzun süresini de hesaba katmak lazım. Keşke daha iyi yazılmış bir film olsaydı.

kedidiro

 D smart platformunda geçtiğimiz yıl boyunca tanıtımları dönerken benim de heyecanla beklediğim bir film olmuştu fre state of jones... Ve evet aynen dean'ın bahsettiği gibi dağ fare doğurdu. Öncesinde hiç bir ön beklentiye girmeden izleseydim herhalde daha çok severdim. Ama çok sevdiğim bir konuda çok usta oyuncularına rağmen zayıf bir senaryonun elinde heba olmuş bir film var karşımızda

dean

Dracula



http://www.imdb.com/title/tt0021814/

  Bilindiği üzere yeni Mumya filminin vizyona girmesine 10 gün gibi kısa bir süre kaldı. Mumya filmi Dark Universe'e kapı açacak olan film. Bende birazda bunun etkisiyle uzun zamandır aklımda olan ama bir türlü fırsat bulamadığı eski Universal korku filmlerini izlemeye başladım. Tabi bunun içinde ilk durağım 1931 yapımı Dracula filmi oldu.

  1931'de ki Dracula filminden önce aslında yine bir Dracula filmi olan Nosferatu filmi de var. Alman yapımı Nosferatu'da bir Dracula uyarlaması. Ama Bram Stoker'ın ailesinin izni alınmadan yapılmış ve son derece serbest uyarlanmış bir film. Universal'ın Dracula'sı ise yapım hakları alınarak uyarlandı.

  Nosferatu demişken o dönemin alman dışavurumcu sinemasının korku türüne yaptığı etkilere de bahsetmek lazım. Dönemin korku filmleri korku sinemasını şekillendirmesi açısından çok önemli. Başta Nosferatu olmak üzere Dr. Caligari'nin Muayenehanesi, Faust gibi çok değerli filmler var.

  Dracula'ya geri dönersek filmin biraz sancılı bir yapım süreci geçirdiğini görüyoruz. Ekonomik krizini hemen ardından gelen film özellikle bütçe açısından biraz sorun yaşamış. Kitap ile film arasında ciddi farklılıklar var. Bu farklılıkların sebebi ekonomik yetersizlikmiş. Kitaptaki büyük setleri o dönemi Universal'ı sinema perdesine getirememiş. Yine de bu uyarlamanın hikayeye farklı bir tat kattığını söylemek durumundayız. Zaten karşımızda 30'lı yıllar korku filmi furyasını başlatan film var. Bela Lugosi suretinde tarihin en akılda kalıcı Dracula portresi var

  Hazır buradayken 1992 yapımı Bram Stoker's Dracula'yı da anmadan gitmemek lazım. Francis Ford Coppola'nın uyarlaması benim Dracula namına izlediğim en etkileyici filmlerden biriydi. Aşk hikayelerini seven bir insan olarak filmdeki romantizm ve korku unsurlarını çok beğenmiştim. Özellikle yaratılan atmosfer çok başarılıydı. Gary Oldman'da Dracula rolünde son derece etkileyici bir performans ortaya koymuştu.

 

 

dean

Frankenstein



  Dracula'nın ardından yine aynı yıl çıkmış bir diğer efsaneye yani Frankenstein'a geçiş yaptım. Frankenstein'da Dracula gibi bir edebiyat uyarlaması. Aynı Dracula'da olduğu gibi kitaba göre değiştirilmiş, yorumlanmış ve yeniden tasarlanmış bir çok öğe var. Yalnız bu konuda şunu belirtmem lazım ki. Bu filmlerin kitapları uyarlama konusunda hikaye ve alt metin açısından bazı problemleri var. Kitaplardaki hikaye derinliğinden ve alt metinlerden çok uzaklar. Aslında seksen yıl ileriden bakıp böyle bir eleştiri yapmak en hafif tabirle haksızlık olur. O yüzden bunu bir eleştiri değil de çıkarım olarak almakta fayda var.

  Yukarıda yazdıklarıma ek olarak bu filmlerin sürelerinin 70 dakika civarı olması istense bile hikaye derinliğinin ortaya çıkmasını engelleyen bir öğe. 70 dakika gerçekten çok düşük bir süre. Keşke bu filmlerin döneminde daha uzun bir şekilde çekilme imkanları olsaydı. Şunu da belirtmek lazım. Her film kendi döneminin şartlarında değerlendirilir. Ben de bu filmi 30'lı yıllarda sinemada izlemiş bir insan olsaydım eminim ki filmi gördükten sonra sinema çıkışı "alt metin nerede" tipi bir yorum yapmazdım. Çünkü o sırada hayatımda ilk kez gördüğüm bir şeyin etkileyiciliğinin pençesinde olurdum. O yüzden tekrar etmekte fayda var ki yazdığım kötü eleştiri olarak algılanmasın sadece bir çıkarım olarak algılansın.

  Filmin kendisine dönersek yine oldukça başarılı bir şekilde çekilmiş bir film var karşımızda. Filmin yapım süreci bir çok yönden olduğu gibi Dracula ile benzerlikler taşıyor. Frankenstein'ın sinemadan önce bir de Broadway oyunu var. Yanılmıyorsam o oyundan sonra Universal, hakları alıp filmi çekmeye girişiyor.

  Yine Dracula ile benzer olarak Frankenstein'ın da 90'lı yıllarda bir remake'i var. Mary Shelley's Frankenstein ismini taşıyan filme yaratığı Robert De Niro, Victor Frankenstein'ı ise aynı zamanda filmin yönetmeni olan Kenneth Branagh canlandırmıştı. Ben o filmi seyretmedim. Universal canavar filmlerini izleme sürecim bitince muhtemelen onu da en kısa zamanda izleyeceğim.