İlk Macera

Başlatan s.b, 07 Ağustos, 2015, 23:20:16

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

s.b

                 BELLA & BRONCO

Saloonun kapısına yönelen adam biraz sonra başına gelecekleri bilse belki de hemen geri dönerdi, belki...



Çifteden fırlayan saçmalara hedef olmamak için kendini hızla yere atan adam böylelikle hayatını kurtarmış oldu. Çifteyi elinde tutan bayan hiçte kibar birine benzemiyor doğrusu. Az önce canını zor kurtaran adam bayanı savunmak ister ama suratının ortasına darbeyi yiyince yere uzanıverir.



Karşısındaki adam Bella adlı kadının anlattıklarına pek inanmamıştır. Bizim yerde sürünmekten kurtulamayan arkadaşımız ise gene olaya karışmaya kalkışır ama, bu sefer hazırlıklıdır ve darbeden sıyrılır. Üst üste çaktığı seri yumruklarla adamı savurur.




Bay Haselman bu durumdan hiç memnun değildir. Ama dişli rakibi karşısında geri adım atmak zorunda kalır. Bella kendisine yardım eden bu adamla karşılıklı puro tüttürürler. Dolayısı ile bizde onları tanımış oluruz. Bella ve Kızılderili Bronco.



Kuzey-Güney Savaşının yaşandığı zamanda neler olacağı pek belli olmaz. Kasaba bir anda top ateşine tutulur.



Bronco çavuşu esir alarak Bella ile birlikte kasabadan ayrılırlar.



İkilinin amacı, Haselman'ın aradığı Prince adlı haydutun çaldığı altınları bulmaktır. Onlar altınların yerini bulmaya uğraşırken Haselman ve adamları da onları takip etmektedirler.


Altınların saklandığı yeri bulurlar. Ama Prince altınları onlara bırakmayacaktır. Prince altınlarla tüyer. Haselman bir kanun adamıdır ve bizim ikiliyi kodese tıkar.
İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN

s.b

RİNTİNTİN MASKOT




İlk macerada karşımıza tam bir mal olarak çıkıyor bu it oğlu it. Fakat bu ilk sayfada görüneni sakın o zannetmeyin. Bunun adı Fifi VI. Fifi VI kalenin sevilen maskotudur. Bir gün sessiz sedasız ortalıktan kaybolur.



Kale komutanı bir şans manyağıdır. At nalı, tavşan ayağı, dört yapraklı yonca vs. vs. sürekli yanındadır. Aynı zamanda bir köpek sevdalısıdır ve mutlaka bir köpeği olmalıdır. Boşuna dememişler, arayan belasını bulur diye.  İşte o da bu iti bulmuş. İşte Rintintin'in ilk göründüğü kare aşağıda.



Tanışma faslından sonra Rintintin'imiz yeni yuvasına doğru yola çıkar. Daha yoldayken Rintintin'in ne kadar "mal" olduğunu anlıyoruz. Ama Albay bunu bir türlü anlayamıyor. Askerin yediği etin kemiğini suya atmasıyla birlikte bizim "mal" kemik boğuluyor diye suya atlar.




Yolda yaşanan mallıkları atlıyorum. Rintintin o kadar değerlidir ki kaleye gelir gelmez uyuduğu yerde kulübesini inşa ederler.




Neyse, bir süre sonra Rintintin, Albay ve birkaç askerle birlikte Kızılderili kabilesine devriyeye çıkarlar. Amerika Başkanı gelecektir ve Albay bir sorun çıkmaması için uğraşmaktadır. İt oğlu it Albayın verdiği çay molasında kaybolur ve bir Kızılderili köyüne rastlar. Yerde gördüğü örümcekten korkarak totemin tepesine fırlar. O da ne öyle? Totem hık demiş Rintintin'in burnundan mı yoksa rintintin mi totemin burnundan düşmüş bilemiyorum. Ama ikiz gibidirler. Kabile reisine göre durum gayet açıktır.
---Bu ender yaratık yüce manitunun oğlundan başkası değil!



