Ülkemizde Fumetti ölüyor mu?

Başlatan Ralph, 14 Ekim, 2015, 23:16:09

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Animvader

Şimdi fumettiler Amerika'da satmaz çünkü zaten fumettiler çoğunluğunda orjinal fikir barındırmayan, Amerikan popüler kültürünün film,kitap,dizi v.s. bütün öğelerini harmanlayarak kullanan çizgiromanlar.Bunları okumak bize, İtalyana ilginç gelebilir de zaten kaynağı olan yere türlü klişelerle harmanlayarak satamazsınız.Bunları da fumetti okumaktan zevk alan, Dylan Dog, Nathan, Hikayeler, MM, Volto-Shangai seven ve toplayan birisi olarak yazıyorum.

Fumettilerde mantık basittir genelde DD-Korku, NN-Bilimkurgu, Tex/Zagor-Western, MM-Von Danieken+Indiana Jones.Zaten bizde yayınlanan sayılardaki iç kapak yazılarında o sayının nerelerden "esinlendiği" de gayet güzel ortaya koyulur.

Hele bir de siyah-beyaz olunca zaten yeni okuyucuya hitap etme şansı çok düşük oluyor.

Ralph

Alıntı yapılan: Animvader - 15 Ekim, 2015, 16:46:13
Şimdi fumettiler Amerika'da satmaz çünkü zaten fumettiler çoğunluğunda orjinal fikir barındırmayan, Amerikan popüler kültürünün film,kitap,dizi v.s. bütün öğelerini harmanlayarak kullanan çizgiromanlar.Bunları okumak bize, İtalyana ilginç gelebilir de zaten kaynağı olan yere türlü klişelerle harmanlayarak satamazsınız.Bunları da fumetti okumaktan zevk alan, Dylan Dog, Nathan, Hikayeler, MM, Volto-Shangai seven ve toplayan birisi olarak yazıyorum.

Fumettilerde mantık basittir genelde DD-Korku, NN-Bilimkurgu, Tex/Zagor-Western, MM-Von Danieken+Indiana Jones.Zaten bizde yayınlanan sayılardaki iç kapak yazılarında o sayının nerelerden "esinlendiği" de gayet güzel ortaya koyulur.

Hele bir de siyah-beyaz olunca zaten yeni okuyucuya hitap etme şansı çok düşük oluyor.

Eleştirilerinize kısmen katılıyorum. Yeniliklere sanırım bu yüzden yöneliyor zaten Bonelli. Ancak şunu anlayamıyorum yeni okurda, Yahu bu siyah beyaz size ne etti kardeşim? Siyah ve Beyaz renk değil mi yani :( Ayrıca Yürüyen Ölüler de "renkli" sayılmaz.

Eskiden siyah-beyaz film tutkunları vardı. Onlardan biri de benim. Alfred Hitchcock'un dizisini, filmlerini defalarca izledim. Siyah-Beyaz her zaman farklı bir atmosferdir. Niye bir tarz olarak değil de eksiklik olarak görülüyor yeni nesilde anlamak mümkün değil.

Bakalım Bonelli ne kadar direnecek. Sanırım gün gelecek çizgi romanların hepsi "renkli" olacak..

xmenac

Siyah beyaz film ile çizim arasında çok fark var. Uzun soluklu okumalar esnasında siyah beyaz çizgi romanlarda ben yoruluyorum şahsen.

Ortada renk söz konusu olmayınca, detaylara yer vermek için gereğinden fazla çizgi kullanılıyor. Hal böyle olunca kimi zaman tüm detayların farkedilmesi güç bir çizim ortaya çıkıyor.

pearl jam

Alıntı yapılan: Ralph - 15 Ekim, 2015, 11:58:37
Söz meclisten dışarı ama taytlıların Süper Kahraman şurubu içip, birbirlerini duvardan duvara vurmasına tercih ederim fumettiyi(comicsi çok severim yanlış anlaşılmasın)


Ben de sevdiğim fumetti kahramanlarını aksiyon dolu taytlı süper kahraman hikayelerine tercih ederim ama işte dar kalıplar burada ( amerika'da ) yok. klasik süper kahraman hikayelerinin yanında klasik olmayan süper kahraman hikayeleri de,  vertigo - image comics gibi sanatçıların çok daha özgür üretim yapabildikleri yayınevleri de çok daha marjinal işler çıkaranları da mevcut. Çeşitlilik var; daha geniş bir özgürlük alanı var.

Fumetti de güçlü bir gelenek mutlaka ama işte siyah beyaz olacak, gerçekçi çizgiler olacak ( bir de kahraman biraz melankolik olacak mutlaka ;) vs ). bir sürü kalıp var dışına çıkamayacağın. ne kadar az özgürlük o kadar az yaratıcılık..mutlaka bu tekdüze tarzı seven de var ve olmaya da devam edecek ama dünya çapında popüler olması ( en iyi zamanlarında olamamış ) imkansız. 

Son olarak; umarım fumetti burada daha uzun yıllar yayımlanmaya devam eder ama artık hakim ekol olduğu zamanlar ( nihayet :) ) geçti.   

Ralph

Alıntı yapılan: Pearl Jam - 15 Ekim, 2015, 19:58:59
Ben de sevdiğim fumetti kahramanlarını aksiyon dolu taytlı süper kahraman hikayelerine tercih ederim ama işte dar kalıplar burada ( amerika'da ) yok. klasik süper kahraman hikayelerinin yanında klasik olmayan süper kahraman hikayeleri de,  vertigo - image comics gibi sanatçıların çok daha özgür üretim yapabildikleri yayınevleri de çok daha marjinal işler çıkaranları da mevcut. Çeşitlilik var; daha geniş bir özgürlük alanı var.

Fumetti de güçlü bir gelenek mutlaka ama işte siyah beyaz olacak, gerçekçi çizgiler olacak ( bir de kahraman biraz melankolik olacak mutlaka ;) vs. bir sürü kalıp var dışına çıkamayacağın. ne kadar az özgürlük o kadar az yaratıcılık..mutlaka bu tekdüze tarzı seven de var ve olmaya da devam edecek ama dünya çapında popüler olması ( en iyi zamanlarında olamamış ) imkansız. 

Son olarak; umarım fumetti burada daha uzun yıllar yayımlanmaya devam eder ama artık hakim ekol olduğu zamanlar ( nihayet :) ) geçti.

Tabi ki işin şakası bir yana Comicslerin bir kalıbı yok. Bambaşka şeylerle karşınıza çıkabiliyorlar. Özellikle Image ve Vertigo güzel örnekler. Fumettinin en büyük sorunu karakterlerin çoğunun önceden kestirilebilir hal ve hareketlerde bulunması.(Martin Mystere, Dylan Dog, Brendon liste uzar) Manfredi'yi hariç tutalım elbette. Köstebek Bey geçen bir fumetti için "600 satış barajını aşarsa bakarız duruma." yazmıştı. Cidden çok üzüldüm. Eleştirilecek çok yanı var fumettinin ama bu duruma düşmeyi de hak etmedi bence. Bu arada Bonelli şu çizim işinde biraz çeşitliliğe gitse hoş olur sanki.

Son cümlen kalbime bir ok gibi saplandı :) Ama sanırım aslan kocadı artık. :)

pearl jam

Alıntı yapılan: Ralph - 15 Ekim, 2015, 20:05:18

Son cümlen kalbime bir ok gibi saplandı :) Ama sanırım aslan kocadı artık. :)

otuzbeş yaşındayım otuzdörtbuçuk yıldır hakim ekol fumettiydi. sanırım artık doydum  :)

Ralph

Alıntı yapılan: Pearl Jam - 15 Ekim, 2015, 20:27:13
otuzbeş yaşındayım otuzdörtbuçuk yıldır hakim ekol fumettiydi. sanırım artık doydum  :)

Hakim ekol olayını kaybetmesi doğal saydığınız nedenlerden hatta güzel. Ancak ben 5 yılın sonunda artık Fumetti okuyamayacağımın korkusuyla yşıyorum. Çizgi roman stışlar zaten çok yüksek değil ülkemizde. Fumetti iyice dibe vurursa hiçbir yayınevi bu riske girmez herhalde.

Mrtekin

Türkiye'de Teks ve Zagor haricinde hepsi maliyetlerini karşılayamadıkları için zaten dipteler gibi. Birkaç sene içinde de fumettinin artık piyasadan iyice çekildiğini görürüz.

Fumetti artık limitli serilerle yoluna devam etmek zorunda. Bonelli de bu gerçeği az buçuk anladı. Ama bizim Türk okuyucuları olarak maalesef bu limitli serileri de artık okuma fırsatı bulabileceğimizden hayli şüpheliyim.

Ne olursa olsun, şahsen siyah beyazın zevkini hiçbir şeye değişmem.
They drew first blood...

shiroyasha

Yalnız bu fumettilerde eleştirilen klişe, tekrar ve çalma olayı comics lerde ve mangalarda da bol bol var. Mesela süper kahramanlara ve düşmanlarına baktığımızda birbirine benzeyen hatta direk kopyala yapıştır birçok kahraman var. Hikayelere bakarsanız birçok klişe ve tekrar var. Örnek vermek gerekirse bu kahramanları öldürüp öldürüp diriltme olayı çok sıktı artık :(

Mangalarda ise son dönemlerde ecchi ve harem fırtınası var.  Shonen 'ler zaten hep klişe ve dragon ball özentisi ;) Gintama 'yı okuduysanız yada izlediyseniz görmüşsünüzdür bu klişelerin ve tekrarların dalgasını çok geçer :D çalmanın kralını yapar :P

Ama yinede çok satarlar ;) çünkü pazarlamasını iyi yapıyorlar ;) zamana iyi ayak uyduruyorlar ;) Okuyucu tercihleri ve isteklerine göre kendilerini şekillendiriyorlar ;)



ferzan

    Ben de fumettinin günümüzde yaygın algılanışı ve genel çerçevesi üzerine, bu konu hakkında birşeyler söylemek istiyorum...