Henüz okumamış olanlar vardır diye bundan sonrasını anlatmayacağım. Manitunun oğlunu merak ediyorsanız okumalısınız.
İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN

rumar80

  Komutan Apaçi Kanyonu macerasindaki Irlanda asıllı komutana benziyor.

s.b

                                                                      JUDAS

Tay Yayınları sayesinde tanıyıp beğendiğimiz eski çizgiromanlardan Judas'ı bilmeyen yoktur herhalde. Bu eski 16 sayılık seriyi Hozcomics dobişko ciltler halinde yayınlayarak tamamlayan ikinci yayınevi oldu. Ben buraya ilk yayıncısı olan Tay'dan alıntılar yaparak ilk macerayı sevenlerine sunuyorum.





                           Yıl 1880. Elinde Winchester 73 tutan adam hedefinin menzile girmesini bekliyordu.
                                     


Silah sesi kayaların arasında yankılanarak kaybolurken hedefteki atlı boğuk bir çığlık atıp karla kaplı geçitte yere yuvarlandı. Adam kendinden emin bir şekilde yere yuvarlanan hedefine doğru ilerledi. Ateş ettiği adamın öldüğünden çok emindi. Yıldırım hızıyla çekilen Colt Frontier'in kara namlusundan saçılan ölümü gördüğünde artık çok geçti. Avcı iken av olmuştu. Başını kaldırıp sert çizgili bu karanlık yüze baktı. Karşısında JUDAS adlıyla tanınan Alan Scott duruyordu.



Bu adam için yasa belindeki tabancasıydı. Adamı yaralı olarak can çekişmeye bırakan Judas gitmek üzere atına atladı. Vahşi hayvanlar tarafından parçalanarak öleceğini bilen adam kendisini öldürmesi için Judas'a yalvarıyordu.
_Atın da vurulsa aynı şeyi yapardın... HAYDİ BAS TETİĞE...
Ve BANG! Adam karların üzerine yığılırken vahşi hayvanların onu parçalamalarının ızdırabını yaşamayacağını biliyordu.




Nat Bristol'ün cesedi karla kaplanırken Judas asıl hedefi olan John Corbertt'in izini bulmak için yoluna devam eder.Tenessee geçidinin eteklerinde kurulmuş olan iki bin nufuslu Leadville kasabasına vardığında gün ağarıyordu. Atını ahıra bırakıp karnını doyurmaya gider. Oteldeki odasında yarasını temizlerken kapının altından içeriye duman girmeye başlar. Hemen çamdan atlayarak odasına çıkan merdivenleri geçip kapıda ateş yakan uyanıkların arkalarına dolanır. İki adam ateş etmek ister ama Judas onlardan hızlıdır. Adamlardan biri ölür. Diğeri ise John Corbett'tir. Onu da şerife teslim ederek telgraf çekmek üzere postaneye gider. Judas'ın telgraf çekeceği Pinkerton Ulusal Dedektiflik Bürosu'nun kurucusu Allan Pinkerton Chicago'daki odasında eniyi ajanlarından Henry Wicher'ı kabul ediyordu. Henry'ye yeni bir görev verir. Bu görevde Judas'la birlikte çalışacaklardır.



İçinde yüz bin altın doların olduğu Iron Mountain demiryolu şirketinin trenine  Missouri'ye kadar korumalık yapacaklardır. Ancak Henry, Judas'la çalışmaktan pek hoşlanmamaktadır. Tren yola çıkar. Haydutlar dolu dizgin trene saldırırlar. Henry ve diğer kanun adamları saldıranlara ateşle karşılık verirken Judas oturduğu kompartımanda bir kadın tarafından etkisiz hale getirilir. Altınları alan haydutlar kadını da yanlarına alarak kaçarlar.