    Öncelikle belirtmek isterim ki, ekol ayırt etmem...İyi bir hikaye ve o hikayeye layık bir görsel uygulamadan gayrısı beni ilgilendirmez...Kalite anlayışım ne salt çizime, ne de hikayeye bağlı değildir...Her ikisi ortak noktada birleştiği anda benim gönlümde yer eder...Yani çizgi romanın çizgi roman olmayı becerebildiği, hem görsel ve işitsel sanatlara, hem de yazınsal sanatlara isabetli göndermeler yapıp genel sanının aksine kendi farkını ve birikimini ortaya koyduğu anlara bayılırım...Çizer olmama rağmen sırf çizgilerinin güzelliği için çizgi roman almam...Mümkünse hikayeye uygun çizgileri, yerinde iniş çıkışları tercih ederim...Çizgi önemsizdir de demem, salt hikayesinden ötürü de çizimleri uyum sağlayamamış bir eseri de üzülerek elerim...

    Bir süre önce, hayatım boyunca okumayı beklediğim ve beğenimde dönüm noktası oluşturacak olan birkaç eseri o ya da bu şekilde okuyup zaten kolay kolay birşey sevemeyen kibirli beğenimi zirve noktasına çıkarıp çizgi roman ile alacak - verecek durumumun kalmadığı bir anda bir boşluğa düştüm...Çocukluğumda, elime ara sıra geçen fumetiler, frankofonlar, ucundan giriş yapıp uzun yıllar uzak kaldığım mangalar, frankofonlar, Türk çizgi romanları ve saireler ile oldukça geniş yelpazede bir beslenme ve karşılaştırma fırsatım oldu...Ne az, ne de çok...Biraz ondan, biraz bundan...Ahkam kesip genel anlamda ayırdına varacak ve üç beş kelam edebilecek kadar...Sonrasında zaten o kısıtlı birikim bile yetmez oldu ya, o da ayrı mesele...İnsan gelişme çağındayken bazı çok sevdiği şeyleri gözünde abartabiliyor, belki o kadar iyi olmayan birşeyi sırf kendi duygusal bağından ötürü çok çok iyi sanabiliyor...Ama bugün ben, gelişimini tamamlamış kıdemli ve adanmış bir okur olarak beğenilerimi son derece objektif ve tarafsız bir şekilde değerlendirebilme şansına sahip olduğumu düşünüyorum...Buradaki hemen hemen herkesin de olduğu gibi...Zamanında neyi geçmiş nostaljisi ve hatırlattıklarından ötürü sevdiğimi, abarttığımı, bu abartıyı ne denli hakedip haketmediklerini büyük ölçüde görüp analiz edebiliyorum...

    Bir üstteki paragrafta, okumam gerekeni okuyup yeterince tatmin olduğumdan bahsetmiştim...Dönem dönem forumda da vurguladım bunu...Pek çok sevdiğim üretici var ama bazıları benim çizgi roman okurluğu tarihimde ayrı bir yere sahip...Beğenilir ya da beğenilmez ama, benim kalite anlayışıma hitap eden üreticilerden ilk aklıma gelenleri yazmam gerekirse; Garth Ennis, Jason Aaron, Roy Thomas, Giancarlo Berardi, Gianfranco Manfredi, Hugo Pratt, Antonio Segura, Robert Kirkman, şu an için ilk anda hatırladıklarım...Sevdiğim pek çok üretici var, pek çok eser var, bağımsızlar var, alternatifler var, yerliler var, ama çizgi romandan daha fazla zevk almamı sağlayıp beni tutkulu bir okur olarak kendi içimde şımartan başlıca üreticiler bunlar...

    Çizgi romana uzunca bir ara verdiğim dönemim oldu...Üniversite yıllarıma tekabül etti ve bu dönemde aldığım çizgi romanların sayısı 5-6 senelik bir dönemde 30'u geçmemiştir...Bir parça bütçe, bir parça da bıkkınlıktan ötürü...Vaktiyle bana devredilen bir takım Tay dönemi ciltleri, Lal'in ilk zamanları, Alfa'nın son dönemi, bazı bazı elime geçen frankofonlar, gazetelerden, dergilerden ve tek tük albümlerinden takip ettiğim yerli eserler ve en hararetli dönemini lise yıllarımda tükettiğim Arka Bahçe ilk dönemi Marvel çizgi romanları ile 1991 'de, 4 yaşlarımda başlayan, 1999 - 2005 arası en bilinçli sayılabilecek sürecini yaşayan çizgi roman okurluğumda bir dönemi kapatmıştım ve  2005-2007 dönemiyle birlikte istisnalar harici uzunca bir mola vereceğim dönemim başladı...

    20'li yaşlarıma geldiğimde artık ne Zagor, ne Teks, ne Batman, ne Spider Man, ne X-Men, ne Blueberry, ne de başka birşey okumak istemiyordum...Marvel ve DC'den kendi kendimi mezun etmiştim...Klasik Wolverine gibi, Ken Parker gibi, Büyülü Rüzgar gibi, Hellboy gibi her daim gönlümde yeri başka olan çizgi romanlarım bakiydi elbet...Yeteri kadarını okudum, daha fazlasına ne gerek demiştim...Üstelik çok da baymıştı artık...Aynı şeyler Zagor, Teks ve diğer fumettiler için de geçerliydi...Bonelli şablonları belliydi ve bana daha farklı şeyler vaad edemezlerdi...Okuyacağım kadarını okumuş, zevk alacağım kadarından zevk almıştım zaten ve o dönemi de kapatma vaktiydi...Aralarda okuduğum ve bir şekilde bıraktığım, ama bende güzel anıları olan Martin Mystere, Nathan Never, Mister No ile de artık başka bir hayatta kucaklaşır, yarım kalan maceramıza devam ederiz diye düşünürdüm...Frankofonların büyüsünden de çabuk sıyrıldım...Manga ise henüz girişmek istemediğim bambaşka bir alemdi ve bugünkü kadar da çeşit yoktu...Hatta ilk ve tek mangamı Takvim Gazetesi 'nden okumuştum...Battle Angel Alita, namı diğer Gunmn... :)