Judas atik davranarak haydutlar kaçarken birini vurur ve atından düşürür. Onu konuşturarak gerekli bilgileri alır ve Henry ile birlikte yola düşerler. Karanlık bastırana kadar atlarının üzerinde iz sürdüler. Gece olduğunda Judas sabaha kadar nöbetteydi. Düşünceler ve anılar onu uyutmuyordu. Dudaklarından bir isim dökülürken gecenin karanlık gölgeleri arasında çok güzel bir kadının hayali belirmişti sanki...
_Vivian... diye fısıldadı bir an. Sabah tekrar yola koyuldular.



Vadiyi geçerken bir kulübeye rastlarlar. İki arkadaş temkinli bir şekilde kulübeye yaklaşırlarken Judas enselenir. Haydutlar tarafından öldüresiye dövülür. Henry'nin sahneye çıkmasıyla işler değişiverir. Ortalık cehenneme döner. İki haydutu öldürürler.



Çalınan altın kasasını kulübede gömülü olarak bulurlar. Henry altınların bulunmasıyla vazifelerinin tamamlandığını düşünür. Oysa Judas diğer haydutlarla birlikte kendisini esir alan kadını da yakalamak ister. Henry'de istemeyerek de olsa Judas'ı yalnız bırakmaz ve tekrar iz sürmeye başlarlar. Yolda karşılarına bir kızılderili çetesi çıkar. Onların da hakkından gelirler. Ama Henry omuzuna bir ok yer.



Judas, Henry'nin yarasını bıçağı ile ateşte dağlayarak kanamayı durdurur ve yeniden iz sürmeye başlarlar. Üç gün sonra yorgun halde bir tabelanın önünde dururlar. 3000 nufuslu Salina adlı kasabaya gelmişlerdir. Altın sandığını bir mağaraya gizleyerek kasabanın yolunu tutarlar.



Kasabaya gelip bir saloona girerler. İçeridekileri dikkatle süzerler ve aradıklarından birisini bulurlar. Adam papucun pahalı olduğunu anlayıp kirişi kırar. Tabi Judas ve Henry'de peşine düşerler. Haydut bir helaya gizlenir ama, kendi arkadaşları yakalanıp konuşmasın diye adamı vururlar. Judas onları fark eder ve cehenneme havale eder.



Çetenin lideri Saunder ve Judas'ın aradığı kadından başka çete elamanı kalmamıştır artık. Kasabada onları bulmak ümidiyle dolaşırlarken Judas aradığı kadını bir randevu evinin önünde fark eder. Kadına doğru ilerlerken kadınlara el kaldıramayacağı gerekçesiyle Henry ondan ayrılır.




Judas kadını yakalar. Kadın cazibesini kullanarak Judas'ı aldatmaya çalışır. Fakat Judas bu oyunlara aldanmaz. Kadını kolundan tutup çekerek götürürken arkadan kafasına aldığı darbe ile yere serilir.




Judas'ın kafasına vurup bayıltan Henry'dir. Ve o kadında Henry'yi terkeden eski karısıdır.
Bundan sonrasını ben anlatmayacağım. Çünkü "büyüyü" bozmak istemiyorum. Lütfen sayfayı okuyunuz.


                               
İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN

aa

HOZ un 5 ciltlik kitaplarını alarak tüm seriye sahip olabilirsiniz.
Esse Gesse Hayranı...

s.b

                                       JİM CUTLAS - ZOR MİRAS




Temmuz 1860. Alabama Kraliçesi Mississippi'nin çamurlu sularını yararak Güney'in derinliklerine ilerliyordu.
Bu sakin yolculuk bakalım ne kadar sürebilecek. Kumar masasının başındaki iki adam birazdan ortalığı çok fena karıştıracaklar.



Ya, demedim mi ortalık karışacak diye. İşte buyrun karıştı bile. Demek ki bir şey biliyoruz da konuşuyoruz. Oyunda hile yapan ihtiyar Johnny Playcart, genç rakibi Jim Cutlas'tan temiz bir sopa yer.



Geminin ambarında tutulan zenci köleler kaçmaya kalkışırlar. Fakat bu teşebbüsleri akim kalır. Kölelerin Sahibi olan Don Clay isyanı başlatan Kızılcık lakaplı kölesini cezalandıracakken Kızılcık nehre atlar. Don Clay kaçmaya çalışan kölesini tüfeği ile vuracakken bir el namlunun yönünü değiştirir. Bu el Jim Cutlass'ın elidir. Böylece kısa sürede 2 düşman sahibi olur genç West Point şampiyonu.



Bir kölenin kaçmasını sağladığı için kamarada hapsedilen Jim gene bir kölenin yardımıyla kurtulur. Fakat gemiden ayrılması pek kolay olacak gibi görünmemektedir. Kaçtığı fark edilince aramalar başlar . Herkes onun nehre atlayıp kaçtığını düşünmektedir. Ama o Lulu adlı kadının eşya sandığı içinde gemiden ayrılmıştır.




Lulu'nun odasından çıkıp aşağıya indiğinde tedbirsiz davranmasının karşılığını alır. İhtiyar Playcart tabancasını Jim Cutlass'ın kafasına dayar. Jim hızlıca elindeki bardağı savurur ve kirişi kırar.



Jim'in Zenci düşmanı Güney'e gelmesinin sebebi miras davasıdır. Amcasından kalan mirası almak için New Orleans'tadır. Fakat mirasta bir hak sahibi daha vardır. Kuzen Carolyn. Ne yazık ki Carolyn'in nişanlısı da oraya gelmiştir. Yani Don Clay. Silah tehdidi altında mirastan vazgeçtiğini yazarken çekmecede bulduğu silahla Clay'ı vurur. Artık yapacağı tek bir şey vardır, topuklamak.



Doğuya doğru at sürmeye devam eden Teğmen Jim Gutlass 15 gün ve 800 km yi ardında bırakarak Güney Carolına'da birliğine katıldı.
Burası limanı savunan kalelerden biriydi. Sumter Kalesi.



Altı ay sonra 12 Nisan 1861'de, dört yıl sürecek ve 600.000'in insanın ölümüyle sonuçlanacak, acılarla dolu bir savaş başlayacak.
Kuzey ile Güney arasındaki iç savaşın ilk büyük çarpışması Sumter Kalesi'nde yaşanacaktı.



Jim savaştan sonra Yüzbaşılığa terfi eder. Ordudan ayrılıp yeniden mirasının peşine düşer. Yolda ufak tefek sorunlarla karşılaşsa da Kuzen Carolyn ile birlikte hak sahibi olduğu çiftliğe ulaşır.



Verimli pamuk tarlaları ve bir yığın kölesi olan büyük bir çiflik iken, savaş sebebiyle mahvolan bir çiftliğe sahip olduğunu anlamak Yüzbaşıyı pek memnun etmez. Üstelik araziyi yok pahasına satın almak isteyen bir şerefsiz vardır; Johnny Playcart.



Çiftliğe sahip olmak için Yargıçıda kendi tarafına çeken Playcart, Jim'i tuzağa düşürerek kiraladığı çeteye öldürtmek ister.



Jim çeteye papuç bırakmaz. Hemen çiftliğe doğru atını mahmuzlar ama çiftlik çoktan zencilerden kurulu çetenin eline geçmiştir bile.



Jim'in boynuna ipi geçirirler. Tam asmak üzereyken zencilerden biri Jim'i tanır.
_Bu adamı tanıdım. Alabama Kraliçesi'ndeki Yanki bu...

Bu söz üzerine çetenin melon şapkalı şefi Jim'e dikkatle bakar.
_Demek o sensin, Hayatımı kurtaran adam. Don Clay köpeğinin beni arkamdan vurmasına engel olmuştun..
Evet, bu lafları söyleyen Kızılcık'tır ve Jim bir kere daha .....  kurtarır.