    Hal böyle olunca çizgi romandan uzaklaştım...Aralarda Hellboy ile, Büyülü Rüzgar ile, Corto Maltese ile, Ken Parker ve nadiren Dylan Dog ile ara ara depreşen çizgi roman açlığımı hızlıca bir atıştırma ile giderirdim...Güncel yayınları takip etme derdim yoktu, eskilerimi dönüp dönüp okurdum...2010 gibi ancak başlayabildim ucundan kıyısından güncele göz atmaya...Çok kısa bir zaman sonra da kibirli beğenim, Scalped ve Preacher gibi çizgi romanlarla tanıştı, bunlara Punisher Max ve birkaç bağımsız daha eklenince çizgi romandaki ikinci doğuşum başladı...Bir müddet sonra Türkçe'de de basılacak olan bu eserler, özellikle Scalped benim için dönüm noktası gibi birşey oldu...O dönemler yoğun bir hikaye tüketicisiydim ve çizgi romandan ziyade kitap, film ve dizi ile bu açlığımı bastırırdım ama çizgi romanda da okuyacağım kendimce en kaliteli şeyleri okuduktan sonra bu ayarda eserleri her zaman bulamayacağımı üzülerek farkettim...Ana akım sevmiyordum ama sırf ana akımdan bağımsız olacak diye de antin kuntin şeylerle de ömür geçmiyordu...Oysa Jason Aaron, Garth Ennis gibi bilmediğim yazarlarla tanışmıştım ve geçmişteki Berardi ve Manfredi hayranlığım üzerine bu isimler de listeme eklenmiş oldu...Ama sonuç belliydi...Ben şablonlarından sıyrılmış, salt kaliteli ve koşulsuz eserler arıyordum ve böylesi de 10 yılda bir ya geliyordu, ya gelmiyordu...Oysa çizgi roman açlığım yeniden depreşmeye başlamıştı...Dolayısıyla o çok bilmiş, kendini bir halt sanan kibirli beğenim dumura uğradı ve bambaşka bir reaksiyon gösterip bir anda başka bir yola girdi...Başından beri çok peşin hükümlü davrandığım ve 25 yaşımdan sonra, 30'uma yaklaşırkenki salim kafayla bazı eserlere yeniden şans verip bir daha değerlendirmem gerektiğini düşündürdü...

    Hayattan çok fazla şey beklemeyen, neyi hakedip neyi haketmediğini bilen, şartlar dahilinde durması gerektiği yerin ne olduğunu bilen mütevazi şahsımı memnun etmeye yetecek bir iş ve gelir sonrası iki yıllık bir boşluktan sonra 2013 sonu itibariyle manyak gibi çizgi romanlara saldırmaya başladım...Hiçbir beklentim kalmayan comics ve frankofonların yanı sıra, fumettileri de enteresan bir şekilde toplamaya başladım...2014 bahar ayları itibariyle de tamamen kontrolden çıkıp koleksiyonerliğe tam anlamıyla adım atmamı sağlayan bir sürece girdim...

    20'li yaşlarım öncesinde okuduğum Teks'lerle dönüşüm başladı fumettiye...Değişen birşey yoktu, Teks, Teks şablonundaydı ama aradan geçen yıllar içerisinde birşey farketmiştim...Kendi yaşam tarzımdan da hareketle şunu öğrenmiştim ki; kısıtlamalar ve sınırlar, bazen özgürlük ve serbestlikten daha ilham verici olabiliyormuş...Kendi içindeki kalitesine rağmen, ekolü dahilindeki şablonlarından ötürü biletini kesip gram zevk almadığım Teks ile yeniden münasebetim bu mantık ile başladı...Onu diğer fumettilerim sırasıyla takip etti...

    Bazen birşeyleri patlatır ya da serbest bırakırsınız...Önü ve çevresi açık ise sonsuzluğa kadar gider...Serbestlik öylesine engin ve sonu gelmez bir çekiciliğe sahiptir...Ama etki, yalnızca hatları belli olmuş alanlar için geçerli bir durumdur...Bir mermi ya da çığlık düşünün...İkisinden birini boşluğa saldığınızda sonsuzluğa kadar yolu vardır manen...Ama maddeten, mermi bir noktadan sonra fiziğe yenik düşerek mesafe ve çekim yasası orantılı bir biçimde yolculuğunu sonlandırır...Çığlık da herhangi bir engelle karşılaşmadığı sürece yankıya dönüşmez, hiçlikte yiter, azalarak biter...İnsan ömrü de, yaşam da böyledir...Hiçbirşey sonsuza kadar gitmez, baki kalmaz...Herşeyin bir müddeti, yani bir sınırı vardır...Ölüm, yaşlanma, yer çekimi, doğa ve saymakla bitmeyecek pek çok şey bu sınırları teşkil eder...Dolayısıyla sanatta ve edebiyatta da hakiki serbestlik yoktur...Sınırlar esneyebildiğince esner ama çemberin dışına çıkma gibi bir durum olamaz...Bir insanın tasarlayabileceği maksimum şey, kendi yaşamı sürecindeki bilgi ve gözlemine dayanabilir ancak...Bir sanat tasarımcısının, bir edebiyatçının tasarlayabileceği en uçuk yaratığın bile illa gözü, ağzı, uzuvları ve gövdesi vardır...Bunun dışında birşey üretemez, çünkü yaşamdan aldığımız, doğadan aldığımız ilham en fazla asıl biçimi bozmaya yöneliktir...Ötesinde sıfırdan birşey yaratmaya imkan tanımaz...O sebeple uzaylı tasvirlerimiz hep bizim gibidir...Bizlerin çarpıtılmış varyasyonlarıdır...Ya da envai çeşit yaratık, doğadaki diğer canlı türlerinin çarpık birer kombinasyonundan ibarettir...