Jim, Playcart'ı enseleyip Yargıçın karşısına çıkarır. Ama, it iti ısırmaz derler ya, işte o misal.



Fakat Jim en büyük darbeyi Carolyn'den yer. Don Clay tarafından zorla imzalatılan ve mirasını Carolyn'e bıraktığını beyan ettiği kağıt Carolyn'in elindedir. Corolyn talihsiz Jim'e sepet havası çalar ve Yüzbaşımız atına atlayıp tıpış vaziyeti alır.



İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN

s.b

                                            BRENDON - DOĞUM GÜNÜ 31 ŞUBAT


Büyük karanlığın çökmesinden 139 yıl sonrasındayız. Dünya harabeye dönmüş. Kıyamet sonrası hayata tutunmaya devam edenlerin dünyası artık burası. Yer, Yeni İngiltere'deki Bristol şehri.



Eski bir piyanodan yayılan melodi sesi ıssız sokakları dolduruyordu. O sesi takip ederek geceden de daha karanlık olan piyanosunun başında kendini iyice melodilere kaptırmış olan bir adam. Neden sonra adam yalnız olmadığını farketti ve başını çevirdi.




Gelen sırtlanlardan hiç korkmadı. Yabancı değillerdi. Issız dünyasında sahip olduğu arkadaşlarıydı onlar. Başka bir yerde ise pek tekin olmayan işler dönüyordu. Kötülüğü kendilerine amaç edinmiş olan bir topluluk vardı.



Bir çift gözün kendilerini izlediğinden ve üzerlerine çevrili namludan habersizdiler. Veya öyle görünüyorlardı. Ansızın çakan kırbaçın sesiyle silahı elinden uçan gencin artık ortaya çıkma zamanı gelmişti. Delikanlı hiçte korkmuşa benzemiyordu.
--Brendon D'arkness'im, dedi buz gibi bir sesle. "Ve çok uzaklardan geliyorum" diye de ilave etti.
(YÜRÜ BE KOÇUM KİM TUTAR SENİ) -Öhm mevzuyu sulandırmayalım lütfen-.



Brendon hepsini karanlık geceye gömüp yoluna devam edecekken duyduğu sese yönelir. Yüzü demir bir maske ile kaplanmış çıplak bir kadınla karşılaşır. Kim olduğunu, nereden geldiğini ve orada ne yaptığını bilmeyen bir kadın. Brendon Falstaff adlı atına biner ve kadını da bir ata bindirerek birlikte yola devam ederler. İsimsiz kadının "buralar niye böyle harap" sorusunun üzerine Brendon anlatmaya başlar.

-- Karanlık... Mmm işte her şey orada başladı. Gökyüzündeki karanlıkta... Eski Çağın tarihiyle 2029 yılında, evrende başıboş gezinen devasa bir kaya dünya ile çarpışacaktı. O devirde bilim günümüze kıyasla çok daha gelişmişti.Kayayı binlerce parçaya ayıracak güçte kocaman mermiler fırlatıldı uzaya. Oluşan parçalardan kimi uzayın boşluğunda yitip gitti. Ama çoğu yeryüzüne düştü. V e etrafı bir ateş tufanı sardı. Felaket dünyanın her köşesini yerle bir etti. Patlamalar, depremler, yangınlar oldu...Akkor halini alan cisimler, küllerle beraber gökyüzüne savruldukça güneşten bile daha çok parlıyorlardı.Bitmek bilmeyen bir gece yaklaşık bir yıl boyunca tüm dünyayı kuşattı. Karşı konulmaz bir soğuk dalgası da cabasıydı.




"Enerji kaynakları kısa sürede tükeniverdi. Şiddetin ve çılgınlığın en vahşi örnekleri her yerde yaşanır oldu. Adeta tüm insanlık aklını yitirmişti. Sadece aklını değil, acıma duygusunu da. Karanlıhın hem gökyüzünde, hem de insanoğlunun benliğinde hüküm sürüdüğü bu döneme BÜYÜK KARANLIK adı verildi."
Maskeli kadınla birlikte New Hope adlı şehre gelirler. Brendon yaşlı bir kadına uğrar. Kadın, kızını kaçıranları bulması için Brendon'dan yardım istemiştir. Fakat kızını kaçıranlar onu işkence yaparak öldürmüşlerdir. Brendon'da hikayenin başında o çeteyle karşılaşıp hepsini cehenneme yollamıştı. Yaşlı kadın Brendon'a ücretini ödemek ister ama, Brendon kabul etmez.




Brendon kızı tanıdığı bir doktora götürür. Muayene eden adam kızın 19-20 yaşlarında ve yüzündeki maskeninde cerrahi bir operasyonla yerleştirildiğini söyler. Bu arada yaşlı kadında pençe darbelerine maruz kalarak vahşice katledilir



Brendon daha sonra kızı Syrus adlı bir arkadaşına götürür. Tuhaf bir yeteneği vardır bu adamın. Gerçekle hayal dünyası birbirine karışmıştır.
Kızı elinden tutar ve harabe haldeki sinemanın sahnesinin karşısına getirir. Kızdan film makinesinin kolunu çevirerek çalıştırmaya başlamasını ister. Ve inanılmaz bir şey olur. Sinema perdesine kadının hayatı yansır. Geçmişini bir filmi izler gibi izlemeye başlar. Görüntülerde simsiyah piyanosu olan adam vardır. Hani şu maceramızın başındaki adam. O adamın itmesiyle çamdan aşağıya düşüp yüzü parçalanmıştır. Ve bu 150 sene önce olmuştur...




Syrus öldürülmüştür. O da tıpkı yaşlı kadın gibi pençe darbelerine maruz kalmıştır. Ve yamyam olan çöl halkı bunu Brendon'un yaptığını düşünür. Syrus onların dostudur ve hesabını Brendon'a soracaklardır. Tabi karınlarını doyurmaya kızdan başlamak isterler. Brendon onlara "yapmayın etmeyin abiler inanın bu b*k* biz yemedik. Elinizi ayağınızı öpeyim bizi ham yapmayın" desene dinleyen olmaz. O da günah benden gitti deyip "ulan sizin hepinizin gelmişinizi geçmişinizi bip...bip....biiiiiiiiiiip" deyip cehenneme havale eder.



Syrus'u gömüp oradan ayrılırlar. Brendon'un evine daha doğrusu şatosuna gelirler. Brendon'un Büyük Felaket'ten kurtulmuş bir de robotu vardır. Mutfak ve ev işlerinde uzman bir robot. Adı Christopher. Çok marifetli ama bir o kadar da gevezedir.



Maskeli kızın sorusu üzerine Brendon kendisini anlatmaya başlar. "Çok çok uzaktan geldim. Yeni İskoçya'daki Stone Heaven2dan geldim. Yani beşyüz mil öteden. Kara Ay'ın tırpanını takip etmek için oradan ayrılışımın üzerinden onbeş yıl geçti. Kara Ay'ın tırpanı İngiltere'deki en güçlü tarikatın sembolüdür. Yani doğaüstü güçleri iktidar kaynağı olarak gören ve bu iktidara ulaşmak için her şeyi yapabilecek bir cemaatin... Hatta bir iddiaya göre , Büyük Felakete yol açan kişilerde de bu tarikatın ilk rahipleriymiş. Kara Ay'ın tırpanı annemi ele geçirmişti.Ve beni ondan sonsuza dek ayırdılar. Neden öldürüldüğünü bimiyorum. Tek bildiğim, henüz oniki yaşımdayken bir başıma kaldığımdı... Böylece Yeni İngiltere'nin dört bir köşesinde o sembolü aramaya koyuldum. Ve çok garip şeylere tanık oldum. Çoğu insanın hayal bile edemeyeceği şeyler.