    Bu yüzden yaşamda ve sanatsal bakış açımda temel inancım sınırlara dayanır...Sınırların, şablonların olmadığı bir alan yoktur...Yalnızca ilk anda bize sınırsız gibi gözüken alanlar vardır...Biz tüm mücadelemizi bir sınır içerisinde veririz...Ama sınırsızlık içinde değil...Bir sınırdan çıkıp daha bgeniş bir sınıra geçmek isteriz sadece...Bunu da sınırsızlık zannederiz...Hapis, kısıtlayıcı bir etkendir ama sivil yaşamdaki sorumlulukların da bizleri azad edilmiş kıldığı söylenemez...Ya da başımıza biri bir silah dayarsa, o an ölmek istemeyiz haliyle...Eninde sonunda öleceğizdir ama o an, normal olmayan bir şekilde olmasını istemeyiz bunun...

    Bazen şartlar, bir çiftçiyi lider yapabilir, kitlelerin kaderini eline bırakabilir ya da tarihin en büyük devrimcileri arasına sokabilir...Ya da doğuştan bazı üstün özelliklere sahip birini, sessiz sedasız bir yaşam bünyesinde pasivize edip potansiyelini harcayabilir...Şartlar, bizi sürükler ve olduğumuz ya da olamadığımız şeyler haline getirir...

    Tüm bunlardan ötürü, kendi olgunluk sürecimde, dünya görüşümü ve estetik bakış açımı şekillendiren temel unsur sınırlar ve kısıtlamalar olduğu için, beğenilerimde ikinci bir evreye geçmiş oldum...Herşeyi bir kez daha, daha olgun ve az daha yaşamı tanıyan bir gözle değerlendirme sürecine girdim...Elbette çok da zeki ve yetkin bir adam olmadığımdan, bu sürecimi yalnızca mütevazi tutkum üzerinde tatbik edebildim...Yani çizgi roman konusunda... :)

    Bana göre serbestliğin sınırı yoktu ve bu durum, bir müddet sonra fazlasıyla sıkıcı olmaya başladı...Serbestlik adına milyarlarca varyasyon üretilebilirdi ve bu beni artık erken gençlik dönemimdeki kadar heyecanlandırmıyordu...Oysa insan, temelde bir odağa ihtiyaç duyar...Üstelik en enteresan üretimlerin belli şablonları, o şablonların koruyucularına dahi hissettirmeden tepetaklak etmesiyle çıkabildiğine bazı bazı tanık olmuştum...Bunun dışında hiç işlenmemiş bir konudan ziyade, fazlasıyla işlendiği halde sıradışı bir yaklaşımla ele alınıp sanki ilk kez sunuluyormuşçasına insanın kanını kaynatan eserlere daha fazla saygı duymaya başladım...Özgürlük, serbestlik ve keşfedilmemişlik, yerini yavaş yavaş özgün yaklaşımlara bırakmaya başlamıştı bende...Marifetin sıfır noktasından başlayan ve hiç yapılmamış bir şeyden ziyade, fazlasıyla yapılıp tüketildiği düşünülen unsurlara getirilen bambaşka yaklaşımlar olduğuna inanır oldum...Bu, aynı zamanda sınırlar ve şablonlar üzerine olan kişisel bakış açımı da tutarlı bir şekilde destekliyordu...

    Teks'in Oğlak dönemi son 5-6 cildiyle yeniden başlayan sürecim, beraberinde Julia'yı bana getirdi...Lise'de bir kez okuduğum ve pek de beğenmediğim Julia, bu kez gözüme başka görünmüştü...Audrey Hepburn'ü biliyordum artık ve Ken Parker gibi bir şahesere imza atan Berardi'nin zorlama bir şekilde feminenlik taslamayan, naif yaklaşımına şahit oldum...Julia'nın bir erkek yazarın elinden çıktığı belliydi ama olabildiğince naif ve acı ile tatlıyı çoktan ayırt etmiş, yaşamı çözmüş, kadına olan saygısı ve yaklaşımı belli bir erkeğin elinden çıkma hissi oldukça farklıydı...Polisiye anlamda bir beklentim ya da ters köşe umudum yoktu...Zaten polisiyenin feriştahı vardı etrafta...Julia'dan polisiye değil, his umdum...Atmosfere ve yoğunluğa takıldım...Zaman zaman beni baymasına rağmen...Manfredi'nin Büyülü Rüzgar ile başlayan ve beni kendine bağlayan, şahsına münhasır devamlılık biçimi ile Volto Nascosto ve Shangai Devil eserlerindeki durağan dinamik beni cezbetti misal...Mister No'ya bu süreçte hayran oldum...Martin Mystere ile yeniden yakınlaşmaya başladım...Dylan Dog benim için oldum olası enteresan bir tip oldu...Ne çok sevdim, ne çok nefret ettim ama her zaman sempatik buldum...Ken Parker, zaten hep Ken Parker'di benim için...Zagor ise bu süreçte en geç ama en coşkulu döndüklerimden biri oldu...

    Ben fumetti okurken, ters köşeye yatmayı beklemem...Soluk soluğa okumayı beklemem...Bana aman aman çok farklı ve yeni birşey sunacağını sanmam...Fumetti, siyah beyaz ve 3 bantlık sayfa formatında, belli şablonlar ile hikayeler anlatmaya çalışan bir geleneğin devamı...Bonelli geleneğinin...3 bant sistemi frankofonlarda, comicslerde ve Latin ekolü üretimlerinde de zaman zaman karşımıza çıkar ama a5 sayfa ölçüsüne küçülecek biçimde kurgulanan fumetti üç bandı kendine has bir ayırd ediciliğe sahiptir...Aynı zamanda da sınırlayıcı bir özelliğe...Bazılarımıza bu sınırlandırma çok sıkıcı gelebilir...Julia'da 3 bant harici, sayfanın ortadan eşit bir şekilde dikey inişiyle oluşan birbirinin aynı 6 karelik bir standart formatı vardır mesela...Ben bu eşit karelemeden bir zamanlar nefret ederken, şu an bayılır oldum mesela...O çok çekici ve serbest panelli frankofon ve comicslerden ziyade bu sınırlı panel sistemindeki ardışık anlatımın dinamizmine şahit oldum...Çünkü bir noktadan sonra bu kısıtlamalar içerisinde öyle bir sanatsal yaklaşım ortaya çıkıyor ki, serbest panellemeli diğer ekoller boğucu gelmeye başlayabiliyor bir an için...Yukarılarda kastetmiş olduğum kısıtlayıcılık içerisindeki yaratıcılıklardan birine örnektir bu benim için...

    Yine bu 3 bant sisteminde harcanan çok çizer oldu...İtalyan ekolünden sıyrılıp Fransa ya da Amerika için üretmeye başladıkları anda açıldılar...Buna rağmen hayatı boyunca serbestlik içerisinde üretmiş en uç ustalardan Bonelli bünyesine girip bu 3 bantlık siyah beyaz şablonu kucaklayan ve sınırları belli dar alan içerisinde müthiş bir şekilde döktüren ve hatta o çok sıkıcı gözüken 3 bant sistemini tam bir estetiğe dönüştüren sanatçılar da oldu...Alfonso Font buna bir örnektir mesela...Ya da Ortiz...Teks Süper Cilt 40'ın ilk sayısı olan '' Kit Willer'i Öldürün '' adlı hikayedeki Alfonso Font'un 3 bant sayfa yorumlaması ve titiz işçiliği, beni Teks'e döndüren unsurlardan biridir mesela...
Fumettiye dönüşümü taçlandıran bir diğer örnek ise Martin Mystere'nin '' Balonların Esrarı '' isimli dünyada çizgi romanın 100. yılına ithafen hazırladıkları özel sayıdaki Alessandrini imzalı 3 bant klasik Bonelli formatındaki sayfaların ve panellerin ne denli dinamik yorumlanışı, sınır içerisinde verdiği serbestlik hissidir...

    Yukarıda Animvader de belirtmiş...Fumettilerin Amerika'da hiçbir şansı yok...Çünkü zaten Amerikan popüler kültürü, tarihi ya da kültleri üzerinden yürümüş bir ekol ama sanılmasın ki Amerikan anlatılarının arakçısı ya da asalağıdır...Fumetti, kendi içerisinde bir yorum tarzına sahip yaklaşımı olan enteresan bir katalizör...Gerek bilimkurgu, gerek western, gerekse korku alanlarında olsun, geçen yüzyılın ön plana çıkmış üretimlerine selam çakıyor bolca...Bizim için batı, batıdır...Ha Avrupa, ha Amerika...Ama Amerika için sadece Amerika vardır...İtalya da çokça Amerika'ya öykünür ama kendi vizöründen ele alır...Bu sebeple Bonelli üretimleri Amerika için birşey ifade etmese bile bu demek değildir ki bu üretimler ucuz ve geçici...Bir Ken Parker ve Büyülü Rüzgar öyküleri, bir Dylan Dog göndermeleri, bir Zagor hadisesi çok kendine has şeyler bana göre...Zaman içerisinde miyadını doldurduğu halde devam etmekte direnip kendini madara eden fumettiler olsa da, bu durum o eserlerin geçmişindeki birbirinden kaliteli hikayeleri inkar etmemiz anlamına gelmez elbette...Şahsen batı çizgi romancılığında bir İtalyan stilini ayrıca değerli buluyorum...Bunun yanı sıra ana ve yan karakter unsuru Hollywood ya da Avrupa sinemasının karakteristik yüzlerinden yola çıkar ki, aslında son derece isabetli bir ele alış...Ken'in Robert Redford, Julia'nın Audrey Hepburn, Dampyr'in Ralph Fiennes, Büyülü Rüzgar'ın Daniel Day Lewis'den, Dylan'ın Rupert Everett'ten türetildiğini bilen bilir...Bilhassa Dampyr'deki tüm yan karakterler incelendiğinde, David Bowie'den Annie Lennox'a kadar pek çok ünlü simayı sezdirmeden sayfalarına taşıdığı söylenebilir...Bu özelliği, Bonelli ekolünün çaresizliği değil, stil sahibi oluşundan ötürüdür...Harmanlama ve uyarlama, referans alma gibi durumlar sanattaki en önemli unsurlardan biridir...İntihalden bahsetmiyorum...Referans ve harmanlamadan bahsediyorum...500 yılda Avrupa merkezli klasik sanat tarihine de, sinemaya da yön veren üsluptur bu...Tarantino bugün bu sayede Tarantino'luk yapar...Underground Dj'ler, psychodelic müzik icracıları bu üslupla yol alırlar...Sanatta üretkenliğin kollarından biridir harman ve uyarlama...Bonelli'nin en azından bu özelliği herhangi bir kısıtlama teşkil etmiyor bana göre...

    Yukarılarda bir yerde belirttiğim gibi, fumetti okuyorsam bazı şeyleri girişte, vestiyere bırakıp öyle okuyorum...Bu durum, daha çok zevk almamı sağlıyor...Ön yargımı ve kibirimi kenara koyduğum andan itibaren fumetti beni kucaklıyor...Bazı klasik dönem maceraları şaşırtıcı şekilde iyiyken, bazen son derece sıkıcı fumettiler okuduğum oluyor ama genele baktığımda ben bu şablonları seviyorum...Üstelik zamanında bu denli ukala ve hiçbirşeyi beğenmeyen biri olmama rağmen...
   
    Kimimizin vakti yoktur, uzun uzadıya şablonlar üzerinde yürüyüp küçük keşifler yapmasına gerek de yoktur...Haklı olarak zaten kısıtlı olan vaktini olabildiğince değişik ve dişe dokunur şeyler okuyarak geçirmek ister...Son derecede haklı bir yaklaşım...Ama bazı bazı gözüme çarpıyor iletilerde...Nathan Never'in bilimkurgu altyapısına, Julia'nın polisiyesine, Teks'in western klişelerinden, Dylan'ın saçma sapanlığından vurgu yapılıyor...Sanılıyor ki fumetti okunurken ters köşeye yatıracak, çok çok büyük hazlar vaad edecek, hayatları değiştirecek...Fumetti bir yorum...Bir öğlen birası...İkindi çayı...Akşam kahvesi...Ayaküstü içilen bir bardak sahlepin keyfi...Fumetti koşulsuz sevilen, elleri sabun kokulu mütevazi bir kasaba güzeli...Aşık olunası, sevilesi, omuzda uyutulası, huzur duyulası bir hayat arkadaşı gibi...Saçları çiçek gibi kokan, aman aman bir seksapele sahip olmamasına rağmen gözleriyle gülümseyen bahar aşkı gibi birşey...Fumetti bir parça zaman, emek ve dinlence aslında...Ayaküstü yapılan bir menemen, çayın yanına bisküvi...Fumetti, Pamela Anderson'un yahut Kim Kardashian'ın abartılı yuvarlak öğretilmiş seksapeli değil, Debra Winger'in gençliğindeki duru güzellik...Sabah yanınızda uyanan makyajsız sade bir güzelliğe sahip uyku sersemi sevgili...Herhangi bir takdime, artistik sunuma, renge dahi ihtiyaç duymadan, siyah beyazın temel sadeliğinden şaşmak istemeyen kendi halinde bir geleneğin devamı...Bugün orta yaşa yakın yahut geçkin bir kesimin raflarında ve kitaplığında, 30 yaş öncesi kesimden de bir tek ben ve benim gibi belki birkaç arkadaşın radarında...Fumetti klasik komedya, siyah beyaz dönemin filmleri, John Wayne yahut Charlie Chaplin, Loui De Funes, Lorel ile Hardi, George Romero, Sergio Leone, Lethal Weapon, Jean Paul Belmondo, Sophia Loren, Sergio Corbucci, buna rağmen Steve McQuin, Beatles, Salvador Dali, Alfred Hitchcock ve saire...Sevebildikten sonra pek çok şey aslında...Fumetti okumak bir parça gönül işi...Benim gibi en ön yargılı, çok bilmiş ve kendini beğenmiş ahkam budalasına bile seri tamamlatan enteresan bir yaptırım...Benim için ulaşılmaz güzellikte eşsiz bir kadın arayışından ziyade kalbi kırılmaması gereken kusurlu ama naif ve duru bir sevgili gibi...

    Comics de, frankofon da, fumetti de, manga da okuyan ve biriktiren biri olarak bu ekoller arasında fumettinin benim için ifade ettikleri aşağı yukarı bunlar...O sebeple zaten şimdiye dek başlamayanlar hiç başlamasın bence...Zaman kaybı olur ama bir şekilde ucundan kıyısından bulaşıp da pek bir şey anlamadan  '' gereksiz ''  yahut  '' dandik ''  diyen arkadaşlarım da lütfen biraz faha insaflı olsun...Fumettilerin tamamına benim de bayılmadığım anlar oluyor...Misal, Brendon'un post apokaliptik yaklaşımı benim kafamdaki post apokaliptik era ile uyuşmuyor ve fazla teatral kalıyor...Dylan'ın erken döneminde cidden enteresan sıkıcılıkta öyküler oluyor...Teks'in erken dönemi çekilir gibi değil, evet...Martin bir enteresan...Julia'nın polisiyesi beklenti karşılamıyor...Zagor bir acayip...Nathan Never güya bilimkurgu ama hala disketler var ve saire...Ama bu çizgi romanlar zaten tür olarak dünyadaki benzerleriyle aşık atmıyor ki?..Bu tamamen İtalyan tarzında yorumlanma biçimi...Bu yorumlamanın da yine aynı şekilde İtalyan usulü dışavurumu...Fumetti, fumetti olduğu için sevilir...Çok acayip şeyler vaad etmez, adamın aklını almaz, ama yanına gelenin de vaktini boşa harcamaz çoğunlukla...

    Bir de ufak bir sır...Elimdeki fumetti stoğunun çokluğundan ötürü garip bir huzur duyuyorum...Belki hayat boyu okuyacak ve beni kendine hasret bırakmayacak kadar fumettim var ve bu beni garip bir biçimde mutlu ediyor...Comics de, frankofon da, manga da aralarda okunan birbirinden güzel eserler oluyor ama fumetti her daim eve dönüş hissi veriyor...Benim olan, bana ait olan, aman aman matah olmayan, cazip olmayan ama sadece bana ait olanmış gibi geliyor...Bu fumetti tutkumda ölümle ilgili olan bazı düşüncelerimin de etkisi var...Yaşam tarzında huzur, durağanlık ve rutin seven biriyim...Bilgisayarımın bile masa üstü görselini kolay kolay değiştirmem...Birşeyler eskisi gibi olmadı mı huzursuz olurum...Herşey, hep güzel ve anlamlı haliyle hatırımızda kalsın isterim...30'una az kalmış bir koca çocuk olarak, yaşamı kendimce çözümlediğim halde umutsuzca inkar etmek istediğim şeylere sıkça toslarım...Doğanın kuralı dahi olsa zaman, yaşlanma, deformasyon, ölüm gibi süreçleri, birşeyler kazanırken birşeyleri ve birilerini de günün birinde, geri dönüşü olmayacak bir şekilde kaybedecek olmanın ızdırabını her gün duyumsarım ve bu kişisel tutarsızlığım çerçevesinde fumetti beni ölümsüz kılar...Hiç bitmeyecekmiş gibi elimin altındadır...Teks'in, Zagor'un, Martin'in, Mister No'nun, Dylan'ın, Nathan'ın, Dampyr'in okumadığım o kadar çok sayısı vardır ki, sanki sonsuza kadar bunları aynı rutinde okuyabilecekmişim gibi, zamanı durdurabilecekmişim gibi hissettirir...Varlığımı ve yaşantımı baki kılar, his dolaylı olarak o anı dondurur...Tanıdık hissettirir, evimde hissettirir...Bu, benim için herşeydir...Belki de bu dürtü beni fumettiye bağlar...Kim bilir...

    Fumetti ölsün zaten...Tamamen hızlı yaşanan bol renkli ve abartılı, kolay ve dejenere bir düzende bir parça iltimas gerektiren naifliklere, klişe yorumlamalarından yola çıkan kendi halinde denemelere, zevk alınması bilindiği takdirde bir parça özveriyle mutlu edebilecek mütevaziliklere bu dünyada  artık yer yok...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

pearl jam

Tamam tamam ölmesin yasasin hep. Senin gibi cizgi roman manyaklari icin hep kenarda hic bitmeyecekmis gibi duran ciltlerce tekduze ama huzur verici fumetti olsun. Yeter ki sen mutlu ol dorukhan  :) ellerine saglik dokturmussun yine

kalidor

Dorukhan yine bir manifesto yazmışsin. Yarısina kadar okudum, yariaini da sakin kafa yarın okuyacağım. Ne tespitler ve ne aforizmalar var gene.  ;)
Crom! Ölüleri Say...

alan ford

  Dorukhan finali Corto ile yapmış ki yakışır. Lakin gözden kaçan bir şey var biz fumetti hakkında atıp tutarken aslında türkçe Bonelli hakkında atıp tutuyoruz ama fumetti sadece bundan ibaret değil. Manga ve comicsleri ana dilinden veya mangalar için ingilizceden takip eden çok insan var ama bonelli  dışı fumetti dünyası bizim için neredeyse bir sır. Alan Ford gibi şaheserler bizim buralarda hiç bilinmiyor. :D

kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

Dylandog

Aradan 8 sene geçti fumettiler halen piyasada iyi kötü satıyor hepiniz yanıldınız  :P

YzbVolkan

Bixim kusak olene kadar bir sekilde devam eder.
Cizgi romanlar gūnûnūzū aydınlatsın.