Brendon sonunda piyano seslerinin yayıldığı yere ulaşır. Brendon zor durumdayken maskeli kadın gelir.Adamın dikkatinin dağılmasını fırsat bilen Brendon elindeki silahı düşürür ve adamı biraz hırpalar.



İki eski aşık yeniden birliktedirler. Adam maskeli kadına olanları anlatmaya başlar.



Maskeli kadın, eski sevgilisiyle birlikte bu izbe yerde yaşamayı ister ve Brendon ile vedalaşırlar.
Yaşlı kadın ve Syrus'u öldüren pençeliyi anlatmayacağım. Onu kitabı okuyarak öğreniniz lütfen.
İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN

s.b

                                     DYLAN DOG-YAŞAYAN ÖLÜLERİN ŞAFAĞI                             
                               


Bir kadın dehşet içinde kapıya doğru koşuyordu. Arkasından gelen ölümden kurtuluşu yok gibi görünüyordu. Kapı açılmayınca çareyi kendini tuvalete kilitlemekte buluyor(böyle bir durumda yapılacak en iyi hareket budur, korkudan sızdırmamak elde değil tabii. Aklınızda olsun; böyle bir durumla karşılaştığınızda önce tuvalete gidip rahatlayın. Sonra kaçmaya devam...).
Kapıyı kıran adam(olum sen adam madam değilsin şerrefsiz) Sybil'in yalvarmalarını dinlemez ve saldırır. Sybil elindeki makası bu şerefsizin alnına gömerek kurtulur




Aradan bir hafta geçer. Sybil, İmkansızlıklar yok lan o başka bir lavuktu, Kabuslar Dedektifi Dylan Dog'ın kapısına gelir. Zili çalar ve işte karşınızda espirili Groucho.



Ardından Dylan Dog'la da tanışır. Tabi bizlerde.



Kadın, Dylan'a kocasını neden öldürdüğünü anlatmaya başlar.
"Bildiğiniz gibi John ünlü bir biyologdu ve aylardır İskoçya'da bir diğer bilim adamıyla beraber araştırmalar yapmaktaydı. Geçen hafta ansızın karşıma çıktı. Hastaydı, inanılmaz derecede ateşi vardı.




Bu sırada Sybil'in kocasının otopsisini yapan doktor büyük bir tehlikeyle başbaşadır. Zombi virüsü yayılmaya başlamıştır.



Karanlık bir gölge hastanede dolaşmaktadır ve çıkardığı yangınla hem doktoru hemde virüs bulaşanları yakarak yok eder.
Dylan, Groucho ve Sybil birlikte bindikleri trenle İsoçya'ya doğru yola çıkarlar.




Bu yolculukta bir de misafirleri vardır. Hastaneyi yakan gölge, Xabaras.



Xabaras'ı atlatıp yollarına devam ederler. Trenden indikten sonra araba kiralayacak kadar paraları olmadığından yollarına bisikletle devam etmek zorunda kalırlar.



Hedeflerine ulaştıklarında Xabaras'ı bir cesede ilaç enjete ederken bulurlar. Xabaras, Sybil'in kocası ile deneyler yaptıklarından bahseder. Ve şimdi Dylan'ı öldürüp diriltecektir.



Xabaras'ın elinden canlarını kurtaran dostlarımız yeniden bisikletlerine atlayıp hızla malikaneden uzaklaşırlar. Fakat içinden geçmek zorunda oldukları köy halkı tamamiyle zombilerden oluşmaktadır.



Köyün mezarlığından bile zombiler çıkar. Ve dostlarımız yakalanırlar. Üçü birden sedyelere bağlanırlar. Xabaras tam şırıngayı zerkedecekken Dylan son bir kez şansını denemek ister.
"Klarnetimi son bir kez çalmak isterim." der.




Şu işe bakın ki isteği kabul edilir ve bir dümenle gö.. pardon, paçayı kurtarırlar.

Eh Dylan'ın hangi amaç için gittiğini tahmin ediyorsunuzdur.
İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN