Altın Madalyon

Popüler Kültür => Edebiyat => Konuyu başlatan: V - 15 Temmuz, 2010, 22:08:56

Başlık: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 15 Temmuz, 2010, 22:08:56



(http://www.kitapturk.com/images/book/082009/58906.jpg)     


              NTV Yayinlari'nin çikarttigi Franz Kafka'nin "Dava"sinin uyarlamasini okuyunca yillar önce okudugum "Dava" ve yazarin diger yapitlarindan"Amerika","Sato" ve "Degisim" zihnimde yeniden canlandilar.Karikatür kökenli Montellier'in karikatürvari çizgilere ragmen Kafka'nin dünyasini oldukça basarili yansittigini düsünüyorum.

               Alber Camus," Varligi akilla açiklamaya çalisirsak eger varlik için söyleyecek yegane sey saçmalikoldugudur "der.
Inançli insanlar olarak bizler varligi bir yaraticiya bagladigimiz ve O'nun plani her ne ise yaratilmislar olarak kadir olamadigimiz için
Camus'a bu konuda katilmakta oldukça zorlaniyor olabiliriz.Lakin Camus çagdasi Kafka'nin yapitlarindan oldukça etkilenmis bir yazardi.Kafka'nin eserlerine girmekte,onlarin etkisinden kurtulmakta oldukça güç bir istir.Kafka bir sigorta sirketinde memur olarak çalisiyordu.Onun için isiyle ilgili bütün prosedürler bir saçmaliktan ibaretti.Insanlar saçma-sapan,temelsiz bir dünyada,aklin ve mantigin ötesinde,tutarsiz davranislarla kollektif bir saçmaligi,adeta bir paranoyayi yasiyorlardi.Kurduklari her tür düzen,basari yada her ne için olursa olsun,ugruna verilen mücadele ve yasamlarini devam ettirmek için olusturduklari kurumlar ve bu kurumlarin isleyis protokolleri yani brokrasi isllemleri,adina insanlik denilenkollektif deliligin kendi hayatini kendine zehir etmek içim kendi elleriyle yarattigi
paranoyalardan baska  seyler degillerdi onun için.Oysa ki insan sadece "Degisim"in Gregor Samsa'si yada "Dava"nin Josef K.'si,dir.Ve hatta sadece "Sato"'nun K.'sidir sadece.Basit bir saçmalik olan varligi,bürokratik bir kaos haline dönüstürmek onu dahada büyük bir saçmalik yapmaktir sadece.Bütün bu paranoya kendisi tüberküloz olan ve ölüme yaklasan Kafka'nin çalkantili zihninin kaygan zemini üzerinde  varlik,yokluk,amaç,neden-sonuç iiliskileri yer degistiiren sanrilarindan baska  seyler degillerdi..Ölüme teslim olmaya hazirdi Gregor Samsa.Çünkü o siradan bir pazarlamaciydi ve bir sabah uyanmis kendisini bir hamam böcegi olarak bulmustu.O bu sisitem ve düzen içerisinde her zaman bir hamam böcegiydi zaten. Saçmaligini" anlayamadigi,kabullenemedigi bu sistem onu bir böcek gibi ezmek istiyordu.Bu durumu yadirgamiyor,ölüme direnmiyordu zaten.Zira Josef K. sistem tarafindan suçlu bulunmustu.Suçu neydi?Kendisi dahil kimse bilmiyordu.Kendisini savunamamis bile.Bütün görebildigi kargasanin kol gezdigi "Kalem "(Brokrasi)kismindan olusan,kendisini tutuklayanindan,mübasirine,yargicindan,müvekkillerine,avukatlarina kadar bir çirkefler silsilesinin bütünü olan mahkemenin önüne bile çikarilmadan,ölüme mahkum edilmis olduguydu.Ve direnmemisti.Yasamak için nedeni olmadigi gibi ölmemek için de yoktu.Hiç göremedigi Yargici(Tanri) tarafindan suçlanmis ve ölüme mahkum edilmisti.

(http://www.gunlerintortusu.com/wp-content/uploads/2007/05/kafka2.gif)

            Kafka tüberkülozdu,ölüme mahkum edilmis ve direnmemisti.Niçin var oldugu yada yaratildigini bilmedigi,adlandiramadigi yeryüzünde, kargasa ve bürokrasi çukurunun saçmaligi içerisine saplanmis,suçlu bulunmus ve ölüme mahkum edilmisti.Tedavi gördügü senatoryimda 1924 yilinda tüberkülozdan öldü..



(http://img03.blogcu.com/images/p/i/r/pirozkan/kafka_1243982264.jpg)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 15 Temmuz, 2010, 22:50:18
 Toplumumuz inançli insanlar olarak elbetteki "varolusçularin" temel felsefi yaklasimlarini kabul etmiyor çoğunlukla.Ama bugün hizli bir teknolojik süreci 200 yil gibi bir sürede insa eden batinin temellerinde Descartes'le baslayan "insan merkezli" varolusçu akimin oldugu bir gerçek.Bugün çagdas bati edebiyati ve felsefesinin temeli de (bize göre malesef),Nietsche'nin "Üstün Insan" felsefesiyle oldukça sekillenen "varolusçu" düsüncede yatmakta.Onlarin yaptigi eserleri yorumlarken(çizgi romanlar da dahil) bu gerçegi göz önünde bulundurmamiz gerekir.Bizler Allah'a teslim olmus inananlar olarak  protestan kilisesiyle sekillenen "dinin insan eliyle yeniden insasi" çalismalarinin,bugün ülkemizde de protestan bir müslümanlik olusturma çabasina girdigini görebilmek,anlayabilmek,karsi koyabilmek için batinin tezlerini dogru analiz etmeye çalismaliyiz kanaatindeyim.Zira Albert Camus'un "Varligi akilla açiklamaya çalisirsak eger varlik için söyleyecek yegane sey saçmalik oldugudur" sözcügünün kullaniminin bizim için degeri onlarin insanligabakis açisini anlatmaktan öteye gitmiyor.Ahirete inanan bizim toplumumuz geneli,dünya yasaminin bir geçis olduguna ve sonrasi için yerimizi belirleyen önemli bir "imtihan"olduguna inaniyor

   Bence Camus'un en özlü sözü"Hayata dair ne biliyorsam futboldan ögrendim" dir.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kalidor - 15 Temmuz, 2010, 22:53:47
Aslinda inanmakta önce inkarla baslar. Bir insan önce "La" diyerek kafasindaki ve gönlündeki tüm kadim ve modern ilahlarini reddeder. Sonra "Ilahe Illallah" diye tamamlayarak sadece Allah'i kabul eder. Artik siradan bir cümleymis gibi gelen bu kutsal sözün derinligini yazmak için bile sanirim ciltler gerek.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 15 Temmuz, 2010, 23:11:10


Konuyla ilgili yani "olusturulmaya çalisan protestan ahlaki"ile ilgili anahtar bir kitabi herkese tavsiye ederim.Ünlü sosyolog Max Weber'in batinin nasil kapital birikimi gerçeklestirdigini,bu birikimin getirdigi sanayi devriminin altinda yatan insana dair ahlaki olgulari inceledigi muhtesem kitap "Protestan Ahlaki ve Kapitalizmin Ruhu".Onlarin geçirdigi süreçleri biz de geriden,onlarin geçirdigi siralama ile degil de,bir soganin katmanlari gibi farkli-farkli olgunlasarak geçiriyoruz.Malesef elimizdeki bütün degerleri(ahkaki değerleri,imanı,dünyaya bakisimizi vs.)bize sorgulattıran,yeniden sekillendirmeye,yok etmeye çalisanlar var ve biz kötülügün yüregine,karanligin yüregine bile  bakmaya korkuyoruz.Okuyalim,okutalim,aksi takdirde onlarin tezlerini anlamamiz mümkün degil..

(http://www.hemenkitap.com/magaza/prdimgbig.php?pid=64402&sizetype=380&secnum=dmFwb250aWo=)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Aralık, 2010, 16:32:25
Bugün Istanbul'a gidince hem Yalinayak Gen'in 3. ve 4. kitabini hem de Cennetteki Yabancilar'i aldim. Bir de malum 1 Aralik bugün... Takip ettigim dergilerin yeni sayilarini da alinca..
Of... Simdi ise döndüm... Çok çalismaliyim... Çokkk... Bu çizgi romanlarin paralarini nasil çikaracagim yoksa? Cep delik cepken delik döndüm bizim köye  :o

Okuyunca yazacagim birseyler tabii ki Altin Madalyon'a...  Bu kitaplari ucuza alacagim yerler var mi? Belki Altin Madalyon'da bir yerlerde yaziyordur ama henüz tam vakif olamadim her bölümüne... Sirayla:)

Sanki bir yerlerde Lami Izmit'te satiliyor diye mi yazmisti? Bana bir yerde cevap yazmisti ama bakmaya  üseniyorum simdi...  Neyse.. Böyleyken böyle...

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 01 Aralık, 2010, 16:41:41
Cenneteki yabancilara biraz bakabildiniz mi?Begeneceginizi düsünüyorum.Yazimi bitireyim sizin bloga koyalim.Bu arada gölge e dergideki yazima bakin bakalim.Görmemisin bir yazisi çikmis demeyin ama  ;D

http://golgedergi.blogspot.com/2010/12/golge-e-dergi-39-say.html
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Aralık, 2010, 17:57:57
Günes, ne demek memnuniyetle okurum ama nedense bir üsengeçlik var üzerimde. Rica etsem direkman  sizin yazinin lingini verseniz olmaz mi?

Cennetteki Yabancilar için yazdiginiz yaziyi da okumadim. Kitabi da incelemedim.  Oysa  kitapla aramda bir elektrik almadan asla satin almam.
Enine boyuna incelerim. Kabina bakarim. Arkasini okurum. Içini karistiririm.. Bunu siz tavsiye ettiniz ya hemen aldim. Zaten kitapçida bir tane vardi. Anlayacaginiz kaptim.

Yazinizi memnuniyetle koyariz tabii Hayal Kahvem'e... Önce okumama bir müsaade edin olur mu? Durun bakalim... Sirayla:))

Hey, bayildim var ya bu halime.. Benim gibi cani tez biri böyle kendini tembel hissetti mi, kaçirmamali bu durumu... Aman kaçirmayayim... Dibine kadar böyle tembel, miskin,
üsengeç durmaliyim. Kipirdamamaliyim hatta.. Öyyle durmaliyim.  Atilla Atalay'in dedigi gibi hani... Ayni o halde olmaliyim.. "Hayat bak hiç bir sey yapmadan duruyorum suracikta.. Duruyorum.. Haydi ne yapacaksan yap, bitsin." der gibi.. Öyle iste...

Simdi JuDa karsima çikip Atilla Atalay'in külliyatini okumusumdur sakin demesin. Ben Atilla Atalay konusunda fena iddialiyim. Karismam sonra. Ve son nokta.


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 01 Aralık, 2010, 18:27:50
Okudum valla.Karabük'te kisa pantalonla dolastigi günleri bile bilirim.
Ögünmek gibi olmasin hatiri sayilir bir mizah dergisi arsivim de var.
  8)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Aralık, 2010, 21:05:21
Yok artik inanmiyorum JuDaS... Mümkün degil asik atamazsiniz benimle Atilla Atalay konusunda.
Atilla Atalay'in kendi blogunda benim ondan bahsettigim kadar yazi yok... Hayal Kahvem Atilla Atalay blog gibi bir sey valla..

Hem mizah dergilerindeki yazilari degil ki  benim söylediklerim, Kalbin Böcüügündeki gibi ciddi ve hisli öyküleri var ya..
Binlerce kasirga askina! Çarpan çivileyen öyküleri hani...  Onlar.. Hani her kitabinin en arkasindaki öylüler.. Onlarin tam bir hastasiyim.
Hani rahmetli Oguz Aral dedigi gibi... Okuyorsun  bu öyküleri  ve "içinde, bütün güldürücü, sevindirici coskulu bilesenleri aldiktan sonra, agir, yerinden oynatilamaz,
gözyasi dahil bilinen herhangi bir siviyla akitilip temizlenemez bir tortu kalip birikir. Geriye irisinden bir tas, 'çeki tasi' kalir.
O kadar güzel anlatmis ki.
Aynen böyle hissediyorum ben de.. Bu öyküleri okudugumda bir çeki tasi yerlesiyor yüregime.

Mesela Kalbin Böcüü'nü ilk elime aldigimda o kadar sasirmistim ki anlatamam. Karamba karambita diye bagirmistim. Arkasindan Sülalemin bütün biyiklilari askina'yi  eklemistim :D
Bir bakmistim ki bu kitapta benim sevdigim tüm öyküleri bir araya getirmemis mi? Demistim ki kendi kendime.. Kalpten kalbe yol var demek ki.. Dogru... Bu kitabi
Atilla Atalay resmen benim için çikarmis  :D  Görüyorsunuz degil mi halimi  ;) Böyleyim iste...
Kitaba giremeyen öyküleri de var benim sevdigim... Yooo... Bana Atilla Atalay demeyin:))) Neyse..

Söyleyin bakalim  öyleyse, bu sözler hangi öyküsünden?

"Karsimmda masmavi güpgüzel deniz. Hani Akdeniz... Harbiden sudan gelmisiz kardesim biz, toprak ne ki? Yine deniz...
Nasil dingin ...  Saatini bilsek, suda ölmek de olsa, raziyim ben, öyle güzel ki."

Önce "Zagor'un sözü bu!" deyin ve sonra kitap karistirmadan cevap vereceginize söz verin. Inanacagim size. Bilin bakalim? Ödülsüz bilmece  ;)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 02 Aralık, 2010, 00:19:32

Vildan hanim, Atilla Atalay bilginiz ve fanatikliginiz karsisinda egiliyor ve sizi selamliyorum.
Kitabin ortasindan sordugunuz soru karsisinda kristalize oldugumu bilesiniz.
(Risk payini hesaplayin ve beni sigortalayin lütfen).
Siz dogru cevabi verene kadar ben tek ayak üstü, kristal vazo pozisyonu alarak cezalandirdim bile kendimi, bilesiniz.
Bu arada Atalay'in benim en sevdigim öyküsü kendi hayatina dair "Fabriga"dir.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 02 Aralık, 2010, 13:21:44
JuDaS, iste böyle...  :D

Evet, ben de Fabriga'yi çok severim. Vaktiniz olursa su yaziya göz ativerin isterseniz. http://hayalkahvem.blogspot.com/2010/10/tam-fabrigay-okuma-vakti.html

Ben var ya Atilla Atalay'in öykülerini öyle severim ki... Üç tane, bes tane filan degil, bir öyküsünde yazdigi gibi sekiz tane severim... Ama yatik sekiz...   ;)

Hatta bazi öykülerini arkadasim gibi özlerim. Durun... Madem Altin Madalyon'un Edebiyat Muhabbetleri bölümündeyiz. Atilla Atalay'in sevdigim bir öyküsünü ilistirecegim
simdi bu bölüme... Atilla Atalay'in öykülerini hiç duymayan biri belki bu bölüme denk gelebilir. Tanisin... Bilsin isterim... Bir mizahçidir Atilla Atalay ve haftalik mizah dergisine
yazar. Tam da Altin Madalyan'a uygun bir yazardir.

Karamba karambita! Keske Altin Madalyon'a üye olsa.... Hey, üye olmayi talep etti de kabul etmediniz mi yoksa  ???

Sülalemin bütün biyiklilari ve eli hamurlulari askina! Yüksek Kurul hatirim için üyeligini kabul etsin lütfen :'(


EBEKULAK

orda duruyor. nasil olsa eninde sonunda göz göze gelecegiz; ama ilk hareket ondan gelmeli, bekliycem. allah kahretsin... yine çok güzel, çok... aklima tüküreyim, nasil da terk edistik yasemin'le. okulun kantinindeydik galiba, "sen" dedi, "hamama gider kurnaya, dügüne gider zurnaya âsik olursun." sana ne kizim, gönlümün kâhyasi misin gibisinden lâfi agzimda geveledim. "köpek gibi geri dönersin ama!" dedi. o lâfi demeseydi, hemen ertesi gün dönerdim belki. ne o ne ben döndük ve üç yil sular seller gibi geçip gitti. olanca güzelligiyle hâlâ orda duruyor. beni gördügünü biliyorum. yanina gidip "merhaba!" desem, çok büyük bir taviz sayilmaz. yanindayim... ilk darbeyi:
-sismanlamissin, diyerek indirdim. karsi saldiri aninda geldi, beni öldüren gülümseyisle:
-senin de saçlar gidiyor galiba (!) dedi. arada bosluk kalmadan:
-gamzeni n'aaptin? diye sordum. yanaginda gamze vardi, aldirttin galiba ya da fondötenlerin altinda kalmis, gözükmüyor (!) kivilcimlar saçarak:
-hayatimda suratima fondöten sürmedim ben, dedi. güzel, sinirlendi... yumusatmaliyim...
-o zaman gül bakalim, gamzen yerinde mi, görelim? hemencecik güldü. yavru kedi mi yuttum, içimi ne cirmaliyor? niye kalbim küt küt atiyor ki? bir gülüste böyle olursam, sonrasi n'aapar beni?
-sahilde yürüyelim mi banklara otururuz, dedi.
-iste zafer! belli ki o yavru kediden yasemin de yutmus. yürüyoruz... saatine bakti:-
iki saat sonra özkan isten çikar, dedi.
-özkan haa!... demek özkan... kasten ismini yanlis söyleyerek:
-ne is yapiyo bu öztan? dedim.
-reklâmci, diye yanitladi.
-ben taniyo muyum bu özcan'i? durdu, kizdi; ama belli etmiyor.
-tanimazsin, özkan bogaziçi'nden. demek özkan bogaziçi'nden. iyi... aferin özkan'a... bravo yani... asagilik özkan... ibibik, badem... bakislarimdan düsüncelerimi okumasin diye denizi seyrediyorum.
-senin minö n'aapiyo? diye sordu. minö ne demek be kizim!.. benim taktigimi kullaniyor.ben israrla "umurumda degil!" muamelesi çekerek herifin adini yanlis söyledim ya... o da benimkinin adini tahrif ediyor. mine yerine minö. pes yani... bari emine filân de be kizim. yuh yani! feci dalga geçti benle.
-gitti, amerika'da, dedim.
çay bahçesindeyiz. o da ne? yasemin'le sarkimiz çaliyor: "arapsaçi." ha ha hey!.. simdi bittin iste kizim! sen dayanamazsin bu sarkiya... kim kime köpek gibi dönermis görücez! hele bir sarkinin o bölümü gelsin."gönlüm söz dinlemiyoor / sevdigimi ver diyoor / kim görse su hâlimi / bir daha sevme diyoor / aaah ask yüzünden / arapsaçina döndüm / çöz beni arapsaçi / çivi çiviyi sökeer /budur bunun ilâci. peki, bana n'ooluyo? sarkiyi dinlememek için içimden "gün dogdu hep uyandik / siperlere dayandik." marsini söylüyorum. o da kafasini daldirip bir seyler ariyormus rolü kesiyor. sarki yüzünden iki tarafta da zayiat yok. bravo! direncine hayranim bu kizin!
-gitmeliyim, dedi.giit... kal mi diycem saniyorsun.
-iyi, sen bilirsin...git... git... özkan bekliyodur... yürrü... son biçagi sapladim:
-kilo vermeye çalis. özton'a benden selâm...usulca kalkip masadan uzaklasti.
ardindan bakiyormus gibi olmamak için masa örtüsündeki kirmizi kareleri saymaya karar verdim. bir... bes... on... allahim! ebekulak... beykoz'da dolasirken tam dört yil önce yerde bulup ona vermistim.
-bizim köyde bunlara ebekulak derler. yagmurdan sonra çimenlerin üstünde bir sürü olur. çocuklar avucuna alip sarki söyler. al, senin olsun, beni hatirlarsin.
simdi o ebekulak iki kirmizi karenin arasinda öölece duruyor... sarki sirasinda çantasini karistiriyordu. o zaman koymus olmali. silâh olarak ebekulak çekecegini hesaba katmamistim.içimdeki yavru kedi debelendi. diyememeklerle geçen ömrüme bir de "yasemiiin"
sözcügü eklendi. yüz kirmizi kare... bin kirmizi kare...SON


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 02 Aralık, 2010, 13:34:49
Hay bin kunduz ! Ben biliyor musum da bilmiyor musum, ama sizin sayenizde de okuyup adam olmayi kafama koymusum.

Blogunuzu biraz tarumar etmisim, nadasa birakmamiz gerekebilirmis hor kullanimdan. Bazi sitelerde karinlarima sinav çektirmisim. Agrisindan sizi sorumlu tutmusum.

Nereden bana okutup durmusun, bilemem anlamam der dururmusum.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 02 Aralık, 2010, 13:56:09
Her okudugumda beni delip geçen bir hikayedir Ebekulak... Çogu insan Sidika'yla tanir Atilla Atalay'i, gülecegim, eglenecegim diyerek okumaya baslar... Sonrasinda ise bu hikayesiyle vurulur, kaybolur gider sayfalarinin arasinda...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 02 Aralık, 2010, 14:07:08
Estagfurullah Günes... Siz adam olmussunuz zaten. Daha ne olsun.

Atilla Atalay öyküleri okuyana felegi sasirtan cinstendir sahiden. Komik bir öykü okuyacagim zannedersiniz. Komik gibidir okurken. Öykü bitince.
Böyyle bogaziniza bir yumru oturur. Yüreginize bir çeki tasi bagdas kurar yerlesir. Hay bin kunduz! ya da Binlerce kasirga askina! dersiniz.
Kafanizin üzerinde kocaman bir RUMMMMLLEE efekti görürsünüz. Yaaa... Ama o öyküleri okumamis olmak büyük kayiptir bence. Çünkü insani hisleri
unuttugumuz günümüzde, insan oldugumuzu hatirlatir. Çok severim. Yatik sekiz seklinde  :D
Bugünü Atilla Atalay günü yapayim bari... Bir öyküsünü daha ilistirivereyim, Yüksek Kurul'un müsaadesiyle  :)

NOT: JuDaS, tebrikler! Bana bu bölümü açtiniz. Baska bölümlere bulastirmiyorsunuz. Ben de burada  istedigim her seyi yaziyorum.
Ohh! Siz sag ben selamet  8)


SESLERIM

Gözlerini gözlerime dikmis... Kaçiriyorum, yine buluyor... "Sen, sen bana dokunuyorsun" dedi... "Yüregimde bir yerleri acitiyorsun, ama anlatilmaz güzellikte bir sey." Tanrim, birsey olsa... Aygaz kamyonu filan geçse... Aniden ceviz iriliginde dolu yagmaya baslasa... Bu romantik ortamin içine etse... Ne oldu bu kiza, neler söylüyor... "Iyi ki varsin... Iyi ki... Neye benziyo biliyor musun? Eskiden kaldigim yurtta camlar, içerisi disaridan gözükmesin diye beyaz yagliboyayla boyanmisti. O boya tabakasindaki küçücük bir delikten bakinca disariyi görüyordum ben... Hele baharda, öyle güzel gözüküyordu ki... Iste seninle olmak, o bembeyaz ya da siyah seyin ortasinda küçücük bahara bakan deligi bulmak gibi."

Isi samataya bogmaliyim, yoksa fena olucak... Bu havada hayatta dolu yagmaz... Aygaz kamyonu geçicegi de yok... Kiz resmen yerli film replikleri atiyor... Hayir, ben ters adamim, inaniveririm, dökülürüm, asik olurum, betonlara çakilirim, asil benim canim acir... Yerli film... Evet... Yerli film... Ordan si.mali muhabbete... En Ayhan Isik sesimi kullanarak, hinzir bir ifadeyle, ona Belgin Doruk muamelesi çektim... Misilleme olarak Yesilçam öykülerinin degismez repligini attim... "Birak bu laflari, kaç para istiyorsun onu söyle... Onbin,yirmibin?.." Esprime güldü... Güzel... Ardi arkasina zincirler, konuyu dagitirim... Gülmesi bitince, "Bu da senin numaran" dedi... "Zirhin delinsin istemiyorsun... Hesapta hiçbir seyi ciddiye almiyorsun... Aslinda, sana göre hayat o kadar ciddi ve acikli ki... Böyle bir numaraya gerek yok... Koyver gitsin kendini." Gözlerime anne anne bakiyor... "Güzel oldugunuz kadar küstahsiniz da bayan" dedim, Ayhan Isik sesimle... Dedim, ama mümkün degil... Saatlerce bana inanilmaz sevgi sözcükleri siraladi... Ben ise ona yerli filmlerin degismez repliklerinden attim durdum... Sirasiyla Necdet Tosun, Sami Hazinses, Cilali Ibo, Turist Ömer, Ediz Hun... Hatta bir ara ayaga kalkip "Ayy-gaaz" diye bile bagirdim...

Sözünü ettigi yagliboyadaki küçük delikten zirhimi açmasina izin vermedim... Yikilmadim, yavsamadim, kendimi asla açmadim... Erkeklik gururuma, degmesindi yagliboya... "Korkacak bir sey yok" dedi... "Ben sana ne yapabilirim ki?" "Çok sey" dedim... "Çok sey" derken kendi sesimi kullandigimi fark ettim. Hemen kendimi toparlayip Ediz Hun, Ayhan Isik, Fügüran Osman ve Erdal Inönü sesleriyle ayri ayri üç kez "Çok sey" demeye çalistim... Ama üçünde de kendi sesim çikti... Sonra... Sonra, yine yerli filmlerdeki gibi takvim yapraklari uçustu... Ben onu hiç aramadim... Bir gün aklima fena düstü, aradim... Aslinda aramadim... Telefon açtim. O, "Alo... alo" dedi, ben sustum... Aniden,"Susarken bile Ayhan Isiktaklidi yapiyorsun" dedi... Anlamisti... Aslinda belki de tek sorun, gerçekten anlamasiydi... "Ne fena diil mi?" diye sürdürdü... "Insan hep çok sevilsin diye ugrasir... Sevilince de ödü patlar..." Sustum... "Belki de sen haklisin, o zirh ne kadar kalin olursa, o kadar iyi... Artik arama, olur mu?" dedi. "Ve sakin üzülme... O öyle nalet bir zirh ki; sen bile içerden delemezsin." Yine sessizlik... Derken, Belgin Doruk gibi son cümlesini söyledi...."Hesapta kendini koruyordun ama yine aci çekiyorsun... Bosver... Ne diyorlardi... Gençsin, unutursun."

Genç miyim, unutur muyum?.. Telefonu kapadim... Sokagin kösesinden, yirtinarak bir Aygaz kamyonu geçip gitti...

Kalbin Böcüü - Sayfa 247
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 02 Aralık, 2010, 14:18:30
Selam Pizagor,

Tam ben son yaziyi gönderirken siz de yazinizi göndermissiniz. Ayni öyküyü  okuyunca, müsterek hislenmek hos bir sey.
Sevindim sizinde ayni görüste olmaniza. Yazdiginiz için tesekkür ederim.
Valla ne diyeyim bilenler bilir... Atilla Atalay'in ciddi ve hisli öyküleri böyleyken böyledir.

Ve bu sene imza gününe gidemedim. Böyle cadi cadi yaziyorum ama... Mahçup olurum... Imza falan mümkün degil isteyemem. :-[

Yeni kitabini sabirsizlikla bekliyorum. Neyse... Böyle iste.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 02 Aralık, 2010, 14:28:58
Valla yumruk sadece bogazima degil bögrüme de çarpti. Sanirim okumadigima çok pisman olacagim.

Aslinda size kizdim canim buraya daha önce neden gelmediniz. Yani söyleyken söyle...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 02 Aralık, 2010, 15:40:18
Aramizda ne çok "His  Edebiyati" sever varmis megerse.Özgür ve Günes'le birlikte dört ettik Vildan hanim.Cosmaya basladik simdiden.
His ederim hepinize. :-X
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 02 Aralık, 2010, 15:52:56
Size bir sey söyleyeyim mi? Altin Madalyon'u Zagor'un Söz Bu! blogunda hep görürdüm. Nedense ismi cezbetmemisti beni.
Yalan yok. Dogruya dogru yani...  Bir de çizgi roman konusunda ne biliyorum ki diye düsünmüstüm. Kendimi Altin Madalyon'a
uygun bir üye olarak düsünmemistim.

Sonra hani Altin Madalyon'un altinda "Çizgi Roman Sevdalilari" yaziyor ya... Karamba karambita... Eger bu isin içinde "sevda" varsa,
ki "sevda" çok kullanilir bir kelime degildir son zamanlarda... Tamam... Dedim. Çizgi roman bir sevda isi. Altin Madalyon'a üye olmali
bu durumda  ;)

Yaa... Simdi bu yaziyi çizgi romana nasil basladim bölümüne yazmaliydim. Önce çizgi romana nasil basladigimi, sonra
Altin Madalyon'a nasil üye oldugumu anlatmaliydim ama benim sinirlarim çizildi. Çikamam "Edebiyat Muhabbetleri" bölümünden.
Edebiyat Muhabbetleri bölümünün mühebbete kadar kilitlenmis bir üyesiyim ben :-[

Sonra o bölüme bambaska seyler yazarim diye korkuyor yönetim. Akillilik etti. Burayi bana tahsis etti. Basladik bakalim hisli hisli.
Bu yazilar görecegiz kimleri getirecek edebiyat üzerine muhabbet yapmaya  :D

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 02 Aralık, 2010, 15:58:07
Ama böylede olmaz ki sevdalilar olarak nasil basladigimizi anlattigimiz bir yer var.Oraya yazsakta bir bayan nasil baslamis bu tutkuya ögrensek degil mi?Yoksa hislenirim.Yani söyleyken böyle...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 02 Aralık, 2010, 16:21:12
Altin Madalyon'un herhangi bir basligina,o baslikla ilgili yazacaklariniz varsa çekinmeden  yazabilirsiniz Vildan hanim.Hatta yazacaginiz seylerle alakali baslik yoksa yeni konu açabilirsiniz.
Degerli üyelerimizin,degerli katkilari olmasaydi,sadece izleyicilikle devam edilseydi Altin Madalyon kisa sürede bu denli seviyeli,samimi,sürekli gelisen ve kendisini yenileyen bir forum olamazdi.
Böyleyken,böyle yani.(Bu arada hepimiz sizin gibi konusmaya basladik iyimi.)    :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 02 Aralık, 2010, 16:43:39
Yok, yok JuDaS... Iyi oldu böyle... Simdilik ben Edebiyat Muhabbetleri bölümüne devam edeyim.

Simdi biraz islerimi toparladim. Azicik sakinledim. Madem kendi kendime bugünü Atilla Atalay günü ilan ettim. Biraz daha devam edeyim. Bir film hatirlatmak istiyorum. Hani o meshur hafizadan  ask acisi veren anilari sildirme konulu "Enternal sunshine of the spotless mind" ya da Türkçe adiyla "Sil Bastan" adli film var ya.. Hah iste o film.  Sil Bastan  2004 yilinda çevrilmis. Ve çok sevdigim bir filmdir. Öyle böyle degil.

Atilla Atalay'in "Dup Dup Çedene" adli bir kitabi vardir. Bu kitabi yazar 1999 yilinda yazmistir. Bu kitabin içinde  "Normal Hayatlar" diye bir öykü vardir. Öyküde yazar, sevdigi kiza "Fen ilerledi artik. Yürü gidip aldirtalim duygularimizi. Kelebek'te okudum, beyinde ask merkezi bulunmus, lazer sikiyo adamlar oraya. Aninda geçiyo hersey, ertesi gün denize bile girebiliyorsun" demektedir. 

Yani Sil Bastan filmindeki gibi bir nevi hafizadan ask acisi veren anilari sildirme vaziyeti. Atilla Atalay 1999 da yazmis, film 2004 te çevrilmis. Görüyor musunuz koskoca Hollywood'u? Resmen memleketimin bir mizahçisinin öyküsünden faydalanmis öyle degil mi?  >:(

Iyi de filmin bir yerinde, afisinde neden Atilla Atalay ismini yazmiyorlar peki?  ???

Bence Atilla Atalay dava açmali? Bilmiyorum belki farkinda degildir tabii.. Ama resmen sevdigim bir öyküden, sevdigim bir filme araklama var. Yooo... Itirazim ver hakim bey! Olur mu böyle?
Mizahçilar, biliyorum aldirmazlar böyle seylere... Yaptiklari halka hatta dünyaya mal olsun isterler... Tenezzül bile etmezler konusmaya...

Yooo... Binlerce kafa tasi askina! Ne yapayim , hazir yeri gelmisken  yazayim  bari dedim böyleyken böyle diye, Edebiyat Muhabbetleri bölümüne.  :-\
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 03 Aralık, 2010, 09:08:16
Filmin senaristi Charlie Kaufman'da bir Atilla Atalay hayrani olabilir mi acaba?Insallah öyledir. :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 03 Aralık, 2010, 13:13:30
Evet çok iyi ve basarili bir çalisma olmus. Mazhar'i okutursaniz vay halime. Okuyacak çok kitap çikmis olacak ki bekleyen 100 kadar çr zaten zaman aliyor.

Baska sarkilari da uyarlamak lazim sevgili Zagor'a bende bir düsüneyim acaba ne olabilir...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 03 Aralık, 2010, 14:23:10
Evet, hazir ögrenmisken Mazhar Alanson'un yeni bir sarkisini Zagor'a uyarlayalim bakalim :D
Zagor var ya hiç birseyden korkmaz. Evlilikten acayip korkar  :D Daha sonra bu konuda anlatirim illa birseyler.
Simdi MFÖ'nün  Hava Bozunca adli sarki sözleri esligindei Zagor karelerini izleyelim.

Ayrica sunu belirtmeliyim. Zagor kareleri Zagor'un Söz Bu! Blogundan alinmistir. Tesekkür ederim.


ZAGOR ve EVLILIK


(http://i1012.hizliresim.com/2010/12/3/2066.jpg)

Sen ve ben.. Ayni seyleri düsünürken.. Ayni seylere üzülüp... Ayni seylere sevinirken...

(http://i1012.hizliresim.com/2010/12/3/2075.jpg)

Anlasamadik gitti.. Sonunda bitti.

NOT: Hey, ögrendim fotograf yüklemeyi... Yandiniz... Korkun artik benden  ;)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 03 Aralık, 2010, 14:42:01
Ben korktum gerçekten...

Kadinlara kaptirmadigimiz bir burasi kalmisti, o da gitti gider :)

Sevgili Hayal Kahvem Abla, iyi ki varsiniz...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 03 Aralık, 2010, 17:58:10
Ümit Kireççi de forumumuzun degerli bir üyesidir.

ümitkr adiyla yazar, yarin Kadiköydeki toplantiya da gelecek.

Selaminizi söylerim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Aralık, 2010, 16:05:16
Yeni bir konuya geçis yapmak  istiyorum. Haiku!  
Japonlar'in en kisa siir sanati. Elimde  "baso" "kelebek düsleri" diye bir kitap var.. haiku onyedi hece(nefes) içeren üç dizeden (soluk) olustugunu yaziyor..ayrica mevsimler ya da mevsimleri çagristiran bir dogal imge kullanilmali diye anlatiyor.

Sonra haiku "sakacidir" diyor kitap.. "Neselidir" haiku, Osmanlica söylersek, "latif"dir, "nüktedan"dir, hatta "muzip" tir diyor.. Ama "komik siir" diye düsünmemeliymisiz.. Daha derine bakabilip, asagida duran hüznü, aciyi, kederi, hatta giderek ölümü görmeliymisiz..

Kitap "aslinda haiku ölümüne ciddidir" diyor..ama gene de o kadar ciddi degildir; ölümüne neselidir diyor.. tam biçak sirti yani.. ve tuhaf bir sekilde bu dizeler beni etkiliyor..

Neyse ben simdi Altin Madalyon'un Edebiyat Muhabbetleri bölümünde iki sevdigim sairin kisa siirlerini yazacagim. Bunlara haiku, naiku ya da maiku diyebilirsiniz  :D
Neyse bilmiyorum ama ben bu siircikleri çok seviyorum. Umarim siz de seversiniz. Siirciklerin sahipleri... Biri Metin Üstündag... Digeri Numan Serteli...
Bakalim kimler ne düsünüyor bu siircikler konusunda? Görecegiz çizgi roman sevdalilarini... Buyrunuz  :D


(http://i1012.hizliresim.com/2010/12/5/3309.jpg)    (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/5/3329.jpg)

ahmakislatan degilim dedi
inandim o yagmura
ve islandim tam bir ahmak gibi
num-sert

dünyanin en uzun
en güzel kisina
rast-la-dik
ey ömür

yag lapa lapa
met-üst

feci susarim
suyla alakasi yok
sözedir tavrim
num-sert

farkindan
sonra baslar
hayat
met-üst

ve bugün sabah
herseyden habersiz yanimda yatan
ölü bedenimle uyandim
num-sert

müsait bir yerde
unutur musunuz
beni lütfen
met-üst
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 05 Aralık, 2010, 23:08:02
Met-Üst'le devam edelim o halde..

Kapi her zaman mutluluk degil,
It derisi bulanmis yüzüyle
Evlat gibi karsina dikilir
Canini albizlar alasi yalnizlik
"Hay bindokuzyüz doksandokuz kunduz" sikinti..

Ata siporumuzdur göçmek,
Göç ettirmek,sürmek,sürülmek.
Bu yüzden degil midir?
Hep kaçak dövüsmek,hep kaçak sevismek
Ve hep kaçak ölmek..

Hayatimda kimse yok..
Vekaleten yasiyorum..

(http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TI6CjYlcMBI/AAAAAAAAI-o/XrI9KqIiZ1U/s1600/18trfsy16metin.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Aralık, 2010, 23:23:38
Hey, JuDaS  çok iyi  ;D

Devam edelim Metin Üstündag'in Orhan Veli'lemeler'ine öyleyse  :D

Kitap "her dem sicak anisina saygiyla.." diye baslar..

   (http://t3.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcTNlb_axmnnpAz-bCxdfeuEN7GIMAUmVOxuFKKeQ6sDpinQNbSu)

Gemlige dogru

fabrikalar
sanayi siteleri ve
beton yiginlari arasindan
biraz zor


Denizi göreceksin;
Sakin sasirma.

GÜN OLUR

Gün olur, alir basimi giderim,
Denizden yeni çikmis aglarin kokusunda

su ada senin
bu KOLI BASILI benim
ZEHIRLI VARILLERin
pesi sira!


ISTANBUL'U DINLIYORUM

Istanbul'u dinliyorum, gözlerim kapali;

görüntüsü kulaklarimi acitiyor!



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 06 Aralık, 2010, 22:04:02
Edebiyat Muhabbetleri'de simdi Ersin Karabulut ve Sandik içi'ni  anlatmak istiyorum...

                                      (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/6/5273.jpg)

Ersin Karabulut'un Sandik içi var ya basucu kitabimdir  ;D Sandik Içi'nin hem çizgileri hem öyküleri  bagimlilik yapacak kadar samimi  gelir bana
Ersin Karabulut kendisi de öyle söylüyor zaten. Karikatür çizmiyor. Her okuyanin kendini bulacagi hayattan kesitleri çok güzel çizip öykülestiriyor.


Çocuklukta hepimizin yasadigi endiseleri, aile içi sorunlari, benzer ebeveyn yaklasimlarini, bizim de çocuklarimiza farkinda olmadan yaptigimiz yanlis davranislari,
okul, ögretmen, arkadas iliskilerini, gençlik komplekslerini, kiz erkek muhabbetlerini okadar dogal ve samimi bir dille yaziyor ve çiziyor ki,mutlaka kendinizden
bir sey degil çok sey buluyorsunuz.

"Yaa! Gerçekten aynen böyle olmustu bana da" diyorsunuz. Ya da ayni durumlarda ayni seyleri hissettiginizi anliyorsunuz. Okudukça daha çok seviyorsunuz.
Sandigin içine daha çok gömülüyorsunuz. Ben çok seviyorum Sandik Içi'ni ! Kimi zaman içine tamamen girip kendimi kilitledigim bile oluyor hatta  ;)


                                             (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/6/5170.jpg)




Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 06 Aralık, 2010, 22:10:05

Biz Altin Madalyon ailesi olarak Ersin Karabulut'u ve Sandik Içi'ni çok severiz Vildan Hanim.Inanmazsaniz bakiniz..

http://www.altinmadalyon.com/smf/index.php/topic,1281.0.html (http://www.altinmadalyon.com/smf/index.php/topic,1281.0.html)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 06 Aralık, 2010, 22:17:52
Olmasa olmazdi zaten   

Sandik Içi sahanedir ve  Ersin Karabulut memleketimin bir güzelligidir...

Çok önemserim. O nedenle yazmak istedim. :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 06 Aralık, 2010, 22:32:39
 aslinda ne hisli edebiyattan ne de siirden anlarim. Ama madem Orhan Veli'nin adi geçti ,tercümesini yaptigi çok sevdigim bir siiri yazayim istedim .
                ÇIROZNAME
Beyaz kocaman bir duvar - çiplak mi çiplak
Üzerinde bir merdiven - yüksek mi yüksek
Duvar dibinde bir çiroz - kuru mu kuru

Bir herif geldi - elleri kirli mi kirli
Tutmus bir çekiç bir çivi - sivri mi sivri
Bir büyük yumak da sicim - zorlu mu zorlu

Çikti merdivene derken - zorlu mu zorlu
Mihladi sivri çiviyi - tak tak da tak tak
Duvarin taa tepesine - çiplak mi çiplak

Atti çekici elinden - düs allahim düs
Takti çiviye sicimi - uzun mu uzun
Asti ucuna çirozu - kuru mu kuru

Indi merdivenden tekrar - tikir da tikir
Sirtida çekiç merdiven - agir mi agir
Çekti gitti baska yere - uzak mi uzak

O gün bu gündür çirozcuk - kuru mu kuru
Mezkur sicimin ucunda - uzun mu uzun
Nazikçe sallanir durur - durur mu durur

Ben bu hikayeyi düzdüm - basit mi basit
Kudursun bazi adamlar - ciddi mi ciddi
Ve gülsün diye çocuklar - küçük mü küçük

                                   Charles Cros

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 07 Aralık, 2010, 14:11:24
Madem Alan Ford Orhan Veli ile devam etmis. Durun su fotografi ekleyeyim Altin Madalyon'a...

(http://i1012.hizliresim.com/2010/12/7/2083.jpg)

Fotografta yer alan kisiler, soldan saga Orhan Veli, Sinasi Baray, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday'dir.
Melih Cevdet Anday bu fotografla ilgili söyle yazmis:

"Dört kisi parkta çektirmisiz. Ben, Orhan, Oktay bir de Sinasi - Anlasilan sonbahar - Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli - Yapraksiz arkamizdaki agaçlar - Babasi ölmemis daha Oktay'in - Ben biyiksizim - Orhan Süleyman Efendi'yi tanimamis - Ama ben hiç böyle mahzun olmadim - Ölümü hatirlatan ne var bu resimde?- Oysa hayattayiz hepimiz"

Bu fotograftakiler ölene kadar dost ve arkadas kalmis kisiler... Ayni Altin Madalyon'daki çizgi roman sevdalilari gibi... Bu fotograftakilerin sevdasi ise siirdi.

Ayni zamanda bu fotograf  Ölü Ozanlar Dernegi'ndeki Edebiyat Ögretmeni  Profesör Keating'ini aklima getirdi. Ilk derste ögrencilerine daha önce ayni okuldan mezun
olmus çok eski ögrencilerin fotograflarini gösterir. Ve der ki...

"Hiç geçmisten gelen yüzleri incelediniz mi? Kimbilir kaç kere bu fotograflarin  önlerinden geçtiniz. Onlara daha  önce ciddi olararak hiç  bakmadiniz. Onlar da sizler gibiydi. Ayni saç modeli. Tipki sizler gibi cosku doluydular. Sizler gibi kendilerini yenilmez hissediyorlardi. Sizler gibi hayata umut dolu bakiyorlar, çok büyük basarilara imza atacaklarini düsünüyorlardi. Peki onlar yapabileceklerini yapmak için çok  mu geç kalmislardi? Çünkü su an hepsi çiçeklere gübre olmus durumdalar. Biraz dikkatle dinlerseniz hepsi size "Carpe Diem" diye fisildiyorlar.
" Çocuklar hep birlikte yaklasir ve egilirler duvardaki siyah beyaz fotograflara... Isitmeye çalisirlar bir  vakitler kendileri gibi capcanli olup simdi ölü olan fotograftaki ögrencilerin fisiltilarini... Iyice kulak kesilirler.. Arkadan ögretmen fisildar... "Yasadiginiz günü kavrayin çocuklar... Yasadiginiz günü olagandisi kilmaya çalisin..."

Simdi ben de size rica ediyorum sevgili çizgi roman sevdalilari... Su yukaridaki fotografa iyice bakin... Onlar da sizler gibiydiler... Simdi yoklar... Iste sadece bu sebeple... Gününüzü farkli kilin.. Yasadiginiz ani olaganüstü kilmaya çalisin... Hey, Altin Madalyon'a neler yaziyorum gördünüz mü? Ama Alan Ford yazmis Orhan Veli'yi... Ben de buralara getirdim ne yapabilirim?
Böyleyken böyle iste  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 10 Aralık, 2010, 15:29:06
Senol Bezci'nin sözsüz karikatürleri sahaneydi ya....  Çizimlerini ve esprilerini sevdigim bir diger karikatürist ise Yigit Özgür'dür.  
Yigit Özgür ise  sözsüz degil bilakis  bol konusma balonu içeren karikatürler çizer. Sadece haftalik mizah dergisindeki karikatürlerini takip etmekle kalmam,
evde iki tane Karikatürler1 ve 2 kitabi vardir. Elimizin altindadir her zaman... Karikatürlerine bakmak ve okumak  ruha sifa  gibi gelir.

                                  (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/10/2469.jpg)

Karikatür seyretmeyi ve okumayi seviyorum... Ben  galiba Cemal Nadir'in dedigi gibi  karikatürü ne palyaçoluk, ne de göbek attiran,
çeneleri agirtan kahkaha oldugunu düsünüyorum. Karikatürü gene Cemal Nadir'in söyledigi gibi
"insan beyninin muhtaç oldugu tebessüm ve düsünmeyi temin eden" önemli bir sanat olarak görüyorum.
Tanidigim pek çok  kisiye mizah dergilerinin ve çizgi romanlarin dili uzaktan kaba geliyor.  
Oysa  sanildigi  gibi degil. Mizah dergilerindeki karikatürlerin kimi zaman çizimleri ve dili  kaba ya da argo olsa da
bilakis hayatimizin kabaligini inceltmeye yaradigini, farketmeye zorladigini ve alisilagelen durumlara karsi zaafiyetimizi kiskirttigini düsünüyorum.
Bu nedenle bence  mizah dergilerine ve çizgi romanlara uzaktan bakmamak, mesafeli durmamak, ele alip dokunmak gerekiyor.
Sözlü ve sözsüz karikatürler hayatimizi daha yasanasi kiliyor. Ben karikatürü ve karikatürle ugrasanlari seviyorum.
Çünkü inaniyorum ki   "insan olma" yolunda verdigim çabaya müthis katki yapiyorlar.
Karikatürlere bakiyorum. Onlari seyrediyorum. Okuyorum. Gülüyorum. Farkediyorum. Silkeleniyorum. Çivileniyorum.
Ve suramda, tam suramda bir sizi hissediyorum. Ve ben bütün  bunlari hissetmeyi seviyorum.  ;)   :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 11 Aralık, 2010, 22:00:00
 
  Millet esin-dostun Altin Madalyon'da reklamini yapar,meshur eder de ben geri kalir miyim? ;D
 
  Siz bu sairi taniyor musunuz peki Vildan Hanim?


Start At The Beginning...

Sevilip layik olamayan, sevip kimildayamayan ban'a'

Beni biri severse; utanirim
Seni biri severse; gururuna eklenir...

Beni biri severse; korkarim onun için,
Seni biri severse; geride duramazsin...

Beni biri severse; kaçarim kendime,
Seni biri severse; ona kaçarsin birkaç günlügüne...

Beni biri severse; ben o birine seviyorum diyemem,
Seni biri severse; günde bin kaç kez söylersin sevdigini...

Beni biri severse; ona vereceklerime sinir koymam,
Seni biri severse; neler alacagini hesaplarsin...

Beni biri severse; esir olurum, yanina yoldas,
Seni biri severse; esir alirsin, emretmek arzusundan....

Beni biri severse; özgürlügümü de götürür gittigi yere...
Seni biri severse; özgürlük nedir bilmiyordur ki...

Beni severse biri; o artik benimle bir'dir...
Seni biri severse; bir'likten cinnet dogar aranizda....

Beni biri severse; bundan sonra bir degildir aslinda.
Seni severse biri; herkes kendiyle bir'dir...

Sen birini seversen; sadece aglayabilirim,
Birini seversen sen; buna inanamayabilirim,
Seversen sen birini; kendini daha çok sevmek içindir yine,
Seversen birini sen; bana duyurma...

Sen
Sevebilirsen
Birini,
Gururuma sarilir yasarim...

Ben birini seversem; ben severim sadece,
Birini seversem ben; cinayettir, intihardir,
Seversem birini ben, sadece birini severim,
Seversen ben birini; o biri bir sensin'dir...

Ben
Seversem
Birini...
Ya evlidir, ya birkaç güne evlenir...
 
Umut Taydas

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Aralık, 2010, 12:14:30

Himm.. Maalesef JuDaS bilmiyorum Umut Taydas'i...  Tanitirsaniz sevinirim. Arkadasinizsa bizim de arkadasimiz demektir.

Iyi ama ben Engin Gül'ü de bilmiyordum ki... Hatirlayiniz bu siiriniz  ilgimi çekmisti.

FALCI

Birgün dedi ki bir falci:
"Avucunda yasam çizgisi yok!.."
"Yasamdan daha fazla aci vermez gerçek.."
Dedim ona;
Avucuma açtigim kesigi,
Baglarken mendilimle..

Engin Gül

Henüz diger siirlerinize bakamadim bile...   Hakkini vererek bakacagim insallah.

Umut Taydas konusunda bilgi alalim sizden... Acitan siirleri var galiba... Merak ettim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 12 Aralık, 2010, 21:42:12

Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 12 Aralık, 2010, 12:14:30

Umut Taydas konusunda bilgi alalim sizden... Acitan siirleri var galiba... Merak ettim.

Dostum Cyrano(Umut) kendisini nasil tanitmis bakin:


UMUT TAYDAS

1976 yilinda pek de fazla ugrastirmadan, bir güzel ailenin, bir yeni jenerasyonu'nun, ikinci akincisi olarak dogmusum. Simdi bile yasamak istedigim, ahsap bir evde, ahsap bir mahallede, ahsap arkadaslarimla(beni kastetmiyor :)), gerçekten güzel geçti çocuklugum. Güzel hatirlamak istersen, güzel geçmistir zaten. ilk ve orta ögrenimimi de geride çok güzel anilar birakarak tamamladim. Pek de yogun arkadas çevreleri istemedim, dost seçtim, dost'la yetindim.(beni kastediyor. ::) ) Bu süre içinde iki tanesini tamamen yalniz olmak üzere bir kaç tane dergi çikardim ve batirdim;(Birlikte 2 dergi çikartmistik) eglenceliydi... Yazdiklarimi herhangi bir yerde toplamadim, sadece kendi web sayfamda arada bir yazdiklarimdan parçalar yayinladim. Simdi, bir sekilde vakit geçirerek dünya zamaminim dolmasini bekliyorum.

Ben de kendisi hakkinda bilgi vereyim:

Cyrano, kendi kesfettigi his bombardimaninin etkisi ile duygulandigi ve asik oldugu zamanlarda,2,5 metre boyunda(burasi hemen hemen
dogrudur.Yaklasik 2 metredir.),dakikada 300 kelime yazabilen birisi olarak,dizgin vurulmaz hisleriyle yeryüzünün en sempatik
Cyrettin'i olmaktadir..
 


Kendisi eksi sözlügün laçkalasmadan önceki döneminin en baba entry'lerini giren yazarlarindandir.Söyle bir tarattirin "Cyrano" isimli
sözlük yazarini..Neyse kendisinden bir siirle bitirelim.Böyleyken böyle valla..

YUVARDASIN...


                                  "Siar'a..."
Tadi kalmadi bu kimsesizligin,
tarifsiz uzakliklarda ve issiz cografyalarda
bir batiya göçtür yasadigimiz.
artik yaslandim iyice ve yaslandim derme çatma duvarlara,
sessizlik can yoldasim,
hayatimdaki tek canli sey kum saati,
tik-taklarindan biliyorum, hayatta oldugunu
safi terledim...

agirdan aliyorsun, agir adimlarla yaklasiyorsun ama
tüm bu agirliklari ben tasiyorum,
üzerime basiyorsun, umudumu eziyorsun,
bilerek veya bilmeden; umursayacak durumda degilim,
solgun bir güne girmek üzereyim,
solgun bir hayatin içinde,
henüz vitamin bir umuda gebeyim,
biliyorum içimde ölecek,
biliyorum bir ölü bogum olacak, kurulacak düs,
durulacak hedefsiz bakislara dönecek gözlerim,
aramayacaksin, adim gelmeyecek aklina,
hiç bir ses yokmus gibi uyuyacaksin,
beni bu feryadin içinde sifasiz birakarak.

sabaha döndüm yüzümü, sabahlar karanliktir,
günesleri vardir, gövdelerinde ama paylasmazlar,
bir günes, bir sabahla bir olup,
üzerime gelir, gözlerimi acitir, kizarsa canimi yakar,
bir günes kavurur gelecegimi,
sen o sabah da gelmezsin,
uyursun, uykuya muhtaç bir çocuk gibi
bilirsin olacaklari, ama bir çocuk gibi tepkisiz durur hayatin,
bense yalanim sanki, öyle ki yanacagim.
lanetlenmis bir ülkeymisim gibi uzagimda durursun,
bütün yollari kapatirsin, sesimi kesersin, yoklugunu atarsin ortaya,
bilmem gerekeni,
dayanilmaz...

dayanamam ben de,
ve safir sebepsiz, savururum kendimi, varligimi atarim ortaya,
oradan oraya, bilmeden ve habersiz, 
duymadan ve çaresiz,
muhtaç ama mahkum;
bir odanin duvarlari, tirnaklarimin arasinda,
bu dünyanin kiri gögsüme bulasmis,
bir sairin sesi, hiriltilarimda,
bu sehri deviriyorum,
iyi ki yoksun, iyi ki uzaktasin
iyi ki sirtini dönüp de hayata, 
"yanginim" gamzelerini birakmayacaksin,
bu ucube yasayista, bu aymaz çaresizlikte, bu viran yenilmislikte,
iyi ki benimle olmayacaksin...

birazdan savuracagim gözlerimi, görmeye yok mecalim,
sökecegim pencereleri, kiracagim kirisleri,
omuzlarim duvarlari, azad ederim eve hapsettigim havayi da,
bunca kirbaçlandim, saha kalkar bir kez de ben vururum dünyaya,
tastamam küser, uzaklasir, kaçar gider;
seninle gider,
boslukta kalirim, bu ömür ölümü ögrenene kadar.

            Umut "Dumut" Taydas
               16.05.00 - 20:37

"Bu dünyaya sergüzesttir yasayisim, dünya keyif almayi istedikçe..."


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Aralık, 2010, 22:24:33
Vay canina sayin seyirciler:) Bilmedigim ne çok sair var... Of, aslinda yeminliyim. Asla sikayet etmeyecegim. Niye mi?
Ben evvel ömrümde bir tane bile siir yazmadim. Hiç... Bir dize bile...

Ama çok sükür siir seven bir bünyeye sahibim. Bu da çok önemli bence... Simdi buna sükretmeliyim izninizle...
"Allahim siirden etkilelen bir ruh verdigin için çok tesekkür ederim." Tamam. Simdi devam edeyim..

Umut Taydas ve JuDaS'in çikardiklari dergiler konusunda bilgi alabilir miyim? Dergi kapaklarini görebilir miyim?
Satin alabilir miyim?

JuDaS çok zor birine çattiniz. Küçük çocuklar gibi soru bitmez bende... Bu ne? Bu ne? diye küçük çocuklar
her seyi merak edrler ya aynen öyleyim iste... Böyleyken böyle ;)

Sizin siirler nerdeydi? Bazen Altin Madalyon labirent gibi geliyor bana biliyor musunuz? kayboluyorum... :P
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 12 Aralık, 2010, 22:44:40

Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 12 Aralık, 2010, 22:24:33

Umut Taydas ve JuDaS'in çikardiklari dergiler konusunda bilgi alabilir miyim? Dergi kapaklarini görebilir miyim?
Satin alabilir miyim?

JuDaS çok zor birine çattiniz. Küçük çocuklar gibi sor bitmez bende... Bu ne? Bu ne? diye küçük çocuklar
her seyi merak edrler ya aynen öyleyim iste... Böyleyken böyle ;)

Sizin siirler nerdeydi? Bazen Altin Madalyon labirent gibi geliyor bana biliyor musunuz? kayboluyorum... :P


Biz o dergileri orta okul yillarinda çikartmistik. :) Simdi baktigimda çok sevimli geliyorlar.Çizgi romanlar hakkinda
yazilar yazmisim.Karikatürler çizmisim.Firsat bulur tararsam burada görürsünüz.Olmadi fotografini çeker korum siteye.

Benim siirlerin çok azi Altin Madalyon'da mevcut.Malum,çok sevdigimiz,israrla yayinlanmasini istedigimiz
BATMAN'le ilgili baslik altinda.Bana ait siirlerin yanisira,çesitli sair ve yazarlardan siir ve özlü sözler Batman
çizimleriyle birlikte asagidaki baslik altinda:

http://www.altinmadalyon.com/smf/index.php/topic,1639.0.html (http://www.altinmadalyon.com/smf/index.php/topic,1639.0.html)

Bu baslik altinda "JDS" imzali siirler bana ait.Yazdigim siirleri derlermeye devam ediyorum.Toplam 3 kitap olustu.
Yazmaya devam ediyorum ama herhangi bir sekilde yayinlatmayi hiç düsünmedim.Gariptir öykü yazmaya çalisiyorum
ama cümleler siir olarak dökülüyorlar kagida.Siirin inanilmaz bir gücü olduguna inaniyorum.Koca bir kitapta anlatilacak seylerin bir kaç dizeyle anlatilmasi siirin gücüdür bence..
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Aralık, 2010, 11:51:44
JuDaS, tek tek baktim Batman deki siirlere ve resimlere... Muhtesem olmus.. Ellerinize, emeginize saglik..

Bu bölümde çok az JuDaS siirleri var. Ben bir Altin Madalyon üyesi olarak JuDaS için bir bölüm açilmasini ve
siirlerinin bir arada orada yayinlanmasini talep ediyorum.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Aralık, 2010, 16:13:25

Charles Bukowski'yi bilenler bilir. Almanya'da dogmus, Amerika'da büyümüs, büyürken de inanilmaz acilar çekmis bir adam..
Bir babasi var.. Evlerden uzak.. Hani Allah düsmanima bile vermesin denir ya aynen öyle.. Acimasiz, vicdansiz, sevgisiz bir baba..
Nasil dövüyor çocugu anlatamam size. Sebepli sebepsiz.. Kemerle.. Nerden mi biliyorum? Kitabinda yaziyor..
Charles Bukowski 1920 dogumlu ve 1994 yilinda ölene kadar 45 tane kitap yazmis.. Daha çok da kendini anlatmis..
Ergenlik çaginda nasil sivilceli ve akneli bir cilde sahip bir çocuk.. Of! Hastanelerde çektiklerini öyle bir yazi diliyle anlatiyor ki okuyanin canini feci yakiyor..
Kobay gibi kullaniyorlar çocugu.. Neler neler deniyorlar üzerinde.. Ve dehset acilar çekiyor..
Düsünsenize ergenlikte ne kadar önemlidir yakisikli ya da güzel görünmek..
Kitaplarinda çektigi acilari mazohist bir dille ama tüm samimiyetiyle anlatiyor.. Yasadiklarini dürüstçe yazinca, kizamiyorsun ki Charles Bukowski'ye..
Vicdanin el vermiyor.. Eee.. Böyle bir çocuk ne olacak büyüdügünde? Alkolik, kumarbaz, küfürbaz, edepsiz biri oluyor tabii..
Üzgünüm ama çok da çirkin bir adam ayrica.. Fakat herseye ragmen bir kitaplar yaziyor.. Of! "Söz büyücüsü müsün be adam?" diyesin geliyor yazdiklarini okuyunca..
Yoo.. Dogruya dogru.. Öyle kitaplarinin basucu kitabim oldugunu söylesem yalan olur.. Bakmayin bana... Aslinda genelde kadinlar okumaz Charles Bukowski'yi..
Dili acayip küfürlüdür.. Ayrica kadinlari asagilar gibi bir görüntü verir.. Bana göre göründügü gibi degildir.. Sunu kesinlikle söyleyebilirim..
Charles Bukowski hakkinda "Onu okuduktan sonra artik eskisi gibi kalmaniza imkan yoktur." diye bir yazi okumustum.. Çok dogru bir tespittir bu..
Charles Bukowski bence acisini yazi diline en iyi yansiyan yazarlarindan biridir.

                            (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/13/3021.jpg)

Bir dakika.. Ben aslinda var ya John Fante ile ilgili yazi yazacaktim.. Charles Bukowski'yi yaziyorum iyi mi? Konuyu dagitmak istemiyorum ama önyargili olmak iyi bir sey degil ki..
Ben Bukowski ile ilgili sik sik yazi yazarim Hayal kahvem'de.. Bana "böyle bir adami neden ikide bir yaziyorsun bloguna" derler..  Bakin simdi..
Charles Bukowski yazar olmaya kararli ya.. Parasi da yok.. Ne yapacak? Sürekli Los Angeles Halk Kütüphanesi'ne gidiyor.. Dur durak bilmeden kitap okuyor..
Büyük yazarlarin bütün kitaplarini bitirmis.. Bütün Rus yazarlari, Dante'yi, Shakespeare'i, Hemingway'i, yüzlerce ünlü ünsüz yazarin kitaplarini,
eline geçen aklina gelen bütün kitaplari okuyor.. Kursagina kadar kitapla dolmus ve artik okudugu kitaplardan tat alamaz olmus..
Cani epeyce sikkin.. Son zamanlarda yaptigi gibi kütüphanedeki raflardan gene rastgele kitaplar çekmektedir..
Söyle bir kaç sayfasini okumakta ve yerine birakmaktadir.. Bir kitap daha çeker.. Bakar. Kitabin adi Toza Sor..
Yazari John Fante.. Tanimaz.. Kitabi açar ve birkaç cümle okur.. Charles Bukowski o ani anlatirken su cümleleri kurar:
"Her zamanki üslupla karsilasmayi bekleyerek bir sayfa açtim ve sözcükler, evet, siçradilar üzerime, aniden, panter gibi.
Sayfadan siçrayip matkapla deler gibi deldiler beni." Charles Bkowski'yi yeniden sevklendiren bir kitaptir Toza Sor..
Kitabi kütüphaneden ödünç alir ve odasina gider.. Bir solukta okur kitabi.. Zaman zaman gülümseten, tuhaf, sakin bir mizah tarzi vardir John Fante'nin..
Charles Bukowski'nin dinle ilgisi yoktur.. John Fante'de  dine meyil hisseder ve bu durumunu aktarim tarzindan hoslanir..
Aralarinda benzer pek çok sey farkeder.. Diger iki kitabini da okur John Fante'nin ama en çok Toza Sor'u sever.
Bu arada Charles Bukowski kitaplarini yazmaya devam eder.. Aradan yillar geçer.. Charles Bukowski meshur olmustur..
Bir söylesisinde kendisini en çok etkileyen yazarlari sorarlar.. Turgenyev ve John Fante'nin adini verir. Editörünün dikkatini çeker bu söylesi..
Bundan sonrasi daha enteresan.. Hayat resmen tesadüfler silsilesi.. Gerçek hayatlar da roman gibi..

                                (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/13/3045.jpg)

Editör Charles Bukowski'nin söyleside verdigi isim üzerine Toza Sor'u okur ve çok begenir.. Kitabi tekrar basmaya karar verir..
Inanabilecek misin bilmiyorum ama Charles Bukowsi'nin ilk kez John Fante'yi kesfettigi günden o güne yaklasik kirk yil geçmistir.
Kitabin ilk baskisinin 600 tane kadar oldugu anlasilir. Editör yeni basim için Charles Bukowski'den önsöz yazmasini ister.
Bukowski memnuniyetle övgü dolu bir önsöz yazar.. Bu arada ögrenirler ki John Fante ileri derecede seker hastaligindan dolayi gözleri kör olmustur,
bacaklari kesilmistir, hastanede yatmaktadir.. John Fante, Bukowski'nin yazdigi önsözden ziyadesiyle etkilenmis. ve kendisiyle tanismak istemektedir..
Doktorlarin artik fazla ömrü kalmadigini söyledikleri sevdigi yazari yasaminin son günlerinde hastanede ziyaret eder Charles Bukowski..
Söyle anlatir John Fante'yi: "Ufacik bir adam yatiyordu çarsafin altinda.. Bacaklarindan geriye pek bir sey kalmamisti........
Fakat olaganüstü bir yüzü vardi, küçük bir buldog yüzü. Müthis bir azamet vardi o yüzde. "cesaret" daha müsfik bir söz..... "
Ölmek üzere olan bir adamin mutlulugunu ve belki tarihinin derinliklerinde unutulup gidecek bir yazari tekrar edebiyat dünyasina kazandirmanin güzelligini düsünsene..
Mutlu ölmüstür John Fante.. Kesin.. Böyleyken böyledir iste.. Ne diyeceksiniz simdi? Charles Bukowski yasam tarzi veya küfürlü yazilar yaziyor diye tu kaka denilecek bir yazar degildir..
Bilakis hergün evimize giren gazetelerdeki ya da televizyondan gözümüze gözümüze sokulan rezillikleri seyredecegimize, Bukowski ve Fante'nin kitaplarini okusak ve okudugumuzu gögsümüzü gere gere söyleyebilsek keske.. Hey! Ben John Fante'yi yazacaktim.. Bu yazi Charles Bukowski'ye bir güzelleme oldu iyi mi? Hoppala! Ben ne yaptim gene simdi?
Ne yapalim? Altin Madalyan'un Edebiyat Muhabbetleri'nde mutlaka John Fante ve Chharles Bukowski olmaliydi öyle degil mi  :D

Eee... JuDaS Bukowski siirlerinden bazilarini buraya geçirir belki  :D

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: aaciltan - 13 Aralık, 2010, 21:47:14
Bir yürek siginmasi hayatin acimasizliklarinda
Sizlerin kuytuluklarina
Güzellik birikimlerinin el degmemis bosluklarina
Ayni sizilarda birleserek
Bir bulusma noktasina uçarcasina konuslanmak
Siz... Dostlar...
Her seyi paylasilasi insanlar
Gözlerimizi devirmeden, suratimizi patlatmadan
Gönlümüzün en saf, en ulasilmaz derinliklerinden
Yüregimizi yolunuza serecegimiz
Hepimize yasama sevincini armagan edeceginiz
Siz... Arkadaslar
Böylesi zifirilikler abidesinde... Yasadigimiz dünyada
Kitaplarda buldugumuz... Kelimelerde karsilastigimiz
Konuklugumuzda geçip giderken buralardan
Bizlere bir çocuk gülümsemesi yasatan ... Siz...
Dostlar....



BIR SIIR YAZAYIM DEDIM ANIDEN DOSTLAR
CANIM SIKKINDI BIRAZ
BEGENMEDIYSENIZ KUSURA BAKMAYIN... OKUYUN SADECE... SIZLER IÇIN...

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Aralık, 2010, 22:00:13

Merhaba aaciltan,

Yukarida JuDaS'a cevap yazarken söyle yazmistim...

"Vay canina sayin seyirciler:) Bilmedigim ne çok sair var... Of, aslinda yeminliyim. Asla sikayet etmeyecegim. Niye mi?
Ben evvel ömrümde bir tane bile siir yazmadim. Hiç... Bir dize bile...

Ama çok sükür siir seven bir bünyeye sahibim. Bu da çok önemli bence... Simdi buna sükretmeliyim izninizle...
"Allahim siirden etkilelen bir ruh verdigin için çok tesekkür ederim." Tamam. Simdi devam edeyim.."

Ben hiç siir yazmadim. Siz simdi bu güzel siiri caniniz sikkindi ve hemen yaziverdiniz öyle mi? Inanamiyorum Allahim!
Ben neden hiç siir yazamiyorum peki  ???

Adinizi tam bilmiyorum ama aciltan, nefis bir siir yazmissiniz. lütfen arada yaziniz edebiyat muhabbetlerine... Tesekkürler  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: aaciltan - 13 Aralık, 2010, 22:07:18
Ben tesekkür ederim varliginiz için Hayal Kahvem...
Bazen yazayim diye oturuyorum ve aklimdan geçenleri döküveriyorum beyaz ekranin sonsuzluklarina...
Eminim siz de de böylesi bir potansiyel vardir, çünkü yazilarinizdan anladigim kadariyla insanlari seviyorsunuz... Her sey insan sevgisinde sakli bence...
Dünyayi kurtarabilecek, bu kirli atmosferinden arindirabilecek insan sevgisi.. Bütün kötülüklerin çözümü...
Böyleyken böyle...  =:))
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Aralık, 2010, 22:31:42
aacitan, ben tesekkür ederim duygularinizi ve siirinizi paylastiginiz için :)

kendi siirim yok ama metin üstündag'dan bir alinti koymak istedim simdi buraya sizin için... bunu çok yazarim.. belki yazmisimdir
bile daha önce altin madalyon'a... tekrar tekrar okumakta fayda var... bakin ne güzel yazmis metin üstündag....

ben bu gece dünya'nin ve hayat'in
ve her sey'in sirrina ersem...
ve yazmasam...
kimsenin haberi olmaz..
benim bile..
ama animsadigim her seyi yaziyorum..
dünyanin, hayatin, insanlarin,
her sey'in ve herkesin
ben'deki izlerini...
hiç bir karsilik beklemeden...
sadece ve sadece, tek yapabildigim
bu oldugu için...
sedece ve sadece
en çok yazarken kendimi
çok iyi, çok güzel, çok yakisikli
ve çok insan hissettigim için

Siz de içinizden gelmis ve yazmissiniz ne güzel iste... Durun devam edelim Metin Üstündag ile gene... Bakin söyle...

"Ben burada'yim.. bunu yazdim.. sen de varsin, okudun.. ne güsel.. eyoo!"

Yaaa... Iste böyleyken böyle  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 13 Aralık, 2010, 23:57:59

Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 13 Aralık, 2010, 16:13:25

Eee... JuDaS Bukowski siirlerinden bazilarini buraya geçirir belki  :D



Eee, Vildan Hanim'da Bukowski,Fante severmis arkadaslar.Iki ettik forumda.Var mi bize yan bakan. :D

Vildan Hanim, Bukowski'i foruma daha önce  asagidaki linkte yer alan baslikta tasimistim:

http://www.altinmadalyon.com/smf/index.php/topic,1564.0.html (http://www.altinmadalyon.com/smf/index.php/topic,1564.0.html)

Üstadin tüm kitaplarini okumusturum. 8) Üstadin tüm külliyatini yayinlayan Parantez Yayinlarina ve mükemmel çevirileri için
Avi Pardo'ya sonsuz tesekkürler.Ben Bukowski'yi yillarca odami da süsleyen asagidaki fofografiyla animsayacagim hep. ;D
(Fotograftaki hatunun  inanilmaz,orjinal bir görüntüsü var.)

(http://home.swipnet.se/~w-15266/jpgcat/bukpal.jpg)

Üstadin kendi edebi diline benzer sekilde bir yazi yazmistim.O yaziyi da buraya ekliyorum..


" Mahvolmus hayatlar olagandir.Kendimizin ki olsa bile..."-Charles Bukowski

             Sarhos atlar zamaniydi.Ayyas bir aygirdim ben.Bulutlara tasirdi beni,

boynumdan sarkan yelem.Ay eriyordu,nekahat vaktiydi.Sirtimdaydi afaroz edilmis Isa...

Bir bebek gülüsü duyabilmek için yaratmisti Tanri herseyi ve bir damla gözyasi içerisinde

geçmistim ben cehennemi ..

Bezgin köpeklerin siginagi,kilitsiz bir hücre artik bu beden.Sisem kivraniyor paltomun cebinde,

damarlarim yeseriyor tozun özlemiyle.Ay tirmaniyor,saçlarima asilarak.Kurdun parlayan disleri

yansiyor gölün üzerine.

Ve beynim akiyor keder denizime..

Mundar oldum ben,kilmayin sakin cenazemi...

                                                                                              -Charles Bukowski'ye-JDS  11-04-2001

                                  " Kimse bilmez ne çektigimi,atesin üzerinde ne denli iyi yürüdügündür mesele.."-Charles Bukowski



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 14 Aralık, 2010, 09:22:23
Uzun zamandir elimin gitmedigi Bukowski romanlarini okutuyorsunuz ya ne diyeyim ben size.Dün Factotum'a basladim.Zaten severdim daha çok sevdim.Siz var ya siz...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: explodingsun - 17 Aralık, 2010, 17:00:59
Alıntı yapılan: JuDaS2099 - 12 Aralık, 2010, 21:42:12

UMUT TAYDAS

1976 yilinda pek de fazla ugrastirmadan, bir güzel ailenin, bir yeni jenerasyonu'nun, ikinci akincisi olarak dogmusum. Simdi bile yasamak istedigim, ahsap bir evde, ahsap bir mahallede, ahsap arkadaslarimla(beni kastetmiyor :)), gerçekten güzel geçti çocuklugum. Güzel hatirlamak istersen, güzel geçmistir zaten. ilk ve orta ögrenimimi de geride çok güzel anilar birakarak tamamladim. Pek de yogun arkadas çevreleri istemedim, dost seçtim, dost'la yetindim.(beni kastediyor. ::) ) Bu süre içinde iki tanesini tamamen yalniz olmak üzere bir kaç tane dergi çikardim ve batirdim;(Birlikte 2 dergi çikartmistik) eglenceliydi... Yazdiklarimi herhangi bir yerde toplamadim, sadece kendi web sayfamda arada bir yazdiklarimdan parçalar yayinladim. Simdi, bir sekilde vakit geçirerek dünya zamaminim dolmasini bekliyorum.

Ben de kendisi hakkinda bilgi vereyim:

Cyrano, kendi kesfettigi his bombardimaninin etkisi ile duygulandigi ve asik oldugu zamanlarda,2,5 metre boyunda(burasi hemen hemen
dogrudur.Yaklasik 2 metredir.),dakikada 300 kelime yazabilen birisi olarak,dizgin vurulmaz hisleriyle yeryüzünün en sempatik
Cyrettin'i olmaktadir..
 


Kendisi eksi sözlügün laçkalasmadan önceki döneminin en baba entry'lerini giren yazarlarindandir.Söyle bir tarattirin "Cyrano" isimli
sözlük yazarini..
Cyrano benim en sevdigim sözlük yazariydi. Hatta örnek aldigim bir isimdi, defalarca okumusumdur yazdiklarinin bazilarini. Kendi sitesi yazartikanmasi.com'u da epeydir güncellemiyor. Mahrum kaldik cyrettin abiyi okumaktan.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 17 Aralık, 2010, 21:09:15


Alıntı yapılan: explodingsun - 17 Aralık, 2010, 17:00:59

Cyrano benim en sevdigim sözlük yazariydi. Hatta örnek aldigim bir isimdi, defalarca okumusumdur yazdiklarinin bazilarini. Kendi sitesi yazartikanmasi.com'u da epeydir güncellemiyor. Mahrum kaldik cyrettin abiyi okumaktan.
Bugün uzun bir telefon görüsmesi yaptim kendisiyle.Yorulmis herseyden,herkesten uzakta,inzivada adeta.Çocuk kitaplari çeviriyormus.
Martin Mystere"leri istedi benden.Milliyet Çocuk ciltlerini vermisti orta okulda bana,(Sonradan çok pisman oldu ama)"Duruyorlar,merak etme
tüm seriyi tamamlamak üzereyim"dedim.
    Herkes bir taraflara savruldu-gitti.Iyi dost bulmakta,sahip çikmakta zordur..
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 18 Aralık, 2010, 00:06:12
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 17 Aralık, 2010, 23:47:26

Inanamiyorum.. Özden Ögrük'ün fotografini bulamadim bir tane bile  :'(


(http://oburmizah.com/wp/wp-content/uploads/2010/05/10.jpg)

Vesikalik var bir tane. :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Aralık, 2010, 11:01:08
JuDaS emin misiniz bu fotografin Özden Ögrük olduguna... Sanki degil gibi.. Bilmiyorum ki.
Ne fena...  Acaba gizliyor olabilir mi kendisini?

Durun Senol Bezci Altin Madalyon üyesi degil mi? Kendisi çizgi roman arastirmacisi.. Soralim
Senol Bezci'ye... Cevap verir elbet bize  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Aralık, 2010, 11:22:10
JuDaS ve explodingsun  Cyrano 'dan bahsedince, her ne kadar ben Çilgin Bedis'i yazdiysam da dün gece, uyudugumda
inanamadim.... Cyrano girmesin mi benim rüyama... Aaaa! :)

                    (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/18/1576.jpg)

Ama bu Cyrano kim biliyor musunuz? Cyrano de Bergerac... Dogrusu zorlandim ismini yazarken...
Tamam itiraf ediyorum, dogru mu yazdim diye baktim sanal ansiklopediden...
Yazilisinda zorlandim ya okunusunu kolay söylemem hiç mümkün degil. Zaten telaffuz konusunda özürlü birisiyimdir.
Anlatacagim kisi ise, burnunun büyüklügü, kilicinin gücü ama asil önemlisi etkili konusmasi ve büyülü yazilariyla söhretli birisi.
Dedim ya Cyrano de Bergerac...
Cyrano, kuzeni Roxane'ye asik olan Christian'in hem ask mektuplarini yazar hem de bulustuklarinda konusmalarinin suflörlügünü yapar.

Ünlü Fransiz oyun yazari Edmond Rostand'in, 1619-1655 yillari arasinda yasamis Fransiz oyun yazari ve silahsör Cyrano de Bergerac'in
gerçek hayat öyküsünden esinlenerek, 1897 de yazdigi bir oyundur. Benim seyrettigim ise bir filmdi.
Basrollerinde Gerard Depardieu vardi ve aktör bu filmiyle yüregimin zirvesine yükselmisti. Sahi simdi nerelerde bu aktör?
Bu filmde mektuplari yazan ve Christian yerine konusan Cyrano'dur. Ama bilmez Roxanne... Christian yaziyor ve konusuyor zanneder.
Roxanne'nin asik oldugu aslinda Christian degil, yazilan mektuplar ve dinledigi ask sözleridir.
Gerard Depardieu bu filmdeki basarisiyla 1990 da Oscar'a aday olmus. Cannes film festivalinde en iyi aktör ödülünü almis.
Aktörün Asterix ve Green Card adli filmlerini hatirladim simdi de...
Bakar misniz simdi su ise... Cyrano diye Altin Madalyon'da okuyunca... Neler gördüm rüyamda  :D

Bir sey soracagim... Sizin anlattiginiz Cyrano, Gerard Depardieu mu yoksaaaa? Inanmiyorummmmm! Sahi mi? Bir imza rica edebilir miyim
Eger Altin Madalyon'a üyeyse Cyrano'da  ;D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: senolbezci - 18 Aralık, 2010, 22:15:13
Merhaba,

Özden Ögrük'ün sadece üç fotografini gördüm. Her üçü de eski fotograflardi, buradaki yeni galiba. Yani bilemedim fotograf ona mi ait? Zaman insana napar bilirsiniz. 1986 yilinda Girgir'da "Girgir Hapishanesinden Tipler" diye bir bölüm yapilmisti ve derginin yazar ve çizerleri tanitilmisti. Özden Ögrük'ün kendini tanittigi sayfada iki tane fotograf var. Biri taa lise ögrencisiyken. O sayfayi buldum ve taradim ama burada mesajlara ekleyebilecegim dosyanin 128 KB'yi geçmemesi gerektigi için gönderemiyorum. Vildan Hanim, sizin e-mail adresinize gönderecegim. Altin Madalyon'daki fotograf dogru mu siz karar verirsiniz. 

Selamlar.

Senol
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Aralık, 2010, 22:41:10
Hey inanmiyorum Senol Bezci soruma cevap vermis. Üstelik cevap vermekle kalmamis Özden Ögrük'ün fotografini
da göndermis. Hemen ekliyorum Altin Madalyon'a Senol Hocam... Ama digerini ekleyemedim. Olsun bu fotograf yeter.
Çok tesekkür ederim.

                            (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/18/6561.jpg)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 18 Aralık, 2010, 22:45:02

Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 18 Aralık, 2010, 11:22:10

Bir sey soracagim... Sizin anlattiginiz Cyrano, Gerard Depardieu mu yoksaaaa? Inanmiyorummmmm! Sahi mi? Bir imza rica edebilir miyim
Eger Altin Madalyon'a üyeyse Cyrano'da  ;D


   Cyrano bu teklifinizi duysa "yarimada" kivamindaki burnunu havaya diker ve her zaman ki magrur edasiyla "Istemem,eksik olsun" derdi
herhalde.(Oyun boyunca Cyrano,kendisine teklif edilen  her türlü mevki,makam,para vesaireyi bu edayla reddeder.)

   Çokta gururludur.Son nefesinde Roxanne'in kollarinda can verirken ,Roxanne'a olan askini yillar boyu saklayan Cyrano'ya "Bunu neden
sakladin" diye sorar Roxanne.Cyrano sadece"Gururum" der..

Mevzuyu bir Cyrano siiriyle baglayalim:

Eger "ask" varsa;
Insanlar için degildir herhalde.
"Sevmek",aci çekmekse,
Birakin Cyrano'lar ölsün..


            -JDS-
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Aralık, 2010, 22:54:24

Hiimm.. JuDaS çok damardan bir siir attirmissiniz..

Sakin bu siiri simdi ayaküstü yazdim demeyin bana..
Inanin çok gücenirim JuDaS... Ben evvel ömrümde tek siir yazmadim.. Bir dize bile...
Hayatta en kiskandigim kisiler kafalari estiginde siir yazanlar...
Bu siiri aslinda arkadasiniz  Cyrano için daha önce yazmistiniz zaten degil mi?  :'(
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 18 Aralık, 2010, 23:06:09

Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 18 Aralık, 2010, 22:54:24

Bu siiri aslinda arkadasiniz  Cyrano için daha önce yazmistiniz zaten degil mi?  :'(

  Ben de sizin gibi Cyrano'yu romanini henüz okumadan,Gerard Depardieu'nun müthis oyunculuguyla tanimistim.
Bu bir itirafsa filmin finalinde "agladigimi" da ekleyeyim.Filmde Cyrano düello yaparken siir okur.Misralarin sonu hep
aynidir."Siirin sonunda bitiktir isin."Filmin sonunda da benim isim bitmisti.Iste o zaman yazmistim bu siiri..

(http://t1.gstatic.com/images?q=tbn:x67ZcfICyGQluM:http://i195.photobucket.com/albums/z52/muratos/gerard-depardieu/cyrano-de-bergerac-gerard-depardieu.jpg&t=1)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Aralık, 2010, 23:23:39
JuDaS çok ince bir çocuksunuz siz. Tesekkür ederim. Eger evet simdi yazdim bu siiri deseydiniz
neden bu kadar kolay siir yazamiyorum ben diye gene kendime küsecektim.  :-[

Oysa siz filme baglamissiniz konuyu ve siiri...  Sonra ne güzel itiraf etmissiniz... Filmin sonunda agladiginizi.
Aglamak ayip degil ki. Aynen siir yazmak gibi en insani hallerden biri... Duygulanmak kadar güzel sey var mi?

Siz edebiyat akrabaligi diye bir sey duymus muydunuz daha önce?

""Edebiyat akrabaliklari, hiçbir zaman bulusup bir kahve içemeyeceginiz insanlarin yeryüzüne dagilmis varligini hatirlatir size.
Gene de asil bulusmanin edebiyat oldugunu bilirsiniz"

JuDaS, sizin bilgilerinizden çok faydalandigimi bilmenizi isterim. Misal Batman bölümü var ya sayenizde olaganüstü olmus.
Çok etkilendim. Benim de hazirladigim bir Batman- Bulutsuzluk Özlemi  yazim var. Bir ara Batman klasörüne atacagim o yaziyi.
Diyecegim odur ki JuDaS, Altin Madalyon'da Edebiyat Muhabbetiniz için çok tesekkür ederim.  :)



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Aralık, 2010, 20:12:55
(http://i1012.hizliresim.com/2010/12/19/5758.jpg) ahmet hamdi tanpinar            (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/19/5764.jpg) resat ekrem koçu

(http://i1012.hizliresim.com/2010/12/19/5770.jpg) abdülhak sinasi hisar                (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/19/5779.jpg) yahya kemal beyatli

Bu yukarida fotograflarini gördügümüz kisiler  Türk Edebiyatinin en önemli isimleri bence...
Ortak özellikleri sadece edebiyatla ilgileri degil ama... Bir ortak özellikleri daha var.

Dört "hüzünlü" yazar...

Orhan Pamuk'un Istanbul adli kitabinin 11. Bölümü Dört Hüzünlü yazarimiz hakkindadir.
Bu bölümünün son paragrafinda sunlar yazmaktadir:
"Hatira yazari Abdülhak Sinasi Hisar, hakkinda bir kitap yazdigi arkadasi sair Yahya Kemal, onun ögrencisi ve sonra yakini
romanci Ahmet Hamdi Tanpinar ve gazeteci-tarihçi Resat Ekrem Koçu,bu dört hüzünlü yazar, bütün hayatlari boyunca yalniz yasadilar,
hiç evlenmediler ve yalniz öldüler. Yahya Kemal disindakiler ölürlerken eserlerini istedikleri gibi tamamlayamadiklarini,
kitaplarinin parçalar halinde yarida kaldigini ya da istedikleri okuru bulamadiklarini da aciyla hissediyorlardi.
Istanbul'un en büyük ve en etkili sairi Yahya Kemal ise, hayati boyunca kitap yayimlamayi zaten reddetmisti."

Çok degerli bu edebiyatçilarimiz Altin Madalyon'un Edebiyat Muhabbetlerine dahil edelim ve konusalim bakalim haklarinda neler biliyoruz?





Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Aralık, 2010, 13:59:40


Ben romanci degilim. Ben öykücüyüm.  Romandan ziyade öykü okumayi severim. Roman konusunda ise seçiciyim Her romana dalamam.
Amaaa Ahmet Hamdi Tanpinar'in romanlarini  çok severim. Hatta A.H.Tanpinar'a Çagdas Türk Edebiyati'nin en iyi romancisidir bile derim,

Huzur adli romani mesela... Sahane bir ask romanidir.
Ya o ironi, hiciv, mizah sahaseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Aslinda... A.H. Tanpinar okunmasi zor bir yazar. Ama bir lezzetine varilinca.. Of! Kitaplarinin pesine düsülür yeminle...
Muazzam bir kültür, sanat adami. Müzik, resim, heykel, felsefe... Akliniza ne gelirse her seyle ilgili biri. Ya o güzelim siirleri...
Sair yani pek bilinmez. Oysa az ve öz müthis siirleri vardir. Bakin ona ait iki sahane dize yazacagim.

"Ne içindeyim zamanin/ Ne de büsbütün disinda"...Haydi iki dize daha...

" Yekpare genis bir anin/Parçalanmis akisinda"

Yazar hakkinda çok bilinmeyen bazi bilgileri paylasmak niyetindeyim. Ahmet Hamdi Tanpinar kendi yazdigi Sahnenin Disindakiler romanini,
filme çekilmek üzere senaryo haline getirmis. Iki Ates Arasinda adiyla Ulvi Uraz'a teslim etmis.  Ama maalesef çekilmemis.

Ne hos degil mi  A.H.Tanpinar'in sinema ile ilgisi  olmasi... Ayrica ilginç bir durum daha var.
Ahmet Hamdi Tanpinar Zümrüt adli bir filmin kumar sahnesinde figüran rolünde oynamis. Ne hos! Her türlü sanatla ilgilenen bir yazar.

Prof.Dr.Orhan Okay'in Dergah yayinlarindan çikan Bir Hülya Adaminin Romani Ahmet Hamdi Tanpinar adli kitabinin 212. sayfasina bakilirsa eger..
Filmden bir kare vardir o sayfada... Soldaki adam Ahmet Hamdi Tanpinar'dir.

Acaba Ahmet Hamdi Tanpinar çizgi romanlar konusunda ne düsünürdü? Çok severdi bence... Çünkü resim sanatiyla ve edebiyatla ayrica sinemayla
ilgili biri çizgi romanlara asla duyarsiz kalamazdi... Kalamazdi degil mi? Bir çizgi roman sevdalisi olurdu... Belki de çizgi roman sevdalisiydi zaten..
Kimbilir?

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Aralık, 2010, 13:43:07
                            (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/21/2021.jpg)


Türk Edebiyatinin en iyi öykü ustasidir Sait Faik. Sadece edebiyatçi diye görmemek lazim, ayni zamanda büyük bir bilgedir.
Bakar misiniz su sözlerine...


"Dünya degisiyor dostlarim. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artik esmer lekeler göremeyeceksiniz.
Günün birinde yol kenarlarinda, toprak anamizin koyu yesil saçlarini da göremeyeceksiniz. Bizim için degil ama, çocuklar,
sizin için kötü olacak. Biz kuslari ve yesillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi."
SAIT FAIK -SON KUSLAR


                           (http://i1012.hizliresim.com/2010/12/21/2009.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: oblomov 21 - 22 Aralık, 2010, 23:15:30
Senin bir ceylan gibi o mahzun bakisini
Ve ne varsa, öylesine yürekten sevdigim o bakista
Unutmadim, üst üste yigilan hüzünlü yillarda
Fakat görüntün, zihnimde gitgide dumanlandi

Gün gelir, yürekte hüzün de söner artik
Ne mutlulugun, ne acilarin oldugu bir yerde
Düsler de, animsayislar da silinir gitgide
Kalir sadece, her seyi bagislatan bir uzaklik...

                             IVAN BUMIN               TÜRKÇESI BILE SAHANE. RUSÇASINI HAYAL BILE  EDEMIYORUM..
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Ocak, 2011, 17:50:49
           
   (http://4.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S1oiZb4qZgI/AAAAAAAAFrY/Cok96th0g3A/s1600/FlashGordon1980.jpg)

       Şimdi burada koskoca, baba baba çizgi roman sevdalıları arasında Flash Gordon'u anlatmak biliyorum ki bana düşmez. Üstelik bir kez bile Flash Gordon okumadım.
        İyi de niye Flash Gordon hakkında bir şeyler yazmaya niyetlendim. Bakın şimdi. Öğrendiğime göre Flash Gordon 1930 ların ünlü çizgi romanıymış. Hatta sonra filmleri de
       çevrilmiş. Önümüzdeki günlerde tekrar sinemaya uyarlanacağını gazetede okumuştum ama sonra takip etmedim. Var mı? Çevrildi mi acaba yeni versiyonu?

      Neyse...  Bizim memlekette de o ilk yıllarda çok meşhurmuş Flash Gordon...  Hatta İzmir de Karşıyaka da çöp gibi ipince bir oğlan bayılmaktaymış Flash Gordon çizgi romanına.
      13-14 yaşlarındaymış. Sonra filmi gelince de koşa koşa sinemaya gitmiş. Filmden o kadar etkilenmiş ki hayatının ilk romanını yazmış.   Bir bilimkurgu romanmış bu.
     Sonraları bu çocuk memleketimizin en ünlü yazarlarından biri oluyor. Adı neymiş bu ilk kitabının, biliyor musunuz?  Adı Merih'e Seyahat'mış...
     Bu romanında Türkiye'den insanların, uzaya gidişini hikaye etmiş. 1938'li yıllar. Ne hoş değil mi? Ben de Flash Gordon sebebiyle araştırınca öğrendim. Eğer bilmiyorsanız
     duyduğunda yazarın ismini inanın  şok olacaksınız.

        Flash Gordon çizgi romanlarının ve filminin müdavimi, ilk romanını bir çizgi roman kahramanından esinlenerek yazan o ünlü yazar kimmiş biliyor musunuz? Hey, benim en sevdiğim
         şair! ATTİLA İLHAN


(http://www.attilailhan.com/wp-content/uploads/2atillailhan2uq5.jpg)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 01 Ocak, 2011, 18:25:06
Gordon Tay yayınları zamanında okuduğum en güzel çr lerden biriydi.Benim tam çocukluk dönenmime denk gelir kendisi.Fazla hatırlamam ama filmi ve çizgi filmi beni mest etmiştir.Gordon aslında bir efsanedir.Bilim kurgunun gerçek atası olarak görülebilir sanırım.Ondan sonraki kuşağıda çok etkilemiştir.Hatta İtalyan çizgi romanlarında etkisi hala devam eder vede bunu göğüslerini gere gere söylerler.Attila İlhan'ın etkilenmesi ve yazarlığa soyunmasında bir etkisi varsa ne güzel.Aslında çizgi roman bu sitedeki bir çok insanın yazmasına vesile oluyor.İyi varlar.Bu arada iyi yıllaaaar.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Ocak, 2011, 18:27:29


İnanmıyorum Güneş! Siz 1935 doğumlu musunuz yoksa???:)))) Yaaaaa!
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 01 Ocak, 2011, 18:37:31
935 doğumlu değilim ama yılbaşından sonra 30 a adım atmış oldum ;D 1980lerin sanırım ortasında siyah kaplı güzel resimleri olan gordon çizgi romanları yayınlamıştı.Yakında bir sorun olmazsa 1001 romanbu benim çocukluk çr'mi bizimle buluşturacak.Heyecan dorukta yaniii....
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Ocak, 2011, 18:42:04

Of Güneş, korkuttunuz beni:)) Neyse...İyi ama sizin vaziyet daha beter öyleyse... 30 yaş öyle mi?
30 yaş var ya en zor yaştır... Fecidir feci... Küçük de değilsiniz artık... Büyük de... 30 yaşına girince var ya
30 kere SWACK efekti duyar insan yüreğinde:))

Durun bir ara ben size 30 yaşla ilgili Ece Temelkuran yazısı yazacağım.... Geçmiş olsun Güneş...
Valla şu yaşım o kadar güzel ki söylemesi acı gelecek biliyorum ama asla 30 yaşında olmak istemezdim:))
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 01 Ocak, 2011, 18:44:10
Bazı kapaklar:

(http://img576.imageshack.us/img576/7052/img01950.jpg)

(http://img690.imageshack.us/img690/5663/gordonr.jpg)

(http://img251.imagevenue.com/aAfkjfp01fo1i-16696/loc371/98148_Gordon_Fasikul_1_122_371lo.jpg)

(http://img202.imagevenue.com/aAfkjfp01fo1i-18738/loc83/01086_ozan0001_resize_122_83lo.jpg)

(http://img247.imagevenue.com/aAfkjfp01fo1i-27508/loc480/41993_ozan0001_resize_122_480lo.jpg)

(http://ttp://img237.imagevenue.com/aAfkjfp01fo1i-6741/loc225/04296_ozan0001_resize_122_225lo.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 01 Ocak, 2011, 18:46:41
Daha rakamsal olarak oldum canım.Yazın olacak inş. yıl olarak oldum ama.Evet bende genç olmak isterdim.20 fena olmazdı ama ne yapalım buna da şükür 50 olabilirdim.Onunda şöyle bir güzelliği olurdu dehşet bir koleksiyonum olurdu. ;D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Ocak, 2011, 18:47:27
Eyvahhhh! Güneş...  Koyduğunuz  resimlere bakınca anlıyorum yazdıklarım canınızı sıktı ama yoooo.. O kadar dert etmeyin...
Hepimiz geçtik 30 dan Güneş... Siz de atlatacaksınız merak etmeyin:))))






Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 01 Ocak, 2011, 18:51:38
Evet ama Cahit Sıtkı'nın dediği gibi:

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.


Offff offf ona da az kaldı desenize  :(
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Ocak, 2011, 18:59:31


Hoppala! Güneş bana yazmayın bari böyle nameleri...  Altın madalyon'un en yaşlı üyesi var şu anda karşınızda:)
Valla bu yaş daha güzel 30 yaştan... 30 yaş bir geçiş yaşı Güneş... tamam... Daha 30 olmamışsınız zaten...
Bir ön hazırlık yaparız size... Kolaylıkla atlatırsınız merak etmeyin.... Sonraaa.. Yani 30 dan sonraaa...
Kolay sonrası:))) 30 yaş mühim:))) Allah saklasın çarpar insanı!!!!
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 01 Ocak, 2011, 19:05:10
Depresif olacam zati 20 ler bitti.Babam 50 diyince bir süre kendine gelemedi.Bende de olacak sanırım.Zor yaşlar valla.Aman bir kere yeter zati iki kere 30 olmayı kim ister?  ;D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Ocak, 2011, 20:11:45

Bu yazıyı Güneş'e ve yaşı 30 yaklaşan, 30 olmak üzere olan Çizgi Roman Sevdalılarına ithaf ediyorum:)
Çok severim bu yazısını Ece Temelkuran'ın... Buyrunuz...

(http://www.bayanpinar.com/yazarlar/images/ece.jpg)

OTUZ İYİDİR; ÇÜNKÜ...
       
    Çünkü, yirmiler bitmiştir. Ne yapacağını bilememenin, rüzgarlara kapılıp kendini tanımadığın kıyılarda bulmanın, o kıyılardan tekrar kendine dönmeye çalışmanın yaşları yirmiler, nihayete ermiştir.
    Başka başka adamların ve kadınların peşinden kendinden epey uzaklara gidip, sonra o tanımadığın yerlerden kendine dönmeye çalışmadın mı?
    * * *
    Çünkü, artık çocuk değilsin. Çocuk kalmak üzerine yapılan edebiyatları koy bir kenara, hepsi saçmadır aslında. Büyümek iyidir. Çocuklar insana yakışmayacak kadar acımasız olabilirler. Çocuklar insanlara hak etmedikleri merhametleri gösterebilirler. Çocuklukla ilgili bir tek "şaşırmak yeteneğini" alabilirsin yanına. Almalısın, becerebilirsen mutlaka!
    Çocuk sanıp seni aslında hiç de çocukça olmayan cümlelerini gürültüye getirmediler mi? Şimdi sen de "büyüklerin" arasındasın, sözlerinle onların ağırlığındasın.
    * * *
    Çünkü gövdenin bir rahiyası var artık; yaşadıklarından dolayı ağır ağır birikmiş. Uçuşamayacak kadar ağırsın şimdi. Kendini kaldırıp oradan oraya koymak istediğinde bunu nasıl yapacağını öğrenmiş olduğun için hafif.
    Çakılıp kaldığın zamanlarda nereye, nasıl gidileceğini, varılacağını bilmediğin için donup kalmadın mı kendinin karanlıklarında? Şimdi sen kedine alışıksın. Dibe vuran hallerine, sonra nasıl çıktığına alışıksın. Şimdi artık sen kendinin düşmüş ve kalkmış hallerine tanıksın.
    * * *
    Ömrün en güzel yerindesin. Gençliğin tatlılığıyla ihtiyarlamanın bilgeliği arasındaki en tepedeki noktada duruyorsun. İster yine uçuşur ister beğendiğin yerde durursun.
    Şimdi sen büyük yolculuklara hiç korkmadan çıkabilirsin. Şimdi sen tam kendine göresin.
    * * *
    Artık başkalarının senin hakkında düşündükleri de önemli değil. Sen artık bir kayalıksın, hayat eteklerine dalga dalga vuruyor. Sözler, kötülükler, su kabarcıkları gibi sönüveriyor. Sen yine orada duruyorsun. Rüzgar uğulduyor tepelerinde; sanki gülüyorsun.
    Tin tin tini mini hanım gibisin. Peşinde bir rüzgarla yürüyorsun sanki. Sen yürüdükçe rüzgar estiriyorsun. Böyle hissetmek iyi geliyor ya da. Ama kendini sevme işini abartmayacak kadar da kendini biliyorsun. Efendisin, iyisin. Canın fena sıkılsa da ara sıra artık kendini tedavi etmeyi biliyorsun.
    * * *
    Otuz iyidir. Çünkü sen otuzsun. Bu kadar. Kendinin tadına bakıyorsun. Dünyaya gelmiş ve yürümekte olan birisin. Bir gün gideceksin. Sen bu halin tadına bakıyorsun, bu gövdenin içinde olmayı, böyle bir beyin ve böyle bir kalp taşıyor olmayı elinden geldiğince deniyorsun. Şimdi sen artık abartmıyorsun. Abartmadığın için zaman daha az sürtünüyor sana. Sen artık daha ziyade tıngır mıngır cümleleri seviyorsun. Tıngır mıngır... Tıngır mıngır... Ellerini başının arkasına koyup, ayaklarını şöylemesine uzatıp dünyanın hallerine bakıyorsun. Dünya da senin hallerine... Otuz iyidir. Çünkü sen şimdi otuzsun!
   
ECE TEMELKURAN
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Ocak, 2011, 20:17:39


Haydi bir güzellik yapayım... Yaşı 40 doğru ilerlemekte olan Çizgi Roman Sevdalılarına gene Ece Temelkuran'ın şu yazısını ithaf edivereyim:))
Şahane yazılar bunlar... Çok sevdiğim yazılar... Bilmeyen, okumayan okusun isterim... Buyrunuz...

(http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/SdG_TksZB4I/AAAAAAAAB7M/q6GXTKJARg4/s320/eceqz1.jpg)



Otuzların ortasından sonrası biraz zormuş. "Diğerleri gibi yakasına" giden o köprüden önceki son çıkış geçildikten sonra işler biraz zahmetliymiş. Sen "sonu pek belli olmayanlar" yakasındasın şimdi. Bizim yaka, diğerlerinin izlemeye bayıldığı bir filmdir aslında, bakma. Bilhassa ve en çok da köprüden son anda kendilerini öte tarafa atanlar merak ederler sonumuzu. Bu yüzden biz, köprünün öte tarafının fotoromanıyızdır biraz. Karşı tarafın kendisi hakkında "Aman canım iyi ki..." diye başlayıp hayatı ucuz atlatmanın ferahlamasıyla okudukları. Biz, hayatı hiç ucuz atlatamayız.

DEBDEBE VE VESVESE


Otuzların ortasını geçince yol stabilize. Maceralı gençliğin debdebesinin yerini pek o kadar da macera istemediğin orta yaşın vesvesesi almaya başladığında insanın kalbi çiçek bozuğu oluyor biraz.Daha önce "Ya beceremezsem" diye korkuyorsun da otuzların ortasını geçince bu korkuyla koşturup durmaktan dalağın şişmiş oluyor, böğründe kalp gibi atan tuhaf bir sancı. Artık "Ya beceremezsem" diye korkmuyorsun, hasbelkader becermiş oluyorsun zaten ne becereceksen. İnsan artık "Ya hayattan alacaklı kalırsam" diye korkuyor. Hayatın kendilerine borçlu olduğunu hisseden ihtiyarlar beni çok içlendiriyor bu yüzden. Çok pis bir dolandırıcının eline düşmüş zavallılar gibi öfkelerini nereden çıkaracaklarını bilmiyorlar. O devamsızlık tatsızlaştırıyor son yıllarını. Otuzların ortasını geçince işte onlar gibi ihtiyarlamaktan korkmaya başlıyorsun. Ne acayip! Daha dün 16 yaşındaydın.

SEÇMEYE ZAMAN MI VARDI?


Daha dün 16 yaşındaydın gibi hissettiğine göre demek ki yalandı. Her şey bizim seçimimiz, bu yolu biz seçtik meselesi yani, palavra. Çünkü hiçbir şey seçmeye vakit yoktur aslında. Kalbinde yazılı, kendinin de o anda okuyamadığı, sonra bakınca söktüğü bir yazı, bir bilgi var. Ne seçeceğini sen biliyorsun ama aklınla ilgili bir şey değil bu. Akla zaman mı vardı? Daha dün 16 yaşındaydın diyorum! Bugüne gelene kadar arada ne oldu? Bu aynı zamanda geri kalan ömrün de aynı hızda geçeceğini mi gösteriyor? Biz "bugün" adlı noktada durup zamanın olmayan iki ucunu arayan biçareler miyiz aslında? Şu anlaşılıyor otuzların ortası geçince işte: Hayat diye bir uzunluk birimi yoktur!

KOŞARAK YAŞLANMAK


Bizim gibilerin nasıl yaşlanacağı belli değil. En çok bu bakımdan dolandırıldık sanırım. Kalbin emniyeti için hasis duygusal yatırımlarımızı yapmadık. Hayatımızın güvenliği için insanları ölçüp biçip biriktirmedik. Ruhsal emekliliğimiz için kenara, tatsız olsa da sağlam diye ilişkiler koymadık. Vaktiyle sıkılanlar, sıkıcı olanlar, şimdi bireysel emeklilik maaşlarını alıyorlar hayattan. "Hiçbir şey" diye bir şey yapıyorlar, dediklerine bakılırsa pek konforlu. Biz bomboş bir mevduat hesabıyla dikiliyoruz hayatın ortasında, istemediğin kadar bireysel bir mevduat hesabı bu. Demek ki bu yüzden hâlâ koşturarak ve yaşlılığı fena bir melodrama dönüştüren bir telaşla yaşıyor hayattan alacaklı olduğuna inanan ihtiyarlar...

CEPLERİNİ YOKLA KARDEŞ!

Son tahlilde bakıldığında elimizde ne var? Tek bir sıkı kartımız var elimizde, o da hikâyeler. Kimselerinkine benzemeyen, her anlatıldığında karşı yakadakileri imrendiren, hatta bazen hasetten deliye döndüren hikâyelerimiz var. Bizdeki mamelek bundan ibaret. Tek başına hastaneye gitmek zorunda kaldığında ya da yazları kalabalık masalarda karışık kızartmaya sarımsaklı yoğurt dökülürken ve sen kenardan geçerken bu hikâyeleri düşün. Yalnız başına yola çıkmış her yolcunun yaptığı gibi ferahlamak için sık sık hikâye dolu ceplerini yokla. Hayat bir sahtekâr dolandırıcı. Ve sen bunu 16 yaşında bilmiyor değildin. Bilmediğin tek şey, köprüden önceki son çıkışın tepesine tabela koymadıklarıydı namussuzların. Ceplerini yokla şimdi, yürümeye devam et. Bari sen bizim gibiler için bu filmin iyi bitebileceğini ispat et.
Ece Temelkuran

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 04 Ocak, 2011, 19:56:10
           


(http://4.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TKrVIuuZ6DI/AAAAAAAAJI4/aExW-Og5TGc/s1600/fatih-akin.jpg)

Gazetede 2004 yılında Berlin Film Festivali'nde  "Duvara Karşı" adlı filmiyle Altın Ayı  kazanan Fatih Akın'a kültürel alanda yaptığı üstün hizmetler
dolayısıyla Alman Cumhurbaşkanı  Cristian Wulff tarafından  liyakat nişanı verildi,  başlıklı bir yazı görünce ilgiyle okudum. 
Fatih Akın'ın tüm filmlerini severek izlemişimdir. Fatih Akın için vikipedi  1973 Hamburg doğumlu, Trabzon asıllı Alman vatandaşı yönetmen,
senarist ve yapımcı diye yazıyor.  Şimdi bu haberi okuyunca aklıma ne geldi biliyor musunuz? Sadık Yemni'nin "İkinci Kalp" başlıklı  şahane bir yazısı vardır.
Sadık Yemni  için ne demiş peki vikipedi diye bakıyorum... Çünkü yazar biliyorum ki otuz yıldır Amsterdam'da yaşıyor. 
Sadık Yemni için 1951 İstanbul doğumlu, Türk kökenli bir Hollandalı yazardır, diye yazıyor. Gelelim Sadık Yemni'nin çok sevdiğim yazısına...
Hani  "İkinci Kalp"le ilgili...  Hiç düşündük mü? İkinci kalp var mı bizde?


(http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TKrVPXYTbwI/AAAAAAAAJI8/bGFg9THMdC4/s1600/imagesCAKPWH3L.jpg)

Yazı "Mutlaka sizde de vardır. Dikkatle dinleyin." diye başlar "İkinci kalp. Göğüs boşluğunuzdaki kıpırtılı pırlanta.
Dünyanın şu anda en çok gereksinme duyduğu asil değer. " diye devam eder. Peki nedir Sadık Yemni'nin anlatmak istediği?
Her insan doğal olarak doğduğu ve büyüdüğü yeri sevecektir. Birinci kalbin işi budur. Yani birinci kalbin işi ait olduğu kültürü, anasını, toprağını,
yurdunu sevmektir. İkinci kalp ise dünyanın neresinde yaşıyorsan, oranın insanını, şarkılarını, lisanlarını sevmek, yabancıları benimsemektir.
Hoş bir tespit değil midir? Bu yazıyı okuduğum da var ya demiştim ki "işte bu, Sadık Yemni'nin söyledikleri ne kadar doğru.
"İkinci kalp gezgin ruhla çalkantılı, hoşgörü esansı ile bezelidir." der yazar. Aslında düşünürsek  binlerce yıldır farklı kültürlerle birlikte yaşama geleneği,
bizden olmayan insanlara ve kültürlere ikinci kalp besleyebilmek kudreti genlerimizde mevcuttur. Aslı ne olursa olsun yaşadığı memleketin şarkılarından,
yıllarını geçirdiğin sokaklarından, mutlaka etkilenir insan. Bu "gözünü açtığın, ekmeğini suyunu yediğin yere duyulan sevgi" diyor Sadık Yemni...
Hatta böyle sevgi duyulan yerlerde uzun yıllar yaşamak bile gerekmeyebilir. Bir hafta kalmışsındır o yerde ama ömür boyu sevgiyle hatırlarsın.
İşte Sadık Yemni'nin bütün bunlara "ikinci kalbin latiflikleri" diyor. Diğer taraftan dünyanın bir yerlerinde sürekli gazap motoru çalıştıran,
bir bölgeden, kültürden, oralara ait her şeyden nefret eden yüreklerden bahsediyor yazar yazısında...
Üstelik kendileri böyle kutuplu dünyalara ait kalsalar neyse, çocuklarını da etkiliyorlar ve kendileri gibi ömür boyu sevgisiz kalmalarına neden oluyorlar bunlar.
Dünyanın çirkin bir kutuplaşmaya gittiği günümüzde Sadık Yemni'nin anlattıkları ne kadar doğru ve önemli...
Tek kalpli karakültürcüler, nifak profesörleri yüzünden insanlar tek tip düşünmeye zorlanıyor ve  korku tacirlerinin önüne önüne itiliyorlar.
"Korku değişebilir bir enerji türüdür. Kin, nefret, yılgınlık ve şiddete dönüşebiliyor kolayca" diyor Sadık Yemni.
Dünyada ikinci kalbi olmayan ve ikinci kalbi boğmaya çalışanlar var ne yazık ki. Kalpten kalbe yol vardır. Her kalp karşısında mutlaka bir benzerini bulur.
"Gülümsemenin gülümsemeyi çağırdığı gibi" diyor Sadık Yemni. Çocuklarımıza kalp boğucu eğitim vermememizi, tek kalbe mahkum etmememizi öneriyor.
Sevgi hissedibilen bir enerji olduğuna göre, ikinci kalbin tebessümünü verelim sokaklara diyor. Asık suratlara kas yumuşatıcı bir darbe yapalım diyor.
Ve o güzelim yazısını "Nefreti, kini bulup taşımak bir saniye, sevgiyi, kardeşliği yaşamak bir ömür boyu" diye bitiriyor. 
Sadık Yemni gibi Fatih Akın'da ikinci kalbi olan biri bence... Sadık Yemni kitapları, Fatih Akın filmleri ile nice ikinci kalplerin tomurcuklanmasına katkı sağlıyorlar.
  Dünyamızı güzelleştiriyorlar. İyi ki varlar... Şimdi bu yazıyı okudunuz ya, ne dersiniz? İkinci kalp var mı sizde?  : ;)
[/size]


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 05 Ocak, 2011, 18:10:49

       (http://static.ideefixe.com/images/343/343354_2.jpg)


Yaz 2005. İstanbul Atatürk havalimanı.

Modernitenin ve şehrin sınırlarında genetik bilimciden gurbetçi işçiye, taksi şoföründen ünlü bir heykeltıraşa, tuvalet temizlikçisinden mimarlar odası eski başkanına kadar İstanbullu 15 kişinin yolları kesiştiğinde yüzyılımızın göçlerle genişlemiş İstanbul'undan ve dolayısıyla Türkiye'sinden bir kesitle karşılaşıyoruz. Bir İstanbul romanının olmazsa olmazı aşk elbette baş köşede yer alıyor.

Büyük bir tehdit altında başlayan gerilim dolu dört saat boyunca İstanbul, Belgin ile Ayhan'ı kendileri ve aşkla hesaplaşmaya zorluyor. Okuyanlar için bu kez de çizgi roman olarak okumayanlar için tanışmak üzere İstanbullular...

İmparatorlar gözdesi İstanbul'un Buket Uzuner'in kaleminden romanı: İstanbullular şimdi Ayşe Nur Atasoy'un çizgileriyle şehrimize amağan...

"Bu kitap İstanbul'a çok yakışan bir armağan olacak"


-Tanıtım Bülteninden-




Yazar Buket Uzuner'in İstanbullular'ı çizgi romana uyarlanmış.Çizgi romanın aynı anda hen türkçe,
hem de ingilizce baskısını  yapmış Everest.Everest Yayınları çizgi roman sektörüne hayli yatırım yapmakta,kaliteli ürünlerle
okurun karşısına çıkmakta.İngilizce baskı tercihini kitabın konusuyla da alakalı olduğu için hava alanları terminallerinde
satışını yaptırmak için mi düşündüler bilemiyorum ama ülkemizde çizgi romancılık adına ben bu örnek dışında hatırladığım
çift dilde baskı olayı yok..

(http://static.ideefixe.com/images/301/301439_2.jpg)

Konusu gereğince kültür mozayiği ülkemin,özünde bir ,T.C. vatandaşı olarak aynı statüye ama
farklı dil,din,ırklardan gelme gibi bir zenginliğe,imparatorluk mirasına sahip olma gibi bir lükse sahip
olmaları durumunu, öyküsünün temeline yerleştirmiş Buket Uzuner.Atatürk Hava Limanı'nda başlayan
öykü biribirinden renkli kahramanlarının biribirleriyle  ilişkilerinin,iç hesaplaşmaların ve bu hesaplaşmaların
davranış şekillerindeki iz düşümlerinin önümüze serilmesiyle akıp gidiyor.Fonda ise bir terör saldırısının
gerçekleşme sürecini yaşadığımız hava limanı var.İlişkilerde yükselen tansiyonun fonda patlayan terörist
bombayla zirve yapması, katharsisle iç hesaplaşmalarını tamamlayan kahramanlarımızın da sükunete,dinginliğe(ölüme,kurtuluşa,itirafa,kabullenişe vs.) dönmeleriyle son buluyor öykü..
İstanbul ve İstanbullu olmak,olamamak öykünün temelinde yer alan etnik,dinsel ve kültürel çatışmaların
yanında çokta göz dolduran bir olgu olarak farkettirmiyor kendisini.Köylü olmak,lümpen olmak,asilzade olmak
veya bunlardan herhangi birisi olmaya çalışmak yada çalışmamak İstanbullu olmak yada olmamak algısıyla bazı
noktalarda  biri birine temas ediyor gibi görünse de "İstanbullu olmak" deyiminin toplumdakil genel algılanış şeklindeki
tuzak yaklaşım burada da kendisini hissettiriyor.Oysa Karagöz,orta oyunu gibi şahane sahne sanatları geçmişi olan bizler
biliriz ki bu sanat dallarında hiciv edilen laz,acem,kürt,ermeni,rum vs. tiplerin hepsi birer gerçek İstanbulludurlar. Cumhuriyetle birlikte hepsine birden "siz türksünüz" denilmiştir.İstanbulluluk imparatorluk mirasını taşımak demektir .Bizans'tan imparatorluk geleneğini teslim alan Osmanlı'nın "imparatorluk" sıfatınnın ispatıdır onlar. İstanbul ve içerisinde yaşayan
her milletten,dinden,ırktan insanlar biririleriyle kültürlerini kaynaştıran,alış-veriş yapan,evlenen,komşuluk,dostluk
yapan,dillerini,zevklerini biribirleriyle karıştıran,yeri geldiğinde biribirleriyle konuşması,giyimi vs. nedenleriyle dalga geçebilen,
kent ve kentli olma kültürünü bu topraklarda en iyi temsil edenlerdir.

Buket Uzuner'e göre "İstanbullu olmak nasıl  bir kavme dahil olmak demektir?" sorusunun cevabı merak edenler buyursunlar
İstanbullular'ı okumaya.

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 09 Ocak, 2011, 12:01:22
(http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TSjcjhc93DI/AAAAAAAAJxg/slCYg-tcuJA/s1600/kenmaryln.jpg)
                                   
işinin ehli
hayal kırıkçısıyım
son müşterim sen



çizgi roman karesi- altın madalyon'dan
haiku - numan serteli'den







Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 09 Ocak, 2011, 20:03:14
                


(http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TN8Ge61ic-I/AAAAAAAAJZc/7oxlFChDDq8/s1600/d.jpg)  (http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TN8KEXDCJXI/AAAAAAAAJZg/lz16NrWTpXg/s1600/narayama-turkusu-08.jpg)


Az önce Uzak Doğu Filmlerinde,  Narayama Türküsü adlı filmi anlatmıştım. Bu filmde köy halkı o kadar yoksullardı ki, evde bir boğaz eksilsin  diye
70 yaşına gelen büyüklerini Narayama Dağına götürüp bırakıyorlardı. Bu bir gelenekti. Yaşlısı da genci de böyle gelmiş böyle gidiyor diye
bu vahşi geleneği kabul etmişlerdi. Feciydi! Acaba bizim de böyle gelmiş böyle gidiyor şeklinde yaptığımız geleneksel uygulamalarımız var mı diye
sorgulatıyordu bu film.. Diğer yandan köy halkı o denli insanlıktan uzak yoksulluk içinde yaşıyordu ki bir an bile olsa yaşlıların yerine gençler
yaşayacak gibi bir iç ses duyuyordunuz ve vicdanınızla onu bastırmaya çalışıyordunuz... Film çarpıyordu insanı..

Bu filmi seyredince daha önce okuduğum, Parfümün Dansı adlı kitap aklıma geldi. Bu hikayede ise  bilinmez bir zamanda
ve bilinmez bir yerde küçük bir site devletinin sarayındayız. Bu kez yoksulluk falan yok. Zenginlik hat safhada. Zaten mekan dediğim gibi saray.
Bu site devlette de aynı Japonya'nın yoksul köyü Narayama'da olana benzer bir gelenek var. Şöyle ki...  
Bu devletin kralları yaşlanma belirtileri ortaya çıkar çıkmaz öldürülüyorlar. Kral yavaş yavaş yaşlanırsa ve ölmesi beklenirse ülke
felakete sürüklenebilir diye düşünüyorlar. Ne yapıyorlar peki? Kralın yüzü kırışmaya ya da saç ve sakalında beyaz çıkmaya başlar başlamaz
öldürülmesi gerekiyor ki yerine genç biri  kral olabilsin.  İnanılmaz geliyor bize tabii. Oysa o site devlette kral da dahil tüm halk bu geleneğe
gönülden inanıyor. Hatta kralın ölüm töreni çok onurlu ve estetik bir tören olarak düzenleniyor. Kralın en gözde karısı zehirli yumurtayı kralın
ağzına vermekle sorumlu oluyor. Ve kral zehirli yumurtayı yiyerek ölüyor. Hiç bir kralın yaşlanmasına ve ecelleriyle ölmelerine izin verilmiyor.
İlginç bir kitaptı. Narayama Türküsü'nü seyredince, Parfümün Dansı'ndaki bu vaziyet aklıma geldi. Aynı durum işte. Kabullenen gelenekler.

Eskiden şimdi bize garip gelen ne alışkanlıklarımız, geleneklerimiz vardı kim bilir? Peki,  bu denli  abartılı olmasa da içinde yaşadığımız şu
hayatta  bize dayatılan ve   farkında olmadığımız, alışageldiğimiz neleri sorgulamadan kabulleniyoruz acaba?
Kitapların ve filmlerin bünyeleri rahatsız etmesi iyidir diye düşünüyorum. Arada bünyeyi silkelemekte, hayatı sorgulamakta fayda yok mu  sizce?
Hatta kimi zaman öyle silkelemeli ve sorgulamalı ki altını üstüne getirmeli...  Şimdi bana "Filmden kitaba atladın tamam, bari daha fazla abatma!"
lütfen demeyin...
Beylik laftır biliyorum ama, nereden biliyoruz, yaşadığımız hayatın altı üstünden daha iyidir belki?


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Ocak, 2011, 12:57:36
                     (http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TSzRjBD2_dI/AAAAAAAAJ0M/PeX4iknomAQ/s1600/KenMolinaroli.jpg)

                                      gördüm ki ey yâr
                                            benimle ağlıyor hep
                                                  ölü ağaçlar


                          -Ken Parker Çizgi Roman Karesi İle Numan Serteli Haikusu-        



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 16 Ocak, 2011, 22:04:10
             METİN ÜSTÜNDAĞ USULÜ AYRILIK VE SANDMAN ÇİZGİ ROMAN KARESİ

                                  (http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TSrNQ66cY3I/AAAAAAAAJzI/kwMBwR7vPHo/s1600/untitled.bmp)

                                tamam senden ayrılmak kolay da.. ya birlikte paylaştığımız şeyler ve yerler ne olacak.. tamam, seni unutmak kolay da..
                               ya bu sokaklar, parklar, bahçeler, şarkılar, filmler, kitaplar, anılar ne olacak.. onlardan nasıl ayrılınacak.. hey biliyorsun,
                               yürek denilen şey bir börek, çörek çeşidi değil.. organ be organ..




Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 18 Ocak, 2011, 01:24:50

(http://www.pollsb.com/photos/o/65802-superman_amp_lois_lane.jpg)


Kemanların sesinde,mumların alevinde,
Kovma ümidin var mı alaycı kasvetini?
İstemeye mi geldin,bir cümbüşün selinde
Soğutmak için kalpte tutuşan cehennemi?


-Baudelaire-

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 19 Ocak, 2011, 00:59:40

(http://collider.com/wp-content/image-base/Movies/S/SpiderMan_4/misc/spider-man_black_cat_mary_jane_comic_book_cover.jpg)

Loş yağmur ormanı misali;
Kömür isi,
Hayat kisi,
Kirli penceremden,
Kar körü gözlerle tararken ufku,
Hatırlayabiliyorum hala,
Bazı şeyleri:

Parmaklarımdan kayan,
Derimden sızan hayatımı.
Yaramaz bir çocuk gibi kırdığım gerçekliğimi.
Kelimelere dökmekten korktuğum acıları.
Boş sokakların
Yankı yutan kahkahalarıyla,
Gölge olup
Gittiğin
Anı..

(http://media.comicvine.com/uploads/0/3133/149914-108223-black-cat_super.jpg)

Demir dövmemiş ellerim
Neden nasırlı?
Kambura sardı sırtım
Yalnızlık yüküyle..

(http://www.comicbookmovie.com/images/users/uploads/8982/Spiderman%20Blackcat.jpg)

Kelepçeledim bütün heceleri yüreğime,
Senden gizli.
Soramadığın sorulara,
Yanıt bulamadım hiç.
Çektikçe uzayan tırnaklarını,
Bastırırken tenime,
Yaka-paça yaşarken
Bütün Aşkımızı..

(http://www.samruby.com/Heroes/BlackCat/BlCatClaw.gif)

Sığdıramadım hiçbir kalıba
Gerekçeni.
Almadı hiçbir kırbaç
Terkedilmişliğimi.
Yutmadı alevler
Kimsesizliğimi,
Sensizliğimi...

-JDS-



(http://www.comicbookmovie.com/images/users/uploads/8982/BlackCat03.jpg)




Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Ocak, 2011, 10:48:16
             



                                                (http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TTFgJ-oLlTI/AAAAAAAAJ3A/GKmsA9NlKQ0/s1600/mvscreen.jpg)

                                                   
                                                                                Haberin var mı taş duvar?
                                                                                Demir kapı, kör pencere,
                                                                                Yastığım, ranzam, zincirim,
                                                                                Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
                                                                                Zulamdaki mahzun resim
                                                                                Haberin var mı?
                                                                                Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
                                                                                Karanfil kokuyor cigaram
                                                                                Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...

                                                                               AHMET ARİF



                                             
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Ocak, 2011, 15:14:41


      (http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TIs70kzp3UI/AAAAAAAAI64/xZu6InMOiz8/s1600/harfler_ve_notalar.jpg)   (http://4.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TIs8LTzBBGI/AAAAAAAAI7A/4oJLvKgNrbg/s1600/images.jpg)


Hasan Ali Toptaş, Harfler ve Notalar adlı kitabının bir bölümünde hayatın kısalığı uzunluğu konusunda insanın nasıl arada bir fikir değiştirdiğinden söz eder. Hayat kimi zaman sonu gelmeyecek gibi hayli uzun, kimi zaman da bir nefes kadar kısa görünmez mi sahiden de gözümüze? Yazarlar yazacakları kitapları, benim gibiler ise okuyacakları kitapları düşündükçe, hayat "bir nefesten daha kısa" görünmeye başlıyor.. Kitap fuarlarında, boşu boşuna, ömrüm bu kitaplardan kaçını okumaya yetecek diye kara kara düşünmez misin sen de.. Ben düşünürüm yeminle.. Düşünürüm de içimi bir efkar kaplar.. Of derim.. Of.. Of!

Diyor ki Hasan Ali Toptaş, zamanı ne kadar hesaplı kullanırsak kullanalım, bir çok kitap asla okunmayacak. İşin kötüsü okumamız gerektiği halde okuyamadığımız bazı kitapların adlarını ve yazarlarını bile asla öğrenemeyeceğiz. Kör noktada kalacaklar ve biz bunları art arda yayımlanan binlerce kitap arasında göremeyeceğiz. Of, ne fena! Haklı Hasan Ali Toptaş.. Kör noktamızda kalan kimbilir ne çok kitap var.. Gözlerimi dört değil ondört açmalıyım. O kadar çok kitap yayımlanıyor ki.. Her kitabı okumak istemiyorum. Okumak isteyeceğim, okumaktan zevk alacağım kitapların bir dedektif gibi peşindeyim. Biliyorum ki bazıları illa kör noktamda kalacak ve ömrüm boyunca o kitaplarla yolum asla kesişmeyecek. Hımm.. Bunları düşündükçe içimi bir efkar kapladı gene.. Yoo.. Oflamayacağım bu kez.. Diyeceğim ki aynı Hasan Ali Toptaş gibi.. "Ey hayat, bana kör noktamı aydınlatacak bol ışıklı dostlar ver!" Hey! Şimdi de aynı kitaplar gibi kör noktamızda kalan insanları düşünsene.. Yooo.. Burada sözü ucu sivri bir makas gibi kesmeliyim kırt diye.. Kör noktamızda kalan kişilere ise sonra bir ara dönmeliyim gene.. Bu günlük kör nokta üzerine kısa bir muhabbet bu kadar işte.. Böyleyken böylee..

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Ocak, 2011, 19:13:27


                        (http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S7-iMjX9BQI/AAAAAAAAHM0/ykO0oQs8SYQ/s1600/gal_artist_24_2964_louie22.jpg)

Bu fotoğrafları ilk gördüğümde çarpıldım diyebilirim. Gözlerime inanamadım. Evet, evet... Gözlerime inanamadım da şaşırdım kaldım. Yoo... Sadece şaşırmakla kalsam neyse ayrıca hayretler içinde kaldım iyi mi? Hayretler içinde kalınca, bu sefer gözlerimi öyle bir açmışım ki gözbebeklerim yerlerinden fırlayacak sandım.. Hatta kalakaldım.. Donakaldım.. Ve şaşakaldım tabii ki.. Yoksa olduğum yere yapışıp mı kalmıştım? Bilmiyorum. Şimdi biraz karıştım! Niye mi? Çünkü bu fotoğraflar Travis Louie'nin çizdiği tiplemelerdi. İyi ama... Olamaz! Bak bir şey itiraf edeceğim. Bunlar var ya esas benim rüyalarımın tiplemeleri... Tamam.. Elimden gelmiyor. Tanrı benden esirgemiş ne yazık ki çizim yeteneğini. Ama çizgilerin büyüsüne kapılıp rüya gören ya da hayal kuran bir ruhla  ödüllendirmiş...  Hayal kurup rüya görmek kötü bir şey değil ki. İyi de Travis Louie ile aynı rüyaları nasıl görebiliriz  peki? Ben becerip çizemedim, o yetenekli biri olunca benden önce çizdi demek ki! Ne diyeceğimi bilemiyorum! Yoksa Travis Louie benim ruh ikizim mi?

                                                                 (http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S7-jwG3Tk1I/AAAAAAAAHNc/Ea8gwtrx1xI/s1600/travis_louie_art.jpg)

                                                                   (http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S7-iNn2C33I/AAAAAAAAHNM/bWVnGCYDKJw/s1600/travis-louie.jpg)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Ocak, 2011, 14:21:12


                                           (http://4.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S6shKxoLo4I/AAAAAAAAG-I/O3kcsI1df9M/s1600/451px-keca_kurd.jpg)

"Ruhumu sürmüşem sana. Seni içime manzara yapmışam. İçimin seyri sana dönmüş. Yüreğimin ötüşü senden yana. Ah gök altında olaydık. Elele verip dağ bayır gezeydik. Başımıza ak bulutlar konaydı. Kuşlar kanat çırpa çırpa uçaydı. Ruhumu sürmüşem sana. Ruhumu..."

                                    (http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S6shb2ua0NI/AAAAAAAAG_A/cAGfcWdNeVA/s1600/osma%2B%25C5%259Fahin.jpg)

Kitapları filme çekilen aynı zamanda senaryo yazarı da olan Osman Şahin'in Beyaz Öküz adlı öyküsünden alıntıladığım bu cümleleri tekrar tekrar okumaya doyamam. Memleketimin doğu bölgesi şivesi ile yazılmış bir öyküdür. Çarpar insanı bu öykü okuyunca... Resmen çarpar... Ağalık, ırgatlık düzeni içinde yaşanan trajedik bir aşk hikayesidir. Zeli henüz bir kaç aylık körpe bir gelindir. Güzeller güzelidir. Kocası Keto onu ta Hurig köyünden kapıp getirmiştir. Cercis Ağa'nın ırgatıdırlar. Öküzleri, tarlaları, oturdukları dam, hayvan bağladıkları kazık bile Ağa'nındır. Cercis Ağa'nın kardeşi Küçük Ağa tebelleş olur Zeli'ye. Yazar bu öyküsünde Küçük Ağa için kaba saba bir ağa tipi çizmez. Sessiz, romantik biridir Küçük Ağa. Ne yapar Küçük Ağa mesela Zeli'ye? Para vermek ister. Zeli almaz. Başka bir gün Zeli'nin taşıdığı su kovasının içine birkaç saç tokasıyla, bir tutam çiçek atar gider. Zeli içinin tokası ve çiçeğiyle devirir döker kovayı yere. Nefes nefese eve varınca kocası Keto anlar değişik bir durum olduğunu ve anlattırır Zeli'ye Küçük Ağa'nın yaptıklarını. Ne yapsın şimdi Keto? Bir yanda güzeller güzeli karısı Zeli, diğer yanda Küçük Ağa... Keto, bir daha kendisine Küçük Ağa bir şey verirse almasını söyler karısına. Bakalım niyeti nedir Küçük Ağa'nın? İyice anlamak gerekmektedir.

                                               (http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S6shLIVR36I/AAAAAAAAG-Q/Tl_CO3vWRpo/s1600/42013.jpg)


Ertesi gün Küçük Ağa para ile birlikte bir cep aynası bırakır Zeli'ye. Zeli alır her ikisinide.. Akşam parayı kocasına verir. Ama aynayı vermez. Küçük Ağa'nın ayna verdiğini de söylemez. Ayna, Küçük Ağa ile kendi arasında incecik bir sır olarak kalır. Osman Şahin inanılmaz etkili yazmış öyküdeki cümleleri. Duygulanmamak elde değil. Kadınlık gururu okşanan Zeli'nin kocası ile kalbi arasında yaşadığı ikilemi derinden hissettiriyor. Keto'nun hayatta sahip olduğu tek şey Zeli'dir. Gerisi hep ağanındır. Ölümü göze alarak kaçırmıştır Zeli'sini Keto. Şimdi ağaya ne diyebilir ki? Okurken öyküyü, hem Zeli'nin hem Keto'nun çaresizliklerini içinizde hissediyorsunuz işte... Küçük Ağa da çaresizlerden bir diğeridir aslında. Yüreğine düşen aşk ateşini söndürmenin yollarını kabalaşmadan aramaktadır. Okurken üç ayrı karaktere de acıyor,üzülüyor, neler olacağını merak ediyorsunuz. Üstelik öykünün adı Beyaz Öküz! Ne ilgisi var diye düşünüyorsunuz.

                                               (http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S6shL7edZQI/AAAAAAAAG-g/7H3iU4s1SmI/s1600/inek0909.jpg)

Ben bu öykünün devamını anlatmamalıyım. Bu öykü mutlaka orijinalinden okunmalı. Devamını anlatmam bu öyküyü okumayanlara çok büyük haksızlık olur. Murathan Mungan'ın Seçtikleriyle Büyümenin Türkçe Tarihi adlı kitabı almanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

                                             (http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S6shbSibQpI/AAAAAAAAG-w/eHI23SbLAUk/s1600/buyumenin_turkce_tarihi_kapak.jpg)


Memleketim yazarlarının, memleketim Türkçesi ile yazdıkları şahane 12 öykü var bu kitabın içinde. Benim ilk gençlik yıllarımda okuduğum, özlediğim hatta varlıklarını unuttuğum öyküler bunlar. Bizi biz yapan öyküler. Mutlaka okunmalılar mutlaka. Şimdi ben Yılmaz Özdil'in gazetedeki köşesindeki çok güzel yazısından aldığım bazı cümlelerle yazıma son vermek istiyorum. Bakın ne diyor Yılmaz Özdil... Tam benim düşüncelerimi tarif ediyor:

"Kimimiz Türk, kimimiz Kürt, kimimiz Laz, kimimiz Çerkez... Yahudimiz, Rumumuz, Ermenimiz, Rus gelinlerimiz, Alman damatlarımız; uzatmayayım, 'mozaik' derler, değiliz aslında, 'ebru'yuz, koskoca bir aileyiz... Ve, ortak bir vatanımız, ortak bir resmi dilimiz var bizim; Türkçe... Bizi, biz yapan."




Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 21 Ocak, 2011, 14:42:16
Bu Travis Louie adlı arkadaş bir garip

(http://cdn0.lostateminor.com/wp-content/uploads/2008/04/travis_louie_3.jpg)

(http://cdn0.lostateminor.com/wp-content/uploads/2007/08/travis-louie.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Ocak, 2011, 14:54:19
İnanamıyorum Hanac! Bunları da mı çizmiş Travis Louie... Olamaz ama! Hep benim rüyalarımdaki tipler:))
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 21 Ocak, 2011, 15:10:56
Evet bu Travis Louie kesinlikle çok garip.

(http://farm4.static.flickr.com/3190/2555480599_79cc9b60c5.jpg)

(http://www.bunnylicious.org/public/2009/04/travis%20louie1.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Ocak, 2011, 15:46:33
         
      (http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TI0P91HLjHI/AAAAAAAAI-Q/V65ZZz2HrCg/s1600/images.jpg)


Bu fotoğraftaki genç kadın, 1921-1995 yılları arasında yaşamış, Amerikalı psikolojik gerilim romanları yazarı ve yirmi kadar filme
kaynaklık etmiş Patricia Highsmith.. Allahım! Bu yazarın kitaplarını şiddetle okumak istiyorum. Geçen akşam Yetenekli Bay Ripley'i
bilmem kaçıncı kez tekrar seyrettim. Bu filmi seyretmeyi çok seviyorum.
Bir kere film İtalya'da geçiyor. Anlayacağın filmin görüntüleri müthiş... Sonra müzikleriyle bu filmi seyretmek büyük bir keyif... Ayrıca
oyuncularına ne diyeceksin?
Tom Ripley rolünde Matt Damon, Marge rolünde Gwyneth Paltrow, Dicki rolünde Judi Law... Ovv! Daha ne olsun... 1999 yılında
çevrilmiş bu film...Oyuncular çok daha gençler tabii.. Oyuncularıyla, görüntü ve müziğiyle bu filmi seyretmekten usanmıyorum. Sadece
oyuncular, görüntüler, müzik nedeniyle bu filmiseyrediyorum dersem büyük bir haksızlık yapmış olurum. Esasında ben filmin senaryosunu
acayip beğeniyorum. Bu film sanki Dostoyevski romanı seyrediyormuşum tadı veriyor. Neden biliyor musun? Yetenekli Bay Ripley gerilim
drama cinsi bir film.. Filmde cinayetler işleniyor. Ve aynı Suç ve Ceza'daki gibi katil en baştan belli. Katilimiz pek çok konuda yetenekli mi
yetenekli Bay Ripley... İlginç bir tiptir Bay Ripley... Soğukkanlı bir katildir. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sındaki kahraman Raskolnikov'u biliyorsun değil mi?
Aaa.. İki kahramanın da isimlerinin baş harfi de aynı.. Şimdi yazarken farkettim. Şaka gibi... Ayrıca filmi seyrederken her seferinde kendi kendime
diyorum ki... Sanki Ripley, Raskolnikov'un ruh ikizi mi?
Saçma belki ama nedense aralarında böyle bir benzerlik buluyorum. İyi ki sinema yazarları okumuyorlar beni... Raskolnikov Suç ve Ceza'da
başkalarını sömüren tefeci kadını öldürüp nasıl kendini haklı görüyorsa, Ripley de aynı kafada gibi geliyor. Çünkü Ripley'de işlediği her cinayette
kendini haklı görüyor. Diyeceksin ki her katilin kendine göre haklı sebebi vardır. Tam izah edebileceğimi sanmıyorum.
Ama şunu çok iyi biliyorum. Yetenekli Bay Ripley'i seyretmemin en büyük nedenlerinden biri Dostoyevski kitapları lezzetinde olması...
Filmi izleyip gene aynı kanaat uyanınca bende, bu kez kim yazmış senaryosunu diye baktım.
Aaa! Bu film yukarıda fotoğrafını koyduğum Patricia Highsmith'in romanından sinemaya uyarlanmamış mı? Ne hoş! 


(http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TI0P-cTMA9I/AAAAAAAAI-Y/n8M9xCuVcck/s1600/untitled.bmp)

Hey! Bak ne öğrendim... Amerikalı yazar Patricia Highsmith'in 1955 yılında yazdığı Yetenekli Bay Ripley adlı romanı ilk kez 1960 yılında sinemaya
uyarlanmış. Fransa İtalya ortak yapımı bu filmin adı bu kez Kızgın Güneş. Bu filmi merak edince, buldum buluşturdum ve dün gece seyrettim.
Bayıldım. O kadar benziyor ki 1999 yapımı yeni filmle..Hem bil bakalım Bay Ripley'i kim oynuyor bu filmde? Alain Delon! Heyy! Tam gençlik yılları...
Sahi Alain Delon nerelerde? En son hangi filmini seyrettim acaba bilemedim şimdi...
Film gene İtalya'da geçiyor ya görüntüler müthişti. Müzik, oyuncular.. Seyri çok keyifliydi.. Alain Delon tam Raskolnikov gibiydi iyi mi?
Neren çıkarıyorum böyle şeyleri?
Dostoyevski'nin Raskolnikov'u kim, Patricia Highsmith'in Ripley'i kim diyeceksin biliyorum. Bu hafıza enteresan bir kutu gerçekten..
İnsanın elinde değil ki... Nasıl oluyorsa oluyor bildiği o iki kahramanı hafızada ilgili çekmecelerinden çıkarıyor ve hooop yan yana getiriyor...
Ne bileyim neden böyle yapıyor? Fakat ben seviyorum bu çağrışımları... Bir şey daha yazmalıyım... Dün gece eski yapım film bitti ya sonunda
FIN yazdı... Aaaa! Kalakaldım... Yeni yapım filmin sonuna aceleyle baktım. FIN ya da THE END yazmıyor...
Film bitiyor ve filme katkı yapanların isimleri yazıyor o kadar... Eskiden filmlerin sonunda gerçekten SON, THE END, FIN yazmaz mıydı?
Yazardı inan ki.. Artık yazmıyorlar galiba...Çünkü çok şaşırdım FIN diye görünce... Hayret edilecek şey! Oysa ne güzeldi film bitince SON yazması.
Sanki cümle bitince sonuna konulan tek nokta gibi.
Bu yazı ne zaman bitecek diyorsun değil mi? Uzattım gene anlıyorum seni... İşteeee... BİTTİ.


(http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TI0P8XY-PQI/AAAAAAAAI-A/EQ6a1sMyOkI/s1600/233PX-%7E1.JPG)








Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 23 Ocak, 2011, 19:27:15
  Eh. Hitchcock'un Trendeki yabancılar'ını da seyredin o zaman bir an önce. Highsimith'in bu ilk romanının senaryosunda , bir başka sıkı polisyeci Raymond Chandler'in parmağı vardır.Film taam bi şaheserdir benim için. Kitabı okumak isterseniz ne yapıp ne edip  Metis yayınlarından çıkan ve Tomris Uyar'ın muhteşem diliyle Türkçeleştirdiği baskısını bulun.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kedidiro - 23 Ocak, 2011, 19:44:03
  ortalığın best seller polisiye romanlarla dolu olduğu dönemde aynı zamanda edebiyat olan bir eserle veya yazarla karşılaşmak gerçekten pek kolay değil...patricia highsmith bu  kakofoni ortamında iyi bir sığınak...ben de polisiye sever çizgi roman ve edebiyat dostlarına dashiel hammet'i ve onun kısacık ama etkili romanı 'ince adam'ı tavsiye ederim...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: rumar80 - 23 Ocak, 2011, 19:54:33
   Filmde başarılı genç oyuncular dışında (Matt Damon'ı burada ilk kez çok beğenmiştim) bence Anthony Mingella'nın usta işi yönetmenliği de atlanmamalıdır. Ripley'i çok güzel anlatmıştır. Daha sora John Malkovich'in Ripley'i canlandırdığı Ripley'in oyunu adı ile bir uyarlama daha çekildi ama bende aynı tadı veremedi.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Ocak, 2011, 19:57:00

Selam Alan Ford, Trendeki yabancılar'ı bulup seyredersem var ya trenle seyahat etmek istiyorum yazı dizilerimin ardı arkası gelmez:)
Bir hafta sonu Alfred Hickcook'un Kaybolan Kadın adlı filmini seyretmiştim. Başından sonuna trende geçiyordu. Arkasından hemen şunu yazdım:))


                                   (http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S14E2wTLuBI/AAAAAAAAFxA/mSJvGIZ9pCM/s1600/kara_tren.jpg)

Hafta sonu evde seyrettiğim, Alfred Hitchcock'un Kaybolan Kadın adlı filmi, başından sonuna trende geçiyordu. O kadar heves ettim ki trenle seyahat etmeye.
En son ne zaman trene bindiğimi düşündüm. Düşündüm. Düşündüm. Hatırlayamadım yeminle. Yoo, yurtdışında binmişimdir illa ki. Benim istediğim memleketimde
bir şehirden diğerine trenle gitmek. İstanbul'a değil ama. Uzun bir yola. Mesela canım pastırma ya da bir kaşığa 40 tane sığan mantıdan yemek için Kayseri'ye gitmek istese,
İzmit'ten Kayseri'ye tren var mıdır ki? Yolculuk kaç saat sürer peki? Gece binsem trene. Şöyle muhabbeti yerinde insanların oturduğu bir kompartımana denk gelsem..
Hatta yanımda bağlamam da olsa. Henüz çok öğrenemedim ama, iyi bağlama çalıyormuşum mesela. Şimdi yazdığım bir hayali yazı ya!.. Ben çalsam, hepbirlikte türkü söylesek.
Hangi türküler var Kayseri ile ilgili ki acaba? İlla Kayseri türküsü olmasın canım. "Çemberimde gül oya, Gülmedim doya doyaaa" diye başlıyormuşuz.
Sonra yolculardan biri Ege'li olduğu için, bir efe türküsüne geçiyormuşuz. Vuruyormuşum bağlamamın tellerine... "Şu Dalma'dan geçtin mi? Soğuk sular içtin mi?
Efelerin içinde, Yörük de Ali'yi seçtin mi?" diye çevreyi rahatsız etmeden, usul usul çalıp söylüyormuşuz. Hatta Ege'li yolcu dayanamayıp kalkıyormuş yerinden de,
"Hey gidinin efesi, efelerin efesiii" diye dizini yere vura vura hem türküyü söyleyip hem de oynuyormuş. Of ya! Şahane olur vallahi. Şimdi ben bu hayalde
Karadeniz türkülerine hiç geçmesem keşke. Yoksa kendi hayali yazdıklarımdan, kendim etkileneceğim gene... Bulacağım bir deli horon müziği...
Ayağımı yere vura vura oynayacağım... Evi ayağa kaldıracağım. Of ya! Trenden nasıl geldim ben deli horona? Hey!! Aklıma ne geldi biliyor musun?
Kemençe çalmayı öğrensem mi acaba?


                            (http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S14E2ltb8ZI/AAAAAAAAFw4/K7plCDDhUNU/s1600/artvin-halk-oyunlari.jpg)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Ocak, 2011, 20:04:11

Selam Kedidiro,


Alıntı yapılan: kedidiro - 23 Ocak, 2011, 19:44:03
  ortalığın best seller polisiye romanlarla dolu olduğu dönemde aynı zamanda edebiyat olan bir eserle veya yazarla karşılaşmak gerçekten pek kolay değil...
patricia highsmith bu  kakofoni ortamında iyi bir sığınak...ben de polisiye sever çizgi roman ve edebiyat dostlarına dashiel hammet'i ve onun kısacık ama etkili romanı 'ince adam'ı tavsiye ederim...

Bulabilir miyim bu kitabı? Arayacağım:) Teşekkür ederim.

                                 (http://images.gittigidiyor.com/1164/INCE-ADAM-DASHIEL-HAMMET__11640026_0.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Ocak, 2011, 20:09:48
Alıntı yapılan: rumar80 - 23 Ocak, 2011, 19:54:33
   Filmde başarılı genç oyuncular dışında (Matt Damon'ı burada ilk kez çok beğenmiştim) bence Anthony Mingella'nın usta işi yönetmenliği de atlanmamalıdır. Ripley'i çok güzel anlatmıştır.
Daha sora John Malkovich'in Ripley'i canlandırdığı Ripley'in oyunu adı ile bir uyarlama daha çekildi ama bende aynı tadı veremedi.


Selam Rumar,

Vallahi ne desem bu filmin hastasıyım:) Oyuncularından, görüntülerine, müziğinden, senaryosuna... Şey tabii  senaryo yazarının bir kadın olduğunun altını
kırmızı kalemle çizmeliyim :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kedidiro - 23 Ocak, 2011, 22:33:12
  selam sayın hayal kahvem
      benim okuduğum baskı da sizin resmini koyduğunuz baskı idi...ilkokul 1. sınıftan beri kütüphane kartı sahibi bir okur olarak bu kitabı da kütüphaneden alıp okumuştum...mesajınız üzerine birkaç siteye baktım ama büyük ihtimalle yeni baskısı yok...sahaflara bakmak gerekecek galiba... ama kitaplığa konması şart bir polisiye olduğunu tekrar edebilirim.ilginize teşekkürler
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 24 Ocak, 2011, 09:11:22
  Bir zamanlar Metis bilim kurgu sersinin mottosuydu.

Bilim kurgu edebiyattır, iyi bilim kurgu iyi edebiyattır

Sonra aynı lafı polisye için de duydum .

Polisye edebiyattır, iyi polisye iyi edebiyattır

Daha duymadım ama kesin birileri söylemiştir:

Fantastik edebiyattır, iyi fantastik iyi edebiyattır

Hepsi ana akım edebiyatta üvey evlat muamelesi görmüş türler. Ama madem bu aralar polisyeden bahsediyoruz ben de iki nevi şahsına münhasır adamdan bahsedeyim.,

1- Pazar akşamlarımı kilitleyen, Ankara emniyetinin arıza cinayet masası komiseri, biraz şehir köpeği kılıklı, Behzat Ç.  Edebiyat aleminden ekranlara teşrif etmiş.  Yazarı Emrah Serbes senaryoya da katkıya bulunuyor bildiğim kadarıyla. Kitapları okumadım hala ama listemdeler.. dizi ise son zamanlarda izlediğim açık ara en iyi dizi. Arka Sokaklar gibi, polis dizisi olmasına rağmen,polisyeden başka her şeye benzeyen şeylerden değil. Tam aksine zekice yazılmış senaryosu , başta Erdal Beşikçioğlu olmak üzere muhteşem performans gösteren oyuncuları ve memleket meselelerine kayıtsız kalmaması ile benim gönlüme taht kurdu. Keşke birileri de çizgi romana uyarlasa. Hatta Emrah Serbes çizgi roman için yeni senaryolar yazsa.

2- Polisye de yazan bir yazar. Daniel Pennac. Üstelik çizgi romana da yabancı değil. Red Kit Pinkerton'a Karşı macerasının senaristlerinden. İşi günah keçiliği olan Benjamin Malaussene ve onun 32 kısım tekmili birden şenlikli ailesini anlattığı polisye dizisi'nin ilk üç kitabı vakti zamanında Metis yayınlarından yayımlanmıştı. Gulyabaniler Cenneti, Silahlı Peri ve Yazı Satıcısı Kız.
Ailenin en büyük ağabeyi Benjamin ve babaları faklı dokuz kardeşi(eh birde çapkın anne var tabii ki), üstüne üstlük saralı köpeklleri Julius ,Benjamin'in  sevgilisi Julia teyze ve Paris'in banliyösü Belleville'in 72 milletten insanı. Ortam o kadar eğlenceleki, katili merak etmeye bile fırsat bulamıyorsunuz bazen.

3- Son olarak Metis Polisye reklamı gibi oldu ama Dashiel Hammett'in Kızıl Hasat'ı da vakti zamanında bu seride yayımlanmıştı. Yazarın yazarının adını anmışken, çok sevdiğim bu kitabını da hatırlatayım dedim. Ben de bu arada İnce Adam'ı bulup okuyayım.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Ocak, 2011, 01:45:12
Selam Alan Ford

Şahane bir bilgilendirme yapmışsınız. Ellerinize yüreğinize sağlık.. İnce Adam'ı bulup okuyan varsa.. keşke anlatsa:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Ocak, 2011, 01:53:58
     
                                               (http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TUGKpzLWXgI/AAAAAAAAJ_U/ELvUpL4AAlg/s320/manhattan-watchmen-105.jpg)

                 
bölünük bir hayat bu, şimdi yaşadığımız..
            hem de eklem yerinden, hemi de "kaaaart" diye bölündük..
               öyle çabuk ki her şey, yüzüme yetişemiyorum.. bırrr
       


                                                    (http://4.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TUGLR4ZfztI/AAAAAAAAJ_c/vGhWpn8S0Ek/s1600/manhattan-watchmen-125.jpg)


                                    bu hayatta biz neredeyiz.. sahip miyiz, köle miyiz..
                               taşeron muyuz.. öznesiz sürtüyoruz.. yenilgiler "teori" oluyor en fazla..
                             beden beynin pratiği.. ikisi de eskiyor, eksişiyor, aksıyor zamanla.. bırrr

                                                                                                 
                                                  (http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TUGKkcgTT0I/AAAAAAAAJ_Q/a-Z28wUocG8/s1600/manhattan-watchmen-100.jpg)

                  bu ayaklar beni yürümüyor.. bu eller, beni tutmuyor..
                             bu yürek, beni hissetmiyor.. bu beyin, beni anlamıyor..
                               bu vücut, beni yarı yolda bırakıyor.. kendi bedenimdeyim,
                               fakat kendim nerdeyim.. içim içimde durgun, yine kime nöbetteyim.. bırrr



                                                                                                       METİN ÜSTÜNDAĞ


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Ocak, 2011, 23:23:01



Gece Güzelliği'nden Kahve Molasına Yolculuk

                        (http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TTsgL0MLjRI/AAAAAAAAJ8c/Hnu9XpGd5m4/s1600/Gece-Guzelligi- %20 %20 %20Onur-Caymaz__33375459_0.jpg)

Birgün gazetesinde yazılarını takip ettiğim Onur Caymaz'ın Gece Güzelliği adlı öykü kitabını  geçen hafta satın almıştım. Okumamıştım ama.. Kitaplığımın hemen yanında ince uzun bir masa vardır. Bu masanın üzerinde, satın aldığım ve henüz okumadığım kitaplar durur. Burası  eve yeni gelen kitapların bir nevi demlenme yeridir  diyebilirim. Arada bazılarını elime alırım. Sayfalarını dalgalandırırım.  Bazan eğer biraz vaktim varsa  masanın hemen yanı başındaki koltuğa otururum.  Bu akşam  oturamadım da masadaki kitaplara  ayaküstü baktım. İşte o ara Gece Güzelliği elime geldi. Kitabın fantastik bir kapak resmi vardı. Açtım ilk sayfasını. Girizgahında Şair Dertli'den iki dize konmuş. Şöyle:  "yüz bin aman dedim bir buse aldım / hasılı ömrümün kan bahasıdır."  Hoşuma gitti. Dayanamadım. İlk öyküsüne usulca gözattm. Adı "Küçük İkramlar." Okusam mı acaba diye aklımdan geçti. Fakat hemen evden çıkmalıydım. Öyküsünü ilk kez okuyacağım  bir yazardı Onur Caymaz. Böyle aceleyle değil hakkını vererek okumalıydım. Ayaküstü satırlarının arasında dolanırken  "Kahve deyince duracaksınız" diye bir cümlesine rastladım. Güleceksin bana ama  durdum ne yalan söyleyeyim. Tiryaki meşrepli olduğumu daha önce söylemiştim. Ben sevdiğim yazarların öykülerine olduğu gibi  ayrıca kahve tiryakisiyim. Onur Caymaz acaba kahve için ne yazmış diye merak ettim.


                             (http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TTsgRS8SP9I/AAAAAAAAJ8g/ENEAEsRryNo/s1600/174932_2.jpg)


Yazar, kahve gibi kırk yıl hatırı olan başka bir şey var mı diye soruyordu? Çok haklı. Yok vallahi. Bir fincan kahve ikram etti mi biri size, kırk yıl hatırı kalır sizde.. Onur Caymaz anlatıyor, eski zamanlarda padişaha kahve ayrı bir cezvede pişirilirmiş.  Bir bardak su ile ikram edilirmiş. Günümüzde  kahve ve su gene  birlikte ikram edilir edilmesine de o vakitler neden böyle yapılırmış biliyor musun? Padişah kahvesini içmeden önce, parmağını kahve fincanına daldırır, o kahveli parmağını sonra su dolu bardağa sokarmış. Su mavi renk alıyorsa fena, kahve zehirli demekmiş zira. Ne hoş! Bunu bilmiyordum inan ki. Biraz kitaba göz gezdireyim dedim. Daha denk gelip okuduğum ilk paragrafta  kahve konusunda bunları öğrendim. Şimdilerde gene Türk kahvesiyle bir bardak su getirilir ya... Ne yapılır ama?  Önce kahve ardından su içilir. Oysa kahve içmeden su içilmeli, ağız çalkalanıp kahveye hazır hale getirilmelidir. Türk kahvesi içmenin raconu böyledir.  Diyor ki Onur Caymaz "Sevdiği şeyin tadı, mümkün olduğunca çok kalmalıdır insanın ağzında." Çok haklı. Yok, dayanamayıp yazarın sevdiğim bir kaç cümlesini daha yazacağım...  Diyor ki: "Gönlümün yarısı telvenin masal kokusuyla doludur; güzelim kahverengisi, hırçın esmerliğiyle. Yarimdir telve." Ne hoş cümleler.  Burada kesmeliyim. Bekleniyorum. Gitmeliyim. Dur. Son bir şeyler yazacağım. Zaten Hayal Kahvem blog değil, twitter vaziyetinde. Her fırsatta  yazıyorum ya aklıma ne gelirse... Neyse... Şimdi Onur Caymaz'la,  Gece Güzelliği adlı kitabı sayesinde böyle ayaküstü kahve hasbihali yapınca,... Bu kez İskender Pala'nın  Kahve Molası adlı kitabında  anlattığı gerçek bir olayı yazacağım devamında... Bilirsin Türk kahvesinin bizim geleneksel kültürümüzdeki yeri çok önemlidir. Günümüzde  yabancı kahvelerin memlekete iyice yerleşmesiyle neskafe, ekspresso, latte, cappucino  gibi alışkanlıklar Türk kahvesinin yerini almaya başladı ya... Nerdeyse bizler değil yabancılar daha sahiplenir oldular Türk kahvesini... Anlatılan olay bu duruma tam bir gönderme... Turist taşıyan bir otobüs İstanbul'da asırlık bir çınar altı kahvesinde mola vermiş. Muavin kahvehanenin görevlisine otuzbeş turist ile kendisi ve şöförü kastederek seslenmiş:

- 35 Türk kahvesi, iki neskafe!

Fena mı? Ayak üstü Gece Güzelliği'nden Kahve Molası'na yolculuk yaptık işte.  Şimdi gitmeliyim.  Evden çıkarken dedim ki kendi kendime...  Dönüşte Gece Güzelliği'ni mutlaka okur bitiririm. Böyleyken böyle!



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 04 Şubat, 2011, 23:34:31

(http://cdn.screenrant.com/wp-content/uploads/the-crow-wallpaper.jpg)


Güneşin ıslattığı
Tek şiir benimkisi;
Dikizlerken yarına buz tutmuş kıskançlıkları.
İpimden kurtulmuş bir kuklayım şimdi,
Rüzgarın sırtından geçinen,
Şiveli yalnızlıklarla
Avunan..

-JDS-
(http://29.media.tumblr.com/tumblr_l0mipvcvyb1qbqd6ko1_500.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kalidor - 05 Şubat, 2011, 11:09:57
Mehmet Sait Çakar'ın İnsan Zekasını Hiçe Sayan Kitap diye bahsettiği "İstanbullular" hakkında yazmış olduğu bir makaleden alıntı:

Buket Uzuner dört-beş yıl emek vererek yazdığını söyledi İstanbullular kitabını. İlgili kitabının çizgi roman versiyonunun bugünlerde çıkması vesilesiyle bir göz atayım, belki okuyabilirim dedim. Atlaya atlaya geçebildim. Tatsız tuzsuz, insan zekâsını hiçe sayan bir metin... Bazı yazarlar vardır ki okunmamak için yazarlar. Gene de ünlenirler, bilirsiniz.

..........................
İstanbullular'da geleneksel başörtülü, tuvalet temizlikçisi bir tip(hatta karakter) var: Hasret Sefertaş. Bunun konuşmaları hep evlere şenlik: "Ama öyle başını sımsıkı bağlayacan, içine ayrıca örtü takacan, tepene röntgen filmiyle hotoz yapcan, yok saçın görünmüş, görünmemiş hesabı yoktur bizde, bunlar yeni moda oldu anam. Bizimki görenekten, alışmışız işte..."

Karakterlerin yerli olanlarının soyadında hep "sefer" kelimesi geçiyor. Bu bir buluş ama berbat ötesi bir buluş. Güya havalimanı+yolculuk bağlamında soyadlarda "sefer" var: Hasret Sefertaş, Üzeyir Seferihisar, Aleyna Gülsefer, Ayda Seferyan, Yannis Seferis.

Romanda Aleyna Gülsefer, "türban" yasağı sebebiyle ABD'de okumaya gidecek olan makyajlı, Vakko başörtülü "salak" bi kızdır. Hasret Sefertaş'la bitirelim. Havalimanındaki temizlik şirketinin ona verdiği üniformayı giyerken eydür: "Söylemesi ayıp, bu pantol da pek bi yakıştı bana, azcık kıçım çıktı ama o kadar da olcak, kıçsız, memesiz karı mı olurmuş anam?"

Makalenin tamamı için http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=5537
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Mart, 2011, 22:58:27
(http://4.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/Sp14NPt8AeI/AAAAAAAAD9w/G5PAUQlWhBw/s320/0634.gif)

Bizim dönemin terbiyesinde başkalarının yanında yemek, yiyemeyecek olanları özendirmek ve imrendirmek ayıptı. Günahtı hatta. Sokakta yemek hiç uygun görülmezdi. Elinde çikolata ya da muz yiyeceksin mesela, yanındaki çocuğun ya gözü kalırsa, bu hiç doğru bir şey değildi. Ya yiyeceğini paylaşacaktın, ucundan azıcık verecektin arkadaşına ya da kimsenin seni görmediği bir yerde tek başına yiyecektin. Böyleydi bizim zamanımızın terbiyesi. Mühim mesele aslında çok mühim de, zamanımızda çok dikkat edilmiyor sanırım bu durumlara.

(http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/Sp16bNKn91I/AAAAAAAAD-A/aRD_oMRuJMQ/s200/yasamdizisi2.gif)

O zaman "Orhan Kemal"in "Çikolata" adlı öyküsünü hatırlamak gerekiyor galiba. Abla, kardeşi ve yoğurtçunun kızı bu öykünün üç kahramanı. Yoksullar her üçü de. Nerden anlıyoruz? Bir şekerci dükkanının önündeler. Abla kardeş, ancak paralarını birleştirip tek bir çikolata almaya niyet ederler. Daha önce yemişlerdir çikolata. Tadını bilirler. Yoğurtçunun kızı ise hayatında yememiş. Yoksul ama gururlu. Söylemiyor daha önce hiç çikolata yemediğini güya. Abla kardeş tahmin ederler tabi kızın hiç çikolata yemediğini. Onun yanında yemek istemezler. Alacakları çikolata ancak ikisine yetecektir çünkü. Gitse bir yanımızdan diye düşünürler. Kız bir türlü gitmez. Yanında yiyip de kızı imrendirmek istemezler. Üç çocuğun şekerci dükkanı önündeki konuşmalarını Orhan Kemal inanılmaz etkili bir üslupla kaleme almıştır. Yoğurtçunun kızı hiç çikolata yememiştir yememesine, gene de burnundan kıl aldırmaz. Belli etmez. Kışkırtır çocukları. Canı istemiyor havalarına yatar. İstese zaten alabilecekmiş pozları atar. Bedava verseler bile yemeyeceğini söyler. Bunun üzerine iki kardeş alırlar çikolata ve yerler kızın yanında. Öykünün son bölümü insanın yüreğini yakar. Çocuklar yedikleri çikolatanın parlak kağıdını top yapıp yere atarlar ve giderler ki yoğurtçunun kızı bekler de bekler bir süre... Sonra yerden eğilip alır gümüş kaadı... "Topmuş gibi, buruşuk kaadı havaya attı,tuttu,attı,tuttu. Atıp tutarak bir sokak, bir sokak daha, daha sonra daha bir başka sokak. Yer yer pislenmişti, sidik kokuyordu sokak." İşte öykünün hiç unutulmayacak son cümlesi şöyledir: "Gümüşten topu açtı, çikolata bulaşıklarını yaladı yaladı."


(http://4.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/Sp16a9-1YCI/AAAAAAAAD94/or0aySVjA6A/s200/sehirromanlari2.gif)

Merhamet ve paylaşma duygularımızı kışkırtmak için, 15 Eylül 1914 yılında Ceyhan'da dünyaya gelen ve 1970 yılında yitirdiğimiz,Türk Edebiyatının toplumcu gerçekçi yazarı Orhan Kemal'in kitaplarını okumamızın tam zamanı. Tam zamanı. ( Bu yazının devamında Ayfer Tunç'un bu öyküyü yorumlaması hakkında bir yazı yazabilsem keşke.. Du bakalım.. Yazarım belki..)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 30 Mart, 2011, 23:21:00
Bu topraklarda yaşayan insanların açlığını,sefaletini,yoksulluğunu eserlerinde
dile getirmekten korkmayan Orhan Kemal,Yaşar Kemal gibi ustalar sağcısı-solcusu,darbecisi bütün iktidarlarca yasaklanmışlardır yıllarca bu ülkede.
Edebiyat tarihimizin az sayıdaki bu usta kalemlerinin eserlerini okumak,okutmak boynumuzun borcudur..
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 30 Mart, 2011, 23:52:50
"...İyi bir yazardır. Ama kitaplarını okurken onun aynı zamanda çok iyi bir insan olduğunu anlarsınız. Hattâ apaçık görürsünüz. O kimsesiz sokak çocuklarını anlatırken onlara kıyamaz, sevgisiyle onları kayırır. Onun kanadı kırık küçük melekleri sadece düşlere sığınarak yağmur-çamura, soğuğa, açlığa karşı koyar. Vahşi ve yırtıcı değildirler. Ruhları soyludur. Öldüklerinde masumiyetin ölümüne ağlarsınız. Yıllar sonra onları hatırladığınızda yüreğiniz sızlar. Orhan Kemal böylesine iyi bir insan olmasaydı belki çok büyük bir yazar olabilirdi. O çocukların vahşetle emzirile beslene nasıl vahşileşebildiklerini, iyice kıstırıldıklarında karanlığın yüreğine nasıl dalıverdiklerini anlatabilseydi. Yüreği elverseydi. İyiliğin ahlâkıyla bu kadar dindar olmasaydı. Doğduklarından itibaren hiçbir güvence duygusuna sarılamadan, hiç okşanmadan büyüyen çocukların, ister katil olsunlar, ister hırsız, yanlarında durmaktı, yazarın dini."

  Yıldırım Türker'in Radikal gazetesindeki köşesinden yukarıdaki satırlar. Mükemmel bir 19. yüzyıl roman kahramanıdır benim için der Yıldırım Türker aynı yazısında.

  Orhan Kemal'i daha güzel anlatmak bilmem mümkün mü? Mümkünse bile bu işi benim beceremeyeceğim kesin. O yüzden buraya bu satırları kopyalayıp yapıştırdım
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Mart, 2011, 23:57:18
Selam Alan Ford,
Keşke yazının tam lingini verseniz. Okumak isterim doğrusu...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 30 Mart, 2011, 23:59:37

  Emir telakki ederim. Keyifli okumalar :)

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=978774&Yazar=YILDIRIM%20T%DCRKER&Date=06.02.2010&CategoryID=97 (http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=978774&Yazar=YILDIRIM%20T%DCRKER&Date=06.02.2010&CategoryID=97)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 31 Mart, 2011, 00:28:06

Estağfurullah Alan Ford... Okudum. Çok güzel bir yazı. Orhan Kemal'in güzel bir özeti. Özlemişiz Orhan Kemal öykülerini..
Çok okumalı.... Nur içinde yatsın...

Teşekkür ederim.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 31 Mart, 2011, 08:42:58
"Hanımın Çiftliği" dizisi çok tutmuş.

Kitap haline getireceklermiş.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 31 Mart, 2011, 11:13:21
Orhan Kemal babamı oldukça etkilemiş bir yazardır.Sanırım zamanında bütün kitaplarını yalamış yutmuş.Kitaplığımızda her zaman özenle saklanmıştır.Babamı merhametli ve duygu yüklü yapan sanırsam odur.Gerçekten büyük bir insandır.Yalnız çok çekmiştir bu dünyada.

Babı-ali'nin o yılları yoksulluk yıllarıdır.Gazeteciler şimdikiler gibi para içinde yüzmemektedirler.Öyle yüz milyar liralık transfer ücretleri yoktur piyasada.Kalem satılmaz.O onurdur.Gerçek yazılacaktır.Sonu maphus olsa da.

Çoğunluk açtır o zamanın gazetecileri.Ama onurları her şeyin üstündedir.Sabah yenilen simit helede yanında şekerli çay varsa dünyalara bedeldir.Kolay mıdır o zaman şeker,un,yağ.Satılmalı deseler o zamankiler şeker fabrikası kim bilir ne derler kim bilir?

Delikanlı adamdır Orhan Kemal.Açtır ama gururlu.Bu dünyadan göçmeden istediği en büyük hayali nedir bilir misiniz?Derki "Ah şu buzdolabını alabilseydik.Yazın sıcağında soğuk su içebilseydik".

Orhan Kemal ölümünden bir kaç yıl önce bu en büyük arzusunu yerine getirebilmiştir.Düşün ki sadece bir buzdolabı en büyük hayali...

Allah mekanını cennet etsin.Sevgili babam iyi ki kütüphanemizde yerini ayırmışta bol bol okumuşum.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: rumar80 - 31 Mart, 2011, 12:55:56
    Aşk-ı memnu ile Yaprak dökümününkileri çıkarmışlar bile  ;D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Mayıs, 2011, 11:49:47
(http://4.bp.blogspot.com/-uee03Xua6lI/TdpN5-mxv9I/AAAAAAAAK3U/mowwCVjf1iA/s320/kad%25C4%25B1k%25C3%25B6y-emin%25C3%25B6n%25C3%25BC+%2528mankenker%2529+071-1.jpg)

Ispanağı çok sever. Puf böreğine hele biter. Oktay Rıfat'la Melih Cevdet'tir en yakın arkadaşları. Bir de sevgilisi vardır, pek muteber; ismini söylemez, "edebiyat tarihi bulsun" der. Büyümüştür, işsiz kalmıştır, aç kalmıştır. Para kazanması gerekmektedir. İnsanların içine girer. İnsanları görür. Ne yârdan geçer, ne serden. Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama... Bırakmaz son gördüğü, bırakmaz geçim derdi. Sokakta giderken, kendi kendine gülümsediğinin farkına vardığı zaman, kendisini deli zannedeceklerini düşünüp gülümser.  Bu toparladığım cümleler Orhan Veli'nin şiirlerinden bazı dizeler. Niye yazdım bunları biliyor musun?  Dün akşam Sait Faik'ten bir öykü okuyasım gelmişti.  Elim Lüzumsuz Adam adlı kitabına gitti. Şööyle kapattıım gözlerimi. Bahtıma ne denk gelirse dedim. Bir sayfa açtım. Öyküsünün adı "İp Meselesi"ydi.


(http://1.bp.blogspot.com/-6Xd2vfbwwcU/TdpOe3JpVII/AAAAAAAAK3c/6x4Xm89wfq8/s320/%25C3%25A7ocuklu%25C4%259Fumuzdur+%25C5%259Fimdi+eski+soka%25C4%259F%25C4%25B1m%25C4%25B1zdan+ge%25C3%25A7en.jpg)

Öykünün başında kahramanımız yaşadığı şehirden ayrılmaya niyetlenmiştir. Hatta çoktan yola çıkmış, yürümüş, yürümüş, dimdik bir yokuş görünce biraz dinlenmeye karar vermiştir.  Aslında şehirden usandığı, bıraktığı, onunla didişmediği için üzgündür. Ama yapamamaktadır. Nedense "hayat mücadelesi" dedikleri kaypak şeye onda mâni olan bir şey vardır. Bir iş yapmaya kalksa, yapamazsın bu işi, edemezsin bu haltı demektedirler.  Neden olarak alışamayacağını söylemektedirler. Kendilerinin nasıl alıştığını sormaya kalktığında ise bu yaştan sonra alışamayacağını  ilave etmektedirler. Şehir insan kaynamaktadır. Acaba bütün bu insanlar akşama kadar hangi müsbet işleri yaparak, hangi müsbet neticeleri alarak evlerine dönmektedirler? Bir ara sokakta cüzdanını çıkaran bir adam görmüştür. Elli liralıklar, beş yüzlükler. Nasıl kazanılır, nasıl cüzdana bu kadar para yığılır?  Misal dün  kahramanımız birine götürüp bir yazı vermiştir. Adam cüzdanını çıkarmıştır. Bir iki tane beş yüzlük, ellilikler, onluklar, beşlikler... Çıkarıp yazı karşılığında bir beş lira vermiştir. Sanki dünyaları bağışlamıştır da kahramanımız teşekkür üstüne teşekkür etmiştir. Hayretler içindedir. Utanmıştır hatta. Para elini yakmış olmasına rağmen öte yandan içinde korkunç bir sevinç vardır.  Göğsü kabarır. Yürür. Simit yer. Meyve suyu içer. Baframaden alır. Tünele biner. Tramvaya atlar. Gazete alır. Daha neler, neler... Son kalan parasıyla yarım ekmek alır. Deniz kenarında martılara atar.  Ekmeğini martılarla paylaşmayı, açlıktan ölse de insanlara vermemesi gerektiğini kendisine empoze eder. Çünkü verirse adam olmaz.  İnsanoğlu hak etmelidir hak! Yoksa şehirde yaşamamalı, köylere gitmeli, merhametlere sığınmalıdır... Şehirlide vicdan ve merhamet kalmış mıdır sence?


(http://3.bp.blogspot.com/-vB3qfBQKU_Q/TdpKKKPJo-I/AAAAAAAAK28/J7G5Wq0WQe4/s1600/ZAMANA%257E1.JPG)

Bir keresinde bir kadının hamalın birini yakalamış polise götürdüğünü görmüştür. Bizimki de merak edip arkalarından gitmiştir. Mesele şudur: Hamal kadının iple sıkı sıkı bağlı sepetini taşımıştır. Kadın hamalın sepetin ipini çaldığını söylemektedir. Hamalın elinde ise siyah, yağlı, bitkin bir ip vardır. Çok zayıf zavallı bir adamdır hamal. Elindeki ipi kadına gösterdiklerinde, kadın "hayır" der, "benimki yepyeni idi."  Hamal yemin billah etmekte, kadının ipini almadığını, kendi ipinin kendisine ekmek parası getirmek için yettiğini söylemektedir. Kadın bırakmamak konusunda ısrarcı olunca,  almayacağını ümit ederek, hamal elindeki ipi kadına uzatır. "Bunu al" der.  Vee... Kadın ipi alır ve gider.  Hamal sararır, ne yapacağını bilemez halde, ümitsiz, sanki elinden malı mülkü, apartmanı, nebileyim karısı, altınları alınmış bir zengin gibi üzülür. İşte o anda kahramanımızın içini şehirden bir nefret, bir korku, bilinmez bir panik sarar. Şehri bırakıp gitmelidir. Nereye olursa olsun... Dağlarda yatmalı, su başarında garipler gibi su içmeli... Ama bir şehirli görünce yol değiştirip koşa koşa kaçmalıdır. Bizim kahramanımızın ipi yoktur. Sadece beceriksizliği, talihsizliği, şaşkınlığı, insanlara, eşyalara, işlere, hadiselere hayreti vardır. Hamalın vaziyetine düşmeden şehirden uzaklaşmalıdır. Tepeye doğru yürüme başlar. Sonra yolun ortasında durur. Bacaları, saat kuleleri, minareleri, çan kuleleri, pencereleri görür. Ters yüzüne döner. Evine gider. Mutfaktan güzel kokular gelmektedir. Yemeğini iştahla değil, evden çıkmaya acelesinden hızlı hızlı yediğini gören anası: "İşinden dönmüş gibi acıkmışsın," der. Öykü şu cümleyle biter: "Dudağının kenarında bıçak yarası gibi bir çizgiyle güldü."

(http://2.bp.blogspot.com/-5v_uYAAffWc/TdpJVWnb61I/AAAAAAAAK24/l8UTjzvXRoU/s320/images.jpg)

İşte Sait Faik'in bu öyküsünü okuyunca, aklıma Bir Garip Orhan Veli şiirleri geldi. Bak şimdi... Bir şiirinin sonunda Orhan Veli şöyle der: "Ama hepiniz, hepiniz... Hepiniz geçim derdinde. Bir ben miyim keyif ehli, içinizde? Bakmayın, gün olur ben de, bir şiir söylerim belki sizlere dair; elime üç beş kuruş geçer; karnım doyar benim de." Sait Faik ve Orhan Veli şehirde olup bitenleri anlatırlar bize. Ve ne olursa olsun şehirden vazgeçemezler gene. Sait Faik ve Orhan Veli Sait Faik'in bu öyküsünde dediği gibi,  dünyaya hayretle bakmaya doğmuşlardır. Hiçbir şeyi anlamadan şaşırmaya doğmuşlardır. Başlarını alıp yollarda dolaşmaya, insanlar neler yapıyorlar diye görmeye gelmişlerdir. Bir köprüde durup suyun rengine bakmaya gelmiştir dünyaya. Sonra gördüklerini bizlere anlatmak için gelmişlerdir tabii. Yazdıkarı öyküler ve şiirlerle vicdanımızı dürtmeye, merhamet duygularımızı kışkırtmaya ve ne olursa olsun insanı sevmekten vazgeçmeme duygusu vermek için gelmişlerdir dünyaya bana göre... Şimdi kapatacağım gözlerimi... İstanbul'u dinleyeceğim gözlerim kapalı... Aynı Orhan Veli gibi... İstanbul'da mıyım peki? Yooo... Değilim. Hayal ediyorum... Heyyy! Önce hafiften bir rüzgâr esiyor. Kuşlar geçiyor derken. Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık... Bir kadının suya değiyor ayakları.. Kalbimin vuruşundan anlıyorum. İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Mayıs, 2011, 23:02:51

(http://4.bp.blogspot.com/-IbZ0iHi7dpM/Td4xxh5VkgI/AAAAAAAAK4o/3e5qtnSFOnM/s400/The-woman-in-the-rain-waiting-for-the-train.png)

Şimdi durup dururken nereden hatırıma geldi bilmem. Cemal Süreya der ya hani: " Anımsıyor musun Toros ekspresinden inmiştiniz... Biletlerinizden ibaretti ikinizin de kimliği." Allahım, bu dizeler şairin hangi şiirinde geçiyordu ki? İnan bilmiyorum. Bedenimle buradayım. Ofiste. Heyy! Sanıyorum ruhum gene seferde. Çocukluğum  tren yolunda geçtiği için olmalı... Zaman zaman ruhum sefere çıkmak istiyor. Sefere çıkmak istiyor çıkmak  istemesine... Amaa... İlla trenle gitmek istiyor... İlla trenle. İzmit bir zamanlar içinden tren geçen şehirdi. Bizim evimiz tren yolunun kenarındaki apartmanlardan birindeydi. Çok severdim gelip geçen trenleri seyretmeyi. İçindeki insanları hayal etmeyi. Ben evimizin penceresinden, o meçhul yolcular ise vagon pencerelerinden bakarken... Göz göze gelirdik bazen... Gülümser el sallardım. "Kalpten kalbe bir yol vardır görünmez. Gönülden gönüle yol gizli gizli." der ya Neşet Ertaş Gönül Dağı adlı türküsünde hani... İşte ruhumu sefere göndermeye o zamanlardan başlamışım demek ki... Kimi takıldım o trenlerin peşine.. O şehir senin bu şehir benim dolaşırdım bir bir... Anlıyorsun değil mi?  Giderdim trenin değil yüreğimin istediği yere. Allahım bu kahve molasında  bütün bunlar nereden aklıma geldi? "Bir çekitaşı gibi üstümde zaman." mı diyordu Oktay Rifat Mısır Dönüşü adlı şiirinde? O halde dur Edip Cansever'in şu şiirini bulayım da yazayım Hayal Kahvem'e... "Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi?  Biz eskiden seninle istasyonları dolaşırdık bir bir... O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar... Nazilli kokardı... Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası... Kül gibi ince İstanbul yağmurunun  altında... Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen... Diyeceğim şu ki... Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler..." Bu dizelerin üzerine başka ne diyebilirim? Biliyor musun, az önce ruhum Toros ekspresinden indi. Ve inanmayacaksın ama kimliğim biletimden ibaretti. Vee... Ofise döndüm. Neler yaşadığımı anlatamayacağım. İşim var... Kahve molam bitti.



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 31 Mayıs, 2011, 00:13:54

(http://4.bp.blogspot.com/-eBjdNHgNK7w/TeP7k0MLaPI/AAAAAAAAK6c/1fkv_99aeKY/s320/death-from-sandman.jpg)

Hep söylerim. Öğrenim hayatım boyunca en kötü dersim Tarih'ti. İkmale  bile kaldım Tarih'ten  yani öyle söyleyeyim. Tarih derslerinde ellerimi yanaklarıma dayar, camdan dışarıya boş boş bakar, mütemadiyen sıkılırdım.. Zaman geçsin, içinde yaşadığım ders  tarih olsun diye hayal ederdim. Şimdi tarih öğretmenlerime laf etmeyeyim. Kusur bendeydi elbet, ne bileyim? Neyse... "Öyle bir geçer zaman ki" der gibi zaman geççttii gitti. Hayallerim gerçek, benim öğrencilik günlerim tarih oldu sahiden. İyi ama... Şimdi...  Ben var ya ben... İnanılacak gibi değil. Ben son zamanlarda tarihçilerin izini sürer oldum. Önce Reşat Ekrem Koçu kitaplarına bittim. Resmen bittim. Her bir kitabı uçurdu beni diyebilirim. Ara sıra elime alıp birkaç bölüm okumazsam kendimi  eksik   hissederim.  Şimdilerde Evliya Çelebi'ye merak sardım. Evliya Çelebi'nin nükteli anlatımıyla gezdiği coğrafyaların tarihini öğrenmek için büyük bir arzu duyuyorum. Kararlıyım. Kısmetse, bu yaz üzerinde iyice çalışacağım. Son aylarda ise Cemal Kafadar nereye ben oraya desem bilmiyorum abartmış olur muyum? Şimdi diyeceksin ki "Koskoca profesörün derslerine giriyorum diyerek komik olma sakın! Ancak rüyanda görürsün!" Gerçekten bu düşünce aklından geçti mi senin? Geçti değil mi? Dedin ki "Gene hayaller aleminde... Gene uyanıkken rüya görmekte."  Çok fenasın! Doğru... Hayal kurmayı seven ve rüyasını keyfine göre akort edebilen bir bünyeye sahibim. Sadece uyurken rüya görmem üstelik, canım isterse uyanıkken de görebilirim. Sakın bir şey söyleme. Şu fani dünyadaki tek yeteneğim.


(http://4.bp.blogspot.com/-JO3_AVza_Ws/TeP08ayUSbI/AAAAAAAAK6U/UPPiNDr3E-4/s320/The_Sandman_by_subcoolandice.jpg)


Bak şimdi... "Tarihçi, ele aldığı kişilerin zamanlarının büyük bir kısmını uyuyarak geçirdiklerini, uyurken de rüya gördüklerini gözden kaçırma tehlikesi altındadır. " diye bir söz varmış Tarih literatüründe.  Cemal Kafadar rüyaları ciddiye almak istediğini söylüyor. Arkasından ekliyor: "İllâ uyku halinde olmak gerekmiyor. Uykuda değilken de, bilincin, iradenin dışında bir ses, bir görüntü, bir fikir tecelli ediyor, bir keşif vuku buluyor. Bunun  gibi bir sürü ara kademe var." Nasıl ama? Haydi benim gibi merakı iştahlı fakat bilgisi kıt birinin sözüne ehemmiyet etmiyorsun. Eh, ne diyebilirim. Çok  haklısın. Amaaa koskoca profesör yanlış söyleyecek değil ya! Kimbilir kaç kitap yutmuş, kaç araştırma yapmış da böyle bir kanaate varmış öyle değil mi?  Ne diyor biliyor musun? "Uykuda zihnimiz bir şekilde çalışıyor, bir iş yapıyor; onu ciddiye almak lazım." (hımm..bunu söylerken gülüyormuş) Mesela açın rüyasıyla tokun rüyası, kadının rüyasıyla erkeğin rüyası aynı şey değilmiş ve aynı şekilde yorumlanmazmış. Zamane bilim insanları Freud'un mesela rüya teorileri,  rüyaların psikanalize tâbi tutulması, psikanalizle kişinin ailesiyle, çocukluğuyla, çevresiyle ilişkisi irdelenebilmeye yarayan bir aracı gibi düşünülüyor. Ve rüyaları psikanalitik bağlam dışında pek ciddiye almıyorlar. Oysa kadim tâbir sistemlerinde rüya başka bir âlem ya da âlemlerle ilgili oluyor diyor Cemal Kafadar.  Dolayısıyla rüya hakkında metafizik ve ontolojik tartışmalar olduğunu söylüyor.


(http://2.bp.blogspot.com/-TAIFJfk_C64/TeP1Pn5jGwI/AAAAAAAAK6Y/3fwBMtMj8ts/s400/47910_431016421859_261778841859_5645438_6814083_n.jpg)

Gene Yücel Göktürk ve Ulaş Özdemir'in Cemal Kafadar'la yaptıkları  hoş sohbet bir yazı elimin altındaydı. Çok önce denk geldiğim bir derginin sayfalarıydı ve ne yalan söyleyeyim kana kana okumuştum. Cemal Kafadar affetsin beni, işime gelenler  aklımda kalmış ne yazık ki...  Aslında daha ne  muhabbetler vardı anlatamam. "Rüya gibi her hatıra, her yaşantı bana..." şarkı sözleri üzerine  ya da ne bileyim Osmanlı'nın kuruluşuyla ilgili rüya muhabbetleri vardı mesela. Hani Osman Gazi, şeyh Ede Balı'nın evinde misafir oluyor. Şeyhinin evinde gece uykudayken bir rüya görüyor.  Rüyasında ay doğuyor, geliyor, Osman Gazi'nin göğsüne giriyor. Oradan bir ulu çınar doğuyor ve yükseliyor hani... Şeyh Ede Balı bu rüyayı  Osman Gazi'ye ve soyuna dünya saltanatının müjdelendiği şeklinde yorumluyor ve Osmanlı İmparatorluğu'nun başlangıcı  böyle oluyor diye anlatılır ya duymuşsundur illa ki. Aslında Roma imparatorluğuyla ilgili de böyle bir rüya hikayesi varmış biliyor musun? Sonra Osmanlı'nın en rüya seven sultanı III. Murat'mış mesela... Cemal Kafadar III. Murat'la ilgili ne rüyalar anlatıyordu anlatamam sana... İyi ama neden bunlar okul derslerinde anlatılmıyor?  Neyse... Yazdıkça yazıyorum. Keseyim bence burda... Dalmayayım daha fazla... En son gene bu yazıda okuduğum  ve akıl defterime not ettiğim şu dizelerle son vereyim bari yazıma... Biraz karamsarca olacak ama... Ne bileyim? Bunu not etmişim. Hayırdır inşallah! "Rüya bütün çektiğimiz... Rüya kahrım, rüya zindan... Nasıl da yılları buldu... Bir mısra dolu maceram.."

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 31 Mayıs, 2011, 00:22:09
Alıntı YapÇok önce denk geldiğim bir derginin sayfalarıydı ve ne yalan söyleyeyim kana kana okumuştum.

Bir + bir dergisinde 7-8 sayı süren harika bir müzikli tarih ziyafetidir bahsi geçen yazı yanlış hatırlamıyorsam.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 31 Mayıs, 2011, 00:27:00
Selam Alan Ford... Evet, dediğiniz gibi... Şahane bir diziydi....
Devam ediyor halen...
Cemal Kafadar tam bana "kafadar" bir tarihçi  ;)
Müzik, edebiyat, şiir, tarih... müthiş bir muhabbet! Okuduğunuza sevindim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 04 Haziran, 2011, 13:16:10


(http://3.bp.blogspot.com/-hrXpJ6AU0Ng/TelufhtFfTI/AAAAAAAAK74/DR9cngUtYUA/s320/neyse-bosver-zaten-ne-soylersem.jpg)


Bir keresinde. Çok eski değil. Bir kaç hafta önce. Hiç farkında değilim. Yazıp gönderdiğim elektronik mektubumun son cümlesini  "neyse" kelimesiyle bitirmişim. Akabinde  "herşeyi anladım da  "neyse" neyin nesi anlayamadım?" tadında iğneyi kendisine çuvaldızı bana batıran bir cevap almıştım. Şaşırmıştım tamam mı? Gerçekten.  "Neyse," demiştim işte... Ne var ki? Bu kelimede alınacak ne vardı şimdi? Sadece en kısa haliyle "yazacaklarım şimdilik bu kadar" demek istemiş olabilirim. Ya da "kısmetse" demiş olabilirim belki. Nedir yani? Yeminle öyle mânidar bir şekilde öküz altına buzağı falan saklamak niyetiyle yazmamıştım "neyse" yi. Çalakalem giriştiğim bir elektronik mektubun nihayetiydi işte. O kadar! Zaten bilirsin beni. İçim dışımdadır. Varsa çapariz bir vaziyet... Bodoslama  "Hop dedik. Ne oluyoruz?" derim yani. Gerçekten çok şaşırmıştım bu tepkiye. Kafama taktım ya bir kere...  O günden sonra dikkatimi çekti. Günlük konuşmamda fazlasıyla "neyse" kelimesini kullandığımı farkettim iyi mi? Öyle böyle değil. Feci kullanıyormuşum meğerse. Telefonda... Yazıda... Her türlü konuşmada... Allahım acaba ben "neyse" yle ne demek istiyordum? Peki "neyse" neydi gerçekte? Neyse sözü fazla uzatmayayım. Merak ki en çok yakışandır bana diyerekten biraz araştırmaya karar verdim.  Sanal ansiklopediye "neyse" diye yazdım. Bakalım "neyse" benim bilmediğim ne anlamlara geliyordu? Ben farkına varmadan acaba "neyse" demekle neyi kastediyordum? Acaba "neyse" kelimesini yanlış zamanlarda, yanlış insanlara mı  kullanıyordum? Heyy! Dolandım ya az biraz sanal ansiklopedide... "Neyse"yle ilgili neler buldum neler okudum neler? Bulduklarımı okudukça iyice dondum kaldım.  Bak şimdi... "Neyse" var ya... Söylemeye utanıyorum. Karsımızdakine muhatabım değilsin demenin en kısa, en güzel, en anlamlı yoluymuş mesela... Veya masumca karşı tarafı yok saymak demekmiş.  Laf sokmak için kullanılan ideal kelimeymiş... Karşısındakini yeryüzünden silecek, sıfırın altına indirecek ve söylediklerini bir daha geri gelmemecesine gömecek bir kelimeymiş... Yok artık! Daha neler? Okuduklarıma gerçekten canım çok sıkılmıştı. "Neyse" kelimesini o kadar severim ki nereye denk gelirse kullanabilirim. "Kafana takma!" ya da ne bileyim "şimdilik bu kadar" ın kısacasıdır "neyse" bana göre... Yani böyle rahatsız edici bir kelime olduğunu inan bilmiyordum. Şimdiye kadar kaç kişiye "neyse" demiştim kimbilir? O kadar suçlandım ki bir süre ne yazabildim ne konuşabildim. Tamam. Abarttım. Şöyle söylemem daha doğru olacak sanırım. Bir süre konuşuken ve yazarken "neyse" demeyeyim diye azami gayret sarfettim. Sonraaaa... Off! İçime fenalık geldi. Daraldım. "Neyse" dedim kendi kendime. Neyse! Amann... Sana bir şey söyleyeyim mi? "Neyse" dedim ya kendi kendimee... Bir rahatlama... Bir huzur...  Bir sevinç... Bir mutluluk... Oh! Doya doya derin bir "ohh!" çektim şööleee. Seni bilmiyorum ama ben "neyse"ci  olduğuma kesin kanaat getirdim. Yapamayacağım. Kim ne derse desin elimi "neyse" taşının altına koyuyorum arkadaşım. İçimde  kötülük ya da  art niyet yok valla... Kusura bakmasın kimse...  Ben "neyse" den mümkünatı yok vazgeçemeyeceğim. Asla! Oh! Anlattım ya sana rahatladım valla yaa... Neyse.




Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 09 Haziran, 2011, 15:46:50
(http://1.bp.blogspot.com/-6SenABj-Jlo/TfBrIcxF4fI/AAAAAAAAK-s/XJ4WzrlGaJU/s400/doguanadolu.jpg)

KAĞIZMAN'A ISMARLADIM NAR GELE / BU AKIL DA BU KAFAYA DAR GELE..

Tamam. Bugün erkenden  kahve molası vereceğim. Kaç gündür arazide çalışmıştım. Bugün ofisteyim. Hem kahvemi hüpletip hemde birşeyler yazmaktır niyetim. Şimdi başlığı görünce "hayrola" diyorsun değil mi?  Bu bir türkü sözü... İnan bana kaç gündür dilimden düşmüyor bu türkü. "Kağızman'a ısmarladım  nar gele nar gele/ Bu akıl da bu kafaya dar gele dar gele" Bilirim bu türküyü. Eskiden  tek kanallı televizyon zamanlarında türkü programları olurdu. Başka seyredilecek bir şey yok tabii. Karşımıza hangi program çıkarsa seven sevmeyen mecburen mecburiyetten her birini izlerdik. İyi ki de izlemişiz. Hafızamın türkü kutusuna istiflenenlerden biri olmalı ki, Haydar Ergülen'in yazısında okuyup tozlarını silkeleyip  hatırlayınca  ne yalan söyleyeyim hoşuma gitti. Kağızman'ın neresi olduğunu bilemedim iyi mi? Açtım elektronik coğrafya ansiklopedisini de sordum. "Kağızman nere?" Hooop. Cevap... "Kağızman Kars ilinin bir ilçesidir."  Geçmişte yaşayan insanlar bu kadar kolay bilgiye ulaştığımızı görseler ne kadar şaşırırlardı bize kim bilir? Kağızman'nın en çok neyi meşhurmuş biliyor musun? Balı. Evet ya! Kars balı meşhur değil midir? Meşhurdur elbette.Saf Kafkas ırkı arıları ve sadece Kağızman'da yetişen Tüteye çiçeği ve diğer çiçeklerlerden elde edilen bal, polen ve arı sütü dünyaca meşhurmuş.  İyi ama Kağızman'ın nar'ı da ünlü olmalı ki türküye konu olmuş. Ne hoş!

Şimdi ne düşündüm biliyor musun? Edebiyat sayesinde ne çok şehir ne çok ülke dolaştım. Gitmeden, görmeden gezindiğim ne çok şehir var. Misal Kars'a ömrümde bir kez bile gitmedim. Çok görmek isterim. Allahtan Orhan Pamuk'un Kar adlı romanını okudum. Bilirsin Kar Kars'ta geçer. Ve okuyunca sadece Kars'ın sokaklarında dolaşmakla kalmaz, şehrin ruhunu iliklerinde  hissededersin. İyi edebiyatın öyle bir geçirgenliği vardır ki sadece akla değil hislere de tesir eder.  Kar yağdığında Kars'ın büründüğü o şiirsel atmosferi insan orada olsa belki  hissedemeyebilir ama edebiyat oturduğu yerde hissettirir insana... Ve dahası  böyle şiirselliklerin olduğunun farkına vardırır. Ve karlı bir havada Kars'a düşerse yolum o şiirselliği arayacağıma ve  işiteceğime adım gibi eminim. İşte memleketimin taa ucunda, sınırında, kenarında bir şehir var. Kars... Kar'ı okuduğunda Kars'ın kenarda kalmış halini, dertlerini, insanlarının psikolojilerini, sevdalarını yazarın bize tuttuğu ayna üzerinden anlamaya girişmiştim. Hoş bir durumdur edebiyat yoluyla bir şehri gezmek. Gerçekten şahanedir. Sanırım edebiyat düşkünü olmam sebebiyle yeni bir şehre gittiğimde turistik yerlerden ziyade sokak aralarında dolaşmayı, şehrin kokusunu, ruhunu içime çekmeyi, salaş lokantalarında yemek yemeği, pazarlarında dolanmayı, insanlarını seyretmeyi severim. Heyy! Bir dakika.. Ben ne zaman Kağızman'dan Kars'a geldim. Aaaa! "Ben Kağızman'a dar gele" türkü sözünü nerede okumuştum? Haydar Ergülen'in bir yazısında. Kızının adı Nar'mış. Hatta kendisine Nar'ın babası diyorlarmış. Sevimli bir yazıydı. İçinde nar geçen şarkı isimleri arıyormuş. Bulduklarından bir tanesi de bu türküydü işte.  İyi ama ben bunların hiç birinden bahsetmiyecektim ki. Ah! Söyler misin? "Bu akıl bu kafaya dar gele dar gele" demiyeyim de ne diyeyim şimdi kendime? Ben.. Ben hani trenleri severim bilirsin. Tamam işte. Haydar Ergülen'in bir kitabını satın aldım. Adı  Trenler de Ahşaptır. Of! Kitapçıda bu kitabı görünce var ya üstüne atladım ne yalan söyleyeyim. İçinde tren olan herşeyi severim. Çünkü ben çocukluğumda içinden tren geçen bir şehre aitim. Bak ne öğreniyoruz. Demek ki yaşadığı şehir trenle ilgili olan bazı insanlar trenle ilgili  her şeyi çok severler. İzmit'lilerin psikolojisi böyle demek ki. İyi ama daldan dala atladım. Kitapla ilgili bir şey yazamadım. Şşşiittt! Telefon geldi.  Kahve molam bitti. İşe dönmeliyim. Allahım.. İyi ki Semih Kaplanoğlu'nun o güzelim üçlemesinden Bal'ı yazmaya girişmedim... İnan ki işim olmasa ballandıra ballandıra anlatırdım. Yooo.. Tamam. Kahve Molam BİTTİ.







Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Haziran, 2011, 12:31:05

(http://2.bp.blogspot.com/-p_T4cfdX_TM/TfMlUfVJtII/AAAAAAAAK_A/UgzpYa-XC9o/s320/engage2.jpg)


Çok iyi hatırlıyorum. Perşembeyi cumaya bağlayan geceydi. Uyuyordum.  Gecenin sabaha yakın saatlerinde, ben diyeyim  rüzgâr sen de fırtına...  Of! Yetmedi... Üzerine patır patır çakan şimşek sesi... Uzaklarda bir yere yıldırım düşmüştü belki.  Uyandım.  Önce uykulu gözlerle yatakta oturdum. Bir süre dışarıdan gelen uğultuları dinledim. Sonra dayanamadım kalktım. Ayaklarımı sürüye sürüye yürüdüm. Balkon camını açtım. Usulca kafamı dışarıya uzattım. Ortalık alacakaranlıktı. Sadece apartmanın bitimindeki lamba, ürkek ışığıyla  sokağı aydınlatmaktaydı. İşte o anda...Sert esintiyle ağaçların  ileri  geri  sallandığı, yaprakların adeta bir denizci türküsü söylermiş gibi  hışırdadığı o loş ışıklı ortamda, birdenbire o tuhaf ağacı gördüm.  Normalde dikkatimi çekeceğini düşünmüyorum. Günde kaç kez önünden arabama biniyor ya da iniyorum. Gerçekten o ana kadar hiç fark etmemiştim. Mevsim yaz olmasına rağmen, havada  haziran'da sonbahar tadı vardı. Evet, evet. Görüntü resmen sonbaharken, sıcaklık ise sadece mevsim normallerinin azıcık altındaydı.  Öyle işte... Bahçedeki bütün ağaçlar  tepeden tırnağa yaprağa bürünmüşlerken, o koca gövdeli tuhaf görünüşlü ağacın ise  dallarından birinde bir tanecik yaprağı vardı. Tüm yaprakları dökülmüş de tek  yaprağı kalmış olamaz.  Hayır. Belki kökleri çürümüş yaşlı bir ağaç idi. Bitkin, ve yorgun bir hali vardı çünkü. Bu ilkbaharda  didine uğraşa, belki tek yaprağına öz suyunu ulaştırabilmişti. Son eseri. Kim bilir? Gecenin o saatinde hayal çarklarım dönmeye başlamıştı gene.  Birden içimi bir ürperti doldurdu. Acaba bu tek yaprağı benden başka gören kimse var mı diye etrafıma bakındım? Ya varsa? Hele hele o gören kişi... Ah! Ya hastaysa?


(http://3.bp.blogspot.com/-9bV7OfV9r-o/TfMmlwZaYhI/AAAAAAAAK_M/s2nrfUzuKtc/s320/VeryLong.jpg)

Biliyorum diyorsun ki "Bu anlattığın tek yapraklı ağacın ne ilgisi var  herhangi bir hastayla?"  Of! Sana bir şey söyleyeyim mi, öykü seven biri, üzerine benim gibi hayalciyse hele...  Anlasana durumu fecidir... Feci... Şimdi güzelim yaz gecesinin o vaktinde... Seyre daldığım o loş sonbahar atmosferi içinde... Bu tek yaprağı kalmış ağacı görünce, bil bakalım aklıma ne geldi ? Bilmiyorum okumuş muydun daha önce?  O. Henry'nin Son Yaprak adlı öyküsü...  Şahanedir gerçekten. Bak şimdi. Şöyle bir hikaye... İki ressam kız, genellikle ressamların yaşadığı bir mahallede bir daire kiralarlar. Birlikte oturmaya ve stüdyoya çevirdikleri evlerinde resimlerini yapmaya başlarlar. Ne yazık ki beş altı ay sonra çevrede zatürre salgını başlar. Kızlardan biri zatürre olur.  Bir türlü iyileşip toparlanamayınca, kız iyileşeceğinden ümidini keser, kendisini iyice ölmeye bırakır. Doktor en son muayene ettiğinde kızın yaşama şansının çok düşük olduğunu, çünkü kızın kendinden umudunu çoktan kesmiş olduğunu söyler. Arkadaşı üzülür ve  çok ağlar.  Hiçbir şey belli etmez. Yalnız bırakmamak için hasta kızın yattığı odaya resim yapmaya girer.  Odayı aydınlatan pencere evin avlusuna bakmaktadır. Fırtınayla karışık  sonbahar rüzgârı dışarıdaki yaprakları dökük ağacı sallamaktadır.  Hasta arkadaşı arada bir kafası kaldırıp dışarıya bakmakta ve her kafasını  gerisingeri yastığa koyduğunda bir sayı  fısıldamaktadır.  Arkadaşı merak eder. Sorar. Hasta kız ağacın üzerindeki kalan yaprakları saydığını, son yaprak düşünce öleceğini bildiğini söyler. "Dört yaprak!"   Arkadaşı bu anlamasız düşünceden vazgeçirmek için ne dese hasta kızı ikna edemez.  Elindeki resmi gösterir. "Bu resmi yetiştirip parasını hemen almam lazım. Sen camdan baktıkça ilgim dağılıyor.  Bana son bir söz ver. Ben resmimi bitirene kadar gözlerini açma." der. Hasta kız arkadaşını kırmaz, gözlerini kapar.

(http://1.bp.blogspot.com/-G9W_cIGC0gY/TfMmi_jWgzI/AAAAAAAAK_I/t5xKkNPPz2Q/s320/AVLE_Ch25-31.jpg)



Ressam kız çizeceği resme  başlamadan önce, alt katta yaşayan yaşlı ressamı modellik yapması için çağırmaya gider. Bu yaşlı ressam yıllardır resim yaptığı halde, bir türlü başarılı resimler yapamamış, yoksul biridir. Arada para kazanmak için genç ressamlara modellik etmektedir. Kızın hasta arkadaşı hakkında anlattığı ağaçtaki son yaprak hikayesine çok şaşırır. Birlikte yukarıya çıkarlar. Hasta kız gözlerini kapatınca uykuya dalmıştır.  Camdan dışarıya bakarlar. Ağaçta  bir tane yaprak kalmıştır. İçleri korkuyla dolar. Çünkü feci fırtına vardır. Perdeyi çekerler. Yaşlı ressam modelliğini yapar. Evine gider. Kız resmini tamamlar. Yorgundur zaten.  Olduğu yerde uyur kalır. Sabah hasta arkadaşının perdeyi açmasını söylemesiyle uyanır. Ümitsizce perdeyi açar. İnanamazlar gözlerine. Ağaçtaki son yaprak dalda sağlamca durmaktadır. O gün fırtına ve sert rüzgâr olmasına rağmen yaprak yerinden düşmez. Ertesi gün de düşmeyince hasta kızın morali düzelir.  Kendini toparlamaya başlar. Doktor muayene ettiğinde şaşırır bu hızlı düzelmeye, dinlenip iyi beslenirse  kesin iyileşeceğini, alt kattaki yaşlı ressamın ise aynı durumda olmasına rağmen zatürreden öldüğünü söyler.  Yaşlı ressamın hastalığı ancak iki gün sürmüştür. Daha sonra öğrenirler ki hasta kızın morali bozulmasın diye evde  bir ağaç yaprağı çizip hazırlamış, o fırtınalı ve soğuk havada  gidip ağaca asmıştır. Çok ıslanıp üşüyünce yaşlı bünyesi dayanamamış ve ölmüştür. O kadar fırtınaya rağmen ağacın dalından düşmeyen ve hasta kıza ümit veren ağaçtaki  son yaprak yaşlı ressamın en son ve en başarılı eseridir.


(http://1.bp.blogspot.com/-1HhD7tpEBmI/TfMmfTgfhZI/AAAAAAAAK_E/vZ_fFMooPWk/s1600/a-very-long-engagement-2004-french-poster.jpg)


Tipik bir O' Henry öyküsü diyorsun değil mi? Evet öyle... Bu öykü resim sanatını anlatan en dokunaklı öykülerden biri diye geçer edebiyat literatüründe... Severim ne yalan söyleyeyim. İşte tek yapraklı kurumakta olan o ağacı görünce, gecenin o saatinde hafızam bu öyküyü çıkartıp koydu önüme... Önce inşallah çevremizde  hasta kimse yoktur diye dua ettim. Sonra pencereyi kapattım. Anne sözü dinler gibi masum... Ayaklarımı sürüye sürüye uykuya dalmaya gittim. Sonbahar tadındaki bir  yaz gecesi bende haller... Böyleyken böyle.



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Haziran, 2011, 13:17:29
(http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TChPBRL7mdI/AAAAAAAAIW8/I82gjGly7mo/s320/s%C4%B1nav.jpg)

Şimdi kahve molası verdim. Biraz dertleşmektir niyetim. Biliyorsun bu ay üniversiteye giriş sınavları vardı. Dün sonuncusu tamamlandı. Ne hayallerle girdiler gençler bu  sınavlara değil mi? Kazananlar sevinecek.. Herhangi bir üniversiteye giremeyenler ise... Off! Düşünmek bile istemiyorum hallerini.. Ne fena! Haydi girdin diyelim istediğin üniversiteye.. Bitirince peki.. Memlekette krizler bitmiyor ki.. Bakalım bu yıl üniversiteye giren gençlerin iş bulma dönemine hangi kriz denk gelecek? Şimdi gene aklıma Atilla Atalay düştü işte. Bilir misin "İnsan Kalma Alıştırmaları " adlı bir öyküsü vardır? Üç genç perdeleri çekmişler, mağara gibi bir eve sığınmışlar, hayatın dinmesini beklemektedirler. Çünkü üniversitelerini hayırlısı ile bitirmişlerdir bitirmesine fakat işsizdirler. Hayatın orasına burasına CV gönderip durmaktadırlar. Üç gençten Erdem daha önce ağzına sigara sürmemişken, şimdi milyon tane sigara içmektedir. Bir iş görüşmesinde İnsan Kaynakları Bölümündeki Birşey Hanım Erdem'in kravatındaki sigara deliğini farkedince, CV de yazdığı sigara içmediğine dair cevaba inanmaz. Kadını kravatı kardeşinden ödünç aldığına, hayatında hiç sigara içmediğine ikna edemeyince, görüşmeden çıkar çıkmaz Erdem sigara içmeye başlamıştır. Ve artık herşeye öfkeli biri olup çıkmıştır.

Orhan ise delice sessizdir. "Hata mesajı"yla yüklü gözlerle dolaşmaktadır evde. Sürekli bilgisayar karşısındadır. Ellerini klavyeden ayırmadan çoraplarını çıkarmayı becerebilmektedir artık. Sanki bir an gelecek "Windows Uygulaması" olarak yaşamını sürdürecektir.

Yazar ise uzaylılar tarafından kurtarılmayı beklemektedir. Bir üst medeniyetin gelerek gençleri manyak eden bu şizofren kültürün ağzını yırtacağını ve tek harekette cümle Windows uygulamalarından çıkıp televizyonları camdan atacağını düşünmektedir.



(http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TChRcmzicxI/AAAAAAAAIXE/3UBUg7pMdLk/s320/isarama.jpg)

Gençler üzerinde toplum baskısı büyüktür. Bilen bilmeyen herkes çalışıp çalışmadıklarını, düğün falan olup olmadığını sorup durmaktadırlar. Her cevapta kendilerini daha başarısız, daha çaresiz daha işe yaramaz hissetirir bu sorular. İşte üniversite bitirmiş, işsiz üç genç ve tabii internetin, delirtici kırmızılıktaki perdeleri hayata çekip, eve kapanmalarının öyküdür bu... Sadece bu üç genç mi ki? Şöyle bir dikkatlice baksak ne çok böyle ev vardır kimbilir? Yazara göre bunlar bakkalların en hakiki yumurta ve makarna müşterileridir.. Eskicilerin en çok okunmuş gazete topladıkları kişilerdir.. Çapraz bulmacalar eksiksiz doldurulmuş.. Eleman arayan sayfaları delik deşiktir.. Atilla Atalay o kadar hazin anlatır ki bu hikayesinde.. Etkilenmemek mümkün değildir.

Yalan değildir ki. Yedi yaşından itibaren sürekli sınavlara girilmiyor mu? Kolejler, Fen Liseleri, Anadolu Liseleri, Üniversite... At yarışı gibi sürekli koşturuluyordu. Askere gidip gelmeden iş olmaz diyenler vardı fakat Erdem askere gidip dönmüştü işte. Haniydi peki? Zamanla işi olanlardan, sevgilisi olanlardan, gözü üstünde kaşı olanlardan, herkesten, herşeyden nefret eder bulmaya başlar kendilerini.. Neyse.. Okunası bir hikayedir ve mutlaka okunmalıdır. Gençlerin durumunu bu kadar olduğu gibi ve damardan anlatan başka bir öykü var mıdır bilmiyorum. Şu bir gerçektir ki bu öyküyü okuduktan sonra, okul bitiren hiçbir gence "iş buldun mu?" diye sormamaya gayret ettim.

Eğer ne oldu bu öyküdeki gençlerin durumu diye, öğrenmek isteyen varsa... Erdem babasından kalan bakkal dükkanını işletmek üzere Bandırma'ya gider. Orhan ise askere. Peki Yazar ne yapar? O bir yere gidemez. Henüz biz okurları da yokuzdur ortalıkta.. Oturur devrik cümlelerle bu hikayeyi yazar işte.. Cümlelerden kimini kendisi devirir.. Öyle püskürdüğü gibi kalır.. Toplamaz.. Durmadan yazar böyle.. İşte bu öyküler Atilla Atalay'ın insan kalma çalışmalarıdır.. Bu öyküleri okumak isteyen okurları için de öyle... İnsan kalma çalışmaları... Böyleyken böyle..

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 27 Haziran, 2011, 13:29:12
Hayatı, esas gerçekliği dillendiren satırlar... Bu güzel yazı için teşekkürler sevgili Vildan Abla... Okunup kitaplığımın bir köşesine konmuş Atilla Atalay kitaplarımın yeniden güneş yüzü göreme vakti geldi artık... Hep sayende :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: HacıGeraltEmmi - 27 Haziran, 2011, 13:30:55
Yurdumun gerçeği. Hava hüzünlü bu mevsim gene. Ve her mevsim olduğu gibi... >:(
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Haziran, 2011, 18:04:09

Selam Pizagor, Atilla Atalay kitaplarının arkasına saklanan o hisli ve ciddi öyküleri var ya... Her biri ilaç niyetine draje draje içilesi etkidedir. Benim için bırak baş ucu öyküler olmasını, kalp içi öykülerdir:) Arada okumasam var ya... Of, hasta olurum hasta:)) Öyle böyle değil... Okunmalı illa...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Haziran, 2011, 18:15:57
Selam Designer73, Ne demiş şair "Hüzün ki en çok yakışandır bize..." Biz hüzün, efkar seven bir milletiz.
Zaten "efkâr" için Türkçe bir kelime olduğu, başka dilde karşılığı olmadığı söylenir:)

Orhan Veli haybeye söylememiş...

"Yola çıkar, efkarlanırım.
Ne olacak bunun sonu, bilmem.
"Kazım'ın" türküsünü söylerler,
Üsküdar'da;
Efkarlanırım" diye...

Bak şimdi  Kazım'ın türküsünü söylerler efkarlanırım demiş ya misal... Kazım Koyuncu'dan bahsetmemiş elbette...
Ama şimdi biz Kazım Koyuncu'nun sesinden "Hey gidi Karadeniz.. Doldu da taşamadı.. Etmiyelum sevdaluk.. Edenler yaşamadı.. Ha bu akan dereler denizlere dolacak.. Söylasana güzelum sonumuz ne olacak.." türküsünü dinlesek..
Of, nasıl hüzünleniriz... Nasıl efkarlanırız öyle değil mi? Başka milletten biri bizim gibi hislenip efkarlanabilir mi?
Yoo.. Mümkün değil....  Bunu düşünmek bile insana yaşam şevki veriyor... Yurdumun gerçekleri... Ve güzel yurdumdan hisli insan manzaraları  ;) Atilla Atalay'da memleketimin hisli ve güzel insanlarından  biri...  :)



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 28 Haziran, 2011, 11:08:46
"KİLO TERÖRÜ" İLE MÜCADELEYE DAVET!


(http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TD-djM7IO8I/AAAAAAAAIb8/MFvA0F9LN3E/s320/frenando.jpg)
(http://2.bp.blogspot.com/-6VvAc1UW1Cc/TgjmYT92ngI/AAAAAAAALGw/n2l1HvCpGww/s320/untitled.bmp)

Geçen yıl Pera Müzesi'nde Kolombiyalı ressam Fernando Botero'nun  resim sergisi vardı. Ne yazık ki  bir türlü denk getirip gidememiştim. Oysa o kadar görmek istiyordum ki. Bana göre Botero yüzyılımızın en anarşist kişisidir. Vee.. Ben var ya ben... Botero'nun en büyük destekçisiyim. Niye mi?   Biliyorsun, pek çok terör çeşidi var.  Günümüzün en önemlil terör çeşitlerinden  biri  "Kilo terörü"dür bence. Diğer tüm terör çeşitlerini kınadığım gibi, kilo terörünü de nefretle kınıyorum. Bak şimdi...  Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım sözgelimi... Selam sabah, hoş beşten sonra muhabbetin mecrası ne tarafa kayar? Kilo durumlarına tabii... "Ayy, şekerim kilo mu almışsın ne? Gamzen kaybolmuş yeminlen!" demez mi? Hoppala! Arkadaşım sana ne değil mi? Sana ne? Belki aldırdım gamzelerimi... Sana bu mu dert oldu şimdi? Hem ömrümde benim gamzem falan olmadı ki! İyi de, niye izah ediyorum sana  illa ki!! Böyle işte... Eğer benim gibi iştahlı biriysen, hele kilo almaya meyilliysen, bir de üstüne yemek yerken kalori hesabı yapmaktan nefret eden bir bünyeye  sahipsen, gören sana da sık sık böyle münasebetsizlik eder. Söyler misin  şimdi bu  yapılan muamele terör değil de ne? Bu duruma derhal bir son vermeli. En azından karar verip kimseyle kilo muhabbeti etmemeli. Manken bedenlileri değil de şişmanları sanat yapanlar bu durumda tabii ki baştacı edilmeli... İşte Fernando Botero'yu çok severim. Nasıl sevmeyeyim? Sanatçının çizdiği hep şişman figürler. Sadece çizmekle kalsa iyi.. Bir de demiyor mu "Şişman güzeldir," diye.. Ben Fernando Botero demiyeyim de ne diyeyim? Bak, bir kaç resmini koydum eke... Kilo terörü konusunda lütfen beni destekle, e mi? Düşünsene... İsteyen istediği kiloda olsa hayat bayram olmaz mı? Kilo almayayım diye lokmaları boğaza dizmenin gereği var mı? Hem herkes sıska manken gibi olmak zorunda mı? Of ya! Kilo terörü ile mücadele!!! Fernando Botero gibi kiloyu sorun etmeyenleri de her daim destekle! Kilo terörü ile mücadeleye davet demiştim ya... Bu işte:)

(http://2.bp.blogspot.com/-MA20HikSOQA/Tgjjo5sXRCI/AAAAAAAALGs/OP5Bn86FHyE/s400/Botero-Dansers-4.jpg)

(http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TD-diZnm2pI/AAAAAAAAIbk/X3auhN8uuoQ/s320/botero02.jpg)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Haziran, 2011, 17:25:59

(http://1.bp.blogspot.com/-KmfD0lAcUIo/Tgj7KCNSZRI/AAAAAAAALG4/4-2fQLPLnRY/s400/161997_130916863585742_6332434_n.jpg)


İçinde abartı ve fantastik barındıran her şeye meyleden bünyem, Kolombiyalı ressam Fernando Botero'nun resimlerini görüp kayıtsız kalamazdı elbette. Botero'nun günümüz estetik anlayışına yeni  yorum getiren bir ressam olduğunu düşünüyorum.  1932 doğumlu olan Fernando Botero'yu  boğa güreşi tutkunu olan dayısı on iki yaşındayken boğa güreşi okuluna göndermiş.  Ancak çok şükür ki Botero matador resimleri yapmayı tercih etmiş.  Kayıtlı ilk resmi de bir sulu boyaymış ve resimde bir matador varmış. Boğa güreşinin nasıl olup  da  bir spor diye kabul edildiğini anlayamam. Vahşetin resmen daniskasıdır.  Bizim memlekette yapılsa, kesinlikle dünyada yer yerinden oynardı. Vahşi Türkler derlerdi de vallahi cümlemizi taşlarlardı. Botero'nun boğa güreşi, arena ve matadorlarla ilgili pek çok resmi var.  Şimdi Botero'nun boğa güreşleriyle ilgili resimlerini Hayal Kahvem'e ekleyeceğim. Ben yıllar önce  boğa güreşlerinin simgesel bir öyküsü olduğunu duyduğumda çok şaşırmıştım. Bilmiyorum sen biliyor musun?  Az önce kahve molası verdim. Hem kahvemi hüpletip hem  romantik bir öykü anlatacağım. 

Boğa, gençliğinin baharında her gördüğü güzele gönlü kayan genç bir delikanlıyı simgeliyormuş aslında. Matador ise kadını...  Bilirsin, boğa sürekli matadorun peşinden koşar... Kovalar babam kovalar... Kafasını eğip, boynuzlarını geçirmek için matadorun etrafında dört döner.  Matador ise -yani kadın-, darbeleri yemeden, elindeki kırmızı pelerini sallayarak  "oooleeeeyyyy!" diye boğayı savuşturur. Bu arada matador, boğaya küçük küçük oklar saplar. Elindeki kırmızı pelerini sallayarak boğayı öfkelendirir. Boğa iyice köpürür tabii. Bir öncekinden daha sert saldırır. Ama matador her defasında hem küçük okları boğaya saplamayı hem de ustaca kaçmayı becerir. Bu küçük oklar erkeğin kadına her defasında daha fazla bağlanmasını simgeliyormuş. En sonunda boğa  artık yediği oklardan ve koşturmaktan yorgun düşer.  Gerilir... Gerilir... Ayağını yere sıkı sıkı vurarak sözüm ona matadoru korkutmayı ve matadora doğru koşup son hamlesini denemeye kalkar ki.... Nanananooommm...  Matador ani bir kılıç darbesiyle maalesef boğayı öldürür. İşte  boğanın bu şekilde ölümü neyi simgeliyormuş biliyor musun? Evliliği simgeliyormuş. Yani erkeğin ölümünü.  Bilmiyorum yani... Bu bir metafor tabii... Ben anlatanların yalancısıyım ama boğa güreşlerinin asıl öyküsü böyleyken böyleymiş işte... Fernando Botero'nun resimleri eşliğinde metaforik bir öykü dinlediniz:) Oleeeeeyyy!



(http://2.bp.blogspot.com/-XdEuHBhg_Zo/Tgj7QINsaoI/AAAAAAAALHA/kBGjujb_LU0/s320/etkinlik_fernando-botero-sergisi-kapsaminda-_aufaufjpp.jpg)

(http://1.bp.blogspot.com/-444HKaSHwE0/Tgj77zHOwfI/AAAAAAAALHE/Px7ItT2Wce4/s400/Bot1.JPG)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 03 Temmuz, 2011, 21:49:53
(http://4.bp.blogspot.com/-8zxzbpfBbd0/ThCkUbvFzdI/AAAAAAAALKw/aZWO1LJbIXw/s320/553086+%25282%2529.jpg)

"Yok!"  dedim.  ""Dokunmayın bana.. Rahat bırakın!" modundayım. Aman diyeyim.  Sakın bulaşmayın." Böyleyim işte.  Olur bende bazan böyle haller. Dellenme emareleri ya...  Bilenler bilirler.  Üzerime gelmezler. Elleşen delikdeşik kalabilir çünkü. Bugün yalnız kalasım vardı. Atladım arabama. Köyün köyündeki eve geldim. Böyle delikdeşik deyince  Attila İlhan'ın aynı adlı şiirini hatırladım. "Kirpi gibisin çocuk... her tarafın diken... kim elini uzatsa... delik deşik... üstelik... sen de kan içindesin..."  Kimi zaman kendimi böyle delendeşen vaziyetinde hissetmemin  vardır illaki sebebi. Herkesin bir derdi var durur içerisinde misali... Sormadım kendime  nedir derdin diye... Bastım gaza... Marş marş... Dağ başındaki eve... Hiç şaşırtmadı beni.  Gene oradaydı. Bana hiç rahat vermez.  Ne vakit  kaçsam bir şeylerden ya da birilerinden. Ne vakit kendi kendimle kalmak istesem çıkar karşıma. Güya beni görmemiş havasında davranıyor... Elinde cep telefonu varmış gibi, serçe parmağı ağzında, beş parmağı kulağında konuşuyor... "Güzelim...  Ben bak ne diyürüm sena... Yehu bi dinle... Ben imar iskanda bitiririm işi... Üçe bilemedin beşe, biter gider... He! He gözüm... Mesele o diil şimdi... Ya bi dinle kurban olum yaa... Usul usul diyörüm bak... Adamları gıllandırmadan... Ehe hehohoğ..." Az ilerde bahçe çitlerinin yanında müteahhid kılıklı bir adam var. Onun taklidini yapıyor. Sıkıntılı gördü ya beni  aklısıra güldürmeye çalışıyor Ayakkabılarımı fırlattığım gibi kendimi eve zor attım. Terliklerimi ayağıma geçirdim. Peşim sıra geldi. Ben önde o arkamda salona doğru yürüdük.  Kış başından beri kapalıydı ev. Koltukların üzerinde beyaz beyaz örtüler... Hiç ellemedim ne yalan söyleyeyim.  Birine oturduğum gibi ayaklarımı koltuğun yanından sarkıttım.


(http://1.bp.blogspot.com/-bFLfkfnRXbw/ThCkQ9K8GMI/AAAAAAAALKs/MisMmf0CEfs/s320/553086.jpg)

Sol kaşımı kaldırıp en haşmetli bakışımla suratına baktım. Dedim: "Selamsız köyünden misin? Selam etmeden elalemin adamını taklide giriştin. Hem ya duysa... Kendisiyle dalga geçildiğini anlıycak. Zaten canım sıkkın. Yok yere kavga mı ettirecen?"  Her zamanki gibi aldırmadan muzurca gülümsedi. O kadar umarsız ki... "Peki ciğerim" dedi, elindeki düşsel cep telefonunu kapatırmış gibi yaparak... "Aaa kıza bak, ciddi sinirlendi." dedi. "Hocam sen çeşit misin yaa, noolmuş iki dakka makara yaptıysak elin takozuyla, farkına bile varmaz o. İş bağlamakla meşgul amcam... Dolar üzerinden marg üzerinden meşgul." Karşıma oturdu."Şimdi sen kahve içmek istersin biliyorum ama boşver kahveyi mahveyi, ıhlamur içelim." dedi. "Sakinleriz."  Sanırım ıhlamur lafına sinirim bozuldu, elimde olmadan güldüm. "Haa şöyle açıl biraz... İcabında bende daha ne numaralar mevcut" dedi. Ihlamur içmedik tabii. Kahve üzerine kahve içtik. O mütemadiyen konuştu. Ben sessizce dinledim. Para kazanacam diye küçük hesaplar peşinde koşanların gülünç hilelerini , irili ufaklı dolap çevirmeye kalkıp yüz yüze gelince hiçbir şey olmamış gibi şirinlik sergileyenlerin vaziyetlerini, taklitlerini yapa yapa saatlerce anlattı.  Bana öyle geliyor... Bu kız beni de acayip taklit ediyordur şimdi. Arabama olan düşkünlüğümle maytap geçiyo  olabilir mi? Kahve içerken her seferinde sanki kahveyi ilk kez tadıyormuşum gibi  yüzümün aldığı o şaşkın ifadeyi; kesin kapmıştır o hareketimi, gizliden yapıyordur...  Deli ya...

(http://2.bp.blogspot.com/-AGgm2eE6ZPw/ThC7twPAbPI/AAAAAAAALK8/EzVvY-iJ-lE/s320/553086+%25282%2529.jpg)


Sustu sonra... İyiden iyiye mahzunlaştı... Dalıp gitti... Konuşsun istedim... "Zor be hoca" dedim.... "İçten içe kızgınsın sanki... yani, sen böyle olursa... Nefret edersin... Sen şimdi sevmiyor musun bu insanları, oldukları gibi yani" Aslında bunları söylemek istemiyordum ama, buna benzer şeyler çıktı işte ağzımdan.... "Nefret mühim bir mevzuudur." dedi... "Bazı şeylerden nefret etmeyi unutmamalı insan kişi... Ben senin dediğin anlamda insan sevmeyi televizyon sunucularına bıraktım... Onlar benim yerime seviyo herkesi... Kendimi kaptırıp olan bitenden nefret etmeyi unutucam diye ödüm patlar benim... Hem severim onları... İnsanları yani... Kaptırıp gitmeyenleri..." Sustu...  "Ağır konuştun kız" dedim... "İş felsefeye girince senin yaptığın kallavi bi laf esprisi vardır hani... Sokrates ne demiş, sok ve rahat et... Takmayacaksın, tak açacaksın."... Kendinden arakladığım laf esprisine gülmedi... Anlıyordum, kendini yalnız hissediyordu... Bildiği tüm öykülerin içinde kendisine yer bulamıyordu belki... Gerçekten anlıyordum... Başını öne eğdi. "Kahve çarptı galiba" dedim... Yorgun yorgun bakarken aniden yüzü tuhaf bir şekilde şaşkın ifade aldı... Tanıdım... Bu benim yüz ifademdi, hani her kahve içişimde farkında olmadan yaptığım mimikler serisi... Güldüm... Sonra ben de cebimden düşsel bir cep telefonu çıkarıp tuşluyormuş gibi yaptım... "Senin  telefon çalıyor duyuyor musun?" dedim. O da telefonu açtı, eli kulağında "Buyur ciğer" dedi.... "Moruk" dedim... "İyi oldu seni gördüğüm... Sıkılınca yine ara... Cep telefonum sende var... Hadi ben kaçıyorum." Sonra telefon taklidini filan boşverip, "Sen en iyi arkadaşlarımdan birisin, aman deyim, kendini üzme" dedim... Söylediklerimi aynen benim şaşkın yüz ifademle ve sesimle tekrarladı...


(http://2.bp.blogspot.com/-KVBs-WJJTEs/ThDO7-0XpWI/AAAAAAAALLA/LWX0udFPpcw/s1600/1265-Civciv-Kutusu.jpg)

NOT: Gene bir Atilla Atalay öyküsüyle oynadım...  Yazar affetsin beni, Civciv Kutusu adlı kitabının arka sayfalarına  sakladığı  o çok sevdiğim  "Kan içindesin..." adlı öyküsünü kendime uyarladım. Koyu cümleler öyküye aittir. Kendimi kaptırıp olan bitenden nefret etmeyi unutucam diye ödüm patlamaya başlayınca, bu öyküyü okumak ilaç gibi gelir. Çünkü yazar bence çok haklı...  "Bazı şeylerden nefret etmeyi unutmamalı insan kişi..."

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: darkwood - 03 Temmuz, 2011, 22:37:48
Kişinin nefreti yenebilmesi için, önce onu tanıması, her şeyini ortaya koyup onun ile yüzleşmesi gerekir. Yazar bunu iç dünyasında başarılı bir şekilde anlatmış.
Vildan hn. bu işinde sonunu yine kahve muhabbetine bağlayınca orta şekerli bir öykü ortaya çıkmış.  8)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 03 Temmuz, 2011, 23:44:48
Selam Darkwood,
Bazan hayat insanın üstüne üstüne gelir... İş hayatında  veya yaşam içinde denk gelinen  ucuz hesaplar, çelmeler, 
yüze gülüp arkadan pazarlıklar, haksızlıklar, denksizlikler yaşanır kimi zaman... Bilirsiniz...

Bir bakarım ki bunlar artık bana normal hatta doğal gelmeye başlıyor...  Öylee... Seyrediyorum ama bir şey hissetmiyorum misal. Ya da denk geliyorum ve gülüp geçmeye başlıyorum...

Hatta normal oldğunu kabul ettikçe "niye olmasın, aman ne olacak ki" diye aklımdan bir an bile olsa geçirmeye başlıyorum. İşte bu durumumu hissettiğimde, tepkisizleşmeye başlayacağımdan korkuyorum ve kendi kendimle  kalmak amacıyla kaçıyorum sahiden herbişeyden.. ,

İşte o kaçışlarımda gene kendime denk gelirim...  Karşılıklı kahve içer, dertleşiriz:))
 
Atilla Atalay'ın bu öyküsü yalnız olmadığımı, başkalarının da  benimle müşterek duygular paylaştığını düşündürür...
Ve sevindirir...

İlk mücadele insanın kendisiyle elbette... Önce kendi çaparizlerimi düzeltmeliyim...

Ayrıca nefret etmek kötü bir şey değildir. Hırsızlardan, arsızlardan, haksızlık yapanlardan, emek sömürenlerden tabii ki nefret edeceğiz... Sonra..... Uzatmayayım...  Böyle öyküler okumak iyi geliyor bünyeme:)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Temmuz, 2011, 20:56:44

(http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/THWp61kf1aI/AAAAAAAAIvw/TwoEUnUUsF8/s400/733420100126042514957.jpg)

Şu yukarıda gördüğün fotoğraf var ya, Kolombia'nın efsanevi kalecisi Higuita'ya ait.. 43 yaşında jübilesi yapılan Higuita, işte böyle yarı parende atarak gol kurtarmasıyla meşhurmuş. Bu gol kurtama tekniğine de "akrep vuruşu" deniyormuş.. Diyeceksin ki: "Hani futboldan anlamazdın.. Bu anlattıkların ne şimdi?" Haklısın.. Futbolla uzaktan yakından ilgim yok gibi görünsem de, ilgi alanım geniş, meraklarım muhtelif, dikkatim dağınık ve bilgim yarım yamalak olduğu için futbol da ilgi alanım içine giriyor.. Ve takdir edersin ki futbol hakkında da yarım yamalak şeyler biliyorum.. Maç seyretmek, kurallarını öğrenmek, takımları takip etmek falan derdinde asla değilim.. Anlatmak istediğim bu değil zaten.


(http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/THWpsT8VQhI/AAAAAAAAIvY/pZdsZ88AH4M/s400/higuita.jpg)

Ben futbol oyununa değil, milyonlarca insanın gözlerini ayırmadan futbol seyretmelerine ilgi duyuyorum.. Mutlaka bir cazibe olmalı futbol oyununda öyle değil mi? Çünkü tanıdığım çok akıllı ve zeki insanlardan kimileri, biliyorum ki futbolla yatıp futbolla kalkıyorlar.. Demek ki onların futbolda buldukları benim bilmediğim kıymetli bir şey var.. İyi bir futbolcu olmak için güçlü bir fiziğe ve kondisyona sahip olmak yeterli mi acaba? Hımm.. Yeterli değildir bence.. Ne bileyim uygun zamanlarda ilginç pozisyonlar almak, topu kime şutlarsan en doğru sonucu alabilirsini anında düşünebilmek, rakip oyunculara kaptırmadan topu kaleye sürebilmek, nasıl denir uygun çalımlar yapmak, hatta topu kimsenin düşünemeyeceği bir yere paslayıp hem oyuncuları hem seyircileri hayrete düşürebilmek için ne lazım acaba? Bunlar öğrenilebilen teknikler mi yoksa her oyuncunun kendi zekasıyla bulduğu hünerler mi?

(http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/THWxKtcJrwI/AAAAAAAAIv4/yT0GsbHzI4M/s400/pele00.jpg)

Tam yazımı burada kesmeyi düşünüyordum ki aklımda yer etmiş bir kaç futbolcunun fotoğraflarına bakmak istedim.. Aaa! O ne? 1940 yılında doğmuş Brezilyalı forvet Pele.. İnan ki doğum tarihini ve forvet oyuncu olduğunu sanal ansiklopediden şimdi öğrendim.. Forvet nedir diye sorsan bilmem.. Hoş "Anlatayım öğrenmek ister misin?"desen.. Of! Ne yalan söyleyeyim öğrenmek istemem.. Pele'nin büyük bir futbolcu olduğunu biliyorum ya o bana yeter.. Ammaa.. Şu fotoğraftaki gol atış pozisyonuna bakar mısın? Sanat eseri gibi bir şey! Pele'yi Pele yapan farklı bir durum olmalı diye düşünüyordum ya.. Aaa! Ben bu fotoğrafı görünce hayrete düştüm.. Düşünsene maç seyrederken Pele'nin bu hareketine şahit olan seyircinin durumunu... Fotağraftaki iki oyuncunun çehresindeki şaşkınlık dolu ifadeye bir baksana.. Off! Stadyumda yer yerinden oynamıştır.. Kesin.. Of ya.. Keşke seyredebilseydim bu hareketleri.. Şahane bir şey valla!

(http://4.bp.blogspot.com/-GNHR7UEq-YY/ThM8ZjxAYQI/AAAAAAAALLk/Hzg0qdcXyfY/s400/zengin-futbolcular.jpg)

Dur bir şey daha anlatacağım... Öyle futboldan anlamam ama futbolla ilgili anlatacak bişilerim varmış demek ki benim de. Pele'nin Amerika'da yüksek tahsil gören  bir  kızı  olduğunu duymuş muydun? Hemde  doktora tezinin konusu neymiş biliyor musun? "Bir Pazarlama Problemi Olarak Futbol: Liberal sistemde sporun demokratikleştirilmesi üzerine bir inceleme." Ve inanabiliyor musun bütün reklam şirketleri bu tezin peşine düşmüş. Bunu Gündüz Vassaf'ın Yeni Futbol başlıklı yazısında okumuştum. Ne yalan söyleyeyim çok ilgimi çekmişti. Tezin özünde kitle davranışlarının özelliştirmesi yatıyormuş. Tez, davranışlarımızdaki gizli eğilimlerin nasıl ortaya çıktığını ortaya koyuyormuş. Gündüz Vassaf'ın bu konuda anlattığı  bir örnek vardı. Bir gün üzerinde bir futbol forması olan 8-9 yaşlarındaki bir çocuğun, bakkaldan Knorr çorba paketini aldığını, açıp içindeki çorba tozunu döktükten sonra, cebinden çıkardığı çengelli iğne ile formasının tam göğüs hizasına nasıl iliştirdiğini anlatıyordu. Böylece çocuk kendini sahalardaki abiler gibi hakiki futbolcu gibi hissediyor olmalı diyordu. Oradan da sanki gönüllü reklamcılarmış gibi günümüzde nasıl ayakkabılarımızda ve giysilerimizde markaları teşhir ederek dolaştığımızı, ama pasif reklam taşıyıcıları olarak nasıl sömürüldüğümüzün üzerinde duruyordu. İbretlik bir yazıydı gerçekten.


(http://2.bp.blogspot.com/-F882IRhJRXw/ThNJwO74-3I/AAAAAAAALLw/rLXxDhwh3UQ/s400/untitled.jpg)

Dur bak... Ayrıca futbolu bir ürün olarak düşünürsek, oyuncular dahil futbolun ortaya çıkmasını sağlayan herkes üretici oluyordu. Peki zavallı seyirciler ne oluyordu? Tüketici tabii.  Pele Raporu diye adlandırılan bu tezin üzerinde Amerikan ligine yatırımı düşünen herkes ilgilenmiş biliyor  musun? Kim bunlar? Sermaderlar, reklam şirketleri, TV yapım şirketleri, klup sahipleri filan... Amaçları bir ya bir araya gelip nasıl uygularız  diye kafa patlatıyorlarmış.  Hatta  sanıyorum California Liginde pilot uygulamaya bile başlatmışlar.  Yeni Futbol...  Deneyin ihalesini alan şirket önce stadı yenilemeyle işe başlamış. İstenildiğinde üzeri kapatılacak, seyirciye ev sıcaklığı ortamı sağlayacak, dileyen geniş kanepelerde seyredebilecek, oda servisi olacak, maçın tam tadına varabilmek amacıyla futbolcuların kendi aralarındaki konuşmalar dinlenecek, sahaya zoom yapacak kameralar yerleştirilecek...  Sonra seyirciyi katılımcı yapacak ve oyun gelirlerini artıracak bir çözüm düşünülmüş. Her seyici elindeki kumandadaki düğmeye basarak taraftarın seyirci ve oyun ile ilgili düşüncelerini belirtecek. 21.yüzyıl seyircisi artık yuhalamayacak, ıslık çalmayacak ya da ne bileyim anlamsız bağırışmalar yapmayacak da çift seçenekli düğmelerden birine basacak. Her takımın kulubesinin arkasındaki büyük dev ekranlarda seyircilerin tercihi yansıyacak. Kuluplere kayıtlı her seyircinin özel şifresi olacak. Şifreler ya maç başında ya da sezonluk satılacak. Böylece ek gelir sağlanacak. Ayrıca müşterek bahis sistemiyle maçta kaç gol atılacağına dair tahmin de yapabilecek seyirci. Çoğunluk bilirse az para kazanılacak, çoğunluk tahmin etmezse çok para kazanılacak. Tabii bunlar için maça ufak molalar verilecek. Bu molalarda TV şirketlerinin reklamları devreye girecek. Bu  durum seçilen pilot bölgede uygulanmış biliyor musun? Ve başarılı olmuşlar.[/font]

(http://4.bp.blogspot.com/-SsFJqvS1mWA/ThNJTowK60I/AAAAAAAALLs/CwhydYMGs_o/s400/ENG.jpg)

Sonra Fransa'da Disneyland'dan umduğunu bulamayan Disney şirketi bir araştırma yaptırmış. Gençlerin en çok müzik, savaş ve fulbolla ilgilendiğini tespit etmişler. Bu durumla ilgili de ilginç şeyler anlatmış Gündüz Vassaf. Ama yazımı uzatmak istemiyorum. Asıl ne anlatmak istiyorum biliyor musun? California Lig'inde Yeni Futbola yönelik en büyük tehlikenin her zamanki gibi insan unsurundan geldiğini yazıyordu Gündüz Vassaf. Neydi bu? Şike vaziyeti tabii. İlgililer, oyuncuların önceden anlaşıp büyük para vurduklarını tespit etmişler. Müşterek bahise katılan seyircilerin çoğunluğu gol atılmayacak düğmesine basmışsa, iki takımın bazı oyuncuları aralarında anlaşıp gol atıyorlar, çoğunluk gol atacak diyorsa gol atmıyorlarmış. Şöyle devam ediyordu Gündüz Vassaf yazısına: "Her zaman, her yerde ve her çağdaki "Büyük Aldatma" hep bu değil mi zaten? Birbirlerine karşı oynadıklarını sanıp taraf tutarak seyrettiklerimiz, aslında bize karşı oyun oynamak için birleşmiş kendi aralarında." Ne fena!

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 07 Temmuz, 2011, 17:19:41

(http://blogs.birminghammail.net/speechballoon/assets_c/2010/04/Thorgal%20bk%207-thumb-300x415.jpg)

Hani geçen kış bir gün kar atıştırmıştı ya... İşte tam o gün...  Tam kar atıştırırken... Büyülenmişcesine pencerenin önüne gittim. Dışarıya bakmak için yüzümü cama iyice yaklaştırınca, burnum cama değdi. Burnum cama  deyince, hohladım cama  gayri ihtiyari. Bilirsin, olur ya... Soğuk cam sıcak nefesten buğulanır hani.. Elim sanki bir illüzyondan etkilenmiş gibi, kendi kendine camın buğulanan kısmına  gitti. Bil bakalım ne yaptım? Bir kalp şekli çizdim ben.  Sonra nedense bir ok geçirdim çizdiğim bu kalbin içinden. Şöyle bir baktım yaptığıma. Ne yalan söyleyeyim, çizdiğim içinden ok geçen kalp hoşuma gitti. Güldüm kendime.  Bu kez kalp çizgileri arasından gökyüzüne bakarak, uçuşan kar taneciklerini seyretmek istedim. Güzellikleri hayret ederek seyretmeyi küçüklükten beri sevdim. Hiç değişmedim.  Canı rahmet istedi. Büyükannem... Serpiştiren karı seyretmek  maksadıyla ben böyle ağzım açık gökyüzüne bakarken... Her defasında "Bak.. İyice bak bakalım! Gökten kar silkeleyen melekleri görebilecek misin?" derdi. Bu sözleri duyunca gözlerimi iri iri açar, büyükanneme şaşkınlıkla bakardım.  Yüzümdeki bu şaşkın ifade sanırım hoşuna giderdi. Omuzlarını titreterek, muzipçe  kıkır kıkır gülerdi. Bu defa hemen önüne diz çökerdim.  "Sen hiç karları silkeleyen melekleri  gördün mü büyükanne?" derdim. Cevap vermezdi. Elindeki zümrüt yeşili tesbihi çeker, anlamadığım dilde mırıl mırıl bir şeyler söylerdi. Merak ederdim. Büyükannem hiçbir zaman bu soruma cevap vermedi. Ben ise her defasında hayal alemime dalar, yüzüme usulca düşüp eriyen kar tanelerini hissetmeksizin, sadece ağzımı değil, kulaklarımı, burnumu, gözlerimi ve her nevi duyu radarlarımı sonuna kadar açardım. Tüm merakımla kar silkeleyen melekleri arardım. Gözlerimi kırpmadan o kadar bakardım ki, bazen gökyüzünden bir melek göz kırpardı  bana sanki. Ah, yüreğim taa gökyüzüne kadar  gider dönerdi. Çok sevinince insanın  yüreği dalgalanır ya hani.  O  kar taneciklerinin altında olduğum yerde durmaksızın dönmek isterdim bu defa... Dönerdim.  Beyaz tanecikler de  etrafımda uçuşarak dönerdi. Çevremdeki her şey ama her şey dönerdi tabii.. Dünya dönerdi. Katıla katıla gülerdim bu durumda. Çok gülerdim.... Şeeeyy... Sonra eve gider gizlediğim yerden Zagor'u çıkarırdım. Ders kitabımın içine usulca koyar, keyfine vara vara okurdum. Anneden gizli yapılan şeyler niye o kadar haz verirdi acaba? Ne günlerdi!


(http://img716.imageshack.us/img716/7855/daltonlarkanadada.jpg)


NOT: Tamam. İtiraf ediyorum son cümleleri Altın Madalyon'daki bu yazıma ekledim :D Hani Altın madalyon'da "Kar Yağarken Çizgi Roman Okumak" başlıklı bir bölüm vardı. O bölümden bu  karlı çizgi roman kapaklarını  gizlice aşırdım. Karamba Karambita! Çizgi Roman Sevdalıları'ndan gizli yaptım ya bu işi... Aman Allahım! Çocukmuşum gibi sevindim. :D




Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Temmuz, 2011, 11:28:38


(http://2.bp.blogspot.com/-fKomSb-Uslk/ThowRi1GthI/AAAAAAAALNg/9JM1h1OY3-U/s320/imakinalarch1.jpg)

Bu sabah  yeni gelen makineleri sigortalatmak için müşterim beni fabrikasına çağırınca, ne yalan söyleyeyim  koşa koşa  gittim. Sigorta çeşitleri arasında  en çok Makine Kırılması Sigortasını seviyorum.  Çünkü böylelikle hiç bilmediğim makine çeşitlerini tanıma olanağı buluyorum. Galiba insanların yüklerini hafiflettikleri, işlerini kolaylaştırıp daha konforlu yaşamalarını sağladıkları için makinalara sadece büyük bir sempati duymakla kalmıyorum...  Biliyorum abartıyorsun diyeceksin gene bana ama... İnanmalısın... Yüreğimden gelerek söylüyorum...  Resmen her birinin yanında önümü ilikleyip saygı duruşuna geçmek istiyorum. Hele evdeki çamaşır ve bulaşık makinelerinin benden işittikleri iltifatları anlatmaya kalksam var ya şaşırıp kalacağını biliyorum. Makinaların her birinin ruhu olduğuna inanıyorum. Neyse... Benim bu halim başlı başına bir hikaye tabii. Hele sigortaladığım  makinenin bir tarafına bir şey olup kırıldığı bana haber verildiğinde... Makina Kırılması sigorta teminatını devreye soksam bile... Benim o makinenin illa romantik bir sebeple kalbinin kırıldığını filan hayal ettiğimi... Makine Kırılmaları hasarlarında eksperle birlikte benim de kırılan makinanın başına illa gittiğimi... Kimseye belli etmemeye çalışarak,  makinanın kulağına Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesinde dediği gibi usulca "Kırılan kalbin hiç kimseye faydası yok." diyerek psikolojik destek verdiğimi... Kimi zaman sadece bu kadarlık bir hissi dokunmayla bile makinanın çalışmaya başladığına defalarca  şahit olduğumundan sana bahsetmeyeyim istersen... Biliyorum artık "abartıyorsun" demeyip,  "delirmişsin sen" diyebilirsin bana. Her neyse...


(http://1.bp.blogspot.com/-Z2FEZX--Y9Y/ThoxP6Kp6zI/AAAAAAAALNk/W4NfaBZgv7Q/s1600/mendil.jpg)

Sabah sabah ofisten fırladığım gibi müşterimin fabrikasına gittim. Gelen makineleri hayranlıkla seyredip, fotoğrafladım. Akabinde detayları bizim ofise göndermek niyetiyle fabrikanın idari bölümüne yollandım.  Masaların arasında hâl hatır sormak için hızla dolanırken Dış Ticaret bölümünün sekreterliğini yapan, hafta sonları arada sırada buluşup hâsbihal ettiğim veya sinemaya gittiğim Selen'le birkaç dakika  oturup muhabbet ettim. Canı çok sıkkındı gene. Camekânlı bölmenin arkasındaki masada oturan çocuğu çaktırmadan başıyla işaret etti. Göz ucuyla çocuğa baktım. Selen daha önce bana bahsetmişti. Bu çocuk üç ay kadar önce, bölüm değiştiren Selen'in müdürünün yerine işe alınmıştı. Pek haz etmediğim "anan soğan baban sarmısak sen nereye gidiyon ıspanak" türü hava atmaya meraklı biriydi. İlk ay Selen'le aralarında duygusal bir yakınlaşma olmuştu. Tam iş çıkışları buluşmaya başlamışlardı ki çocuğun nişanlı olduğu Selen'in kulağına gelmişti. Belli ki nişanlı ya da evli olsa da  gönül eğlendirmeye meyilli hercai  erkek tiplerindendi. Zaten Temmuz başında evlenmişti.  Üstelik başkalarının yanında kızı umursamaz görünüyor, gözünün içine baka baka Selen'e yazdığı maillerde ise unutamadığını yazıyordu. İyice rüzgârına kapılmadan ucuz kurtulduğu için Selen adına seviniyordum. Eğer nişanlı olduğunu tesadüfen öğrenmeyip ilişkisini iyice ilerletseydi  etkisi daha dehşetli olurdu.  Harbi bir kızdı Selen.  Henüz çok gençti. O güzelim kadınlık duygusallığını  kaybetmesini asla istemiyordum. Dünyada güvenilecek ve aşık olunacak erkek çoktu. Buna gönülden inanıyordum. Makinalar  kadar bile ruhu olmayan bu gereksiz adamın Selen'in üzerinde erkekler adına olumsuz etki bırakmasını asla arzu etmiyordum. Şimdi ufak sıyrıklarla atlatmıştı işte. Zaman her şeyin ilacı olacaktı. Selen olanı biteni kulağıma usulca fısfısladı. İş dışında görüşmek istemediğini defalarca anlatmaya çalıştığı halde, gene sabahtan beri  Selen'e  "akşam 7 de buluşalım." diye mesaj atıyormuş. Malûm günümüzde teklifler artık elektronik mektup yoluyla yapılıyor  ya...  Selen'in suratı sinirden kıpkırmızıydı. Masanın üzerinde duran peçetelikten bir kağıt mendil çekti. Elinin içinde öfkeyle sıkmaya başladı. Onu eğlendirmek istiyordum. Ne dedim bil bakalım Selen'e? "Ne duruyorsun? Sen de gözünün içine baka baka mendili ortasından yırtsana!" dedim. Şaşırarak baktı suratıma. Güldüm. Ne demiştim ben Allah aşkına? Anlamayacaktı tabii beni. O mailleşmeyi biliyordu. Mendilleşmeyi –mendilnameyi- bilmiyordu ki... Bak şimdi...

(http://4.bp.blogspot.com/-mPkN78TALNo/ThozDIvzUwI/AAAAAAAALNs/kzQvJ158ga8/s1600/imagesCAEPKYU1.jpg)  (http://2.bp.blogspot.com/-m192IY8VQ7c/ThozeaS2TBI/AAAAAAAALNw/_OCbN0MyiO4/s1600/bilgisayar_internet0.jpg)

"Keyfim, sen buraya gelir misin, yoksa ben mi geleyim?" Bu  söz Salâh Birsel'in bir sözüdür. Ne yalan söyleyeyim kendisi bayıldığım biridir. İşte Selen'le konuşurken  Salâh Birsel'in "Ey okur, şimdi  seni  sana gösterip, yeniden öğrenim rahlesinin önüne oturtacağız." diye başladığı ve Kağıthâne aşk dilini bellettiği yazısı aklıma geldi. Yazar bu yazısında resmen bir öğretmendir. Şimdi sıkı dur. Dersinimizin adı nedir bil bakalım? Kırk yıl düşünsen tahmin edemezsin. Çünkü dersimizin adı Mendilname. Yani mendileşme yoluyla haberleşme metodları... Şimdiii... Mailleşme değil mendilleşme yoluyla yapılacak teklifleri ve cevap verme metodlarını öğreniyoruz:

(http://1.bp.blogspot.com/-Z2FEZX--Y9Y/ThoxP6Kp6zI/AAAAAAAALNk/W4NfaBZgv7Q/s1600/mendil.jpg)


Mendili sağ elinde toplayıp onunla ağzını örtmek – Hiç merak etme. Söz bir, Allah bir. Aşkımız aramızda sır olarak kalacak.


Elindeki mendili başına götürmek –
Her ne buyurursan can ile baş üstüne... Dile benden ne dilersen..


Mendili kalbinin üstüne bastırmak –
  Sevgin kalbimde yer etti, canım sana feda olsun..

Mendili kabinin üstüne bastırmanın bir anlamı daha var. – Sensiz dünya bana karanlık. Buluşmaya ne dersin?


Mendili kalbinin üstüne bastırdıktan sonra hemen başını mendille örtmek –
Korkma, kimse görmez.

Şimdiii... Bir taraf mendille böyle haber edince,  muhatabın cevapları şöyle olabilir:


Mendili havada sallamak –
Dolaş gel. Şimdi buluşamayız.


Sol elindeki mendilin yanında sağ elinin beş parmağını havaya kaldırmak –
Şimdi olmaz. Saat 5'de buluşalım. (Eğer gece 5 de buluşulacaksa beş parmağını gösterdiği elini mendilin altına sokmalıdır.)

Mendilin iki ucunu iki elinde tutmak – Sensiz ölüyorum. Saat 5'i bekleyemem.

Mendili dize bırakmak – Zahmetten sakınma.

Nanananoooommmm....

Mendili ortasından iki parça etmek – Sen yoksun artık. Benim için bittin.


(http://2.bp.blogspot.com/-g1qfGcBstDY/ThoyIUuaGyI/AAAAAAAALNo/oBUIH86Ixao/s320/imagesCAKGX9J2.jpg)

Nasıl ama? Şahane haberleşme yolu değil mi bu? Güldürmek maksadıyla oturduğum yerden bunları Selen'e anlatınca... Kağıtlıktan bir peçete çekti. Ayağa kalktı. Camlı bölmeye döndü.  Ben çocuğa sırtım dönük oturuyordum. Ama karşımdaki camekana yansıyan görüntüden çocuğun her hareketini ayna gibi görüyordum. Tam göz göze geldiklerinde Selen iki eliyle iki ucundan tuttuğu kâğıt peçeteyi ortadan ikiyi böldü. Çocuk umursamaz bir tavırla ayağa kalktı. Cebinden bir tomar para çıkardı. Kalbinin üstüne bastırdıktan sonra başına örttü.  Şaşırma sırası bana gelmişti. Çünkü Selen beni olduğum yerde bıraktı. Bir hışımla odadan çıkıp çocuğun yanına gitti. İnan rüzgarından çıkan  "Whooossh!" efektini işittim.  Ne fesatsın! Hemen  "parayı görünce Selen çocukla çıkmaya karar verdi demek ki" diye geçirdin aklından değil mi? Hayır canım.  "Sen beni sen mi sanıyorsun?" dedi. Çocuğun masasındaki peçetelikten bir kağıt mendil çekti. Ortasından ikiye böldü. Çocuğun yüzüne fırlattı. Bunu sanırım yedi defa tekrarladı. İdari bölümdeki herkes onlara baktı. Zaten neler olup bittiğini merak edenler tarafından durum öğrenilecek ve çocuk bir daha dönmemek üzere işten ayrılacaktı. Selen olduğu yerde topukları üzerinde gerisin geri döndü. Bana gülümsedi. Elindeki son mendili kalbinin üstüne bastırdı.  Güldüm.  Kendimi tutamadım. Kahkalarla güldüm.  Salâh Birsel'in ruhuna rahmet gönderdim.


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Temmuz, 2011, 19:58:38
(http://1.bp.blogspot.com/-yuk4cS1N2lA/Tfp0Y4nbTSI/AAAAAAAALBc/nKV3pYIkNW4/s400/0wslH8p9Eo30hzhjDOaenO8Bo1_400_large.png)

Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm.  En son sinemaya gittiğimde sol ön tarafta  oturan kızın suretine yansıyan örselenmiş ruh hali, mağdur  ve hüzünlü duruşu, bana onun Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi adlı romanındaki kadın kahramanı "Füsun" u hatırlattı.  Yüzünün sadece sağ yanını görebiliyordum. Dikkatlice baktım. Sanki oydu. Hayal etme çarklarım birdenbire çalışmaya başladı. Bu masum görünümlü genç kadın kendisinden on iki yaş büyük zengin akrabasıyla Nişantaşı'ndaki bir butikte karşılaşmıştır diye aklımdan geçirdim. Üniversite giriş sınavına hazırlanmak niyetiyle matematik dersi verme teklifini kabul etmiştir. Ve tüm saflığıyla Merhamet Apartmanı'na gitmiştir. Gidebilsem  bu dairede çocuğun annesine ait sakladığı eski eşyalarla birlikte kızın kullandığı eşyaları bulabilirdim.  Eğer Merhamet Apartmanı'nda onunla aşk ilişkisine girmeseydi, şimdi hem böyle yaşıyor hem de meslek sahibi bir kadın olabilirdi  diye hayal ettim. Orhan Pamuk romanında, apartmanın adını haybeye Merhamet koymamış olmalı... Çünkü Masumiyet Müzesi adlı roman masum bir aşk hikayesi anlatıyor gibi görünse de,  "delice aşık olduğu kadının hayallerinin ne olduğunu anlamak yerine, onun hakkında hayaller kuran"(s280);  türlü bahanelerle  memlekette her gün üç kadın öldüren erkek egemen kültürün yarattığı  bir merhametsizlik destanı. Tam bunları aklımdan geçirirken genç kadın oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Etrafına ürkek gözlerle baktı. Sağ elini eteğinin cebine soktu.  İnanmayacaksın biliyorum ama usulca cebinden çıkardığı elinde, ölümünü kolaylaştıracak sürücü ehliyeti vardı. Dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi  elindekine  dikkatle  baktı. Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı.  Ben "Füsun" olduğunu farzettiğim genç kadını unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.


(http://4.bp.blogspot.com/-7WA1H85q9ro/TjCJIfUvJyI/AAAAAAAALTU/Baz_A4g4GNM/s400/5816_102154806465206_100000120624179_56310_5748107_n.jpg)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 16 Ağustos, 2011, 21:44:29


(http://2.bp.blogspot.com/-wg7Y7cTEnMI/Tkkw7mAkLzI/AAAAAAAALc8/GatAgPRdzX4/s320/imagesCAO6GZJP.jpg)

Acaba nerede okumuştum?  İnan hatırlamıyorum. Du bi... Bak...  Önce en son ne zaman bir kirpi gördüğümü düşündüm....  Düşündüm... Düşündüm... Hatırlayamadım. Sonra.... İşte bu kez nerede okuduğumu hatırlamadığım o yazı geldi aklıma...  Hani kirpiler vardır ya... Kirpiler üşüdüklerinde ne yaparlarmış biliyor musun? Birbirlerine yaklaşırlarmış. Ama çok yaklaşınca da dikenleri birbirine batarmış. Uzaklaşırlarsa bu kez üşürlermiş.  Ne fena değil mi? Amaa... Kirpiler aralarında öyle bir uzaklık bırakırlarmış ki ne üşürler ne de canları yanarmış.  İşte bayılmıştım bu duruma...  Dinle bak... Sonrası daha güzel... Bu mesafeye ne denirmiş  biliyor musun?  Nezaket denirmiş. Hoş değil mi?

İyi de şimdi durup dururken hem kirpi hem bu yazı nereden aklıma geldi? Bilmiyorum...  Son günlerde gamlı baykuş vaziyeti yer ettikçe bünyemde... Dünyada olup bitenler içimi mi kararttı ne? Hem kimsenin canının yanmadığı hem de ilişkilerin sıcacık olduğu bir dünya hayal ettiğim içindir belki.  Hafıza tuhaf kutu tabii... Nerden çıkardıysa çıkardı...  Yıllardır görmediğim kirpileri aklıma getirdi...  İyi de en son ne zaman  kirpi gördüm acaba?  İnan hatırlayamadım ki!


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Ağustos, 2011, 18:25:38


(http://1.bp.blogspot.com/-kL7CqriWrhY/TlbHf4Zgj7I/AAAAAAAALjM/nRWWeRXDWO8/s400/boyaci_cocuk_by_kaanersoy.jpg)

Babamdan dönüyordum. Arabamı hemen evin önüne değil, bir sokak ilerideki çıkmaz sokağa park etmiştim.  Telaş içindeydim. Bir an once ofise gitmeliydim. Çıkmaz sokağın köşesindeki simitçi  her zamanki yerindeydi.  Simide asla dayanamam.  Kesin akşam simidiydi bunlar... Dumanı tütüyordu çünkü...  Of!.. Buram buram taze gevrek simit kokusuna nasıl içim gitti... Oruçluydum. Akşam ezanının okunmasına üç saat vardı. Bünyem çekti bir kere... Görmezden gelemedim. Simitçi tezgahının önünde  bir süre durup simitleri seyrettim.  Yalan söyleyecek değilim. Kendimi alamıyor, imrenerek simitlere bakıyordum.  Onu farkettim. O da durmuş aynı benim gibi simitlere bakıyordu.  Gözgöze geldik. Aynı anda birbirimize gülümsedik. Gülünce güneş karası yüzü aydınladı sanki. Sevimli bir yüzü var...  Nasıl zayıf, kuru bir şey anlatamam. Şairin "Çöp gibi bir oğlan ipince" dediği türden... Kafamızı aynı ahenkle simit tablasına çevirdik. Ben simitlere gözümle yermiş gibi baktım. Ona döndüm. "Aç mısın?" dedim. Öyle başını büküp Küçük Emrah pozu vermedi. Sadece sustu ve tekrar gülümsedi.  Gülümseyince dudağının sağ yanı, yanağına doğru diğerinden daha fazla kıvrılıyor. O kıvrımın hemen bitiminde minik bir gamze beliriyor. Üstündeki giysiler abisinin olmalı... Renkleri solmuş... Üzerinden dökülüyor. Sırtında boyacı kutusu var. Ayakkabı boyacısı belli. En son ne zaman ayakkabılarımı boyattığımı düşündüm... İnan aklıma gelmedi. Marketlerden satın aldığım süngerlerle işimi gördüğümden beri ayakkabı boyacılarını unutmuşum. Tuhaf!  Hiç mi denk gelmedim? İşim olmayınca farketmiyorum demek ki...  Simitçiden satın  aldığım simidi uzattım.   "Ben yiyemiyorum. Benim yerime sen ye bari." dedim. Hiç tereddüt etmedi. "Teşekkür ederim" dedi. Aldı. Hemen ağzına götürdü. Kocaman ısırdı. Sırtını döndü.  Şehrimin asırlık ağaçları altında seke seke  yürüdü. Arkasından bakakaldım.  Az ilerledi. Durdu. Başını geriye çevirdi. Bana baktı. Gülümsedi. Minik elini salladı.  Elimi kaldırım.  "Hoşçakal çocuk" dedim.  Aklıma Orhon Arıburnu'nun bir şiiri geldi...

"Ne gam kalırdı
Ne kasavet
Bir de simit ağacı olaydı
Bizim sayılırdı saadet."

Böyle bir ağaç var mı? Yok tabii... Nedense mutlu bir doygunluk hissettim. Arabama doğru umutla yürüdüm.


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Ekim, 2011, 18:29:59

(http://2.bp.blogspot.com/--I_N18g4OhE/TobBxPPpZ9I/AAAAAAAALyY/SdfOobz6iPQ/s1600/2a.jpg)


O gün bayram mıydı acaba? Yoksa bayram arefesi mi? Bilmiyorum. Üzerimdeki beyaz üzerine  sarı minik papatya desenli elbiseyi ise çok iyi hatırlıyorum. Elbise bileklerime kadar iniyordu. Ayağımda beyaz konverslerim vardı. Patika yolda koşuyordum. Belime kadar gelen saçlarımı, koşarken iki yana sallıyordum. Patika yolun iki yanında ıhlamur ağaçları vardı sanıyorum. Çünkü ortalık binbir gece masallarındaki gibi kokuyordu. Ağaçların yaprakları meltem esintisiyle oynaşıyordu. Ben koştukça herbiri çiçeklerini önüm sıra döküyordu. Durdum bir ara. Eteğimi iki yanından tuttum. Sanki ağaçlar anlamışlardı ne istediğimi... Eteğimin içine  dolduruvermişlerdi şifalı çiçeklerini. İşte tam o anda onu gördüm. Eteğimdeki çiçekleri kucağıma topladım. Öylece ona bakakaldım. Az ilerimde ayakta duruyordu. Kırmızı siyah çizgili bir kazak giyiyordu. Başında saçı yoktu sanıyorum. Acaba saçsız olduğu için kendini beğenmiyor muydu? Bilmiyorum. Başındaki siyah fötör şapkayı ise çok iyi hatırlıyorum. Sanırım yapayalnız biriydi. Ayan beyan yüzünün çizgilerine yansımıştı tüm sevgisizliği çünkü. Gözlerinin gördüğüne hoyratça baktığını çok iyi anlamıştım. Tüm ömrünce burada yaşamıştı da ne  ıhlamur ağaçlarının güzelliğinin  farkındaydı. Ne de insanı kendinden geçiren ıhlamur çiçeklerinin kokusunun belki... Hatta kulakları, rüzgârda havalanan yaprakların nağmelerini bile duymuyordu. Emindim.  Sağ elini usulcacık yüzüne doğru kaldırdı. Gözlerini koca koca açarak, işaret ve orta parmağına geçirdiği makası sanıyordum ki korkutmak amacıyla bana salladı. Olduğum yerde kalakaldım. Gözlerimle değil, yüreğimle ona baktım. Korkmadım. Erkekler âleminden bir erkekti. Diğer hemcinsleri gibi yenilmemek, komikleşmemek, duygusallaşmamak için yetiştirilmişti. Öyle hissettim.  Kimbilir ne badireler atlatmış ne yaralar almıştı. Yenilmiş görünememek için  en yakın erkek arkadaşına bile derdini açmamıştı. Çünkü erkeklik hep muzaffer olmak hep yenmiş görünmekti. Asırlardan beri ona öyle öğretilmişti. Bunları düşününce onun için üzüldüm. Sadece dudaklarımla değil, gözlerimle, yüreğimle  bakarak  gülümsedim. Üç adım attım. Şimdi tam yanındaydım. Ellerimi ona uzattım. Ellerimi uzatınca kucağımdaki ıhlamur çiçekleri patır patır yere döküldü. Dökülen çiçeklerin rahiyası yukarıya doğru yükseldi. Ihlamur çiçeklerinin kokusundan bir an başım döndü. Düşecek gibi oldum. Düşmemek için telaşla onun kolunu tuttum. Önce boğazındaki sese ince bir  ayar çekti. "Dikkat et, galiba buranın havası sarhoş ediyor. "dedi.  Çevresine baktı. "Tuhaf şey, ben bu ağaçları neden daha önce   hiç görmedim?" diye söyledi. Bana baktı. Gerçek olamayacak kadar güzel gülümsedi.



(http://3.bp.blogspot.com/-DA_V3qQp4po/TobBy9o2bvI/AAAAAAAALyc/R2yomXIbkVg/s1600/2b.jpg)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Ekim, 2011, 23:19:34
(http://1.bp.blogspot.com/-yuk4cS1N2lA/Tfp0Y4nbTSI/AAAAAAAALBc/nKV3pYIkNW4/s400/0wslH8p9Eo30hzhjDOaenO8Bo1_400_large.png)


Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm.



(http://3.bp.blogspot.com/-KIZN5ZjNFTA/Tqmn83NaxnI/AAAAAAAAMDY/saXFkoXungk/s200/0000000052515_5_1.jpg)  (http://2.bp.blogspot.com/-awLcVJ7bz0E/Tqmn_U6DT9I/AAAAAAAAMDg/BH1VXHPjrKQ/s1600/images.jpg)

Bu ay Filmekimi için Beyoğlu'na gittiğimde, sinemanın girişindeki film afişlerine bakan kız gözüme ilişti. Onaltı - onyedi yaşlarındaydı. Güzel ütülenmiş ak bluzu, renkli karelerle bezeli eteği, sıkı taranıp atkuyruğu bağlanmış saçlarıyla, daha çok babasını ya da ağabeysini bekleyen iyi bir aile kızı  görünümü veriyordu. Yanağındaki kırmızılığı  eliyle kapatmaya çalıştığını anladığım an, onun Füruzan'ın Benim Sinemalarım adlı öyküsündeki Nesibe olduğunu farzettim. Ailesi yoksuldu. Okuyamamış, Beyoğlu'nda bir dükkanda çalışmaya başlamıştı. Sinemayı çok sevdiğini hayal ettim. Kendi yaşadığı mahalleyi, evi beğenmiyordu. Sinemada seyrettiği yerlere gitmek, filmlerdeki hayatları yaşamak istiyordu. Sevdiği genç denizciydi. Onunla birlikte Mısır'a, Afrika'ya gidebileceğini düşünmekten mutluluk duyuyordu. Filmlerdeki hayatları kendi hayatında  gerçekleştiremeyince öfkeli ve hırçın olmuştu. Ne yazık ki varoşlarda yaşayan kızları şehir hayatının cazibesi etkiliyordu. İstedikleri hayatı yaşamaya kalktıklarında bunu bedenleriyle ödemek durumunda kalabiliyorlardı. Nesibe annesi ve babasıyla yaşıyordu. Annesi namuslu görünse de iki yüzlü bir kadındı. Para gelecek diye kızın yaşlı erkeklerle gezindiğini bildiği halde ses çıkarmıyordu. Ama genç bir erkek arkadaşı olmasından rahatsızlık duyuyordu. Annesi kocasına  bu genç çocuğu söylecekti. Babası o gece kızı fena halde dövecekti. Acaba kızın örtmeye çalıştığı yanağındaki kırmızılık, babasından korunamadığı ilk tokatın kabarıklığı mıydı?


(http://4.bp.blogspot.com/-7WA1H85q9ro/TjCJIfUvJyI/AAAAAAAALTU/Baz_A4g4GNM/s400/5816_102154806465206_100000120624179_56310_5748107_n.jpg)

Saçındaki gevşemeye yüz tutan tokasını sıkıladı.  Bakışlarıyla caddeyi taradı. Bakmasını direnerek sürdürdü. Filmin başlama saati gelmişti. Önümsıra sinemaya yürüdü. Kederli gözlerle etrafına bakındı. Çantasından mendilini çıkardı. Dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi elindeki mendile baktı. Tükürüp ıslattı, yanağında katılaştığını düşündüğüm acının üstüne bastırdı. Biletçinin gösterdiği koltuğa oturdum. Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı.  Ben "Nesibe" olduğunu farzettiğim genç kızı unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.

   
NOT:  Füruzan'ın Benim Sinemalarım adlı öyküsündeki bazı cümleleri  bu yazıya alıntıladım.


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 04 Kasım, 2011, 19:36:59

(http://1.bp.blogspot.com/-yuk4cS1N2lA/Tfp0Y4nbTSI/AAAAAAAALBc/nKV3pYIkNW4/s400/0wslH8p9Eo30hzhjDOaenO8Bo1_400_large.png)


Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm. 


(http://1.bp.blogspot.com/-aa-MkRCFBVQ/TrQSDNf7zUI/AAAAAAAAMKg/MmUGbdXGIaM/s320/konusan-kadin%257E3593726.jpg)  (http://1.bp.blogspot.com/-VTmURgBzCOo/TrQSFt3AkJI/AAAAAAAAMKo/CqsxHRQyEyw/s200/imageresize.jpg)

Geçen ay Filmekimi için Beyoğlu'na gittiğimde, biletimi almak için Atlas Sinaması önünde sıramın gelmesini bekliyordum.  Bu arada etrafımdaki insanlara bakıp zaman geçiriyordum.  Pasajın dışında sigara içmekte olanların arasında,  frapan giysili bir kadın dikkatimi çekti.  Orta yaşın kıyısında olmalıydı. Boyu bir yetmişe yakındı. Uzun boyuna göre bacaklarının orantısız kısalığını farkettiğim an bu kadını, Halil Gökhan'ın Konuşan Kadın adlı romanındaki, ağzı kötülüklerle dolu kahramanı, kara sinemacı Alev İpek olduğunu farzettim.  Kadına göz ucumla  baktım. Belki çocuk  yaşından beri hayali iki uzun bacağa sahip olmaktı, diye aklımdan geçirdim. Bacakları inceleceği ve uzayacağı yerde, boyları neredeyse çocuk yaşındakilerle aynı kalmıştı. Üstelik biraz da kalınlaşmaları onu  iyice çileden çıkarmıştır, diye hayal ettim. O nedenle belki pantolon fazla giymemişti de, frapan elbiseleri tercih etmişti. Bu tarz elbiseler içinde boğuluyor ve kıvranıyordu belki. Boyalı saçlar, topuklu ayakkabılar arasında sıkışıp kalmıştı. Gözlerimle değil yüreğimle baktım. Güzeldi aslında, hiç de çirkin değildi. Ama belli ki vücudundan hoşnut değildi. Bunu kadınlığının bir cezası olarak düşünüyordu. Çünkü ona göre kadınların en büyük arzusu güzellikti. Sanırım en çok ellerini beğeniyordu.  Parmakları ince ve narindi. Dışarıdan bakıldığında görülmeyen taraflarının görünenlerden daha güzel olduğunu düşünüyordu. Sinemacıydı. Genç yaşta kara filmler çekmişti. Şimdi ısrarla sadece iki dudağının ortasında soluk ve sıvı almasını sağlayacak küçük bir delik bıraktırarak, ağzının kalan kısmının dikilmesini arzu ediyordu. Acaba kadın geçmişte çok günahlar işlemişti de kendine "susma cezası" mı vermek istiyordu?  Aslında Tanrı konuşmak için değil susmak için mi vermişti ağzı insanlara? Sükûtun değeri belliydi: Altın. Yoksa konuşmak insana verilmiş en büyük ihtiras mıydı? İnsanın korkunç söz deneyimi, nasıl bir aşamaya gelmiş olmalı ki orada susmak değerli olsun ve altın katına çıksın?



(http://4.bp.blogspot.com/-7WA1H85q9ro/TjCJIfUvJyI/AAAAAAAALTU/Baz_A4g4GNM/s400/5816_102154806465206_100000120624179_56310_5748107_n.jpg)

Filmin başlamak üzereydi. Önüm sıra sinemaya yürüdü. Kederli gözlerle etrafına bakındı. Dişleriyle dudaklarını çok sert bir biçimde ısırdı. Şaşırdım. Ardından elbisesinin yakasındaki toplu iğneyi ısırdığı dudağına batırdı. Usulca elini ceketinin sağ cebine soktu. Kanayan dudağını silmek için mendil çıkaracağını zannettim. Hayır. Bir beyaz kağıt çıkardı. Dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi elindeki kağıda dikkatle baktı. Sonra iyice buruşturup yere attı. Yerden kağıdı aldım. Açtım. Kağıtta sadece iki kelime  yazıyordu. "Vadeli rüyalar"...  Biletçinin gösterdiği koltuğa oturdum. Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı.  Ben "Alev İpek" olduğunu farzettiğim kadını unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.

   
NOT:  Halil Gökhan'ın Konuşan Kadın adlı romanındaki bazı cümleleri  bu yazıya alıntıladım.


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 07 Kasım, 2011, 22:04:14
(http://1.bp.blogspot.com/-1cGC0FimQmg/Trgnr-n8wiI/AAAAAAAAMN0/5Ci1R_PlfJY/s320/OA-P9.jpg)

Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar adlı romanının seneler önce satın aldım. Okumadım. Kitapla aramızda mesafeli bir ilişki var. Arada elime alıyorum. Sayfalarını dalgalandırıyorum. Kitap hoşlanıyor bundan farkediyorum. Sonra her defasında tuhaf bir endişeyle, usulca yerine bırakıyorum. Oysa Oğuz Atay hakkında elime geçen her yazıyı ve kitabı okumuşumdur.  Yani yazarın efsanesini iyi bilen ama tek kitabını okumayan biri olduğumu mahcubiyetle itiraf edebilirim. Sadece babasına yazdığı mektubu okumuştum.  O kadar.  Nedense  korkuyorum.  Sanırım kitabın beni çağırmasını bekliyorum. Vardır benim benim böyle tuhaf hallerim. Kitabı elime aldığımda okunmak isteyip istemediğini hissedebildiğimi düşünüyorum. "Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli" mi demeliyim, yoksa "elbet bir gün buluşacağız"ı mı,  misal vermeliyim? Bilmiyorum. Ya da sürpriz yapmalı... Beklenmedik bir anda karşıma çıkmalı. Şaşırtarak buluşmalı diye hayal ediyorum. Böyleyim işte. Zorlamam kendimi illa okumalıyım diye. Vaktini saatini beklemeliyim... Neyse... Cuma günü İstanbul'dan otobüsle dönmem gerekti. Elimde kitap yoktu. Kitapçıya girdim. Girer girmez gözümün  ilk değdiği  kitaba yürüdüm. Kitabın adını okudum.  Korkuyu Beklerken'di. Yazarını bilmez miyim? Oğuz Atay'dı.  Kapağında Oğuz Atay'ın bir fotoğrafı vardı. Kitabı elime aldım. Beklemeden kasaya gittim. Oğuz Atay'ın Korkuyu Beklerken adlı kitabını satın aldım. Otobüse bindim. Koltuğuma yerleştim. Kitabı açtım. Bu bir öykü kitabıydı. İlk öyküsünün adı Beyaz Mantolu Adam'dı. Normalinde bu öykü adını okuduğumda "adam manto giyer mi? Pardüsü ya da palto denmeliydi." diye aklımdan geçirebilirdim. Asla geçirmedim. O kadar çok yazı okumuş, video seyretmiştim ki bu öyküyle ilgili. Sadece hüzünlü gülümsedim. Sonra Oğuz Atay'ın yukarıdaki beyaz pardesülü fotoğrafını hatırladım. Ardından ise Lale Müldür'ün bir şiirini... Der ya hani... "bana gelince ben... hazan yüzlü bir adamı aradım hep... bir sonbahar günü beyaz pardesüyle... kurumuş yaprakların üstünden... kapımı çalmasını bekledim..." O misal hazan yüzlü, beyaz pardesülü adamın bir kitabı, kurumuş yaprakların üstünden, ne yaşayacağımı bilmeden kapımı çalmıştı işte...  Keşke ilişkiler gibi kitapları da aceleyle tüketmesek, sabredebilsek... Herşeyin yeterince keyfine varılabilsek... İyi de şiir nasıl devam ediyor peki? Diyor ki Lale Müldür... "gelse ne olacaktı... onu bilmiyordum ya... olanaksız bir şey istediğimin farkındaydım... yine de gemilerde, otobüslerde, uçaklarda... onu aradım..." Yoo.. İyi ki beklemişim zamanını... İyi ki beklemediğim bir anda Oğuz Atay'ın bu kitabı karşıma çıktı...  Korkmadım. Sonrası kendiliğinden geldi...  Sevmek mi?  Öykülerine tek kelimeyle bittim.



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Kasım, 2011, 21:29:58
Heyy! İnanmıyorum... Edebiyat Muhabbetleri 1122 kere mi okunmuş.
Vay canına sayın seyirciler! Ne güzel! :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Kasım, 2011, 21:41:44

(http://1.bp.blogspot.com/-CbjT1w3ESaA/TrrqX1-82aI/AAAAAAAAMOU/ZIDVfUBt6y4/s320/bosverarkadashl2np4.jpg)



"Şu ağlamaklı halime sebep o padişahım
O ağzı, yüzü, elleriyle avare olan
İçtiğim suya, daldığım havaya düşman
Sebebî felaketim
Bir haliyle bikarar, bir haliyle belâdır
Efendim
Böylesini kimse bilmez sevdanın"

İlhan Berk


Yooo... Ben masumdum. Sevmiştim. Yalanım yok... Aşkın gözü söylendiği gibi kördü. Ona tüm yüreğimle inanmıştım. Ne safmışım. Osman Şahin'in bir öyküsünden iki cümle çıkarma yapıp,  kendime rumuz edinmiştim... "Ruhumu sürmüşem sana... Ruhumu... Seni içime manzara yapmışam." Ne  vakit onu karşıdan görsem... Bu cümleleri içimden geçirirdim. Allahım yarabbim... Nasıl da körkütük aşıktım. Bu duyguyu ilk kez yaşıyordum. Çok yakışıklıydı. Daha doğrusu o vakitler bana yakışıklı geliyordu. Ne aptalmışım... "Bir zamanlar uğruna kahkül  diye göz yaşı döktüğüm meğer bir tutam saç imiş" denir ya hani... O hesap..  Harbiden sonra çakmıştım gerçek manzarayı ama... Kaç yazar? Çocukta ya Nostradamus marifeti ya da özel parapsikoloji, psikoknetik, telepati güçleri vardı... Ne dersen de... Öyle işte... Bildiğim onda acayip bir şeytan tüyü vardı.. Elimi vicdanıma koyup söylüyorum... Konuştuğu zaman okulun tüm kızlarını- ben de dahil tabii- kendine  hayran edecek insanüstü bir yeteneğe sahipti. Sanki kızların beyinlerine hükmediyordu. Onunla asla tartışmak mümkün değildi. En kabul edemeyeceğim konularda bile, nasıl laf canbazlığı yapıyorsa artık... Ağzından çıkan her sözü kendi düşüncem sanıyordum. Askeriyedeki nizamiye kapısı gibi, tüm ruhumu, değer yargılarımı, hayata dair görüşlerimi gözüm kapalı ona emanet edebilirdim. O ne diyorsa doğru oydu. Yani o vakitler bana öyle geliyordu. Bu çocuğun karşısında kendime olan direncimi gün be gün kaybediyor,  köle izahura olma yolunda uygun adım marş marş ilerliyordum. Durumum tuhaftı. Ben bildim bileli hiç böyle ben olmamıştım çünkü... Yok bazan kendime "bu kadar salak olma. toparla kendini" diyordum ama  feci bir değişim rüzgarı sarmıştı dört yanımı... Duygularıma mukayyet olamıyordum. Oysa onu tanıyana kadar hep sevilmiş hiç sevmemiştim. Üstelik çok güzel değildim. Sade giyinirdim. Asıl mühimi erkeklere hiç pas vermezdim. Etrafta o kadar fettan, maceraya dünden hazır kızlar dururken bana meftûn olan erkekler nedense çoktu. Aşklarını belli etmek için türlü numaralar yaparlardı. Aşkını itiraf edemeyenler mi istersin, mail atıp dolaylı yoldan içini  dökenler mi? Ya da karşıdan karşıya kesenler mi, ne bileyim seviyeli üslupla ince bağlama ayarları çekenler mi? Neler görüp geçirmiştim. Hiç bir  erkeğin karşısında civatalarım  milim oynamamıştı yerinden.. Ya feleğin cilve yapma sırası bana gelmişti. Ya da birinden büyük bir  ah almış olmalıydım ki bir erkeğin ağına sazan gibi düşüvermiştim.. Çıralar gibi yanmıştım. Dumanım buram buram tütüyordu. Sadece ağlayanım yoktu. Yoo...Karşılıksız değildi. Sözüm ona benim sevgim neydi ki? O söylediğine göre beni dağları delen Mecnun kıvamında seviyordu. Aynı üniversitenin farklı fakültelerindeydik. Arkadaşlarımız müşterekti. Kalabalık arkadaş güruhu içerisinde güya  kimseye belli etmeden aşkımızı gizlice birbirimize ilan etmiştik. Kimseye daha bir şey söylemememi sıkıca tembihlemişti. O ne derse kanun emrinde kararnameydi ya en yakın kız arkadaşıma bile söylememiştim. Zaten oldum bittim ket'umdum. Erkek arkadaşlarıyla olan ilişkilerini uluorta lömbürtek dışarıya bırakan çalçene kızlardan hiç haz etmezdim. İftiharla söyleyebilirim ket'umluk prensibimi ömrümce ihlal etmedim. Bakma, zaten henüz pek bir anı biriktirmemiştik. Sadece beni çılgınlar gibi sevdiğini itiraf etmişti. Ben de için için fena halde yanıp halvet olsam da sadece karşılıksız olmadığımı belli etmiştim. Sinema hastasıydım.  O da film seyretmeye bayıldığını söylemişti. Dün bir bugün iki,  göz süze süze  filmler üzerine şahane muhabbetler ediyorduk. Hafta sonu beni motoruyla alacaktı. İlk kez bekar evine gidecektim. Başbaşa yemek-sinema keyfi yapacaktık. Filan...



(http://4.bp.blogspot.com/-PC18XRxQfIU/TrrqInvHUOI/AAAAAAAAMOM/dseqcckTiKk/s400/v200706120918370053464.flv.jpg)


O gün okula gidemeyecek kadar  hastaydım. Telefonlaştık. Vaziyetimi anlattım. Ertesi gün buluşmak üzere sözleştik. Takdir i ilahi mi yoksa aptala malum olma vaziyetimi, bilmiyorum... Bir şey dürttü beni.  Öğlene kadar uyuyunca birdenbire üzerime bir canlılık geldi. Ben o gün kalktım ikindiye doğru okula gittim. Ve... Okulun arka bahçesinde, onu bizim fakültenin  en sünepe kızını öperken gördüm. Birden çizgi romanlardaki "dooinnk" efekti çaktı beynimde... Gözümdeki kalın sinema perdesi usul usul yukarıya doğru kalktı. Gerçek manzarayı ayan beyan görmeye başladım. Meğer küçük bey, sadece benimle ve o sünepe kızla değil, okulun pek çok kızıyla fink atıyormuş. Yuf olsun bana!.  Tadım fena kaçmıştı. Süngüsü düşmüş tüfek gibi omuzlarım düştü. Hayalkırıklığını dibine kadar hissettim. Ağlaya zırlaya eve döndüm. İki gün telefonlarına cevap vermedim. Onun diğer numaralarını, beni merak edip eve  gelen en yakın kız arkadaşımdan öğrendim. Üzgündü çünkü... Ona da aşık olduğunu söylemiş önce. Sonra umduğunu bulamayınca terk edivermiş. Gözümün kenarındaki ilk çizgi... Saçımdaki  ilk beyaz tel... O gün belirdi işte. O gün bugündür kadınların gün be gün büyüdüklerine inanmıyorum. Temiz yürekli çocuklarız aslında herbirimiz... Erkek insanlardan düşünemediğimiz fenalıkları göre göre büyüyoruz biz! Resmen  aldatılmıştım. Üstelik okulun kızlarını sıraya diziyordu öyle mi?  Kendi çapında Don Juan mı sanıyordu kendini? İyi huylu kız olma hususunu fazlasıyla abarttığımı anlamıştım. Öyle böyle değil!.. Körleşme bu değil de söyler misin neydi?


(http://1.bp.blogspot.com/-b-FnyNOT4DM/TrrpOsc4B5I/AAAAAAAAMOE/PYh6bDkXyHs/s400/%25C4%25B0%25C3%25A7erik.jpg)

Öyle öfkelenmiştim ki acısını önce iyice dayak atarak kendi ruhumdan çıkarmak istedim. İşe yaradı. Uzun zamandır beynimin karanlık odasında gizlediğim şirret yanım tüm cazibesiyle yeniden hortladı. Bu çocuğun foyasını açığa çıkarmazsam,  okuldaki beğendiği kızları ne idüğü belirsiz  büyüsüyle ele geçirip harem kurmaya niyetliydi besbelli. En şirret halimi takındım. Kafam kendi emrine girdi ya birdenbire çarkları hızla dönmeye başladı. Zeki Ökten'in Boşver Arkadaş filmindeki Tarık Akan'la Semra Güneri arasında geçen o muhteşem replikleri hatırladım. Bu kez rolleri değiştirecektim. Öyle olması icap ediyordu çünkü. Tarık Akan'ı kadın versiyonunu ben oynamaya niyetlendim. O kim mi olcaktı?  Kendisi bilmeyecekti ama Selma Güneri rolünde olacaktı tabii! Bunu akıl ettiğim an öpebilsem kendimi alnımdan öpecektim. Nananommm... Pazartesi günü geldi çattı. Süslendim püslendim.  Ninja misali, tepeden tırnağa kapkara giysilerimi giydim. Öğlene doğru okula gittim. Bizim grup, Don Juan'ı  aralarına almışlar yemekhanede oturuyorlardı. Öyle bir dalmışlardı ki muhabbete... Şeytani fikirlerimle cehennemin kapısından içeriye süzülüverdim. Hayır, anlamıyorum...  Sadece kızlar değil erkekler de onun ağzının içine bakıyorlardı... Kesin gizli büyücüydü o... Kafamı bunlarla daha fazla bulandırmadım. Hemen "Selam" deyip boş bulduğum bir sandalyeye uzandım.  Hatır sormalar filan... Derken kalkıp yanıma geldi. Kolunu şefkatle omuzuma attı. Usulca eğilip kulağıma "Nazlı kız! Hafta sonu telefonlarıma neden cevap vermedin. Seni çok özledim." dedi.  Gereğinden fazla abartarak şımarık bir eda takındım. "Ay ciddi misiiin? Çok tatlı çocuksun vallaaa" dedim. Sonra ayağa kalktım. Ben ayağa kalkınca o da ayağa kalktı. Allahım eskiden gözüme ne kadar uzun görünüyordu!.. Meğer  kısaymış. Boyu ancak benim kadar filandı. Halimde bir tuhaflık vardı var olmasına ama... Çözemiyordu. Felfecir okuyan soru işareti dolu pörtlek gözlerle yüzüme baktı. (Daha önce bu gözler bana nasıl manalı görünürdü...) Gözlerine  fazla dalmadım. Hemen film çevirmeye başladım...


(http://2.bp.blogspot.com/-xldDFiYWNZ4/Trro7Lwwa8I/AAAAAAAAMN8/wHSd9rr08Nc/s400/20100817_01_0wo2ca9r2wfeu92h-09.jpg)

Herkes duysun diye sesimi yükselterek... "Özür dilerim. Cuma gününden beri hiç görmedim seni. Telefonlarına da cevap vermedim. Çünkü sen haklıydın. Hep tuttum kendimi sana karşı. Çok kısa bişey soracağım. Sen de öyle cevap ver olur mu ?" dedim.  Şaşırdı. Sesimi duyan yemekhanedeki herkes bize baktı. Kararlıydım. Sonu ne olursa olsun ağzının payını verecektim. Sinirlendiğim zaman üst dudağım titrer. Oram kaşınıyormuş gibi elimle dudağımı örterek yüzümü şirinleştirdim. Ne olduğunu anlayamadı. Benim şirret halime hiç denk gelmediği için gönül rahatlığıyla muzurca  gülümsedi. "Peki, bekliyorum. Sor." dedi.  Ortalık tam manasıyla sessizliğe bürünüverdi. Yüzümü daha da yumuşattım. Kamu aleme ifşa edercesine sesimi iyice yükselterek... "Sana olan gerçek duygumu dinlemek ister misin?" dedim. Sahnede sanat icra eden tiyatrocu ayağına yattı. Olanca kendine güveniyle etrafına zaferle baktı. "Evet, isterim." dedi. Tarık Akan'ın filmdeki sözlerini ezbere biliyordum. Aynen söyledim...  "Seni çok seviyorum inan bana. İster misin sevgimi?" dedim. Güldü. Galiba kafa yaptığımı sandı. Elini kalbinin üzerine koydu. Sesini romantik ayara akortladı. Gözlerini süzerek hicranlı hicranlı bana baktı... "İsterim. Bütün kalbimle!" dedi. Egosunun tavan yaptığını söyleyebilirim. İyice mayışmıştı. Bir kız yemekhanenin ortasında ona aşkını ilan ediyordu... Adına bundan daha hoş reklam olabilir miydi?  Gözlerimi kısarak tiksintiyle inledim. "Bilirim. Çok şey istersin sen!" dedim.  Artık onu iyice şaşırtmaya sıra gelmişti. "Anlamadım." dedi.  "Mesela beni istersin. Okulun bütün kızları sana aşık olsun istersin. Seni sevenlere ihanet etmek istersin. Sen gelecekte karına da ihanet etmek istersin. Ama aslında bi tek şey istiyorsun sen. Şimdi onu veriyorum sana ..." dedim. Dehşet dolu gözlerle bana baktı.  Hiç duraksamadım. Aynı filmdeki gibi  suratına hakettiği şiddette "şraaaaakkk" diye  bir tokat attım. Kendi etrafında 360 derece döndü. Tam yere düşecekken kolundan tuttum. Kaldırdım.  Boş olan sandalyeye  oturttum. Usulca kulağına en bilindik klişe sözü söyledim. "Her kuşun eti yenmez!" dedim. Onu olanca şaşkınlığıyla oracıkta bıraktım. Çantamı  kaptığım gibi yemekhaneden fırladım. Dışarıya çıktığımda sonbahar ayazı yüzümü sardı. İşini tamamlamış sigortacı sevinciyle ıslık çalarak  hayata daldım.


Balkondayım... Boşver Arkadaş'ın film replikleri işime yaramıştı yaramasına ama... Okula tekrar gittiğimde  hangi filmi çevirmem gerektiğini düşünmeliyim... Bütün gece var  önümde... Az önce bir rüzgâr geçti  gözlerimden... Uzattım elimi yetişemedim...


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: darkwood - 11 Kasım, 2011, 22:19:06
Bunları okuyunca nedense aklıma eski Türk filimleri geldi.
Hey gidi günler hey.  :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Kasım, 2011, 22:29:47
Selam Darkwood, zaten Türk Filmi içinden uydurma bir öykü denemesi geçirdim  ;)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Kasım, 2011, 17:43:17

(http://2.bp.blogspot.com/-MlaMEC4MUVY/Tr8mRA2P9xI/AAAAAAAAMQM/PbGA9iz9yJg/s320/128164_2.jpg)

Üniversiteyi kazanıp bizim kasabadan uzaklaşmayı nasıl istiyorduk anlatamam.  Akrandık. Amcamın kızıydı Asiye. Yalanım yok, lise sonda harbiden ineklemiştik. Amcam ve babam bana öyle geliyorki doğduğumuzdan beri beynimizi yıkamışlardı. Ya onların bellediği İstanbul'daki en iyi üniversiteyi kazanacaktık. Ya da  taliplerimiz arasından seçeceğimiz bir kocaya razı olacaktık. Yaparlardı inanki... Bizim sülalede bizden büyük ablaları liseden sonra teker teker evlendirip, ertesi yıl çoluğa çocuğa karışmalarını becermişlerdi. Asiye'yle hep aynı sınıftaydık. Evlerimiz zaten karşılıklıydı. Ya ben onlardaydım ya o bizde. Aynen babannem gibi.  Babannem de iki oğlunun evi arasında gidip geliyor, canı ogün kimde kalmak istiyorsa orada kalıyordu. Arada bize  takılmadan edemezdi. "Kizlar, siz bağa sorarseniz, bu okuma işlerini pirakun!" diyordu. "Doğurin birer uşak sevin. Yaşiniz epey oldi. Zaten, gençluk bir atmaca kuşidur, gelur, geçer... Anlamazsuniz oni... Birgün benum gibi kocayacaksunuz, o okuduğunuz kitaplar, biturduğunuz okullar hep kalacak o yanda, yaninuza sade kalacak uşaklarunuz." derdi. Kıkırdardık Asiye'yle. Ne diyelim? Babannemi kıracağımıza kafamızı kırardık icabında... Gönlü hoş olsun diye... "Tamam babanne" derdik tabii.  Asiye'yle tam kafa dengiydik. Tamam küçük bir çevrenin, dar görüşlü bir ailenin içinde bunalan kızlarıydık ama. Hayat bazen vermek ister ya aldıklarını. Mucizeler tükenmiyordu işte. Şimdi düşünüyorum da feleğin tam bir kıyağıydık birbirimiz için. Dostluk güzel bir şeydi. O çok hassas ve kırılgandı. Ben ise vurdumduymazdım. Karşımdakinin hassas yönünü keşfedince, üstüne üstüne gitmekten haz alırdım. Benden epey çekmişti Asiye yani. Arada dudak büker "Bu huyumu değiştirecem, seni üzüyorum" derdim. Her seferinde "Sakın değişme. Sen hep böyle kal." diye cevap verirdi. Erkekler benim için tam bir baş belası anlamına gelirken, Asiye ise kalbini hoplatan her erkekten kolaylıkla etkilenir, platonik aşk acısı çekmeye bayılırdı. Ben  sinemayı çok severdim. O daha çok şiirleri ve öyküleri... Evdeydik, gözlerinin önündeydik ve iyi öğrencilerdik ya, büyükler pek karışmazdı bize. Özellikle tatillerde, sabaha kadar film seyreder, kitaplar üzerine muhabbet ederdik. Bazı filmleri döne döne seyrettiğimiz için repliklerini ezberlerdik. Futbolla aramız olmamasına rağmen, Serdar Akar'ın Dar Alanda Kısa Paslaşmalar adlı filmine bayılırdık mesela. Film futbolla ilgili görünse de içinde hüzünlü aşklar, emsalsiz dostluklar vardı. Niye bu filmi misal ettiğimi anlatacağım az sonra... Efendime söyleyeyim neticede... Son sınıfta bizim lisenin rehberlik öğretmeninin desteğiyle biz bi asıldık derslere tamam mı? Asiye'yle tam bi takım ruhu içerisinde planlı programlı ders çalıştık. Ne vardı? Aynı hamilelik gibi, diyorduk... Hayatımızın dokuz ayında dünyayla fazla irtibat kurmayıp kendimizi derslere adayacağız. Sonraaaa... Nurtopu gibi bebeğimizi elimize alacağız. Yanii... Ver elini İstanbul... İster inan ister inanma, becerdik bunu... Birlikte becerebildik. Bizde bir takım ruhu vardı çünkü.  Ne vakit üniversite sonuçları elimize geldi... Boğaziçi'ni kazanınca... Babam ve amcam küçük dillerini yuttular  tabii...  Yırtmıştık...Nanananoomm... Bize İstanbul yolu göründü.


(http://3.bp.blogspot.com/-VPLho0yhL4A/Tr8m4BS51MI/AAAAAAAAMQU/jRPEDXD8V-4/s320/%25C3%25A7%25C3%25A7%25C3%25A7%25C3%25A7.jpg)


Aşıktı bizim Asiye gene. Bu kez fakültenin en bohem hocasına aşık olmuştu. Karşıdan eriyip kendini bitiriyordu. Gözüne girmek için ne projeler üretiyordu. Ama nafile. Hocanın gözü tabii ki Asiye'yi görmüyordu. Yirmibeş yaş büyüktü bizden. Olacak iş miydi? Zaten bir sevgilisi olduğunu duymuştuk. Asiye mail adresini edinmiş, duygularını ayan beyan ilan etmişti.  Ar duygularını askıya almış, bıkmadan usanmadan romantik mailler döşeniyordu. Hoca hiç cevap vermediği gibi, derslerde Asiye ile göz göze gelmemeye gayret ediyordu. Bunun bir çocukluk olduğunu düşünüyor, sonunda Asiye'nin yazmaktan bıkacağını biliyordu belki kimbilir? Belki Asiye gibi başka hayranları da vardı. Hiç cevap vermemek en doğru durumdu belki... Ama bizimki asla pes etmiyordu. O gün duyuru tahtasında hocanın nikah davetiyesini  gördüğümüzde... Asiye'nin suratındaki ifadeyi ömrüm oldukça unutamam.  Asiye "İyi değilim." dedi. Eve gitti. Böyle durumlarda insanları acıları ile baş başa bırakmak lazım. Ben acıların paylaşılarak dağılacağını düşünenlerden değilim ne yazık ki... Sırt sıvazlamak, avutucu sözler garip ve kifayetsiz gelir bana. Kendisi aşmalıydı bu süreci ve içinde küllemeliydi bu platonik aşkın acısını... Ama iyice uzatmıştı. Bir hafta odasından çıkmadı. Ağlıyordu çoğu zaman. Odasına bıraktığım yemeklerin ucundan alıyordu, o kadar. Bu kadarı fazlaydı artık. Kendine gelmeliydi. Kapısını açtım. Günlerdir üzerinden çıkarmadığı pijamalarıyla yatağına uzanmış, gene ağladığını görünce... İşte tam o anda Serdar Akar'ın Dar Alanda Kısa Paslaşmalar adlı filminde, Savaş Dinçel ile Erkan Can arasında geçen  muhabbet aklıma geldi. Bu kadar mı denk gelirdi? Asiye'yle en sevdiğimiz filmlerden biriydi. Kimbilir kaç kez izlemiştik. Futboldan pek anlamıyorduk ama bu film futbolla ilgili olmasına rağmen bayılarak seyrettiğimiz filmlerin başında gelirdi. Asiye Galatasaray'ı tutuyordu sözüm ona... Kalecisi kim diye sorsan bilmezdi. Biri eskaza bana hangi takımı tuttuğumu sorsa... Bu filmin etkisiyle  "Esnafspor." derdim. Filmi bilip cevabımı duyanlar vaziyeti çakar, gülerlerdi. Bilmeyenler de kafa yapıyorum sanırlar gene gülerlerdi. Bu filmde mahalle sakinlerince kurulmuş amatör bir takım vardı. Takımın adını Esnafspor koymuşlardı.  Ne güzel filmdi  sahiden. Her izleyişimizden sonra, yüreğimizde dipten giden incecik bir sızı biriktirirdi. Filmin en baba repliği "Futbol  fena halde hayata benzer." di. İşte o anda en can dostumu, sevdiği takım küme düşmüş  fanatik taraftar gibi hayata küsmüş yanımda ağlıyor görünce, dayanamadım bu filmi çevirmeye başladım..



(http://3.bp.blogspot.com/-i13qtvbi-jE/Tr8m-3cvl5I/AAAAAAAAMQc/Mch5NainXMM/s1600/%25C4%25B0%25C3%25A7erik.jpg)

Odasına girdim. "Naber?" dedim. Yatağının  ucuna oturdum. "Sen mi geldin?" dedi. İki elini yatağa dayayarak doğruldu. Ayaklarını sarkıttı. Yancağızıma oturdu. Hıçkırarak ağlamaya başladı. "Niye böyle oldu? Ben çok sevmiştim. O kadar mail gönderdim. İnsan bir cevap yazar, öyle değil mi? Sorarım sana, benim günahım ne?" dedi. "Bak gülüm" dedim. "Belli olmuyor ama benim bir tek kulağımın arkası kaldı. Artık acı çekmekten ve  acı çektirmekten zevk almamayı öğrendim. " dedim.  Bir şey söylemeden dinledi. Hafifçe öksürdüm. Boğazımdaki gıcığı temizler gibi yaptım. Sözlerime haldığım yerden devam ettim... "Sevgililer... Hehh..  Bizim olanlar ve olmayanlar... Hepsi iz bırakır. Ve bazı izler şimdi seninki gibi çok derinini  çiziyor. Hepsi kalır. Ama inan bana, yeni izler de olacak." dedim. Bu niyazlarıma paralel bi tepki bekliyordum beklemesine ama nafile... Her nefeste çifte iç çekip ağlıyordu. Dalgın gözlerini dikmiş, salladığı ayaklarına bakıyordu. Ne yapayım yani? Başlamıştım artizliğe bi kere... Sözlerime kaldığım yerden devam ettim... "Yaşlıları düşün." dedim.  "Sanki herşeyi bilirlermiş gibidirler. Ama öyle değil.  Ne kadar acı çekersen çek şunu hiç unutma çizilecek bi yer hep vardır ve çizecek bi yer." Sustum. Derin nefes aldım. "Ressam olur insanlar başkalarının kalbini kazıya kazıya... Ya da resim olurlar senin gibi kazına kazına..." dedim.  Başını yerden kaldırdı. Yüzünü bana döndü. Gözlerimin içine, ama bana baktı. Gülmeye başladı. Gülerken gözlerinden gene pıtır pıtır yaşlar akıyordu. Nihayetinde çakmıştı  ne yapmak istediğimi... Film çevirdiğimi... Onu avutmak için dar alanda kısa paslar verdiğimi... Sonunda pası kaptı... Erkan Can'ın filmdeki cümlelerini aynen söylemeye başladı "Beni çok kazıdılar abla. Ama altından sarı yeşil çıktı..." dedi. Güldü. Ben de güldüm. Beraberce hem güldük  hem ağladık biz. Devam etti... "Sen demiştin ya, hani sonbaharda çamların arasından görünen yaprakları sararan çınar ağaçlarına bakıp "işte bizim takım" demiştin." dedi. Aynı Savaş Dinçel'in oynadığı Hacı rolünün hakkını verdim...  "Evet kardeş, biz seninle bir  takımız. Hep yeşil kalan çamlar ve hep sararan çınarlar." dedim. Onu omuzlarından tutup kendime çevirdim. Başımı  başına dayadım.  Sesimi buğulu tona akortladım. "Hayatta yeşil de kalmak var sararmakta. Dağın  rengi bunlar dağın rengi. Haydi sil gözlerini güzelim. Bu kadar diyet yeter." dedim.

(http://2.bp.blogspot.com/-wqsLXbmA1SU/Tr_QxEjONCI/AAAAAAAAMQk/AaicM33QycI/s320/images.jpg)

Şimdi anlatıyorum ama bu olayın üzerinden yıllar geçti. Üniversiteden sonra Asiye'yle yollarımız ayrıldı. Evlendi ve Barselona'ya yerleşti. Aile kurdu. İki uşak doğurdu. Sanırım ben kaybedenler kulübündenim. Kariyerle birlikte ilişkilerimi sürdürebilmeyi, çocuk yapmayı beceremedim. İlk gençliğim hep yarışmakla geçmişti. Sonrasında, sanırım... Hiçbir şeyin bana sahip olmasına izin vermedim. Belki toplumun baskılarına bir tepkiydi yapmak istediğim. Neyse... Az sonra onu karşılayacağım. O gün bu film muhabbeti işime yaramıştı yaramasına ama... Asiye'yle karşılaştığımızda hangi filmi çevirmem gerektiğini düşünmeliyim. İki saat var önümde...  Az önce bir rüzgâr geçti  gözlerimden... Uzattım elimi yetişemedim...


NOT: Bu öyküyü yazarken esinlendiklerim...
http://osahne.blogspot.com/2011/11/son-mektup.html
http://ocerencan.blogspot.com/2011/07/gaybana-diyalog-i.html?utm_source=BP_recent
http://osahne.blogspot.com/2011/11/bazen.html



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: BAHADIR - 13 Kasım, 2011, 19:56:01
Hani bilmesem sizin yazdığınızı, İbrahim Sadri yazmış derdim...
Vurgular ve zaman kipleri nedense çağrışım yaptı...
Belkide İbrahim Sadri okuma iştahım kabardı... ;)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Kasım, 2011, 20:05:48
 ;D

Bu yorum bana iyi geldi. ;)

Bahadır daha dün bir bu gün iki.. Haydi üç diyeyim.. Filmlerin içinden öykü geçirmeye çabalıyorum..
Bakalım ne zaman alay konusu olacağım diyordum..   
Teşekkür ederim. ;)

Bahadır... İbrahim sadri kim sahi:)

Siz bu kadar uzun yazıyı okudunuz mu gerçekten?
Çok yazıyorum... Çokkk..
Abartıyorum hepten..
Durun ne keçi olduğumu anlattığım bir yazımı buraya alayım ben. ;)



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Kasım, 2011, 20:07:52
(http://1.bp.blogspot.com/-0xYEVQD2yDc/Try_eANtqmI/AAAAAAAAMPk/rYAf-PSMzyg/s400/vildan.jpg)

Akşam eve geldiğimde son yazdığım öyküleri okudum. Kendime kızdım. Neler yapıyordum? Aklımsıra hayali  öyküler yazabildiğimi mi sanıyordum? Kim olduğuma bakmadan öykü yazmaya heves mi ediyordum? Üstelik abartarak ne çok yazı yazıyordum. Komiktim. Beyhude çabaladığımı düşündüm. Utandım hatta. İçimden çıktım. Tepeden bana baktım. Dik bir çizgiydim. Ruhumu iyice  pataklayıp ezdim. Un ufak ettim. Çizgi kafasını eğdi. Yere serildi. Gözüm beni  zar zor seçebildi. Minicik bir noktaydım sanki. O nokta  top gibi zıpladı. Kitaplıktaki narçiçeği rengindeki kitabı devirdi. Kitabı rafından düşürerek yere indirdi. Kitabın adı 227 Sayfa, yazarı ise Murathan Mungan idi. Kitap sayfaları açılmış döşemedeydi. Gözucuyla baktım. Açık kalan sayfadaki cümleler şöyleydi...

"George Bernard Show'un oyunlarından biri ilk kez sahnelendiğinde yazar 94 yaşındaymış. Geothe en büyük yapıtı bilinen Faust'u 83 yaşında yazmış. Verdi, Otello operasını bestelerken 75 yaşında imiş. Thomas Hobbes, Odysseaia'yı Yunanca aslından İngilzce'ye çevirirken 85 yaşındaymış. Plutarkhos 80 yaşında Latince öğreniyormuş. Mimar Sinan'ın Süleymaniye camii'ini 70 yaşında bitirdiğini, Antonioni, Charlie Chaplin gibi yönetmenlerin çok geç yaşlarına kadar film yapmayı sürdüklerini de bu arada hatırlayalım. 


Daha otuzuna varmadan sürekli aynı şeyleri yazıp duranları, kırkında bunayanları, ellilerinde çoktan tükenmiş olanları şimdilik anmayalım. Önümüze bakalım."


Bu yazı bana iyi geldi. Zaten bu yazısının ilk cümlelerinde yazar, sıradan görünen bazı bilgiler insanı rahatlatır, diye başlamış.  İlerleyen cümlelerinde şöyle devam etmiş:

"Gerçekleştirilmemiş hayaller, tamamlanmayı bekleyen işler, kaderin gecikmiş vadeleri, kişinin gelişimini besleyen yaratıcı kaynakları ve melekeleri tüketme korkusu diye çoğaltılabilecek bir dolu kaygı, kendi zamanının içinde ilerleyen insanın nabzında atar durur."

Dik bir çizgi olarak yerden kalktım. Gene kaygılı ama coşkulu ruhumla yüreğime balıklama atladım. Kitaba teşekkür ettim. Rafına yerleştirdim. Sağ baş parmağımı sol bileğimdeki damarımın üzerine koydum. Nabzım atıyordu. İşittim onu... "Yaz!" diyordu.  :D


NOT:  Yukarıdaki karikatür Şenol Bezci'nin bir eseridir.

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kalidor - 14 Kasım, 2011, 14:31:06
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 13 Kasım, 2011, 20:05:48

Bahadır... İbrahim sadri kim sahi:)


http://www.youtube.com/watch?v=rtjmeyckkIU&ob=av2e

Aykut Kuşkaya'da ne güzel söylemiş..
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Kasım, 2011, 21:04:35

(http://4.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TNXWoPfxJkI/AAAAAAAAJWA/cod2uwzy-0E/s320/all_blacks_1116820c.jpg)


Sence bu adamlar ne yapıyorlar? Bak şimdi.. Burası gördüğün gibi bir stadyum. Üzerlerinde bir takımın forması olduğuna göre, bu oyuncular belli ki maç yapacaklar. İyi de bu halleri ne? Niye şekilden şekile giriyorlar? Bir şeyden mi korkmuşlar? Yoo.. Korkmuyorlar. Ben de yeni öğrendim. Bilakis korkutmak istiyorlar.


(http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TNXWqU7c1OI/AAAAAAAAJWE/hqoaaVVKaqs/s1600/_41142993_haka298.jpg)

(http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TNXWsi65K0I/AAAAAAAAJWI/5tMbjWARyGo/s320/all-blacks-03.jpg)

Geçenlerde Morgan Freeman'ın canlandırdığı  Nelson Mandela'nın hayatını anlatan İnvictus adlı filmi seyrediyordum. Filmin bir bölümünde Güney Afrika milli takımı ile Yeni Zelanda milli takımının maç yapacaklardı. Aaa! Yeni Zelanda milli takımı oyuncuları tuhaf tuhaf hareketler yapmaya, ayaklarını yere vurup, kollarını sert sert sallmaya başlamadılar mı? Akabinde ve detayında sanki "ölüm!" ya da "öldürürüm" mü ne diyorlar kuzum bunlar?" diye kalakaldım. Gerçekten bu adamlar ne yapıyorlar?

(http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TNX3j5Cvc5I/AAAAAAAAJWM/xzPAskO3CSQ/s320/all-blacks-haka.jpg)


(http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TNX3yUe1DNI/AAAAAAAAJWQ/Bn3bTEUHuzc/s1600/300px-Pareu_haka.jpg)

Ne öğrendim biliyor musun? Soyları tükenmekte olan Yeni Zelanda'nın yerlilerinden Maori kavmi savaştan önce düşmanlarını korkutmak için savaş dansı yaparlarmış. Haka dansı da denilen bu dansla güçlerini göstermek amacıyla  bir yandan ellerini bedenlerine bir yandan da ayaklarını yere vurarak dans ederlermiş. Bir diğer adı All Blacks olan Yeni Zelanda Ruby takımı da her maçtan önce Maori kavminin savaş dansına benzer hareketler yaparak rakip takıma gözdağı vermeye  çalışıyorlarmış, iyi mi? Ne yalan söyleyeyim bayıldım ben bu gösteriye.. Spora katılan bir hoşluk.  Ayrıca All Blacks takımının oyuncuları sadece gövde gösterisi yapmıyorlar aynı zamanda bir şeyler de söylüyorlar..  Şimdi baktım sanal ansiklopediye...  O dansları yaparken söyledikleri sözler  "Ölüm bu, ölüm bu!  Hayat bu, hayat bu!" gibi nakaratlarmış. Enteresan değil mi?


(http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TNaUIaIo5mI/AAAAAAAAJWc/FXBLm50-Maw/s1600/images.jpg)


Ragbi de tuhaf bir oyun. Oval bir top var. Oyuncular bu topla hem el  hem ayakla oynuyorlar. Ragbinin Anavatanı İngiltere'ymiş. Sonrasında İngiltere'nin sömürgelerine yayılmaya başlamış. Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, İrlanda, İskoçya'da çok oynanıyormuş. İşte Yeni Zelanda'nın milli  ragbi takımı her maçtan önce, yüzyıllardır  Maorilerin  Haka dansı ile hem rakip takımı ürkütmeyi hem de maça bir eğlence katmayı amaçlamış demek ki...  Hey! Bizim  milli takımımız da uluslararası maçlarda kılıç kalkan ekibinin hareketlerini yapsa mesela... Aaa!  Şahane olmaz mı ne dersin?



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Kasım, 2011, 22:13:15

(http://3.bp.blogspot.com/-MtdzkH5HJsE/TtIqY0QV7BI/AAAAAAAAMXw/itiFMEoRD-c/s320/20111112230257.png)

Yoo... Vallahi ben demedim.  Bak işte... Nietzsche söylemiş.  "Yetişkin her insanın içinde oyun oynamak isteyen bir çocuk saklıdır." demiş.  Koskoca Alman felsefeci yanlış söyleyecek değil ya?  Haydi  işine gelmedi. Bu sözü kulak arkası ettin. Pekii...


(http://3.bp.blogspot.com/-8D6T8uvHSfU/TtIqVqM3oUI/AAAAAAAAMXo/pkJfRVYAdc8/s320/20111027143406.png)

Sokrat'ın öğrencisi,  Aristo'nun hocası, Yunan felsefeci, matematikçi büyük Platon'nun şu sözüne ne diyeceksin? Düşünmüş taşınmış... Ölçmüş biçmiş....  Diyor ki:  "Hayat oyun olarak yaşanmalıdır." Yaa.. Böyle işte... Hayır, neden yazıyorum şimdi bu sözleri biliyor musun?  Arada sırada  bana "Çok oyuncu birisin... Kaç yaşına geldin yaramaz kız gibi davranıyorsun" diyorsun ya... Ben kendi kafama göre davranmıyorum ki! Ya Nietzsche'ye  uyuyorum... Ya da Platon'na...   

(http://1.bp.blogspot.com/-NQ5M4c0NJzY/TtIqULMR7bI/AAAAAAAAMXg/NeZoiMIwOdg/s320/20111027093004.png)

Evet... Ben oyun seven biriyim. "Sebzelerden sevdiklerim: Havuç, domates, oyun.. Meyvelerden sevdiklerim: Elma, şeftali, oyun... Bence en iyi besin oyun... Çünkü, hiçbir şey yemesem bile bazen... Oyun oynarken doyuyorum." İnan bana işte aynen böyle hissediyorum. İyi ama bunlar benim sözlerim değil ki. Şair İsmail Uyaroğlu'nun bir şiiri. Şair de benim gibi düşünüyor işte, fena bir şey mi yani?

(http://3.bp.blogspot.com/-T9ZsiUti5W8/TtIqbzaQhSI/AAAAAAAAMX4/zmBM9K6T6-I/s320/20111102230941.png)

Ben genellikle kendi kendime oynamayı seven biriyim. Hayatın her safhasında, her mekanda kendime bir oyun uydurabilirim.  Koy beni ister dağ başına, ister ıssız çöl ortasına, ister  su kenarına... Hiç sıkılmam. Asla... Hani "canım sıkılıyor" diyen insanlar var ya... İnan çok şaşarım onlara... Benim canımın sıkılması mümkün değil.  Ama... Oyunlar icat ederken  farkındayım  şaşırtıyorum kimi defa...  Biliyorum benimle arkadaşlık hiç kolay değil.  Her an bir sürprizle çıkabilirim karşına.  Sizlerle oyun oynuyorsam bil ki sevdiğimdendir. Sevmediklerimle oyun oynamamam ben... Asla!


(http://2.bp.blogspot.com/-9bR-9sDx15I/TtIpZLYvo0I/AAAAAAAAMXI/vHSz_36InzE/s320/20111117094256.png)

Fakat, ama, ancak... Abartmayı seven biri, bir de oyun oynamayı seviyorsa... Mesafe koy bence arana... Çünkü.... Gülten Akın yazmış benim şiirimi...  Deli Kızın Türküsü'nde dediği gibi...  "Yağmur yağar akasyalar ıslanır... Bulutlar uçuşur geceleyin... Ben yağmura deli buluta deli... Bir büyük oyun yaşamak dediğin... Beni ya sevmeli ya öldürmeli." Yok artık... Bu kadar sözden sonra... "Su olsam, ateş olsam... Göklerdeki güneş olsam... Konuşmasam taş olsam... Yine de oynar mısın benimle?" demiyeceğim.  Durumum böyleyken böyle...  Bilmiyorsan bil istedim. Niye acaba böyleyim? Ne bileyim? Edip Cansever'in dediği gibi... "Beni bir sardunya büyüttü belki."

(http://2.bp.blogspot.com/-_TiHt3z3OTk/TtIpn9rIQ2I/AAAAAAAAMXY/EP9CIR5rCSo/s320/20111123093930.png)

Gözlerimi kapatıp düşlere dalacağım şimdi.  Ve küçük kurbağayı tam dudaklarından öpeceğim belki. Düşlerin sonu gelmeden bir kahve molası vereceğim. Ve yanında bir dilim gökkuşağı pastasıyla, düşler ve gerçekler arasında yol alacağım G'nin dediği gibi:)

NOT: Bütün çizimleri G'nin bloğundan aşırdım:) Ben bu çizimlere bayılıyorum.
http://dusgezegeni-gezgin.blogspot.com/








Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 01 Aralık, 2011, 17:48:06


(http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/S6Xyp5a-41I/AAAAAAAAG6Q/LaJOUVu_KAk/s320/kor-yasli-kahinin-son-kehaneti-6_b.jpg)


Galata Köprüsü'nde bir bahar günü kör bir kadın dilencilik yapıyormuş. Dizlerinin dibine bir tabela koymuş. Üzerinde "Doğuştan Kör" yazılıymış. Pek çok insan gelip geçmesine rağmen kimse ona yardım etmiyormuş. Oradan geçen bir "Hayalci" bunu görmüş. Dilencinin önündeki tabelayı almış, tabelanın arkasına bir şeyler yazmış. Olduğu yere tekrar bırakmış. Ne olduysa olmuş!.. Bu tabeladaki yazıyı okuyan herkes, dilenci kadının önündeki şapkaya para atmaya başlamış.Bir cümle yetmiş onca kişiyi etkilemeye ve dilencinin şapkasının kısa sürede ağzına kadar parayla dolup taşmasına... Tabelada şu cümleler yazıyormuş...

"GÜZEL BİR BAHAR GÜNÜ... AMA BEN BAHARI GÖREMİYORUM!.."



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Ocak, 2012, 23:40:23

(http://4.bp.blogspot.com/-B1Lpwl2Iveo/Tw9WST8eduI/AAAAAAAAM9I/MAv3f2Fgfwc/s320/images.jpg)

Bilmiyorum... Yani gerçekten emin değilim... Allahım!..  Sahiden yapmış olabilir miyim? Yoksa hayal mi ettim inan çıkaramıyorum.  Hayır, sahiden yapmışsam eğer.. Hayal mi gerçek mi ayırdına varamadığım şeyi sahiden yapmışsam yani... Şey... Mahcubiyet duymam lâzım tamam mı?.. Hayır... İyi ama hiç mahcubiyet duymuyorum. Ne fena!.. Of!.. Bak... Yapmış olsam mahcubiyet duyacağımı düşündüğüm, fakat yapmış olduğum aklıma geldikçe mahcubiyet duymadığımı hayretle hissettiğim için epeyce sarsıldığımı itiraf etmeliyim. Aslında bi cesaret yüreğime sorsam, gerekli açıklamayı oradan  alabileceğimi pekala biliyorum. Ama işime gelmiyor. Sormak istemiyorum. Şaşkın haldeyim. Yani... Ne bileyim? Ben.. Yok artık... Yok... Yooo... O kadar da değil yani... Bilmiyorum ki... Yapmamışımdır diye düşünüyorum. Hayır... Ömrümde Cimilli İbo diye birini işitmedim ki. Nerden bilebilirim? Bak şimdi.. Bugün bizim şehrin köylerinden birinde oturan Fatma Hanım'a uğrayıp, ev yoğurdu ve köy yumurtası almak istemiştim. Arabamı köyün girişine bıraktım. Açık havada Fatma Hanım'ın evine doğru yürümeye başladım. Tamam, Fatma Hanım'ın evi köyün taaa çıkışında ama... Ne var? Olsun varsın.  Köyün havası nasıl temiz anlatamam... Misss.. Rüzgâr yüzümü ısırsa bile ne olacak ki? Berem başımda.. Paltom sırtımda... Hımmm... Sadece... Gene bez ayakkabılarım ayaklarımda... "Olsun varsın... Bişeycik olmaaaazz! Soğuk havadan insana zarar ziyan gelmeezzz... Açık ve temiz havada yürümek bünyeye şifadır... Şifaaa..."  İşte aynen böyle, kendi kendime yaptığım telkinlerle yürü babam yürüdüm. Fatma hanım'ın evine geldim ki!.. O ne? Resmen kapı duvar. Yok. Komşusu camdan başını uzattı. "Fatma hanım, kızına gitti." dedi. Ee.. Telefon etmeden gelirsem olacağı buydu elbette. Neyse... Moralimi bozmadım. Döndüm gerisingeriye...


(http://1.bp.blogspot.com/-uI2TUB-9VXc/Tw9TztSp0ZI/AAAAAAAAM84/_6ESIC8pELs/s320/HoronWomen.jpg)


Aynı yoldan dönmek istemedim. Köyün denemediğim bir patikasına girdim. Yolu epeyce uzattım. Bez ayakkabılardan geçen soğuk içime işledi ne yalan söyleyeyim. Hayır, ayağımda kalın postal olsa bile inan bana fark etmezdi. Nasıl ayaz var, nasıl rüzgar var anlatamam. Zehir zemberek mübarek... Yeminle çenemin titrediğini hissettim. Donduuum.. Donduumm... Önce müziği işittim. Sonra onları gördüm. Bilmediğim bir evin bahçesinde, tanımadığım üç kadın, el ele tutuşmuşlar, müziğin ritminde oynuyorlardı. "Seni kafama taktum atma atamayirum... Cirdun rüyalaruma yatma yatamayirum..." Bak... Hayatta kalkıp göbek atan tiplerden değilim. Asla. Yok... Küçümsediğimi sanma... Bilakis bayılırım kapı gıcırtısında bile kalkıp oynayanlara... Becerebilsem... Kimse tutamaz beni... Beceremediğim için görüntü kirliliği yaratmak istemiyorum, bilmem anlatabildim mi? Allahım müzik o kadar güzeldi ki...  Tam karadeniz ezgileri... Fıkır fıkır... "Evlerinin önüne susam ekerim susam... Kaçiracağum seni firsatini bulursam..." Üç kadın... Üç ayak oynuyorlar. Beni gördüler... Durdular... Müzik en çılgın ritmiyle devam ediyor. Ben ne yaptım bil bakalım? Omuzumdaki çantayı bahçe girişinin kapısına astığım gibi o tanımadığım kadınlardan baştakinin elini tuttum... "Hiç durma! Devammm! Devammm!" dedim. Oynamaya başladım. Oynamaya başladık. Dört kadın... Soğukta... Bahçede... Üç ayak oynamaya başladık biz.  "Beni yaktuğun gibi da elleri de yaktun mi? Seni kafama taktum sen da beni taktun mi?" Rivrivri Rivrivri Rivrivri...Şaşırdılar tabii... Yoldan geçen hayatlarında görmedikleri bir kadın bahçelerine giriyor, ellerinden tutup onlarla üç ayağa başlıyor. Üç ayak bir horon çeşidi. Bak, öyle göbek havası filan bilmem ama üç ayak deyince üzerime kimse tanımam... Hastasıyım üç ayağın... Öyle böyle değil... Ben çıkardım cebimden beyaz peçetemi... Başladım sallamayaa...  "Hadi hanımlaaar! Hop! Hop! Bir öne - iki öne - üç öne - Yehohohooooo!" "Seni kafama taktum atma atamayirum... Cirdun rüyalaruma yatma yatamayirum..." Bizim omuzlar, ayaklar, kollar...  Ohooo... Hava mı soğuk? Nerdeee? Yanaklar pancar oldu... Pancarrr! Abartmakta üstüme yoktur tabiii... Bir türlü durmuyorum... Horon üç ayaktan çıktı... Deli horona döndü... Neyse ki müzik bitti. Herkes kendini bahçede bulduğu bir sandalyeye attı. En son hatırladığım...  Nefes nefese... "Kim bu?" dedim. Bilmiyor musun? der gibi hayretle bana baktılar. Sıcak nefesleri  tüte tüte.... "Cimilli İboooo!" dediler. Ömrümde bu şarkıcının adını duymamıştım. Bi dakka.. Bu anlattıklarım gerçek olamaz değil mi? Yolda çok üşüdüm ya... Sanıyorum ısınmak için böyle bir şey  hayal ettim. Bilmiyorum... Yani gerçekten emin değilim... Allahım!..  Sahiden yapmış olabilir miyim? Yoksa hayal mi ettim inan çıkaramıyorum. Heey! Eğer olmadıysa, eğer hayalse, o zaman Cimilli İbo'yu şimdi nereden biliyorum ben? Ya bu şarkıyı? ""Seni kafama taktum atma atamayirum... Girdun rüyalaruma yatma yatamayirum..." Bilmiyorum... Yani gerçekten emin değilim.  Aslında bi cesaret yüreğime sorsam, gerekli açıklamayı oradan  alabileceğimi pekala biliyorum. Ama işime gelmiyor. Sormak istemiyorum. Şaşkın haldeyim. Ne fena:)





Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Ocak, 2012, 23:47:49

(http://2.bp.blogspot.com/-diHmPgPCAcU/TwS6tlCaW4I/AAAAAAAAM6c/uiwI131fceg/s400/b.jpg)

Bazan kambur üstüne kambur gelir ya... Du bi.. Teker teker gelin dersin  hani... Hah! Bugün el attığım herşey aynen böyleydi. Bu kadar mı devleşir, bu kadar mı ters gider bütün işler... Bu kadar mı haybeye gider sarfedilen bütün sözler... Bu kadar mı egom ayaklar altında düşer... Bu kadar mı insan kendini çaresiz, zavallı hisseder... Pes vallahi!.. Adeta kaybetmişim kendimi... Netlik ayarım tamamen gitmiş sanki... Hatta sesim içime kaçmış olabilir belki... Ya telefonda  güvensiz sesle fısır fısır konuşuyorum, ya önümdeki teklifleri silip silip düzeltiyorum.  Kendime güvenim sıfırın altında eksi bin beşyüz. Yaptığım, söylediğim hiç bir şeyden emin değilim. Hatta sanki ben ben değilim anlatabiliyor muyum? Sanki ceberut ruhum firar etmiş... Sanki içime en korkağından pısırık mı pısırık biri yerleşmiş...  Tek başına ha babam de babam koşturan sanki ben değilmişim de sade cismimmiş. Of! Bir ara nasıl nefessiz kaldım anlatamam. Ellerim boğazımda sürünerek pencerenin önüne gittim. O ne? Bir de ne göreyim? Ben... Ben...  Karşıdaki ağacın üzerinde değil miydim? Hey!.. Yüzümde ılık bir gülümseme... Huzur içinde kitap okuyordum ofisteki vaziyetimin aksine? Olabilir mi? Olabilir inan ki... Çünkü ağaçlara tırmanmayı çocukluğumdan beri sevdim...  Tamam... Ben ofisteydim... Tamam... Ruhumun firar edip ağaça tırmanıvermiş olması bana hiç tuhaf gelmedi... İyi ama... Ah!.. Yağmur gibi yağan kitaplara ne demeli? Biliyor musun, ilk kez hayal ettim böylesini... Şahaneydi!..

Ben bu vaziyetimi hayal edince... Düşünsene... Ağaçta oturmuşum... Sonbahar yaprakları misali kitaplar  etrafımda uçuşuyormuş... Ben ayağımı dal boyunca uzatmışım. Huzur içinde kitap okuyormuşum... Of! Hayali bile başımı döndürdü yeminle... Bu hayal üzerine ben bir toparladım bir canlandım iyi mi? Üzerime dehşet verici bir cesaret geldi... Hissettim ceberrut ruhum gerisin geri döndü.

Elimi enseme sokup saçlarımı arkaya doğru attırdım. Şimdi marş marş istikamet odan! diye  bağırdım... En artiz edamla püfür püfür salınarak odama geçtim. Gün boyu gözümde devleşen işlerimi bir solukta ezdim bitirdim:)




Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Ocak, 2012, 14:01:03
(http://2.bp.blogspot.com/-wCBCX31Q8Mc/TxWzRxNGhoI/AAAAAAAANDI/ixrgcLqps28/s1600/Confused___by_Mushy_Pea.jpg)

"adımı unuttum
olmayan yerlerde
ne in
ne cin
ne benî adem
............
adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
geçip gidenlere bakarak"

Asaf Hâlet Çelebi

Yürüyordum. Karanlık bastırmıştı. Ne kadar zamandır yürüdüğümü hatırlamıyordum. Belli ki mevsim sonbahardan kışa dönüvermişti. Renkler dinlenmek için köşelerine çekilmişti. İçinde bulunduğum dünya bembeyaz gelinliğine bürünüvermişti. Bakına bakına, sükûnet içinde yürüyordum. Nerede olduğumu çıkaramamıştım. Korkmuyordum. Fısıltıyla tekrarladığım "ben kimim?" sorusunun cevabını bulmak niyetiyle tanımadığım sokaklarda dolanıp durduğuma göre, demek ki kendimden epeyce uzaklaşmıştım. Ne in, ne cindim. Bir kadın olduğumu biliyordum. Adımı ve kim olduğumu unutmuştum. Sokağın iki yanında göğe dimdik  yükselen devasa beton binalar vardı. Yüzümü yukarıya dikmiş, değdikçe yanaklarımda eriyen  kara aldırış etmeden yürüyordum. Fısıldayarak tekrarladım. "Ben kimim?"  Bilmiyordum. Kendimden emin olmak maksadıyla yüzümü bastığım yere çevirdim. Şimdi kardaki ayak izlerimi görüyordum. Öyleyse vardım. Yaşıyordum. Uzun zamandır yürümüş olmalıyım ki göğsüm hızla inip kalkıyor, içli içli nefes alıp veriyordum. Sanki karda yol almakta olan bir trenin bacasının dumanı gibi, her nefes verişimde tütüyordum. Dar bir sokağın girişine vardığımda, öylece kalakaldım. Bu sokağın iki yanındaki ahşapları dökülmüş metrûk evler, çevrelerini acımasızca kuşatan haşmetli beton kulelere meydan okurcasına, ayakta durmaya çabalıyorlardı. Belli sahipsiz kalmışlardı. Fena halde kederli görünüyorlardı. Kar umarsızca yağıyordu. Şiddetini iyice arttıran rüzgâr, karı tipiye çeviriyordu. Şaşkınlıkla gözümü ayırmadan yola baktım. Yol çıkmazdı. Evlerin bitimindeki yolun tam ortasında, adeta hayret cümlesinin sonuna konmuş heybetli bir ünlem işareti görünümünde  tarihi bir bina vardı. Rüzgârın uğultusu bu tarihi binaya çarpıp geri dönüyor, sokaktaki terkedilmiş evlerin bilge sözcüsü gibi, keder içinde canavar kulelere çarpa çarpa bağırarak yükseliyordu. Beton kuleler ses, ısı ve duygu geçirmiyordu. Bu beton kulelerde yaşayıp, emeklerini sattıkları efendilerinin kurallarına uymak zorunda olan insanlar, bırak  şehirlerindeki değişimin kederli müziğini, mevsim değişikliğinin o can alıcı güzelliğini bile fark etmeden çalışıyorlardı.

İstanbul'da altıyüzü aşkın çıkmaz sokak olduğunu okumuştum. Bunu öğrendiğimde içimin nasıl sevinçle dolduğunu hatırladım. Çünkü İlhan Berk'in dediği gibi  kentler çıkmaz sokaksız nasıl sevilirdi ki? Bir şehri sevmek için pek çok sebebim olabilirdi.  İstanbul'u  sırf bu kadar çok çıkmaz sokağı olduğu için bir kez daha sevdiğimi aklımdan geçirdim. İşte o anda... Ben.. Hatırladım. İstanbul'daydım. Olduğum yerde gerisingeri döndüm. Durdum. Üşüyen ellerime sıcak nefesimle bir kaç kere hohladım. Sonra ellerimi birbirine sürttüm. Geçip giden zamanların ve farkedilmeyen herşeyin  intikamını almaya gidiyormuşcasına,  sırtımı yalayan rüzgârın  kederli müziği eşliğinde kararlı adımlarla yürüdüm.



(http://3.bp.blogspot.com/-goyn99m2NyI/TlFC9fJpfSI/AAAAAAAALiA/n44PAQyhBPM/s400/1178+%25282%2529.jpg)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Ocak, 2012, 23:16:45

(http://2.bp.blogspot.com/-PDqFyxgBhsY/TxXyKiUAEHI/AAAAAAAANDQ/k-3n04xeGMI/s320/matchgirl1.jpg)

Az önce balkona çıktım. Hava nasıl soğuktu anlatamam. Dondum. İliklerime kadar dondum. Ben var ya bir kaç gündür kitap okumuyorum. Kitaplara bakıyorum. Elime alıp dokunuyorum. İcabında sayfalarına burnumu daldırıp  kokluyorum. Okumaya gelince... Yok... İçimden gelmiyor. Okuyamıyorum. İlla okuyayım diye kendimi zorlamıyorum. Demek kitap okuma keyfim bir yerlere kaçtı diye düşünüyorum.  Dönmesini sabırsızlıkla bekliyorum.  Sanırım son günlerde tüm merakımı  kara, kışa, ayaza kilitledim. Az önce balkona niye çıktım biliyor musun?  Ben iyice üşümek, üşümeyi dibine kadar hissetmeyi istedim.  Şimdi üşüme zamanı. Kaçırmamalıyım ömrümün üşüme aralığını.

Eğer hava soğuksa binalarda, arabalarda ısıtıcılar, sıcaksa soğutucular olduğu için, içeride fazla kalınca  mevsimlerin değiştiğini hissetmiyor ki insan!  Oysa kışı, soğuğu, ayazı şimdi iyice  hissetmek vaktidir. En fazla merhamet hislerini kışkırtan mevsim, kış değil midir? Yazda, baharda, sıcakta... Kimin aklına sokaklarda kalan evsizler, sahipsiz kalmış kimsesizler,  iki iri kirli kara gözlü çocukların çıplak ayaklarına geçirdiği patlak papuçlar gelir? Üşümek acıya çok benzer bir his değil midir? Şimdi üşümeyi yüreğimde hissetmeli, merhamet duygularımı derhal harekete geçirmeliyim. Balkonda uzun uzun durdum. Lapa lapa kar yağıyordu. Ağaçların yüksekleriyle, tüm binaların kiremitlerinde  yoğun bir beyazlık görünüyordu. Gökyüzüne baktım. Ne yıldız vardı  ne ay!  Gökkubbe kapkaranlık değildi. Grimtrak bir siyahlığa bürünmüştü, o kadar.  Rüzgâr esmiyordu ama kuru, keskin bir ayaz vardı. Çok üşüdüm. Hatta donmuşum, donuyormuşum gibi hissettiğimi bile söyleyebilirim.


(http://4.bp.blogspot.com/-H8X4GhBOfZU/TxX1n6GsraI/AAAAAAAANDY/evAfpmyUAK4/s320/match-0009.jpg)

O anda Kibritçi Kız masalını aklıma getirdim.  Gene böyle buz gibi soğuk bir gecede, herkes paltosunun, mantosunun içinde... Kalın botlarını giymiş, atkılarına berelerine bürünmüş, sıcak evelerine koştururlarken... Kendi meşgalelerinden, gelip geçen kimsenin farkına varmadığı, başı açık, ince yamalı giysili, çıplak ayaklarına geçirdiği  plastik botları yırtık, yoksul, miniminnacık bir kız çocuğu hayal ettim. Bir köşede yerde oturmuş, ayaklarını altına toplamış, soğuktan dudakları, elleri morarmış tit tir titriyordu. İncecik, kısık bir sesle "Kibrit var. Kibrit var." diye sesleniyordu. Önündeki kibritleri sabahtan beri satmaya gayret ediyordu. Yanından gelip geçen hiç kimse kibritçi kızı farketmiyordu. Ayakları iyice donmaya, sızlamaya başlamıştı. Ben de balkondaydım ya... Biliyordum. Üşümek feci  acıtıyordu.  Kış mevsiminin sivri dişli soğuğu, açıkta kalan bedenleri hırlayarak ısırıyordu. Acaba asıl üşümek farkedilmeyince mi gerçekleşiyordu? Sevilmeyince... El uzatılmayınca... Yalnız bırakılınca...  Sanırım üşümenin böylesi yüreği  damardan jiletliyordu. Hemen Kibritçi Kız'ın yanına gittim.  Yancağızına çöktüm. Titreyen elinde tuttuğu kibriti elime aldım. İçinden çıkardığım çöpü duvara hızla sürttüm. Kibrit  küçücük alev aldı. Kız üşüyen ellerini uzattı.  Minik parmaklarını  ısıttı.  İki iri kirli kara gözlerini koca koca açtı. En masum haliyle içime baktı. Eğildim.  Usulca kulağına  "Farzet ki sıcak bir yaz gecesindeymişik. Senle ben yıldızmışık. Aymışık." dedim. Bana incecik dudaklarının kenarlarılarıyla sıcacık gülümsedi. O gülünce birdenbire  altımızdaki toprak ısınıverdi. Dokundum. Yanakları fırın gibi yanıyordu. Derken gökten bir yıldız kaydı. Gözlerimi önce yıldızın peşi sıra çevirdim. Sonra sevinç içinde Kibritçi Kız'a  döndüm.  Çok yorgundu besbelli. Lapa lapa yağan karların altında bir melek gibi uyuyordu. Üşüdüm ben. Titrediğimi hissettim. İçeriye girdim. Balkonun kapısını sıkıca kilitledim. Ev o kadar sıcaktı ki, kaloriferlerin ısıttığını bilmesem yaz mevsiminde olduğumuzu  rahatlıkla söyleyebilirdim. Yıllar vardı ki  Kibritçi Kız masalını aklıma getirmediğimi düşündüm. Salona geçtim. Televizyonun karşısında oturdum. O anda Kibritçi Kız'ı uykusunda   unuttum.




Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 02 Şubat, 2012, 23:12:19
(http://3.bp.blogspot.com/-3JYX90y1KYU/TyrlmXBtOAI/AAAAAAAANQo/Tq7pmbGmFzc/s400/41.jpg)

"Bir fikrim var... Niçin küçük bir oyun oynamıyoruz?
İnsan taklidi yapalım, sözde insanmışız da, canlıymışız da...
Hiç olmazsa bir süre için. Ne dersiniz? Hadi insan taklidi yapalım...
Ah, dostum, herhangi bir şey için heyecanlanacak
bir insanla karşılaşmayalı o kadar zaman oldu ki..."
(John Osborne, "Öfke")

Bak, ne yapacağım biliyor musun? Sırf senin için... Ama bak, inan... Sadece senin için... Tutacağım  kışın buz kesmiş ellerinden.. Götürüp karın içine gömeceğim. Dinle bak... Sen bu yazıyı okurken var ya... Kar birdenbire eriyecek. Nasıl olduğunu anlamayacaksın...  Eriyen karla birlikte kış, pılını pırtısını toplayıp  toprağın içine çekilecek.  Yapacağım gerçekten... Hani az önce... Hani pencerenin kırık  camına dayadığın mukavva parçasının arasından hışımla geçip tenini ısıran o deli rüzgâr var ya... Ahhh! Bak... Ben  konuştum rüzgârla... Bööylee elimin tersiyle soğuğu okyanus ötesine iteceğim. Sıcağı yakasından tuttuğum gibi hooop diye  gerisin geri getireceğim. Evet, yapacağım. Daha neler yapacağım senin için... Seni korkutan karanlığı bir ressamın fırçasıyla süpüreceğim... Gökyüzüne sapsarı bir güneş resmi çizeceğim. Dikkat et... Güneş önce muzipçe  bakıp, neşeli neşeli  tüm insanlığa  gülümseyecek. Akabinde şefkate, merhamete, iyiliğe dair ne varsa, ılık ılık  hepimizin yüreğine işleyecek. Tam o anda yanlız olmadığını... Fısıltılarla sımsıcak duaların, ardından kararlı adımların sana yöneldiğini anlayacaksın. Kış ortasında rüzgârın bu kez sıcacık esintilerini teninde duyacaksın. Isınacaksın.  İşte o zaman ben ne yapacağım biliyor musun? Ayakkabılarımı, çoraplarımı çıkaracağım.  Sokaklarda hop hop hoplayacağım. Sen de hoplayacaksın. Sevinçten hop hop hoplayacağız  hepimiz. Bir fikrim var? Niçin insan taklidi yapmak oyunu oynamıyoruz biz?






Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 08 Şubat, 2012, 22:14:58

(http://1.bp.blogspot.com/-yuk4cS1N2lA/Tfp0Y4nbTSI/AAAAAAAALBc/nKV3pYIkNW4/s400/0wslH8p9Eo30hzhjDOaenO8Bo1_400_large.png)


Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi severim.  Bu huyum sayesinde can sıkıntısı diye bir şey bilmem. Aynı bir sinema perdesine bakar gibi mütemadiyen insanları seyredebilirim. Kim olduklarını, neler düşündüklerini tahmin etmeye girişmek hoşuma gider. Özellikle sinemaya gittiğimde oynadığım farzetme oyunum vardır. Film başlamadan önce, sinemanın loşluğunda kendilerini oturdukları koltuğa rahatça bırakan seyircileri belli etmeden seyrederim. İnsanların suretlerinde kitaplarda okuyup hafızamın kuytu çekmecelerine kendiliğinden yerleşmiş irili ufaklı roman kahramanlarının izlerini  sürerim. Bu benim için anlatılmaz heyecan verici bir oyundur. İnsanların görüntülerinden çok iç dünyalarını görmek, duygularına erişmek isterim. Sinemanın o efsunlu loşluğunda etrafıma bakınırım. Bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiririm. 


(http://2.bp.blogspot.com/-XV62IVPrRTU/TzLG6WLta7I/AAAAAAAANUw/UEGMmxajfk0/s1600/103082_2.jpg) (http://2.bp.blogspot.com/-n-fL3MicCeU/TzLG7-O8kEI/AAAAAAAANU4/gDQhZw04iow/s1600/sait_faik_abasiyanik.jpg)


Sen birini hiç görmeden, daha evvel öyle birinin İstanbul ilinde yaşadığını bile bilmeden, birdenbire, sadece Sait Faik'in öyküsünde okuduğun için sevdin mi?  Hiç içine taş gibi, ağır bir su gibi  bir sevgi oturdu mu? Oturmadıysa Allah aşkına vazgeç şu yazımı okumaktan. Ogün... Hiç unutmam....  İstanbul Film Festivali'nin ilk günüydü. Emek Sineması'na henüz girmiştim. Biletçinin eliyle işaret ettiği yere geçtim. Koltuğuma yerleştim. Sağıma soluma bakınıyordum ki ön çaprazımdaki kızla göz göze geldim. Gülümsedim. Sakin, sessiz bir kıza benziyordu. Telefonla konuşuyor, Rumca bir şeyler söylüyordu. Rumca bir kelime anlamadan ne söylediğini bilir gibi hissedince kendimi, onun Sait Faik'in Kınalıada'da Bir Ev adlı öyküsündeki kahramanı olduğunu farzettim. İyice baktım. Kınalıada'da oturuyor, sabakleyin ilk vapurla işine iniyor, son vapura ise elinde paketlerle dönüyor olmalı diye aklımdan geçirdim. Küçük, kaplamaları simsiyah kesilmiş bir ahşap evde oturduğunu hayal ettim. Evden deniz görünmüyor olmalıydı. Yahut belki de bir iki penceresinden, çakaleriği dalları arasından. Kırkını aşmış, şişmanca, yeşil gözlü bir kadın olan anasını kırmızı elma yüzüyle, küf yeşili gözleriyle görmeden sevdiğimi düşündüm. Ben aynı Sait Faik gibi bahçeleri, insanları, evleri görmeden  bile sevebilirim. Evlerine küçük bir bahçeden girdiklerini, alt katında kendilerinin oturduklarını, üst katını ise yazları kiraya verdiklerini hayal ettim. Bir Meryem Ana kandili önündeki İsa resminden, küçücük sarımtrak aynaya kadar her şeyde, ağır, günlük kokusuna benzer bir Ortodoks hava estiğini sezdim. Kızın kendi başına bir odası yoktur diye aklımdan geçirdim. 10.45'te oraya vardığına göre, 11'de yemeğe oturuyorlardır. Hemen de yatarlar herhalde. Acaba başucunda bir kitap var mıdır? Bilmem ki bu kızın hülyalarına ne karışır. Yemeği nasıl yer? Hızlı mı, yavaş mı? Ne kadar merak ettim anlatamam. Acaba birçok insanlarda olduğu gibi yemek yerken çirkinleşir mi? Çirkinleşince yüzündeki o iyi, harikulade çizgiler ne olur? Nereye giderler? Acaba et mi yerler, sebze mi?  Haydi bu meraktan cayayım. Farz edeyim ki ettir. Önce babaya, sonra oğula, sonra bu kıza mı dağıtılır?  Yemeği anneleri mi dağıtır?


(http://4.bp.blogspot.com/-7WA1H85q9ro/TjCJIfUvJyI/AAAAAAAALTU/Baz_A4g4GNM/s400/5816_102154806465206_100000120624179_56310_5748107_n.jpg)

Kız, telefonda Rumca konuşmaya devam ediyordu. Hep yüzünde neşeli bir şeyler vardı. Ağzında bir lakırtı. Ne söylüyor merak ediyordum. O kadar şen, o kadar sıhhatliydi ki yediğinin farkında olmuyordur, yemek yerken çirkinleşmiyordur diye düşündüm. Onu seyrettiğimi anladı mı acaba? Döndü tekrar bana baktı. Sevgiyle gülümsedim. Tanımadığım insanları sevmem hep Sait Faik öyküleri yüzünden diye aklımdan geçirdim. Tam o anda sinemanın  ışıkları karardı. Film başladı. Ben "Kınalıadalı kız" olduğunu farzettiğim kızı unuttum. Beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına  aktım.


NOT:  Yazının bazı cümlelerini  Sait Faik'in  Kınalıada'da Bir Ev ve Gün Ola Harman Ola adlı öyküsünden alıntıladım.

 
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Şubat, 2012, 10:54:31
(http://2.bp.blogspot.com/-EHj7ZIEpXZQ/T0iAoFVl4xI/AAAAAAAANmg/frcssh15bMo/s1600/tolga-2.jpg)

Sabah erkenden fırına gidip sımsıcak ekmeği kucağıma alınca, elim yandı... Bir an boş bulundum. Ekmeği yere düşürdüm. Sonra büyük bir kabahat işlemişcesine, hemen eğilip yerden aldım. Üç kere öpüp, alnıma değdirdim. Kimse görmedi yaptığımı... Ben kendi kendime bu yaptığıma sevindim. Büyükannem yere ekmek parçası düşürünce, "ekmek nimettir" derdi. Yerden alıp, üç kere öpüp alnımıza değdirip, kenara bir yere koymamızı isterdi. İşte tam bunu düşününce aklıma kaleci Tolga geldi. Ben futbolun f'sinden anlamayan biriyim. O kadar çok futbol muhabbeti yapılıyor ki memleketimde... Pek çok güzelliğin karambole gittiğini düşünmekteyim. Misal yukarıdaki iki kare hafızamda yer etmiş. Yoo... Ben bu maçı seyretmemiştim. Sadece gazetelerdeki fotoğraflarına denk gelmiştim. Şimdi geçmiş haberlere bakıp hatırladığım bu karelerin doğruluğundan emin olmak istedim. Gazete haberinde "Athletic Bilbao taraftarının fırlattığı ekmeği yerden alan Tolga öpüp başına koydu ve direğin yanına bıraktı." diye yazıyordu. Ne yalan söyleyeyim bu kareleri tekrar görmek çok hoşuma gitti. Sonra Oktay Akbal'ın "Önce Ekmekler Bozuldu." adlı kitabını elime aldım. Bir süre altını çizdiğim cümlelerinde gezindim. "Bu dünya bir kere daha değişmeyecek. Belki eski halini almaz, ama zararı yok, gidenler gitti, gelenler gelsin. İnsanlar gülmesini, ağlamasını yeniden öğrensin. Sırasında ağlamasını ve gülmesini bilmeyene, insan denemiyor... Bizler, yarı barış, yarı savaş insanları, umutlarımızı kaybetmedik. Dünyanın iyi bir dünya olabileceğini, insanın mavi gökyüzünü, denizi, ağaçları seyretmekle mutluluğunu yaşadığı anlara yeniden kavuşacağına inanıyoruz. Herşey ekmekle başladı, ekmekle bitecek."  Yüreğim fırından yeni çıkmış ekmek içi gibi yumuşadı. Buram buram merhamet dumanı tüttüğünü hissettim. İşte oturdum bu yazıyı döşendim. Önce öbür dünyaya göçmüş büyükanneme rahmet gönderdim.  Oktay Akbal'ın ruhuna rahmet dedim. Sonra iyiki memleketimde kaleci Tolga gibi futbolcular var diye sevindim.



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Mart, 2012, 18:18:39

(http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TUHnfzBTyoI/AAAAAAAAKAg/HgZ0NNyC7U4/s320/1740-gugu.jpg)

Şimdi ben bu yazıma o güzeller güzeli Guguk Kuşu'nun film karelerini ekleştirdim ya, sakın bu filmi anlatıyorum sanma olur mu? Yok, film filan anlatmayacağım. Bak şimdi. Geçtiğimiz sene mayıs ayında, şehrimdeki   kitap fuarından aldığım kitaplar arasında Dücane Cündioğlu'nun Hz.İnsan adlı kitabı vardı. Okumamıştım. Kitaplığın yanındaki masanın üzerinde o gün bugündür demleniyordu. Bu akşam elime gelince.. Baktım ince bir kitap zaten. Niyetlendim. Okumaya başladım. Sevdim kitabı. "Delilik özgürlüktür" adlı bir  bölüme geldim. İlgiyle okumaya devam ettim. Bizim geleneğimizdeki delilere gösterilen sevgiden, hürmetten bahsediyor. Onlardan korkulmaz bilakis gıpta edilirdi çünkü onlar anlamadığımız, kavrayamadığımız bir dünyanın insanlarıydılar diyor. Aramızda dolaşırlardı. Bir yere kapatılmalarına, mahkumiyetlerine gönüller razı olmazdı çünkü bir zaman delilik özgür olmak demekti diyor. Sonra mecnun'un çılgın ve deli anlamına geldiğini söyledikten sonra çeşitli kelimelerin kökenlerine inmiş yazar. Bunları okumak hoşuma gidiyor. Ve akabinde  bir hadisi şerif eklemiş.. "Siz deli olmadıkça imanınız sahih olmaz."  Sonra devam etmiş. "Akıllı, uslu olmak, belki size garip gelecek ama aklın üstüne çıkmak isteyenlerin ayağını bağlayan bağ demektir." demiş. Uslu olanlar, aklın sınırları içinde kıpırdamayan durunlardır. Oysa deli olma harekete geçmeyi, yerinde duramamayı gerektirir.Yazısını Mevlevi'den bir dua ile bitirmiş. "Deliler Sultanı'nın yüzüsuyu hürmetine HAK'tan şifa diliyorum; zira şu akıl belasından tamamiyle kurtulabilmiş değilim."

(http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TUHnhh1OWMI/AAAAAAAAKAk/58Z1BCbeB6Q/s320/8b73cd39309155196158975e92bbf030_1265732409.jpg)


Lütfen söyler misin? "Hafıza nedir? Emrimizdeki bir köle mi? Yoksa başına buyruk bir isyankar mı?" Bu yazdığım bir film repliği mi yoksa bir kitaptan alıntı mı hatırlamıyorum. Ama bakar mısın  benim hafızamın yaptığına? Ben Dücane Cündioğlu'nun kitabını, yukarıda kısaca özetlediğim kitabın Delilik Özgürlük adlı bölümünü okuyordum ya hani.. Bu bölüm bitince ne yapmalıydım? Kitabın bir sonraki bölümüne devam etmeliyim değil mi? Yok işte. Bu kitap bu günlük bende bitti. Neden? Çünkü aynı konuda Gündüz Vassaf'ın bir yazısını hatırladım. Baktım. Var gerçekten. Cehenneme Övgü adlı kitabında var. Konu başlığı da şöyle: "20. Yüzyıl Delileri Artık Özgür Değiller." Şimdi  söyler misin, benim hafızam emrimdeki bir köle miymiş? Yoo.. Kölem olmadığı besbelli. Benim hafızam resmen başına buyruk bir isyankâr. Okuduğum kitabı bıraktırıyor, yerimden kaldırıyor, başka bir kitabı elime aldırıp, baktırıyor. Pes ama. Ben hiç bir kitabı başka bir kitapla ya da filmle  eşleştirmeden okuyamayacak mıyım Allah aşkına?  Niye rahat vermiyor bana? Mesela ne kadar istiyorum,  bir tane şiir ezberleyebilsem, bir filmi ya da kitabı tam manasıyla anlatabilsem... Nerdeee? Onları hafızanın karanlık çekmecelerine atıyor. İlla bana isyan etmesi gerekiyor ya, okuduğum kitabı bıraktırıyor. Ne fena!


(http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TUHnmoqy-vI/AAAAAAAAKAs/NmD7nhVsp5w/s320/guguk_kusu_1.jpg)

Gündüz Vassaf'ın yazısı oldukça uzun ve Dücane Cündioğlu'yla aynı fikirde. Delilik aslında özgürlüktür diyor. Gerçeğe benzersiz bir bakış açısıyla bakmak deliliğin muhtelifliğini oluşturur ve her deli kendi havasındadır. Psikiyatri denen olay deliliğin özgürlüğünü ellerinden almıştır. Deliler dize getirilmiştir. İyice ilaçlandırılıp toplumun kıyısına itilmiş, istenmeyen birer varlık haline getirilmişlerdir, diyor. Peki onların herhangi bir insandan daha zararlı daha tehlikeli olacağını kanıtlayan doğru dürüst bir araştırma ya da istatistik var mı? Yok ama deliler bizi tedirgin ettikleri için onlara yapılan uygulamalara ses çıkarmayız diyor. Akıl hastanesindeki hastalar psikiyatristinin  izni olmadan  telefon edemezler, bazıları yıllarca koğuşlarından dışarıya çıkarılmaz, mektup yazma, ziyaretçi  kabul etme hep doktor iznine tabi... Dolayısıyla psikiyatrinin bir baskı aracı olduğunu  ve ilgili ilgisiz her yerde kullanılabildiğini söylüyor. Bu konuda bir kaç örnek veriyor. Mesela ABD'de polis 12 yaşındaki bir erkek çocuk ruhsatsız bisiklet kullanıyor diye önce uyarmış, devamında  çocuğu psikoloji kliniğine havale etmiş.  New Hampshire yasalarına göre tüm bisikletlere para karşılığında plaka alınması ve polise kayıt ettirilmesi gerekiyormuş. Aile yoksulmuş. Çocuk da bisikleti sadece evin yakınında kullanıyormuş. Şimdi bu olayın psikoloji kliniği ile ne ilgisi var diye soruyor? Otoritenin itaat etmeyenlere uygun gördüğü bir şekilde dışlama yöntemi olduğunu söylüyor.

(http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TUHnjwaLo9I/AAAAAAAAKAo/Uuo4MOX296U/s320/ed_one_flew_over_the_cuckoos_nest.jpg)

Dostoyevski'nin sara nöbetlerini, Van Gogh'un bir tablosunu, Nietzshe'nin bir kitabını saatlerce konuşabildiğimiz  halde deliler hakkında konuşmak tuhaf gelir.  Beklenmedik, alışılmış dışında düşünceleri olan veya davranan insanlar endişe uyandırırlar. Aslında Gündüz Vassaf kendisi de psikolog olmasına rağmen bu yazısında psikiyatristlik ve psikoloji klinikleri hakkında  oldukça fazla olumsuz görüş bildirmiş. Şimdilik o konulara girmeyeceğim. Asıl önemli olan ne biliyor musun? İnsan davranışlarının  farkında olmaksızın standart hale getirilmesi. Aynı olay karşısında herkesten aynı tepkinin beklenmesi...  Bu haller farklı tutum ve davranışta olanların kınanması sonucunu getiriyor. Böylece içimizdeki sese kulak vermekten ve hayallerimizi açıklamaktan korkar oluyoruz. Bize deli denmesine ve deli muamelesi yapılmasının sonuçlarına katlanacak gücümüz kalmıyor. Böylece her konuda standartlaşma yaşamın kendisindeki yoğunluk duygusunu ortadan kaldırıyor. Derinliğe vakit kalmıyor. Haybeye söylemiyor Gülten Akın "Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya" diye. Bu romantik değil  bilakis ağırından protest bir dize bence... İşte belki de bu yazıda paragraflarla anlatılan bu konuyu, bir şair bir dizede özetliyor. O kadar ilginç örnekler vermiş ki Gündüz Vassaf gerçekten  tüm yazıyı okumak gerekiyor. Neticede standartlaşma eğer halen her yere tam manasıyla nüfüs etmediyse, bu içimizdeki deliler sayesindedir diyor ve deli sözcüğünü hafife almamak gerektiğini ardından bir sürü acıyı beraberinde getireceğinin altını çizdikten sonra "Kendimizi koruyamıyorsak bari bırakalım deliler deliliklerinde özgür kalsınlar." diyor.


(http://3.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TUIG-8_XwDI/AAAAAAAAKAw/JfdUn1lLfow/s400/b499dbeb62c846cee7e853d8b296c0b6_1265732470.jpg)


Guguk Kuşu'nun film karelerini bu yazıya eklememin sebebi, bir akıl hastanesinde geçiyor olması tabii. Benim hafızam emrimdeki kölem değil  başına buyruk bir isyankâr olduğu için bu yazıyı Guguk Kuşu filmiyle kapatmamı emrediyor. Film tam ibretliktir. Ve eğer bu filmi seyretmediysen,  bırak üzülmeyi, acırım sana yemin ederim. Müthiştir. İşte dayatılan sisteme karşı çıkan bir adamın öyküsüdür. Ve Gündüz Vassaf gibi psikiyatri alemini derinden eleştiren olağanüstü bir filmdir. Bu filmi seyretmiştim. Kaç defa. Güzdüz Vassaf'ın kitabını okumuştum. Şimdi ise deliliği yücelten Dücane Cündioğlu'nun kitabını okudum.  Bunları tekrar hatırlamak bana iyi geldi.  Hayatta en çok korktuğum şey, şaşırmayı ve hayret etmeyi unuttuğumuz bir yaşam... Herkesin aynı tepkileri verdiği, davranışların önceden kestirildiği ve denetlendiği bir toplum. Bu konuda çok okuyup yazmalıyım aslında. Ben Nâzım Hikmet'in dediği gibi "Bir çocuk gibi şaşarcasına bakarak yaşamak" istiyorum. Benim özgürlüğüm burda saklıdır ve özgürlüğüme sahip çıkmak istiyorum.Yazımın sonunu Mevlevi'den dua ile bitirmeliyim.. "Deliler Sultanı'nın yüzüsuyu hürmetine HAK'tan cümlemize şifa diliyorum."  Ne şifası mı? Şu akıl belâsından  tamamiyle  kurtulmak  için acil şifa tabii... amin!



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: yunusmeyra - 12 Mart, 2012, 00:19:58
amin..
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 12 Mart, 2012, 00:37:26
Henüz okumadıysanız Erasmus'tan "Deliliğe Övgü"yü okuyun derim..

(http://static.ideefixe.com/images/164/164652_2.jpg)

Guguk Kuşu'ndan laf açılmışken filmde hastalara karşı despotluğun sınırlarını zorlayan

hemşire Ratched karakteri sinema tarihinin gelmiş-geçmiş en ünlü "kötü" lerinin başında gelir. >:(

(http://www.itusozluk.com/image/louise-fletcher_9271.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Mart, 2012, 12:09:06
(http://3.bp.blogspot.com/-Nj_3GHi7uq0/T27AhhV152I/AAAAAAAAOF0/qZo-fbplws0/s1600/tumblr_lsmoi4D2sl1qc2ke4o1_500.jpg)


Ne zaman geldin ruhum ?
Görmedim seni.
Uçaktan atlarken unuttum galiba.
Özledim ruhumu..."


Kamyonlar kavun taşır. Ben hep seni düşünürdüm. Niksâr'da evimizde. Küçük bir kuş kadar hürdüm. Artık bu şehir başkadır. Herkes beni aldattı gitti. Artık bu şehir başkadır.  İçimdeki şarkı bitti. Uzun uzun anlatamam herseyi. Böyle olsun istemedim bende. Suskun deniz boyu martılar. Eve yalnız dönüyorum bende. Sakın kal deme bana. Gidiyorum alışamadım bu kente.... Gitmek kolay hmm ya sonrası. Silebilir misin? Sende kalan dudaklarımın nemini. Atamazsın biliyorum, sende solan yüreğimi. Yanarsın ah yanarsın. Verirsen bana kendini. Ver bana düşlerimi. Ver bana gülüşlerimi. Unuttum senin sesini desem. Sevgini sildim kalbimden. Sana böyle yalanlar söylersem, istersen inanma istemem. İğneyle düğme gibiyiz seninle. Sen bana batıyorsun acıtmıyorsun. İçimden geçtiğin bile oluyor bazen bazen. Hissetmiyorum, hissetmiyoruz, hissetmiyorsun. Buluta benzet kendini git. Şehire benzet kendini seyret. Ağaca benzet kendini kal. Ama sakın martıya benzetme...  Geceye benzet kendini ağla. Yağmura benzet kendini sus. Gölgeye benzet kendini dans et. Ama sakın martıya benzetme... Martıya benzetme kendini sakın. Kendini sakın...


Sarıl bana ruhum
Ne olur sar beni.
Çığlıklar geçti üstümüzden
Bulutlar geçti.
Ve o gençlik günlerimizde
Sen ve biz.
Seni öldün sandım ruhum,
Biliyor musun ?

Sensiz yaşamaya alıştırdılar galiba.
Özledim ruhumu..."


NOT: Yaşar Kurt, afetsin beni, bazı şarkı sözlerini bir araya getirerek, kısa bir kompozisyon yazmaya çalıştım.
1-Ruhum
2-Kamyonlar kavun taşır.
3-Alışamadım
4-Güneş kokusu
5-İstersen inanma
6-Durmadan
7-Martı
8-Ruhum


http://www.youtube.com/watch?v=DrH4RllVTzA

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Mart, 2012, 22:30:45
(http://4.bp.blogspot.com/-BMJe-wL9qGQ/T3CmtHTFNlI/AAAAAAAAOHU/DGOQVtZwXP4/s320/cem3.jpg)

Akşam işten eve dönerken, yol çalışması sebebiyle trafik oldukça yoğundu. Gıdım gıdım ilerliyordum. Bir ara hiç hareket edemez olunca, kontağı kapattım. Motoru tamamen durdurdum. Huysuzlanmadım. Canımı hiiçç  sıkmadım. Hemen kendime bir oyun uydurdum. Gözlerimi kapadım. Torpido gözündeki müzik cd'lerinden "Kısmetime ne çıkarsa" diyerekten birini tutum, çıkardım. Lale devri zamanı çocuğuyum ben. Şarkılardan fal tutmayı severim. Neyi çektiğime hiç bakmadım. Hemen müzik çalara ittim, merakla dinlemeye başladım. Off!.. Bu şarkıyı var ya... Yıllardır dinlerim. Bu şarkı her defasında yine yeni yeniden beni perişan eder.  Kısmetime çıkan şarkı Tamirci Çırağı'ydı... Ve o eşsiz sesiyle Cem Karaca söylemeye başladı... "Gönlüme bir ateş düştü, Yanar ha yanar yanar, Ümit gönlümün ekmeği, Umar ha umar umar..." Ne müthiş şarkıdır!. Cem Karaca'nın hastasıyım. O, sadece şarkı söylemez, müthiş bir öykü anlatıcısıdır. Kararımı verdim. Hemen oyunuma başladım. İpince, kara kuru  bir tamirci çırağını hayalimde canlandırdım. Üstündeki tulumları kirli, eski püskü... Olsun varsın... Bu şarkıdaki tamirci çırağının hayranıyım. Ekmeğini elleriyle kazanan bir emekçidir.  Sonra O!.. O genç kız gelir...  Bilirsin ya hani... Ak, yumuk yumuk elleri, ojeli tırnakları olan bir genç kızdır.  Ayağında uzun etek... Heyyy... Dalga dalga saçlarıııı...  Of! Aşk beklenmedik zamanlarda çarpmaz mı insanı?  Bizim tamirci çırağı da görür görmez vurularak sevmeye başlar bu kızı... İyi ama tamirci çırağının elleri... Nerelere saklasın ellerini?  Of... Kimbilir nasıl utanır gurur duyması  gereken emekçi ellerinden... Nerelere gizleyeceğini bilemez, avucun nasırlarını... Genç kız otomobilini tamire gelmiştir dün tamirhaneye... Ustası kaçın kurasıdır. Çocuğun vaziyetini anlar. Seslenir uzaktan... "Oğlum al takımları!"...

(http://1.bp.blogspot.com/-zK1rpOu-Q-k/T3C3IJHSv1I/AAAAAAAAOHc/JkC2ulITs90/s400/9.jpg)

Bu şarkıdaki tamirci çırağını sevmemin bir nedeni de roman okuyor olmasıdır.  Bu genç kızı görür görmez hissettiklerini daha önce hiç kimseye hissetmemiş olduğunu biliyor...  İlk  kez aşık oluyor. Diğer yandan bu duygular kendisine hiç yabancı değil.  Çünkü  hatırlıyor. Cildi parlak, pahalı bir kitapta buna benzer bir şeyi okumuş. Okuduğu romanda ne olmuş, nasıl olmuşsa, yine böyle bir durumda tamirci çırağına  aşık olmuştur bir genç kız. O gün... Çocuk nasıl heyecanlı anlatamam... Ustasına "Bugün giymeyim tulumları." der. Giymez. Arkası puslu aynasında tarar saçlarını... Kız arabasını geri almaya tamirhane gelecek... Ve o romandaki hayali belki gerçek edecek...

(http://3.bp.blogspot.com/-F5kdady-fnA/T3C4PV3rSJI/AAAAAAAAOHk/7Lvjt-FZTOk/s400/55461_1.jpg)

Öykünün en dramatik bölümüne geliyorum. Kız kapıdan içeriye girer. Sanki dünya durur... Sanki zaman durur... Tamirci çırağı gözünü ayırmadan, kıza öylece bakakalır. Sonra arabasının kapısını açar. Açar girsin içeri. Kız hilal kaşlarını kaldırarak, şöyle bir çocuğa bakar. En zalim soruyu sorar...  Der ki... "Kim bu serseri?" Düşünebiliyor musun...  Egzoz doldurarak basar gaza çeker gider. Of!.. Şarkının tam burasına geldiğimde... Cem Karaca şarkının tam bu bölümünü söylerken... Sadece tamirci çırağının değil, benim gözüme de her defasında tomurcuk yaşlar dolduğunu hissederim.  Ustası gelir sırtına vurur. "Unut" der "romanları... İşçisin sen işçi kal... Giy!" der... "tulumları"...  Öykü biter. Şarkı biter. Ömür biter. Yol bitmez...  Yol açıldı nihayet.... Arabamı hareket ettirdim. Tamirci çırağının okuduğu, cildi parlak, pahalı kitabı gene fena halde merak ettim.


http://www.youtube.com/watch?v=rtGpYYyGOkI

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Nisan, 2012, 15:53:26
(http://2.bp.blogspot.com/-Ja7qRxP39vo/T5cKSTrQerI/AAAAAAAAOfM/gCNsa7EG7Bw/s400/sanat11.jpg)

Hani İstanbul Modern'deki 15 Mayıs'a kadar devam edecek olan  Van Gogh sergisi var ya? İşte, o sergiye ben tam üç defa gittim. Zaten müzeleri, resim, fotoğraf sergilerini, sinemayı oldum bittim seven biriyim. Bu sergi adeta benim için biçilmiş kaftandı. Sinema atmosferini andıran loş bir ortamda, klasik müzik ve aryalar eşliğinde, Van Gogh'un muhteşem tabloları film gibi duvarlardan duvarlara akıyordu. Yüreğime dokunmuştu. Resmen büyülenmiştim. Başkalarının ne düşündüğü umrumda değildi. Bu sergi  benim başımı döndürmeyi becermişti. Gene de dört hafta gibi kısa bir sürede, üç defa aynı sergiye gidilir mi? Gitmiştim işte. Denk gelmişti. Yolum o tarafa düşmüştü. Kaçırır mıyım? Eteklerim zil çala çala, salonun karanlık koridorundan girip, renk ve melodi deryasına dalıvermiştim. Her defasında yine yeni yeniden etkilenmiştim. Biliyorsun Van Gogh Hollandalı bir ressam. Kısacık, hüzünlü bir yaşamı var. 37 yıllık hayatının hastalıklarla boğuştuğu son on yılında 900 ün üstünde eserler vermiş. Şu iki tablosu var ya... Hani Van Gogh'un  odasını, sandalyesini, piposu resmettiği tabloları... Of!... Bu tabloları, ne zaman görsem fena etkiler beni.

Şimdi yeni bir müze heyecanım var. Bu kez Masumiyet Müzesi'nin açılmasını bekliyorum. Tekrar hatırlamak niyetiyle, son günlerde, Masumiyet Müzesi romanını elimden düşürmüyorum. Romanın kahramanı Kemal, acı içinde, kendisini terk eden sevgilisi Füsun'un eşyalarını biriktiriyor. Ve o eşyalara dokunmak, seyretmek, Kemal'e gerçekten teselli veriyor. Romanı okurken bir ara kitabı bıraktım. Hayalimde Vang Gogh'u canlandırdım.  Acaba Van Gogh neden kendi eşyalarını resmetmişti?  Van Gogh, kendi  eşyalarını, en acılı, en buhranlı olduğu zamanlarında çizmiş olabilir mi? Masumiyet Müzesi'nin bir bölümünde, Kemal  şöyle der... "Ama en mutlu anı işaret ettiğimizde, onun çoktan geçmişte kaldığını, bir daha gelmeyeceğini, bu yüzden bize acı verdiğini de biliriz. Bu acıyı dayanabilir kılan tek şey, o altın andan kalma bir eşyaya sahip olmaktır. Mutlu anlardan geriye kalan eşyalar, o anların hatıralarını, renklerini, dokunma ve görme zevklerini bize o  mutluluğu yaşatan kişilerden çok daha sadakatle saklarlar." Van Gogh'un, kullandığı eşyalara bakması, dokunup, eşyalarının resmini çizmesi, acaba eşyanın verdiği teselliye ihtiyaç hissetmesi sebebiyle miydi?  Masumiyet Müzesi'nde eşyaların tesellisine sığınan Kemal'in dediği gibi, sevginin büyük bir dikkat ve büyük bir şefkat olduğunu, acaba Van Gogh kendi eşyalarının resmini yapmakla mı  hissettirmek  niyetindeydi? Sevmek, acaba Van Gogh'un eşyalarına dikkatle bakıp, şefkatle resmetmesi gibi bir şey mi?  Van Gogh'un eşyalarını çizmesi... Masumiyet Müzesi'nde bir aşığın biriktirdiği eşyaların sergilenmesi...  Bana düşen ise... Hayata durup bakmak.... Eşyaların tesellisini hissedebilmek besbelli.



(http://3.bp.blogspot.com/-xdEE6w4vCa8/T5cocIIV2hI/AAAAAAAAOfc/x0SjKNgyUb4/s320/4003.jpg)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Nisan, 2012, 22:17:28
(http://3.bp.blogspot.com/-sbjwOC1oRzM/ThG-bhOn2oI/AAAAAAAALLY/diG6wh1NTo0/s400/16ton.jpg)

(http://1.bp.blogspot.com/-diIK_nC_Jaw/ThG-gFIYsuI/AAAAAAAALLc/IjR7BBNPgVE/s400/rockefeller-center-construction-site-lewis-hine.jpg)

Bak ne diyorum!  Eğer dinlemek istersen, azıcık dertleşmek istiyorum. Yok... Bak... Açık açık itiraf edeceğim. Ben ilkin anlatacığım yazıyı  resmen Rüya Tabirleri diye okumuştum biliyor musun? Gerçekten... Eğer Riya Tabirleri diye okusaydım. İlgilenir miydim? İnan bilmiyorum.  Gene konuya tersinden başladığım değil mi? Heyecanlıyım da biraz... Ne olur kusuruma bakma benim. Bildiğim aylardan Nisan, günlerden Pazartesi...  Haftanın ilk iş günü ya... Bu sabah nasıl  işim başımdan aşkındı anlatamam.  Sanal alemde bir ara,  Riya Tabirleri'ne denk geldim.  Ayakta bile rüya görmeye meyilli bünyem dürttü beni.  Merak ettim.  Riyayı rüya diye anlayınca ne yazıyor diye okumak amacıyla işe az biraz ara verdim.  Okumaya başladım.  "Riya Tabirleri sitesi, yeryüzünde adalet diye bir derdi olanlar için kuruldu. Olmayanın başına da bu derdi sarmak için." Hoppala! Ne diyordu Allah aşkına... Rüya tabiriyle  adaletin ne ilgisi vardı? Okumaya kaldığım yerden merakla devam ettim. "İnsanlığın dörtte birinin gözden çıkarıldığı, öbür dörtte birinin  ağır, pis ya da sıkıcı işleri yaptırmak üzere kenarda bulundurulduğu, yüzde beşin, aklına esen her şeyi alsa, yese içse tüketemeyeceği servetini daha da çoğaltmak için türlü dalavera çevirdiği, çoğunluğun, başkaldırmak yerine zalimin zorbanın artığından pay almaya çabaladığı, feci bir dünyada yaşıyoruz. Bazılarımız farkında bile değil; onun gezip dolaştığı yerlerden "ötekiler" görünmüyor. Çoğumuz farkındayız; "ben"liğimize öylesine sarılmışız ki, başkalarına sarılmaya elimiz kolumuz halimiz kalmamış. Bugünün hayatı, riya üzerine kurulu. Tabirlerini burada bulacaksınız." Bu cümleler sarstı beni. Vicdanımı kışkırtı anlatabiliyor muyum? Şaşırmış kalmıştım. Sanırım gene ayakta rüya görüyordum. Bu bir uyarı olmalıydı bana... Bu uyarıyı yapan beni çok iyi tanıyordu. Çünkü yazısına şöyle devam ediyordu. "Siftahı, içerik bakımından da, teknik olarak da biraz tuhaf bir filmle yapalım." Demek bu uyarıyı yapan kişi sinemayı sevdiğimi biliyordu. Sanıyorum bana şöyle bir şey söylemek istiyordu... "Yiyiyorsun... İçiyorsun... Tüketiyorsun... Tüketiyorsun... Sen bu hayatı yaşarken, dünyayı sadece kendi çevrenden ibaret zannediyorsun.  Hayatın anlamını azıcık düşünmek istesen, kurulu düzen rahat vermiyor zaten. Sen mışıl mışıl uyumana devam ediyorsun. Bak, önüne kadar geldi film. Haydi, biraz gayret et... Hayatının nelere rağmen inşa edildiğini bu filmde seyrediver bari bi zahmet." Nasıl utandım anlatamam. Hemen önümdeki poliçeleri yana ittim. Bilgisayarımı önüme çektim.  Tasarım, hammaliye ve  metinin Ümit Kıvanç'a ait olduğunu öğrendiğim 16 Ton Vicdan ve Serbest Piyasaya Dair Bir Film'i ibretle seyrettim. Sonra işe döndüm. Sözümü fazla uzatmak niyetinde değilim. Ama bu yazımı şöyle bitirmeliyim. Tüm haksızlıklara, vicdansızlıklara rağmen bu dünya halen dönmeye devam ediyorsa Ümit Kıvanç gibi insanların sayesindedir. Eminim.


Filmi buraya tıklayarak izleyebilirsin. http://www.riyatabirleri.net/pencereler/pi_tamFilm.html (http://www.riyatabirleri.net/pencereler/pi_tamFilm.html)

NOT:Fotoğraf Lewis W. Hine'a aittir.


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 28 Mayıs, 2012, 21:36:31
(http://2.bp.blogspot.com/-geSA7VocJ9k/T8O5CD6rvlI/AAAAAAAAO_0/6lHdWu77Aco/s400/tumblr_lzkrfutNpo1r5nnw1o1_500.gif)

"Uzun zamandır dalgın bakıyordun dünyaya.
Anlat, dediler.
Anlatamam, uzun hikâye, dedin."

Murat Özyaşar / Ayna Çarpması





Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: tommikser - 19 Temmuz, 2012, 10:57:13
Arkadaşlar yeni haberim oldu bu yarışmadan ve bir kaç gündür deli gibi yazıp silip yazıp silip duruyorum.Ben bu yarışmaya katılacam.Altın Madalyon olarak katılmak isteyen arkadaşlar olursa acaip sevinirim.Sadece okumak değil yazmakta lazım değil mi?

İşte şartlar çok az kaldı.Hep beraber saldıralım. ;D


2012 TBD Bilimkurgu Öykü Yarışması: "10 Tvit'lik Bilimkurgu Öyküleri"

Günümüzde iletişimin en önemli araçlarından biri sosyal medya. Bu ortamda edebiyat yapıtları da zaman, kişi ve yer sınırlaması olmadan kolayca paylaşılabiliyor ve üretilebiliyor. Öyküler de sosyal medyada paylaşılması en kolay edebiyat ürünlerinden biri.

Bu yıl Bilimkurgu Öykü Yarışması'nın yola çıkış sloganı "10 tvit'lik bilimkurgu öyküleri". Sosyal medyanın etkili araçlarından biri olan Twitter'da bilindiği gibi bir defada en fazla 140 karakterlik bir metin, tvit (tweet, İng. cıvıldama) paylaşılabiliyor. En fazla karakter kullanılarak yazılmış 10 "tweet"te toplam 1400 karakter bulunuyor. Biz de Türkiye Bilişim Derneği olarak, klavyesine güvenen yazarlarımızı en fazla 1400 karakterden oluşan kısa ya da çok kısa bilimkurgu öyküleriyle yarışmamıza katılmaya davet ediyoruz.

YARIŞMA KOŞULLARI
1. SONUÇ VE ÖDÜLLER

Yarışmayı kazanan öyküler 9 Kasım 2012 tarihinde açıklanacaktır. Ödül olarak birinci gelen yarışmacıya 3000 TL, ikinci gelen yarışmacıya 2000 TL ve üçüncü gelen yarışmacıya da 1000 TL verilecektir.

2. KATILIM KOŞULLARI

Yarışmaya TBD Yönetim Kurulu üyeleri ile TBD Bilişim Dergisi Yayın Kurulu Üyeleri dışında herkes katılabilir.
Öykü Türkçe yazılmalıdır.
Konu serbesttir, her yazar öyküsünü istediği konuda yazabilir...
Öykülerde bilimkurgusal ögeler aranacağı kuşkusuzdur.
Öykü, daha önce herhangi bir yarışmada ödül almamış olmalıdır.
2012 yılından önce ya da yarışmaya yollandıktan sonra yayımlanmış öyküler yarışmaya kabul edilmeyecektir.
Her yazar yalnızca bir öyküsüyle yarışmaya katılabilir.
Dereceye girecek öyküler TBD'nin İnternet sitesinde ya da Bilişim Dergisi'nde yayımlanacaktır. TBD isterse, yarışmayı kazanan öykülerle, seçici kurulun yayımlanmaya değer bulduğu öyküleri kitap olarak yayımlayabilir.
Ödül alan öykülerin başka yazarların yapıtlarından alınması durumunda ödül geri alınacak ve katılımcı hakkında yasal işlem başlatılacaktır.
Öykülerin İnternet sitesinde, Bilişim Dergisi'nde ya da kitaplaştırılarak yayımlanması için http://www.tbd.org.tr/onayliyorum adresinde bulunan "Onaylıyorum" adlı belgenin yazar tarafından doldurulması ve doldurulan bu belgenin mektupla, faksla ya da taranmış bir dosya olarak e-posta yoluyla TBD'ye gönderilmesi gerekmektedir. Onaylıyorum, adlı belgeyi TBD'ye göndermeyen yarışmacılar yarışmaya kabul edilmeyeceklerdir.
3. SEÇİCİ KURUL

Nazlı Eray, Özcan Karabulut, Sibel K. Türker, Sadık Yemni, Meltem Vural, Nezih Kulleyin, Ali Özenci, Koray Özer
4. BİÇİM

Öykü, yaygın olarak kullanılan bir kelime işlemciyle, "12" büyüklükte "Arial" karakter" seçilerek, yazılmalı ve e-postaya ekli bir dosya olarak gönderilmelidir.
Gönderilen dosyanın adına öykünün adı verilmelidir. Öykü dosyasının içinde yazarla ilgili hiçbir bilgi olmamalıdır.
e-postaya ekli diğer bir dosyanın içinde yazarın açık adı, kısa özgeçmişi, açık adresi ve telefon numarası ayrıca varsa web sitesi, sosyal medya adresi bulunmalıdır. Yarışmada rumuz kullanmaya gerek yoktur.
Yazarın kimlik bilgilerinin bulunduğu dosyanın adına yazarın adı verilmelidir.
Öykü en fazla 1400 karakterden oluşmalıdır.
5. YAPITIN TESLİMİ

Yapıt, 31 Temmuz 2012 tarihine dek bilimkurgu@tbd.org.tr adresine gönderilmelidir. Postayla gönderilen öyküler yarışmaya kabul edilmeyecektir.
Bilgi ve iletişim için: Ceyhun Atuf Kansu Caddesi 1246. Sokak No:4/17 Balgat/ANKARA Tel: +90 (312) 473 8215 web: www.tbd.org.tr, eposta: tbd-merkez@tbd.org.tr

İyi şanslar!

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 24 Eylül, 2012, 21:26:06
(http://4.bp.blogspot.com/-ClyPsJwQQl8/UF8uHeF9XTI/AAAAAAAAS-8/HyKWWwHtnlI/s400/harita33.jpg)

"silifke'nin yoğurdu, ah seni kimler doğurdu.
seni doğuran ana, bal ilen mi yoğurdu."
Silifke Türküsü

İşte memleketimin güzeller güzeli bir beldesi.  Silifke!.. Coğrafya bilgim kıt olduğu için, önce haritayı açtım. Akdeniz kıyısında olduğunu biliyorum ya, elimle koymuş gibi buldum. Bak, işte!.. Hey, coğrafya bilgim kıt dediysem, o kadar da cahil değilim elbette. Az buçuk mektep tedrisatından geçmişliğim, mürekkep yalamışlığım vardır benim de. Ama sana bir şey söyleyeyim mi, coğrafya dersini keşke türkülerimizle işleseydik.  O zaman coğrafya dert olmaktan çıkar, gerçekten ders olurdu. Coğrafya kitabını satır satır yudumlardım yeminle. Neyse... Şimdi diyeceksin ki, "Silifke durup dudurken nerden aklına geldi?" Yooo. Öyle durup dururken aklıma gelmedi. Pazar günü evde, kendi kendime Türk Filmleri Festivali düzenledim. Ve büyük bir hevesle Seyfi Teoman'ın filimlerini seçtim.

(http://4.bp.blogspot.com/-7vRPWRd38ec/UF_-2Q2wvBI/AAAAAAAAS_0/o-J3hPsuors/s1600/7182636564_a5602fcf3d_m.jpg)

Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i daha önce seyretmiştim. Barış Bıcakçı'nın, aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmıştı. Barış Bıçakçı'nın şiirlerine, roman ve öykülerine tek kelimeyle biterim. Ayrıca okuduğum kitapları beyaz perdede seyretmeyi çok severim. Erkekler dünyasını anlatan bir hikayesi vardı. Ne yalan söyleyeyim kitabı kadar filmini de çok sevmiştim. Yönetmeni Seyfi Teoman'ın diğer filmlerini çok merak etmiştim. Gencecik biriydi. Ve... Ne yazık ki, geçen sene, henüz 35 yaşındayken, bu dünyadaki işlerini bıraktı, öbür dünyaya gitti. İki uzun filmi olduğunu, ikincisi Bizim Büyük Çaresizliğimiz'ken, ilk filminin Tatil Kitabı olduğunu ölümünden sonra öğrenmiştim. Kısmet şimdiyeymiş. Dün seyredebildim. Gene erkekler dünyası... Erkek çocuk, abi, baba, amca ve diğer erkek çocuklar, diğer abiler ve amcalar... Kadın var ama aynen Bizim Büyük Çaresizliğimiz'deki gibi... Maksat erkeklerin zaaflarını, sorunlarını, çaresizliklerini, sade, sessiz,  hayatta olduğu gibi aktarmakken, kadınlar dünyasına aralanan küçük bir iki pencere var belki... Tüm yüreğimle inanıyorum, yaşasaydı, şahane filmler yönetecekti Seyfi Teoman. Filmlerinin sonradan sonradan insanın yüreğini burkan acımtrak bir tesiri var. Demek, felek ağlarını onun için buraya kadar örmüş...  Hissediyorum, bunları düşününce yüreğimi puslu bir hüzün kaplıyor. Ölüm, bizim en büyük çaresizliğimiz. Elden bir şey gelmiyor. İyi ama... Ne biliyoruz? Seyfi Teoman gittiği yerden memnundur, ışıklar içinde filmler çeviyordur belki. Nur içinde yatsın. Kısacık ömründe çektiği iki filmle hayatımızı eşsiz hissettiren sevgili yönetmen, kesinlikle mutludur orada. Eminim. İşte dün seyrettiğim Tatil Kitabı adlı filmini Silifke'de çekmiş.  Acaba  Seyfi Teoman bu filmi için neden Silifke'yi seçmiş? Rastgele bir seçim mi? Yoksa özellikle bildiği bir sebeple mi seçti? Kimbilir? Sana bir şey söyleyeyim mi, ömrümde bir kere bile Silifke'ye gitmedim. Silifke'yle ilgili sadece, uzun zamandır dinlemedim ama, işte yukarıda iki dizesini yazdığım türküsünü bilirim. O kadar.  Tatil Kitabı'nı seyretmeseydim, Silifke'nın haritadaki tam yerine bakar mıydım, Silifke hakkındaki yazıları okur muydum inan bilmiyorum. Ben var ya, memleketimin bildiğim büyük şehirleri dışındaki coğrafyalarda film çeken yönetmenleri çok seviyorum. Silifke'nin  kendine has yoğurdu var mı acaba?   Hayat ne tuhaf!.. İnsan duyguları ne  acayip!..  Sahiden merak ediyorum.

(http://2.bp.blogspot.com/-4whEVvao1Bk/UF__RJFf8UI/AAAAAAAAS_8/5KXG_SioNMo/s320/Tatil_Kitabi_Poster_TR_LR.jpg)  (http://2.bp.blogspot.com/-6K6MjL5WVQI/UF__Seu5UFI/AAAAAAAATAE/0w1tDu4f7Ko/s320/Bizim_b%C3%BCy%C3%BCk_%C3%A7aresizli%C4%9Fimiz_film_afi%C5%9Fi.jpg)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kalidor - 25 Eylül, 2012, 01:21:53
Silifke'nin denize kıyısı yoktur ne yazıkki. Ortasından Göksu nehri geçer, cennet cehennem mağaraları görülesidir. Bir de kalesi vardır. Bunun dışında başka bişeyde yoktur. Silifke'nin Taşucu beldesinde geçen Reşat Nuri'nin Eski Hastalık romanı vardır bi de.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Eylül, 2012, 07:57:54
İnşallah yolum düşer giderim Silifke'ye Kalidor. Silifke yöresinden bir yorumcu yazmış, Silifke'nin o meşhur, o türkülere konu olan yoğurdu yokmuş artık.
Bu haber en fecisi işte. Gene  yöresel bir yiyeceğimiz markaların, endüstri denilen canavarın  dişleri arasında yok olmuş gitmiş demek ki. Ne fena bir haber. Çok feci.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Eylül, 2012, 08:01:29
(http://3.bp.blogspot.com/-bvEsN0V1eFM/TufBUpykg0I/AAAAAAAAMfA/bKylRrvW9L0/s320/imgAMELIE2.jpg)

Yalanım yok. İştahlı biriyim. Sadece yemeğe değil, şu fani dünyanın merak ettiğim her şeyine fena halde iştahlanabilirim. Hele kitaplar ve yemekler bir araya gelmişlerse... Veeee... Bir yemek kitabında değil, bir romanda, bir öyküde veya  bir şiirde yemekle ilgili cümleler geçiyorsa hele... Heyy! Değmeyin keyfime...  Sevinçten çıldırabilirim. O kitabı döne döne okuyabilirim. Bu akşam işten eve biraz erken döndüm. Yemek pişirecektim ama yemek pişirmeyi gene oyuna dönüştürmeye karar verdim. Neden biliyor musun? Bugün bir arkadaşımla ofiste  kahve içiyorduk. Bir ara söz döndü dolaştı  akşama ne pişirelim'e geldi. Arkadaşım dudağını sarkıttı. Kirpiklerini kırpıştırdı. Gözlerini devirdi... "Yemek pişirirken geçen zamanıma acıyorum." dedi. Nasıl üzüldüm anlatamam. Cemal Süreya'nın iki dizelik bir şiiri vardır ya hani... "Yemek için ne düşünürsünüz bilmem. Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı." der. Bilirsin, şair sözünü her daim hakikat bellerim ben... Hakikaten kahvaltının  mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sadece kahvaltının değil tüm yemeklerin mutlulukla bir ilgisi olmalı, öyle değil mi? Arkadaşıma "Sen hiç Barış Bıçakçı kitabı okudun mu? diye sordum.  "Sorulur mu?" dedi. "Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i bir solukta daha yeni bitirdim yuttum."  "Ne iyi!... O halde Bizim Büyük Çaresizliğimiz'in  bir yemek kitabı ayarında olduğunu farketmişsindir." dedim. Yüzüme şaşkınlıkla baktı. "Yemek kitabı mı? Şaşırdın mı sen... O kitap hüzünlü aşk öyküsüdür." dedi.  Güldüm. "Bu akşam gel benimle." dedim. "Sana Barış Bıçakçı usulü yemek yapmayı göstereceğim." Burun büktü. "Bu akşam televizyonda benim dizilerim var. Kaçıramam." dedi. Gelmedi. Televizyonda dizi seyrederken geçirdiği zamana değil, yemek pişirirken geçirdiği zamana üzüle üzüle evine gitti.

(http://1.bp.blogspot.com/-lr4XoNjyCvo/TufAUlH58WI/AAAAAAAAMew/kumdZsYSVzQ/s320/images.jpg)

İşten dönüşte kapıdan girdiğim gibi ceketimi  evin girişindeki hole attım. Sonra koşar adım kitapların yanına vardım.  Barış Bıçakçı'nın aklımdaki kitabını rafından kaptım. Bizim Büyük Çaresizliğimiz'de yemek geçen cümlelerin yanına kocaman bir Y harfi yazdığım için, gördüğüm tüm Y harfli paragrafları aceleyle taradım.  Buldum.  46. sayfa... İşte bu sayfada yazan "Barış Bıçakçı usulü fırında patates" yaptım. Şöyle: 


"Halka halka doğranmış patatesler ve soğanlar tepsiye, bir sıra patates bir sıra soğan olacak biçimde dizilir, üzerlerine tuz, kimyon, karabiber, kekik ve kırmızıbiber katılmış salçalı su dökülür, ince tereyağ dilimleri yerleştirilir ve fırına verilir. Pişirilince afiyetle yenilir."


İşte bu tarifin aynısını yaptım. Tepsiyi fırından çıkardığımda, kitabın 100. sayfasında dediği gibi "Güzel bir koku kaplamıştı mutfağı."  Hemen  beyaz porselen bir tabağa Barış Bıcakçı Usulü pişirdiğim yemekten  üç kaşık koydum. Mutfaktaki masanın başındaki sandalyeye oturdum. Çatalımı tabağa daldırdım. Tam ağzıma atacaktım ki önce iyice kokladım. Hımmm... Miss! Hemen ağzıma attım... Heyy! Nefis!.. Biliyoruz ki yaşam sonsuz değil. Ölümlüyüz hepimiz. Bir gün her şey sona erecek. Kitabın adı gibi bu durum bizim en büyük çaresizliğimiz elbet... İşte bu çaresizlik içinde filmler ve kitaplar bir illüzyon geçirirler. Hayatı eşsiz kılmayı becerirler. Barış Bıçakçı'nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı romanından öğrenerek pişirdiğim yemeği az önce yedim ya... Bir kez daha anlamıştım... Hayatta bütün tatlar ekşi ya da acı değildi. Hayat tekrarlanan küçük keyiflerin bileşkesiydi.  Hayat "Yemek güzel olmuş mu?" sorusunun şahaneliğiydi...  Ya da "Eline sağlık" demenin harikuladeliği... Hayatın rutuninde  farkına pek varamadığımız, masada geçirilen saatlerin o muhteşem güzelliğiydi sanki. Lezzetli bir yemek yemenin o tarifsiz hazzıydı belki...  Ve sonuncusu ama en önemlisi... Yemek üstüne ne düşünülür  bilmem ama... Sadece kahvaltının değil yemek pişirmenin ve yemenin mutlulukla  kesinlikle bir ilgisi olmalı.



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 10 Ekim, 2012, 23:24:11

Mesele Esir Düşmekte Değil, Teslim Olmamakta Bütün Mesele.

(http://1.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TReIVYv6g0I/AAAAAAAAJtQ/YgGzuhXsH_4/s200/attila%252Bilhan.jpg)

Attila İlhan'ın hayatına dair yazılar okuyorum. 1925'te bürokrat bir babanın oğlu olarak Menemen'de doğan şair, ilk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ile Anadolu'nun çeşitli yerlerinde tamamlamamış. Bak şimdi, şurası çok ilginç... Attila İlhan, İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıftayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirlerinin yakalanması üzerine  tutuklanmış ve iki ay hapiste yatmış. 1941 yılında, 16 yaşındayken, kız arkadaşına yazdığı bir mektupta, Nazım Hikmet şiiri yazdığı için, Attila İlhan'ı sadece hapise atmaları yetmemiş, ayrıca eline Türkiye'nin hiç bir yerinde okula gidemeyeceğine dair bir belge vermişler. Ne vicdansızlık!.. Bu sebeple üç yıl eğitimine ara vermek zorunda kalmış düşünebiliyor musun? Ancak 1944 yılında Danıştay kararıyla okuma hakkını tekrar kazanmış. Eğitimine izin çıkınca, İstanbul Işık Lisesi'ne kaydolmuş. Sonra İstanbul Üniversitesi  Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş.

(http://4.bp.blogspot.com/-hU4sTLJ1KoI/UHMg2aye_NI/AAAAAAAATSc/x1OevXcFxJI/s320/aa.jpg)

Bu kez, 16 yaşında hapis yatıp, eğitimden men edilen Attila İlhan'ın kız arkadaşına şiirlerini yazdığı yasaklı şair Nazım Hikmet, 1940'lı yıllarda acaba neredeydi diye merak ettim. Yazdığı şiirler ve kitaplar sebebiyle, çeşitli davalardan 34 yıl hapis cezasına çarptırılan, 13 yılı aralıksız toplam 16 yılını Türkiye'nin dört bir yanındaki ceza evinde geçiren Nazım Hikmet, Attila İlhan'ın hapis yatıp, eğitimden men edildiği yıllarda Bursa Cezaevi'ndeymiş.  Ve  oda arkadaşı  kimmiş biliyor musun? Niğde'de askerliğini yaparken, "Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumak", "yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik" suçundan 5 yıl hapis cezasına çarptırılan Orhan Kemal'miş. Hayat ne acayip!  Bir insanın hayatında yeniden üretilmesi, parayla satın alınması, yerine konulması mümkün olmayan en kıymetli  şey, zaman değil midir? Feci hallere misaller silsilesi! Orhan Kemal  önceleri şiirler yazarmış. Hapishanede Nazım Hikmet'in yönlendirmesiyle ve eğitimiyle öykü yazmaya başlamış. Meğer memleketimin en büyük iki usta edebiyatçısının, Attila İlhan ile Orhan Kemal'in hayatında, Nazım Hikmet'in ne mühim bir yeri varmış.  Onları gereksiz mahkûm edenleri, zamanlarını zalimce çalanları şiddetle kınamamız gerektiğine inanıyorum. Attila İlhan, Orhan Kemal... Ve elbette Nazım Hikmet... Unutulmadılar.  Ve asla unutulmayacaklarını çok iyi biliyorum.

Of, şimdi yazacaklarımdan inan utanıyorum. "Bu kadar zalimliğin arkasından bu yazdığın iş mi?" diyebilirsin belki... Bak şimdi... Acaba Attila İlhan  mektubunda,  Nazım Hikmet'in hangi şiirlerini o kıza yazmıştı? Ve  Attila İlhan'ın mektubunda  Nazım Hikmet şiirlerini  yazdığı kız kimdi? O kız... Şeey...  Acaba... Attila İlhan'ın başına gelenleri öğrendi mi? Çok merak ediyorum. Ne yapayım yani? İnsan aklına üşüşen düşüncelere yasak koyamıyor ki! Hem  yukarıdaki hayatlarda öğrendik ya... Yasak çok feci bir şey öyle değil mi?

(http://2.bp.blogspot.com/-Ye2hBPm_HbM/UHMksuRwHuI/AAAAAAAATTI/P0PaxQQo5MY/s320/suleymaniye-turk-halkinin-dehasidir-1711101200_l.jpg)

NOT: Başlık Nazım Hikmet'in bir dizesidir.


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 11 Ekim, 2012, 12:46:33
  Hem Burhaniye Atatürk İlkokulu'ndan hem de İzmir Atatürk Lisesi'nden okuldaşım oluyor büyük usta (gerçi ikisinde de kısa süre kalmış) , ve pek tabii ki bundan ,neden olduğunu bilmesem de , gurur duyuyorum. Ama işin okulla pek alakası yok , şiirlerini çok sevmeme rağmen, ömrü hayatımda hiç şiir yazmadığımı gururla söyleyebilirim.  Zor durumlarda Attila İlhan'a Mecburum :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 08 Ocak, 2013, 23:58:48
Nereye yazacağımı bilemedim. Buradan sormaya karar verdim.

Bir vakitler  Filibeli Ahmet Hilmi'nin A'mak -ı Hayal'ini okumuştum.
Sonra kimbilir kaç kere sayfalarında dolandım.
O kitabı sahiden çok severim. Hayal Kahvem'e bir yazı hazırlarken, A'mak ı Hayal'in
çizgi romanla anlatılacağını ve  Cem Uygun'un  çizmeye başladığını öğrenmiştim. 
Bazı çizimlerine sanal ortamda denk gelmiştim. Büyüleyiciydi. İşte aşağıdakiler gibi...
Bence bazı dizeler, bazı cümleleri gibi, bazı çizimler de  SWAACK  eder insanın yüreğine değer.
İşte bu çizimler, aynı öykünün kahramanı Raci gibi sarhoş edici  gelmişti.

Son günlerde, neden bilmiyorum, durup dururken  Cem Uygun'un bu  çizimleri aklıma geliyor.
Çizimler aklıma gelince, Amak ı Hayal'in, hayalle  sahici arasında gidip gelen ve  usulca yüreğe tesir eden öyküsünü düşünüyorum.
Tamam... Karar verdim, kitabı tekrar okuyacağım. Raci ile Aynalı Baba muhabbetlerini özlemişim.
Ve fakat ya Cem Uygun çizimleri... Cem Uygun kimdir bilmem? Ama bir bilen varsa söyler mi,
Cem Uygun A'mak - Hayal'i çizerek anlatmayı bitirdi mi?

(http://www.hayalleme.com/wp-content/uploads/cizgi_ist1.jpg)

(http://www.google.com.tr/url?source=imglanding&ct=img&q=http://www.dunyabizim.com/images/news/7830.jpg&sa=X&ei=b5fsUO2QNpKRhQeUsIGwAg&ved=0CAwQ8wc&usg=AFQjCNFDtLxGRQ5b52V0Wyw_hvSCowRUjg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 09 Ocak, 2013, 10:02:46
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 08 Ocak, 2013, 23:58:48
Cem Uygun A'mak - Hayal'i çizerek anlatmayı bitirdi mi?

Çizimler ve renklendirme çok güzelmiş.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Ocak, 2013, 22:38:39
(http://3.bp.blogspot.com/-cNmU4IYxJSs/UQftfGrwFII/AAAAAAAAXUs/gpajFjUBXyk/s640/tumblr_li2azbja8I1qi3n3go1_500.jpg)

Tam iş günümün bitimindeydim. Bütün gün, harala gürele  hakiki dünyayla o denli haşır neşirdim ki,  hayal çarklarımı biraz daha çalıştırmazsam, eni konu pas tutacağına emindim.  Aklımdan geçince bu düşünce... Hey! Korktum ben!.. Hemen, bir hayal içine ruhumu firar etmeliydim hemen! Derhal iki elimle yanaklarımı avuçladım. Dirseklerimi masaya dayadım. Gözlerimi kapadım. Nanananooom... Bil bakalım ruhumu nereye yolladım? Gözlerimi açtım ki o ne? Aman Allahım... Zaman 1800'lü yıllarmış. Mekan ise neresi biliyor musun? O devirlerin Siyam Kralının sarayı! Yuf olsun bana! Ne işim olur benim o devirlerin Siyam Sarayında? Üstelik Kralın yanında! Nasıl şık giyinmişim anlatamam. Tam o anda... "Ya kral benimle dans etmek isterse?" tadında düşünceler fink atmasın mı aklımda? Aman diyeyim... Aman ha!

(http://3.bp.blogspot.com/-4nHLyyrQHFs/UQfthCjEtlI/AAAAAAAAXU4/IvimRuVzhJM/s640/Yul-Brynner-and-Deborah-Kerr-The-King-and-I-yul-brynner-17921338-1200-769.jpg)

Aptala malum olur haybeye dememişler. Sanırım benim gibileri düşünerek bu lakırtıyı etmişler.  Birden kral ayağa kalktı. Eee... Köyde yaşıyorum diye o kadar leydilik bilmiyorum zannetme... Kral ayağa kalkınca, tabiatıyla ben de ayağa kalktım. İnanmayacaksın ama hatta dizlerimi kırarak, kibarca reverans bile yaptım. Yooo... Öyle gülümsediğime bakma.  "Ayvayı yedim şimdi," diyordum kendi kendime.  Söyler misin ne yapacaktım şimdi ben? Korkudan titriyordum yeminle...

(http://3.bp.blogspot.com/-bZ7PmQPVueE/UQftk8wO9JI/AAAAAAAAXVE/uWEwRdOGBIE/s640/images.jpg)

Ben var ya... Hayatta dans mans bilmem. Haydi üç ayak oynayabilirim. Ya da deli horon belki. İyi de, Siyam Kralı'na nasıl söyleyebilirdim böyle bir şeyi? Haydi becerdim söyledim diyelim. Taaa 1800'lerin Siyam'ında nereden buldurabilirdim ki  kemençeyi? Korktuğum başıma geldi.  Kral belime doğru uzattı elini. En hükümdar sesiyle "Dans edeceğiz!" dedi. Önce ellerimi arkama gizledim. "Yooo! Yapamam!" diye aklımdan geçirdim.

(http://3.bp.blogspot.com/-E1kEalZVoro/UQftnYEdFXI/AAAAAAAAXVU/mma8QJhVE2w/s400/136233957448526423_1GeVszdw_b.jpg)

Du bi... Zagor'dan öğrenmiştim ya hani... Cuyagularla Abenakilerin savaş dansı... Ya da Mohawkların işkence dansı... Ne bileyim... Senecanların yağmur dansını yapabilirdim belki... Yoo... Ben sahiden deliyim. Bunları krala nasıl söyleyebilirim? Ben bu dansların figürlerini aklımdan geçirirken... Kral bir elini belime doladı. Diğer eliyle sol elimi tuttu.  Ben ayaklarıma dolanmasın diye, boş elimle eteklerimi toparladım. O ne? Ben... Ben... Siam Kralıyla dans etmeye başladım.

(http://4.bp.blogspot.com/-mt_i35ssL7o/UQftpJi5eYI/AAAAAAAAXVk/4AlsUomQMzs/s400/rodgersandhammerstein.jpg)

Fonda bir tango çalıyordu. Canım fena halde dans etmek, kimseciklere tangoyu bilmediğimi  belli etmemek istiyordu. O anda... Hafızamın bir çekmecesini araladım. "Bazı danslar bazı yaşları bekler" diye okuduğum bir yazıyı hatırladım. "Erkek kadına tuzaklar kurar. Kadın da o tuzaktan kurtulmaya çalışır. Tango budur!" diye hafızamın tozlu köşelerinde bişiler  kalmış. Nasıldı peki devamı diye zihnimi zorladım. "Birine, hiç yüzüne bakmadan bir şey diyebilmek için biraz ihtiyarlamalıdır insan. Tuzaklar oyununu sürdürebilme sabrı için biraz yaş almalıdır. Ayaklar, birbirine dolanmadan bir sabır oyununu devam ettirmek için kimi yollardan geçmiş olmalıdır. Bu kadar efendice kederlenmek, bir keder dansı yapmak için çalçene acılardan geçmiş olmalıdır. Bir şeyi çok isteyip de yapmamayı bilmek gerekir tangonun "olması" için.  Tango, istemek ve istediğini belli etmemek dansıdır biraz. Tango kalıcı olanların değil, hep gidecek olanların dansıdır.  Ele geçirilemeyenler arasında bir sessiz kavga...  Çok korkan belli etmeyen iki kişinin birbirine meydan okuyuşu... "Sevdim de vermediler" ağlaşması değil, "ben seni hiç sevmedim." yalanı. Kim önce dökülecek, kim önce teslim olacak sınanması."

(http://2.bp.blogspot.com/-JOG8tswJD4c/UQftp-TnFLI/AAAAAAAAXVo/LHGfnn4bp_8/s640/spin.jpg)

Bu dans bu yaşımı beklemiş olmalı. Kendimi dansın akışına bıraktım. Ayaklarımı birbirine dolandırmadan, dans etmek istediğimi ve de  gidici olduğumu belli etmeden,  eteklerimi savurmaya başladım. Vesaire... Vesaire... Vesaire...

Gözlerimi açtım ki o ne? Ofisteki odamdayım. Ya saray... Ya kral... Ya dans...  Kimse işitmesin diye usulca kıkırdadım. Dedim kendi kendime... Of ya, ben ne şaşkınım!


Bir tango... http://www.youtube.com/watch?v=KygJo-VS55U (http://www.youtube.com/watch?v=KygJo-VS55U)


NOT: İtalik cümleler Ece Temelkuran'ın yazısından alıntıdır.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Şubat, 2013, 20:03:21
Binlerce kasırga aşkına! Kimse okumuyor benim yazdıklarımı değil mi?

Şu yukarıdaki yazımda, koyulaştırarak yazdığım kızılderili kabilelerinin adında özellikle hata yapmıştım.
Bugüne kadar bekledim. Kimse düzeltmedi beni.

Sülalemin bütün bıyıklıları adına!
Bi daha  Altın Madalyon'a Edebiyat filan paralamam.  Olur mu böyle?  Karamba karambita! Pes ama! >:(   :-X  :(
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hennessy - 05 Şubat, 2013, 20:25:37
Sana saygıdan söylemedik diyeceğim yalanım ortaya çıkacak :) ama inan ben okuyarım yazılarını keyifle bilesin....
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kalidor - 05 Şubat, 2013, 20:28:44
Aman Hayal Kahvem olur mu severek takip ediyoruz yazılarınızı. Sizi bozmamak için düzeltmemişizdir ;) Altın Madalyon'un en farklı bölümü sizin özgün yazılarınız. Yazılarınız okurken sanki siz anlatıyorsunuz da bizler de dinliyormuşuz gibi bir hisse kapılıyorum. Bundan sonra pür dikkat okuyup bilerek veya bilmeyerek yaptığınız hataları bir bir ortaya koyacağım. Şimdiden söylüyorum ki sonradan sonra küsmek yok :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pearl jam - 05 Şubat, 2013, 20:48:24
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 08 Ocak, 2013, 23:58:48
Cem Uygun kimdir bilmem? Ama bir bilen varsa söyler mi,
Cem Uygun A'mak - Hayal'i çizerek anlatmayı bitirdi mi?

(http://www.hayalleme.com/wp-content/uploads/cizgi_ist1.jpg)

(http://www.google.com.tr/url?source=imglanding&ct=img&q=http://www.dunyabizim.com/images/news/7830.jpg&sa=X&ei=b5fsUO2QNpKRhQeUsIGwAg&ved=0CAwQ8wc&usg=AFQjCNFDtLxGRQ5b52V0Wyw_hvSCowRUjg)


Cem Uygun u ilk defa sizden duydum . Çizimleri çok güzelmiş merak ettim araştırdım biraz. şu söyleşiyi buldum : http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=1956
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Şubat, 2013, 21:38:06
(http://2.bp.blogspot.com/-LQb1-hYzC-k/URDr3HyPUQI/AAAAAAAAXvs/YWnvV19IWr4/s1600/if-istanbul.jpg)

"...  Ama hepiniz, hepiniz...
Hepiniz geçim derdinde.
Bir ben miyim keyif ehli, içinizde?
....."
Orhan Veli Kanık

İstanbul'da film festivalleri vakti geldi mi, yüreğim bir kuş kanadı gibi nasıl pırpırlanır anlatamam. İşte buyrun! Dün !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali bilet satışları başladı bile... Bu festival 12 yıldır İstanbul, Ankara ve İzmir'de yapılıyormuş.  Ben son dört yıldır İstanbul Film Festivali, Filmekimi müdavimi oldum. Geçen yıl Suç ve Ceza Filmleri Festivali'ni de ucundan yakalamıştım. Bu yıl ilk kez !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali izleyicisi olacağım. Haftaya iş durumuma göre bir günü  kendim için belirledim. Dört gün ofiste çok çalışacağım. Bir gün ise, bir sinema salonundan  diğerine koşturacağım. Yaşasın!.. O gün bahtıma denk gelen filmlerden dördü için biletlerimi  satın aldım bile... Kısmetse, köyümden kalkıp İstanbul'a gideceğim. Önce Emek Sineması'nın ıssız sokağına dalacağım. Demir parmaklıklarına hüzünlü bir selam çakacağım. Emek Sineması'nın bir sonraki film festivalinde açılabilme ihtimaliyle umutlanacağım. Film aralarında Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki salaş kahvelerinde oturup, kız belli bardakta çay içip simit yiyeceğim. Hep insanları seyredeceğim. İçlerinden birinin okuduğum bir roman kahramanı olduğunu farzedeceğim. Herşeyin iyi ve güzel yanını göreceğim. Sinema yoluyla dünyayı dolaşacağım. Aynı bir film gibi bir gün yaşamımın  da sona erecek olacağını yeniden algılayacağım. Sanatın ve sanatçının yanında hiçliğimi farkedeceğim. İnsan duygularının müşterekliğini sezeceğim. Sevginin varlığının  en şifalı şurup olduğunu hissedeceğim. Sinema gene hayatı eşsiz hissettirecek bana...  Küçük sevinçlerin içimde uyandırdığı koskocaman  haz duygusuyla köyüme döneceğim. Eskaza biri o gün "Bu dünyanın en güzel, en mutlu, en zengin kişisi  kim?" diye sorarsa bana...  Elbette burnumu havaya dikip "Ben!" diyeceğim!

Keşke biletler daha ucuz olaydı da, ikinci hafta da bir günümü ayırabilseydim !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali'ne... Du bakalım... Önce hayal edeyim... Nasıl denir? Hayal et, olur elbet:)

(http://www.tramvayduragi.com/blog/wp-content/uploads/ifistanbul12-678x1024.jpg)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hennessy - 05 Şubat, 2013, 21:43:26
Sevgili Hayal Kahvem tavsiye edeceğiniz bir film varmı bu festivalden? Ayrıca siz kızıyorsunuz bende kızayım şiirlerime bakmadınız yorum nerde?

(http://1.bp.blogspot.com/-XWibG70U5n4/TgXHs9VShQI/AAAAAAAAAsQ/5DPMYxAutMA/s240/zagor%2Bkitap%2Bokuyor_zagorun%2Bs%25C3%25B6z%25C3%25BC%2Bbu%2Bcopy3.gif)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Şubat, 2013, 21:44:59
Karamba Karambita Hennessy
Hangi şiirler? Yoo.. Görmedim yeminle!  :'(
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Şubat, 2013, 21:46:49
Pearl Jam, Cem Uygun'un çizimleri enfes değil mi? Hele A'mak-ı Hayal'i okuyan biri için büyüleyici... Keşke çizse.  ???
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hennessy - 05 Şubat, 2013, 21:48:17
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 05 Şubat, 2013, 21:44:59
Karamba Karambita Hennessy
Hangi şiirler? Yoo.. Görmedim yeminle!  :'(

Yorum bile yapmıştınız :)

http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,2945.msg76804.html#msg76804
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Şubat, 2013, 21:48:43
Kalidor,
Alıntı YapAman Hayal Kahvem olur mu severek takip ediyoruz yazılarınızı. Sizi bozmamak için düzeltmemişizdir 

Yok, bozulmam... Bulun bakalım hata nerde? 8)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: darkwood - 05 Şubat, 2013, 21:56:58
Cem Uygun'u "Uçurum Kenarı" diye bir çizgi hikayeside vardı.
Çizdiği bir çizgiromanınıda görmek isterim doğrusu.

Hayal Kahvem yazdıklarınızı zevkle okuyoruz, güzel paylaşımlara devam.  ;)

(http://img43.imageshack.us/img43/4242/cemuyguncrop.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Şubat, 2013, 21:59:12
Darkwood nerede çıkmıştı bu hikayesi acaba? Bulabilsem keşke.  ???
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Spider-Sense - 01 Mart, 2013, 15:21:58
Hulk geçirdiği mutasyon sonra müthiş bir acı geçirerek Banner'e dönüşür ve bu Banner olduğundan çok daha farklıdır daha akıllı daha kindar daha bencil. Ve Iron Man'e sinirlendiğinde Hulk'a dönüşür ama bu Hulk Banner'ın içinde ki kötü zeka ve kini sağlayan şeydir. İçinde ki Hulk'u öldürmüştür.(Biz öyle sanıyoruz.) hedefi dünya değil evrenin hükümdarı olmaktır ma Banner bunu etkiler Bannerden ayrılmak için kurduğu makineyle Hulkdan ayrılır. Banner ise hala onun içindedir. Hulk Banner'in hafızası ve beynine sahip olmuştur. Bannerde Hulk'un. Banneri kurtarmak ister Hulk ama o arada Genius Hulku durdurmalı çünkü bu herif dünyayı Tüm villians ve superherolardan arındırmaya çalışıyor. Sırada ki hedefi Uatu the Watcher...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Mayıs, 2013, 16:37:48
(http://1.bp.blogspot.com/-bBl0nw9eqKc/UZtoYPR1yXI/AAAAAAAAaVc/ItvsO7CEd3M/s640/s%C3%BCperman&lois+lane+%C3%A7izim+ibrahim+mustafa.jpg)

Herkes  beni sigortacı biliyor.

Tamam ama...

"İnsan bu alemde hayal ettiği müddetçe yaşar"

diyen şair sözüne yürekten inanıyorum.

Tam iş yaparken ofiste,

Hooop...

Hayallere dalıveriyorum.

Misal...

Şu anda herkes beni ofiste biliyor.

Ben ise...

Daily Planet gazete binasının şirket logosunun P harfi üzerinde

Süperman'leyim.

Adım  Lois Lane.

Ben hayallerimi okuyorum,

Süperman mutlu mutlu dinliyor:)

Gerçekten!

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Ağustos, 2013, 10:45:39
(http://1.bp.blogspot.com/-YyomROMOaGQ/UgxkJHLbW5I/AAAAAAAAbBM/8B2FC2KN3Mo/s320/New_Yorker_Butterflies_main_large.jpg)

Arabamın camında yüzümü gördüğüm anda kalakaldım.  Başımda her zaman ki gibi şapka vardı.  Yanaklarım pancar gibi kızarmış, suratımdan şıpır şıpır terler akmaktaydı. Neydi bu halim? Ben... İnanamıyorum. Arabamı evin kapısının önüne çekmiş, içini elektrik süpürgesiyle süpürmekteydim. Yooo. Tamam. En son arabamı iç dış temizlettiğimde, adam kallavi bir para istemişti. Gözlerimi pörtletip "Sahi mi?" diye bağırdığımı bugün gibi hatırlıyordum. Adam büyük bir pişkinlikle "Sahi!" demişti, elimdeki parayı almış, sırtını dönüp işine devam etmişti. Donakalmıştım.  İçimden sunturlu bir cümle sarfetmiş, adamın arkasından ise "insaf!" diye seslenmiştim.

Elim kolum armut mu topluyordu kuzum benim? Arabamı neden kendim yıkamıyordum ki? Verdiğim para fena halde içime oturmuştu ya, "arabamı artık kendim yıkayıp temizleyeceğim" diye tüm gün Arap bacılar gibi söylenmiştim. Akabinde, o günkü kazığı unuttum gitti tabii... İyi ama şimdi ne yapıyordum peki? Bütün gün evde, ofiste çalış babam çalışıyordum. Akşam eve döndüğümde de... Artık kaç ara kabloyu birbirine bağlayıp, elektrik süpürgesini taktıysam... Resmen arabamın içini elektrik süpürgesiyle süpürüyordum. Tamam üzerine afiyet azbuçuk cimriliğimle şöhret sahibiyimdir ama... Yooo... "Yuf!" derler bu kadarına! Arabanı da kendin temizleyip yıkama yani, öyle değil mi? Pes! Pes vallahi!

(http://3.bp.blogspot.com/-BMWUC-jZlns/UgxhCoOh6TI/AAAAAAAAbA0/iJVq0bwoeHE/s320/phpThumb_generated_thumbnail.jpeg)

İşte o anda  İktisat profösörü Şiir Erkök Yılmaz'ın Homo Ekonomicus adlı öyküsünün kahramanı Bay X aklıma geldi. Bay X aklıma gelince, elektrik süpürgesinin borusunu yere fırlattım. Kendimi arabamın şöför koltuğuna attım. İki ellerimle yanaklarımı avuçladım. Korkuyla dikiz aynasına baktım. Allahım ben Homo Ekonomicus'un kadın versiyorununa dönüşüyordum yoksa? Hatırladın değil mi? Bay X homo ekonomicus'un tekiydi. Elini yüzünü yıkarken sabun kullanmazdı sözgelimi... Nedeni basitti. Hesaplamıştı. Yüzüne harcayacağı bir birimlik sabunun  marjinal faydası, erken kirlenmeye uğrayacak havlulara harcanan  bir birimlik sabunun marjinal faydasından düşüktü. Sonraa... Dişlerini macunsuz fırçalardı. Çünkü yaptığı hesaplara göre, ömür boyu diş macununa yatıracağı para, dişlerinin amortismanı için gereken parayı geçmekteydi. Günlük yemeklerini, o günün performansındaki zahmet katsayısına göre seçerdi. Evleneceği kadını seçerken de aynı özeni göstermişti. -Burada anlatmak istemiyorum. Öykü illa okunmalıdır. Sahiden ibretliktir.-  Ayrıca Bay X, faktör alışkanlığı yüksek bir emekçi bir seyyar köfteciydi. Bisikletinin arkasına bağladığı arabaya küçük kızını yerleştirip, yavrunun önüne kıymaları sürüyor, böylece çocuğun karıştırma ve mıncıklama yeteneğini  gayet üretken bir alana yatırmış oluyordu... Falan... Filan...

Anlaşılan odur ki,  gün be gün Homo Ekonomicus olma yolunda ilerlemekteydim. Tanrı bilir, yarın öbür gün, en ucuza basanını bulduğum gazeteye kendi ölüm duyurumu kendi ellerimle verebilirdim. Sonra aynı Bay X gibi, içinde soğutma aygıtı olan, camdan  bir tabut edinirdim belki...  Şu devingen yaşamda bir durağan  denge tutturmak niyetiyle, tabutun içine girip ölü numarası yaparken uyuyakalabilirdim de, benim varlığım insanlara düzeni anımsatabilir, rasyonel davranmayı öğretebilirdi bu durumda tabii. Düşünsene, ben hep yaşayabilirdim aralarında hiç bozulmamış kalıbımla... Soğutma aygıtlı tabutumun elektrik masrafına gelince, yaşasaydım daha fazla masrafım olmayacak mıydı, pöh, yaşadığımı varsaysınlardı mesela... Önce gazetedeki ilanı, sonra tabuttaki kıpırtısız halimi gören yakınlarım... Bir yaygara bir bağırış derken... Kabullenirlerdi elbette öldüğümü... Önce bizim şehirden, sonra memleketin pek çok yerinden insanlar, cam tabutun içindeki beni görmeye akın ederlerdi. Gece kimsecikler yokken tuvalete ve mutfağa gidebilirdim. Eskaza beni ayakta gören biri, yatır olduğuma hükmedebilir, halimi cümle aleme duyurabilirdi tabii... O günden sonra evim türbeye dönüşebilirdi sözgelimi!

Yok artık!

Sana bir şey söyleyeyim mi, bütün bunlar belki an içinde aklımdan geçti. Sadece cimrilikte değil, hayalcilikte ve abartmakta da şöhret sahibiyimdir. Görüyorsun işte... Gene veri koşullarda, veri fiyatlar ve veri getirilerle riskleri minimize edip belirsizlikleri tutarlılığa dönüştüreceğime, hayallerimde abartma sanatı icra etmekteydim. Ne vardı yani? Yılardır bana hizmette kusur etmeyen, emektar arabamın koltuğunu sevgiyle okşadım. Canım istediğinde,  elbette arabamı kendim temizleyip yıkayacaktım. Ayrıca anlamıştım ki araba yıkamak sahiden eğlenceli bir işti. Dikiz aynasına usulca baktım. Kendimdim. Homo Ekonomicus olsa, sevinmek gibi verimsiz bulacağı bir davranışı sergilemezdi. Ben sevindim.

Homo Ekonomicus değil, Homo Romaticus olmaya karar verdim. Arabamın radyosunun düğmesine bastım. Pinhani en sevdiğim şarkısını söylüyordu. "Asla vazgeçmeee... Kalkıp da pencerenden bir baakk. Güneş açmış mı? Yağmur düşmüş mü? Dön bak dünyayaaa!"  Hafıza ne tuhaf bir kutuydu. Yoo... En tuhafı bendim tabii... Araba yıkamak bu kadar abartılacak bir şey miydi? Kendimi olduğum gibi kabul ettim. Şarkıya eşlik ederek arabamı temizlemeye devam ettim.

https://www.youtube.com/watch?v=c2BhmICRB9E&feature=player_embedded (https://www.youtube.com/watch?v=c2BhmICRB9E&feature=player_embedded)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 15 Ağustos, 2013, 12:02:18

Karamba.Homo Romanticus ha!Tuttum bunu.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 15 Ağustos, 2013, 13:43:16
  süper bir tanıtım olmuş bu arada , kitabı bir dahaki alışverişte hemen alıyorum, teşekkürler
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: havsar - 15 Ağustos, 2013, 13:48:32
Şiir yılmaz üniversiteden hocamdır. Bir keresinde dersten atmıştı beni :)
Öykü kitabı olduğunu biliyordum ama almamıştım. Bir ara alıyım bari.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 15 Ağustos, 2013, 14:15:03
Çok güzel bir yazı olmuş Hayal Kahvem.

Tebrik ediyorum ve başarılarınızın devamını diliyorum.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 20 Ağustos, 2013, 07:35:43
Homo yazarus olun artık, biz alır, keyifle okuruz...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Eylül, 2013, 21:36:22
(http://3.bp.blogspot.com/-KU7qpn5n6AI/UjSbmYDhCNI/AAAAAAAAbT4/nKiioRjezwI/s400/IMG_5742.JPG)

Buzdolabının kapısını araladığımda, patlıcan tek başına domateslerin üstünde yan gelmiş yatıyordu.  Şaştım kaldım. Çevrendeki birbirinden güzel kırmızı yanaklı domateslere, bi işmar et, bi yan gözle bak, bi pas ver di mi? Ne bileyim, bir ima... Bi iltifat... Nerdeee? O nasıl afilli tavır, o nasıl havalı çalım anlatamam. Yok artık!.. Kafam bi attı... Sen kimsin abicim, diye seslendim. Şu memleketin erkeklerinden kızlara hep mi tafra ya! Pes vallahi, dedim.  Tamam, A,C,B vitaminleri ile kalsiyum, fosfor, demir minarelleri olan bir sebzesin.  Sözüm ona, sinirleri yatıştırır, tansiyonu düşürür, kalp çarpıntısını giderirsin. Kandaki kolestrol seviyesini düşürür, damar tıkanıklığına iyi gelir, karaciğerin ve pankreasın çalışmasını düzenlersin. Böbrek ağrılarını ve yanmasını azaltırsın. Kilo vermeye yardımcı olursun. İyi de abicim, dünya alem biliyor, fena halde acısın işte... Haybeye mi tuzlu suda bekleterek acılığın gideriliyor söylesene? İmamlar bayılıyor vaziyetine, karnın boydan boya yarılıyor hünkar beğensin diye... Eeee...

Şu domatesler var ya...  Herbiri safın önde gideni.  Şööle havalı havalı dursalar var ya, o parlak ciltleri, bıngıl bıngıl endamlarıyla  Playboy'a kapak kızı olurlar vallahi.  Cazibelerinin kırıntısını farkedemiyorlar ki...  Onun yerine, dolaptaki tek patlıcana bi göz süzmeler, bi iç çekmeler... Yooo... Yok artık! Biz kadınlar ne zaman akıllanacağız ya! İlk çağları aklına getirsene... Taş devrinde erkek ava gidermiş. Döndüğünde o ne? Kadının karnı şişmiş. Tekrar ava yolculuk... Döndüğünde kadın bağır bağır bağırıyor. Erkek gözlerini pörtletmiş bakıyor. Niye? Çünkü kadının içinden bir canlı çıkıyor. Vay canına sayın seyirciler? Erkek kadını ilah gibi görürmüş o devirlerde. Taş devrindeki ilahe kadınlardan günümüzün çaresiz kadınlarına nasıl ve ne zaman dönüştük? Baksana hemcinsimiz sebzeler bile aynı vaziyette. Domateslere göz attım. Hani tv dizisi var ya... Umutsuz ev kadınları. Yeminle herbiri aynen öyle göründüler gözüme.

Hal böyleyken böyleydi işte. Patlıcanı kaptığım gibi alaca bulaca soydum. O yanık teni bi gitsin hele... Efendime söyleyeyim, karnını yardım kazma ilen bel ilen, yüzünü yırttım tırnak ilen el ilen türküsünü çığıra çığıraaa... Sonra ne mi yaptım? İşte şu yukarıdaki yemeği... Çok açım. Şu tabağı bi silip süpüreyim...  Neler olup bittiğini anlatırım elbette:)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Eylül, 2013, 21:16:34
(http://3.bp.blogspot.com/-5_a356xd0hk/Ty6kpDsDUdI/AAAAAAAANTw/FJ1JdQWQMqE/s640/metin+oktay.jpg)

"Metin'in attığı gollerin neredeyse hiçbiri sıradan değildi.
Hepsinin bir başkalığı, ayrı bir güzelliği olurdu.
"Gol goldür"  deyip geçmezdik o yıllarda.
Bizim için ancak güzel golün,
Metin'in attığı gollere benzer gollerin bir anlamı vardı."

Ülkü Tamer - Yaşamak Hatırlamaktır.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hennessy - 17 Eylül, 2013, 21:24:37
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 17 Eylül, 2013, 21:16:34
(http://3.bp.blogspot.com/-5_a356xd0hk/Ty6kpDsDUdI/AAAAAAAANTw/FJ1JdQWQMqE/s640/metin+oktay.jpg)

"Metin'in attığı gollerin neredeyse hiçbiri sıradan değildi.
Hepsinin bir başkalığı, ayrı bir güzelliği olurdu.
"Gol goldür"  deyip geçmezdik o yıllarda.
Bizim için ancak güzel golün,
Metin'in attığı gollere benzer gollerin bir anlamı vardı."

Ülkü Tamer - Yaşamak Hatırlamaktır.

Ellerinize sağlık güzel sözler ile taçsız kralımızı andığınız için. Rahmetli babamdan dinlediğim iki yıldızdan biri idi diğeri lefter........
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Ekim, 2013, 10:48:23
(http://2.bp.blogspot.com/-7kpdXatPmc0/Ul8qQ_zZrvI/AAAAAAAAbf0/2AN_PVJOFu0/s640/tumblr_m7qqn28A911qg9ndmo3_250.gif)


"Gel bu akşam misafirim ol. İki şiir atalım. Ben de ayıptır söylemesi klarnetle bir hicaz geçerim. Ah!.. Vapurlar iskeleye yanaşıp kalkar. Bööyle motör sesleri dinleyelim. Balıklar ağlarken bir of ülen offf çekelim."

İster inan ister inanma... Hiç duraksamadan... Ve takır takır... Bu Sadri Alışık lezzetinde lakırtıları eden bendim. Yooo... Bakma böyle yazdığıma. Misal seninle karşı karşıya gelsek var ya... İki lafı bir hizaya getiremeyeceğim gibi, mahcubiyetimden ya dilim tutulur ya da kekeleyebilirim.  Esasında öyle heyecanlı ve utangaç bir bünyeye sahibim.

İyi de, neler diyordum ben Allahaşkına? Asıl mühimi kime söylüyordum? Gözlerimi kocaman kocaman pörtlettim. Bu lakırtıları sarfettiğim, karşımda duran adamın suratına iyice dikkat ettim.  Aaa! Jonh Travolta değil mi? Evet, oydu. Pekiii... Koskoca John Travolta'nın bizim kuş konmaz kervan geçmez köyde işi neydi? Şaşkınlığımı çaktırmamaya gayret ederek, göz ucuyla bir bakış daha sarkıttım. Evet, tıpkısıydı inan ki.  Güya tanışıyormuşuk. Hem de bir sahnenin ortasındaymışık. Güya misafirliğe davet ediyormuşum. Yok artık... Nasıl denir? Yeşilmişik. Sazmışık. Yuf, dedim kendi kendime... Yuf, yani...  Hayal etmenin de bir endamı bir ölçüsü olur öyle değil mi? Tam o anda şahane bir şarkı çalmaya, John Travolta zannettiğim karşımdaki adam ise dizlerini kırıp, ayak parmaklarını yere sürterek dans etmeye başladı.  Hoppalaa!.. Öylece kalakaldım valla...

Bi dakka ya... Yüzlerce film seyretmiştim. Ne var yani? Rollerin hasını ezbere bilirim. Hem sonraa... Hayat bir sahne demezler miydi? Demek ki gene kendi kendime oynadığım oyunlardan birinin baş rolündeydim. Hal böyleyse, elbette bazı filmlerde gördüğüm, o cafcaflı kıptiyoz dümbeleklerin koftiden rol kesmeleri gibi hareket etmeyecektim.  Madem hayat bir sahneydi. Madem John Travolta'yı karşımda hayal etmiştim. Mahcubiyetimi ağlama dolabıma kilitleyebilir, şakkadanak yerli yerinde rol kesecek bir sinema oyuncusu vaziyeti  alabilirdim.

Hiiç utanmadım. Ayakkabılarımı çıkardım. Öncee... Bayram olsun her yer, diye bağırdım... Sooonraaa.... John Travolta gibi asla değil...  Bobby gibi değil... Cliff gibi de değil... Elvis gibi hiiç değil...  Abidik gubidik tivist tivist... Lap lup laba luba tivist tivist, tadında... Tamıtamına Öztürk Serengil manzarasında... Ellerimi ayaklarımı sallaya sallaya twist yapmaya başladım.

(http://4.bp.blogspot.com/-AmH2OUrid_w/Ul-XS5zo7tI/AAAAAAAAbgE/Iit3mbNUFT8/s320/hqdefault.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 17 Ekim, 2013, 22:36:03
 Bu plağı kaç yıldır ararım ,bulamam , bulsam çok pahalı olur falan , neyse belki bir gün
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: nejat hüseyin özal - 18 Ekim, 2013, 10:36:12
Rahmetli Metin Oktay'ın Galatasaray'da oynadığı yıllarda ben ilkokula gidiyordum. O yıllarda film de çevirmişti. Taçsız Kral isimli film şimdi zaman zaman televizyon kanallarında gösteriliyor. Ben o filmi sinemada seyretmiştim ve çok sevmiştim. Yakın bir akrabam, tanıdığı bir kişi aracılığıyla o filmin afişini ve lobi kartlarını bulmuş ve benim için almıştı. Bunları bana hediye etmişti. Ben de yatağımın başucundaki ahşap duvara bunları raptiyelemiştim. Aman Allahım ne keyifti... Ama kıymetini bilemedim ve o belgeleri saklamadım... Şimdi hatırladıkça "Ah eşşek kafa!" diyorum kendi kendime. Hadi ben çocuktum, hiç olmazsa annemin ya da babamın kıymet bilip, bilinçli davranıp onları saklamaları lazımdı. Ama gitti işte... Şimdi yukarıda değerli üyenin paylaştığı Metin Oktay fotoğrafını görünce bunlar aklıma geldi. Elinize sağlık çok teşekkürler...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Ekim, 2013, 22:22:32
(http://4.bp.blogspot.com/-Ywfvg7y3VY4/UmK2EvYNk2I/AAAAAAAAbiA/4FhpQnNoI5U/s640/bayram1.jpg)

Analar bu çocukları nasıl güldürüyorsunuz
Nasıl yaz gökleri gibi böyle
Durgun sular iyi çağlar gibi
Kulaklarına neler fısıldıyorsunuz
Ne öğütler veriyorsunuz
Analar bu çocukları nasıl güldürüyorsunuz
[/b]

(http://1.bp.blogspot.com/-wUjw0JVDiYA/UmK4x1HiS8I/AAAAAAAAbiI/abpALvuXmcs/s640/2.jpg)
(http://4.bp.blogspot.com/-oYgO0YWpnOc/UmK49aKF7hI/AAAAAAAAbiQ/2NOOud0OaFw/s640/598586_10151276065983400_1217827320_n.jpg)
(http://3.bp.blogspot.com/-Pl2s7QrxU0c/UmK5vCoVJlI/AAAAAAAAbic/_pedCDsxbQY/s640/488051_10151533537148400_140979256_n.jpg)

Bir çocuk koşuyor ardından çocuklar koşuyor biri daha koşuyor
Sarı at kuyruğu saçlar kırmızı kurdeleler benekli morlar
Bu etekleri nasıl biçiyorsunuz analar
Bu gömlekleri nasıl dikiyorsunuz
Analar bu çocukları nasıl giydiyorsunuz   



(http://3.bp.blogspot.com/-p5qVJ278avM/UmK54nHWuEI/AAAAAAAAbik/O8ISlqKCLIM/s640/530235_10151097384518400_357276669_n.jpg)
(http://3.bp.blogspot.com/-SJPLSe-lRjk/UmK56JorKTI/AAAAAAAAbis/Z8uuIAjQd4Q/s640/602327_10151241527418400_1212273019_n.jpg)
(http://4.bp.blogspot.com/-QoHG6HURe64/UmK57ugvrpI/AAAAAAAAbi0/GGgCbzhJNK8/s640/996627_10151872263478400_1502619723_n.jpg)
(http://1.bp.blogspot.com/-XZ-vEkvAynw/UmK7IRAzDUI/AAAAAAAAbjE/a83aWVYZvUE/s640/qqqq.jpg)
(http://1.bp.blogspot.com/-I6yKD9LpBhY/UmK7MF6E9mI/AAAAAAAAbjM/PRSK--aH17Q/s640/205142_10151267987653400_2035287172_n.jpg)
(http://1.bp.blogspot.com/-F12voXJcO9E/UmK59D_wVyI/AAAAAAAAbi8/KcDGeq-iTVo/s640/images.jpg)

Nasıl büyütüyorsunuz nasıl şaşıyorum şaşıyorum
O eti o sütü nerden buluyorsunuz
Memelerinizi gür tutuyorsunuz
Bir top şıçrıyor ardından bir çocuk bir çocuk daha
Gücümüze güçler katıyorsunuz
Analar utandırıyorsunuz
Çağı utandırıyorsunuz
Çağdaşı utandırıyorsunuz

Şiir / Arif Damar
Fotoğraflar / Ali Öz



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Ekim, 2013, 23:01:53
(http://3.bp.blogspot.com/-1umqaePISpQ/Uml9TeANKNI/AAAAAAAAbpw/0J85ngZA5JQ/s400/dmtfobpwjzfbbig.jpg)

Bugün ilk kez yüzyüze görüştüğüm müşterime, sigortaları hakkında ayrıntılı bilgi verip, poliçelerini teslim ettim.  Derken laf lafı açtı. Duvarında asılı film afişi sebebiyle, konu sinemaya geldi dayandı. Sazı bir o aldı bir ben... Son günlerde seyrettiğimiz filmlerden bahsettik. Birbirimize filmler tavsiye ettik. Ben İstanbul'daki Film Festivallerini ilgiyle takip etmeye çalıştığımı söyledim. O ise ne dedi biliyor musun? Beş sinemasever  arkadaşıyla her Çarşamba gecesi buluştuklarından, aynı gece arka arkaya birkaç film seyrettiklerinden söz etti. Nasıl hoşuma gitti  anlatamam.  Yeni tanıştık filan diye düşünmedim. Elimde değil,  sevincimi hiiç mi hiiç gizlemedim. Hatta mahcubiyet perdemi iyice araladım. Çocuk gibi ellerimi çırpıştırdım... "Heyy! Ne güzeel!" dedim.  Sonra kaşlarımı devirdim... En Küçük Emrah sesimle "Keşke ben de gelebilsem." deyiverdim.

Olur mu hiç? Erkek erkeğe film seyrediyorlar. Benim ne işim olacak aralarında öyle değil mi?  Güldü.  "Gelin tabii.  Ama biz vurdulu kırdılı film seviyoruz. Hanımlar böyle filmlerden pek hoşlanmaz." dedi.

(http://3.bp.blogspot.com/-inK8QRg0hak/Uml-KHZQ_8I/AAAAAAAAbp4/iPZDyqxMHHI/s400/Kara-Murat-Kara-%C5%9E%C3%B6valyeye-Kar%C5%9F%C4%B1.jpg)

Allahım, ben ne zaman iflah olacağım? Ne dedim bil bakalım? Hiç duraksamadan, "Aaa! Bayılırım ben!" dedim. Sonrasını görmeni isterdim. Çünkü o andan itibaren artık ben filmdim. Nasıl iştahlı iştahlı anlattığımı gözünde canlandırmanı rica ediyorum. Konuşmama şöyle başladım. "Çocukken oturduğumuz evin balkonu, bir  yazlık sinemanın bahçesine bakardı. Beyaz perde var ya, tamıtamına  bizim balkonun  karşısındaydı. Size bir şey söyleyeyim mi, Cüneyt Arkın'ın bu filmleri vardır ya..." Müşterimin yan duvarında asılı film afişini işaret ettim." Hani Malkoçoğlu, Battalgazi, Kara Murat filan..." Hah işte... Şimdi yazarken bile inanamıyorum kendime valla. Nanananooommm... Çünkü o andan sonra artık Cüneyt Arkın bendim.

(http://3.bp.blogspot.com/-DViezOV8lgU/Uml-NYiKG7I/AAAAAAAAbqE/07AtlSUpRJs/s400/yesilcamx_battal_gazinin_intikami_izle.jpg)

Bak şimdi... Misal, bir meşaleyle altı adam devirdiği sahnelerinden bahsediyorum tamam mı... Bu esnada masanın üzerindeki cetveli alıp havada sallıyorum. Efendime söyleyeyim diyelim,  kalenin o kooskocaa, yüksek mi yüksek, neredeyse elli metrelik surlarından  atlayarak kurtulur hani, diyorum. Utanıyorum yazarken valla... Bir koltuktan diğerine  hopluyorum. Son bir örnek daha vereceğim.  "Hatırladınız mı, kendisine atılan oklardan nasıl zıplayarak kurtulur." diyorum. Ve ayakta zıp zıp zıplıyorum. Fıçının içinde yuvarlanırken, ok atıp onlarca düşmanı vurduğunu nasıl anlattığımı şimdi yazmayayım. İyice vaziyetime acıyacağını tahmin ediyorum.

(http://1.bp.blogspot.com/-alGcJm4Mvho/Uml_jjrUDTI/AAAAAAAAbqI/rS2m0xWpsHI/s400/11498.jpg)

Doğrusunu söylemek gerekirse, uzun zamandır Cüneyt Arkın filmleri seyretmemiştim. Ben  bile bu kadar ayrıntıyı nasıl hatırladım hayret ettim. Du bi... Daha komikliğim bitmedi. O anda birdenbire Kara Murat'ın düşmanlarına yakalandığı bir sahne gözümde canlandı. Hangi filmdi acaba? dedim. Heyy!.. Kara Murat Kara Şövalyeye Karşı olmalı, diye devam ettim. Müşterim Kara Murat'mış, ben ise Kara Şövalye'mişim sanki tamam mı? Gözlerinin içine bakarak...

"Nayıır! Senin ölümün bu kadar kolay olmamalı. Önce ölümü özlemelisin. Beter acılarla kıvranmalı, seni öldürmem için yalvarmalısın." dedim. Sonraaa....

Sonra mı? Ne olacak? Sonrası iyilik güzellik:)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 03 Kasım, 2013, 21:28:51
(http://4.bp.blogspot.com/-cDP9BPuPPuc/Unag22joh7I/AAAAAAAAb8o/KZqJkeOFYSk/s640/thou+gild%2527st+the+even.jpg)

Şehre İnerim Bir Sinema Yağmura Çalar

"Yarayla alay eder yaralanmamış olan. 

Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederden.

Sen ondan çok daha parlaksın çünkü...

Sen, tüm göklerdeki yıldızlarının ilki, 

Sen aydınlatırsın geceyi..."

Yoo. Daha önce bilmiyordum Shakespeare'in bu şiirini... 

Başka Sinema'nın, sevinçle karşıladığım, günde en az üç bağımsız film gösterimi diye başlattığı filmler arasında Onur Ünlü'nün yazıp yönettiği Sen Aydınlatırsın Geceyi adlı film de vardı. Nedense bu filmi, ilk haberini okuduğum günden beri merak etmiştim. Seyredememiştim. Onur Ünlü bir şairdi. Gidiyorum Bu adlı incecik kitabı her daim gözümün önündeydi.

Haftanın son iş günüydü. Derin bir istek yüreğime gelip yerleşti. Dayanamadım.  İstanbul'a gittim.

İlk filmi kaçırdım. Kaçırdığım filmin Sen Aydınlatırsın Geceyi olmamasına sevindim. İkinci filmdi. Zamanını bekledim. Salon tıklım tıklım dolmuştu. En arka sıranın en kenar ucundaki koltuğa oturdum. Film başladı. Sen Aydınlatırsın Geceyi, baştan sona siyah beyaz görüntüsü ve fantastik kahramaylarıyla, adeta bir çizgi roman  lezzetindeydi.  Filmin müziğini daha önce hiç işitmemiştim. Büyüleyici geldi.

Yarı gölgeli bir kuytuda itinayla biriktiği için belki, efsunlu bazı cümleler hayatın beklenmedik bir anında çıkıverir ya insanın karşısına hani... İşte bu dizeler, bir şairin yazıp yönettiği siyah beyaz filmin  görüntüleri arasında ansızın karşıma çıkıverdi...

Nasıl anlatsam bilmiyorum? İşte tam bu sahnede... Cemal, Yasemin'e bu şiiri okurken...  Tam o an... Zamanı durdurdum. Görünmez oldum. Sinema yağmura çaldı. Yanaklarım ıslandı.

NOT- Başlık, Ah Muhsin Ünlü'nün, Hatırlat Da Haziran Sonlarında Çocukluğumu Yakalım adlı şiirinin bir dizesi.

(http://4.bp.blogspot.com/-xWgLAjuoxKY/UnVpBL0MxrI/AAAAAAAAb58/RLQb5P79KCY/s640/f4srf.gif)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Kasım, 2013, 12:24:07
(http://1.bp.blogspot.com/-QTLyg3GcAIw/Uni_2D8ImyI/AAAAAAAAb-Q/tHyRe38Vy5I/s400/cc.jpg)

yarın yapılacak işler

"hayatın anlamı aranacak,
meşgul çıksa da, yılınmayacak, tekrar ve tekrar aranacak, ödemeli"


  Cümleler- Metin Üstündağ /Denemeyenler
Film Karesi -  Jean Seberg / Serseri Aşıklar
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Kasım, 2013, 19:34:05
(http://3.bp.blogspot.com/-anp1Fa21_1w/UnkYvw_sDEI/AAAAAAAAb-o/LhjaZ2M8XfA/s400/V+per+Vendetta+-+01.jpg)

"Hatırla, 5 Kasım'ı hatırla..."


(http://2.bp.blogspot.com/-TPAxD-Ln_gA/UnkZGqclLWI/AAAAAAAAb-w/rVBBqU7jZwY/s400/aaaaaaaa.jpg)

  "Ya o adamı?"
"Ama, o kimdi gerçekte?"
"Neye benziyordu?"


(http://1.bp.blogspot.com/-PZkJWmmNG3U/UnkmBS-B6dI/AAAAAAAAb_A/sPhn-dZdX9A/s400/v_for_vendetta.jpg)

"Bize, fikirleri hatırlayın, dendi. Adamı değil.
Çünkü, bir adam başarısız olabilir, yakalanabilir, öldürülebilir veya unutulabilir.
Ama dört yüz yıl sonra bir fikir dünyayı değiştirebilir.
Fikirlerin gücüne bizzat şahit oldum.
Fikirler adına öldürülen  ve fikirleri savunurken ölen insanları gördüm.
Yalnızca, bir fikri öpemez, ona dokunamaz veya onu tutamazsınız.
Fikirler kan ağlamaz.
Acıyı hissetmezler.
Sevmezler.
Ve özlediğim bir fikir değil, bir adam.
5 Kasım'ı bana hatırlatan bir adam.
Asla unutmayacağım bir adam. "
Evey


(http://1.bp.blogspot.com/-jHN9dfoevXU/Unkmpp2mvII/AAAAAAAAb_I/WVE5guL8Reo/s400/v_for_vendetta.jpg)

" Bu maskenin altında bir yüz var, ancak benim değil.
Ne altındaki kaslardan daha 'ben'dir o yüz...
Ne de altındaki kemiklerden.
Bu maskenin altında etten daha fazlası var.
Bu maskenin altında bir fikir var!
Ve fikirler kurşun geçirmez. "
V


NOT- Yukarıdaki cümleler V For Vendetta'dan.
Her 5 Kasım'da illa seyrederim V For Vendetta'yı. Aşağıdaki ise  geçen sene yazdığım yazı... http://hayalkahvem.blogspot.com/2012/11/hatrla-5-kasm-hatrla.html (http://hayalkahvem.blogspot.com/2012/11/hatrla-5-kasm-hatrla.html)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: yunusmeyra - 05 Kasım, 2013, 22:04:40
5 kasım kutlu olsun
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kalidor - 06 Kasım, 2013, 08:03:04
Hayal Kahvem hatırlatmazsa unutmuşuz 5 Kasım'ı. 5 Kasım V günü kutlu olsun arkadaşlar  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 06 Kasım, 2013, 08:22:28
Alıntı yapılan: kalidor - 06 Kasım, 2013, 08:03:04
Hayal Kahvem hatırlatmazsa unutmuşuz 5 Kasım'ı. 5 Kasım V günü kutlu olsun arkadaşlar  :)

Hatırlaması çok kolay arkadaşlar.

1 Kasım Zagor günü'nün 4 gün sonrası.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 06 Kasım, 2013, 21:31:29
 :)

1 Kasım Zagor günü(!) yazışmalarından zor kaçtım, ne yalan söyleyeyim.

5 Kasım ise böyleyken böyle işte.

Ama faşist yönetime karşı bireysel başkaldırının hatta şiddetin meşruluğunu düşündürme gayretinde olan, 
V For Vendetta'yı her yıl allayıp pullayıp romantik filmmiş gibi yazıyorum ya,yuf olsun bana.  :(

Fakat çok ilgi çekiyor böylesi.
Ve kaç arkadaşım romantik film diye meraktan seyretti ve fikirleri değişti biliyor musunuz?
En ufak bir zorbalığa başkaldırır oldular şimdi. ;)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 06 Kasım, 2013, 21:35:22
(http://1.bp.blogspot.com/-ZHKi7UVjnU8/UnonYEkqONI/AAAAAAAAcAo/OYUQNqjjl7E/s400/13980_10151237551628170_1433976975_n.jpg)

yarın yapılacak işler -2 -

"dünya'dan çıkmanın yolları aranacak,
para biriktirilecek bir füze alınacak,
sonra da vınlanacak"

metin üstündağ
denemeyenler


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 10 Kasım, 2013, 13:37:53
(http://2.bp.blogspot.com/--iaFqejt5KY/Un9POKlKnmI/AAAAAAAAcIk/tuW3RPQRRAc/s400/OSM-IV-+2013-afis1(1).jpg)

Eyvaaah!.. Programa baktım. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin düzenlediği Ölüm Ve Sanat Sempozyumu  Salı günü başlıyor.  Perşembe akşamı sona eriyor.


(http://4.bp.blogspot.com/-jwy0bj1IYYo/Un9VQE6E7gI/AAAAAAAAcI0/pU176YAo52s/s400/fantastik-bilimkurgu-sempozyum.jpg)

İstanbul Teknik Üniversitesi'nde ise Perşembe ve Cuma günleri Türkçe Edebiyatın Hayalperest Çocuğu: Fantastik Ve Bilimkurgu Edebiyatı Sempozyumu var.


(http://4.bp.blogspot.com/-SZnueALjS8s/Un9WJtqpiHI/AAAAAAAAcJA/KG9AL4m6vUw/s320/IMG_6037.JPG)

Cuma günü üniversitede Stratejik Yönetim, Stratejik Düşünme Ve Uygulama ile İnovasyon/Değişim Yönetimi derslerim var. Bakar mısın, hepsi nasıl aynı günlere denk geldi!!

Peki, ya işim? Keşke yukarıdaki programların hepsine gitsem.  Pazartesi ofiste olsam. Çok şükür ki, mobil  çalışabiliyorum. Misal, hafta başında hemen İstanbul'daki müşterilerime uğrayabilecek bir program hazırlasam. Veee... Arkama bakmadan İstanbul'a koşsam... Ah bu ben kendimi nerelerde bulsam? Çekilsem sahillere hayaller mi kursam?


(http://3.bp.blogspot.com/-8ZXKr6VpNuk/Un9XmFGdg2I/AAAAAAAAcJM/rPkHMrfpgSs/s320/IMG_6011.JPG)

İstanbul'a gitmişken eskicileri dolaşsam. Çocukluğumun oyuncaklarını bulsam...


(http://1.bp.blogspot.com/-NFusCkuJfKg/Un9XoyhnnlI/AAAAAAAAcJU/dMM3l-zHeV8/s400/IMG_6013.JPG)

Bir avuç ondan bir avuç bundan lezzetler tatsam...


(http://4.bp.blogspot.com/-x5aG4PwVIn8/Un9YIOthN0I/AAAAAAAAcJk/F031xssb3Bg/s320/IMG_6015.JPG)

Renklerden ve tatlardan çıldırsam...


(http://1.bp.blogspot.com/-MhSOzBfz4xQ/Un9YJWK268I/AAAAAAAAcJo/LnXdawk8dpg/s320/IMG_6017.JPG)

Pamuk Prenses'in sihirli elmasına rastlasam...


(http://2.bp.blogspot.com/-ysQD5nA2aQ4/Un9YoMRO2TI/AAAAAAAAcKA/ktACnf0t3wk/s320/IMG_6018.JPG)

Denizden babam çıksa yesem...


(http://3.bp.blogspot.com/-ebERBTU_gEU/Un9ZoJ2KixI/AAAAAAAAcKs/Njuq1haGh1g/s400/IMG_6026.JPG)

bozuldu mu? at, yenisini al! zihniyetine inat...
tamircilerin kapısında saygı duruşunda dursam...


(http://2.bp.blogspot.com/-eY_taqSmH1E/Un9YoXBHWjI/AAAAAAAAcJ8/V5DaDpnSW20/s400/IMG_6022.JPG)

  sokak ararını keşfe çıksam...
gökdelenlere inat, eski evleri koklasam...


(http://4.bp.blogspot.com/-FgwjZHSBL_A/Un9ZNyHKC-I/AAAAAAAAcKU/nDjlujZeHnE/s400/IMG_6023.JPG)

dayanamayıp, gene bir ağaca sevdalansam...


(http://1.bp.blogspot.com/-b1lLXbqNl6k/Un9ZqCIRkgI/AAAAAAAAcK0/e8p4GQ_9jxM/s400/IMG_6027.JPG)

çizgi roman dükkanına rastlasam...


(http://3.bp.blogspot.com/-6VpYKJC9bac/Un9YomGljDI/AAAAAAAAcKM/k5iXpfUIlF4/s400/IMG_6021.JPG)

babamın verdiği listedekileri nerelerde bulacağımı bilsem...
eski oyuncakla geçmişime gitsem...
bir çay bahçesine çöksem...
simit, yaban mersini, alıç, dut kurusu yesem...
çay içsem... kahve içsem...
çizgi romanlara göz gezdirsem...


(http://1.bp.blogspot.com/-v9jWeTnXEgQ/Un9ad6F0zeI/AAAAAAAAcLo/aDUCsnRmc_c/s400/IMG_6034.JPG)


deniz fenerine, selam çaksam...
istanbul'a yine yeni yendiden el sallasam...

"ah bu ben kendimi nerelere koşsam
saklansam bir yerlerde gizlice ağlasam
ah bu ben kendimi nerelerde bulsam
çekilsem sahillere hayaller mi kursam"

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 10 Kasım, 2013, 13:55:20
(http://3.bp.blogspot.com/-Dsv-aI3on9M/Un9ziasCbPI/AAAAAAAAcMM/gN6e_rQcxhg/s640/11028-isabel-your-highness-1920x1200-movie-wallpaper-MIX.jpg)

"Gözlerini dikmiş bana bakıyor, sanki bilmediğim bir şeyi biliyordu.
Ben de çektim vurdum.
Hâlâ bilmiyorum. Belki o biliyordu."



Murathan Mungan
Kibrit Çöpleri
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Kasım, 2013, 18:08:55
(http://3.bp.blogspot.com/-1UoM2V0e8W4/UoDCDJ9rS_I/AAAAAAAAcN8/2lHmtJ45ayU/s400/clementine.jpg)

kahve molası - yarın yapılacak işler - 4 -

"dün neresinde kalınmıştı hayatın, hatırlanacak."

metin üstündağ
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Kasım, 2013, 21:01:07
(http://3.bp.blogspot.com/-G7eIIYdupco/UoEbkeY0ijI/AAAAAAAAcOk/o5vt7yMUEzQ/s400/imzagunu.jpg)

Dinleyin arkadaşlar..
Seyfettin Efendi var ya...
Hani Devrim Kunter'in yazıp  çizdiği,  kendi imkanlarıyla kitaplaştırdığı, kitapevlerinde yeni satışa çıkan  Seyfettin Efendi Yeditepe Canavarı adlı çizgi romanı var ya...


(http://1.bp.blogspot.com/-DK9FsTtH4dc/UoElQGhKNhI/AAAAAAAAcO0/1RNsiZvLNaM/s400/Seyfettin-Efendi.jpg)

Memleketimin çizerlerinden Devrim Kunter!
Memleketimin yeni çizgi roman  kahramanı Seyfettin Efendi!
Bizden biri...
Üstelik polisiye olayları zekasıyla çözen müthiş bir dedektif!
Ve yabancı çizgi romanlar kalitesinde bir yerli çizgi roman!


(http://1.bp.blogspot.com/-bYzxICpJMJU/UoElva1XXbI/AAAAAAAAcO8/xZuwraA9yTU/s400/1920x1080.jpg)

O kadar uzun zamandır bekliyordum ki anlatamam...
Güya yakınen takipbindeydim...
"Devrim Kunter, ilk macerayı özenle hazırlıyor...
Devrim  Kunter'in kitabı Seyfettin Efendi Olağanüstü Maceraları  çıkıyor...
Seyfettin Efendi Yeditepe Canavarı çıktı..."

(http://4.bp.blogspot.com/-8AcgeDfr7Bw/UoEmQNB3f4I/AAAAAAAAcPE/fybJHXoK3mI/s400/08r.jpg)

Tamam ama...
Ben...
Ben...
Seyfettin Efendi'nin ilk macerasını imza gününde satın alıp, Devrim Kunter'e imzalatmaya niyetlenmiştim.
Geçmiş gördün mü?
İmza günü, geçtiğimiz cumartesi günüymüş!
Yıkıldım!
Eee! Ne olacak şimdi?
İlk basım kitaplar tükenmiştir.
Ne fena!
Yandım!
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Kasım, 2013, 15:42:13
(http://2.bp.blogspot.com/-32pxB7rZakA/UoIhRQHFfmI/AAAAAAAAcPc/vE7xVuz6NJY/s400/full-metal-jacket-1987-stanley-kubrick.gif)

yarın yapılacak işler

"hayat bir sınav, her sınav bir şınav nihayetinde, halden düşünceye kadar,
ölünceye dek şınav çekilecek."

metin üstündağ
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: boca1907 - 12 Kasım, 2013, 16:12:55
@Hayal Kahvem;

Metin Üstündağ "Denemeyenler" kitabından yaptığın alıntılar muazzam...Muhteşem bir kitaptır benim için...Benim gibi taze ayrılık yaşayanlar için de bire bir...Ellerine sağlık...



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Kasım, 2013, 17:23:07
boca, denemeyenler'i ve diğer kitaplarını nasıl aradım buldum anlatamam.

sahaf sahaf dolaştım. 8)

herkes, karikatürist diye bilir. 

o bir bilge'dir. çok severim.

metin üstündağ'ın külliyatı, hele denemeyenler en büyük  hazinemdir.  :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 12 Kasım, 2013, 17:31:54
Met-Üst filozoftur, yazardır, şairdir, karikatüristir...Yaşam koçumdur..
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: boca1907 - 12 Kasım, 2013, 17:35:17
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 12 Kasım, 2013, 17:23:07
boca, denemeyenler'i ve diğer kitaplarını nasıl aradım buldum anlatamam.

sahaf sahaf dolaştım. 8)

herkes, karikatürist diye bilir. 

o bir bilge'dir. çok severim.

metin üstündağ'ın külliyatı, hele denemeyenler en büyük  hazinemdir.  :D

Alıntı yapılan: V - 12 Kasım, 2013, 17:31:54
Met-Üst filozoftur, yazardır, şairdir, karikatüristir...Yaşam koçumdur..

Kesinlikle katılıyorum.Sizler gibi düşünenlerin olduğunu bilmek ne kadar güzel...Met-Üst candır...Hayattır...O hep yazsa biz hep okusak...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Kasım, 2013, 17:46:10
o halde hocaya bi selam çakalım:) şiir üzerine söylediklerini yine yeni yeniden hatırlayalım.  ;)

(http://2.bp.blogspot.com/_ceyizxRPuYQ/TBvMGQCn3HI/AAAAAAAAISM/LtCdDIWGXGM/s320/metin+%C3%BCst%C3%BCnda%C4%9F.jpg)

"Şiir fesleğen çiçeği gibi. Geçerken eliniz değer, müthiş bir koku; genziniz bayram eder. Şiirin az okunması değil mesele, hayatımızdan iyice çekilmesi acı. Şiir sadece sözcüklerle yazılmaz. Bazen bir jest, bir mimik, bir ince marifet de şiir olabilir. Katır kutur bir hayat yaşıyoruz. Mizah ve şiir bu hayatı biraz inceltmeye çalışıyor."


Nisan /TimeOut İstanbul- Ayşegül Tuna'nın Metin Üstündağ ile Ropörtajından alıntı
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Kasım, 2013, 20:27:20
(http://2.bp.blogspot.com/-a7_u1vfVvr0/UoZp4YyKygI/AAAAAAAAcRw/8i4xJo08VOc/s400/50.jpg)

yarın yapılacak işler

   
"spor yapılacak, spor olsun diye yaşanacak"

metin üstündağ

(http://4.bp.blogspot.com/-zkD-ekduOsk/UoZkf4EbunI/AAAAAAAAcRg/0VrHYRysDWA/s400/2.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Kasım, 2013, 20:50:58
(http://2.bp.blogspot.com/-o2ozKKKznLg/UojwaPIUm1I/AAAAAAAAcSg/1dnjpmlEoNk/s640/fft99_mf3689191.Jpeg)

Astrobiyoloji  evrende yaşam olup olmadığını inceleyen bilim. Astrobiyoloji benim gibi hayalperest bir bünyeyi kışkırtan bilimlerden en önemlisi. Düşünsene.. Bizim şu anda bildiklerimizi geçmişte yaşayanlar tahmin edebilir miydi? Dünyanın tepsi gibi olduğunu düşünenler yuvarlaktır diyenlere inanmışlar mıydı? Nerdeee? Neyse.. Bu geniş bir mevzu.. Girmek istemiyorum derinlemesine.. Benim söylemek istediğim ise...

Bak şimdi..Yerçekimi adlı bilim kurgu filmi seyrediyordum tamam mı?  İki astronot uzay boşluğundalar... Muhabbetler ilerledikçe anlıyoruz ki, aslında iki yalnız ruh, iki kaybeden insan uzaydaki işleri sebebiyle rastlaşmışlar. Bir ara kadın kahramanın bağlantısı kopuyor. Uzay sonsuzluğunda ordan oraya savruluyor.  Hiç korkutmadı bu durum beni biliyor musun? O kadın astronotun  o anki durumunda olmak istedim.


(http://4.bp.blogspot.com/-hUy7uP5rH6U/UojrNJL3rvI/AAAAAAAAcSQ/WhoDV4S45d0/s640/E6PLdJF.jpg)

Düşünsene... Binlerce yıldır yapılan keşiflerle neler bulmuş bilim insanları... Kimbilir bilmediğimiz daha neler neler var? Of! Bunları düşünmek bile ne kadar heyecan verici. Mesela düşünsene Güneş'ten dünyamıza ışık sekiz dakikada geliyormuş. Bu bizim güneşimiz... Evrende yüz milyar kadar galaksi, her birinde de yüz milyar yıldız var. Bir o kadar da gezegen olmalı. Bu kadar sayı insanın başını döndürüyor. Hatta bilmediğimiz başka canlılar neden olmasın ki?

İşte  filmi bu düşüncelerle seyrederken... Kadın astronot ve ben, aynı yeryüzündeki insan hâlleri gibi, hâlden hâle girerken... Carl Sagan'ın Kosmos adlı kitabında okuduklarım aklıma geldi. Bazı yıldızların, misal, Güneş'in  tek başına olduğunu düşündüm. Oysa çoğu yıldızların grup halinde kalabalık halde olduklarını... Sonra aslında sistemlerin çift olduğunu, iki yıldızın birinin yörüngesinde dolaştığını... Bazı genç yıldızların parlayarak göründüklerini, bazılarının kararsızca yanıp söndüklerini... Kimisinin çılgınca, edalı edalı dönüp durduklarını düşünce sözgelimi... Mavi yıldızların genç ve kızgın, sarı yıldızların ise orta yaşlı, kırmızı yıldızların ise çok yaşlı ve ölgün olduklarını... Bazı çift olması gereken yıldızların, birbirlerinin öylesine yakınından gelip geçtiğini ama gelip geçerken aralarında kalan toz bulutundan birbirlerini görmeyi beceremediklerini düşünce..Aynı insanlar gibi değil mi vaziyetleri... Hah işte... Tam burada.. Murathan Mungan'ın Yalnız  Bir Opera adlı uzun şiirinin şu dizeleri aklıma geldi...


(http://4.bp.blogspot.com/-pjL7W7EKiPI/Uoj2vJS6EcI/AAAAAAAAcSw/ARXlvs9GlUg/s640/21028369_20130814155115981.jpg-r_640_600-b_1_D6D6D6-f_jpg-q_x-xxyxx.jpg)

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biliyorum ne ilgisi var seyrettiğin filmle bu şiirin diyeceksin... Ne bileyim? İnsan nerede ve niye; aklından neler gelecek bilemiyor ki... Hafıza tuhaf bir kutu... Şaşırtıyor insanı... Zaten bu şiirin sonuna doğru Murathan Mungan'da şöyle diyor:

"Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?"

Şiirin ilerisinde gene yıldızlı dizelerle devam ediyor:


(http://3.bp.blogspot.com/-AYcT6aEM43o/Uoj6MCx4hLI/AAAAAAAAcS8/QPZ598gipzE/s640/gravity-sandra-bullock-slice1.jpg)

"ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden

Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren" İşte şiir böyle bitiyor.

Ne kadar çok olmuş Murathan Mungan'ın bu şahane şiirini düşünmeyeli. Hatırlamak iyi geldi. Aslında bu şiir çook uzun tabii.. Bu dizeler aynı gökyüzündeki yıldızlar gibi toz bulutuna karışmayıp yüreğime takılan bölümleri...  Bir kez daha anladım. Yıldızların hayatı da aynı bizler gibi. Kimimiz  bir Güneş gibi yalnızız... Kimilerimiz grup halinde kalabalık... Kimi kararsız, mutsuz... Kimimiz çılgın, edalı, huzursuz... Kimimiz, aslında ruhlarımız denkken, yan yana geçsek bile aramızda kalan toz bulutundan birbirimizi görmeyi beceremeyen... Kimimiz ise, bir sebeple sersemleterek çarpışan, nasıl denir,? Tesadüfen... Haydi bakalım, görüyor musun? Bu yazıya başladığımda nerdeydim, şimdi nerdeyim? Ne diyebilirim ki başka... "Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren."
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Gambit - 17 Kasım, 2013, 22:11:25
hayal kahvem cogu kisi cevap yazmasa da inan senin yazilarini keyifle okuyor,

lutfen yazmaya devam :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Kasım, 2013, 22:28:08
Karamba Gambit. Eyvallah, sağolun.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: ercoktay - 18 Kasım, 2013, 08:49:28
Alıntı yapılan: Gambit - 17 Kasım, 2013, 22:11:25
hayal kahvem cogu kisi cevap yazmasa da inan senin yazilarini keyifle okuyor,

lutfen yazmaya devam :)

Yazıları beğenerek okuyanlardan biri de benim. Tebrikler.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Kasım, 2013, 23:01:43
Cok naziksiniz Ercoktay, Tesekkur ederim.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Kasım, 2013, 22:00:21
(http://2.bp.blogspot.com/-oWrhS5i-yhA/Uo_9fekTQEI/AAAAAAAAcYg/sWOnThQ8EB8/s400/soap.jpg)

Stratejik Pazarlama Ve Marka Yönetimi dersindeydik. Konunun uzmanı hocamız, sürekli değişen piyasa koşullarından, giderek çetinleşen rekabet ortamlarından bahsederek söze girdi. Ortaya çıkan fırsat ya da tehditlere göre güçlü ve zayıf yönlerimizi belirleme, geliştirme,  büyüme, farklılaşma safhalarını anlaşılabilir bir lisanla anlatmaya başladı.  Derken... Derken... Konu marka yönetimine geldi. Marka yaratma, marka olma vaziyetlerinin akabinde, alıcının satınalma davranışlarını etkileme  stratejilerinden bahsederek konuşmasını sürdürdü.

Dersi anlatırken örnekler verdi. Mesela uluslararası dev  bir elektronik alışveriş şirketinin, yeni girdiği piyasada markasını bilindik kılmak icin, bazı mahallerin çöp bidonlarının yanına, kendi sirketlerinin logosu olan açılmış koli kutuları bıraktıklarını, böylece daha  önce sanal alışverişe alışkın olmayan, mesafeli duran insanlar üzerinde, demek ki komşularımız bile  online alışveriş yapıyorlar, elektronik alışverişlerde problem yaşanmıyor olmalı, düşüncesi uyandırdıklarını ve bu yolla satışlarını arttıkdıklarını anlattı.

Ardından... Dünyaca ünlü kafe zincirine sahip sirketlerden birinin, bir şehre ilk defa kafe açtıklarında, önce o şehrin büyük üniversitelerinin bazı çalışkan öğrencilerini bulduklarını, onların fotokopiyle çoğaltılan ders teksirlerinin kimi sayfalarının kenarlarına, "okul çıkışı ....kafe de bulusalım" ya da "....kafe"nin kahveleri nefisti." gibi cümleler yazdırdıklarını, böylece o ders notlarını çoğaltan öğrenciler arasında kafenin reklamını yaparak, markanın öğrenciler tarafindan kolayca tanınmasını    sağladiklarını anlattı.

Bu örneklerin her biri,  etkileyici birer satış stratejisi  olabilir... Ne bileyim... Anlatılanlar benim içime sinmedi. Aslında  bu örnekler ne ki,  bazı filmlerde seyrettiğim  ibretlik satış stratejileri aklıma geldi. Bilirsin, sinema sayesinde kendi dışımızda bambaşka hayatların içinde gezinebiliyoruz.  Başkalarının zaaflarına, oyunlarına, yalanlarına şahit olabiliyor, yaşananları, sonuçları seyredebiliyoruz ya hani...  Demek ki iyi filmler insanın duygu ve düşüncelerini etkiliyor.  Bak şimdi...  Örnek Aile ile başlayalım sözgelimi...

(http://4.bp.blogspot.com/-6DJOEN3pAyA/Uo_dAX2q0wI/AAAAAAAAcYQ/VfAVxblOek0/s320/O%CC%88rnek-Aile.jpg)
(http://4.bp.blogspot.com/-qYOKq9bt3iU/Uo_c8oIPaVI/AAAAAAAAcYI/a7r4yXaz6mg/s320/tn_620_600_02011248.jpg)

Mahalleye yeni bir aile taşınmıştır. Görünüşte mükemmel bir ailedir. Harika bir çift, sevimli yetenekli çocuklar, son model eşyalar, hoş giysiler... Ailenin her bireyi nasıl güler yüzlü, nasıl misafirperverdir anlatamam. Sürekli evlerinde partiler veriyorlar. Komşu ziyaretlerini çok önemsiyorlar. Mahalledekiler bayılıyorlar bu aileye.  Ne güzel değil? Yoo... Değil işte.  Seyretmeyenler beni affetsin ama yazmak zorundayım. Anlıyoruz ki, aslında bu insanlar gerçek aile değiller. Acı ama gerçek.  Bir pazarlama şirketi için çalışıyorlar. Satmaları gereken ürünleri kullanarak çaktırmadan reklamlarını yapıyorlar. Bir bakıyoruz ki tüm mahalle bu aileye özeniyor.  İhtiyaçları olsun olmasın, bu insanların kullandıkları ürünleri, eşyaları almaya başlıyorlar. Mahalle ahalisi  lüks tüketimin birer neferi olup çıkıyor.  Elbette  aile sandığımız kişilerin her biri ayrı ayrı satıcı olduğu için, kendi aralarında da rekabet var... Pes! Kim daha fazla satış yapmış, ayda bir patrona hesap veriyorlar.  Eski bir film Örnek Aile.  Tam bu konuya örnek değil mi?

(http://1.bp.blogspot.com/-gW6gY4NTkts/Uo_cMXs9MnI/AAAAAAAAcXo/HIEFJkZeTac/s320/tt0120382-1ki2h8j.jpg)
(http://1.bp.blogspot.com/-lg5GYRfKrO0/Uo_cM9ewx7I/AAAAAAAAcXs/8UCsDuaT-Y0/s320/truman+show+meryl+laura+linney.jpg)

Ya Truman Show a ne diyeceksin? Feci!

Truman,  iyi bir işi,  lisede tanışarak evlendiği karısı,  düzenli hayatı olan bir adamdır.  30 yıllık ömrü boyunca yaşadığı adadan hiç çıkmamıştır. Film ilerledikçe anlarız ki, aslında  yönetmen tarafından evlat edinilen Truman, doğduğundan beri bir film stüdyosunda yaşamakta ve dizi haline getirilen hayatı milyonlar tarafından  ilgiyle seyredilmektedir.  Ve Truman'ın,  dünyanın en büyük film stüdyosunda yaşadığından, annesi, babası, karısı, en yakın arkadaşı dahil, çevresindeki herkesin özenle seçilmiş oyuncular olduğundan, kendisinin çok ünlü biri olduğundan haberi yoktur. Elbette televizon dizisi olarak hazırlanan bu filmde oynayanlar, arada ellerindeki ürünleri, Truman'dan gizlenen  kameraya göstererek ürün reklamı da yaparlar. Bu oyunculardan biri de Truman'ın karısıdır.  Vay canına sayın seyirciler!.. Her şey düzmecedir. Her şey yalandır.  Her şey yalandandır. Ve sırf daha fazla para kazanmak niyetiyle, bir insanın hayatı üzerinden feci bir sanal dünya oluşturulmuştur.

Aslında diğer filmleri de yazmaya devam edecektim ama geç olmuş. Yalanım yok. Yorgunum. Çok uykum geldi. Sana bir şey söyleyeyim mi, bence Tüketim Toplumu Yaratma, Yozlaştırma, Yabancılaştırma Stratejileri diye okullara ders konmalı...  Ve bu filmler ibretle izletilmeli. İyi ama ben bunları derste söyledim mi peki? Yooo. Utandım gene... Söyleyemedim tabii:)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: ercoktay - 27 Kasım, 2013, 09:33:08
Teşekkür düğmesi neden yok bu forumda moderator arkadaşalr. Teşekkürler. Yazı için. Çok güzel olmuş. Jonesses filmi hemen ilgimi çekti. İzlenecekler listesine aldım bile.

Truman Show muhteşem bir filmdir. Jim Carry'e bu film ve Man on The Moon ile Akedemi ard arda iki defa kelek yapmıştır. Bu muhteşem oyunculuğu ödüllendirmemek onların ayıbıydı.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: s.b - 27 Kasım, 2013, 12:44:47
Teşekkür butonu olsaydı bu kadar güzel yazılar yerine sadece bir tıklama yapacaktınız. Oysa şimdi ne kadar güzel yazışmalar oluyor.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Kasım, 2013, 17:28:28
(http://3.bp.blogspot.com/-Q8xdtR1aVQs/Uokb5k6lgQI/AAAAAAAAcTM/hSHLDCe1mY4/s400/1.jpg)

- seni seviyorum
- ne bu.. yeni mi piyasaya çıktı,
almadım, okumadım, seyretmedim,
dinlemedim, çok mu güzel


(http://4.bp.blogspot.com/-w2VPuskX2_k/UokhRatHkKI/AAAAAAAAcTc/FVICVJxZ4nk/s400/2.jpg)


- seni seviyorum
- hayır, izin vermiyorum.. bugün beni seven
yarın kediyi, köpeği, otu böceği de sever..



(http://2.bp.blogspot.com/-Ho6OTDXV0wo/UokjRNn-qoI/AAAAAAAAcTo/TRMS0s56vlM/s400/en_guezel_ak_filmleri_20120316_1322990645.jpg)

-
seni seviyorum
- iyi güzel de, bu ne'ye cevap olacak, neyi çözecek ki şimdi



(http://3.bp.blogspot.com/-_6zE5KgnLjw/UokkB04Vd9I/AAAAAAAAcTw/fw7yV6vS4GM/s400/breathless2.jpg)

- seni seviyorum
- fakat, uzaktan değil mi.. valla en güzeli




(http://4.bp.blogspot.com/--MXngYscSaY/Uokk59Tp_KI/AAAAAAAAcT8/wheR9DzA-XE/s400/1226_a_1187.jpg)

- seni seviyorum
- hadi ya, çok ilginç, ee sonra, devam et



(http://4.bp.blogspot.com/-m6ruB5RNAfw/UoklV7f3c1I/AAAAAAAAcUE/8bylACjUqE0/s400/vvv.jpg)

- seni seviyorum
- ne diyiyim, allah işini rast getirsin.. allah akıl fikir versin




(http://4.bp.blogspot.com/-hXV269NN4Dc/Uokoiy9gzeI/AAAAAAAAcUQ/CGAlveX5Ta0/s400/itmfl.jpg)

- seni seviyorum
- ben de senin beni sevişini seviyorum




(http://2.bp.blogspot.com/-3MehnHvuXGE/Uokr5k_5t6I/AAAAAAAAcUk/p-MrW7LZYx4/s400/c4ab32d8a15f260c794811be131a53c6.jpg)

- seni seviyorum
- üzülme, zamanla geçer




(http://2.bp.blogspot.com/-SLgRF-es2yY/UokwFLpP3VI/AAAAAAAAcVE/yv8FScsBwzY/s400/sin-city-504ea58269f39.jpg)

- seni seviyorum
- sen aşmışsın arkadaş, ben artık ne desem boş




(http://1.bp.blogspot.com/-UG1-gaQZ8DQ/UokwjS3eNOI/AAAAAAAAcVM/jAa-_DhNvVc/s400/sincity2.gif)

- seni seviyorum
- güzel.. peki başka çeşidin veya şuben var mı




(http://1.bp.blogspot.com/-3GfRe0nqA9E/UokxmzvDfiI/AAAAAAAAcVY/i3I2ACA0Q8I/s400/killbillvol2pic.jpg)

- seni seviyorum
-bu dünyaya, bu hayata, bu zamana,
bu insanlara rağmen, hem de ha..
bravo sana, binlerce kez bravo




(http://1.bp.blogspot.com/-5ada6WZCwV0/UolImIJRofI/AAAAAAAAcWc/d2N_xCQzpZ0/s400/artworks-000035679255-0y1ljs-crop.jpg)

- seni seviyorum
- herkes bir öteki'nin kıyamet günüy'ken
nasıl beceriyorsun bunu peki




(http://2.bp.blogspot.com/-bgW0aCx6MQU/UolDBxAtTAI/AAAAAAAAcVw/IlPKQkHn-Oo/s400/l-leyla-ile-mecnun-098c7748.jpg)

- seni seviyorum
- ya da başka bir deyişle, kendini mecnun beni de leyla
sanıyorsun, veya sanmak istiyorsun, öyle mi




(http://1.bp.blogspot.com/-TmBe2d5LHkA/UolD4BQBmyI/AAAAAAAAcV8/zMu5ZD6qoiQ/s400/Leyla-ile-Mecnun-yay%C4%B1ndan-kald%C4%B1r%C4%B1ld%C4%B1-m%C4%B1.jpg)

- seni seviyorum
- durumdan vazife çıkarıyorum
ve ben de seni seviyorum




(http://2.bp.blogspot.com/-ge2qXeJ9m9c/UolGaU3FS5I/AAAAAAAAcWI/mJznmGrF8TA/s400/Amelie-and-Nino-amelie-18224175-500-400.jpg)

- seni seviyorum
- sevme, büyüklerimiz ne der sonra




(http://2.bp.blogspot.com/-ku1jK5V53-8/UolHEt7_23I/AAAAAAAAcWQ/9bZpRKNICkU/s400/Amelie-1176.jpg)

- seni seviyorum
- ben de seni seviyorum.. e, şimdi ne olacak peki


Cümleler - Metin Üstündağ / Denemeyenler
Fotoğraflar - Muhtelif film karelerinden derlemeler:)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: emre ozdamarlar - 28 Kasım, 2013, 03:21:11
Cok guzel olmus bu :) met-ust ve film kareleri, harika!
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: DAMPYR - 28 Kasım, 2013, 08:56:57
Süper olmuş.Sizin yazılarınızı zevkle takip edenlerden biride benim.Hayal Kahvemin Blogu çok güzel bakmanızı tavsiye ederim... 8) 8) 8)

http://hayalkahvem.blogspot.com/ (http://hayalkahvem.blogspot.com/)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: boca1907 - 28 Kasım, 2013, 09:18:07
Hayal kahvem bitiriyo bizi arada valla...:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Kasım, 2013, 23:20:25
(http://4.bp.blogspot.com/-ulO2LVxpkFA/UpjwqsQ85GI/AAAAAAAAcbk/sIku4iMXJ54/s640/amelie+(3).jpg)

Nerede okumuştum acaba? İnan hatırlayamadım.

Bir tılsımı vardır hayatın, tadında bir cümleydi. Yoğun bir iş günümün bitimine denk gelmişti. Aman,  gözlerim nasıl ışıldamıştı anlatamam. Koskoca yazı içindeki o kelime, yüreğimi şıpır şıpır ılıtan, portakal şurubu lezzetinde bişeydi.

Dün Cuma'ydı ya... Benim için haftanın son çalışma günüydü. Feci yoğun bir haftanın üstesinden gelmiştim. Çalışırken farkında değildim. Dün akşam... İş bitimi... Kendimi yorgun, bezgin, tükenmiş hissettim.

Aaa! Hep çalışmaya mı geldim bu dünyaya... Ya da birilerinin gönlünü yapmaya... diye düşünüp keder girdabına taam düşüyordum ki... O cümle aklıma geldi.

"Bir tılsımı vardır hayatın!"

Acemi  defineci misali... Hayatın tılsımının peşine düştüm.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Kasım, 2013, 23:30:43
yarın yapılacak işler

(http://2.bp.blogspot.com/-J5h0xKWt5eM/UppIpRkrwrI/AAAAAAAAccs/EO5roM-Zrx4/s400/fight+club+screenshots+helena+bonham+carter+marla+singer+1600x900+wallpaper_www.wallpapermay.com_19.jpg)
mutlu aşk yokmuş, mutlu aşk aranacak, mutlaka bulunacak




(http://4.bp.blogspot.com/-SXjpe9q3FW0/UppMOTUyNqI/AAAAAAAAcdM/iFte7EbvLPU/s400/tumblr_m6j8gzQcWA1qjnnc9o1_500.gif)
vakte aşk, aşka vakt ayrılacak




(http://4.bp.blogspot.com/-tOCUUwhGAW4/UppN7t_3s_I/AAAAAAAAcdY/5OWwtnsY8aI/s400/fight+club+edward+norton+screenshots+helena+bonham+carter+marla+singer+1920x1080+wallpaper_www.wallpapermay.com_64.jpg)
insanlar uzaktan sevilecek, belli edilmeyecek





(http://1.bp.blogspot.com/-ga87Q2KDfew/UppKC3wJI2I/AAAAAAAAcc4/DfNBhrsuPos/s400/2270136,MqveFMRzikFV7Hc_8n63Uc1ipmVb1vLp9msrFhS3XaFwpWgi6UYEvgJgPeOS3+TzP7qqwCcLyODdR79920XjOw==.jpg)
dostlar alış-verişte  görülecek




(http://3.bp.blogspot.com/-obh7FLqCOzY/UppMO9Y-NXI/AAAAAAAAcdQ/OoA3x9bsjCI/s400/bscap0004az6.jpg)
merhumlar hep iyi bilinecek




(http://3.bp.blogspot.com/-J2Ai59x6ARM/UppCDt2XnOI/AAAAAAAAccI/lG5lOa8u0wI/s400/helena-bonham-carter_227259.jpg)
gidenin arkasından bakılacak





(http://4.bp.blogspot.com/-1mes5rfcDac/UppTtJ73_JI/AAAAAAAAcd4/j2ZUl5tlPAk/s400/marla1.png)
böyle gelmiş, böyle gidecek




cümleler - metin üstündağ
film kareleri - helena bonham carter
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Aralık, 2013, 22:53:56
(http://1.bp.blogspot.com/-IfANg4Fbamg/Uqo8DOT5rOI/AAAAAAAAcjU/qal0qCpRs1U/s400/IMG_5075.JPG)

İstanbul'daydım. İş görüşmem bitmişti. Karaköy'den tarihi metroya bindiğim gibi, ver elini Galata, demiştim. İtiraf etmeliyim ki, son zamanlarda ne vakit yolum bu tarafa düşse,  500 yıllık Galata Mevlevi dergahına uğramayı vazife edinmiştim. İlk gittiğimde öğrenmiştim, Divan Edebiyatı'nın büyük ozanı Şeyh Galip'in türbesi bu dergahın içindeydi. Ayrıca bu mekan büyülemekteydi beni. Başımı döndüren, hoş bir illüzyon geçirmekteydi. İstanbul'un o keşmekeşi arasından, bir kapıyla, bambaşka bir dünyaya ışınlanlandığımı hayal ettirmekteydi. Galata Mevlevi dergahı, eski mezar taşları, ağaçları, çeşmesi, sessizliği ve elbette ne vakit çilehanesine girsem,  yüreğimi titreten ney sesi eşliğinde biteviye dönmekte olan, çilesini doldurduğunu hayal ettiğim üçboyutlu hologram semazeniyle her defasında beni fena halde etkilemekteydi.

(http://4.bp.blogspot.com/-Z6dQ-TBd9kI/Uqo0K2F9s6I/AAAAAAAAcjA/9VFHbX_HmLo/s320/5278-mandabatmaz-1.jpg)

Yooo. Kararlıydım. Bu kez Çilehane'ye uğramayacaktım. Rotamı İstiklal Caddesi'ne çevirdim. Erimiş karların şıpırtısında koşar adım yürüdüm. Yolun solundaki Olivya Sokağı'na girdim.  Hava soğuktu. Ayaz ısırıyordu. Aldırmadım. Tabelasında, kahve fincanı üzerinde duran bir manda resmedilmiş  olan "mandabatmaz"'ın dış kapısı önündeki küçük taburelerinden birine yerleştim. Hemen kahvemi söyledim. Daha önce tecrübe etmiştim. Bu kadar ucuza, bu kadar güzel Türk kahvesi başka hiçbir yerde içmem mümkün değil.

(http://2.bp.blogspot.com/-WmuCmALFQvw/Uqo0KhFtkQI/AAAAAAAAcjI/VRGt1HobP7Y/s400/securedownload%255B1%255D.jpg)

Gönül ne kahve ister ne kahvehane.... Gönül muhabbet ister. Kahve bahane, demedim. Sevdiğim kahvehanede, sevdiğim kahvemi içtim. Gönlüm, boşver muhabbet etme, sinemaya git, dedi.  6 ila 15 Aralık arasında İnsan Hakları Film Günleri vardı. Kahvemi hüplettiğim gibi, sinemaya daldım. Seyredeceğim ilk filmin adı Tepelerin Ardında'ydı. Gösterimler ücretsizdi. Salona geçtim. Koltuğa oturdum.  Tam o anda sinemanın ışıkları karardı. Film başladı. Bu kez beyaz perdenin  o muazzam illüzyonuyla filmin mecrasına  aktım. Ben artık Romanya kırsalında bir Ortodoks manastırındaydım....

(http://4.bp.blogspot.com/-q4FzBJxy0vo/Uqo-iRwx77I/AAAAAAAAcjg/QH-4oyOc3zs/s400/Tepelerin-Ard%C4%B1nda-Dupa-Dealuri-t%C3%BCrk%C3%A7e-dublaj-izle.jpg)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: darkwood - 18 Aralık, 2013, 23:10:46
Hayal Kahvem, Romanya dan bahsedince aklıma Drakula ve Transilvanya geldi. Belki Dampyr ve vampir hikayeleri sevdiğim içindir.  :)

Ayrıca konu ile ilgili, meraklısına net te şöyle güzel bir tatil ilanı var!
Drakula'nın ülkesine seyahat, başlığında ki bu güzel ilanı da buradan paylaşayım.

Transilvanya'da Bir Hafta İki Kişilik Tatil ve Çok Daha Fazlası 3750 TL Yerine 1550 TL! (Bayramda da Geçerli, Sınırlı Sayıda!)

•Drakula'nın şatosunu, Vila Franka Kalesi'ni, Peles Kalesi'ni ve Romanya'nın diğer önemli noktalarını gezin!

http://www.sehirfirsati.com/deals/tum-turkiye/piatramare/676428 (http://www.sehirfirsati.com/deals/tum-turkiye/piatramare/676428)

(http://static.tr.groupon-content.net/05/86/1313154878605.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kalidor - 19 Aralık, 2013, 08:13:15
Edebiyattaki ve sinemadaki vampirler geceleyin çıkan ve ihtiyacı dışında çevresine pek ilişmeyen tipler. Halbuki yıllardır milletin kanını gece gündüz demeden emen vampirler daha tehlikeli. Bunlara sarımsak, kutsal su felan da etki etmez.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 19 Aralık, 2013, 10:30:22
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 18 Aralık, 2013, 22:53:56
İtiraf etmeliyim ki, son zamanlarda ne vakit yolum bu tarafa düşse,  500 yıllık Galata Mevlevi dergahına uğramayı vazife edinmiştim.

Şu aralar İhsan Oktay Anar'dan Suskunlar'ı okuyorum.

Hikayenin bir bölümü Galata Mevlevi dergahında geçiyor.

(http://onlardacocuktu.files.wordpress.com/2011/12/suskunlar1.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: darkwood - 19 Aralık, 2013, 17:28:27
Formumuzda çizgi romanlar kadar, sinema, edebi eserler ve tüm bunların güncel hayatla harmanlanmış paylaşımlarını da görmek bir kahve molası gibi çok keyifli.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: DAMPYR - 19 Aralık, 2013, 18:59:36
Drakula
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Bu maddedeki bazı bilgilerin kaynağı belirtilmemiştir. Maddeye uygun biçimde kaynaklar ekleyerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz.
Kazıklı Voyvoda olarak da bilinen III. Vlad'ın lakabıdır. Bram Stoker ondan yola çıkarak kitabı yazmıştır.
Romanın Yazılış Öyküsü
Bram Stoker,vampirler ve Drakula hakkındaki bilgilerini İngiliz gezgin Emily Gerard tarafından yazılan Ormanın ötesindeki topraklarından isimli gezi kitabından almıştır. Aslında Stoker, kitabın adının "Kont Wampyr"olmasını ve Avusturya'nın Steirmark bölgesinde geçmesini planlamıştı. (Bu hikaye'nin taslakları Dracula'nın bazı baskılarının başına eklenir.) Fakat Gerard'ın [III. Vlad]], Romanya ve Transilvanya hakkındaki notlarını okuduktan sonra romanının adını "Dracula" olarak değiştirir. Stoker ayrıca orjinal romanın başında kullanmak istediği fakat sonradan ayrı olarak yayınladığı Dracula'nın Konuğu isimli bir öykü de yazmıştır.
Gerçek Drakula
Voyvoda 1456 yılında Osmanlılara esir düşmüş sonraki yıllarda ülkesi Eflak beyliğinin valisi olarak atanmayı başarmıştır. İlk yıllarda Osmanlılara vergisini düzenli ödemeye devam etse de sonraki yıllarda Avrupa ittifakına katılıp Osmanlı'ya baş kaldırmış ve tutsak ettiği askerleri türlü işkencelerle öldürmüştür. En tanınmış işkencesi kazıklara oturtmasıdır. Kazıkları makattan sokup sırt kısmından çıkartır. Ve kazıkladığı kişileri öldürmez, bunlar bir gün içerisinde kan kaybından, açlıktan yahut susuzluktan ölürler. Dracula bu yaptıklarından sonra Osmanlı İmparatoru, tarafından başı kesilerek idam edilmiştir. Ya da öyle iddia edildi. Romanın önermesine göre Voyvoda Dracula öğrendiği Kara büyüve Simya teknikleri sayesinde ölümden kurtulmuş,bir vampire dönüşmüş ve 400 yıl hayatta kalmayı başarmıştır.
Romanın Konusu
Drakula adlı kitap vampirleri konu almaktadır. Bazı yerlerde Transilvanya canavarı olarak da geçmektedir. Transilvanya'da yaşayan Drakula Şatosu'nun lordu olan ölümsüz Kont Drakula'yı yok etmeye çalışan bir grup insanın öyküsünü konu alır. Drakula adlı vampir, beyaz tenli,kırmızı gözlü,20 insan gücünde,tırnakları uçlara doğru sivrilen,dudakları kırmızı ve beyaz,sivri köpek dişleriyle korkutucu görünüme sahiptir. Drakula adlı karakter bunun dışında tabutta uyuyan, gece dışarıda avlanıp,gündüz tabutunda saklanan bir gece canavarı olarak tasvir edilmiştir. Diğer özelliklerinden biri ise ölümsüz olmasıdır. Kurt,yarasa ve sıçan kılığına girebilmekte ve bu hayvanlara hükmedebilmenin yanında, bir delikten içeri sızabilmektedir.Ayrıca aynada görünmeme gibi bir özelliği de vardır.(Yalnız modern kültürünün söylediğinin aksine güneş ışığıyla ölmez ve gündüzleri de dolaşabilir.Ama gündüz saatlerinde gücü azdır.Yine de şafak,öğle vakti ve gün batımında biçim değiştirme gücü vardır)
Kont'un Eşkali
Drakula romanda Jonathan Harker tarafından; "Yüzü güçlü -çok güçlü- kartal gibiydi, ince burnunda yüksek bir kemer, tuhaf bir şekilde kemerli burun delikleri vardı, alnı azametle kubbeleniyordu ve şakaklarındaki saçlar seyrekti, ama başka yerlerde boldu.Kaşları gürdü,burnunun üzerinde neredeyse bir araya geliyordu ve kendi gürlükleriyle kıvrılıyor gibiydiler.Ağzı ağır bıyığınının altından görebildiğim kadarıyla,kararlı ve azimli görünüşlüydü;tuhaf bir şekilde keskin dişleri vardı, bunlar dudaklarının üzerinde çıkıntı yapıyordu.Dudaklarının dikkat çekici kırmızılığı,o yaştaki bir adam için hayret verici bir canlılığa işaret ediyordu.Kulakları solgundu ve tepeleri oldukça sivriydi,çenesi geniş ve güçlüydü,yanakları zayıf,ama diriydi.Yarattığı genel etki sıradışı bir solgunluktu."Eşkali tarihi prototipi III. Vlad'ın görünüşüyle aynıdır.
Kitapta vampir avcısı Gabriel Van Helsing'ten de bahsedilmektedir. Günlük şeklinde yazılmıştır.
Kitapta vampirler ölümden dönmüş olarak da betimlenmiştir. Genel olarak sıradışı bir güzellikte olamalarına rağmen ürkütücüdürler. Kırmızı gözleri,çan gibi çınlayan sesleri,beyaz tenleri ile doğaüstü güzellik oluştururken sivri dişleri ile ölümcül olmanın yanında kanını içtiği anda kendi türüne-vampire- çevirebilme özelliğine sahiptirler.
Sahne Uyarlamaları ve Devam Romanları
Bram Stoker tarafından 1890'lı yıllarda yazılmaya başlanmış ve büyük ilgi uyandırmıştır.İlk yirmi beş yıl içinde iki sahne uyarlaması yapıldı.1924 yılındaki ilk sahne uyarlamasını Hamilton Deane tarafından yönetilmiş, Dracula rolünü Raymond Huntley,Van Helsing rolünüyse yine Deane üstlenmiştir.1927 yılında ABD'de oynanan ve John L.Balderstone tarafından yönetilen versiyonunda Dracula rolünü Bela Lugosi,Van Helsing rolünü Edward Van Sloan üstlenmiş ve 1931'de çekilecek filmin temeli atılmıştır. Stoker'ın romanına değişik zamanlarda farklı yazarlar tarafından devam romanları yazılmıştır. 2005'yılında Elizabth Kostova, Tarihçi romanında Drakula efsanesini tarihsel kökenlerine inerek anlatır.İspanyol yazar Rodolfo Martinez "Sherlock Holmes ve Ölülerin Bilgeliği" isimli öykü seçkisinde yer alan "Ormanın ötesindeki topraklardan" isimli öyküsünde Drakula ve efsanevi dedektif Sherlock Holmes'la karşı karşıya getirir. 2009 yılında Stoker'ın büyük yeğeni Dacre Stoker ve senarist Ian Holt yazarın arkasında bıraktığı elyazmaları ve notlardan yola çıkarak,hikaye hakkında çeşitli tahminlerde bulunarakDrakula/Ölümsüz isimli romanı yazmışlardır.
Sinema Adaptasyonları
1922 yılında Almanya'da Friedrich Wilhelm Murnau tarafından çekilen Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi isimli bir korsan uyarlamadır. Daha sonra 1931 yılında Tod Browning'in yönetmenliğinde Universal Studios tarafından sinemaya uyarlanmıştır.Baş rollerinde Bela Lugosi,Hellen Chandler,David Manners,Edward Van Sloan ve Dwigth Frye oynamıştır. Drakula (film, 1931). Ülkemizde 1953 yılında çekilen Drakula İstanbul'da Drakula'nın vampir dişleriyle göründüğü ilk filmdir.Mehmet Muhtar 'ın yönetmenliğinde ve Turgut Demirağ'ın yapımcılığında çekilen filmde Drakula rolü Atıf Kaptan'a emanet edilmiştir. İngiltere'de 1957 yılında Hammer Şirketi, Terence Fisher'ın yönetmenliğinde The Horror of Dracula'yı çekti.Amerika'da dağıtımını Warner Bros'un yaptığı bu ilk renkli Drakula filminin Baş rollerinde Peter Cushing,Michael Gough,Melissa Stribling veChristopher Lee yer almıştır.Hammer firması bu filmin başarısının ardından altı tane devam filmi çekmiştir.1977'deBBC Kont rolünü ünlü Fransız aktör Louis Jourdan'a,Van Helsing rolünü Frank Finlay 'a teslim ederek [[Count Dracula]'yı çeker.1988 yılında İngiliz kanalı Cosgrove Hall,Drakula'nın bir parodisi olarak Kont Duckula çizgi dizisini çeker.Bu dizi yanlış giden bir diriltme töreni sonucu vejetaryen olarak yaşama dönen vampir-ördek Kont Duckula ve düşmanı Dr.Von Goosewing (Van Helsing'in parodisi) hakkındadır.1992 yılındaysaFrancis Ford Coppola'nın yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptığı filmde Gary Oldman, Winona Ryder, Keanu Reeves ve Anthony Hopkins rol alarak beyazperdeye uyarlanmıştır.( Bram Stoker's Dracula ) 2004 yılında Universal Studios eski korku filmlerini anmak için çektiği Van Helsing filminde Kont'u diriltmiştir. Gabriel Van Helsing rolünü Hugh Jackman'a , Drakula rolünü Richard Roxburgh 'a emanet etmiştir. 2006 yılında BBC yeni bir Drakula uyarlaması çeker ve yönetmenliği Bill Eagles 'a verir.
Drakula rolünü Marc Warren , Van Helsing rolünüyse David Suchet üstlenir.

İntikamımı aldım... ;D :) ;)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Aralık, 2013, 09:29:07
(http://3.bp.blogspot.com/-1EAW5_2oEMY/UqDyNZTEnmI/AAAAAAAAcgY/K9jNNPZhQcs/s400/yonlendirme-tabelasi-1a.jpg)

Müşterim, seyahate çıkacağını, hemen görüşmek istediğini söyleyince, dün öğleden sonra ışık  hızıyla  İstanbul'a gittim. Görüşmem fevkalade verimli, son derece keyifli geçti. Müşterimin işyerinden çıktığımda güneş batmak üzereydi. Köye dönmek zor geldi. İstanbul'da kalmaya karar verdim. Arabama bindim. Önceden düşündüğüm bir programım olmayınca, ilk denk geldiğim tabelanın yolundan gitmeye niyetlendim. Pekii... Tek başına Edirne tabelası çıksaydı karşıma ne yapacaktım? Hey! Basacaktım gaza... Yeminle gidecektim.

Ama bakma... Edirne'nin yanında Üsküdar tabelasını görünce çocuk gibi sevindim. Bazan ben bile kendimden korkuyorum biliyor musun? Olur mu olur... Dellenip kendimi Edirne Ciğercisi'nde bulabilirdim. Neyse... Daldığım Üsküdar tabelasının sonrasında denk geldiğim her tabelanın yoluna amaçsızca girdim. Meğer Üsküdar'ın arnavutkaldırımlı ara sokakları ne kadar darmış. Meğer binalarının duvarlarında ne çok tabela varmış. Du bi... Batarken Üsküdar'daki evlerin camlarını tutuşturan güneşten bahseden Necip Fazıl mı yoksa Yahya Kemal miydi? Düşündüm.  Bilemedim. Denize bi ulaşabilsem var ya... Kıyı kıyı gidecektim. Yok! Yoktu... Koskoca denizi kaybettim. Ah!.. Deniz... Murathan Mungan öyküsündeki yolkesen bir Bizans eşkıyası gibi bile çıksaydı  önüme sözgelimi...Tutup   öpecektim..

(http://2.bp.blogspot.com/-KRdAwnb8EGs/UqD0AG70msI/AAAAAAAAcgk/mldv7q4yXlo/s320/1071_512877815475339_983969330_n.jpg)

Neyse... Üsküdar'ın hep sahilini bilirdim. Fena mı? Bahaneyle ara sokaklarında gezindim. Elbette yürümeyi tercih ederdim, fakat arabamın tepesindeydim. Araba ve insan trafiği nasıl keşmekeşti anlatamam. Yayalara yol vere vere yokuş çıktım. Yokuş indim. Baktım Altunizade'deydim. Aklıma Başka Sinema geldi. Kasım ayı başından beri yerli ve yabancı bağımsız filmleri bazı sinemalarda göstermeye karar veren yeni bir oluşum var ya hani... Ne yalan söyleyeyim, kaçırdığım festival filmlerini seyredebilme fırsatı verdiği için Başka Sinema'yı yürekten desteklemekteyim. Tamam.  Çok taze bilgi ya... Hatırladım. Kadıköy Rexx, Beyoğlu Beyoğlu ve Altunizade'de Capitol'de Başka Sinema'nın filmleri gösterilmekteydi. Geçen hafta Başka Sinema'nın gösteriminde  Kadıköy Rexx te Sen Aydınlatırsın Geceyi adlı filmi seyretmiştim. Şimdi... Kısmetime ne denk gelirse, dedim. Capitol'e girdim.

(http://1.bp.blogspot.com/-Ou0vslwq7XY/UqD0kmErMAI/AAAAAAAAcgs/MAaNEKy8hZE/s400/yozgat-blues_500253.jpg)

Nanananoom! Denk geldiğim seansta Yozgat Blues yok muymuş? Ne güzel! Bu film var ya bizim şehre kolay kolay gelmez. Baktım, biletler çoktan satılmış. Sadece önden iki sıra kalmış. Vazgeçmedim. İlla Yozgat Blues'u seyretmekti niyetim. Biletimi aldım. Filimin başlamasına vakit vardı. Ohh! Kendime mükellef bir çorba ısmarladım.

Sinema biletinde 3. salon yazıyordu. 3. salonun kapısını açtım ki, başka bir film oynuyordu. Biletçi çocuk yanıma geldi. Yozgat Blues'un gala gecesi olduğu için, salonun  değiştirildiğini söyledi. Gözlerimi koca koca açtım. Sahi mi, diye bağırdım. Hey! Allahım, ne ballıyım!.. Felek gene yapmıştı yapacağını... Şaşırtmıştı. Ömrümde hiçbir filmin gala gecesine katılmamıştım. Ve ben tesadüfen o sinemadaydım.  Salona girdiğimde, bir anons yapılıyordu. Film bitince salondan ayrılmamamız rica ediliyordu. Filmin yönetmeni, senaryo yazarı, oyuncular ve emeği geçenler salonda olacaklarmış. Vay canına sayın seyirciler, dedim. Koltuğuma oturdum. Ceketimi çıkardım. Yerdeki sırt çantamın üstüne koydum.  Işıklar söndü.  Film başladı.

(http://2.bp.blogspot.com/-KVZxijAUllo/UqD2BUIDzTI/AAAAAAAAchE/i3v_AARckz4/s1600/896850_detay.jpg)(http://1.bp.blogspot.com/-tIdvNSK3n3o/UqD1OnllhLI/AAAAAAAAcg8/f8211M8V7H0/s320/images.jpg)

Bak şimdi... Beyaz perdedeki ilk görüntüde,  sırtı dönük bir adam  Fransızca şarkı söylemekteydi, tamam mı? Kim olduğunu çıkaramadım. Derkennn... Adam başını hafifçe döndü. Hey!  O ne? Yozgat Blues, Türk filmi değil miydi? Yoksa bu filmde George Clooney mi oynuyor?  Hem de Cohenvari edayla  şarkı söylüyor.

Niye böyle oldu ? Yazının en heyecanlı yerini anlatacaktım ki... Uykum geldi. Ama... Henüz ne filmi... Ne de galayı anlatmadım ki! İyisi mi, şarkıyı dinleyip  uyuyayım şimdi.



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Aralık, 2013, 23:04:10
Binlerce kafatası aşkına!

Vampirlerle ilgili yazdığım yorumu düzelteyim derken sildim! :o Geri getirmek mümkün mü?

Hani vampirlere inanmayan bir fantastik öykü yazarının dedikodusunu yapmıştım ya...
Hani vampirlere inanmıyormuş... Ve vampir öyküleri yazıyormuş...  Hayret edilecek şey!

Ne beceriksizim! Üstelik yeteneksizim... Sakın moral filan vermeyin... Öyleyim! >:(
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 22 Aralık, 2013, 22:56:29
(http://2.bp.blogspot.com/-AhI1VI3qVYM/UrcsjeL7nJI/AAAAAAAAclg/FfEXNHPvHUw/s320/fotograf%5B1%5D.JPG)

Kadıköy'den vapura bindim. Karaköy'de indim.

Aklımın dümeni, midemin komutlarıyla çalıştığı için olmalı... Vapurdan atladığım gibi...  Marş marş... İskelenin yanıbaşındaki balıkçılar çarşısına gittim. Derhal ekmek arası balık, kuru soğan söyledim. Of!.. Nasıl anlatsam bilmiyorum. Hastasıyım!.. Karaköy'e ayak bastım mı, midem ayaklarıma hükmeder. Ayaklarım cızbızcı balıkçının tezgahının önüne tıpış tıpış gider. Yemeden duramam ne yalan söyleyeyim. Zaten beş liradır. Otobüse binecek param kalmasa bile... İcabında İstanbul'u baştan sona yürürüm... Beş liramı her daim hazır ederim. Mutlaka yemeliyim. Laf aramızda, bu benim Karaköy törenim. Alırım elime balık ekmeğimi... İnsanların arasındayım diye çekinmem... Hem yürürüm hem yerim.

İşte o'na balıkçıların arasında rastladım. Tam elime ekmek arası balığımı almıştım. Denize doğru döndüm.  Zaten kış mış dememiş, vapurun balkonunda oturmuştum.  Oturmuş da efkârlı efkârlı "Ey sen ne güzelsin ey kavgamızın şehri..." diyerek İstanbul'a bir türkü tutturmuştum. Rüzgâr çooktaan bünyemi sarhoş etmiş. Balık kokusu nasıl anlatsam sana... Mis... Mis...  Ekmeği tam ısırıyordum ki o'nu gördüm. Orada... Dalgakıranın tam yancağızında... Tahta parçacıklarıyla alevlenen, eski usul  semaverden bozma soba. Üstünde fokur fokur çay kaynamakta... Ah, delirdim, delirdim. "Sen nesin ya, sen nesin?" diye seslendim. "Sen hep mi buradaydın yoksa? Seni neden daha önce hiç görmedim."

Acaba o'nu görünce büyükannemin semaveri mi aklıma geliverdi? Hani Sait Faik'in öyküsündeki gibi... Kızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Acaba o'nu içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya mı benzettim? Onda yalnız koku, buhar ve o eski günlerin mutluluğunu mu hissettim? Bir gün büyükannem öldü. Ve o evde, o, bir daha kaynamadı. Bunları düşündüm ya, gözlerim buğulandı.

Balıkçılardan biri vaziyetimdeki tuhaflığı sezdi. "Çay ister misin ablacım? Ihlamur bu... Soğukta iyi gider." dedi. Burnumu çektim. Gülümsedim. "İsterim ya... İsterim tabi." dedim.  Başımı İstanbul manzarasına çevirdim. Galata Köprüsü bir köprü gibi değil,  bir mahalle gibi görünüyordu. Baktıkça... Baktıkça... Şehir içli bir bir şiire dönüşüyordu. Eski semaverin içindeki tahtalar çıtırdadı. Yüreğime ılık, hazin bir şeyler akmaya başladı. Büyükannem'in "Ortalık yerde  yeme. Fakir fukaranın gözü kalır." sözü aklıma geliverdi.  Elimdeki ekmeği, balığı öptüm. Çoktandır unutmuşum. Nimet olduklarını hatırıma getirdim. Sobanın yanına çöktüm. Çayımı üfleye üfleye  içtim. Balık ekmeğimi gizli gizli yedim bitirdim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 23 Aralık, 2013, 09:26:40
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 21 Aralık, 2013, 09:29:07
Niye böyle oldu ? Yazının en heyecanlı yerini anlatacaktım ki... Uykum geldi. Ama... Henüz ne filmi... Ne de galayı anlatmadım ki!

İyisi mi, şarkıyı dinleyip  uyuyayım şimdi.

Hayal Kahvem devamını sabırsızlıkla bekliyoruz.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Aralık, 2013, 21:13:01
Alıntı YapHayal Kahvem devamını sabırsızlıkla bekliyoruz.

Yoo Hanac... Filmi merak eden gider seyreder. Valla eli kulağındadır. Her an gösterimi sona erebilir:)

İlla seyredilesi Türk filmlerindendir.  ;)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Aralık, 2013, 21:22:03
(http://2.bp.blogspot.com/-zpMjSNCuHT8/Uryg-6wX3NI/AAAAAAAAcpI/UW6kgIRb-7s/s400/SEN-AY~1.JPG)

- son bir söyleyeceğin var mı?
- var.. münir nurettin selçuk bey'in bir şarkısını söylemek
istiyorum, izninizle; dönüülmeez akşamıın
ufkundaayıız, vakit çook geeç



(http://3.bp.blogspot.com/-8RRX5ArfyaU/Uryrf41KJII/AAAAAAAAcqA/6zdeNJxQX94/s400/paperman.jpg)

- son bir söyleyeceğin var mı?
- var.. anlatsam sesimi duyar mısınız mısralarımda,
dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle



(http://1.bp.blogspot.com/-7C0I-igJAHM/UrylaWmuAnI/AAAAAAAAcpc/HEZMARxnF8o/s400/Sin-City-sin-city-16455920-1280-800.jpg)

  - son bir söyleyeceğin var mı?
- ne bu şimdi.. vicdan rahatlatma seansı mı



(http://4.bp.blogspot.com/-eYWz-6ScnMU/UryoAw-t_9I/AAAAAAAAcpo/MbV5Xagev3g/s400/16.jpg)

-son bir söyleyeceğin var mı?
- anneme, babama söyleyin barii..
  beni kayıp sanmasınlar..
  kayıplar mezarlığı'nda aramasınlar..
  bu insanlığı yapın bari



(http://1.bp.blogspot.com/-wyCjLEmYVME/UryozMCJWVI/AAAAAAAAcpw/SX-fFx9Gm94/s400/imagesCAZ8NOB1.jpg)

- son bir söyleyeceğin var mı?
- beni köyümün yağmurlarında iki su yıkasınlar



(http://2.bp.blogspot.com/-3WDUArhqi68/UryuN0JuBoI/AAAAAAAAcqM/SdraWTzGEbU/s400/%25C5%259Farlo.jpg)

- son bir söyleyeceğin var mı?
- e hiç biri.. jenerik geçebilir


muhtelif siyah beyaz film kareleri
metin üstündağ'ın denemeyenler'i
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 31 Aralık, 2013, 09:32:52
(http://1.bp.blogspot.com/-3246jgUA4_8/Ur8NvXvPgQI/AAAAAAAAcqY/4RTDq5h6Zok/s640/fotograf+(1).JPG)

Derse geç kalmıştım. Elbette bütün kabahat benimdi.

Yooo. Esasında evden vakitlice çıkmıştım çıkmasına... Ama... Bak şimdi... Olan biteni tek tek anlatacağım. Murat Menteş'in Dublörün Dilamması adlı kitabını metroda okumaya başlamıştım tamam mı? Nasıl hoşuma gitmişti anlatamam... Gözümü kırpmadan okuyordum. Metrodan indim. Vapura bindim. Dublörün Dilemması'nı vapurda hevesle okumaya devam ettim.

Kadıköy'den bindiğim vapurdan Kabataş'ta inip okulun servisine yetişeceğime, marş marş Karaköy'e gittim.  Avareyim bir kere... Bu kez tabanvayı Galata'ya vurdum. Of ki off... Eski Ceneviz kokusu... dar sokaklar, arnavut kaldırımlar,  ahşap evler... Kendimi kaybettim gene. Büyükannemin, soğuğa yiğitlik geçmez, sözünü ıskaladım. Galata Kulesi'nin dizlerinin dibindeki bir kafenin bahçe sandalyesine kuruldum. Film gibi bir kitaptı okuduğum. Tüm merakımla okuyordum. Hava var ya... Nasıl soğuktu anlatamam. Buz  buz... Dayak yemekle soğuktan donmak arasında harbiden bir benzerlik var. İkisi de insanın uykusunu getiriyor.  Zaman su gibi akmış gitmiş... Resmen ayakta uyumuşum. 

Okula vardığımda... Asansöre binmedim.  Üçer beşer atlayarak  merdivenleri tırmandım. Sınıfın kapısı kapalıydı. Nefeslenmek için bekledim. Kapıyı usulca açtım. İçeriye girdim. Kimseciklere bakmadan en arkadaki boş sıralardan birine oturdum. Hoca ders anlatıyordu. Başımı usulca kaldırdım. O ne? Beyaz tahtanın önünde konuşan kişi... Murat Menteş'ti... Nasıl anlatsam vaziyetimi bilmiyorum. Tek kelimeyle afallamıştım.  Okuduğum kitabın yazarıydı.Tesadüfün iğne deliğiydi bu!  Haddizatında Pazarlama Yönetimi ve Gerilla Pazarlama ya da Zor Müşteriyle Başa Çıkma derslerinden birinde olmalıydım. Neydi bu olan biten? Anlaşılan yanlış  sınıfa girmiştim. Bir kitapta okumuştum.  İnsan aptal durumuna düşmekten kurtulmanın garantisini sesini kesmekte aramalıymış... Öyle yaptım. Hem de ne biçim...  XIX. yüzyıldan kalma bir sessizlik...  Aynı anda pırıl pırıl şaşkınlıkla etrafıma bakındım. Kimsecikleri tanımıyordum. İyi ama...  Murat Menteş o  kadar hoş şeyler anlatıyordu ki, kimim, neredeyim, o sınıfta ne yapıyorum tamamiyle unuttum.  Murat Menteş'in anlattıklarını Akbabanın Üç Günü adlı  filmdeki  Faye Dunaway'in Robert Redford'u dinlediği gibi dinliyordum. 

Mola verildi.  Yanımda oturan kız, bu dersin öğrencisi olmadığımı anlamış olmalı ki, saçaklı kirpiklerinin arasından, saldırıya hazır bir kedinin gülünç fakat esrarlı fiyakasını yansıtan  sivri biber yeşili gözleriyle baktı.  İri kıyım bedenini bana doğru uzattı. Dudaklarını yaya yaya  "Besbelli yanlış sınıftasınız." dedi. Allah'ım sesi nasıl da Titanik'in enkazından çıkarılmış bir kemanınki gibiydi. Elimde olmadan yanaklarım kızardı. Kızardığımın fark edildiğini hissedince, beni acımtrak bir utanma aldı.

Hayatta başarılı olmanın iki yolu olduğu söylenir. Bir...  Şanslı olmak. İki...  Hile yapmak. Bense dayanıklı olmayı tercih edenlerdenim. Çünkü dayanıklı olmak kadar kışkırtıcı hiçbir şey yoktur. Bu yüzden, Intolerance Attention Deficit Hyper Disorder  denen hastalığa yakalanmayı hep istemişimdir. Ne yazık ki bu hastalığa sonradan yakalanılmıyor, bu hastalıkla doğuluyor. O da 10 milyonda 1. Hasta hiçbir acıyı hissetmiyor.  Parmakları kesilse, bacakları kırılsa, kolları yansa, kafası kırılsa, kaşı yarılsa... Ya da iç acıtan aptallığının farkına varılsa.

Doğuştan  Intolerance Attention Deficit Hyper Disorder hastalığından mustaripmişim ayağına yattım yatmasına ama  kıza söyleyecek de  bir şey bulamadım. Ben de saçmasapan  bir şaka yaptım.  "Zayıflamak için ata biniyorum." dedim.  Kız ise "Bu ne demek oluyor şimdi?" demedi. Sivri biber yeşili rengi gözlerini işte bu kadar açtı.  "Aaa! İşe yarıyor mu peki?" dedi.  Gözlerimde kırmızı ışıklar çaktı. Muzip muzip gülümsedim. "Evet, at  yirmi kilo verdi." dedim.

İnsan sevgisiyle dolu biri değilim. Bu da bir nevi hastalık tabii... Doğuştan gelmiyor. Sonradan icat ediliyor:)

(http://1.bp.blogspot.com/-092w1FU6e0A/Ur8nDUjMz0I/AAAAAAAAcqo/C_M2zDjeIUo/s1600/images.jpg)

NOT- Yazıdaki bazı cümleleri,  Dublörün Dilemması'ndan aşırdığımı itiraf etmeliyim. Başlığı ise çocuk psikoterapisti Adam Phillips'ten  aşırdım elbette...  Bu aşırma huyum da, sonradan mı icat edildi ne:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: yunusmeyra - 31 Aralık, 2013, 10:09:13
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 31 Aralık, 2013, 09:32:52
...................................................................................

Derse geç kalmıştım. Elbette bütün kabahat benimdi.

Yooo. Esasında evden vakitlice çıkmıştım çıkmasına... Ama... Bak şimdi... Olan biteni tek tek anlatacağım. Murat Menteş'in Dublörün Dilamması adlı kitabını metroda okumaya başlamıştım tamam mı? Nasıl hoşuma gitmişti anlatamam... Gözümü kırpmadan okuyordum. Metrodan indim. Vapura bindim. Dublörün Dilemması'nı vapurda hevesle okumaya devam ettim.

Kadıköy'den bindiğim vapurdan Kabataş'ta inip okulun servisine yetişeceğime, marş marş Karaköy'e gittim.  Avareyim bir kere... Bu kez tabanvayı Galata'ya vurdum. Of ki off... Eski Ceneviz kokusu... dar sokaklar, arnavut kaldırımlar,  ahşap evler... Kendimi kaybettim gene. Büyükannemin, soğuğa yiğitlik geçmez, sözünü ıskaladım. Galata Kulesi'nin dizlerinin dibindeki bir kafenin bahçe sandalyesine kuruldum. Film gibi bir kitaptı okuduğum. Tüm merakımla okuyordum. Hava var ya... Nasıl soğuktu anlatamam. Buz  buz... Dayak yemekle soğuktan donmak arasında harbiden bir benzerlik var. İkisi de insanın uykusunu getiriyor.  Zaman su gibi akmış gitmiş... Resmen ayakta uyumuşum. 

Okula vardığımda... Asansöre binmedim.  Üçer beşer atlayarak  merdivenleri tırmandım. Sınıfın kapısı kapalıydı. Nefeslenmek için bekledim. Kapıyı usulca açtım. İçeriye girdim. Kimseciklere bakmadan en arkadaki boş sıralardan birine oturdum. Hoca ders anlatıyordu. Başımı usulca kaldırdım. O ne? Beyaz tahtanın önünde konuşan kişi... Murat Menteş'ti... Nasıl anlatsam vaziyetimi bilmiyorum. Tek kelimeyle afallamıştım.  Okuduğum kitabın yazarıydı.Tesadüfün iğne deliğiydi bu!  Haddizatında Pazarlama Yönetimi ve Gerilla Pazarlama ya da Zor Müşteriyle Başa Çıkma derslerinden birinde olmalıydım. Neydi bu olan biten? Anlaşılan yanlış  sınıfa girmiştim. Bir kitapta okumuştum.  İnsan aptal durumuna düşmekten kurtulmanın garantisini sesini kesmekte aramalıymış... Öyle yaptım. Hem de ne biçim...  XIX. yüzyıldan kalma bir sessizlik...  Aynı anda pırıl pırıl şaşkınlıkla etrafıma bakındım. Kimsecikleri tanımıyordum. İyi ama...  Murat Menteş o  kadar hoş şeyler anlatıyordu ki, kimim, neredeyim, o sınıfta ne yapıyorum tamamiyle unuttum.  Murat Menteş'in anlattıklarını Akbabanın Üç Günü adlı  filmdeki  Faye Dunaway'in Robert Redford'u dinlediği gibi dinliyordum. 

............................................................................

"Geçmişin bana neler hazırladığını bilmiyorum."
Abdulhak Ebî Reyda
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 31 Aralık, 2013, 10:25:54
İtiraf ediyorum.

Dublörün Dillemması'nı okuyamadım yarım kaldı.

Bleki bir ara devam eder ve bitiririm.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kalidor - 31 Aralık, 2013, 10:44:03
Müthiş bir yazı, Hayal Kahvem son yazılarınız daha da bir güzel, tebrikler  :D

Korkma ben Varım'ı Dublörün Dilemması'ndan daha çok beğendim. Ruhi Mücerret ve şiir kitabı Garanti Karantina'yı bulup okumalısınız.

İlk kitabı aynı zamanda şiir kitabı olan Kuzgun'un Gölgesi artık piyasada bulunmuyor.  Kaosa Mütevazi Bir Katkı ve Aynalı Barikatlar da yeni baskıları olmadığı ama nispeten daha yeni kitaplar oldukları için bulunabilir ama bunlar deneme kitapları. Üstad roman işine sonradan girmiş anlayacağınız.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Solomon Kane - 11 Şubat, 2014, 01:11:46
Alıntı yapılan: hanac - 09 Ocak, 2013, 10:02:46
Çizimler ve renklendirme çok güzelmiş.


Zaman gazetesi ya cumartesi ekinde ya da pazar ekinde bu çizgi diziyi yayınlamıştı. Deliler gibi takip ediyordum çizerini öğrenmek için gene google karıştırırken bu yorumları gördüm. ilhan abiye basacaksan bunu bas demiştim :) şimdi görünce çok çok sevindim
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Solomon Kane - 11 Şubat, 2014, 01:28:46
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 08 Ocak, 2013, 23:58:48
Nereye yazacağımı bilemedim. Buradan sormaya karar verdim.

Bir vakitler  Filibeli Ahmet Hilmi'nin A'mak -ı Hayal'ini okumuştum.
Sonra kimbilir kaç kere sayfalarında dolandım.
O kitabı sahiden çok severim. Hayal Kahvem'e bir yazı hazırlarken, A'mak ı Hayal'in
çizgi romanla anlatılacağını ve  Cem Uygun'un  çizmeye başladığını öğrenmiştim. 
Bazı çizimlerine sanal ortamda denk gelmiştim. Büyüleyiciydi. İşte aşağıdakiler gibi...
Bence bazı dizeler, bazı cümleleri gibi, bazı çizimler de  SWAACK  eder insanın yüreğine değer.
İşte bu çizimler, aynı öykünün kahramanı Raci gibi sarhoş edici  gelmişti.

Son günlerde, neden bilmiyorum, durup dururken  Cem Uygun'un bu  çizimleri aklıma geliyor.
Çizimler aklıma gelince, Amak ı Hayal'in, hayalle  sahici arasında gidip gelen ve  usulca yüreğe tesir eden öyküsünü düşünüyorum.
Tamam... Karar verdim, kitabı tekrar okuyacağım. Raci ile Aynalı Baba muhabbetlerini özlemişim.
Ve fakat ya Cem Uygun çizimleri... Cem Uygun kimdir bilmem? Ama bir bilen varsa söyler mi,
Cem Uygun A'mak - Hayal'i çizerek anlatmayı bitirdi mi?

Zaman Gazetesi ben üniversiteye hazırlanırken. Bu karakteri çizdi. Her hafta ya cumartesi ya da pazar ekinde tam hatırlamıyorum tam sayfa olarak çıkıyordu. Çok güzel bir diziydi. 2006- 2007 senesinden bahsediyorum. Bir sayfasını saklamışım yalnız aklım nereye gittiyse sayfayı kare kare kesip bir yere yapıştırmaya çalışmışım. Beceremedim tabi :) baya bir devam etti o ekte. Keşke kendisine ulaşıp bunun kitaplaştırılıp kitaplaştırılamayacağını sora bilsem. İlk hikaye Ana karakter aynalı dedenin ney sesiyle kendinden geçer ve başka bir alemde hiçlik tepesine çıkmaya çalışır. İkinci akşam onun yanına gittiğinde tekrar ney sesiyle kendinden geçer. Bu sefer İyi ve kötünün savaşının ortasında kendini " Hikmet Pehlivan" olarak bulur. Kötüler ve iyilerden birer yiğit çıkıp kapışmaktadır. Kötü taraf Nifak adlı bir askeri öne sürer. Nifak adlı askeri Muhabbet Pehlivan yener. Muhabbet Pehlivanı Gazap adlı bir dev yener. Gazap' ı Hikmet Pehlivan yener. Hikmet pehlivanı ise Nefsi Emmare yener. En son İlahı Aşk gelir ve iyi ve kötü barışır. :) Allah' ım ne olur kitap halinde bulabilelim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Ras Al Ghul - 22 Temmuz, 2014, 15:38:22
Devamı gelecek mi ???
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Spider-Sense - 22 Temmuz, 2014, 15:46:46
Alıntı yapılan: Ras Al Ghul - 22 Temmuz, 2014, 15:38:22
Devamı gelecek mi ???
Çizer bir arkadaşla görüştük hikaye temeli aynı  ama karakterler değişecek adını Berzker yapmayı düşünüyoruz.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Ras Al Ghul - 22 Temmuz, 2014, 15:54:17
Bekliyoruz :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 07 Aralık, 2014, 21:58:22
(https://encrypted-tbn1.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcQEzuvQI1YT_6U8TJdMhcs6rTamYm9q9lzUAKFI9lizIIheKGJI7Q)

" Bizim diğer kişiler hakkındaki bilgilerimiz
o kişilerin kendilerini nasıl düşündüğüne dayanamaz, çünkü onların nasıl düşündüğünü bilemeyiz.
Kişileri ancak ilişkiler içinde anlayabiliriz. "
Karl Marx, İnsan Toplum ve İletişim'den


- Marx mı? Aaa! Bilmez miyim Karl Marx'ı?

Nedense  hınzırca gülümsediğini hissettim.

- Öyle mi?  Yoksa çizgi roman kahramanı mı? dedi.

Bir yazıda okumuştum. Bizim memlekette entellektüel ve iyi eğitim almış kişiler, Zagor gibi çizgi romanları pek okumazlar, okuyanlara karşı ön yargılı olurlarmış. Ne fena!  Çizgi roman popüler bir sanat dalı olduğundan  yani kitle tüketimi için üretildiğinden, hedef okur çoğu zaman ortalama zekanın bile altında görülürmüş.  Kimin yazısıydı ki?

Hımm. Acaba her denk geldiğimizde elimde Zagor'ları gördüğü için mi yüzüme böyle acımtırak bakıyordu? Yoksa hangi kitaptan hafızamın gizli arşivine kaydedildiğini bilmediğim o yazı yüzünden mi, çizgi roman okuyan kıt zekalı kompleksine kapılıyordum? Neydi bu şimdi? Muhabbetin başında aklı sıra bilgimi mi sorguluyordu? Harbi bi analiz yapmak için yüzüne iyice baktım. Olanca sevimliliğiyle bir şeyler söylememi bekliyordu.

Ben ise, sol kaşımı kaldırarak, yüzüme bilgiç  bir ifade kondurdum.  Manifesto'nun temel düşüncelerinden giriş yapacağımı düşünüyordum ki... Olamaz!... Bodoslama şu soruyu sordum:

-  Hiç Karl Marx'ın fotoğraflarına dikkat ettin mi?

Çizgi romanlardaki şaşıran karakterler gibi, kooskocaman açtı gözlerini:

- Ne varmış o fotoğraflarda? dedi.

- Marx 65 yaşında ölmüş. Ama saçları ve sakalları bembeyaz.  Çok acayip değil mi? 

- !!!!????

-  Marx'ın hayat hikayesi çok acıklı biliyor musun? dedim. Zengin ve eğitimli  bir ailenin kızı olan Jenny ile, kızın ailesinin rızası olmadan  evlenmişler. Birbirlerini çok seviyorlarmış. Yedi çocukları olmuş.  Saçları ve teni koyu renk olduğundan, ailede Marx'a "arap" derlermiş. Hayatları hep sürgünlerde, yoksulluk içinde geçmiş. Yedi  çocuğundan dördü Karl Marx'ın gözlerinin önünde ölmüş. İlk çocuğu öldüğünde Marx 37 yaşındaymış. Bir gecede saçları bembeyaz olmuş. Ne hazin bir hayat değil mi?


Uzandı, çantasını açtı. İçinden Ken Parker ın bir çizgi romanını çıkardı.

- Senin kitap sevdiğini ve çizgi roman okuduğunu farkedince sevindim. Ben de çok severim. Kitap okuyan bir çizgi roman kahramanı hoşuna gider diye düşündüm. Bak, sana bunu getirmiştim. Söze Marx'ı nasıl bilirsin, diye girdim. Yanlış anlamadın beni değil mi,  dedi.

Elindeki çizgi romanın bir sayfasını araladı. Ken Parker, Karl Marx'ın The Capital'ini okumaktaydı. 

İyice tescillenmişti... Kompleksli ve ön yargılı biriydim!

(http://2.bp.blogspot.com/-pLQWOZW6ErE/VISXrhvwpYI/AAAAAAAAc_k/RY-Pe_r8Xq8/s1600/unnamed.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: yunusmeyra - 07 Aralık, 2014, 22:27:17
ken parker'ın bizde yayınlanmamış "grev" macerasından bir paneldi;"marx okuyan parker.."
(http://www.ubcfumetti.com/kp/58_big.jpg)

kapağın gönderme yaptığı eser
(http://2.bp.blogspot.com/-NHTYGCam6Gg/To8pI05pHeI/AAAAAAAAAVw/BTzn3DWJrd4/s1600/Il%2BQuarto%2BStato%2B-%2BPellizza%2Bda%2BVolpedo.jpg)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 07 Aralık, 2014, 23:15:51
Karamba Yunusmeyra,

Bilgi için teşekkür ederim.   :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Aralık, 2014, 21:30:32
(http://3.bp.blogspot.com/-30JNysGckMI/VIjpm2XgNRI/AAAAAAAAdBY/0feA_YNeIqE/s1600/aa.jpg)

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın hikâyeleri arasında,  beni en zorlayan Yaz Gecesi'ydi. Ne zaman okusam, aklımın erişemediği, açıklayamadığım, çözemediğim bir sır saklıyormuş hissine kapılıyordum.  Bilinmezliğin dayanılmaz çekiciliği bu olmalı... Saklambaç oynayan yeni yetme  çocuk gibi, döne dolaşa  cümlelerini okuduğum halde, mümkünü yok, gizlediğini bulamıyor, sırrına mazhar olamıyordum. 

Keşfetmek için  kıt edebiyat bilgimin, zihnimin dikkat ve gayretinin  yetmeyeceğine kanaat getirdiğimde, sanal ansiklopediye Yaz Gecesi'ni çözümleyen bir edebiyatçı olup olmadığını sordum. Nanananooom!.. İşte bulmuştum... Kitap-lık Dergisi 40. sayı. "Süha Oğuzertem - Gizemli Bir "Yaz Gecesi"nde Freud, Joyce ve Tanpınar"

Gizemli bir Yaz Gecesi... Tamam... Buydu işte!..  Gizemli!
Ayrıca Freud ve Joyce... Ahmet Hamdi Tanpınar'ın okuruyla oynadığı oyunun içinde  bambaşka oyuncular varmış demek ki... Yemin ederim,  Freud ve Joyce'un da işin içinde olduğunu kırk yıl düşünsem aklıma getiremezdim. Nerden bilebilirdim? Neyse. "Bilmemek değil öğrenmemek ayıptır bizim köyde. Okuyunca öğreneceğim işte. Ne güzel!" dedim.  Tüm hevesimle yazıyı aramaya koyuldum.

Binlerce kasırga aşkına...  Bu sayı tam on dört yıl öncesine, 2000 yılına aitti!
Fıtratım gereği önce gene yıkıldım tabii... Sonra hemen toparladım kendimi...  Bilgisayar başına oturdum. Sanal ansiklopediye bu kez, Süha Oğuzertem kim, diye sordum.  Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü hocasıydı. Hakkında yapılan yorumlara göz gezdirdim. "Karşılaştırmalı Edebiyatın ustası... Zaman canavarı... Disiplinler arası çalışıp disiplini her anlamda yaşamına sokan bir bilim insanı... Karşılaştırmalı Türk Edebiyatı onsuz düşünülemez...  Düşünceli... İyiliksever... Hemen her konuda özenli...  Az yazdığından pek bilinmeyen memleketin edebiyat eleştirisi alanının en önde gelen eleştirmen - akademisyeni... "  Hay canına sayın seyirciler!  Resmen gizemli bir öykünün keşfinden gizemli bir yazarın keşfine yolculuk yapıyordum.

Bir kaç sahafa Kitap-lık dergisinin 40. sayısını sordum. Yok! Sanal kitapçılarda dolandım. Yoklar silsilesi. Tükenmiş. Bulamıyordum.

Dün  İstanbul'da  işim  vardı. Marş marş  Boğaziçi  Üniversitesi'nin kütüphanesine gittim. Kitap-lık Dergisi'nin 40. sayısını ve  99. sayfasındaki aradığım yazıyı buldum. Derginin tamamının  fotokopisini çektirdim. İşte elimde... Çok mutluyum!


İtiraf etmeliyim ki, Süha Oğuzertem'in,  Yaz Gecesi hakkındaki gizem dolu yazısını henüz okumadım. Bu yazıyı o kadar çok aradım ki...  Biraz nefeslenmeliyim. Yoruldum:)

(http://3.bp.blogspot.com/-XSmnZtSRN5M/VIjp0kVkOHI/AAAAAAAAdBo/ufENKni4304/s1600/Bilgigoc.jpg)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Aralık, 2014, 21:16:17
(http://1.bp.blogspot.com/-f0Cm7zpQQAU/VIs-8v75vnI/AAAAAAAAdB8/3JmBttpokbs/s1600/unnamedvv.jpg)

"Verandalarına  açılan sürgülü kapı ardına kadar açıktı.
Dışarıda hava güzeldi.
Çok sıcak da değildi...
Tam bir fırtına öncesi sessizliği hakimdi."

(http://2.bp.blogspot.com/-WF1badixvxM/VIs_RQEjYPI/AAAAAAAAdCE/WjHqEil0RUk/s1600/unnamed.jpg)

Not/

Yukarıdakiler Güngezgini (Daytripper)  adlı çizgi romanın kareleri.
Peki, çizgi roman edebiyat olabilir mi?
Bu çizgi romanı okuyun ve siz karar verin derim.
Müthiş!
İnanmazsanız,  http://www.altevren.net/index.php/farkl-tatlar/429-daytripper'deki inceleme yazısını okumanızı tavsiye ederim.
Sahiden müthiş:)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 18 Aralık, 2014, 13:24:11
Güzgezgini için bkz.

http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,6151.0.html
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Şubat, 2015, 22:51:09
"İnsanın Duası Bile Kendine Benzer."

Akşam saatleriydi. Sinemadan çıkmıştım. Hava buz gibiydi. Sokağın köşesindeki kitapçıya daldım. Bir süre dalgın adım dolandım. Raflardan rastgele bir kitap çektim. İlk sayfasını araladım. Gözüme çarpan  cümleyi okumaya başladım: "İnsanlar, birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususi boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır." Bu cümleyi nasıl sevdim anlatamam. Murathan Mungan'ın  o şahane dizelerini hatırladım.

  "Şimdi biz neyiz biliyor musun?
  Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
  Birbirine uzanamayan
  Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
  Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz."

Şiir yüreğimi titretti. Tanımadığım kitabın  sevdiğim bir şiiri hatırlatıp bünyemi silkelemesi hoşuma gitti.  Dayanamadım. Bir kaç sayfa çevirdim.  Durduğum sayfanın en alt paragrafına heyecanla baktım.  "Bu, günün en hoşuma giden saatiydi. Akşam şehre ve kalplere helmesini döküyor, sokaktan geçenlerin gözlerine karanlıkların sürmesini çekiyor, yüzlerini sanatın manalarıyla güzelleştiriyor, hareketlerini kahramanların edalarıyla asaletleştiriyor, her şeyi romantik gölgelerle sararak kıymetleştiriyordu."  Ne hoş  cümlelerdi. Gözleriminin önünden bir merak bulutu geçti. O anda kitabın kapağına bakmayı akıl ettim. Fahim Bey ve Biz... Yazarı Abdülhak Şinasi Hisar. Ah!.. Hatırlayıverdim.  Dört hüzünlü yazardan biri... Orhan Pamuk, İstanbul adlı kitabında anlatır.
"Hatıra yazarı Abdülhak Şinasi Hisar, hakkında bir kitap yazdığı arkadaşı şair Yahya Kemal, onun öğrencisi ve sonra yakını romancı Ahmet Hamdi Tanpınar ve gazeteci-tarihçi Reşat Ekrem Koçu, bu dört hüzünlü yazar, bütün hayatları boyunca yalnız yaşadılar, hiç evlenmediler ve yalnız öldüler.

"Koşar adım kasaya gittim. Fahim Bey ve Biz adlı kitap.. İşte... Artık benim...

Yahya Kemal dışındakiler ölürlerken eserlerini istedikleri gibi tamamlayamadıklarını, kitaplarının parçalar halinde yarıda kaldığını ya da istedikleri okuru bulamadıklarını  da acıyla hissediyorlarmış ya hani...  Yattıkları mekan nurla dolsun.  Diğer üçünün zaten  hastasıyım. Abdülhak Şinasi Hisar'ı  hiç okumamıştım.  Ne yapabilirim? Yolumuz yeni kesişti.  Yeminle  şimdi okuyacağım.

Aramızda kalsın. Az önce kitabı yüreğimin üstüne bastırıverdim. Edip Cansever "İnsanın duası bile kendine benzer," der. İnandığım Tanrı'ya kendimce bir dua gönderdim. "Tanrım, Abdülhak Şinasi Hisar üzülmesin e mi? İnanıyorum, istediği okur benim. "


(https://farm5.staticflickr.com/4499/36995219083_60b4617c87_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 16 Mart, 2015, 22:54:34
(https://farm5.staticflickr.com/4508/37666312711_08f7d33813_c.jpg)


Türkü dinlemeyen,
şiir sevmeyen,
kitap okumayan
ve çay içmeyen birine;
gönül vermeyin...

aykut ciyhan
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 16 Mart, 2015, 23:00:02
(https://farm5.staticflickr.com/4468/37633467592_e9b2362b99_c.jpg)

Bilirsiniz illa ki... "Sanat uzun, hayat kısa" diye bir özdeyiş vardır ya hani... 

Hah işte... Ne vakit Cemal Süreya'nın yukarıdaki minik şiirine  denk gelsem, nedense bu özdeyiş aklıma gelir.

Yeni öğrendim.  Bu özdeyişin devamı varmış.  "Sanat uzun, hayat kısa, fırsat seyrek."  Çok sevdim.

Ne kadar doğru bir söz, öyle değil mi?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Animvader - 16 Mart, 2015, 23:12:57
Latince dersinde ezberlediğim, meslek üstadımız Hipokrata ait aforizmlerden biridir:

"Ars longa, vita brevis, occasio praeceps, experimentum periculosum, ludicium difficile."

Mealen; Sanat uzun, hayat kısa, fırsat kaçmakta, tecrübe aldatıcı, karar vermek zor.

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 16 Mart, 2015, 23:58:37
Alıntı YapLatince dersinde ezberlediğim, meslek üstadımız Hipokrata ait aforizmlerden biridir:
"Ars longa, vita brevis, occasio praeceps, experimentum periculosum, ludicium difficile."
Mealen; Sanat uzun, hayat kısa, fırsat kaçmakta, tecrübe aldatıcı, karar vermek zor.

Karamba Animvader,
Doğrusunu ve tamamını öğrendik böylelikle... Demek Hipokrat'ın sözüydü.
Bilgi için çok teşekkür ederim. :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Animvader - 17 Mart, 2015, 00:18:20
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 16 Mart, 2015, 23:58:37
Karamba Animvader,
Doğrusunu ve tamamını öğrendik böylelikle... Demek Hipokrat'ın sözüydü.
Bilgi için çok teşekkür ederim. :)

Rica ederim  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Mayıs, 2015, 00:06:19
Karambita!  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: akif1 - 15 Ekim, 2015, 21:02:19
Evet yine ben  ;D Bu sefer de bir hikaye yazdım. Mustafa Kemal Paşamız ile ilgili. Hikaye biraz uzun olabilir ama lütfen okuyup önerilerini söyleyin. Yarın teslim etmem lazım o yüzden biraz aceleye geldi


Edit: Word den kopyaladığım için metinlerde kaymalar oluyor yani paragraflar böyle değil daha düzenli. Eğer ki word'dan daha kolay okumak siterseniz. Yandex'e upload ettim. Hemencecik okursunuz
https://yadi.sk/i/8Wh9_SYJjm9kN

         Tarih 11 Temmuz 1919'u gösterdiğinde Mustafa Kemal askerlikten çekilmesiyle birlikte iç sesini dinliyordu. İçinde acı, burukluk vardı. Şüphesiz ki bu vatan sevgisinden kaynaklanıyordu. Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bu burukluğun çaresini en sonunda doğa ile iç içe bulunmakla çözüleceğini anladı. Kafasına koymuştu. Ertesi günün ilk sabahı bir köye gitmeye karar verdi. O köyde belki biraz kafasını dinler ve düşüncelerine bir anlam verebilirdi. Bu düşünceyle uykuya daldı ve kalktığı gibi toparlanmaya başladı. Gideceği köy Giresun'un Espiye ilçesiydi. Burası onun eski harp okulundaki arkadaşının köyüydü. Ne zaman telgraflaşsalar ona bu yeri methediyordu. Mustafa Kemal ise bu köye gitmek için sabırsızlanıyordu. Yola koyulduktan bir süre sonra Giresun'a gelmişti. Adeta büyülenmiş gibi olurcasına çevresine bakıyordu sağ tarafında uçsuz bucaksız yeşil ormanlıklar, sol tarafında ise deniz vardı. Yine düşüncelere dalmıştı Mustafa Kemal. Acaba dedi kendisine. Böyle bir yerde yaşasam neler yapardım? Bu soruyu kendisine sorduktan sonra türlü cevaplar geliyordu aklına. Fakat öndeki adamın sesiyle irkildi. 'Paşam burası dediğiniz yer' dedi. Mustafa Kemal ise alçakgönüllülükle teşekkür etti ve ardından arabasından indi.
    Onu karşılayan eski harp okulundan Ahmet idi. Adeta büyülenircesine birbirlerine bakmışlardı. Zaman onları çok değiştirmişti. Yaklaşık beş saniye bakıştıktan sonra sarıldılar. Birbirlerini uzun süre görmemenin etkisiyle hemen konuşmaya başlamışlardı bile. Aradan pek vakit geçmeden onu karşılamaya küçük bir oğlan geldi. Bu kişi Ahmet'in oğluydu. Kemal tebessüm ederek 'ismin ne küçük' dedi. Ahmet'in oğlu ise 'Sinan' diyerek babasına baktı. Babası ise 'evet oğlum bahsettiğim kişi bu' dedi. Ardından ise eve geçtiler.
      Kemal'in karnı çok acıkmıştı eve geçer geçmez Ahmet'in hanımıyla selamlaştılar ve yemek masasına oturdular. Yemekte yoksulluğun verdiği cömertlikle çorba, ıspanak ve tiken ucu vardı. Bu halleri bile onların cömertliğini adeta açıklıyordu nitekim savaşın verdiği yoksulluk adeta Kemal'in gözlerinde canlandı ve bunlara şükretti. Ardından ise yemeğe koyuldular. Yemek bittiğinde eski arkadaşıyla laflamak istiyordu fakat yol yorgunluğu üzerindeydi. Bu yüzden arkadaşından müsaade isteyerek odasına çekildi.
       Ertesi gün sabah erkenden kalkarak bir sigara yaktı ardından biraz yürüyüşe çıktı. Yürüyüşte birçok bahçe gördü fakat ekin yoktu. Bu yıl çok zor geçmiş olmalıydı. Biraz daha yürüdükten sonra sahil kenarına vardı. Taşın üzerine oturarak düşüncelere daldı. Türlü düşünceler aklından geçiyor, bunlarla da sınırlı kalmazmış gibi içi acıyordu. Orada bir saat kadar düşündükten sonra kahvaltı yapmaya eve gitti. Kahvaltıda yine pek fazla bir şey yoktu zaten Kemal de bunu önemsemiyordu. Kahvaltısını hemen yapıp arkadaşı Ahmet ile konuşmaya başladı
-Eee Ahmet köyde işler nasıl gidiyor?
-Sormayın paşam bu yıl hiç ekinimiz yok. Bu da yetmezmiş gibi hastalık birçok köye yayıldı.
  Bu sırada Sinan ağır bir öksürüğe kapılmıştı. Bunu gören Kemal oğlanı yanına çağırdı.
-Ben pek bir şey bilmem ama buraların doktoru yok mu Ahmet?
-Var da paşam birkaç aylığına başka yere gitti. Bu salgında o zaman başladı işte. Şimdiden 3 Aileden can verdik.
    Kemal'in normalde içi burkulurdu fakat girdiği savaşlar onu değiştirmişti. Adeta şimşek gibi ayağa kalkarak 'bu böyle olmaz Ahmet. Buna bir çözüm üretmemiz gerek' dedi ve ardından ekledi 'Şimdilik elimizden bir şey gelmeyeceği aşikâr ama hiç yoktan aileleri ziyaret edelim.' bunu gören Ahmet 'siz nasıl isterseniz.' dedi.
       Aradan bir saat kadar geçtikten sonra Kemal ve Ahmet hazırlanmışlardı. Tam çıkarken Sinan 'bende geleceğim.' dedi. Bunu duyan Kemal 'düş peşimize' diyerek yola devam etti. Çok geçmeden ilk aileye varmışlardı. Kapıya vurmadan önce Ahmet'e doğru yönelerek 'Ne zaman vefat etti?' diye bir sual sordu. Ahmet ise 'yaklaşık iki hafta önce.' Acıları taze diye düşündü Kemal ve kapıyı açtı.
   Karşısında altmışlı yaşlarda çehresi yaşlanmış bir amca çıktı. Kemal ona dönerek selam verdi. Amca ise adeta şaşkına dönerek 'sen o sun' dedi. Kemal ise alçakgönüllülükle kendini tanıttı. Ardından ölen kişinin aile bireylerinin yanına gitti. Gördüğü manzara karşısında yüz çehresinde değişiklikler olmuştu.                 İfadesi buruklaşmıştı. En çok acıyı ana yüreği çeker diyerekten ilk ona selam vermişti ardından diğerlerine. Pek fazla konuşacak şey bulamıyordu Kemal zaten bulamazdı da. Hiçbir söz o yürekteki acıyı dindiremezdi bilakis onu tekrar hatırlatırdı. Bunun farkında olan Kemal 'size söz veriyorum bu salgına bir çözüm bulacağım.' Dedi. Ardından ise burada çok fazla kalmak pek bir şeyi etkilemez diye evden çıkarak diğer ailelere yöneldi.   
     İkinci aileye geldiğin de Ahmet'e yine aynı soruyu sordu Ahmet ise bu sefer 'bir ay önce fakat evdeki kişiler oğullarını çok seviyorlardı' dedi. Mustafa Kemal ise evin kapısına vurarak kapıyı açtı. Karşısındaki manzara hiç de güzel değildi. Aradan bir ay geçmesine rağmen tüm aile ağlıyordu. Başsağlığı dileyerek bir divan'a oturdu Kemal. Ardından ise aileler utanırcasına gözyaşlarını silmeye çalıştı fakat Kemal onlara dur demek için elini kaldırarak gerek yok ifadesini verdi. Aile ise bunun üzerine gözyaşları dökmeye devam etti. Yalnızca karşıdaki bir adam ağlamıyordu ona doğru yönelerek 'nesi var?' diye sordu. Evin hanımı ise 'Torunu öldükten sonra dayanamadı ağladı. Yaşlı olmasının sebebiyle de yataklara düştü' dedi. Bunu gören Kemal iki adım uzaklıktaki adam'a doğru yürüyerek 'her şey doğar, büyür, ölür aynı bir çiçek gibi' dedi ve ardından ekledi 'ecelden kaçış yok' adam ise bu sözleri anlamış gibi başını salladı. Kemal o mekânda beş dakika kadar kaldıktan sonra ayrıldı. O noktada bir süre kadar durduktan sonra 'bir sonraki eve gitmeyelim Ahmet, eve gidip düşünmem lazım' dedi. Bunu duyan Ahmet 'nasıl isterseniz paşam.' Diyerek eve koyuldu.
    Eve vardıktan sonra Kemal bir sigara yaktı. Bir tane daha yakmak istiyordu ama 'hayır' dedi. 'Ben bu salgını durdurmalıyım. Türk halkı zaten yeterince acılar çekti. Her şeye çözüm bulamıyorsam bile bu küçük olaya çözüm bulmalıyım.' Diyerek yola koyuldu. Gittiği yer bir telgraf merkeziydi. Askerliği bırakmasına rağmen hala tanıdıkları varda oradaki bir arkadaşına telgraf çekerek doktor ve ilaç istedi. Savaştığı savaşlar nedeniyle tıptan biraz anlıyordu. O yüzden oradaki arkadaşına hastalığı kısa bir şekilde özetledi.
   Ertesi gün telgrafına cevap gelmişti oraya bir doktor ve birazda ilaç malzemesi göndereceklerdi. Buna müteşekkir olan Kemal bir teşekkür telgrafı çekti. Ardından ise eve doğru yol aldı. Eve varmasına beş dakika kala yolun kenarında küçük bir kız ağlıyordu. Kemal ise kıza doğru yürümeye başladı. Vardığında ise tebessüm ederek 'neyin var küçük' diye sordu. Kız ise 'benim adım küçük değil ben kocamanım, ailemi ve arkadaşlarımı koruyabilirim.' Buna duyan Kemal'in aklına hemen eski günlerden anı girmişti. Bir gün amcasının bahçesinde oynarken bir grup çocuk bir kişiyi dövüyorlardı. Olay yerine vardığında ise çocuğa yardım etmeye çalışan Kemal bir anda çocuk tarafından hakarete uğradı. Çocuk 'benim senin gibi birisinin yardımına ihtiyacım yok, ben güçlüyüm diye sayıklıyordu.' Aniden şimdiki zamana geri dönen Kemal kıza tebessüm ederek 'o zaman niye ağlıyorsun' dedi. Kız ise 'hiçbir arkadaşım yok çok yalnızım, ailem ve arkadaşlarım benimle oynamak istemiyorlar' dedi. Bunu duyan Kemal kıza masallar anlatarak eğlendirmeye çalıştı. Ardından eve gitti.
     Ertesi günün şafağında doktor bey gelmişti. Mustafa Kemal ile görüşen doktor kısa zamanda Sinan'ın vücudunu incelemeye başlamıştı. Ardından konuşmaya başladı 'teşhisimi koydum kronik bir hastalık çok büyük bir şey değil fakat ilaçla tedavi edilmezse büyür ve en sonunda öldürür' dedi. Kemal ise 'Yanınıza bir takım ilaçlar almış olmalısınız ne kadar sürede iyileşir vakit elzemdir.' Dedi. Ardından doktor 'üç ila beş gün sürebilir paşam fakat ondan sonra turp gibi olur maşallah.' Bunu duyan Mustafa Kemal'in keyfi yerine gelmişti. Hemen Ahmet'e 'hasta olan herkesi çağır doktor tedavi yapsın' dedi. Ahmet ise vakit kaybetmeden yola koyuldu.

     Akşama kadar tedavi yapan doktorun nihayet işleri bitmeye başlamıştı. Fırsatı bilen Doktor 'Paşam İstanbul çok karışık durum da, bu duruma bir çare bulmalısınız' dedi. Bunu bilen Mustafa Kemal ise 'Biliyorum. Buradaki işlerim bitsin tekrardan yapacaklarım var.' Diyerek konuyu kapattı. Ardından dışarıya yürüyüşe çıktı. Kafasında tonla düşünce olmasına rağmen o bu olaylardan ders çıkarmıştı. Ders çıkardığı konu ise şudur sevgili okuyucu: Kemal'e göre her insanın canı değerlidir. Elbette savaşlar olarak insanların canı yanıyor ve ölüyorlar fakat bunun durdurmanın bir yolu var. O yol ise birlik olmaktan geçiyor. Eğer ki Türk halkı birlik olarak tüm olaylara göğüs gererse bu ülke bu durumdan kurtulur ve refaha ulaşır.

   Ertesi haftalarda ise Kemal çeşitli kongreler düzenleyerek milleti bir olmaya çağırmıştır. Sonucunda ise Türk halkı zafere kavuşmuştur.
                    MEHMET AKİF GÜLER      10M-1364

Başlık olarak ne koymamı istersiniz bundada kararsız kaldım. Atatürk ve Salgın Hastalık ilgi çekici gibi...

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Mayıs, 2017, 23:16:26
(https://farm5.staticflickr.com/4487/37616779166_8a013682a0_o.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4510/37616779066_87d9ab07f3_n.jpg)



Yalan söyleyecek değilim.
Bu adamı çok seviyorum.
Az önce son filmini yeniden seyrettim.
Yine yeni yeniden sevdiğimi kendi kendime itiraf ettim.
Pekiii...
O kimi seviyor acaba?

Neee?
Nası yani?
Beni mi?
Yooo...
Yok artık!
Aaa!
Sahi mi?
Kalp kalbe karşı derler ya,
doğruymuş demek ki:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 09 Temmuz, 2017, 22:09:51
(https://farm5.staticflickr.com/4457/23813201648_7facc4f6bc_o.jpg)


Dünya, güneş ve ay'ın aslında üç kız kardeş olduğunu öğrendiğimde çenemin yere düştüğünü, gözlerimin tabak kadar  açıldığını hatırlıyorum.
-Nasıl yani? demiştim babanneme... Dünya, güneş ve ay  kız kardeşler  miiii?
Mırıl mırıl bir sesle, "Evet" demişti. "Bir zamanlar... Dünya, güneş ve ay, şimdiki gibi birbirlerini kovalamıyorlardı. Evrende tatlı tatlı dolanıp, huzur içinde oynuyorlardı."

Dünya, güneş ve ay... Hem kızlar... Hem kardeşler... Hem birlikte oynuyorlar. Allahım yarabbim! Bu nasıl hoş bi vaziyetti! Tuhafa meyyal ruhum, durumu hemencecik kabullenmiş, dünya, güneş ve ay'a elbise dahi giydirmişti.

Babannem şöyle devam etmişti:
- Sonraaa... Bir gün üçü de  anne olmak istediler.
Kaşlarımın yay gibi gerildiğini, gözlerimin tepsi kadar irileştiğini hayal edebilirsiniz.
Hahah! Bayılmıştım bu masala. Dünya, güneş ve ay... Kızlar... Kardeşler... Birlikte oynuyorlar. Ve anne olmak istiyorlar. Binlerce kasırga aşkına! Müthişti!

Hiç itiraz etmedim. Hayal çarklarım tıkır tıkır işlemesine kolaylıkla izin verdim.

-Peki sonra noldu babanne? diye heyecanla soruverdim.
Babannem sustu. Hemen cevap vermedi. Ne söyleyecek diye merak ediyor, gözümü kırpmadan iki dudağının arasına tüm iştahımla  bakıyordum.  O merak anları ne tatlıdır. İnsanının kalbi  nasıl da pıt pıt eder.  İşte tam o anda babannemin kalbimin pıtpıtlarını işitmek ne kelime, gördüğüne emindim. Babannem masal anlatmanın keyfini sürüyor, dinleyicisinin iştahını iyice kıvamına getiriyordu.  Daha fazla uzatmadı. Omuzlarını titrete titrete kıkırdayarak konuşmaya başladı.

-Güneş  sıcacık, mincik güneşcikler, ay  parlak, güzel yıldızlar, dünya ise çeşit çeşit insanlar doğurdu, dedi babannem. 

Dünya, güneş ve ay...  Şimdi anne ve teyze olmuşlardı. Ne diyebilirdim ki? Harikuladeydi. Kendimi masalın kollarına iyice bırakıvermiştim. Babannem şöyle devam etti.

- Zaman geçtikçe çoğalmaya başladılar. İnsanlar yeryüzüne, yıldızlarla güneşcikler gökyüzüne hızla yayıldılar. Özellikle güneşcikler o kadar çoğalmışlar ki, insanlar yanmaya ve ölmeye başladılar. Ay, güneşle konuştu. Eğer güneşçikler bu hızla doğmaya devam ederse, dünyanın çocukları yaşayamayacaklar. İyisi mi sen güneşçiklerini toplayıp yut, ben de yıldızlarımı yutayım. Bizim çocuklarımız içimizde gezinsin. Dünyanın insanları huzura ersin, dedi.

Güneş, ay'ın bu teklifine itiraz etmek istediyse de ay diretti. Ve güneş güneşçiklerini teker teker toplayıp  yutuverdi. Ay ne yaptı bil bakalım?" dedi babannem. Cevabımı beklemeden devam etti. "Ay, yıldızlarını eteğine sakladı. Güneş en son güneşçiğini yuttuğunda, eteğindeki yıldızları gökyüzüne fırlattı. İşte o gün bugündür, dünyanın insanları çoğalmaya devam ediyor, yıldızlar semada  sereserpe dolaşıyor... Gökyüzünde bir güneş var bir ay var... Neden dersin? Çünkü güneş tüm kızgınlığıyla  ay'ı kovalıyor."

Elbette Fen Bilgisi derslerinde öğretmenler gece ve gündüzün oluşunu bilimsel olarak anlattılar. Hiç inanmadım. Babannemin masalı en güzeldi!
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Ekim, 2017, 00:16:15
(https://farm5.staticflickr.com/4470/37407986660_e64abbfdd3_o.png)

Yeminle niyetim bambaşkaydı. İşte uzun zamandır yolunu gözlediğim çizgi roman elimin altındaydı. Sert bir kahve eşliğinde tüm duyularımı canlandırma gayretindeydim. Usta bir film yönetmeninin kamera  hareketlerini takip eder gibi Christophe Chaboute'nin çizgilerinin peşine düşme hayalindeydim. Eksiğim var abartım yok. Tıpkı böyleyken böyleydim.
Lakinnn....

(https://farm5.staticflickr.com/4446/37616762176_1fa1f5ef69_o.png)

İlgim dağınık... Merakım çok... Hafızam zayıf... Sadakatim yok.

Çizgi romanı olduğu yerde bıraktım. Cep telefonumdan Chaboute'nin hayatını gugıllamaya başladım. Yukarıdaki fotoğrafını görünce şaştım kaldım. Çizer tüm sevimliliğiyle gülümsüyordu. Arkasındaki duvarda bir müzik aleti asılı duruyordu. Bayıldığım çizer Chaboute yoksa ukulele mi çalıyordu!! Heyyy! Binlerce zıplayan pire aşkına! Sırf bu sebeple başım leyla gibi dönüyordu.........
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Ekim, 2017, 22:37:31
"Yok Olacak Olması Ne Kötü, Ama Hangimiz Ölümlü Değiliz Ki?" Blade Runner  (1982)

(https://farm5.staticflickr.com/4475/37546942900_9e91c961fb_o.gif)

(https://farm5.staticflickr.com/4513/23952181908_ca73d319c4_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4468/37756880036_3250455baa_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4481/23952181698_ed1b6d3077_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4509/37546942530_370ec0af6b_o.gif)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Ekim, 2017, 09:03:28
(https://farm5.staticflickr.com/4492/37879770891_fa48b03e55_z.jpg)

Gazi Üniversitesi Türk Halk Edebiyatı bölümünden yardımcı doçent  Evrim Ölçer Özünel'in uzun zamandır takibindeydim. Kendisi  aynı zamanda Ankara'daki Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi'nin koordinatörüymüş. Ne hoş! Ankara'ya gidip o müzeyi gezmek, Anadolu masalları dinlemek, bilmecelere kafa yormak, eskiden kullanılan eşyaların etrafında dönen  geleneksel yaşamı hatırlamak  kim bilir ne heyecan vericidir.

Ayrıca Evrim hocanın yüksek lisans tezi olan, Masal Mekanında Kadın Olmak adlı kitabını epeydir arıyordum. Arayan bulur derler ya... Sahiden buldum ve tüm merakımla okudum. Okumakla kalmadım,  masal kadınlarını anlatırken seçtiği bazı metinlerin içinde bulunduğu Prof. Dr. Saim Sakaoğlu tarafından olağanüstü emek verilerek hazırlanmış, Gümüşhane ve Bayburt Masalları adlı derleme kitabını da aradım, taradım, buldum, aldım. Evrim Ölçer Özünel'in  kitabını ilk kez okurken, örnek gösterilen masal cümlelerinin altını çizmiştim. Şimdi o masalların orijinallerini, Saim hocanın kitabından okuyacağım.

Tolkien, masal diyarının "tehlikeli bir ülke"  olduğunu; "bu diyarda ihtiyatsızlar için tuzaklar ve fazla cesur olanlar için de zindanlar" bulunduğunu söylüyor. Son günlerde masalların menzilinde  ihtiyatsızca ve cahil cesaretiyle hoplaya zıplaya gezinmekteyim. Nanananoom! Misal, az sonra Gümüşhane ve Bayburt yöresi masal diyarına  bodoslama gireceğim. 

Masal diyarı sahiden tehlikeli bir ülke mi? Koskoca Tokien söylemiş... Tuzaklar ve zindanlar varmış öyle mi? Heyy!  Üstelik masal mekanında kadın başıma kaldım di mi?

Haydi ordan! Kimden korkacakmışım ki?  Başlıyorum işteee:  "Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içindeeeee.........."

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 24 Ekim, 2017, 20:20:34
(https://farm5.staticflickr.com/4458/37195842974_da1726c5d3_z.jpg)

Ankara'daki  Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi'nin varlığından haberdar olunca, somut olmayan kültürel miraslarımız nelermiş diye merak ettim. Masallar, efsaneler, bilmeceler, atasözleri, fıkralar, halk hikayeleri, karagöz, meddah, kukla, geleneksel yemeklerimiz, halk hekimliği, halk takvimi, dokumacılık, telkâri, nazar boncuğu, bakırcılık, ebru,  halk mimarisi, doğum, düğün, nevruz kutlamaları, ölüm ritüelleri diye kısaca özetleyebilirim.

Konuyla ilgili haber ve yazıları okurken, "kuş dili, lavaş ve çinicilik" in de UNESCO'nun somut olmayan kültürel miras listesine yer alması için girişimde bulunduğumuzu öğrendim. Lavaş ve çiniciliği anladım. Kuş dili ne oluyor ki diye merak ettim. Araştırınca şaşırdım kaldım. Giresun'un Çanakçı ilçesinde, coğrafyanın engebeli olması sebebiyle yöre halkı yaklaşık 500 yıl önceden beri  birbirleriyle iletişim kurmak amacıyla  kuşdili kullanıyorlarmış.  Halk eğitim merkezlerinde kurslar açılıyormuş ki, memleket olarak teknolojiye hemencecik alıştık ya, kuşdili unutulmasın, nesilden nesile aktarılsın isteniyormuş.

(https://farm5.staticflickr.com/4467/37648041430_87a31023dc_o.jpg)(https://farm5.staticflickr.com/4450/37195842514_474f972760_o.jpg)

Nasıl heyecanlandım anlatamam. Lakin tam anlayamadım. Kuş dili ne demekti? Kuş dili nasıl konuşulurdu? Durur muyum? Hemen sanal aleme göz attım. Meğer kuşdili, ıslıkla haberleşmeymiş. Türkçe'nin ıslıkla çalınan şekliymiş.  Uzak mesafelerde iletişim kurmak için kullanıyorlarmış. Allahım yarabbim... Müthiş! Ben bunu neden daha önce duymadım? Bencileyin tamtam ve dumanla iletişim yollarını sular seller gibi bilen Zagorsever biri, memleketimin somut olmayan kültürel değeri olduğu söylenen,  ıslıkla iletişim yolunu nasıl bilmez? İtiraf etmeliyim, önce kendimi berbat hissettim. Lakin "bilmemek değil öğrenmemek ayıp" denir bizim köyde... Valla icabında Kuşköy'e atlayıp  gidebilirim:)

Ayrıca Türkiye'de Giresun'un Çanakçı ilçesine bağlı Kuşköy'de kullanılan kuşdili olan ıslık dili var ya, sadece bizim memlekette değil, İspanya, Fransa, Çin, Meksika'nın bazı bölgelerinde de kullanılıyormuş.

Bakınız şurada hem açıklamalı anlatıyor hem ıslıkla haberleşme uygulamasını gösteren video var. Bayıldım:) https://onedio.com/haber/beynin-iki-tarafini-da-kullanan-tek-dil-olan-turklere-ozgu-islik-dili--673635 (ftp://onedio.com/haber/beynin-iki-tarafini-da-kullanan-tek-dil-olan-turklere-ozgu-islik-dili--673635)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Ekim, 2017, 22:13:51
(https://farm5.staticflickr.com/4483/38024812852_222cf746e2_z.jpg)

Psikanaliz dersindeyiz. Salvador Dali'nin tablolarına bakıyoruz.  Hoca, Dali'nin Narsisin Başkalaşması tablosu üzerine konuşuyor. Diyor ki:

- Önde yerden çıkan bir el görüyoruz. Yerden çıkan bu el, yumurtaya benzer bir şekli tutuyor. Yumurta çatlamış. İçinden bir nergis dalı yükseliyor. Bakın, bu elin hemen arkasında  su birikintisinden çıkan başka bir el var. Bu elin rengi  farklı. İlk el gibi bu el de parmaklarının arasında yumurta şeklinde bir şey tutuyor. İyice baktığımızda görüyoruz ki, bu yumurta değil. Daha çok cevize benziyor. Cevizin çatlağından saça benzer püskülümsü bir şeyler çıkıyor. 

İkinci ele daha dikkatli bakabilir misiniz? Bu gördüğünüz bir el mi sizce? Yoksa suyun içine  çömelmiş bir insan mı? Ne dersiniz?  Ceviz sandığımız form adamın başı olabilir mi? Başın arkasında saçlar...  İki forma iyice bakın lütfen...  İki formun  aynı ölçülerde olduğunu farkedeceksiniz.

Çok doğru.  Ve şaşırtıcı. Öndekiyle arkadaki form, renkleri hariç tüm ölçüleriyle tıpatıp aynı. Hoca konuşmasına şöyle devam etti:

- Freud'a göre, insan beyninde bilinç ve bilinçaltını ayıran filtreler var. Dali psikolojik hastalığı sebebiyle paranoya esnasında, bilinçli olanla bilinçdışı olanı aynı anda algılayabiliyor. Böylece müthiş bir zeka eseri olduğunu söyleyebileceğimiz bu tabloda görüleceği gibi,  Dali bilincin her iki düzeyini birleştirmiş, ölçüleri tıpa tıp aynı olan iki formun birini taştan bir el, diğerini ise toprak bir vücut olarak resmedebilmiş.

(https://farm5.staticflickr.com/4463/38002339026_75e5f80115.jpg)

Hoca, Dali'nin hayatına geçti. Dedi ki:
- Salvador Dali, bir yaşındaki abisinin ölümünden dokuz ay sonra doğmuştur. Bir ikame çocuktur.

İkame çocuk mu? Ömrümde böyle bir şey duymadım. İkame çocuk ne demek?

Ölen çocuğun yerine konan çocuk demekmiş. İlk çocuk ölmese, Dali doğmayacaktı. Abisinin ölümü Dali'nin doğum sebebi. Ailenin yasını hafifletmek için doğmuş olduğunu düşünerek büyümüş. Abisinin kendi bedeninde tekrar vücut bulduğunu düşünüyormuş. Dedesinin, babasının, ölen abisinin adı, kurtarıcı anlamındaki Salvador. Dali'ye de aynı adı takıyorlar. Ölecek korkusuyla aşırı korumacı büyütülmüş. Hastalık ve ölüm korkusu hayatına sinmiş. Bir sır olan dedesinin intihar ettiğini ergenlik yaşında öğrenmiş. Yoğun değersizlik duyguları, derslerde başarısızlık, yalnız geçen çocukluk, ergenlik sorunları, cinsel problemler, halüsinasyonlar, paranoya krizleri, evli ve çocuklu bir kadın olan Gala'ya olan saplantılı aşkı... Ve... Gala ile evlendikten sonra üreticiliği artmış. Gala ölünce ölmek istemiş. Artık resim yapmamaya başlamış. 1989'da öldüğünde bedeni mumyalanmış.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 03 Kasım, 2017, 22:06:41
(https://3.bp.blogspot.com/-Skq5ZoGJzVs/WfyPs1hQF7I/AAAAAAAAuZU/EbbPcXRAYYkoGnu4znFek5Di1iE8G64AgCLcBGAs/s400/a1.jpg)

"Ölülere Takılmış Bir Uçurtma Gibiyim. Biraz Öyleyim."

Dilek'in annesi öldüğünde, yıkanıp kefenlenmesi gerekiyordu. Hazırlayacak hocaya aileden iki kadının yardımcı olması istendi. Dilek, hiç tereddüt etmeden, ben yardımcı olurum, dedi. Arkasından  hemen atıldım.  Seninle gelirim, dedim.  Gittim. Teyzenin  şefkatle yıkanıp hazırlanmasına yardım ettik. Aradan bir yıl geçti.  Dilek ansızın öldü. Yakın arkadaşımdı.  Yüreğim yangın yerine döndü. Dilek'in yıkanmasına, kefen giymesine gönüllü oldum. Bu kez, daha usulüne uygun, kolayca, usulca yardım ettim. Ölümü kucakladım.

Japon yönetmen Yojiro Takita'nın  2009 da Yabancı dilde En İyi Oscar Ödülü'nü kazanan Okuribito/ Departures/  Gidişler adlı filmini, dün gece tesadüfen denk gelerek seyrettim. Bir kez daha, insan denen canlı iyi ki sanat yapıyor, iyi ki sinema var, dedim.

Filmdeki yeni evli müzisyen  genç adam Diago  işsiz kalınca, gazetede okuduğu "seyahat acentesi eleman arıyor" ilanına başvuruyor. Diago işin aslını öğrenince şaşırıyor. Çünkü bu seyahat acentesi farklı. Ölen insanları son yolculuğuna hazırlayıp, gönderiyor. Kimsenin kolaylıkla kabul etmediği  ölü yıkayıcılığı  için dolgun maaş verilince, Diago işi kabul ediyor. Karısına ne iş yaptığını söyleyemiyor.

Film, Diago'nun hayata, hayatın anlamına, ölüme bakışındaki o sancılı, ağrılı değişimini nasıl şiir gibi işlediyse, görüntüleri, müziği, sözleriyle  yüreğimin yangınına  şifa vererek hoşnutluk hissettirdi.

Roland Barthes, annesinin ölümünden sonra yazdığı Yas Günlüğü'nde der ki: " Tepkisiz kalın, sizi mahvetmiş olan anlaşılmaz gücün sizi biraz toparlamasını bekleyin, biraz diyorum çünkü içinizde her zaman paramparça olmuş bir şey kalacaktır. Bunu da söyleyin kendinize, çünkü sevginin asla azalmayacağını, insanın hiçbir zaman teselli bulamayacağını, giderek daha çok anımsayacağını bilmek de bir hoşluktur."

Son tahlilde, ne sebeple olursa olsun sevenin sevdiğinden ayrı düşmesi beter bir acı.  Lakin ölüm çaresiz ayrılıktır.  Çaresi varken ayrı düşmeye ne demeli peki?  Bu film seyredilmeli...


başlık- edip cansever'in dizeleri
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Kasım, 2017, 20:07:52
(https://2.bp.blogspot.com/-BHDMHe7q-IY/Wf9BNfiJdQI/AAAAAAAAua0/HSYZWzfozGkDunHOQ7JszOj79V3aZmobACLcBGAs/s640/v-for-vendetta10.jpg)

- Benimle dans eder misin?
- Şimdi mi? Devrim öncesinde mi?
- Dans edilmeyen bir devrim olacaksa hiç olmasın daha iyi!
-Memnuniyetle.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Kasım, 2017, 23:42:31
(https://farm5.staticflickr.com/4517/38173750072_42821f5697_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4495/38149582546_c086e218af_o.jpg)

Bu kitabı arıyorum!
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 06 Kasım, 2017, 08:22:04
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 05 Kasım, 2017, 23:42:31
Bu kitabı arıyorum!

Bu başlığa da bir göz atmanızı tavsiye ederim

http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,9035.0.html
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 08 Kasım, 2017, 22:13:29
Alıntı YapBu başlığa da bir göz atmanızı tavsiye ederim

http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,9035.0.html

Teşekkür ederim Hanac. :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 08 Kasım, 2017, 22:16:29
(https://farm5.staticflickr.com/4516/38306373346_dee1f3c3c8_o.jpg)

Geceydi. Uyku öncesi Rus yazar Yevgeni İnanoviç Zamyatin'in 1920'de yazdığı  BİZ adlı ibret verici romanını okuyordum. Kitap distopik bir geleceği anlatıyordu. Zihnim mitolojik geçmişte dolanıyordu.

Yazarın "Bütün dünya tek ve muazzam bir kadındı ve bizler rahmindeydik; henüz doğmamıştık, neşeyle olgunlaşıyorduk." cümlesinde durdum.  Böyle miydi sahiden? Acaba doğmadan öncesini neden hiç hatırlamıyordum?

Ne vakit kaybolmuş bir düşünceyi hatırlamak istesem, sol elimin işaret parmağını  üst dudağımla  burnum arasındaki o derin oyuğun üstüne koyarım. Gene aynısını yaptım.

Derler ki, aslında insan doğmadan önce evrenin mucizesini, başlangıcı ve sonu, yaradılışın sırrını, olup bitecek her şeyi çok ama çok iyi bilirmiş. Dünyaya geldiğinde bildiklerini  çığlık çığlığa herkese anlatmak istermiş. Tam o anda bir melek gelirmiş. Kimseye anlatmasın diye parmağıyla bebeğin  dudağına bastırır,  doğum öncesinden bildiği her şeyi bir parmak tıkıyla siliverirmiş. Melek işini yapmanın rahatlığıyla havalanırken, bastırdığı yerde parmak izini bırakıverirmiş.

26. yüzyılda geçen,  insanların  numaralarla adlandırıldığı, özgür olmamanın doğru olduğuna, düşünmenin ve sorgulamanın hastalık olduğuna inandırılan, teknoloji ile bürokrasiye teslim olmuş, her dakikası devlet tarafından denetlenen distopik bir gelecek anlatan elimdeki BİZ adlı ibret veren kitabı, yatağımın yanındaki sehpaya usulca bıraktım.

Sol elimin işaret parmağını, üst dudağımla burnumun arasındaki derin çukura koydum.  Yaradılış gayemin, önceden bildiğim her şeyi yeniden keşfetmek olabileceğini düşündüm.  "Neden", "Peki sonra ne olacak," diye  sorular zihnimde uçuşurken rüyalar alemine geçtim.


fotoğraf/google'dan
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Kasım, 2017, 23:37:49
(https://farm5.staticflickr.com/4551/38378744642_17048190bf_o.jpg)

Bilmiyorum 1906 doğumlu  Fredric Brown'ın  öykülerine hiç denk gelmiş miydiniz? Sevdiğim minik öykülerin yazarı Mr. Brown,  şimdi sözünü edeceğim öyküsünde okuruna "hayal et" diye seslenir.

İngilizce'den tam tercüme yapmış olmasa da, Vincent'in öykü hakkındaki yorumu şöyledir:  "Ey insan, muhayyileni uzay gemileri, canavarlar, cadılar, cinler, ölüm perileri, tılsımlar, büyüler gibi fantastik dediğin şeyler hayal etmek için kullanmak kolay olanı.
"Esas zor ve fantastik" olan bizzat kendi varlığının, bedeninin ve içinde yaşadığın gezegenin evrenin içindeki varoluşunu, doğasını hayal etmektir. Yani  aslında kendi varoluşun, bilincin ve evrenin gerçekleri çok daha şaşırtıcı ve hayal gücü gerektiren olgulardır."

Müthiş değil mi?

Benim olduğum söylenen bir bedenin içindeyim. Görebildiğim, işitebildiğim, tadabildiğim, koku alabildiğim, dokunabildiğim velhasıl ancak duyu organlarımın işlevleri ve de düşünebildiğim, hissedebildiğim, sezebildiğim, elbette hayal edebildiğim kadar dış dünyayla bağlantı kurabilirim.

(https://farm5.staticflickr.com/4583/37696108854_c8dfc0346e_o.jpg)

Bu bedenle sekiz tane gezegeni bulunan, bulunduğu galakside durmadan turlar atan  bir güneş  sistemindeyim. Şu anda bedenimin içindeyken, bilim insanlarının söylediğine göre  dünya hem kendi etrafında hem güneş etrafında  saatte binlerce kilometre hızla yol alıyor. Çok acayip! Aslında bu hızlarla savruluyor olmalıyım, bu hareketleri hiç hissetmiyorum. Güneş benim gibi dünyalılar için elbette çok büyük. Lakin  bu güneşten  daha küçük ya da daha büyük yüz milyon tane güneşler ve  milyarlarca galaksiler olduğu söyleniyor. 

Binlerce kasırga aşkına! Heey!  Evrende beni duyan vaaaarr mııı?

Uçsuz bucaksız bir evrende, tam olarak anlamadığım şekiller çizerek sürekli hareket ettiği söylenen iğne ucu büyüklükte bir gezegende, sınırlı duyulara sahip beden denen bir kutunun içinde hapisteyim.

(https://farm5.staticflickr.com/4544/37696109094_67e1fc648a_o.gif)

Yoooo:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Kasım, 2017, 13:32:20
"Dağılsak Da Göç Yollarında Yarın Bizim Bütün Dünya "

Hep yerleşik yaşadım. Hiç göç etmek durumunda kalmadım.
Lakin epeydir  göç,  göçmenlik, sürgün, iki kültürlülük sorunları ile bu durumların sonucunda ortaya çıkan trajedilerin, dramların, acıların, dertlerin evrenselliği üzerinde kafa yormakta, okumalar yapmaktayım. Şimdi ise dünyanın farklı coğrafyalarında bu halleri yaşayan insanlar hakkında çekilmiş filmleri seyretmeye niyetlendim.
Amacım empati hislerimi kışkırtmak, bu konuları daha fazla  düşünmemin ve konuşmamın gerekliliğini iyice hissedebilmek...

Başlık - Yeni Türkü şarkı sözüdür.

(https://farm5.staticflickr.com/4552/24725540978_9510443323_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4569/38565031152_b4f0d3a4c0_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4562/26821167239_9525260078_n.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4565/38540753506_d1c5fd32f9_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4573/37880696074_167f420e4e_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4577/24725621688_0f4feb9a98_n.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4525/38598016781_3d4da19deb_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4579/38540753156_50f48bce1f_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4586/37880681644_6e05c0c965_n.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4571/38540746906_72ff71c505_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4582/37880680724_8670021cc9_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4568/24738890848_b3bc8300d0_n.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4516/38578651562_da25a66777_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4533/38540746626_3719f7cb2d_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4526/37880680304_3a2715a5f6_n.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Kasım, 2017, 16:22:20
(https://farm5.staticflickr.com/4519/37893821184_039a4de4fc.jpg)

nanananoommm! karamba karambita! 4. Chaboute kitabım oldu. Çok mutluyum.:D

(https://farm5.staticflickr.com/4578/37893821054_ff751a6440_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4576/38578681622_f9273e568b_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4568/37893820854_f72d28a5d8_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4554/37893820734_c6aee43e8f_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4577/38578681532_ee70e08a7f_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4545/37893820454_d7a6f5bdf0_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4540/37893820394_25e887ce02_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Aralık, 2017, 22:07:00
(https://farm5.staticflickr.com/4597/24609737737_f3243f8e66_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4635/24609737467_4de61944d8_o.jpg)

Boğaziçi Üniversitesi ve Psikeist'in işbirliğiyle düzenlemiş oldukları,  Gitmek mi Kalmak mı? Psikanaliz ve Göç adlı  iki günlük uluslararası sempozyum programına tüm merakımla katılmıştım. Göç meselesi uzun zamandır zihnimi meşgul ediyordu. Göçle ilgili okumalar yapıyor, filmler seyrediyordum. Aşağıda  bazılarını listelediğim sempozyumun  başlıkları o kadar ilgimi çekmişti ki, gitmemezlik edememiştim.

- Yurt dışına çalışmaya giden ebeveyn ve arkada bırakılan evladı birbirine bağlayan tekinsiz hasret...
- Göçte kültürün ve dilin kaybı üzerine psikanalitik düşünceler
- Bir zorunlu göç olarak "ruhsal inziva"
- Coğrafi olarak yerinden olma travması: Anlamak ve iyileştirmek
- Kalmak ya da terk etmek, işte bütün mesele bu...
- Mültecilerin insan yerine konulmaması: Sürgündekilerin çilesi
- Koltuktan divana... Divandan skype'a..
- Göç eden kadın: Yeni kimliğe doğru bir yolculuk
- Göçe sosyolojik yaklaşımlar: Türkiye örneği
- Gitmeden önce gitmek üzerine düşünmek mümkün müydü?
- Göç ve travmanın psikanalitik odadaki izleri
- Freud yapıtı güncel travmalara yönelik bize ne öneriyor?
- Ana İlahe'nin göçü
- Kendinden sürgün
- Ölüm kapıdayken düşünmek

Sempozyumun ilk günüydü. İlk günün ikinci kahve molasındaydık. İnsanlar guruplar halinde  muhabbet edip  kahvelerini içiyorlardı.  Çoğu meslektaştı ve birbirlerini tanıyorlardı. Konuşmacılardan biriyle yan yana düştük. Kendisi değerli bir hoca ve terapistti.  Göz göze geldik. Selamlaştık.
- Psikiyatrist misiniz? diye sordu.
- Yoo. Değilim, dedim.
- Psikolog musunuz yoksa?
Cevap vermedim. Başımı sallayarak hayır dedim ve usulca yanından uzaklaştım. Acaba niye sigortacıyım, diyemedim. Birdenbire oraya ait değilmişim korkusu yüreğime yerleşti. Sanki herkes bana bakıyor,. sanki herkes benim onlardan biri olmadığımı düşünüyordu. Toplum içinde kendini  "öteki" gibi hissetmek ne fena bir histi.  Anadilimi konuşan insanlarla bir arada olmama rağmen tuhaf bir tedirginlik ve utanç içindeydim. Suçluluk, yabancılık, hatta sürgün hissi duymaya başlamıştım. Travmaya dönüşmeden  sempozyumdan çekip gitmeli miydim?

Bir el omuzuma dokundu. Döndüm.  Az önce konuştuğum hocaydı... Gülümsedi.
- Kahve molası bitti. Şimdi benim sunumum var. Yoksa dinlemeyecek misiniz  beni, dedi.
Kendime geldim. Gülümsedim.
-  Hocam, muhabbetimiz yarım kaldı kusuruma bakmayın. Mesleğimi sormuştunuz ya hani... Sigortacıyım. Sizi tüm merakımla dinleyeceğim, dedim.
- Hahha! Harikasınız! Ne iyi yapmışsınız, gelmişsiniz, dedi.
Birlikte merdivenlere doğru koştuk.  O sahnede yerini alırken, ben  salondaki kalabalığın arasına daldım.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 14 Aralık, 2017, 23:11:53
'Gidin gidin, bir şey olmaz, alışırsınız!' mı diyorlar sevgili Hayal Kahvem?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Aralık, 2017, 23:46:54
Valla kimsenin  varlığımla ilgilendiği yoktu elbette Pizagor,  lakin insan psikolojisi işte:)

Gene de bazan insan kendini "öteki" gibi hissedince, sahiden "öteki" gibi davrandığımız insanların vaziyetlerini  daha kolay anlayabiliyor. Feci.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Aralık, 2017, 23:49:54
(https://farm5.staticflickr.com/4593/39032468232_689d9ecf0a_o.jpg)

Ütopya, mükemmel bir dünya tahayyül ederken, distopya tam tersidir. Karanlık, kötü gelecekler tahayyül eder. Var olan düzeni eleştirir, geleceğe dair  uyarı tadı verir.  Distopik kitaplar ve filmler her daim ilgimi çeker. Son zamanlarda Kanadalı yazar Margaret Atwood'un takipçisiyim.  Kadınlar için tasavvur ettiği  distopik dünyalar, gerçekten zihin açıyor,  silkeleyip sarsıyor.   Distopyaların en ilgimi çeken yönü ne biliyor musunuz? En fena ortamda bile  illa ütopya ümidi vermesi...  Umut hep var. Tuhaf. Ve büyüleyici.

(https://farm5.staticflickr.com/4727/38181874695_32718dc061_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4522/39032467892_6d7fb6684c_o.jpg)

The Handmaid's Tale (Damızlık Kızın Öyküsü), Margaret Atwood'un kitabından  0n bölümlük televizyon dizisi yapılmış.  Yazar kadınlar için feci bir distopya kurgulamış. Erkek egemen sistem tarafından, kadınların  tüm haklarının bir günde  ellerinden alındığını hayal edin. Çalışan tüm kadınlar işten çıkarılıyor, bankadaki paraları kocaları ya da erkek kardeşlerinin tasarrufuna geçiyor, ya eş ya anne olmaları gerekiyor, doğurgan kadınlar çocukları olmayan kadınların kocalarının hizmetine veriliyor, kadınların örgütlenmelerinden korkulduğu için birbirleriyle konuşmaları yasaklanıyor,  yani kadını boyunduruk altına alan feci bir  totaliter toplum düzeni. Bu tip hayatlar yok mu? Biliyoruz ki bizim coğrafyamız da dahil olmak üzere dünya üzerinde nesneleştiren kadınların sayısı tahmin ettiğimizden daha çok. Lakin filmin kahramanı özgür yaşayan,  çalışan, evli, çocuklu, mutlu bir kadınken, bir anda ismi de dahil  her şeyini kaybediyor.  Yazar diyor ki; "Bana olmaz deme, sıra sana da gelebilir." Mutlaka izlenmeli. İbret verici bir dizi.

(https://farm5.staticflickr.com/4547/38181874435_b50af61884_o.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4594/39032467762_25e356f6da_o.jpg)

Margared Atwood'un kitabından televizyon dizisi yapılan, Alias Grace'i yeni izlemeye başladım. Filmin kahramanı ailesiyle birlikte İrlanda'dan Kanada'ya göç eden genç bir kadın. On altı yaşındayken, çalıştığı evde iki kişiyi öldürdüğü düşünüldüğü için ömür boyu hapse mahkum ediliyor. Eski zamanlarda adaletsiz ataerkil düzen içinde seyreden filmde, kadınların kadın olması sebebiyle  aşağılanması, tacize, tecavüze uğraması, yaşanan haksızlıklar bu kez Margaret Atwood anlatımıyla filme aktarılmış. Sürükleyici. Az sonra dizinin dördüncü bölümünü ilgiyle  seyredeceğim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 03 Ocak, 2018, 21:40:30
(https://farm5.staticflickr.com/4680/39476390011_7cdee3a112_o.jpg)

Sahaflarda denk geldim.  15 Mayıs 1979 tarihli Sanat Emeği adlı dergi. Sararmış sayfalarından birini araladım. O ismi görünce, şaşırdım kaldım. Engin Ergönültaş, "Orhan Gencebay'dan  Ferdi Tayfur'a "Minibüs Müziği" başlıklı bir yazı yazmış. Ayaklarım kendiliğinden kasaya yöneldi. Elim çantama gitti. Dergi artık benimdi.

Engin Ergönültaş'ın fotoğrafını görsem tanımam. Lakin Gırgır zamanından, Pişmiş Kelle'den çizdiklerini bilirim. Çok severim. Ya romanına ne demeli? Rüyada kitap okuyormuşum tadı veren kitap... Minare Gölgesi...

Demek Engin Ergönültaş'ın dergilere yazdığı çok eski yazıları var. Ne hoş! Keşke bu yazıları bir araya getirilse... Ve bir kitap yapılabilse... Keşke.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Ocak, 2018, 23:56:21
(https://farm5.staticflickr.com/4668/24829299667_0a2271824e_o.jpg)

Hikayesi Norveç coğrafyasının olağanüstü güzel karlı manzaraları eşliğinde ilerleyen Fortıtude adlı diziyi seyrediyorum. Şiir gibi görüntüler... Polisiye... Psikolojik gerilim... Her bölümü ilgiyle takip ediyorum. Bu bölüm de bitti. Az sonra bir diğerini seyredeceğim.    Mısır patlatmak için mutfağa gittim. Yürürken, son zamanlarda seyrettiğim dizilerin genelde İskandinav ülkelerinde geçtiğini düşündüm. Elbette benim seçimim. Hepsi polisiye, gerilim. Niye Kuzey Avrupa ülkelerinde polisiye bu kadar ilerde  acaba?

Derler ki İskandinav ülkelerinde dünyanın en mutlu halkları yaşar. Kaliteli eğitim ve sağlık, iş imkanları, refah düzeyleri,  işsizlik yardımları, özgürlük, adalet, demokrasi anlayışları, temiz hava, güvenli gıda, sakin huzurlu hayat falan...  Hay canına sayın seyirciler... Yani dediklerine göre bu İskandinavyalılar'da  her şey var...  Sadece... Dert yok... Tasa yok..  Heyacan yok...  Hiç  sorun yok.  Anladım... Ne hayal etsinler yani?  Hayatlarına biraz hareket gerek, öyle değil mi? 

Bir elimde patlamış mısır, bir elimde gazoz... Umrumda mı dünya? Oturacağım. Dizinin devamına akacağım. Aaa! Acaba ben de mi  İskandinavyalılaştırdıklarındanım:)

(https://farm5.staticflickr.com/4751/24829299507_b27aaa0a12_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4764/24829299427_1b6c485513_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4745/24829298957_fab07d0aac_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4618/39698043571_d59e79e0b3_o.jpg)

(https://farm5.staticflickr.com/4752/24829299307_105f5affed_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hennessy - 15 Ocak, 2018, 00:19:36
Hayal Kahvem güzel yazmışsın merak ettim polisiye benim işimdir bakacağım
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Ocak, 2018, 19:10:21
Seyret bakalım Hennessy,  yorumunu merak edeceğim
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Ocak, 2018, 23:16:27
(https://farm5.staticflickr.com/4618/39287338964_d6c89c2347_o.jpg)(https://farm5.staticflickr.com/4710/39996948661_4ffd4b5be2_o.jpg)

İnsanın Kullandığı İlk Alet De Başka Bir İnsandı.

Hakan Günday'ın, okuduğumda  beni silkeleyen, gerçeklerle yüz yüze getiren,  çarpan,  boğazımı düğümleyen, sert yumruk tadındaki romanlarından asla vazgeçmedim. Kinyas ve Kayra, Ziyan, Piç, Zargana, Azil, Malafa, Daha... Yazdığı kitapları pürdikkat okudum. Her defasında beni konforlu dünyamdan çekip çıkarmayı, rahatsız etmeyi tüm maharetiyle başardı. Kitaplarını okuduğumda, bazan oturduğum yerde ürkek bir serçe gibi titretti. Bazan başıma bir balyoz yemiş gibi allak bullak  etti. Hakan Günday'ın kitaplarını acı çekmekten hoşlanan biri olduğum için okumuyorum  elbette....

Daha, sanıyorum 2013 yılında yayımlanmıştı. Yasa dışı insan ticareti yani yasa dışı yollardan yurt dışına kaçmaya çalışan  göçmenlerin hikayelerini günümüzdeki kadar yoğun işitmiyordum. Arada televizyon ekranında, Kuşadası'nda yasa dışı yollardan yurt dışına kaçmaya çalışan toplam 36 kaçak göçmen sahil güvenlik ekiplerinin düzenlediği iki ayrı operasyonla yakalandı, deniyordu misal... Göçmenler gösteriliyordu... Öylece bakıyordum... Sıcacık evimde, karnım tok, sırtım pek seyrediyordum insanların hallerini... Kimdi bu insanlar? Memleketlerinden buralara getiren sebepler neydi? Kuşadası'na kadar nasıl ulaşabilmişlerdi? Neler yaşamışlardı? Bu insanları kaçıran insanlar kimlerdi? Neden insan ticareti yapıyorlardı? Haber esnasında zihnimde muhtelif sorular uçuşuyordu elbette, lakin sonra hooop bambaşka bir mecraya mesela bir spor müsabakasıyla ilgili habere akıyordu ekran... O göçmenlerle ilgili haberler sanki gerçek değildi. Başkalarının başına gelen trajideleri bir kurgu gibi seyrediyordum besbelli.

İşte o tarihlerde Daha'yı okuduğumda resmen vurgun yemiş gibi olmuştum. Hakan Günday, göçmenlere çektirilen bütün zulümleri  Daha'da romanlaştırmıştı sanki... Kitap hakkında fazla yazıp, romanı okumayanlar için nezaketsizlik etmek istemiyorum. Roman uykumdan uyandırmıştı beni. Rahatsız etmişti. İçine doğduğum coğrafyayı, ailemi, cinsiyetimi, adımı ben seçmemiştim. Savaşta lime lime edilmiş şehrinden kaçan o göçmenlerden biri ben olabilirdim. Yeni bir hayat kurmak için hayatımı feda etmeyi göze alabilecek kadar  çaresiz kalmayı, ancak has bir  edebiyat veya sanat eseri insana hissettirebilir. İnsan kaçakçılığı yapan katil bir babanın oğlu olmayı da...   Çaresizlik ne feci bir şeydi!  Aslında iyiyken  kötü olmak ne  kadar kolaydı... Ya da tam tersi. O şartlarda gene aynı ben olabilir miydim?

Kitap, harbiden göçmenlerle ilgili okumalar yapmama, sempozyumlara katılmama, yazmama, düşünmeme, iyilik-kötülük kavramlarına kafa yormama sebep olmuştu.  Daha,  beni "daha" duyarlı olmaya yönlendirmişti.

Daha'nın  filme çekildiğini duymuştum. Üstelik Hakan Günday kendisi filme uyarlamış. Onur Saylak yönetmenliğini yapmış. Şahane bir haberdi bu. Şimdi Daha şehrime gelmiş.  Bazı filmler bir kaç salonda aynı anda oynatılırken, Daha, şehrimdeki sadece tek sinemada, sadece tek salonda, sadece günde iki seans oynatılıyor. Heyyy!  Kaçırmamalıyım.

not- başlık hakan günday dan
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 04 Şubat, 2018, 00:19:14
(https://farm5.staticflickr.com/4756/26199210478_249645c5ba_o.jpg)

Bazen Düşünür Müsün, Başka Bir Şeymiş Gibi Kendini?

Peşin peşin itiraf ediyorum, yine yeni yeniden, bir kitabın kapağına vuruldum. Kitabı elime aldım. Kapağını iki yana açtım. Allahım yarabbim... Kapaktaki fotoğraf, Karacaoğlan'ın dediği gibi, "Kim var imiş biz orada yoğ iken" hissi geçirmiyor mu? Heyy! Bakar mısınız? O vakitler biz yoktuk. Onlar ise orada yaşıyorlardı. Kim bilir ne tür hayalleri vardı?

Bazan, tek ömürde tek hayat az geliyor bana biliyor musunuz? Zamanda yolculuk yapabilsem. Farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda, bazan kadın bazan erkek olabilsem, bambaşka hayatlar yaşasam... Mesela o fotoğraftaki adamlardan biri ben olabilsem... Nasıl oturmuşlar görüyor musunuz? Fotoğraf çekiliyor ya... Nasıl tatlı poz vermişler... (Arkadaşım, kulakları çınlasın. Tek ömürde tek hayat bana az geliyor dediğimde, ayyy bana tek hayat fazla geliyor, başkasını almayayım, der:) Neyse... Ben bazan düşünürüm valla... Hayal benim değil mi? Düşündüğümü olurum icabında... Kimseciklerin ruhu duymaz:)

Kitabın adı, İstanbul'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri. İlk yazı Osman Cemal Kaygılı'ya ait. Adını ömrümde işitmedim. 1890-1945 yılları arasında yaşayan yazarın "Çingeneler", "Aygır Fatma", "Bekri Mustafa"adlı kitapları varmış. Feci merak ettim. Yazar, hep eski İstanbul'un kenar mahalleriyle ilgilenmiş. O kadar çok öyküsü var ki anlatamam. Hep yazmış. Çok yazmış. Argo Lügati adlı bir sözlük bile hazırlamış.

Bu kitap, bir zamanlar İstanbul'da, semai kahvesi yahut halk değişiyle çalgılı kahveler denilen mekanlarıyla, isimleri unutulmuş pek çok saz şairleri, maniciler, semaiciler, destancıları anlatıyor. Çalgılı kahvelerde, sazlar çalınıyor, marşlar, türküler, şarkılar söyleniyor, maniler, koşmalar okunuyor, destanlar anlatılıyor. İstanbul'da, on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru hayatın edebiyata yansımasının bir şekli de buydu demek ki... Televizyon, bilgisayar, akıllı telefon, internetin olmadığı bir zamanda, erkek dünyasının unutulan eğlencesi, çalgılı kahveleri... Du bakalım... Okumaya edeyim. Devamını yazarım belki...

başlık- metin altıok dizesi
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 07 Mart, 2018, 22:55:35
(https://farm5.staticflickr.com/4797/39974057694_27c48b857e_o.jpg)

Kitabın yazarı Günther Anders.  Tanımıyorum.  Kitabı çevirenler Herdem Belen ve Hüseyin Ertürk. Çeviri kitaplarını daha önce hiç okumadım. Kitabın adı... Kafka'dan Yana Kafka'ya Karşı... Kafka mı? Dayanamadım.  Kitabı kaptığım gibi... Marş marş... Kasaya... Kitabı aldım.

(https://farm5.staticflickr.com/4780/26812745428_bbd8098f84_o.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4782/39974057534_96c6604cf9_o.jpg)

Çevirenlerin Önsözü'nde Günther Anders için şöyle yazıyor: "1902 - 1992  arası, yüzyılın neredeyse tüm altüst oluşlarına tanıklıkla başa çıkmak zorunda kalmış bir yaşam. İki Dünya Savaşı, Nazi İktidarı, sürgün, Auschwich, Hiroşima, Cezayir, Soğuk Savaş, Çernobil. Özellikle Kaliforniya'daki fabrika işçiliği yılları ve Hiroşima, savaş sonrası düşünsel macerasını belirleyen iki temel etmendir." Hay canına sayın seyirciler... Günther Anders'in kendi yaşamı zaten roman gibi. Kafka'yı unuttum, Günther Anders'i okumaya başladım.

Günther, psikolog anne babanın üç çocuğundan biri. Felsefe ve sanat tarihi okumuş. Louvre'da rehberlik yapmış. Heidegger'in derslerini dinlemiş.  1928'de Berlin'de Hitler'in Kavgam kitabını okuduktan sonra yakın çevresini uyarmak niyetiyle evinde toplantılar düzenlemiş. Ancak çağırdıklarının pek çoğu,  Hitler'i  "badanacının teki" diye görüp ciddiye almadıkları için toplantılara katılmamışlar.  Anders ise çok ciddiye almış ve Hitler için  "Bu adam söylediğini düşünüyor. Ve öylesine amiyane tarzda ifade ediyor ki söyleyeceklerini, amiyane olanları peşine takacağı gibi amiyane olmayanları da amiyaneleştirip etkileyecektir." demiş. Müthiş bir öngörü değil mi? Dünya halkı 20. yüzyılda acı çektiği kadar hiç bir yüzyılda acı çekmedi denir ya hani... Anders'e göre bunun sebebi düş gücü eksikliği... Ona göre, düş gücü, günün algı metoduydu. İnsan yazgısının ipleri, zerrece düş gücü olmayan beş paralık adamların elindeydi.

(https://farm5.staticflickr.com/4799/26812745328_644d8bf8ea_o.jpg)

1932 de ilk romanını yazmış, lakin Nazilerin iktidara gelmesi sebebiyle yayımlanmamış.   Hitler zulmunden kaçıp on dört yıl  Amerika'da yaşamak zorunda kalmış. Fabrikalarda işçilik, radyo programcılığı yapmış. Japonlar hakkında bir broşürü Almanca ya tercüme etmesi istenince, "Almanya'daki faşistlerden Amerika'daki faşistlerin yazdıklarına alet olmak için kaçmadım." diyerek istifa etmiş. Sonraki zamanlarda  Amerika'ya girişi de yasaklanmış.

1944 de ikinci eşiyle birlikte Viyana'ya yerleşmiş.  Nazi döneminde Kuzeni Walter Benjamin ile aynı evi paylaştıkları Fransa  günlerini anlattığı röportajındaki sözleri çok mühim: "Walter'le o yıllarda evde sırf felsefe yaptığımızı düşünenler yanılıyorlar. İlk planda antifaşittik; ikinci olarak antifaşisttik, üçüncüsü antifaşisttik. Arta kalan zamanlarda belki felsefe üzerine laflamışızdır."

Günther Anders'in  umut için söylediklerini unutmamam lazım... "Benim düsturum şudur: İçine sürüklendiğimiz şu berbat durumda katkı ve müdahale için şansın minicik de olsa durmayacaksın, müdahale edeceksin. Kaleme aldığım, demin sizin de değindiğiniz "Atom Çağının Emirleri'nin sonunda benim ilkem yer alır. O da şudur: Umutsuzsam bana ne! Değilmişim gibi devam."

(https://farm5.staticflickr.com/4787/39974057304_55cfe1df3a_o.jpg)

Çeviriyi yapan Hüseyin Ertürk ve Herdem Belen önsözde yazar için, "Evet, bıkıp usanmadan "uyarmış" bir adamdır Anders, oysa Rembrandt ya da Berlioz ya da müzik sosyolojisi üstüne yazmayı ne kadar da istemiştir." demişler. Şimdi benim elimde olan, Günther Anders'in,  daha Kafka tam bilinmiyorken, Kafka üzerine yazdığı bir inceleme kitabıymış. Almanca olarak 1972 yılında yayımlanan kitap, 45 yıl sonra, geçen yıl Herdem Belen ve Hüseyin Ertürk tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve İthaki yayınlarından çıkmış.

Anladım ki, Günther Anders yaşadığı dönemin kepazeliğini cesaretle anlatan, açık sözlü,  uyumsuz, tavizsiz, hep ezilenden yana, tehlikeleri sezen ve uyaran  bir yazar. Kafka'dan Yana Kafka'ya Karşı kitabını tüm merakımla okumaya başladım. Kitabı yarıladım. Okumayı bitirdiğimde, öğrendiklerimi paylaşmayı umuyorum. Umutsuzsam bana ne! Değilmişim gibi devam."

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 08 Nisan, 2018, 19:33:05
(https://farm1.staticflickr.com/794/40427313245_2acc0662f6_o.jpg)

Şubat... 28 gün... Türkiye'de Şubat ayında 47 kadın erkekler tarafından öldürülmüş. Şimdi baktım. Mart ayında erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı 25...

Amerikalı  yazar Rebecca Solnit, Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar adlı kitabının önsözüne "Bu kitap, şiddet kurbanı olmamak için harcanan hayattan, okuduğumuz haberlerden, şiddet, özgürlük ve adalet hakkında düşünmekten ve toplumsal cinsiyetten ders çıkarıyor." diye başlamış. Türkiye'deki toplumsal cinsiyet politikaları hakkında pek fazla bir şey bilmese de, bu meseleler hakkındaki konuşmaların evrensel olduğunu söylüyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde her 6.2 dakikada bir polise bildirilmiş tecavüz vakasının yaşandığını, her 5 kadından birinin tecavüze uğradığını söylüyor. Yeryüzünün her köşesi kadınlara karşı şiddet ve tecavüz vakalarıyla dolu.

Şiddetin bir ırkı, sınıfı, dini ya da milliyeti yok ama şiddetin bir cinsiyeti var, diyor.

Elbette bütün erkekler şiddete eğilimli değil. Çoğu değildir.  Hatta erkekler de erkek şiddetinden zarar görüyor.  Rebecca Solnit, örnek vermeye devam ediyor. Diyor ki, kanser, savaş ve trafik kazalarına bağlı ölümlerin tümünün toplamından daha fazla sayıda kadının, erkek şiddeti nedeniyle öldüğü görülüyor. Feci!

Yazarın dediği gibi, şiddetin olmadığı ya da açığa çıkarıldığı, şiddete karşı çıkılan, şiddetin radikal bir şekilde azaldığı ve böylece de ölümün, yaralanmanın, korkunun, sessizliğin, tehtidin, kısıtlamanın olmadığı, kadınların güven içinde yaşadığı, insan haklarına ve eşit haklara sahip olduğu  bir dünya hayal etmeliyiz.

Erkekler tarafından şiddete maruz kalmış, öldürülmüş, adını bildiğim ya da bilmediğim tüm kadınları kız kardeşimmiş gibi hissediyorum. Ve ancak kadın-erkek el ele mücadele ederek, dayanışarak erkek şiddetine son verileceğine inanıyorum. Yazar da kitabında şöyle söylüyor: Ayrımcılığı tek başına kadınlar yok edemez, tıpkı siyahların ırkçılığı, beyazların katılımı olmadan yok edemeyeceği gibi.

(https://farm1.staticflickr.com/815/40427312905_9b4d81b4ff_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 08 Nisan, 2018, 20:52:08
(https://farm1.staticflickr.com/895/27450830848_dcfa19aef6_o.jpg)(https://farm1.staticflickr.com/889/40609390994_2ee002c33b_o.jpg)

Niye Kadın Shakespeare Yok?

"Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları "ezeli" ve de "ezici" bir soru vardır: Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız? İşte Virginia Woolf bu "yakıcı" soruya, tarihsel ilişkilerin kökenine  inip kütüphane raflarında şöyle bir gezindikten sonra esaslı bir yanıt getiriyor. Ve şöyle sesleniyor kadınlara: "Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!" Virginia Woolf/Kendine Ait Bir Oda


İngiliz  kadın yazar Virginia Woolf(1882-1941), Kendine Ait Bir Oda adlı kitabının bir bölümünde Shakespeare'in, kendisi kadar yetenekli, bilgili, edebiyata, tiyatroya ilgili bir kız kardeşi olsaydı neler olurdu, diye hayal eder. Diyelim ki adı Judith olsun, der. Şekspir okula gidip eğitimini tamamlayacak, kızların okula gitmesi yasak olduğu için Judith ise evde temizlik, yemek, ütü yapacak, evin küçük çocuklarına bakacak.  Şekspir sanat ve tiyatroyla ilgilenirken ailesinin isteği üzerine komşu kızıyla evlendirilir. Bu duruma dayanamayan Şekspir evden kaçıp, hayallerinin peşi sıra Londra'ya gidecektir. Bir tiyatroda iş bulur. Başarılı bir oyuncu olur.  Sanatçılar arasında yaşar. Herkesle tanışır. Sokaklarda dolaşır.  Oyunlar yazar.  Kraliçenin sarayına giriş hakkını elde eder.

Bu arada, kendisi gibi  olağanüstü yetenekli kızkardeşinin evde olduğunu farzedeceğiz. Aslında Judith de abisi gibi macera ruhludur, yaratıcıdır, dünyayı tanımak için yanıp tutuşmaktadır. Yirmisine varmadan evlendirmek isterler. Bir yün tüccarıyla söz kesilir. Judith evlenmek istemez, ağlar,  bağırır. Babaya itiraz mı ediyor? Elbette  dayak yer.  Abisinin yolundan gitmek ister. Evden  Londra'ya kaçar. Bir tiyatro  kapısına gider. Oyuncu olmak istediğini söyler. 16. yüzyıldayız. Kızların okula gitmesinin yasak olduğu gibi tiyatroda oynamaları da yasaktır.  Adamlar oyuncu olmak isteyen Judith'e gülüp alaya alırlar. Peki şimdi ne yapacaktır? Abisi gibi sokaklarda gezip, barlarda sanatçılarla muhabbet edebilir mi? Mümkün değildir. Oysa Judith erkeklerle kadınların yaşamlarını ve huylarını incelemek, açlığını doyurmak için yanıp tutuşmaktadır. En sonunda bir oyuncu menajerinin Judith'e acıdığını ve evine aldığını hayal edelim. Bir süre sonra Judith bu adamdan hamile kaldığını öğrenecektir. Woolf der ki, bir kadın bedenininde kıstırılıp kalmış bir şair ruhunun şiddetini ve ateşini kim ölçebilir? Bir kış gecesi canına kıyar ve şimdi otobüslerin durduğu bir kavşakta gömülü yatmaktadır.

"Şekspir döneminde bir kadın onun dehasına sahip olmuş olsaydı, sanırım öyküsü böyle yazılırdı," der Viginia Woolf. "16. yüzyılda üstün yetenekle doğan herhangi bir kadın hiç kuşkusuz çıldırır, kendini vurur ya da yaşamını köyün dışında bir kulübede, korkulan ve alaya alınan bir yarı cadı, yarı büyücü olarak geçirirdi."

İngiltere'de 19. yüzyıla kadar bir kadının ailesi olağanüstü zengin ya da çok soylu olmadıkça, kendine ait bir odası olması imkansızdı der Virginia Woolf. !9. yüzyıldan sonrasını başka bir yazıya saklayayım... Çünkü 19. yüzyıl Virginia Woolf'un zamanıdır. O  başlı başına ayrı bir kadınlık hikayesidir.

21. yüzyılda yaşıyan bir kadınım. Para kazanıyorum. Kendime ait bir odam var. Zaman ayırıyorum ve bloğa da olsa illa yazıyorum. Erkekler ne der düşünmeden yazıyorum.

Ve artık kadınların daha çok yazmaları gerektiğine inanıyorum :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 09 Nisan, 2018, 21:25:57
(https://farm1.staticflickr.com/877/41318789662_7e2b3b933a_o.jpg)

16. yüzyıl minyatür sanatıyla, sevdiğim  Kill Bill, The Big Lebowski, Inception, Star Wars, Intersteller, Darth Vader gibi filmleri ve de Lolita, Değişim, Küçük Prens gibi edebiyat eserleriyle birleştiren memleketimin genç sanatçısı Murat Palta'nın çizimi bu yıl, 37. İstanbul Film Festivali kitap kapağında görünce ne yalan söyleyeyim çok sevindim. Çünkü kendisinin ve eserlerinin takipçisiyim.

(https://farm1.staticflickr.com/800/27490949088_d8e35b81b1_o.jpg)

Murat Palta ve kardeşi Star Wars seyrettikleri bir gün,  Yıldız Savaşları Osmanlı'da geçse nasıl olurdu, diye düşünmüş. Dumlupınar Üniversitesi Grafik Tasarım  bölümü mezunu olan sanatçı,  resimlemeye karar vermiş. Ne iyi etmiş.

(https://farm1.staticflickr.com/795/27490949378_02fa4d8e67_o.jpg)
Star Wars

Günümüz sanat tarihçileri resmin ve  özellikle minyatür sanatının temel kaynağı olarak, 3000 yıllık medeniyet olan  Mısır sanatını görüyorlarmış. Osmanlı'da minyatürün yaygınlaşması ise İran ve Hindistan'da kurulan müslüman devletlerin sanat koruyuculuğunu üstlenmesi sayesinde olmuş. Nakkaşhaneler kurulmuş. En verimli örnekleri 16. ve 17. yüzyılda görülen minyatür, geleneksel Türk sanatları arasına girmiş. Ünlü nakkaşlar çıraklarını yetiştirmişler. Minyatürler tarihi olayları anlatan, çizildikleri dönemin yaşam tarzını, adetlerini, geleneklerini aktaran önemli belgeler olmuş. Lakin teknoloji modern hayata iyice yerleşince, bu yavaş sanat gün geçtikçe unutulmaya başlamış. Bana göre, Murat Palta'nın minyatür sanatını popüleştirmesi şahane olmuş. Sinemanın, edebiyatın sevdiğim eserlerini Murat Palta'nın çizimleriyle seyretmek harika. Felek birine sahip olmamı nasip eyleye... Amin.

(https://farm1.staticflickr.com/786/41362269451_ab731435e3_o.jpg) (https://farm1.staticflickr.com/900/39552486120_64d172586a_o.jpg)
Dünyayı Kurtaran Adam                                    Yüzüklerin Efendisi


(https://farm1.staticflickr.com/820/41362268961_2a6b078981_o.jpg) (https://farm1.staticflickr.com/875/27490948028_2193e7cf91_o.jpg)
Küçük Prens                                                             Dönüşüm


(https://farm1.staticflickr.com/888/41318789422_ded3208019_o.jpg)

(https://farm1.staticflickr.com/819/39552484880_f6521821ca_o.jpg)
Minyatür Kill Bill'in güzelliğine bakar mısınız?

(https://farm1.staticflickr.com/786/41318788172_df37f4fa31_o.jpg)
(https://farm1.staticflickr.com/797/27490946848_65a53e44ea_o.jpg)
Kara Şövalye'nin film karesini ne güzel minyatürleştirmiş.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 09 Nisan, 2018, 23:17:43
(https://farm1.staticflickr.com/864/39552437340_1912506d91_z.jpg)

"Hep Denedin. Hep Yenildin. Olsun. Yine Dene. Yine Yenil. Daha İyi Yenil."

Sevgi Soysal'ın ikinci kitabı Tante Rosa 1968'de yayımlanmış.  Küçük bir kasabada yaşayan bir Alman kadının hikayesi olması sebebiyle, anlatının bizim kültürümüzü yansıtmadığı gibi nedenlerle eleştirilmiş ve ilgi gösterilmemiş.  Şiir gibi akan, ince bir mizahla gülümsetirken düşündüren, özgür bir dille yazılmış,  pintiricik bir kitap. Yayımlandığı tarihten elli yıl sonra Tante Rosa'yı  tüm merakımla okudum.

Cinsiyet eşitsizlikleri, toplumsal kurallardan azade kadının kendi olma çabası o kadar evrensel ki, kahramanın yabancı bir kadın olması fark etmiyor. Tante Rosa içinden geldiği gibi yaşamak isteyen, erkeklerin kurduğu sistemin kadınlara yüklediği rolleri sorgulayan, kabullenmeyen, her insan gibi hatalar yapan, düşe kalka yoluna devam eden bir kadın. Tutunamayan pek çok erkek kahraman yok mu? Tante Rosa da tunamayan,  lakin hiç vazgeçmeyen bir kadın kahraman.

On bir yaşında bir kız çocuğu düşünün... Bir haftalık aile dergisinde, kraliçe Victoria'nın  at üstünde fotoğrafını görür. At  cambazı olmak ister.  İlk hayal kırıklıklarını yaşar... Babası ölür. Annesi  başka bir adamla evlenir. Kızı rahibe okuluna gönderirler. Komşularının oğlu Hans'tan ilk cinsel deneyiminde hamile kalınca, istemeden  evlenir. Üç çocuğu olur. Hayat gün be gün monotonlaşır. Daralır.  Yedi yıllık evililiğini ve üç çocuğunu bırakarak evi terk eder. Günahkar bir kadın olarak nitelendirilir. Afaroz edilir.  Büyük şehre gider. Evlenir. İş kurar. Yapamaz. Ayrılır. Başka bir adamla evlenir. İşe girer. İş kurar. Yapamaz. Hayal kurmaktan vazgeçmez. Başına gelenlere gülen, alaya alan, toplum  ve din kuralları diye önüne sürülen hayatını daraltacak her şeye baş kaldıran,  ölümüne kadar hayatın ipine tutunmaktan asla vazgeçmeyen bu kadının serüvenini, Sevgi Soysal'ın o şahane anlatımıyla mutlaka okumalıdır.


NOT- Başlık Samuel Beckett'e aittir.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 10 Nisan, 2018, 23:16:48
(https://farm1.staticflickr.com/890/41381032411_da493e144c_o.jpg)

İzlanda'da, Reykjavik'in küçük bir kasabasında, bembeyaz dağlarla çevrili bir coğrafyada, soğuk, kar, ayaz, tipi ve hatta  bir ara çığ görüntüleri arasında  sukûnet içinde  yaşayan insanlar... Ve... İnsan her yerde insan...  Ve Cinayet... Ve suç... Ve polisiye... Ve merak... Ve gerilim... Ve gizem.

(https://farm1.staticflickr.com/896/40667388464_fd04602e35_o.jpg)

İzlanda'da  isimler çok enteresan valla... Hinrika.. Asgeir... Hijörtur... Eirikur...  Siguraur... Hrafn...   Hiperaktif bünyeme bazan ağır gelmiş olsa da,  10 bölümlük bu diziyi  merak dolu sabrımla  sonuna kadar seyrettim.

(https://farm1.staticflickr.com/785/26510488437_30003b7cc2_o.jpg)

Ve Andri sen sahi misin abi? Ne sakin adamsın...

Durun bakayım nasıldı? İzlanda'nın, Reykjavik şehrinin,  Seyaisfjöreur adlı küçük kasabası... Ne zor yazıp, söylemek.... Acaba İzlandalılar için de, mesela Seferhisar demek zor mudur?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 11 Nisan, 2018, 08:39:11
Ne kadar iştah açıcı bir tanıtım olmuş Hayal Kahvem.

Bir yerlerden bulup bu Ófærð (Trapped) dizisini izlemek lazım.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Nisan, 2018, 16:15:58
Sevindim Hanac. Seyret bakalım sen ne diyeceksin.  :)

Bu arada filmin orijinal adı da enteresan değil mi?  Sen yazmışsın... Ófærð (Trapped)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 11 Nisan, 2018, 21:49:16
(https://farm1.staticflickr.com/897/40695052304_5d54b441b3_o.jpg) (https://farm1.staticflickr.com/810/40695051664_e9b7e73568_o.jpg)

1995 yılı...  Balkanlar'daki savaş günleri...  Henüz iç savaş bitmemiş. Barış görüşmeleri devam ediyor. Bu süre zarfında ateşkes ilan edilmiş.   Kosova'nın dağlık bir bölgesinde, halkın temiz su ihtiyacını sağlayan bir kuyuya ceset atılmış.   24 saat içinde  cesedin çıkarması gerekiyor. Yoksa köylere pis su gidecek. Hemen gönüllü  insani yardım ekibi imdatlarına yetişiyor. Yardım ekibimizde Benico del Toro ve Tim Robbins abimiz ile Olga Kurylenko ve Melanie Thierry ablalamız var. Aslında  yardım ekibinin işi ne ne kadar kolay değil mi? Halatı kuyuya sallandır... Cesede bağla... Vee... Yukarıya çek...  O kadar.

Maalesef savaş bölgesinde en kolay işler bile çok zahmetli.  Bu film için, suya sabuna fazla dokunmak istenmemiş diyenler çıkabilir. Yooo...  Yönetmen bence savaş ortamında yaşanan talihsiz vaziyetleri, savaş dramlarını, ahlaksızlıkları, bürokrasinin  iş göreceğine nasıl işi  kör düğüme çevirdiğini, komik tesadüfleri, umudu elden bırakmadan, kara mizah tadında, uygun müziklerle, sakin sakin seyrettirip  anlatmak istemiş. Çok iyi etmiş. Mükemmel Bir Gün, aynı zamanda mükemmel bir film. Sahiden etkili. İbret verici bir film.

(https://farm1.staticflickr.com/898/27538195418_d9d601a672_o.jpg)

(https://farm1.staticflickr.com/869/27538196868_3356dc6c94_o.jpg)

(https://farm1.staticflickr.com/799/26538179647_b2e484bbb8_o.gif)

(https://farm1.staticflickr.com/786/27538153888_03d22d8edf_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 12 Nisan, 2018, 10:48:51
  Geçen gün seyrettim daha, kesinlikle suya sabuna dokunan bir film, bunu kör gözün parmağına şeklinde yapmıyor sadece. Kesinlikle tavsiye ederim
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 06 Mayıs, 2018, 22:52:29
(https://farm1.staticflickr.com/825/41044467575_aed5f50d8b_o.jpg)

Hayatımın  en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?
Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu.  Derin bir huzurla her yerimi saran o harika altın an belki birkaç saniye sürmüştü,
ama mutluluk bana saatlerce, yıllarca gibi gelmişti. (s.11)

(https://farm1.staticflickr.com/946/28072513608_72562f610a_o.jpg)

Amerika'da iş idaresi okuyup dönmüş, askerliğimi bitirmiştim; babam gittikçe büyüyen fabrikanın,  kurulan yeni şirketlerin yönetiminde,
ağabeyim gibi benim de etkili olmamı istemiş, bu yüzden genç yaşta beni Harbiye'deki dağıtım ve ihracat şirketi Satsat'ın genel müdürü yapmıştı. (s.19)

(https://farm1.staticflickr.com/830/28072513528_83ee4f901d_o.jpg)

Füsun, bir ay önceye kadar varlığını neredeyse unuttuğum on sekiz yaşındaki uzak ve yoksul akrabamdı.
Ben ise otuz yaşındaydım ve bana herkesin çok yakıştırdığı Sibel ile nişanlanıp evlenmek üzereydim.   (s.12)

(https://farm1.staticflickr.com/973/41044467245_6766185227_o.jpg)

"Şemsiyeyi almaya geldim." dedi Füsun.
İçeri girmiyordu. "Girsene," dedim. Bir an durdu. Kapıda dikilmenin nezaketsiz olacağını hissederek içeri girdi. Arkasından kapıyı kapadım......

Elinden tutup çay yapma bahanesiyle onu mutfağa çektim. Mutfak toz ve nem kokuyordu, loştu. Orada, her şey hızla ilerledi ve kendimizi tutamayıp öpüşmeye başladık. (s.37)

(https://farm1.staticflickr.com/905/28072513278_28de534f9a_o.png)

"Sana aşık oldum. Sana çok fena aşık oldum!"
Sesi hem suçlayıcıydı, hem de beklenmedik ölçüde şefkatli. "Bütün gün seni düşünüyorum. Sabahtan akşama seni düşünüyorum."
Ellerini yüzüne kapayıp ağlamaya başladı. (s.83)..............................

Verecek bir cevabım yoktu. Ama bunu şimdi, yıllar sonra o anı düşündüğümde söylüyorum. (s.84)

(https://farm1.staticflickr.com/956/41044467005_8a702db3b6_o.jpg)

Füsun artık yok.... (s.181)
Onu unutmak için bir plan program yapmasam, eski günlük hayatımı da sürdüremeyeceğimi artık anlıyordum.
Satsat çalışanları bile patronlarına sinen kara hüznü fark etmişlerdi.
Onunla buluşmak için Satsat'tan çıkıp her gün Merhamet Apartmanı'na yürüdüğüm yol, Füsun'un Şanzelize Butik'ten eve giderken izlediği yol  gibi acılarımı arttıracak tehlikeli hatıralarla, tuzaklarla doluydu.
O yollara girebilirdim, ama dikkat etmeliydim.... Bütün hayatımı geçirdiğim sokakları yasaklarla daraltmam ve onu hatırlatan eşyalardan uzaklaşmam, ne yazık ki Füsun'u bana hiç unutturmadı.
Sokaklarda, kalabalık içinde, davetlerde hayalet görür gibi Füsun'u görmeye başlamıştım çünkü. (s.185)


Not- Blade Runner 1982 versiyonunun film kareleriyle, Masumiyet Müzesi'nin bazı cümlelerini eşleştirme oyunu oynadım.  :)
Bunu yaparken, işte bunu dinliyordum. http://www.gerisihikayekorku.com/gerisi-hikaye-sezon-5-bolum-21-blade-runner-evreninde/ (http://www.gerisihikayekorku.com/gerisi-hikaye-sezon-5-bolum-21-blade-runner-evreninde/)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 07 Mayıs, 2018, 18:54:14
(https://farm1.staticflickr.com/953/41310869594_863d37b472_z.jpg)

Alain De Botton'un, Görmek ve Fark Etmek adlı kitabını okurken, bir defa daha  ne ballı zamanda yaşadığımı düşündüm. Yazar, Edward Hopper'in Otomat adlı resmini anlatıyordu. Diyordu ki: "Edward Hopper, yapıtları hüzünlü olan, ama onlara bakan bizleri kedere boğmayan sanatçılardandır, Bach'ın ya da Leonard Cohen'in resimdeki karşılığı diyebiliriz ona. Ana tema yanlızlıktır."

Durur muyum? Önce Otomat'ın, Hopper'in  hangi resmi olduğunu gugula sordum. Hey! Ben bu resmini çok seviyorum. Lakin adını bilmiyordum. Otomat'mış. Cohen'in şarkılarını dinleyerek, resmi seyretmeye koyuldum. Sonra ekranda Hopper'in hüzünlü resmi, fonda Cohen'in kederli sesi, Botton'un yazdıklarını kitaptan okumaya devam ettim. 

"Otomat (1927), yalnız başına oturmuş kahve içen bir kadını resmeder. Vakit gecedir, kadının üzerindeki mantodan ve şapkadan anlaşıldığı üzere dışarıda hava soğuktur. Görünüşe bakılırsa oda geniştir, boştur ve iyi aydınlatılmıştır. Dekor tamamen işlevseldir: üstü taştan bir masa, kalın ahşaptan siyah sandalyeler ve beyaz duvarlar. Kadının yüzünde içe dönük, biraz da korkmuş bir ifade vardır, kamusal yerlerde oturmaya alışkın değildir sanki. Belli ki o masaya oturmadan önce yaşamında bir şeyler ters gitmiştir. Kadın her şeyden habersizdir ya, yine de farkında olmadan resme bakan kişiyi öyküler yazmaya davet eder, onun geçmişiyle ilgili ihanet ya da kaybediş öyküleri. Kahve fincanını dudaklarına götürürken elinin titremesini engellemeye çalışır. Saat gecenin on biridir, aylardan Şubat'tır, yer Kuzey Amerika'da bir şehirdir.

Otomat hüznün resmidir ancak hüzünlü bir resim değildir. İyi bir melankolik şarkının gücünü taşır. Eşyalar sert hatlıdır, evet, ama mekan tümüyle mutsuzluk taşıyan bir mekan değildir. Salonda başka yanlız insanlar da vardır; tek başına oturmuş, tıpkı resimdeki kadın gibidüşüncelere dalmış, toplumdan kopuk bir halde kahvesini yudumlayan kadınlar ve erkekler. Toplumdan kopuşluk, hepsinde ortak olan duygudur ve bu ortaklık insana yalnız olanın sadece kendisi olmadığını anımsatır. Hopper resimdeki kadının tek başınalığıyla özdeşleşmeye davet eder bizi. Resimdeki kadın onurludur, kendinden çok başkalarını düşünür; fakat başkalarına fazlaca güvenir, biraz naif bir hali vardır sanki. Bedeni, yaşamın sert bir köşesine çarpmıştır. Hopper bizi onun yerine koyar; bizi dışarıda yaşayanların yanına, evdekilerin karşısına yerleştirir."

Ve kitap ve resim ve müzik ve hüzün ve  ben... Teşekkür ederim Tanrım... Sanat ne güzel!

https://www.youtube.com/watch?v=RXbDjyoqJxk (https://www.youtube.com/watch?v=RXbDjyoqJxk)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 10 Mayıs, 2018, 21:42:30
(https://farm1.staticflickr.com/950/28157896328_8896513161_o.jpg)

Kocaeli Kitap Fuarı'nı gezmeye sahaflar salonundan başladım. Hafta içi olmasına rağmen salonlar tıklım tıklım doluydu. Bünyemi ahesteye akortladım. O sahaf benim bu sahaf benim avare avare dolanıyordum. İnsanlarla konuşuyordum. Yanıma düşen kim olursa laf atıyordum. Kitaplara dokunuyordum. Kokluyordum. Aynı kitabın farklı çevirilerini yan yana getirip inceliyordum. Duvarlara asılan eski dergiler, ilk basım kitaplara göz gezdiriyordum. Efsunlu bir zamandı... Hatta galiba müzik vardı. Kimi kitaplara bakarken müziğin ritminde salındığımı hatırlıyorum.

Derkeenn... İşte bu, 7Gün Dergisi, İlkbahar Sayısı diye yazan dergi kapağındaki kadınla göz göze geldim. İster inanın ister inanmayın, ayaklarım kendiliğinden sahafın yanına gitti, ağzımdan çıkan ses kendiliğinden "Şu dergiyi indirir misiniz lütfen, alacağım." dedi. Dergi şeffaf bir poşetin içindeydi. Aldım. Poşetinden çıkarmadım. İncitmeden taşımaya çalıştım.

1 Mayıs 1935 yılına ait 7Gün adlı dergide, "Her hafta çarşamba günleri çıkar  herşeyden bahseder" diye yazıyor. Müesssisi: Sedat Simavi, İdarehanemiz: İstanbul Ankara caddesinde, Telefon: 23031, peki cep telefonu, web sayfası, internet adresi var mı? Elbette yok. Onun yerine bilin bakalım, ne var? Telgraf: İstanbul YedigünJ

Derginin kapağındaki  resmin ressamını merak ettim. I. Turnagil imzası var. Gugılladım. Karşıma İzzet Ziya Turnagil adı çıktı. Hakkında o kadar güzel yorumlar okudum ki anlatamam... "Türk Resmi ve Edebiyatının sıra dışı figürü... En meçhul ve en dikkate değer isimlerinden biri... Bilhassa insan duygularının  yüzlere yansıyan ifadelerini büyük bir maharetle tespit eder, figürlerindeki hareket ve ifade gücü bilhassa dikkati çeker... İnsanların içinde bulundukları halleri yüz ifadelerine ve beden şekillerine yansıtmakta gösterdiği başarı Türk resminde bir ilk olarak gösterilir."

(https://farm1.staticflickr.com/962/42031221641_d5f1be8abc_o.jpg)

Ben İzzet Ziya Turnagil'in adını bugüne kadar duymamıştım. Bu dergi kapağını seksen üç sene önce çizmiş. Bakar mısınız vefasızlığıma... Kapaktaki kadını hemencik  unuttum. Ruhuna rahmet ustanın...  Ressamını ise tüm merakımla araştırmaya devam ettim.

Ne yaptım bilin bakalım? Bahriye Çeri ve Ali Birinci tarafından hazırlanan, Kapı Yayınlarından çıkarılan, 220 sayfalık, Edebiyatı Tuvalle Buluşturan Ressam  İzzet Ziya adlı kitabı sipariş ettim.

Bazı kitapları biz seçeriz, bazı kitaplar ise  bizi seçer. İyi ki kitap fuarına gitmişim.  Bence İzzet Ziya Turnagil, beni okumaya davet etti.  Elbette memnuniyetle  kabul ettim. Denk getiren feleğe teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Haziran, 2018, 23:29:45
(https://farm2.staticflickr.com/1740/41867601085_bb949c2d16_o.jpg)

Hayal Kahvem'i taradım. Süha Oğuzertem'le  ilgili üç yazı kaleme almışım. Oysa Boğaziçi Üniversitesi  kütüphanesi şahidimdir. Onlarca dergi, kitap karıştırıp, Süha Oğuzertem'in sayısız yazılarını okumuşumdur. Kendisinin haberi yok elbette. Gizli bir fanıyım:)

İzini sürünce, Süha Oğuzertem'in Karşılaştırmalı Edebiyat hocası olduğunu öğrenmiştim. Ayrıca o kadar çok kitaplaşmış Edebiyat tezinde Süha hocaya teşekkür edildiğine denk geldim ki, sanki Süha Oğuzertem kendi yazılarını kitaplaştırmak için hiç uğraşmamış,  hep öğrencilerine el vermiş,  hep öğrencilerine rehber olmuş,  hep öğrencilerine yol göstermiş. Sadece bu kadarını görmek bile çok etkilemişti beni. Müthişti!

Doğrusu, o dergi benim bu kitap senin yazılarının peşinde dolanırken oldukça yorgun düştüğümü hatırlıyorum. Keşke Süha Oğuzertem  yazılarını bir kitapta toplasa diye hayal etmedim değil, yeminle etmiştim. Hayal et, olur elbet, derim ya.  Nanananoom! Felek yüzüme gülmüştü gene... İletişim Yayınları'ndan Eleştirirken adlı Modern Türkçe Edebiyat Üzerine Yazılar'ının kitaplaştırıldığını duymuştum. Durur muyum? Hemen sipariş ettim. İşte kitap bu akşam elime geldi.

Henüz kitabın kapağındayım. Hakkında Hayal Kahvem'e yazı yazarken, Süha Oğuzertem'in fotoğrafını zor bulduğumu hatırlıyorum. Şimdi ara ara kitabın kapağına bakıyorum. Sanki Süha hoca  kitabında da,  ismiyle-cismiyle görünmek istememiş. Sanki okuruna, "Bodoslama yazılara dal," demiş.  Yoo... Yapamam. Kitap bir süre masada duracak. Kendimi hazır hissettiğimde sayfalarınını aralayacağım. Yazılarını tüm merakımla okuyacağım. Biliyorum  zenginleşeceğim. Şaşıracağım. Fotoğrafındaki tüm ciddiyetine rağmen bence eğlenceli biri. Kitabın bazı satırlarını okurken  gülümseyeceğime  eminim. Du bakalım:)

http://hayalkahvem.blogspot.com/2014/12/bir-oykunun-kesfinden-bir-yazarn_11.html

http://hayalkahvem.blogspot.com/2015/03/kayp-yazarn-izi-ve-hayatn-bilinemeyen.html

http://hayalkahvem.blogspot.com/2015/03/tuhaf-bir-kadn.html

(https://farm2.staticflickr.com/1739/42768193701_e7418af1b2_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Aralık, 2018, 23:31:15
(https://farm5.staticflickr.com/4854/46414512061_85e19f9f45_o.jpg)

Kasım ayının 24'ü Öğretmenler Günü ya hani... Hah işte...  Geçen ay... Kasım'ın 23'ydü. Dedim ki:
- Kardeş, söyle...  Öğretmenler günü bahanesiyle, hangi armağanı alayım sana, şahane bir öğretmen kardeşsin diye?

Devrik devrik sorduğum soruyu duyunca gülümsedi. Gülüşünde öyle tatlı, öyle sevecen bir ifade vardı ki... Bilirsiniz ya... O en kızkardeş hali...  İçim eridi... Cevabını bekleyemedim:
- Dile benden ne dilersen, deyiverdim.

Daha cümlem dudaklarımdan henüz dökülmüştü ki, tereddütsüz ve de hatta soluksuz  cevap verdi:
- Tehlikeli Oyunlar'a  götürsene beni!
Takdir edersiniz ki, tepkim şöyleydi:
- Hoppala!...

Ne bileyim? Yeminle böyle bir şey isteyeceği hiiç aklıma gelmedi.  Pat  diye söyleyiverdi. İyi ama... Gösteri hafta içi... Ertesi gün iş var... Hadi benim kendi işim... Kardeş ise öğretmen. Sabah erkenden iş başı yapacak.  Ayrıca benim gece İstanbul'da kalmam gerekecek. Planda ertesi gün iş toplantım var.  Kardeşin illa dönmesi lazım.  Gece yarısı otobüse binecek, geri dönecek. Kolay mı? Yorulacak. Bıdı bıdı bıdı... Söyledim...  Olsun.  Razıydı. İstiyor. Olmazsa da başka bir şey istemiyor.

Du bi...  Ben... Erdem Şenocak'ın olağanüstü performansıyla sahneye koyduğu bu tek kişilik gösteriyi geçen yıl seyretmiştim. Evet... Seyretmiştim... Seyretmiştim de feci etkilenmiştim. Sahiden müthişti.  İkinci kez seyreder miyim? Elbette  seyrederim.

Ayrıca kardeşim istiyor.  Ne dilersen dile, dedim. Yüreğindekini samimiyetle söyledi. Hemen kolları sıvadım. İki bileti kaptım.  Biri bana... Biri kardeşe... İşte zamanı geldi. Bu hafta kardeşimle Tehlikeli Oyunlar vakti:)

(https://farm5.staticflickr.com/4874/46414511861_d36a024bda_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Aralık, 2018, 23:33:50
(https://farm5.staticflickr.com/4915/45691488124_5b583b1955_o.jpg)

Bugün yine yollardaydım. 
"Otomobilin hızı baharın bütün güzelliğini heder ediyor."
cümlesi, ansızın  zihnimden süzülüverdi. 
Hangi kitapta okumuştum ki?
Hatırlayamadım.
Ahmet Hamdi Tanpınar  tadı verdi.
Olabilir mi?

(https://farm5.staticflickr.com/4841/46363884952_f184769941_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 22 Aralık, 2018, 18:49:33
(https://farm5.staticflickr.com/4854/46370371972_fb5b66a169_z.jpg)

Hastasıyım. Filmlerini sadece kendi keyfi için çevirdiğini hayal ediyorum.
Coşkusu, ışıltısı, sevinci, samimiyeti bana geçiyor. Büyüleniyorum. 
Muhabbet, hareket, müzik, heyecan, eğlence ve mizahla oyun ihtiyacımı karşılıyor.
Tekrar tekrar seyretmeye doyamıyorum.
Veee....  2019 Ağustos ayında vizyona gireceği söylenen yeni filminin yolunu gözlüyorum....

(https://farm5.staticflickr.com/4837/32549100238_68c736354c_z.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 22 Aralık, 2018, 18:54:20
(https://farm8.staticflickr.com/7914/31481425547_9528a750e2_o.jpg) (https://farm8.staticflickr.com/7922/31481425097_1fcbd14bde_o.jpg)

!924 yılında doğan Kobo Abe, ikinci dünya savaşı esnasında tıp eğitimi almış. Edebiyata ve felsefeye meraklıymış.
Üniversitedeyken Poe, Beckett, Dostoyevski, Kafka, Nietzsche okumalarına dalmış.
1948 yılında ilk öykü kitabı yayımlanınca doktorluğu bırakmış. Romanlar yazmış.  Kumların Kadını 1962 yılında yayımlanmış.
Roman, 1964 yılında beyaz perdeye aktarılmış. Barış Bayıksel'in Japoncadan çevirisinin giriş cümleleri şöyle:
"Bir ağustos günü, bir adam ortadan kayboldu.  Bir tatil gününde, buharlı trenle yarım günlük mesafedeki sahile doğru yola çıktı ve kendisinden bir daha haber alınamadı.
Ne kayıp başvurusu ne de gazete ilanları işe yaradı."

Nanananoom... Acaba adama ne oldu? Peki Kumların Kadını kim? Romanın konusu, anlatımı, tadı çok ilgimi çekti.
Ben romanı okudum. Neler olup bittiğini biliyorum. Aaa! Olur mu?Oturup konusunu anlatacak değilim. Ne derler... Merak eden okur, olur biter:)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 22 Aralık, 2018, 20:48:06
(https://farm5.staticflickr.com/4849/45698442384_63ee073370.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4820/32549609668_cc5af9d753.jpg)

Michio Kaku, Geleceğin Fiziği adlı kitabının, Tıbbın Geleceği adlı bölümüne, Yunan ve Roman mitolojilerinde  geçen, şafak tanrıçası güzel Eos'un öyküsüyle başlamış. Eos bir tanrıça olduğu için mükemmel bir bedene sahipmiş, elbette ölümsüzmüş.  Eos, bir ölümlü olan yakışıklı Tithonus'a sırılsıklam aşık olunca, sevdiğinin yaşlanıp ölmesine razı olamamış. Tanrıların babası Zeus'a yalvarıp, Tithonus'u ölümsüz yapmasını, sonsuza kadar beraber yaşamalarını sağlamasını istemiş.  Zeus, Eos'un bu duasını kabul etmiş. Sevgilisi aynı Eos gibi ölümsüz oluvermiş.

Buraya kadar tamam... Tithonus  artık ölmeyecek. Şahane... İki sevgili sonsuza kadar mutlu, mesut yaşayacaklar. Ne güzel...  İyi ama  Tithonus'un bedeni gün be gün yaşlanmaya devam ediyormuş. Ah! İşte Eos birden,   Zeus'tan sevgilisi için ölümsüzlük isterken, sonsuz gençlik istemeyi unuttuğunu anlamış.  Bu durumda Tithonus ölemiyor, gün geçtikçe bedeni çürüyor, kuvvetten düşüyor veee maalesef ızdırap dolu sonsuzluğu yaşamaya devam ediyormuş.

Michio Kaku kitabında bu hikayeyi  21. yüzyıl biliminin yüz yüze kaldığı sorunlara benzetiyor. Bilim insanları şimdi, uzun yaşama konusunda mucizevi ilerlemeler yapıyorlar, diyor.  "Ancak, hayatın sağlık ve kuvvet olmadan uzaması, Tithonus'un trajik bir şekilde öğrendiği gibi, ebedi bir ceza olabilir." diye devam ediyor.

Sonra bu yüzyılın sonuna kadar, hayat ve ölüm üzerine kontrolü ele alan güce sahip olacağımızı, hatta bu gücün sadece hastalıkları iyileştirmeyle sınırlı olmayacağını, insan bedenini daha iyiye götüreceğini ve hatta yeni yaşam formları kurmakta kullanılacağını söylüyor.

Yazının devamında, Robert Lanza adlı hayatın gizemlerinin sırlarını açan bir bilim insanından bahsederken,  Good Will Hunting  filmindeki Matt Damon'un canlandırdığı karakterden söz ediyor.  Aynı o filmdeki karakter gibi, Robert Lanza'nın  "bu filmde pejmürde kılıklı, şehir yaşamına uyum sağlamış işçi sınıfından bir delikanlı, matematik dehasıyla MIT'deki profesörleri şaşkına çevirdiğini",  DNA lar üzerinde çalıştığını,  kim bilir belki bir gün doku mühendisliği üzerinde çalışırken,  hastalıklı ya da eskimiş organları değiştirmek üzere, insanların kendi hücrelerinden üretilecek yeni organlar sipariş verebileceği bir insan beden mağazası ortaya çıkarabileceğini anlatıyor.


Bu enteresan anlatılar üzerine  zeka parlatacağıma, ne yaptım bilin bakalım? Elbette kitaba mola verdim.  Yıllar önce seyrettiğim o güzeller güzeli filmi buldum, yine yeni yeniden seyrettim. Müthişti. Robin Williams'ın intiharından bu yana seyrettiğim ilk filmiydi. Yüreğimin acıdığını hissettim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: peder clemente - 23 Aralık, 2018, 03:42:02
Grek mitolojisi, ne kadar iyi yaratılmış bir evrendir ki binlerce yıl sonra bile insanlara esin kaynağı oluyor. Ne Marvel ve de DC'de bu yazar kadrosu yok. Yani kesinlikle her yönden onlardan iyilermiş.
Bu güzel muhabbet ve bilgi için teşekkürler Hayal Kahvem. Yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Kadın eli değdiği hemen belli oluyor. Bu güzel Forum'un tek çiçeğisiniz; lütfen yazmaya devam.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Aralık, 2018, 15:05:59
karamba peder clemente.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Aralık, 2018, 15:10:33
(https://farm8.staticflickr.com/7903/46435288211_88f191fe25_o.jpg) (https://farm8.staticflickr.com/7904/46435287811_74f81b2256_o.jpg)

Cuma akşamı benim kardeş:
- Ablam 18.45'deki filme gidelim mi?
Diye whatsuptan  sorunca, cevap vermeden önce düşündüm.

Doğrusu; günüm netameli insanlarla uğraşarak geçmişti. Yeni  müşterimin kiraladığı makinelere,  makine kırılması ve  3. şahıslara verecekleri zararları kapsayacak  poliçe teklifi hazırlamalıydım.
İş  saati bitmişti. Sigorta şirketinin yokuşa süren soruları bitmemişti. Teklif sonuçlanmamıştı. Konu gereksiz yere pazartesi sabahına sarkmıştı. Bezgindim.

Kardeşimin teklifi cazip geldi. Ötesini gerisini sormadım.
- Olur. Gidelim. Sinemada buluşalım, diye cevap yazdım.

Trafik yoğundu. Kardeş sinemaya benden önce varmıştı. Biletleri almış. Salona girip koltuğuna oturmuş. İyi yapmış.
Ben on dakika geç  varabildim. Kapının girişinde filmin afişini gördüm ya... Yalan söyleyecek değilim, "Eyvaah!" diye inledim.
Balık burcu kardeş bir romantik film bulmuş demek... Filmin adı İstikamet:Düğün. Yok artık! "Ooo my God!" dedim.
Salona girdim. Karanlıktı.  Kardeş el salladı. Yanındaki koltuğa  çöktüm.

Seyretmeye başladım. Filmin baş kahramları oldukları malum adam ve kadın sürekli konuşuyorlar. Güya birbirlerinden hoşlanmıyorlar. 
Belli ki sonunda aşık olacaklar... Jön Keanu Reeves olsa kaç yazar? Ekşın yok abicim! Haybeye lakırdılar... Yoo...  Bu tarz filmler beni bozar.
Resmen darlandım. Kardeşe baktım o da kıpırdanıyor.  Çok şükür ki filmin görüntüsünde çapariz var.
-Kardeş, benim gözler bozuldu galiba. Net göremiyorum filmi, dedim.
-Aynen, dedi kardeşim. Görüntü çok kötü.
-Gidip söylesene, dedim.
Güldü. En öğretmen sesiyle:
-Sen  kapıya daha yakınsın, dedi.
Ben ablayım. O kardeş.  Kardeş sözü dinlerim:) Evet. Kalktım. Gittim. Söyledim.

Sahiden filmin görüntüsü sorunluymuş. Çözememişler. Başka bir filme girebileceğimizi söylediler. O saate denk gelen film "Babamın Ceketi" ymiş.
Kardeşe bakıp kaş kaldırdım.

-Aaa! Girelim işte. Güleriz, dedi.  Ardından;
-Gel patlamış mısır alıp moralimizi düzeltelim, diye ekledi.
Kardeş sözü dinlediğimi daha önce söylemiştim di mi?

İkinci filmi seyretmeye başladık. Mısır bittiğinde filmin on dakikası geride kalmıştı ve de  benim kurtlanmalarım başlamıştı.
-Kardeş, ben kaçsam ayıp olur mu sana, diye kulağına fısıldadım.
-Aaa! Git canım dert  etme, dedi ya, neredeyse  bağrıma basıp kucaklayacaktım.

Evdeyim. Benlik bir dizi seçtim. Seyretmeye başladım...  MANIAC!

(https://farm8.staticflickr.com/7881/44618690360_0150ab6fe8_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: memospinoz - 23 Aralık, 2018, 19:43:15
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 23 Aralık, 2018, 15:10:33
Evdeyim. Benlik bir dizi seçtim. Seyretmeye başladım...  MANIAC!

(https://farm8.staticflickr.com/7881/44618690360_0150ab6fe8_o.jpg)

Merhaba,
Dizi demişsiniz ama film olanın afişini eklemişsiniz. Diziyi mi yoksa filmi mi izlediniz merak ettim doğrusu.  ???
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Aralık, 2018, 21:08:03
yok memospinoz, o zaman filmi seyretmiştim. çünkü sinemada " akıl hastaları" adlı bir inceleme peşindeydim.
haklısın  yazıyı düzeltmeliyim. lakin maniac dizisini  de seyrettiğimi söylemeliyim.  8)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: memospinoz - 23 Aralık, 2018, 22:39:51
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 23 Aralık, 2018, 21:08:03
yok memospinoz, o zaman filmi seyretmiştim. çünkü sinemada " akıl hastaları" adlı bir inceleme peşindeydim.
haklısın  yazıyı düzeltmeliyim. lakin maniac dizisini  de seyrettiğimi söylemeliyim.  8)

Tavsiye eder misiniz filmi peki? Split filmini izlemiştim, oldukça iyiydi. [imdb]tt4972582[/imdb]
Maniac dizisinin ilk bölümünü izledim ama devamını getiremedim, farklı bir kafa gerektiriyor dizi. Daha o moda giremediğim için bekletiyorum.  :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 24 Aralık, 2018, 00:09:09
Alıntı YapTavsiye eder misiniz filmi peki? Split filmini izlemiştim, oldukça iyiydi. IMDb: tt4972582
Maniac dizisinin ilk bölümünü izledim ama devamını getiremedim, farklı bir kafa gerektiriyor dizi. Daha o moda giremediğim için bekletiyorum.  :D

korkunç filmler bunlar memospinoz. hiç girişme derim.  ben gerip gergef eden filmleri severim, lakin maniac tam klişelerle işlenmiş. boşver derim.

ama bak dizi fena değil... lakin haklısın...  dizinin dünyasını anlamak için çaba sarf etmek gerekiyor.  kasmayayım diyorsan, diziyi de boşver.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: ZGeralt - 24 Aralık, 2018, 10:39:28
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 22 Aralık, 2018, 18:49:33
(https://farm5.staticflickr.com/4854/46370371972_fb5b66a169_z.jpg)

Hastasıyım. Filmlerini sadece kendi keyfi için çevirdiğini hayal ediyorum.
Coşkusu, ışıltısı, sevinci, samimiyeti bana geçiyor. Büyüleniyorum. 
Muhabbet, hareket, müzik, heyecan, eğlence ve mizahla oyun ihtiyacımı karşılıyor.
Tekrar tekrar seyretmeye doyamıyorum.
Veee....  2019 Ağustos ayında vizyona gireceği söylenen yeni filminin yolunu gözlüyorum....

(https://farm5.staticflickr.com/4837/32549100238_68c736354c_z.jpg)
Rezervuar Köpekleri ve The Hateful 8 ( ki son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden biri benim için) dışında Tarantino'nun filmlerini pek sevdiğimi söyleyemem. Ama bu filmi gerçekten büyük bir merakla bekliyorum. Hem konusu hem de oyuncu kadrosu (Pitt, Di Caprio,Margot Robbie) heyecan uyandırıyor bende. 90'ların o "büyük" Hollywood filmlerinin havasında olacakmış gibi hissediyorum. Hatta dürüst olmam gerekirse uzun yıllardır herhangi bir filmi heyecanla beklediğim olmamıştı ve Netflix'e üye olduğumdan beridir sinema salonlarına çok daha nadiren gidiyorum. Bu kadar beklentiye girmemin sonucunda umarım hayal kırıklığı yaşamam :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 24 Aralık, 2018, 17:48:17
Alıntı yapılan: ZGeralt - 24 Aralık, 2018, 10:39:28
Rezervuar Köpekleri ve The Hateful 8 ( ki son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden biri benim için) dışında Tarantino'nun filmlerini pek sevdiğimi söyleyemem. Ama bu filmi gerçekten büyük bir merakla bekliyorum. Hem konusu hem de oyuncu kadrosu (Pitt, Di Caprio,Margot Robbie) heyecan uyandırıyor bende. 90'ların o "büyük" Hollywood filmlerinin havasında olacakmış gibi hissediyorum. Hatta dürüst olmam gerekirse uzun yıllardır herhangi bir filmi heyecanla beklediğim olmamıştı ve Netflix'e üye olduğumdan beridir sinema salonlarına çok daha nadiren gidiyorum. Bu kadar beklentiye girmemin sonucunda umarım hayal kırıklığı yaşamam :)


Aşağıdaki  eski bir yazım ZGeralt...  Ben de Tarantino  vaziyeti böyleyken böyle.  :D

(https://farm8.staticflickr.com/7914/31535645437_033ace9ccb_o.jpg)

Yılın son günlerinde, o yıl yaşadıklarımı şöyle bir düşünmek isterim. Keşke daha fazla kendi kendime kalabilsem, keyifli anlarımı bir film şeridi gibi gözümün önünden geçirsem derim.
Eğer kendimi zorlamasam pek mümkün olamaz ama... Zira yılın bu son günleri, işim açısından en debdebeli günlerdir. Müşterilerimin çoğunun sözleşmeleri yıl sonunda biter.
Su uyur lakin rakiplerim uyumazlar. Durmaz oturmazlar. Beni bir rahat bırakmazlar. Ben sinemayı çok severim. Sinemanın hayatı eşsiz kıldığını düşünenlerdenim.
Filmlerden öğrendiğim enteresan teknikleri, iş hayatımda uygularım. Kimsenin tahmin edemediği bu enteresan film taktikleriyle işlerimi kolaylıkla yaparım.

(https://farm5.staticflickr.com/4824/31535644767_eb9ce12ccb_o.jpg)

Misal, Quentin Tarantino'nun tüm filmlerini severim. Aklıma geldikçe tekrar tekrar izlerim. Bu yıl rakiplerimle olan mücadelemde, inanmayacaksınız ama,
bir Tarantino filmi olan Kill Bill 2 deki, büyük döğüş ustası Pai Mei den öğrendiğim, "5 dokunuşta ölüm vuruşu tekniği"ni uyguladım. Bu teknikle rakiplerimi tek tek eledim.
Bu acayip etkili bir tekniktir. Mesleğimde bu tekniği nasıl uyguladığımı, üzgünüm ama burada açıklamam mümkün değildir. Bu yıl öğrendiğim "5 dokunuşta ölüm vuruşu" tekniği,
bizim meslekte kimse tarafından bilinmediği için, rakiplerimi okadar şaşırttı ki ne olduğunu anlayamadı hiçbiri... Bu tekniği uygulayan kişinin, rakibinin kazanması mümkün değildir.
Sadece bilip uygulayan kazanabilir. Rakibin durumunu görmek isteyenlere Kill Bill2'yi seyretmelerini tavsiye edebilirim.

(https://farm8.staticflickr.com/7858/46424506652_eda2b4d774_o.png)

Neyse... Asıl anlatmak istediğim yıl sonunda yaptığım keyifli anlarımın muhasebesiydi. Ama şimdi değil de sonra bu konuya devam edeceğim. Yarın son bir düellom var da...
Bu kez niyetimi tam açık etmeyeyim. Rakiplerimden bu yazıları okuyan olabilir. Bu gece filmi seyredip, taktik geliştirebilir. Sadece şu kadar söyleyeyim.
Yarın uygulayacağım döğüş tekniği olan film şu şarkı ile başlıyor:

bang bang / you shot me down bang bang / i hit the ground bang bang / that awful sound bang bang / my baby shot me down

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Aralık, 2018, 20:46:38
(https://farm8.staticflickr.com/7845/45570674015_cc76f9768f_o.jpg)

Siz  ne dersiniz bilemem.  Şahsen internete denk gelen bir zaman diliminde yaşadığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
Mesela John Fowles'in  Koleksiyoncu adlı etkileyici, tüyler ürpertici romanını tüm merakımla okurken, kitap içinde  adı geçen yazarları,
ressamları ve eserlerini her daim gugılladım.  Ve önüme yeni kapılar açıldı. Durur muyum?
O kapılardan içeriye daldım. İşte aşağıya sıraladım:)

(https://farm8.staticflickr.com/7921/45760263274_ee8cbe886b_o.jpg)

"Ferdinand" dedi, senin adın Caliban olmalıymış. s70
Deli. Ona bir ad takmalıyım. Ona Caliban diyeceğim. s.147
(Fırtına'yı okumaya niyetlendim)

(https://farm8.staticflickr.com/7847/44666834170_e1a7a1d575_o.jpg)

"Gidip Cezanne'ın resimlerini içeren bir kitabı aldı. "Bak" dedi, renkli bir elma tabağı resmini işaret ederek.
"Elmalar hakkında her şeyi söylemekle kalmıyor, aynı zamanda bütün elmalar ve bütün biçimler ve bütün renkler üzerine de her şeyi söylüyor."s.69
(Cezanne tablolarına göz gezdirdim.)

(https://farm5.staticflickr.com/4904/31544149487_ffecaacdb7_m.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4853/45570854905_9ac61bca35_m.jpg)

"Berthe Morisot gibi resim yapmayı arzu ediyorum. Onun renkleri, biçimleri veya üslubuyla değil; ama onun sadeliği ve ışığıyla" s.147
(Berthe Morisot'un hayatını öğrenmeye niyetlendim. Tablolarına göz gezdirdim.)

Aşağıdakiler aklıma gelenler...

(https://farm5.staticflickr.com/4885/45760500544_c5756aaf4d_n.jpg) (https://farm5.staticflickr.com/4907/45761457684_4564000f5e_n.jpg)

(https://farm8.staticflickr.com/7916/46485132151_0e0ea213da_n.jpg) (https://farm8.staticflickr.com/7869/31545222167_45a0c18363_n.jpg)

Fransız Teğmen'in Kadını'ı tekrar seyredip,
yıllar önce okuduğum romanında altını çizdiğim cümlelerde dolanmaya niyet ettim.

(https://farm5.staticflickr.com/4807/46433829992_300ee399db_o.jpg)

(Oğuz Atay'ın "Ne Evet Ne Hayır" öyküsünü hatırladım.
Tekrar okumaya niyetlendim.

(https://farm5.staticflickr.com/4841/32612438468_b1a084a03c_o.jpg)

John  Fowles'in hayatını feci merak ettim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: peder clemente - 27 Aralık, 2018, 02:36:39
Bir romandan, tiyatroya, oradan resme, resimden sinemaya... Her güzel okuma insana yeni ufuklar açar. "Cenaze Evi Şenlik Evi" adlı grafik romanda bahsedilen eserleri okusa insan on kitaplık bir okuma daha yapabilir. Bazen bir filmdeki yardımcı kadın oyuncuyu, bazen bir çocuk oyuncuyu veya çok tanınmamış bir aktörü araştırınca pek çok yeni keşif yaparım. Film-noir ve crime türünü çok sevdiğim için "The Collector" adlı filmi izleyeceğim. Tanıttığınız için sağolun. Demek John Fowles'ın aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış. Bilmiyordum. Hayal Kahvem, ben yıllardır Karate-Do çalıştığım halde "5 dokunuşta ölüm vuruşu tekniğini" bilmiyorum. İş hayatımda kendimi bu ölümcül darbeden korudum fakat kimseye de uygulamadım. Öğretin demem anlamsız, çünkü bu teknik sadece; Pae-Mei, Bill, Gelin ve sizin bildiğiniz bir "sır" ki- siz de doğrudan beyaz kaş'tan öğrenmişsiniz. Ben de kaşlarım beyazlamadan önce bu tekniği öğrenebilir miyim acaba ? Ben en iyisi Uma Thurman'ı arayayım, sırrı bilen sadece o ve siz kaldınız. :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Aralık, 2018, 10:47:22
Sen bakma bana Peder Clemente, hiç bir sanata yeteneneğim olmasa da abartma sanatını acayip icra ederim. Tarantino ve İş Tekniklerim'de böyle abartıyı kabarttığım bir yazım. :D

Evliya Çelebi'yi pirim diye kabul eden biriyim ben Peder:) Misal,  Evliya Çelebi Erzurum'da on bir ay yirmi dokuz gün kaldığını söyler.   
Evliya Çelebi'nin anlattığına göre, Erzurum'da kışları öyle soğuk olurmuş ki, bir keresinde bir kedi damdan dama atlarken boşukta  öyleece donup kalmış. 
Sonra ancak ilkbahar geldiğinde donu çözülmüş ve miyav diye yere düşmüş.  Böyle işte. Pirim gibi mübalağayı severim.  :)

Du bi... Cenaze Evi Şenlik Evi öyle mi? Hemen arayıp buluvereyim...

O değil de, 5 dokunuşta ölüm vuruşu tekniğini, Pae-Mei istese  Bill e öğretirdi di mi? Kadınların bilmesini istedi. Sır kadından kadına devam edecek...
Hiç öğrenmeye niyet etme diye söyleyeyim dedim. :-\ :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 27 Aralık, 2018, 12:46:19
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 27 Aralık, 2018, 10:47:22
Du bi... Cenaze Evi Şenlik Evi öyle mi? Hemen arayıp buluvereyim...

Cenaze Evi Şenlik Evi başlığı için bkz.

http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,2711.0.html
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: peder clemente - 27 Aralık, 2018, 13:37:21
Çok güldüm. :) :) :)
Sahi, Kill Bill filminde Pae-Mei "5 dokunuşta ölüm vuruşu tekniğini" Bill'e öğretmemişti değil mi? Ondan esirgediğini Gelin'e öğretmişti. Hatta Bill, darbeyi yiyince şaşırmıştı. Darbeyi alan önce bir şey olmadı sanıyor, fakat bir süre sonra içten patlıyor. Sizin rakipleriniz de, herhalde önce bir şey olmadı sanıyor fakat bombası evde patlıyordur. Bir Samuray, katanası ile (hattori Hanzo) rakibini biçmiş. Rakibi: "Bir şey olmadı ki" deyince, "Bir adım at anlarsın" demiş. O hesap.

Aklımda, Evliya Çelebi'nin (hani sizin prim diye kabul ettiğiniz Evliya Çelebi) iki abartması kalmış.
Mealen: Anadolu o kadar sık ormanla kaplıydı ki, bir sincap ayağı yere değmeden İstanbul'dan yola çıkıp Urfa'ya varırdı diyor. Bu eylemi Zagor bile başaramazdı.
Bir yerdeki Çınar ağacını tarif ederken: Ana dallarının altında onbir mahalle vardı diyor.
Teyyo pehlivanı da unutmamak lazım, Baba Bush körfez savaşı sırasında kendisinden yardım isteyince atına atladığı gibi Amerika'ya gittiğini söylüyordu. Bir keresinde de denize düşmüş, köpekbalıkları etrafımı sardı, "Hav! Hav!" diye bağırıyordu demiş.
   
Memlekette "Kara Bela" lakaplı birisi vardı. Rakip çok güçlüyse "üç parmak tekniğini" uygularım. İp Man, Bruce Lee'ye öğretmiş, Bruce Lee ölünce bana miras kaldı derdi.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Aralık, 2018, 22:07:50
(https://farm8.staticflickr.com/7843/44679269810_ef1265f66e_o.jpg)

"Birbiri ardına öğrenilen yedi Nasrettin Hoca hikayesinin mistik etkisinin kişiyi aydınlanma noktasına  doğru hazırlayacağına inanılır."  diye okuyunca, hazırlığa girişeyim dedim. Yedi Nasrettin Hoca hikayesi üzerinde çalışmaya niyetlendim:)

-1-
"Karanlıkta görebilirim."
"Olabilir Hoca. Ama bu doğruysa neden o zaman geceleri bazan mumla geziyorsun."
"Başkalarının bana çarpmalarını önlemek için."


-2-
Zalim ve cahil bir padişah Hoca'ya, "sana atfettikleri gibi olağanüstü algıların olduğunu kanıtlamazsan seni astıracağım" demiş. Nasrettin Hoca da hemen dönüp gökyüzünde altın bir kuş, yeryüzünde cinler gördüğünü, söylemiş.  Padişah "bunu nasıl yapabildin?" diye sormuş. Hoca, "korkudan" demiş. "Başka sebebi yok."


-3-
Bir gün, Hoca karısından bol miktarda helva yapmasını istemiş ve ona gereken malzemeyi vermiş. Sonra da neredeyse hepsini yemiş.
Gecenin bir yarısı hoca uyanmış.
"Aklıma önemli bir şey geldi."
"Söyle bana."
"Helvanın gerisini bana getir, söyleyeyim."
Hoca helvayı bitirmiş.
"Şuydu: gündüz yapılan helvanın hepsini bitirmeden gece asla uyuma."


-4-
Bir gün, bir mürit, Nasrettin Hoca'yı ilk defa bir göl kenarında çok güzel bir yere götürmüş.
"Aman ne enfes yer!" diye haykırmış Hoca, "ama keşke, keşke..." diye devam etmiş.
"Keşke nedir Hoca?" demiş mürit.
"Ama keşke içine su koymasalardı!"

-5-
Nasrettin Hoca karısına, "her gün dünyanın insanlığın yararı için her şeyin ne kadar akıllıca yerli yerine konulduğunu gördükçe daha fazla hayrete düşüyorum," demiş.
Karısı, "ne demek istiyorsun?" diye karşılık vermiş.
"Örneğin develeri al. Sence niye kanatları yok?"
"Ne bileyim?"
"O halde, bir düşün, develerin kanatları olsaydı, çatılarda yuva yapmaya kalkarlar, tepemizde tepinirler, getirdikleri gevişi üzerimize tükürürlerdi."

-6-
Bir yayayı kayıkla bir akarsuda karşıdan karşıya geçiren Nasrettin Hoca, ona dilbilgisi bozuk bir cümle sarf eder. Okumuş yazmış olan bu kişi "sen hiç dilbilgisi çalıştın mı?" der.
Hoca, "Hayır," der.
Adam, "O halde hayatının yarısı boşa gitmiş,"der.
Birkaç dakika sonra yolcuya dönen Hoca, "sen hiç yüzme öğrendin mi?" der.
Adam, "Hayır, neden?" diye sorar.
Hoca, "o halde senin bütün hayatın boşa gitmiş, batıyoruz!" diye yanıtlar. 

-7-
Nasrettin Hoca bir gün pazara bir çuval tuz götürüyormuş. Eşeği ırmaktan ağır ağır  ve güçlükle ilerlerken tuz suda eriyivermiş. Karşı kıyıya vardığında, eşek yükü hafiflediği için gayet canlı ve oyunbazmış. Nasrettin Hoca ise öfkeliymiş.  Bir sonraki gün küfelere yün doldurmuş. Hayvan suyla şişen yükünün  ağırlığı altında neredeyse boğuluyormuş.
"İşte!" demiş Hoca, "bu sana  her suya girdiğinde  yeni bir tecrübe edineceğini öğretmiştir."

-NOT-
*Bu 7 fıkrayı, İdris Şah'ın yazdığı Sufiler kitabının 65-105 sayfaları arasında anlatılan,
Nasrettin Hoca Hikayeleri başlıklı bölümünden seçtim.
   *Başlık, Nasrettin Hoca'nın bir aforizmasıdır. s.99
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Aralık, 2018, 01:20:14
(https://farm5.staticflickr.com/4895/32744096818_e38bc463a8_o.jpg)

Çizgilerin peşi sıra gitmek...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Aralık, 2018, 23:10:51
(https://farm5.staticflickr.com/4868/45704011815_c7465a7ba8_o.jpg)

Balad: Batı şiirinde efsanemsi, masalımsı, çoğu zaman acıklı, kimi zaman gülünç olayları,
söylenti niteliğindeki eski hikâyeleri işleyen; bir nazım biçimi ve türü.


The Ballad Of Buster Scruggs'ı dün gece seyrettim.
Coen Kardeşlerin yazıp yönettiği, western tarzında 
altı ayrı hikayeden oluşan bu filme bittim.
Hararetle tavsiye ederim.

(https://farm5.staticflickr.com/4837/45704011315_a3311b6f37_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 31 Aralık, 2018, 19:58:00
(https://farm8.staticflickr.com/7808/39653431653_65f75bf494_o.jpg)

"Ne zaman otursam gecenin başına... Ne zaman müziğin... Göçüyorum boş kağıdın sessizliğine... Kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine...
Bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan... Dudaklarında bir ıslık, kitapların on lira olduğu zamanlardan... Anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle...
Hani erken inerdi karanlık, hani yağmur yağardı inceden... Hani okuldan, işten dönerken, ışıklar yanardı evlerde...
Hani ay herkese gülümserken, mevsimler kimseyi dinlemezken... Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken...
Hani hepimiz arkadaşken, hani oyunlar tükenmemişken... Henüz kimse bize ihanet etmemiş, biz kimseyi aldatmamışken... Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken...
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden... Daha biz kimseye küsmemiş, daha kimse ölmemişken... Eskidendi, çok eskiden.
Şimdi ay usul, yıldızlar eski. Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden. Geçen geçti. Geceyi söndür kalbim... Geceler de gençlik gibi eskidendi.
Şimdi uykusuzluk vakti... Biterken bir yılın son günleri.. Biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini..
Gençlik ikindilerini, kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri.

Bir yıl daha bitiyor. Düşlerim, tasarılarım, yarım kalmış onca şey... Her yıl biraz daha kısalıyor öncekinden.
Bana mı öyle geliyor yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman insan yaşlanırken? Kırdım mı, incittim mi birilerini? Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler?
Kendimi yineledim mi yazdıklarımda? Yeniden düşünmeliyim. Dostluklarımı, ilişkilerimi... Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı?
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi? Borçlarımı ödedim mi? Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Ödünç aldığım kitapları geri verdim mi? Geri verdim mi aldıklarımı? Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları...
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi? Yokladım mı duygularımı? Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşlerimi, bakırlarımı... Cila geçmeli ahşaplarıma... Ovmalı umutları.. Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları...
Eksik etmemeli ağzımızdan hançer kıvamındaki karamizah tadını... Şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım...
Sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım akşama... Ama nedense her şeyin tadı dağılıyor ağzımda..
Bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında? Aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta...
Biz gündüz sürgünleri! Yazmakla tamamladık mı kendimizi? Yazmakla tanımladık mı? Kalemlerimizin uçları yine de nar çiçeği.

Birgün hayatımı yazacağım... Herkes kağıt üstüne yazılanları benim hayatım sanacak. Ben de hayatımı saklamış olacağım böylelikle.
Saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir, biliyor musun? Herkes seni gördüğünü sanır, sen de rahat edersin. Kasada oturan kız gibi!
Herkes kasadaki kızı görür, ama kimse tanımaz. Günün birinde yazdıklarımdan bir perde çekeceğim hayatıma."
-NOT-
Aslında bambaşka bir yazı yazmaktı niyetim.
Yukarda, Murathan Mungan'ın bazı şiirlerinin bazı dizelerini yanyana getirerek bir deneme yazmaya gayret ettim.
Umarım birbirleriyle uyumlu ve anlamlı bir kompozisyon çıkarabilmişimdir. Faydalandığım Murathan Mungan şiirleri şunlar:

1- Gece ve Müzik
2- Eskidendi Çok Eskiden
3- Bir Yılın Son Günleri
4- Gecenin Uzun Söylevi
5- Üç Aynalı Kırk Oda

Çizim, Cennetteki Yabancılar adlı çizgi romanın karesidir.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 04 Ocak, 2019, 23:58:41
(https://farm8.staticflickr.com/7884/31677339287_e961f1ef48_o.jpg)

İnanamadım kendime... Güya, meraklı biriyim, diye geçinirdim. Neredeee? Bakınız, şimdiye kadar Nasrettin Hoca'nın kim olduğunu  merak etmemişim. Elbette bildiğim Nasrettin Hoca fıkraları vardı. Üstelik bu fıkraların,  kimi zaman  yolumu açtıklarını yeni anlıyorum. Mesela, denemek istediğim halde  olanaksız gibi görünen kimi işlerimde, Nasrettin Hoca'nın göle yoğurt mayalamayı düşündüğünde, göl maya tutar mı, diyenlere, ya tutarsa, dediğini hatırlayıp, cesaretlendiğimi hatırlıyorum. 

Hani "Birbiri ardına öğrenilen yedi Nasrettin Hoca hikayesinin mistik etkisinin kişiyi aydınlanma noktasına  doğru hazırlayacağına inanılır."  diye okumuştum da, dün   7 fıkrasını yazıp aydınlanmayı beklemeye başladım ya ...  Niyet gene aynı... Ya tutarsa:)

Şaka bir yana, Nasrettin Hoca merakımı iyice kışkırttınca, araştırmaya başladım. Akademisyen Evrim Ölçer Özünel'in "Kolektif Bilinç Dışında Nasrettin Hoca Fıkraları ve Bilgelik" başlıklı makalesine denk geldim. Hevesle okumaya başladım. Daha ilk paragrafta, "Hay canına sayın seyirciler!" dedim.

Evrim Ölçer Özünel, hem Nasrettin Hoca'nın metinlerindeki mizahi bilgelik anlayışını, 13. yüzyıldan bu yana  anlatılageldiği için kollektif bilinç dışı kavramıyla ele almış, hem de Zen ustaları tarafından anlatılan ve adına koan denilen mizah ve bilgelik anlayışı ile karşılaştırma yapmış.

Evrim Ölçer Özünel, "Kimilerinin inancına göre Tanrı, evreni, bir kahkaha tufanı ile yaratmıştır." cümlesiyle başlayarak, kendine has tatlı tatlı anlatımıya, misaller vererek, çözümleyerek, karşılaştırarak yazdığı zihin kışkırtan makalesinin tamamını okumanızı tavsiye edeceğim.

Yukarıdaki enfes gülümsemenin sahibi Evrim Ölçer Özünel'i tanımıyorum. İyi ki var... İyi ki memleketimin şahane insanlarından biri. Makalesine denk getirdiği için feleğe şükranlarımı sunuyorum...  Bayıldım:)

Makale işte burada:
https://www.academia.edu/31857059/Kolektif_Bilin%C3%A7_D%C4%B1%C5%9F%C4%B1nda_Nasreddin_Hoca_F%C4%B1kralar%C4%B1_ve_Bilgelik_Evrim_%C3%96l%C3%A7er_%C3%96z%C3%BCnel (ftp://www.academia.edu/31857059/Kolektif_Bilin%C3%A7_D%C4%B1%C5%9F%C4%B1nda_Nasreddin_Hoca_F%C4%B1kralar%C4%B1_ve_Bilgelik_Evrim_%C3%96l%C3%A7er_%C3%96z%C3%BCnel)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 06 Ocak, 2019, 18:29:51
(https://farm8.staticflickr.com/7866/31701472637_3a0d371dd0_o.jpg)(https://farm8.staticflickr.com/7840/39677811313_eebd5dcb7c_o.jpg)

Nanananooommm!
Az sonra Bozkır'ın 6. bölümünü seyredeceğim. 
Bozkır'ın senaryosunu Levent Cantek yazmış. 

İtiraf etmeliyim ki, Levent Cantek'in  tüm külliyatı,
hem yüreğimin hem kitaplığımın  hazineler bölümüne  yerleşmiştir.

Peki, ya bu dizi filmini??
Yoooo...
Seyretmemem mümkün değil:)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: ferzan - 06 Ocak, 2019, 19:49:05
    Pek hatırlanmasa da Bozkır 'ın bir çizgi roman uyarlaması olduğunun altını çizmek isterim...2016 yılında, iki aylık periyotta yyaınlanan polisiye dergi 221B 'de Levent Cantek 'in yazıp Murat Başol 'un çizdiği bir seriydi...Cantek, 2016 yılında epey üretkendi, zira Fitbol, Kafa ve 221B dergileri için ayrı ayrı çizerlerle kısa soluklu konseptler üretmişti...Aşağıda paylaşacağım linkte bazı örnekler görülebilir ve 2016 genelindeki yerli güncel üretim çeşitliliği hatırlanabilir...

    http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,11033.0.html

    Bozkır 'dan önce iki dizi daha yazmıştı Cantek, TV için...İlki Mor Menekşeler idi, ikincisinin adı hatırımda değil...Bozkır, üçüncü dizisi oluyor sanırım...Mor Menekşeler 'deki bir karakter üzerine başka bir çizerle apayrı bir kitap hazırlıyorlardı ama çizerin temposundan dolayı askıya alındı diye biliyorum...Aynı şekilde Berat Pekmezci ile beraber Fitbol Dergisi için hazırladıkları Payidar 'ın eski ve yeni bölümlerinden oluşacak albüm projesi de askıya alınan ya da ertelenen projelerden biri oldu...

    Ben Cantek 'in araştırmalarını sevsem de, çizgi roman yazınına bir türlü ısınamadım...Grafik roman vurgusuyla ötekileştirdiği ve önemli göstermeye çalıştığı üretimlerini de hep bir parça yapay buldum...Çok birikimli ve dolu bir adamın, çok konuşulmasını istediği ve derin olmasını amaçladığı ama bu yolda tam anlamıyla muvaffak olamadığı denemeler olarak gördüm...Yine de çizgi roman için hunharca çabalamış ve emek harcamış ender insanlardan olduğu için üretkenliğine her zaman saygı duydum...Umarım Bozkır dizisine yönelik tepkiler beklediğinden daha olumlu bir şekilde kendisine döner...Yine de ben Cantek ile çalışan çoğu çizerin tasvirlerindeki gibi donuk ve ''ne oldum'' havasındaki karakterleri ve derin laflar etmeyi pek seven diyalogları dolayısıyla şans vermeksizin pas geçtim diziyi...Çok büyük bir hata yapmış olabilirim bu önyargım dolayısıyla...Zaman gösterecek artık... ::)

    Not: Fitbol Dergisi 'nden bahsederken yanlış yazmadım, derginin adı Futbol değil Fitbol idi...Kelimenin bir zamanlar gerek çocuk, gerek yetişkinlerce bu şekilde telaffuz edilmesinin nostaljisinden ötürü yapılmış bir tercih u 'nun i 'ye dönüşmesi...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 06 Ocak, 2019, 20:16:12
Ferzan, senin yorumunu okuyunca, bir vakitler yazdığım bir yazım aklıma geldi. Bak ilk paragrafını aynen yapıştırıyorum:

"Taraftar ruhlu olmak diye bir deyim var mı bilmiyorum? Eğer yoksa bile artık var. Çünkü  şimdi  ben uydurdum.. Size bir şey söyleyeyim mi benden ne hakim olur ne de sinema eleştirmeni. Neden mi?  Çünkü ben asla taraf tutmadan duramam ki. Sevdi mi ölümüne sever, diye bazı insanlar için haybeye söylenmemişler. İşte onlardan biriyim ben. Eğer sevdiysem, mümkün değil  asla kusur görmem.

Siz bir oyuncunun  ya da yazarın takım tutan fanatik taraftarı gibi seyircisi ya da okuyucusu  oldunuz mu hiç? Uzun zamandan sonra film çevirmişse ya da yazmışsa hele, büyük bir heyecanla  filmini seyrettiniz ya da kitabını alıp okudunuz mu? Takımını çılgınca tutan taraftar, gol atınca takımı   kanatlanıp uçar, gol yiyince ise salya sümük ağlar ya... Ben de  sevdiğim yazarın kitabını okurken, her satırının ritminde yazarla dans ettiğimi hissederim ya da yazmadıysa uzun zaman  içimi efkar kaplar ve derin bir  "off" çekerim. Sevdiğim oyuncular ve yönetmenler için de durum aynen böyle. Sevdiğim oyuncuların ve yönetmenlerin filmlerini  sabırsızlıkla beklerim. Koşulsuz bir sevgi durumu bu... Gülmeyin öyle... İlla ki  vardır benim gibi birileri.. Duygularını abartmaktan hoşlananlar hani..."

Yaa işte Ferzan... Bende vaziyet böyleyken böyle . ::)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: ferzan - 06 Ocak, 2019, 20:55:10
    Yanlış anlaşılmak gibi olmasın, ben Cantek üretimlerine yönelik beğeninizi sorgulayıp bunun üzerinden burun kıvırmadım...Kimsenin hatırlamadığı Bozkır çizgi romanını ve 2016 yılındaki Cantek ve genel yerli üretimleri hatırlatıp vurgulamak, bununla birlikte Levent Cantek 'in bundan önceki dizi projelerinden bahsetmek istedim...Bunları yazmışken de daha önce ayrı başlıklarda benzerini sarfetmiş olduğum Cantek üretimi yorumlarımdan birini yaptım...Maksadım kendi üstün ve seçkin varlığımla bu naçiz üretimleri yeraltı katmanlarına havale edip göklerdeki seyrime devam etmek ve ayrıcalıklı beğenimle insan ırkını küçümsemek değil... :)  Ben de sizin gibi kayıtsız şartsız ilgimi çeken her üretimi ve üreticisini markaja alırım ve övmek kadar eleştirmeye de bayılırım...Levent Cantek, yerli çizgi roman için en fazla ter dökmüş ve nice çizerleri kabuğunu kırmaya zorlamış biri...Bloğu Derin Hakikatler 'i gün sektirmeden takip eden, şimdiye dek emek verdiği her kitabı, dergiyi ve çizgi romanı alıp okumuş ve ürettikçe alıp okumaya devam edecek biri olarak içimden geldiği gibi yazmak, talep edilmediği halde dipnotlar düşmek ve şahsi yorum ilave etmek gibi lanet bir alışkanlığım olduğu için çokça yanlış anlaşıldığım, çokbilmiş yahut gömücü yaftası yediğim oluyor...Oysa ben de uzman değilim, sizin gibi okuyan, izleyen ve okuyup izlediklerinden tat almaya çalışıp bunu yorumlamayı seven tutkulu bir anlatı tüketicisiyim...Siz yine de heves baltalayan çatal dilim ve itici yazınım için kusuruma bakmayın...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 06 Ocak, 2019, 21:05:26
Binlerce kasırga aşkına!  Çatır çatır nasıl yazıyorsun abi böyle... Hiiç yanlış anlamadım inan.  Gayet güzel yazmışsın düşündüklerini... Dert etme.
Bu arada Bozkır'a da bir ara göz atarsan sevinirim.  Dizi hakkındaki yorumunu acayip merak ettiğimi itiraf etmeliyim.  :D


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 07 Ocak, 2019, 20:25:12
(https://farm8.staticflickr.com/7870/46672357141_73bc576302.jpg)(https://farm5.staticflickr.com/4913/46672360911_d6bbfddbf7.jpg)

"Kim Bana Söyleyecek Benim Kim Olduğumu?

Kral Lear, ilk kez 1606 yılının Aralığında Noel şenlikleri sırasında oynanmış. Kral Lear, Büyük Britanya'nın Hıristiyanlık dönemi öncesi krallarından biriymiş ve
Shakespeare'den önce de ele alındığı için Shakespeare'in tregetyasını yazmadan önce bu kaynaklardan faydalandığı düşünülmekteymiş.
Ayrıca eleştirmenlerin çoğuna göre Kral Lear, Shakespeare'nin dört büyük trajetyasının en değerlisi, hatta en yüce yapıtı olarak görülmekteymiş. 
Çünkü Kral Lear, Shakespeare'in öteki oyunlarından ayrılarak, insan kişiliği üzerine kurulu ruhsal bir dramın sınırlarını aşan, tüm evreni kapsayan bir tragedya niteliğini taşımaktaymış.

Prof. Dr. Mîna Urgan'ın ruhuna rahmet... Shakespeare ve Hamlet adlı kitabını yıllar önce edinmiştim. Okudun mu derseniz? Yooo... Sadece sayfalarına göz gezdirmiştim.
Lakin bu kitap kadim bilge edasıyla kitaplarımın arasına yerleşmişti ya, sevinmiştim.  Sanırım zamanı  şimdi geldi. Kitap kendini bana hatırlatıverdi.

Benim öğretmen kardeşle, oyunun ilk oynandığı tarihten 413 sene sonra Haluk Bilginer'in oynadığı  Kral Lear oyununa gideceğiz de... Gitmeden Mina Urgan'ın yorumlarını okumak istedim. 

Mîna Urgan, bencileyin kıt bilgili birinin bile anlayabileceği şahanelikle enfes bir kitap yazmış. Önce Shakespeare'nin yaşam öyküsüyle başlamış. Çok enteresan... 
Yazarın ilk yirmi sekiz yılına ait bütün bilinenler resmi belgelerden öğrenilenlermiş. Ne bunlar biliyor musunuz? 1564 yılına ait vaftiz töreni tarihi,
evlendiği ve çocuklarının dünyaya geldiği tarihler... O kadar. Hakkında çok sayıda araştırma yapılmasına rağmen, meğer Shakespeare hakkında bilmediklerimiz bildiklerimizden çokmuş.

Mesela, çocukluğu nasıl geçti, nerelerde okudu, hangi koşullarda evlendi, mutlu bir evlilik mi yaşadı,  doğduğu kasabadan neden ayrıldı,
Londra'daki hayatı nasıldı, tiyatroya ne zaman ve nasıl girdi,  dinsel inancı neydi, 52 yaşına kadar yaşadığı halde 48 yaşından sonra neden yazmadı,
hangi hastalıktan öldü, yüzünü ve tipini, tek el yazması ya da mektubu olmadığı için el yazısını  kesin olarak bilmiyormuşuz.

Belki bu okumalarım ve  yazım sayesinde Shakespeare'in  adını doğru yazmayı öğrenebilirim diye düşünüyordum ki, o ne...
Shakespeare'in kendi adını nasıl yazdığını bile bilmiyormuşuz. Kesin olmamakla birlikte üç vasiyetname üç de başka resmi belgelerde imzası varmış.
Shakespeare, Shakesper, Shakespere gibi değişik biçimlerdeymiş. Shakespeare yazımı, yazarın vasiyetnamesindeki imza olduğu için bugün herkesce benimsenmiş.  Neyse, dedim kendime. İyi bari:)

not- başlık kral lear oyunundan
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 08 Ocak, 2019, 23:05:00
(https://farm5.staticflickr.com/4902/46619783272_a30877e4ff.jpg)(https://farm8.staticflickr.com/7815/46619795942_a62a7486af.jpg)

Harikûlade bir kitap adı...  Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi... Hey! Yüreğime nasıl ılık ılık aktı anlatamam. Resmen kitabın adına tav oldum.
Dedim, ben kitabı almalıyım. Sonra yazarını düşündüm. Ziya Osman Saba... Şair değil miydi? Edebiyat derslerinde öyle öğrenmemiş miydik?
Kapakta -Bütün Öyküleri- diye yazıyor. Bu benim cahilliğim, öyküleri de varmış demek ki.  Ne güzel...
Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi nasıl bir öykü acaba? Du bi... Önce Ziya Osman Saba kimdi, bi gugıllıyıvereyim.

1910 Beşiktaş doğumluymuş. Cahit Sıtkı Tarancı ile  Galatasaray Lisesi'nden çok sıkı arkadaşlarmış.  Hemen ölüm yılına baktım.
Ruhuna rahmet... Ah! Çok genç... 47 yaşında dünyamızdan  göçmüş.

Kitabın arka kapağına göz gezdirdim. Kitabın ilk öyküsü olan Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi'nden alıntı  küçük bir paragraf var:

"Burada her şey, herkes birbirine gülümsüyor.
Hiçbir ihtiyar, hiçbir çirkin, hiçbir düşünceli insan resmi yok.
Adeta bu fotoğrafhaneye sevinçsiz hiçbir insan ayak atmamış.
Yahut fotoğrafçı, bir muvaffakiyet sırrı olarak, makinesinin
karşısında candan gülümseyemeyecek müşterisinin fotoğrafını
çekmemiş."

Evdeyim. Az sonra kitabın sayfasını aralayacağım... Usulca Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi'nin mecrasına akacağım.

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 10 Ocak, 2019, 22:41:05
(https://farm5.staticflickr.com/4913/45794208185_0f62a05406_o.jpg)

KİTAP- Ayışığında  "Çalışkur" bitirdim.  Hey Koca Yurt'a başlayacağım.



(https://farm5.staticflickr.com/4822/45794208165_b45c4e3181_o.jpg)

ÇİZGİ ROMAN- Halkın Çığlığı bitirdim. Annem Sen Misin'e başlayacağım.



(https://farm5.staticflickr.com/4808/39744577263_481f0a7806_o.jpg)(https://farm8.staticflickr.com/7913/32834551398_243e647793_o.jpg)

DİZİ FİLM- Dogs Of Berlin bitti, Better  Call Saul'a başlayacağım.



(https://farm8.staticflickr.com/7895/39744577143_1a806a1fbe_o.jpg)

Ukulele çalmayı öğrendim, şimdi bas  gitar öğreneceğim,
Bu cümlem doğru olsaydı, mesut  insanlar fotoğrafhanesine gidip poz verebilirdim.
Nerdeeee?
Daha ukulelede bare bile basamıyorum.
Yok ama vazgeçmedim. Uğraşıyorum:)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: ZGeralt - 12 Ocak, 2019, 23:50:25
Alıntı YapDİZİ FİLM- Dogs Of Berlin bitti, Better  Call Saul'a başlayacağım

Dizi tarihinin bence en iyi dizisi olan Breaking Bad spin-off'u Better Call Saul (ilk 3 sezonu izledim) bence muazzam bir yapım. Belki Breakin Bad seviyesinde değil ama onun bir tık altında ilerliyor. Her iki dizinin de dertleri ve mesajları var ve bunu ne genel Hollywood tutumu ile gözümüze sokuyorlar ne de "Avrupa sineması" gibi derinlere gömüyorlar. Bu tarzı çok seviyorum. Breaking Bad'i beğendiyseniz bunu da beğenirsiniz diye düşünüyorum.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Ocak, 2019, 23:54:26
(https://1.bp.blogspot.com/-ZQElcN3SMzg/XDpl0gMzY_I/AAAAAAAAx_M/FTvFrQd1WCYpZn430eFpGaTXL1U1CgfuACLcBGAs/s400/zelig.jpg)

Woody Allen'ın Zelig adlı filmi seyretmiş miydiniz? Yıllar önce seyrettiğim bu film, bugün  hafızamın derinliklerinden  çıkıverdi. Güldürürken düşündüren bir filmdi.

Film 1920'lerin Amerikası'nda geçmekteydi. Film kurmaca olmasına rağmen, belgesel edasıyla akıp gitmektedi.

Filmin kahramanı Leonard Zelig'in, amansız bir vaziyeti vardı. Hangi ortama girerse, hemen o ortamdakiler gibi davranmaktaydı. Çinlilerle mi birlikte, Çince konuşmaya başlıyordu.


(https://4.bp.blogspot.com/-vK5j1wpZwDA/XDuVePo6iEI/AAAAAAAAx_o/VCKX3wmw2gc6x13QH5mHN6jnEybDQoLaQCLcBGAs/s640/zelig%2B3.jpg)
Sadece kimlik değiştirmekle kalsa, neyse...  Aynı bir bukelemun gibi  görünümü de değişebilmekteydi. Gözleri Çinliler gibi çekik oluveriyordu.


(https://3.bp.blogspot.com/-qRP1psUK-fI/XDuVpY5MCzI/AAAAAAAAx_s/rhTTNQGnKzMn2FyNiJ0S1RUjUcLAFetFgCLcBGAs/s640/zelig%2B2.png)
Zencilerin yanında rengi koyulaşıyordu.



(https://1.bp.blogspot.com/-M172lUgpi5A/XDuV6JYADaI/AAAAAAAAx_4/zeD0xlwfEJUKDx4__L8OZs5ZAzrJ8Bc0ACLcBGAs/s640/zelig1.jpg)
Obezlerin yanında şişmanlamaya başlıyordu.


(https://3.bp.blogspot.com/-mDO6wCfjj3s/XDuYW4VqbTI/AAAAAAAAyAI/uXt2wzPaqMQ6osWEsYaUYm0P31dBgB50ACLcBGAs/s640/zelig5.jpg)
Zelig bulunduğu ortama uyum sağlamanın daniskasıydı.
Elbette bu halleri doktorların ilgisini çekiyordu.
Lakin doktor yanında  kahramanımız birdenbire kendisinin de doktor olduğunu iddia ediyordu:)


(https://4.bp.blogspot.com/-c18qBbvfc90/XDuZhZAwJjI/AAAAAAAAyAU/MjyQgFcEXzY8R0oXvlhQrs80CIZQxbJrACLcBGAs/s640/zelig%2B6.jpg)
Zelig'e  elektroşok dahil pek çok tıbbi uygulama tatbik edilerek tedavi etmeye çalışılıyordu. Değişmesi mümkün olmuyordu.
Hipnotize ile  Zelig'in zihninin derinliklerine ulaşılmaya çalışılıp, neden bulunduğu ortamdaki insanlara benzemeye çalıştığı sorulunca verdiği cevap düşündürücüydü.
Güvenli, diyordu. Ve diğerleri gibi olmak ve sevilmek istediğini söylüyordu.


Sanırım bugün girdiğim ortamda  bir an kendimi Zelig gibi hissettim. Niye öyle hissettim diye sordum kendime...  Acaba diğerleri tarafından kabul görmek miydi niyetim?
Bulunduğum mekanda  tek kadın bendim. Muhabbet Türkiye'de erotik çizgi romanlara doğru aktı. Doğrusu hiç bilmiyordum. İlgiyle dinlemeye başladım.
Lakin mahcubiyet duymadım desem yalan olur. Erkekler arasında erotik dergilerle ilgili bir muhabbet... Varlığımdan rahatsız görünmüyorlardı. Hatta sorular sordum.
Samimiyetle cevapladılar.  İşte bu muhabbetler esnasında aklıma  Zelig geldi.  Konuşmam ve görüntümle erkekleşmeli miydim?

Filmi ciddi ciddi  düşündüm.  Zelig yanına kim gelirse o kişiye dönüşüyordu. Du bi... İyi ama kadınların yanında kendisi gibi kalıyordu.  Kadınlaşmıyordu.
Bu hali, filmi seyrederken fark ettiğim bir detay değildi. Demek ki kendini sadece erkeklerin yanında güçsüz, güvensiz görüyordu.
Film  erkek egemen sisteme  resmen  çaktırmadan nanik yapıyordu.

Bulunduğum  ortama uyum sağlamak ve kabul görmek için erkekleşmeye ihtiyacım olmadığını düşündüm. Türkiye'de erotik dergiler hakkında muhabbete ilgiyle devam ettim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Ocak, 2019, 23:30:58
"Dertleşme Durumu"

(https://farm8.staticflickr.com/7823/39818936733_44e1a6fed0_o.jpg)

"bir insan, öteki insanla neden, nasıl, niye, niçin, ne zaman, nerede, kim için, ne kadar arkadaş olur.. dürtüleri mi dürter, yalnızlık mı köpürder.. 
öncesiz ve sonrasız bu muallak yolculukta bir ben, çıldırmamak için mi öteki ben'e, bir nevi şıracının şahidi bozacı gibi yazılır.. bir ben, öteki bende ne arar..
yankı mı, onay mı, ayna mı, paratoner mi, tahammül gücü mü, yalnızlık ve sıkıntı savar mı.. bir ben öteki beni gerçekten, doğru ve tastamam anlayabilir mi..
var mı yeryüzünde böyle bir iklim.. atlı kaç gün, yayan kaç gün sonra varılır ve neresinde kalınır"

(https://farm8.staticflickr.com/7908/46731694622_dee7658f85_o.jpg)

"bir insan bir insanla neden dertleşir.. dost denilen hatırı sayılı kişiler, hayatın tampon bilgeleri midir.. bir insan bir insanı ne kadar dinler, nereye kadar anlar..
dertleşmek bir benin, öteki ben huzurunda verdiği töleranslı bir özeleştiri veya pişmanlık hali midir.. arkadaş arasında arkadaş ve dost ismi verilen hatırı sayılı kişiler,
nasıl, ne zaman, neye ve kime göre seçilir.. nihayet insanlar, düşünen hayvandır da denilebilir.. düşünen ve konuşan bu hayvanlar, kendi kendilerine düşünüp konuşurlarsa,
diğer düşünen ve konuşan hayvan topluluklarınca, deli addedilebilirler..  ve bir ben, öteki ben'e düşündüklerini anlatmazsa, sıkıntıdan patlayabilir, çıldırabilir mi yoksa..
paylaşmak, suça, karamsarlığa, sevgiye, düşünceye, acıya, dayanmaya, eğlenmeye bir nevi suç-kaç ortaklığı mı yapmaktır"   

paragraflar -  metin üstündağ/denemeyenler
filmler/ silbaştan ve varolmanın dayanılmaz hafifliği
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kharon - 20 Ocak, 2019, 17:48:56
fikr-i takip sonunda dergilere kavusmussunuz  :D
tebrikler
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Ocak, 2019, 20:26:20
sağol kharon,  çok şanslıyım.  :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Ocak, 2019, 20:30:17
(https://1.bp.blogspot.com/-Vcf6Es4PRNQ/XESp8cY5Z8I/AAAAAAAAyCk/hQrQKWyryXAfUw4UOmVk8y7Z411ILZuXwCLcBGAs/s320/mirg%25C3%25BCn%2Bcabas.jpeg)(https://2.bp.blogspot.com/--mMeihRxz2w/XESp_GLy0mI/AAAAAAAAyCo/nLZWREAk7h0UhWL2Zv8ikb7iQffO21LyACLcBGAs/s1600/can-kozanoglu.jpeg)

"Mirgün Cabas ve Can Kozanoğlu yazarlarla konuşuyor. Bir kitabın ilk sayfası üzerinden yazarlara nasıl yazdıklarını soruyorlar ve nasıl yazılır sorusuna yanıt arıyorlar.
Bir nevi sesli yazı atölyesi düzenliyorlar." diye başlayan İlk Sayfası adlı podcasti ilgiyle takip ediyorum.

http://www.ilksayfasi.com/ (http://www.ilksayfasi.com/)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 09 Haziran, 2019, 22:29:33
(https://live.staticflickr.com/65535/48031973361_f2a948ce47_o.jpg)

Zagor kahve sever.  :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Mister NO - 09 Haziran, 2019, 22:36:39
Mister No viski sever (parası yeterse)  ;D

Uzun süre sonra Edebiyat Muhabbetleri... :)


(https://live.staticflickr.com/65535/48032195063_52ca278a7b_z.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 09 Haziran, 2019, 22:41:01
Alıntı yapılan: Mister NO - 09 Haziran, 2019, 22:36:39
Mister No viski sever (parası yeterse)  ;D

Viski büyük lüks, yerine çoğunlukla kaşaça; züğürtlüğün gözü kör olsun  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 09 Haziran, 2019, 22:54:59
(https://live.staticflickr.com/65535/48032201228_0df8f26313_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Temmuz, 2019, 20:27:35
(https://live.staticflickr.com/65535/48324061516_41fc3dee6c_o.jpg)


(https://live.staticflickr.com/65535/48324211427_0ac17f3480.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/48324210827_8e67940937.jpg)

Önce ilk ikisini
peş peşe,
ve usanmadan ve bıkmadan
ve yine ve yeni ve yeniden seyrettim.
Anladım ki beğeni duyarlılığım hiç değişmemiş.
Tıpkısının aynısı!
Üçüncüsünü  sinemada, 
tüm merakımla seyrettim. 

GERÇEKTEENN:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Ağustos, 2019, 22:58:47
(https://live.staticflickr.com/65535/48569504127_7a9dd90a33_o.jpg)

"Hastasıyım. Filmlerini sadece kendi keyfi için çevirdiğini hayal ediyorum.  Coşkusu, ışıltısı, sevinci, samimiyeti bana geçiyor. Büyüleniyorum. 
Muhabbet, hareket, müzik, heyecan, eğlence ve mizahla oyun ihtiyacımı karşılıyor. Tekrar tekrar seyretmeye doyamıyorum.  Veee.... 
2019 Ağustos ayında vizyona gireceği söylenen yeni filminin yolunu gözlüyoruum!" 

19 Ekim 2018 tarihinde yukarıdaki cümleleri Hayal Kahvem'e yazmışım. Bakar mısınız, nasıl da geçmiş günler, haftalar, aylar, mevsimler...
Aynı o Türk Sanat Müziği şarkı sözlerinde  olduğu gibi değil mi sevgili okur? Zaman sanki bir rüzgarrr ve bir su gibi akıp gitmiş.  İşte buyrunuz...
2019 yılındayız. Ağustos ayındayız. Tamaaamm... Eli kulağında.

Binlerce kasırga aşkına! Haftaya şehre bir film gelecek. Veee gözüm gönlüm şenlenecek:)

(https://live.staticflickr.com/65535/48569501822_80cda2a385_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Ağustos, 2019, 23:00:00
Heey! Karamba çizgi roman sevdalıları  :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Ağustos, 2019, 23:03:26
(https://live.staticflickr.com/65535/48569377911_4339aef7a1_o.jpg)

Metin Süre İle İlişki Testi'nin uzun zamandır müdavimiyim. Seyrederken gerçekten çok eğleniyorum. Hele bazı bölümlerde "Hahha! Saçma sapan!" diye bağırıyorum...
Ardından kocaman kahkaha patlatıyorum. Eğer seyretmediyseniz, deneyin derim.

Şeeyyy! Birazcık ağzım bozuldu  bozulmasına lakin... Valla programın suçu değil. Dışardan hanım hanımcık endam sergilesem de... Biliyorum...
Yüreğimde... Yani tam şuramda... Kirli saçıyla küfürbaz bir  kadın gezinmekte:)

https://www.youtube.com/results?search_query=metin+s%C3%BCre+ve+ili%C5%9Fki+testi (https://www.youtube.com/results?search_query=metin+s%C3%BCre+ve+ili%C5%9Fki+testi)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Ağustos, 2019, 23:06:33
(https://live.staticflickr.com/65535/48569532187_eecefce00e_o.jpg)

Pazarda kızılcığı gördüm ya! Aman ne sevindim...  Durur muyum? Hemen satın  aldım. Eve gelir gelmez,  kallavi bir tabağa doldurup yıkadım.
Marş marş  kitaplık! Okuma sırası bekleyen kitaplarıma  aceleyle göz attım. İçlerinden birini çektim çıkardım.  Balkona çıktım. Kızılcık kasesini kitapla yan yana masaya bıraktım. 
Kızılcığın rengi gözümü aldı.  "Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekala bir meseledir." der ya Sait Faik.
Kızılcığın kırmızı olması da meseledir bana göre tadında düşünceler zihnimde dolanırken, kitabın kapağına bakakaldım.
O ne? Kitabın adı... Keşke Hiç Olmasaydık. Var Olmanın Kötülüğü.   Hay canına sayın seyirciler, dedim kendi kendime... Nasıl yani?

Acaba nereden duyup sipariş ettim? Kitapçıda  gözüme takılıp aldığım kitaplardan olmadığına, kargoyla geldiğine eminim.
Derhal gözümü kapadım. Kitaptan bir sayfa araladım.  İlk denk geldiğim cümleleri okumaya başladım:

"Kişinin hayatından zevk alması,  var olmanın var olmamaktan daha iyi olduğu anlamına gelmez; çünkü eğer kişi dünyaya gelmeseydi,
o hayattan alınan zevklerden  mahrum kalan kimse olmayacaktı ve hazzın yokluğu kötü olarak nitelendirilmeyecekti.
Diğer taraftan eğer kişi  hayattan zevk almıyorsa varoluşuna hayıflanması da doğaldır.
Bu durumda, kişi dünyaya gelmemiş olsaydı, yaşadığı hayatı sürdüren  ve acı çeken bir varlık da olmayacaktı.
Bu, hazzı tecrübe edecek kimsenin yokluğunda bile "iyi"dir."

Durdum.  Olgun bir kızılcık tanesini elime aldım.  Mücevher  gibi.   Nasıl güzel anlatamam. Hayran kaldım.
Dayanamadım,  "Cahildim dünyanın rengine kandım" diyerekten, bir Neşet Ertaş türküsü mırıldanmaya başladım. :)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Ağustos, 2019, 23:26:49
(https://live.staticflickr.com/65535/48572925927_b3251d0ac0_o.jpg)

Hızlı ve Öfkeli'ye gidecek bir  tane bile kız arkadaş bulamıyorum. Bu filme şööyle kız kıza gitsek. Sinemadan çıkışta kız kıza oturup  film üzerine dedikodu etsek.
Fena mı olur? Mahallede bu filme gittiğimi aslaaa söylemiyorum, iyi mi? "Yok artık, içine abartma tozu kaçmış senin" diyorlar çünkü.
İşte buyrun... Serinin sonuncusunu  seyretmek için, sinemaya yine yeni yeniden tek başıma  gittim. Bayıldım ne yalan söyleyeyim.

Eve dönmek için araba kullanırken, Sertap Erener şarkısını avaz avaz  söyledim.  Bu film ve bu şarkı ruh iklimime iyi geldi. Eminim.

"Hatalarım da oldu günahlarım da
Zaferlerim de oldu bozgunlarım da
Ne yaptıysam tek başıma.... Tek başıma...
Terk ettiğim oldu sevdiklerimden
Üzdüğüm oldu  değer verdiklerimden
Azaldım bu yüzden hep bu yüzden
Çok kırılsam da eğilmedim
Söndü derken ben alevlendim.
Yeni sabahlara doğmayı da bilirim
Tek başıma... Tek başıma.
Tek başımaaa... Tek başıma.
Teeek baaaşıııımaaaaa!!"

https://www.youtube.com/watch?v=DrpNISAx6UY (https://www.youtube.com/watch?v=DrpNISAx6UY)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Ağustos, 2019, 23:38:55
(https://live.staticflickr.com/65535/48572782666_818a0c61f1_o.jpg)

Son zamanlarda, Doç. Dr. Emrah Safa Gürkan'ın youtube'daki Olmaz Öyle Saçma Tarih adlı videolarını keyifle takip ediyorum.
Dayanamadım. İki kitabını aldım.  Bakar mısınız?Osmanlı'da casuslar ve korsanlar... Hiç aklınıza gelir miydi? Çok cezbedici, tarihe ilgi kışkırtıcı harika konular, değil mi?
Ne yalan söyleyeyim, ben bayıldım... Bayıldım. Ah! Vakit bulsam... Kitapları hakkında  iki satır  bir şeyler karalasam keşke... Keşke!

Olmaz Öyle Saçma Şey - https://www.youtube.com/watch?v=iGUKiUAD64A (https://www.youtube.com/watch?v=iGUKiUAD64A)

NOT- Podcasti atlamayayım:)
https://www.ottomanhistorypodcast.com/search/label/T%C3%BCrk%C3%A7e?&max-results=100 (ftp://www.ottomanhistorypodcast.com/search/label/T%C3%BCrk%C3%A7e?&max-results=100)

(https://live.staticflickr.com/65535/48572801216_a999f89360_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/48572782586_b4c61f72c5_o.jpg)




Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: memospinoz - 18 Ağustos, 2019, 23:50:03
Videoları ben de FluTV Youtube kanalı üzerinden takip ediyorum. Eğlenceli ve sıkmayan bir anlatımı var, kitapları da öyle mi bilemiyorum hiç okumadım. Elimdeki kitap yığını bir gün biterse bir şans verebilirim.  :o
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Ağustos, 2019, 00:05:33
Alıntı yapılan: memospinoz - 18 Ağustos, 2019, 23:50:03
Videoları ben de FluTV Youtube kanalı üzerinden takip ediyorum. Eğlenceli ve sıkmayan bir anlatımı var, kitapları da öyle mi bilemiyorum hiç okumadım. Elimdeki kitap yığını bir gün biterse bir şans verebilirim.  :o

Karamba Memospinoz,  son zamanlarda akademisyenlerin kitaplarına merak sarmış durumdayım. Emrah Safa Gürkan'ın kitapları videoları kadar eğlenceli diyemem elbette.
Lakin  ilgi çekici.  Akademik dille ağır yazılmamış. Oturup baştan sona okunacak  değil, zaman zaman ele alınıp merak giderilecek  tipte kitaplar. Sevdim ben.

Ne çok okunacak kitap, seyredilecek film var değil mi Memospinoz.  :) Nasıl denir? "Sanat uzun , hayat kısa."
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: memospinoz - 19 Ağustos, 2019, 00:30:48
Valla zaten 2. üniversite olarak tarih bölümü okuyorum şu anda ve Osmanlı Türkçesi yüzünden başladığıma başlayacağıma pişman oldum. (Osmanlı Türkçesi 2'den kaldım. :) ) Yeteri kadar akademik okuma yapıyorum sanırım, belki de yapmıyorumdur :D Tarihle ilgili başka kitaplar da okuyorum. (Roman değil yine ders kitabı olmasa da araştırma inceleme kitapları)
Kronik Kitap'tan çıkan kitapları takip ediyorum, bunları da görmüştüm ama pek ilgimi çektiklerini söyleyemeyeceğim.
Aslında antropoloji ve arkeoloji daha çok ilgimi çekiyor ama neyse.

Karl Lagerfeld'in dediği gibi: "Satın aldığınız her kitapla onu okuyacak zamanı da satın almalısınız" .

(https://live.staticflickr.com/65535/48570014446_96303d0ec8.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Ağustos, 2019, 23:26:40
(https://live.staticflickr.com/65535/48581756331_e073e6b032_o.jpg)

Prof. Dr. İsmail Gezgin... 
Bizans'la ilgili araştırma yaparken yazılarına  denk geldim. Sonra kimdir diye gugılladım. Vee... İşte bu ve benzeri videolardaki muhabbetlerini keşfettim.
Resmen hazine! Bayıldım. Dün bir bugün iki... Kulaklığımı takıp yürüyüş yaparken,  anlattıklarını keyifle dinlemeye başladım. 
https://www.youtube.com/watch?v=XgJG4SI0b4A (ftp://www.youtube.com/watch?v=XgJG4SI0b4A)

3 Kasım'da  yapılacak olan 41. İstanbul Maratonu'na bu yıl ilk kez katılmaya niyetlendim. Başvurumu yaptım.
Eğer maratonu tam zamanında bitirirsem,  kesinlikle Prof. Dr. İsmail Gezgin sayesinde bitireceğim. Sakın, ne ilgisi var demeyin.
Antreman için uzun yürüyüşler yaparken, videoda anlattıklarını  kesmeye  asla kıyamıyorum. Yürüyorum... Dinliyorum...  Koşuyorum...
Dinliyorum... Yürüyorum... Dinliyorum...  Benim uzun yürüyüşler oluyor mu size upppuzun yürüyüşler:) 
Müthiş! Hararetle tavsiye ederim. Kitapları henüz elime ulaşmadı. Sabırsızlıkla beklemekteyim.

(https://live.staticflickr.com/65535/48581756296_75f69f558e_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/48581901117_98bb92e07a_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Ağustos, 2019, 23:33:53
Alıntı yapılan: memospinoz - 19 Ağustos, 2019, 00:30:48
Valla zaten 2. üniversite olarak tarih bölümü okuyorum şu anda ve Osmanlı Türkçesi yüzünden başladığıma başlayacağıma pişman oldum. (Osmanlı Türkçesi 2'den kaldım. :) ) Yeteri kadar akademik okuma yapıyorum sanırım, belki de yapmıyorumdur :D Tarihle ilgili başka kitaplar da okuyorum. (Roman değil yine ders kitabı olmasa da araştırma inceleme kitapları)
Kronik Kitap'tan çıkan kitapları takip ediyorum, bunları da görmüştüm ama pek ilgimi çektiklerini söyleyemeyeceğim.
Aslında antropoloji ve arkeoloji daha çok ilgimi çekiyor ama neyse.

Karl Lagerfeld'in dediği gibi: "Satın aldığınız her kitapla onu okuyacak zamanı da satın almalısınız" .


memospinoz, prof. dr. ismail gezgin'in videolarını seveceksin...  tam senlik.  ne dersin?  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Ağustos, 2019, 23:27:46
(https://live.staticflickr.com/65535/48589802696_e39550278d_o.jpg)
(https://live.staticflickr.com/65535/48589802661_2ef5e90f68_o.jpg)
(https://live.staticflickr.com/65535/48589942257_1067296568_o.jpg)

Quentin Tarantino, 28 Kasım 2018 tarihinde, 55 yaşında, ilk kez evlendi.

Aşağıda gördüğünüz düğün fotoğraflarından biri. Hep yukarıdaki fotoğraflarını bildiğim için daha önce aklıma gelmediydi.
Lakin aşağıdaki fotoğraf zihnimde bir ışık çakıverdi. Bakın şimdi...

Üzerinize afiyet, benim Nizamettin amcamın dört oğlu var. Kemalettin, Şerafettin, Nurettin, Bahattin. Bir de köpekleri var. Rintintin.
Amcam askerliğini Amerika Tennessee'deki Nato üssünde yapmış. Heyy! Quentin de Tennessee doğumlu di mi?

Yoksa ünlü yönetmen Quentin bizimkilerin üvey kardeşi mi? Karamba karambita! Quentin Tarantino benim Amerika'daki kuzenim olabilir mi? 
Yönetmenin düğün fotoğrafındaki pozu, tıpkı Nizamettin amcamın düğün fotoğrafı gibi! Tıpkısının aynısı inan ki:)

(https://live.staticflickr.com/65535/48589942177_7a0b6225a5_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Gabby - 21 Ağustos, 2019, 14:59:37
Daha birkaç gün önce tesadüfen "George Clooney Ayhan Işık'ın oğlu mu?" diye vakti zamanında  benzerlik üzerinden hayata geçirilmiş absürt bir haber okumuştum. Benzerini burada görünce gayri ihtiyari,  herhalde uzak diyarlardaki evli kadınlar bizden "bir yiğit gurbete çıksa" da polenlerini sağa-sola saçsa diye yol gözlüyor olmalı diye düşündüm. Pek "Edebiyat Muhabbeti" gibi gelmedi bana.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Ağustos, 2019, 21:46:42
(https://live.staticflickr.com/65535/48597217601_c070e67a84_o.jpg)

Fotoğraftaki bu hoş kadın, Prof. Dr. Seval Şahin.  "Merhaba, 94.9 Açık Radyo'dasınız. Günün ve Güncelin Edebiyatı'nda bugün konuğumuz..."
diye başlayan  söyleşilerini hiç dinlemediyseniz acırım size:)http://acikradyo.com.tr/etiket/seval-sahin (ftp://acikradyo.com.tr/etiket/seval-sahin)

Peki, videolarını da izlemediniz mi yoksa? Yapmayııın!

Mimar Sinan Üniversitesi'nde yapılacağını öğrendiğim bilumum edebiyat sempozyumlarına, işten kaçıp  giderim. Her seferinde mutlaka Seval Şahin'i arar gözlerim.
Memleketimin çalışkan, üretken bilim insanlarından biri olduğunu öğrendiğimden beri, gizli hayranıyım. Peki bencileyin bibliomaniac biri Seval Şahin'in araştırma ve 
deneme kitaplarını almadan durabilir mi? Mümkün değil... İşte buyrun... İkisi elimin altında... Takibindeyim.   http://sevalsahin.com/ (ftp://sevalsahin.com/)

(https://live.staticflickr.com/65535/48597354092_ffd9758031_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Ağustos, 2019, 21:58:05
Alıntı yapılan: Gabby - 21 Ağustos, 2019, 14:59:37
Daha birkaç gün önce tesadüfen "George Clooney Ayhan Işık'ın oğlu mu?" diye vakti zamanında  benzerlik üzerinden hayata geçirilmiş absürt bir haber okumuştum. Benzerini burada görünce gayri ihtiyari,  herhalde uzak diyarlardaki evli kadınlar bizden "bir yiğit gurbete çıksa" da polenlerini sağa-sola saçsa diye yol gözlüyor olmalı diye düşündüm. Pek "Edebiyat Muhabbeti" gibi gelmedi bana.


Hiç duymamıştım "George Clooney Ayhan Işık'ın oğlu mu?"  tadındaki absürt haberi Gabby. Teşekkür ederim bilgilendirdiğin için.  :D

Lakin "Benzerini burada görünce gayri ihtiyari,  herhalde uzak diyarlardaki evli kadınlar bizden "bir yiğit gurbete çıksa" da polenlerini sağa-sola saçsa diye yol gözlüyor olmalı diye düşündüm." demişsin ya...
Ne demek istediği inan anlayamadım.  ???

Bak bir zamanlar bir benzetmem daha vardı. Gözünden kaçmış olabilir. Bunlar Edebiyat Muhabbetleri değil diyebilirsin. Haklı olabilirsin. Binlerce kasırga aşkına Gabby.
Edebiyat Muhabbetleri yapan birinin bazan saçmalama hakkı olabilir. Olamaz mı yani? Öyle işte.  Bazan  yazılan yorumlar kalbimi kırabiliyor. İnsanım neticede.
Saçmalayabildiğim gibi kırılabiliyorum da. Böyleyken böyle.

(https://live.staticflickr.com/65535/48597363182_a3e8b08259_o.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/48597363142_e8c4b7ee59_o.png)

Acaba Einstein ile Frankestein kardeş olabilirler mi?
Peki, büyüyünce ünlü bir bilim adamı olan Einstein, "Hayal kurmak, bilgiden daha önemlidir," demiş mi sahi? Einstein (1879)kendisinden önce doğan abisi Frankestein'in (1818)
hayal ürünü olması sebebiyle bu sözü söylemiş olabilir mi?

Not- Gabby... Du bi... Küçük Kırgınlıkların Büyük Hüznü adlı  çizgi roman ile ilgili bir  yazım vardı.  Bi bulayım.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Ağustos, 2019, 22:14:51
(https://live.staticflickr.com/65535/48597369647_9a318f3634_o.jpg)

Kuzey Kalesi'ndeki, o konu başlığına ilk denk geldiğimde, tekrar tekrar okuduğumu hatırlıyorum. Küçük Kırgınlıkların Büyük Hüznü.... Küçük Kırgınlıkların Büyük Hüznü...
Acayip etkilemiştim. Kelimelerin büyülü olduğuna  bir kez daha aklım yatmıştı. Adeta illüzyondaymışım gibi tıpış tıpış cümlelerin peşi sıra gitmiştim.
Okudukça anlamıştım ki, Küçük Kırgınlıkların Büyük Hüznü, Chistophe Chaboute'nin bir çizgi roman albümünün ismiydi.
Daha doğrusu Kuzey Kalesi'nin komutanı Rusenski'nin Fransızca'dan yaptığı çeviriydi.

Akabinde, Rusenski'nin  kitap hakkında yazdıklarını okuyunca, bu albümü almam şart olmuştu.
Diyordu ki,  "Chaboute'nin bu albümünde hayatın içinde ufak tefek gözüken,  ya da önemsizmiş gibi geçiştirme eğiliminde olduğumuz ama kalbimizi kıran,
gönlümüzü yoran, biriktikçe ruhumuzu yaralayan, yani üzerimizde sandığımızdan çok derin etkisi olan, küçük kırgınlıklarla bezenmiş fragmanlarla karşılaşıyoruz.
ÇR'a uyarlanmış bir kısa film derlemesine de benzetiyorum bu albümü."
Feci merak etmiştim. İyi ama çizgiroman Fransızca'ydı.
Ne gam! Oldum bittim çizgilerin menzilinde dolanmayı severim.

"Eskiden Anadolu'da depresyona "gönül yorgunluğu" derlermiş. Ne güzel bir tanım. Albümde 11 tane kısa hikaye var.
Çok farklı konularda ve ortamlarda yaşadığımız burukluklara şahitlik ediyoruz. Gönül yorgunluğuna götüren ön yargılar, düşüncesizlikler,
kabalıklar, sorgulamalar ve gücenikliklerimiz, bir bir karelere taşınmış. Modern yaşamın insanı makineleşmeye zorlayan,
hızına ayak uydurmaya çalışırken yavaş yavaş ikinci plana atılan insani inceliklerin altı çizilmiş. Metni az ama, kolay okunan fakat uçup gitmeyen bir çalışma.
Okudukça kendi yaşamınızdan eş anlamlı sahneler birikiyor zihninizde. Katilimiz olmuş kanıksanmışlıklar sanık oluveriyor sayfalarda. Ardında iz bırakan ama hiç yormayan bir akış."


Rusenski, yukarıdaki yorumlarından sonra ÇR içindeki tüm hikayeleri Kuzey Kalesi'nde özetlemişti. Daha ne olsundu ki... Anlayabilirdim.
O vakitler memlekette bulamadığım bu albümü, dayanamamış yurt dışından sipariş etmiştim.  Rusenski haklıydı. İç sızlatan, yüreği uf eden  hikayelerin çizimleri müthiş etkileyiciydi.
Zaman içinde Chaboute'nin diğer albümlerini birer birer edindim. 

Şimdi niye yazdım bütün bunları biliyor musunuz? Az önce kitaplarımı düzenliyordum. Chaboute'nin güzelim albümlerini kitaplığımda dizim dizim görünce,
aklıma Kuzey Kalesi ve Rusenski geldi. İçimi derin bir efkâr kapladı. Hayat kısa, kitaplar sonsuz...
Eğer Küçük Kırgınlıkların Büyük Hüznü başlıklı yazıya denk gelmeseydim, Chaboute'yi belki de hiç bilmeyecektim. 
Hasan Ali Toptaş'ın dediği gibi, "Ey hayat, bana kör noktamı aydınlatacak bol ışıklı dostlar ver."

http://kuzeykalesi.blogspot.com/2017/05/kucuk-kirginliklarinbuyuk-huznu-fable.html (http://kuzeykalesi.blogspot.com/2017/05/kucuk-kirginliklarinbuyuk-huznu-fable.html)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: memospinoz - 21 Ağustos, 2019, 22:19:44
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 19 Ağustos, 2019, 23:33:53

memospinoz, prof. dr. ismail gezgin'in videolarını seveceksin...  tam senlik.  ne dersin?  :)

Gılgamış ile ilgili olanı önce izlemeye başladım, sonra dinlemeye devam ettim, daha sonra parça parça sesler duydum derken bir baktım uyumuşum....zzzzzz
Şaka bir yana gerçekten güzeldi, vaktim olduğunda başka videolarına da bakarım. Teşekkürler.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: memospinoz - 21 Ağustos, 2019, 22:41:57
"Fables Amères" albümünü de belki bir gün KaraKarga yayımlar kim bilir.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 22 Ağustos, 2019, 23:41:10
Alıntı yapılan: memospinoz - 21 Ağustos, 2019, 22:41:57
"Fables Amères" albümünü de belki bir gün KaraKarga yayımlar kim bilir.  :)

Dilerim yayımlanır Memospinoz.. :)  Tüm kitapları harikulade.
Değişik zamanlarda satın alsam  bile,  külliyatlı para ayırdığımın farkındayım.  Mücevhere değişmem hiç birini. Katiyen pişman değilim.  :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 10 Eylül, 2019, 11:34:27
(https://live.staticflickr.com/65535/48710567062_40a3bf3b48_o.jpg)

Üzerinize afiyet, taraftar ruhlu biriyim. Sevdimse, ebbedi kusur görmem.

Misal, Quentin Tarantino'nun fanatik taraftarıyım. Kendisine muhabbetim, merhametim gırla...
Son filmi Bir Zamanlar Hollywood'da yı, epeydir sabırsızlıkla bekliyordum. Film gösterime girdi. Sinemada seyrettim.

Hilafım yok... ÇOK SEVDİM:)

(https://live.staticflickr.com/65535/48710426106_1dee8841ab_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Eylül, 2019, 19:57:36
(https://live.staticflickr.com/65535/48732956897_3db26d4530_o.jpg)

Son günlerde mütemadiyen yollardayım. Kâh araba kullanıyorum, kâh uçağa biniyorum. Arabamı kullanırken video, podcast dinliyorum. Uçaktaysa  kitap okumak istiyorum.

Bu arada yeni  bir yazar keşfettim.  Adı Nermin Yıldırım. Meğer yazarın altı tane romanı varmış.  İlkini 2011 senesinde yazmış. Hiç duymamıştım.
Tesadüfen yazarın Misafir adlı son kitabını okumaya başlamışım.  Resmen çakıldım kaldım. Kelimelerinin lezzetine vara vara,
cümlelerinin peşinden koşa koşa, elimden bırakmadan biteviye okudum... Okudum...  Dokunmadan'a geçtim.
Okudum... Okudum... Dokundu... Okudukça kalbimdeki kavimler yer değiştirdi.

Az sonra hava alanına doğru yola çıkacağım. Uzaklara uçacağım. Gözlerim keskin, burnum hassas, kulaklarım açık.
İrili ufaklı tekmil kusurum ve bünyemin serkeş ritmiyle bu kez  Nermin Yıldırım'ın  Saklı Bahçeler Haritası'nı okumaya başlayacağım.

"Edebiyat akrabalıkları, hiçbir zaman buluşup bir kahve içemeyeceğiniz insanların yeryüzüne dağılmış varlığını hatırlatır size.
Gene de asıl buluşmanın edebiyat olduğunu bilirsiniz." der Murathan Mungan.  Ne kadar doğru.

Velhasıl, Nermin Yıldırım yoldaşım oldu.  Artık edebiyat akrabalarımdan biri. Denk getiren feleğe minnettarım.

(https://live.staticflickr.com/65535/48732461748_5e6d99f480_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Eylül, 2019, 15:59:45
(https://live.staticflickr.com/65535/48737911811_c0c11a2a11_o.jpg)

"kalp ne
hissedeceğini
nereden
nasıl akıl
ediyor"
(s.14)

(https://live.staticflickr.com/65535/48737581938_9741255daa_o.jpg)

"hiçkimse
hissetmiyorsa
içlenmemin
manası ne"
(s.20)

(https://live.staticflickr.com/65535/48737580473_804634ea8d_o.jpg)

"biz kimi
unutmak için
sevmemiştik
ya"
(s.41)

(https://live.staticflickr.com/65535/48738089472_bce38d8ebf_o.png)

"öyle bir zamanda
gel ki.. zaman
bizi unutsun
zaman bizi
boş geçsin"
(s.68)


-film kareleri-
eternal sunshine of the spotless mind  adlı filmden
-tespitler-
metin üstündağ/hasar tespit çalışmaları adlı kitabından
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 16 Eylül, 2019, 22:37:54
(https://live.staticflickr.com/65535/48747675218_c1e2f81b48_z.jpg)

Şu anda İspanya'nın kırsalında, düğün hazırlıklarının tam ortasındayım. Bu kez İspanya'ya ulaşım vasıtam bir kitap.
Kanlı Düğün'deyim.
İspanyolca ve Türkçe hazırlanmış olan kitabın satırlarında merakla dolanıyorum.
Okudukça feodal toplum yaşantısı içindeki dayatmaları, kadınlığı, erkekliği, aşkı, çaresizlikleri, ölümü sorguluyorum. 

Her daim yoksuldan, ötekiden taraf olan, faşizme karşı mücadele veren Kanlı Düğün'ün yazarı Federico Garcia Lorca, İspanya iç savaşında 38 yaşında milliyetçiler tarafından öldürülmüş.

Kitabın çevirisi çok başarılı. Roza Hakmen'in çevirilerini okumayı seviyorum.

(https://live.staticflickr.com/65535/48747675203_a68aab60a5_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/48747675178_13ed142368_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Eylül, 2019, 11:03:02
(https://live.staticflickr.com/65535/48747686998_75e28693b9_o.jpg)

- BAŞARILI OLUP OLMAYACAĞIMIZI BİLEMEYİZ.
BAŞARISIZLIKTA UTANILACAK  BİR ŞEY YOK. SADECE TEK BİR AYIP OLABİLİR... O DA DENEMEMİŞ OLMANIN KORKAKLIĞI.

- KİMSİN... NESİN SEN?

- BENİM ADIM SILVER SURFER.

S.19
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Eylül, 2019, 21:55:34
(https://live.staticflickr.com/65535/48770291993_4828f2766a_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/48770824642_0cb602ca60_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/48770291823_78002e262d_o.jpg)

İki şahane film seyrettim.
İki bambaşka coğrafya...
Biri Artvin'in köyü. Diğeri Newyork'un göbeği.
Hayranlık veren, büyüleyen görüntüler...
Sahici oyunculuklar...
Harika müzikler.
Sinama hayatı eşsiz kılar, dedirtecek iki film.
İkisini de çok sevdim.
Tavsiye ederim.

(https://live.staticflickr.com/65535/48770854252_21c5afeded_z.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/48770630631_ab0b4d7396_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/48770833287_8459d34053_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Eylül, 2019, 21:33:23
(https://live.staticflickr.com/65535/48770660646_12c95a46fc_o.jpg)

Göz'lü Deyimlerle Deneme Yazısı - Hangi Tarkan?

Abim,  haftada beş gün spor salonuna gittiğini söyleyince çok sevindim. Yeminle, mahcubiyet hissetmesem sevinçten göz yaşı dökecektim.
"Harika bir karar vermişsin abim. Bilirsin seni gözüm gibi severim. Hep çalış çalış, nereye kadar, di mi? Bak çalışmaktan gözlerinin feri gitti.
Biliyorsun çok üzülüyordum senin için. Gözünü seveyim, bu kez fikrini değiştirmeyesin" dedim.

Lakırtılarımı duyunca, gözleri dolu dolu oluverdi. Sadece gözlerimin içine değil, yüreğimin o mütena semtine en abi bakışıyla bakıverdi.
"Bir kere daha gözüme girdin kardeş. İyi ki varsın. Nasıl da sever gözetirsin abini" dedi.  "Hiiçç merak etmeyesin. Bu kez kararım karar!
Yeminle, gözümden uyku aksa bile, mümkünatı yok vazgeçmiyorum, illa ki spor yapmaya gidiyorum." diye sözlerine devam etti.

Abim... Ah! Abim... 
Gözüm daldı, geçmiş günlere gittim. Evet abim...  Zaman zaman...  Tıpkı şimdi olduğu gibi...  Hep aynı iştahla spora başlar... Tez sıkılır... 
Muntazaman devam etmeyi gözü yemez... Nafile çaba der... Bırakıverir.

Oysa kaç kez konuştuk.  Çoktan elli yaşını deviren bir adamın fabrika ayarlarına dönmesi için ilk kural neydi? Kendisi söylüyor... Spor yapmak tabii.

Buraya kadar abi-kardeş  muhabbetimiz  pek bi iyiydi.  Lakin mühendistir kendisi. Gözünden bişeycik kaçmaz. Zihnimde horon tepen şüphe tohumlarını şıppadanak fark etti.  "
Yoo,  dert etme kardeşcim, gözüm açıldı. Bu kez Tarkan'ın vücudu gibi olana kadar sporu es geçemeyeceğim.
Bak göreceksin, göz yumup açana kadar Tarkan gibi olmayı  becereceğim." dedi.

Gözlerim tepsi kadar açıldı. "Tarkan mı? Hangi Tarkan?" diye inledim. Abimi omuzlarını titreterek  "Oynama şıkıdım şıkıdım" şarkısını söylerken hayal ettim.
Aman Allahım! Yoksa abim erkeklerin girdiği.. Neydi adı... Hah Tamam... Antropoz döneminde miydi?

Endişemi anladı. Sol kaşını kaldırdı. Gözünü gözüme dikti. Gözümü kaçırmayayım diye, beni resmen göz hapsine aldı.
"Gönderdiğin  Tarkan dergileri  aklımı başıma getirdi. Şarkıcı Tarkan olmaya niyetim yok  matmazel.  Elbette Sezgin Burak'ın Tarkan'ı:) dedi.

(https://live.staticflickr.com/65535/48770863322_55ea8c942c_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 21 Eylül, 2019, 08:30:17
İşe yaramış fasiküller, harika  :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Eylül, 2019, 09:08:21
Alıntı yapılan: pizagor - 21 Eylül, 2019, 08:30:17
İşe yaramış fasiküller, harika  :D

Evet  Pizagor. İşe yaradı fasiküller. :D
Du bi... Daha abimle Tarkan fasiküllerinin yıllardan sonra buluşma hikayesi var. Üşenmezsem yazarım belki.  8)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Nemo - 21 Eylül, 2019, 17:13:09
@Hayal Kahvem
Merakla bekliyorum buluşma hikayesini:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 24 Eylül, 2019, 19:56:31
Alıntı yapılan: Nemo - 21 Eylül, 2019, 17:13:09
@Hayal Kahvem
Merakla bekliyorum buluşma hikayesini:)

İnan ben de  merakla bekliyorum Nemo.  :) Du bakalım....
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Eylül, 2019, 22:55:49
Chaboute hakkında bu kadar teferruatlı Türkçe  malumat  zor bulurdum.  İlgilenenlere Kuzey Kalesi'ni okumalarını  tavsiye ederim.

İŞTE BU LİNK - http://kuzeykalesi.blogspot.com/2019/09/yapayalnz-chaboute-cizgiroman-incelemesi.html (http://kuzeykalesi.blogspot.com/2019/09/yapayalnz-chaboute-cizgiroman-incelemesi.html)


(https://live.staticflickr.com/65535/48797112046_350766869d_o.jpg)


Dizim dizim Şabote külliyatım var çok şükür. Biliyorum dayanamayacağım ve  maaşımı aldığımda... Tıpış tıpış kitapçıya gideceğim....  Yapayalnız'ın Türkçesini de kapacağım.  :D


(https://live.staticflickr.com/65535/48797252772_f201d9628e_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Eylül, 2019, 22:44:44
(https://live.staticflickr.com/65535/48802436261_606a6dee16_o.jpg)

Hiç hilafım yok... Memleketimin sinemasını desteklemeye her daim özen  gösteririm.

Bağlılık ASLI'nın hiperaktif bünyeme ağır akışlı geleceğini bile bile sinemaya gittim. Beğeniyle seyrettim.

Film hakkında pek çok eleştiri  okudum. "Bu film  çalışan kadınları eleştiriyor,  modern kadınlar çalışmasınlar, evlerinde oturup bebeklerine baksınlar
tadında bir mesaj  vermek  istiyor," gibisinden düşünceler, zinhar  benim aklımın köşesinden geçmedi.

Filmden çıkınca dedim ki kendi kendime...  Erkek egemen düzen,  biz kadınları evlere kapatmaya, ufalamaya, yok etmeye  çalışsa da,
kadınlar arasında görünmez, doğal, güçlü  bir bağlılık var.

Son tahlilde bir kez daha şunu düşündüm.  Biz kadınlar birbirimize hem hemdemiz, hem hemderdiz.  Kadın kadının şifasıdır.


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 04 Ekim, 2019, 14:55:36
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 21 Eylül, 2019, 09:08:21
Evet  Pizagor. İşe yaradı fasiküller. :D
Du bi... Daha abimle Tarkan fasiküllerinin yıllardan sonra buluşma hikayesi var. Üşenmezsem yazarım belki.  8)

Bekliyoruz bunun hikayesini. Unutmadık :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Ekim, 2019, 23:07:16
(https://live.staticflickr.com/65535/48887128941_1f36e9c42c_o.jpg)

Geçen hafta Joker'e gittim. 
Eleştirileri dinliyorum.
Beğenmeyeni de var beğeneni de.

Oyunculuğu, karanlığı, ürkünçlüğü, sertliği, görüntüleri, 
müzikleri, göndermeleri, kurgusuyla...
Dansları... İsyanlarıyla...
Çok beğendim.

Vakit buldukça filmin hatırlattığı iki filmi seyrettim.
Geçmiş Batman'leri tekrar seyretmeye başladım.
Batman çizgi romanlarına selam çaktım. 

Niyetine girdim.
Joker'i beyaz perdede gene seyredeceğim.

(https://live.staticflickr.com/65535/48886596043_9341a9d843_o.jpg)  (https://live.staticflickr.com/65535/48887312032_2fcdb77073_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/48887136231_8d9595a437_o.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/48887135811_7ea01bcc15_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/48887135576_c97862088d_o.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/48886594663_b864e10ae4_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Ekim, 2019, 21:54:54
Alıntı yapılan: pizagor - 04 Ekim, 2019, 14:55:36
Bekliyoruz bunun hikayesini. Unutmadık :)
Alıntı yapılan: Nemo - 21 Eylül, 2019, 17:13:09
@Hayal Kahvem
Merakla bekliyorum buluşma hikayesini:)

Nemo ve Pizagor...  Yazmayı unuttum iyi mi ::)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Ekim, 2019, 22:00:09
(https://live.staticflickr.com/65535/48908476217_a4b3bcbefb_o.jpg)

Buyrunuz. Son günlerde izini sürdüğüm taptaze bir oyuncu... Phoebe Mary-Bridge. 1985 Londra doğumlu. Oyuncu, yapımcı, yazar.

Önce Fleabag dizisiyle tanıdım. Dizinin hem başrol oyuncusu hem yazarı. Tek sezon, her biri  yirmi beş dakikadan oluşan altı bölümlük bir dizi. 
Bir oturuşta tekmilini birden seyrettim. İçli bir veda busesi tadında bitiverdi. Öylece kalıverdim.

Az önce gene Phoebe Mary-Bridge'in oyuncusu olduğu Crashing adlı diziyi seyretmeye başladım. Hey! Üstelik bu dizide ukulele çalıyor. Bayıldım:)


(https://live.staticflickr.com/65535/48908270531_68d3fcec67_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/48908476162_e37967effb_o.png)

(https://live.staticflickr.com/65535/48907741458_745557b3bc_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/48907741433_1e850848d7_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Ekim, 2019, 22:05:39
(https://live.staticflickr.com/65535/48908397661_0ba72f2e41_o.jpg)

Bu hafta sonu Killing Eve'e başladım. İki sezon toplam on altı bölümlük dizinin, ilk sezonunun dördüncü bölümüne geldim.
Yazarı gene Phoebe Mary-Bridge. Fleabag  adlı diziyle tanıdım kendisini. İzini sürmeye devam ediyorum. Vee... Gene hevesle ve merakla seyrediyorum.

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 16 Ekim, 2019, 19:16:26
(https://live.staticflickr.com/65535/48912010948_e0db6f8578_o.jpg)

Öğretim görevlisi Dr. Senem Timuroğlu, Mimar Sinan Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdikten sonra,
Bilkent'de Doğu Dilleri ve Kültürleri'nde yüksek lisansını, Sorbonne'da  ise doktorasını tamamlamış.

Feminist Aktivizm ve Edebiyat dersine katıldığımda hayran kaldığım Senem Timuroğlu'nun takibindeyim.
Edebiyat metinlerinin hangi sistemlerden geçtiğini, o süreçte nasıl cinsiyet ayıklaması yapıldığını,
Antik Yunan'dan günümüze kadının  kamusal alandan  nasıl uzaklaştırıldığını, kadının nasıl imge olarak kurulduğunu,
nasıl üremeye indirgendirildiğini, erkeklerin yazdığı edebi metinlerden erkeklerin kurduğu kadınlık ve erkeklik temsiliyetini öğrenip nasıl içselleştirdiğimizi harikulade anlatır.

Kadın okur sayısı çok fazla... Erkekler erkek diliyle edebi eserleri yazıyorlar. Erkeklerin  tahayyülleri bizim tahayyüllerimiz oluyor.
Kadın kendi bedenini, kendi arzularını, kendi aşkını, kendini yazmaya başladığında
hem kendini keşfediyor hem de yeni bir dünya kurgulamaya başlıyor, diyor. 
O nedenle kadın edebiyatı ile kadın yazarların çok önemli olduğunu vurguluyor. 
Mutlaka anlattıkları dinlenmelidir.

"Erkek egemen dile hizmet eden kalemlerle neden vakit kaybedelim ki:)

"Kız kardeşlik ruhunun ütopya ya da teori  olarak kalmaması, acilen pratiğe dökülmesi gerekiyor."
diye bir cümlesi vardır ki oya gibi zihnime işlenmiştir.

Dr. Senem Timuroğlu'nun,  daha çok bilinmesini, videolarının izlenmesini çok isterim.  Keşke kitabı olsa... 
Nasıl denir? Hayal et, olur elbet:)  Du bakalım. Sabırsızlıkla beklemekteyim.:)

https://www.youtube.com/watch?v=oeBZWtl5HGU (https://www.youtube.com/watch?v=oeBZWtl5HGU)

https://www.youtube.com/watch?v=T_5QkjfjWuI (https://www.youtube.com/watch?v=T_5QkjfjWuI)

https://www.youtube.com/watch?v=ugEGryWApU4 (https://www.youtube.com/watch?v=ugEGryWApU4)

(https://live.staticflickr.com/65535/48912535816_201b391abc_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 16 Ekim, 2019, 21:31:15
(https://live.staticflickr.com/65535/48912744922_a5aa6911d0_o.jpg)

Cüneyt Cebenoyan kimdir diye sanal ansiklopediye sorsanız, gazeteci, sinema yazarı, film eleştirmeni diye yazan cümleler okuyabilirsiniz.

Ben,  Nüket Esen'in Kara Kitap Üzerine Yazılar adlı kitabını okurken ilk kez adına denk gelmiştim. 
Cüneyt Cebenoyan, Orhan Pamuk'un Kara Kitap adlı romanının içinde geçen mekanların izini sürmüş, fotoğraflamış, her fotoğrafın altına kitaptaki ilgili cümleleri alıntılamıştı.
Ne imrenmiştim anlatamam.

Hayal Kahvem'e bu rastlaşmayı yazmıştım.

Sonra, kimdir diye dört koldan araştırdım elbette.  Trajik hayat hikayesi çarpmıştı beni.  Resmen Nazım Hikmet şiirinin bir timsali gibiydi. Hani der ya şair...
"Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak /Unutma aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak."

Akabinde, sinema yazılarının sıkı takipçisi olmuştum.

İstanbul Film Festivali'nde ekseriyetle denk gelirdim. O beni tanımıyordu. Ben onu biliyordum.
Memleketimin, hiç tanışmadığım halde sevdiğim  güzel insanlarından biriydi. İyi ki vardı.

Cüneyt Cebenoyan 3 Ağustos 2019 günü bir trafik kazası neticesinde dünyamızı terk etti. 

Filmekimi'i için Beyoğlu'na gittiğimde, oradaydı. Öyle hissettim.

http://hayalkahvem.blogspot.com/2011/08/cuneyt-cebenoyan-fotograflaryla-kara.html (http://hayalkahvem.blogspot.com/2011/08/cuneyt-cebenoyan-fotograflaryla-kara.html)

https://qoshe.com/yazar/cuneyt-cebenoyan/479 (https://qoshe.com/yazar/cuneyt-cebenoyan/479)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: ZGeralt - 17 Ekim, 2019, 10:31:33
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 15 Ekim, 2019, 22:00:09

Buyrunuz. Son günlerde izini sürdüğüm taptaze bir oyuncu... Phoebe Mary-Bridge. 1985 Londra doğumlu. Oyuncu, yapımcı, yazar.

Önce Fleabag dizisiyle tanıdım. Dizinin hem başrol oyuncusu hem yazarı. Tek sezon, her biri  yirmi beş dakikadan oluşan altı bölümlük bir dizi. 
Bir oturuşta tekmilini birden seyrettim. İçli bir veda busesi tadında bitiverdi. Öylece kalıverdim.

Az önce gene Phoebe Mary-Bridge'in oyuncusu olduğu Crashing adlı diziyi seyretmeye başladım. Hey! Üstelik bu dizide ukulele çalıyor. Bayıldım:)

Fleabag ile ilgili çok iyi yorumlar okuyorum, en kısa zamanda izleyeceğim.
Phoebe Mary-Bridge'i yanılmıyorsam ilk defa Crashing de görmüştüm. Fena bir dizi değildi ama nedense devam edemedim.

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: yunusmeyra - 17 Ekim, 2019, 16:13:24
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 16 Ekim, 2019, 21:31:15
(https://live.staticflickr.com/65535/48912744922_a5aa6911d0_o.jpg)

Cüneyt Cebenoyan kimdir diye sanal ansiklopediye sorsanız, gazeteci, sinema yazarı, film eleştirmeni diye yazan cümleler okuyabilirsiniz.

..........

"Büyük travmalar yaşamamış insanlar zamanla bazı şeylerin izinin kalmaması gerektiğini sanıyorlar. "Aradan bilmem kaç yıl geçmiş, artık bazı şeylerin bir anlamı kalmamış olması gerek" diye düşünüyorlar. Bazen en yakınındaki insan en anlayışsız ve en acımasız davranan olabiliyor. Oysa, zaman bazen hiçbir şeyi çözmüyor. Yara içten içe işlemeye devam ediyor."

rahmetle...

Cebenoyan'ı bir örümcek adam filmi eleştirisi ile hatırlamış olalım:

Örümcek-Adam, Örümcek Evreninde: Yeni çağa yeni süper kahraman
"İngilizcede bir sözcük var "hype" diye. Aşırı övgü falan gibi bir şey. Kısacası, diyeceğimi baştan söyleyeyim, "Örümcek-Adam Örümcek Evreninde" hakkında duyduğunuz abartılı övgülere inanmayın. Alt tarafı kötü adamlarla iyilerin savaştığı bir çizgi film bu. Öyle derin karakter analizleri filan yok haliyle. Hatta standart altı bir karakter tasvirinden söz etmek doğru olur. Üç yönetmenin imzasını taşıyan bir filmin, auteur filmi özellikleri taşıyacak hali yok. Ama kötü mü film? Hayır, özellikle bir yere kadar gayet iyi gidiyor. O yer, sanırım ekstra örümcek karakterlerin, yani örümcek-domuz, örümcek-robot, örümcek küçük Japon manga kız, örümcek kara film adamı falan gibi karakterlerin de filme dahil olduğu ve aksiyonun arttığı nokta oldu. Onlarla ilk karşılaşmanın hoşluğu gidince ve aksiyonda gaza basılınca ortaya gayet sıkıcı bir süper kahraman filmi çıkıyor. Bu söylediklerim, bir yetişkinseniz geçerli tabii. Aslında, eleştirmenlerin övgülerine bakarsak, yetişkinlik de gerekli değil filmin bütününe hayran olmak için.

Süper kahramanımız bu kez Siyah-Latin karışımı esmer tenli bir çocuk. Miles, daha iyi eğitim alsın diye polis babası ve hemşire annesi tarafından özel "tiki" bir okula gönderilmiş. Burada mutsuz olan Miles, "hakiki erkekliği", sokak kültürünü amcası Aaron'dan öğreniyor. İşte, tam Miles, Aaron'un himayesinde duvara graffiti yaparken radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılıyor. Yine o sıralarda Örümcek Adam da ölmez mi? Ama örümcek adamlar tükenmezmiş meğerse çünkü sonsuz sayıda paralel evren varmış. Kötü adam Kingpin, bir kazada ölen karısı ve oğlunu paralel bir evrenden getirmeye çalışırken, paralel evrendeki örümcek adamlardan birini getirir. Sonra ona başka örümcek karakterler de eklenir, daha önce de söylediğim gibi. Miles'la birlikte bu örümcek karakterler Kingpin'e karşı savaşırlar ve kendi evrenlerine dönmeye çalışırlar. Çünkü paralel bir evrendeki ömürleri sınırlıdır. Miles da bu mücadele sırasında örümcek adam olmanın tekniklerine vakıf olur.

Bu filmin gelmiş geçmiş en iyi örümcek adam olduğu iddiasına katiyen katılmıyorum. Tobey Maguire ve Kirsten Dunst'lu, Sam Raimi'nin Spider - Man'i (2002) bir defa çok daha iyiydi. Ayrıca orada gerçek bir kadın karakter vardı. Dunst'la Maguire'ın kimyaları da uyuşmuştu. O filmden aklımdan kalan görüntüler var Maguire'la yağmur altında ıslanmış Kirsten Dunst'un öpüştüğü sahne gibi; bundan olacağını sanmıyorum.

Filmin tekniği de bir ton övgü aldı. Filmde kristal berraklığında bir görüntü yok. Aksine piksellerin görünür kılındığı, çizgi roman, pop-art estetiğine uygun bir teknik var. Arada sıra konuşma baloncuğu diyebileceğimiz yazılar da çıkıyor ekrana. Fakat bu teknik 2 saatlik bir film için yorucu çünkü görüntüdeki bulanıklık bir süre sonra sıkıyor.

Filmin eleştirmenleri tavlayan, çağın kimlik politikalarına uygun bir yanı var elbette. Kahraman bu kez Beyaz değil, Latin-Siyah kırması. Bu bir devrim! Yani, yerseniz. Tabii bir ilerleme sayılabilir de, o kadar da değil. Ama yine başta dediğim gibi ne kötü adamlarının ne de iyilerinin bir derinliği, bir hikâyesi var bu çizgi filmde. Miles tiplemesi fena değil ama o da abartılacak bir şey değil. Kısacası bir yere kadar eğlendiren, sonra şişen bir film bu. Aksiyon sahnelerinde derhal esnemeye başladığım için belki de benim süper kahraman filmlerini yazmamam lazım geldiği sonucu da çıkabilir bu yazıdan."




Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Ekim, 2019, 21:53:10
Karamba Saki,

Hiç bilmediğim bir yazarla tanıştım sayende. Ve iki çocuk kitabının siparişini verdim.  Teşekkür ederim. :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Ekim, 2019, 21:56:19
Alıntı yapılan: ZGeralt - 17 Ekim, 2019, 10:31:33
Fleabag ile ilgili çok iyi yorumlar okuyorum, en kısa zamanda izleyeceğim.
Phoebe Mary-Bridge'i yanılmıyorsam ilk defa Crashing de görmüştüm. Fena bir dizi değildi ama nedense devam edemedim.

ZGeralt, tıpkı senin gibi, ben de Crashing'e başladım. Hatta ukulele muhabbetli bir diziydi. Hoşuma gitmişti.... Lakin nedense devam edemedim.  :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Ekim, 2019, 22:18:28
Yunusmeyra, Cüneyt Cebenoyan'ın çizgi romandan sinemaya uyarlanan filmleri hakkında epeyce yazısı var.  İyi yapmışsın birini Altın Madalyon'a misafir etmişsin.
Ruhuna rahmet. Nur içinde, huzur içinde yatsın, diyelim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Ekim, 2019, 22:04:27
Bizim Sokağın Çocukları ve Yeni Sokağın Çocukları'nı sipariş verdim. Heyecanla bekliyorum.

Alıntı yapılan: Saki - 19 Ekim, 2019, 23:25:31
Şair şiirini beğendin mi?

Şiir çok ince işçilik Saki. Ne mutlu yazabilene.

Diğer yazarları da araştıracağım. Sağol. :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Ekim, 2019, 19:38:24
(https://live.staticflickr.com/65535/48940414537_920f6ef747_o.jpg)

Elimde Tomris Uyar'ın Kitapla Direniş adlı kitabı var.  Handan İnci hazırlamış. Sunuşun ilk cümlesi, "Sevdiğiniz bir yazarın kaleminden ne çıkmışsa okumak istersiniz." Haklı değil mi?
Bu kitabın macerası da böyle başlamış. Handan İnci, Tomris Uyar'ın  kitaplaşmamış yazılarını toparlarken, yazarın öyküleri kadar etkileyici olan hayatını ve iç dünyasını ortaya çıkaracak 
bir biyografi yazmaya niyetlenmiş. Bu çabayla elindeki yazıların giderek biriktiğini görünce, derleme kitap yapmaya karar vermiş. Ne  iyi etmiş.

Kitapla Direniş, yazılar, söyleşiler ve  soruşturmalar diye üç bölüme ayrılmış. Her bölümde onlarca  şahane yazı var. Müthiş.
Bu kitap yıllardır kitaplığımda demleniyor. Ara sıra elime alıyorum. Sayfalarını dalgalandırıyorum. O esnada ilgimi çeken bir başlığın  devamına dalıp gidiyorum. 
Tomris Uyar'la muhabbet ediyormuşum hissi veriyor.  Hayranlıkla cümlelerinin peşi sıra  sürükleniyorum.

İki yüz kırk altıncı sayfadayım. Başlık... İstanbul'la Aram Bozuk Bu Aralar... Hemen yazıya atladım. 
İlk cümleden başlamadım da alt satırlara doğru  "Özel Bir Gün" filmindeki Sophia Loren  kelimelerine odaklandım.  Cümle şöyleydi:

"Ev kadını konumundaysa ola ki "Özel Bir Gün" filmindeki Sophia Loren gibi çok çocuk doğurup rejime hizmet ettiği için ideal anne ödülünü kazanan,
Mussolini hayranı İtalyan anası gibi şöyle mırıldanır kendi kendine: "Şu yatakları toplayacak bir başka anne gerek, bir anne de bulaşıkları yıkamalı, bir de yorulacak bir anne gerek."

Kitabı elimden bıraktım. Bilgisayarda filmi aradım. Buldum. Filmi seyredeceğim. Nihayetinde Kitapla Direniş'e  geri döneceğim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Mart, 2020, 16:51:06
(https://live.staticflickr.com/65535/49820376038_0416c100df_o.jpg)

"Sana bir matrak didişten fısgeçeyim mi?

Yampiri vampirleri nasıl nalladık
bicili Drakula fideliğini neyle mi biçtik,
klonlanmış King Kong'ların yoklayarak ödünü
interaktif öpücük ehlini ne biçim haşat ettik,
bir pençe darbesiyle şalteri indirerek
adrenalin kazanını kaç yıl kaynattık...
buracıkta şarkılasam yeri mi?"

Murat Menteş/ Garanti Karantina / asparagas flashback / s. 60
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Nisan, 2020, 17:02:58
(https://live.staticflickr.com/65535/49821234252_c37cf5b7cf_o.jpg)

Korona sebebiyle  evde kal günlerinde, başrollerinde Marlon Brando, Al Pacino, Robert De Niro ve daha pek çok oyuncunun yer aldığı,
vizyona girdiği 1972 yılında pek çok dalda Oscar alan, yazar Mario Puzo'nun aynı adlı romanından Ford Coppola yönetmenliğinde beyaz perdeye uyarlanmış 
The Godfather üçlemesini seyrettim.

Godfather'ı hevesle seyretme nedenim,
güç, iktidar, sadakat, acımasızlık dolu mafya vaziyetleri, göçmenlik zorlukları veya muhteşem oyuncular, şahane müzikler, harikulade görüntüler değildi.

Üçlemenin özellikle ilk filmindeki, kalabalık düğünler, kalabalık eğlenceler, kalabalık cenaze törenleri, insanların dip dibe, yan yana, nefes nefese
aynı masa etrafında toplaşıp bazan bağıra çağıra, bazan seve okşaya, bazan ağlaya sızlaya, beraberce, omuz omuza, yemek yiyip içmeleri,
acı ya da sevinci paylaşmaları, birbirlerine temas ederek muhabbet etmeleriydi.

Gene kalabalıklar halinde bir araya geleceğiz diye hayal ettim. Sevindim.

(https://live.staticflickr.com/65535/49821233877_40c6a0ba8e_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/49821233492_4f4e1ee22d_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/49820925131_8dfbba31ae_o.png)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Nisan, 2020, 17:04:56
(https://live.staticflickr.com/65535/49820393163_0550761b0d_o.jpg)

"Ne diyeyim  geçmiş olsun, kendini fazla hırpalama, ben öğretecek değilim:
Neler görüp geçirmiyor ki insan! Hayat böyle!"

      Bazı boktan lafların bu kadar gerçek olması ne kadar kötü değil mi?
Tıpkı "Hayat böyle" demek gibi. Ama ne yapalım ki hayat böyle!


Murathan Mungan/Kibrit Çöpleri/S.21
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Nisan, 2020, 17:07:27
(https://live.staticflickr.com/65535/49820399458_d3ca3dbae4_o.jpg)

Narayama Türküsü adlı film, Japonya'nın yoksul bir dağ köyünde geçer. İklim serttir. Tarım zordur. Kıtlık ve açlık vardır. Bu bölge insanı acımasız bir geleneği sürdürmektedir.
70 yaşına gelen aile büyükleri, Narayama Dağı'nın tepesine götürülüp ölüme terkedilmektedir.

Orin Ana 69 yaşındadır. Dinçtir, üretkendir, şirin mi şirin bir kadındır. Dişleri bile dökülmemiştir. Hani, yoksulluğun gözü kör olsun derler, ya.. O hesap.
Evdeki torun  torba yediği lokmaları saymaktadır. Oğlu ise hiç kıyamaz anacığına... Dağa  götürüp kurda kuşa yem etmek istemez.

Lakin Orin Ana geleneklerine bağlı bir kadındır. İlla  dağa götürülüp bırakılmalıdır. Yoksa  öldüğünde cennete gidemez. Ruhu huzur yüzü göremez. Öyle inanmaktadır. 
Israrla oğluna bunu yapmasını söyler. Sonunda sırtındaki küfeye koyar Orin Ana'yı oğlu... Dağa  tırmanmaya başlarlar. Her yer insan iskeleti doludur.
Leş kargaları ağızlarının suları aka aka hazırolda beklemektedir. Orin Ana'yı oğlu dağın tepesine bırakır. Arkasına bakmadan köyüne döner. Bu da geleneğin bir parçasıdır.
Neyse ki kar yağmaya başlar. Orin Ana'nın oğlu sevinir.  Sevinir çünkü  leş kargaları  tarafından yenmektense, annesinin donarak ölmesi en iyisidir.

Bu hikayenin dilden dile kulaktan kulağa günümüze kadar gelen, Japonya'nın yoksul bölgesinde 150 yıl kadar inanılarak uygulanan gerçek bir gelenek olduğu söylenmektedir.

"Hayat sanattan daha acı" denir. Çok doğru... Günümüzün "Doğal Seleksiyon" muhabbetleri,  Narayama  Türküsünü'nün hikayesine  benzemektedir.

(https://live.staticflickr.com/65535/49821250992_7b59d681f6_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Mayıs, 2020, 00:00:53
(https://live.staticflickr.com/65535/49885864772_709e1368ef_n.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/49885554701_e943f6fda7_n.jpg)


Ayfer Tunç'un Yeşil Peri Gecesi adlı kitabını hevesle satın almıştım.   Kitap çantama  girdi çıktı,   çalışma masamdan evdeki sehpaya  sürüklendi. Okumadım. 
İnanınız, kitabın  oku beni, oku beni diye fısıldadığını hissediyordum.  Dayanamayıp elime alıyordum.  Lakin  her defasında sadece ön kapağını seyrediyor, aldığım yere bırakıyordum. 

Gel zaman git zaman, Yeşil Peri Gecesi  alınıp okunmayan kitaplarımın arasına yerleşti. Yoo...  Karşıdan  karşıya her daim bakışıyorduk. Kırgın gibiydi. Ne gam?
Neticede çevresindekiler de okunmayı bekleyen kitaplar değil miydi?  Her şeyin bir vakti zamanı var demezler miydi?  Bekleyecektik.

Ramazan ayının üçüncü günü. Koronavirüs sebebiyle sokağa çıkmak yasak. Evdeyim. Oruçluyum. Üzerinize afiyet bugün nasıl açlık hissediyorum anlatamam.
Feciyim. Hiiiç yiyeceklerin arasında dolanıp nefsime zulmetmeyeyim, dedim. Koşar adım mutfaktan çalışma odama geçtim. Kitaplarımın arasında dolaşmaya başladım ki,
Yeşil Peri Gecesi ile göz göze geldim. Kitap bir kaşını kaldırıverdi, oku beni, gör gününü, tarzında meydan okuyan endam sergiledi.

Hiç tereddüt etmedim. "Yavrum baban nereli? Nereden bu kaşın gözün temeli?" dediğim gibi kitabı olduğu yerden kaptım çıkardım. 
Koltuğa yerleştim. Okumaya başladım.

On altıncı sayfaya geldim ki, o ne? Romandan buram buram yemek kokuları gelmedi mi?  Yooo....

"Hiç adetim olmadığı halde kahvaltı hazırladım. Hem çay demledim, hem kahve yaptım. Bir cam kâseye üç yumurta kırdım,
biraz süt, bir tutam tuz-karabiber ekledim, çıptım, çırptım, çırptım. Buzdolabından çıkardığım çok tahıllı, çok besleyici, çok sağlıklı ekmekleri çırptığım
sütlü yumurtaya batırıp kızartmaya başladım."

Size bir şey söyleyeyim mi, yumurtalı ekmeğin hastasıyım... Okumayı sürdürdüm... On dokuzuncu sayfaya geldim ki:

"Plastik kutudan tam yağlı beyazpeyniri çıkardım. Porçini mantarlı kaşarı ince uzun dilimledim.
Tulum ve rokfor peynirlerinin sert plastiğini mutfak makasıyla kestim.
Yağlı kağıtlara sarılmış sucukları, fıstıklı karabiberlerli salamları, sebzeli jambonu, füme dili çıkardım. "

Yapılır mı bu bana? Roman bunca zaman bekledi ya...  Bakar mısınız, ramazan orucunda yakaladı beni...  Devaammm... Sayfa yirmi...

"Osman halime giderek hayret ederken petekli balı, Bodrum mandalinası, frambuaz ve taze ceviz reçellerini, çikolatalı fındık ezmesini,
buz gibi suda yıkadığım fesleğen dallarını, Çengelköy bademlerini ve çeri domatesleri, İtalyan malı zeytin ezmesini ve halis tereyağı,
kaymak, pekmez ve tahini tabaklara koydum. Bardakların en büyüklerinden ikisini sıktığım  portakal suyuyla doldurdum."

"Açtığım dolapta bir yığın baharat bulunca sevindim. Ekstra sızma zeytinyağına çöreotu, haşhaş tohumu, anason ekledim.
İri, parlak, siyah zeytinlerin üstüne limon kabuğu rendeledim. Yeşil zeytinlere sarmısaklı zeytinyağı gezdirdim.
Birer avuç ceviz ve bademi, buğulanmış bir siyah salkımı peynir tabağına yerleştirdim."

Heey! Yoook artııık!!!

"Mutfaktan kavrulan soğanın, ezilen sarmısağın, pişen etin kokusu geliyordu." s44
"Badem ve çikolata yiyordu." s.44

"Yemeğe kalsana.. Tanya bölfstrogonof yapıyor," demişti Osman.
     Tanya, harika bir aşçıydı. Kendi yöntemleri vardı. Mesela Rus salatasına kornişon yerine kapari çiçeği koyuyordu.
Ispanağı sütle pişiriyordu. Pirinç pilavına limon sıkıyor, bir tane kesme şeker atıyordu.
Borş çorbası, pojaskiye ve piliç kievskide kimse eline su dökemiyordu." s.45

Ayfer Tunç, Yeşil Peri Gecesi'nde roman tarzında bir yemek kitabı hazırlamış diyebilirim. İyi de, kitap kendini okutmak için  ramazan gününü mü buldu?
Pes vallahi. Bitiim ben... Bittim:)

"Ekmek tazeydi, tek eliyle ucunu kopardığında incecik bir buhar tüttü." s. 74

"Gelirken kitaptan başka, kıymalı börek, patlıcan- biber kızartması gibi şeyler de getiriyor."

"Babamın çok sevdiği işkembe, ciğer, yürek, böbrek, dil, paça, koçyumurtası, beyin, dalak, uykuluk gibi sakatatı ağzına bile sürmüyor.
Oysa ben kekikli böbrek kızartmasına bayılırım, babam da harika arnavutciğeri yapar. " s.77

"Leylacık'ın henüz lise öğrencisi şapşal kızkardeşinin yemek yerken ağzını kapatmamasını, balon pide, ceviz, tulumpeyniri
ve acur turşusunun diyet kolayla ıslanmış karışımını dudaklarının bir hareketiyle dişlerinden damağına itmesini görmeye hiç tahammül edemiyordu." s122

Diyeceksiniz ki, zulmetme kendine... Bırak kitabı... Orucunu açınca, yemek yiyince  devam edersin, ne olacak yani, di mi?  Yooo... Yapamam...
Kitap hem lezzetli hem sürükleyici çünkü... Ağzımın suları aka aka okumaya devam:)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Gabby - 05 Mayıs, 2020, 14:11:52
Yönetmen Coppola'nın henüz saçına-sakalına tek bir ak düşmemiş haliyle film setinde oyunculara nasıl rol keseceklerini tarif ettiği fotoğraf dikkatimi çekti. Zaman nasıl da akıp gidiyor, oysa seyretmenin haricinde üzerine onca şey söylenip yazılanları düşünüyorum da sanki dün gibi. Nino Rota'ya diğer yapıtları hakkında haksızlık etmek istemem, Fellini'nin Amarcord'u için yaptığı "Amarcord Theme" de muhteşemdir ama "The Godfather" bestesi tını olarak inanılmaz bir "ağıt"tır. Üstadın en haşmetli bestesinin bu kan, ölüm ve suç imparatorluğu mafya üçlemesine denk gelmesi bana hep ironik gelmiştir. :)


Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 25 Nisan, 2020, 17:02:58...Gene kalabalıklar halinde bir araya geleceğiz diye hayal ettim. Sevindim.

Metropol kent karmaşasından, inanılmaz kalabalıklarından ifrit ettiğim günler ve bir de şu an yaşanan her şeyden kıllandığımız süreç aklıma geldi. İnanılır gibi değil, bilimkurgu filmi gibi gerçekten, üstelik nereye evrileceği de belli değil. İnsan üç-beş arkadaşıyla sarmaş-dolaş bir araya gelip kahve neyin içmeyi bu kadar özler mi yav!... :) Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dedikleri bu olsa gerek.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 05 Mayıs, 2020, 23:01:34
Alıntı yapılan: Gabby - 05 Mayıs, 2020, 14:11:52
Yönetmen Coppola'nın henüz saçına-sakalına tek bir ak düşmemiş haliyle film setinde oyunculara nasıl rol keseceklerini tarif ettiği fotoğraf dikkatimi çekti. Zaman nasıl da akıp gidiyor, oysa seyretmenin haricinde üzerine onca şey söylenip yazılanları düşünüyorum da sanki dün gibi. Nino Rota'ya diğer yapıtları hakkında haksızlık etmek istemem, Fellini'nin Amarcord'u için yaptığı "Amarcord Theme" de muhteşemdir ama "The Godfather" bestesi tını olarak inanılmaz bir "ağıt"tır. Üstadın en haşmetli bestesinin bu kan, ölüm ve suç imparatorluğu mafya üçlemesine denk gelmesi bana hep ironik gelmiştir. :)


Metropol kent karmaşasından, inanılmaz kalabalıklarından ifrit ettiğim günler ve bir de şu an yaşanan her şeyden kıllandığımız süreç aklıma geldi. İnanılır gibi değil, bilimkurgu filmi gibi gerçekten, üstelik nereye evrileceği de belli değil. İnsan üç-beş arkadaşıyla sarmaş-dolaş bir araya gelip kahve neyin içmeyi bu kadar özler mi yav!... :) Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dedikleri bu olsa gerek.

Karamba Gabby,  böyleyken böyle. :)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 09 Mayıs, 2020, 07:38:07
Üniversite yıllarında müptelası olduğum, son yirmi yıldır ise hiç okumadığım bir yazar Atilla Atalay. Bir anda depreşti içimde. Ben de kitaplığımdakileri biraz öne çıkarayım bakalım. Bilemiyorum, yirmili yaşlardaki ben ile şimdiki ben arasında duygusallık bakımından derin bir uçurum var sanki ve Ebekulak hikayesi ilk okuduğumdaki ya da ikinci veya üçüncüsündeki gibi dağıtabilir mi beni yeniden? Gittikçe sertleşen kabuğumun arasından kendine bir yol bulabilir mi? Yoksa çocukluğumun Teksas'ı ile yetişkinliğiminki gibi bambaşka bir tatminsizlik ya da 'nasıl ya, ben bunun mu müptelasıymışım!' hissi mi yaratır? Acaba bunu da anılardaki haliyle mi bırakmak gerekir...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Mayıs, 2020, 00:04:07
(https://live.staticflickr.com/65535/49885855157_d9b829d827_o.jpg)

Çok acayip huyum var. Mesela kargoyla kitap geliyor tamam mı?  Kargo paketini açıyorum. İçinden çıkan kitaplara hayretle bakıyorum.
"Hey! Ben mi sipariş ettim bu kitapları?" diyorum. Çok şükür, unutmamın nedenini biliyorum.  Nedenini bilmesem doktora gitmem icap ederdi diye düşünüyorum:)

Öncelikle illa bu kitabı bir yerde okumuşumdur. Merak edip sanal kitapçılardan birinin sepetine atmışımdır. Aradan aylar geçmiştir.
Gel zaman git zaman kitaplar sepette birikince, sipariş verip, adresime göndermelerini istemişimdir.

İşte böyle biriktirdiğim siparişlerimi unutabiliyorum. Misal yukarıda fotoğrafını gördüğünüz kitabı  hiç mi hiç hatırlamıyorum.
Acaba adına mı tav oldum. Lacivert Taşından Tabletler. İyi ki almışım. Hoş değil mi? Bayıldım.

Yazar, niye kitabına  lacivert taşından tabletler, demiş  acaba?   Bu bir deneme kitabı olduğuna göre, her başlığını bir tablet olarak  tahayyül etmiş olabilir belki...
Peki niye lacivert? Ayrıca lacivert tabletler diyebilirdi. Dememiş. Lacivert taşından tabletler demiş. Merakımı kışkırttı. Kullandığımız elektronik tabletlerden mi söz ediyor acaba?
Heyy! Du bi... Kitabın kapağında  tarihi bir tablet var. Çiviyazılı tabletlerden minicik bir parça...  Allahım feci merak ettim, nedir caba?

Üstelik 2016 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülünü kazanmış. Hay canına sayın seyirciler!  Yazarın adı Armağan Ekici.  Yeminle ömrümde duymadım.
Fotoğrafını merak ettim. Gulılladım. Buldum. Temiz yüzlü. Bence iyi yürekli biri. Kitabın kapağı gibi yazarın simasını da sevdim.

Hele deneme kitabıysa... Aaa! Dayanamam ki... Hemen şimdi okumaya girişirim:)

(https://live.staticflickr.com/65535/49885545266_64d91b7e21_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: KenParker - 12 Mayıs, 2020, 13:50:39
Atilla Atalay'ın normal öykülerini mizahi olanlara göre daha çok seviyorum. O da beni gıcık etmek için her kitabına mizahi olanları karıştırıyor. Hani kastettiğim şu Sıkılhan, Sıdıka falan.
Karışık olmayan kitabı var mı acep?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Ağustos, 2020, 19:23:12
(https://live.staticflickr.com/65535/50291332922_e56e83c778_o.jpg)

Ne çok olmuş yazmayalı...

Hayatın hayhuyu içinde az önce pintiricik boşluk buldum. Zira ha babam de babam çalışıyorum.  Korona günleri işimin en debdebeli dönemine denk geldi iyi mi?

Şimdilik ofisin kapısına kilit vurduk. Bildiğiniz gibi hepimiz evlerimizden çalışıyoruz. Kendi adıma mesudum. Tuhaf şey. Ekmek yapmadım.
Kitap okuyayım, film seyredeyim diye gayrette olmadım. Mütemadiyen işimle, hayatla, gelecekle ilgili planlar yapmaktayım.
Savaşta tabanları yağlayan değil, kara günleri  kahraman omuzlarında taşıyarak  ak günlere erdirecek bir komutan edasındayım.
Bir görseniz beni...  Acınacak durumdayım.

İşte az önce   silkelenip kendime geldim. Derhal,  bir şeyler yazmaya niyetlendim. 

Yazamadım. Resmen yazma kaslarım  paslanmış. Öyylece kalakaldım. Durdum. Bekledim.

Haybeye demiyorlar, yaz, her gün yaz, iş edin yaz, ne istersen yaz, üç cümle olsa bile yaz, yeter ki yaz, diye. Niye?
Eğer her gün yazmayıp pratikliğini kaybedersen, yazmaya niyetlenince  oturduğun yerden ekrana benim gibi aval aval bakarsın işte böyle.
İbret olsun vaziyetim cümle aleme.

Tabiyatım gereği  canım sıkıldı. Ağlamama ramak kalmıştı. Başımı sağa çevirdim. Kitaplarım. Gözüme ilk çarpan kitaba baktım. Olduğu yerden çektim çıkardım.
Murat Menteş'in romanı...  Ruhi Mücerret. Tamam işte. Ne güzel.

Elimde evirdim, çevirdim. Kitabın kapağını hareket ettirdikçe bir Cüneyt Arkın görüntüsü  çıkıyor, bir Orhan Gencebay. 
Ne yapsaydım yani? Elbette kitap falı baktım. Gözlerimi kapadım. Bir sayfayı araladım.  İşte buyurunuz. Kitap falımdan nasibimi aldım:

"100 yıllık plan yapabilirsin, fakat  bir saniye sonrasını bilemezsin" (Sufi Mottosu).

Bu da bana kapak olsun. Yine, yeni yeniden yazmam şart olsun.

Sufi Mottosu var ya, resmen  karnıma yediğim uçan tekme!  Ahhhh:)

https://www.youtube.com/watch?v=5eQ3-27U1aA&feature=emb_title (https://www.youtube.com/watch?v=5eQ3-27U1aA&feature=emb_title)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Ağustos, 2020, 20:51:20
(https://live.staticflickr.com/65535/50290519328_77c6a6eab5_o.jpg)

Geçen hafta  L.N. Tolstoy'un 1.062 sayfalık Anna Karenina'sını okumaya niyet ettim. Niyetimi bugün itibariyle gerçekleştirdim.
Roman su gibi aktı gitti. Her güzel şey gibi, bitti. Dumanlı bir melankoli duygusu yüreğime bağdaş kurup yerleşti.

Yıllardır hakkında okuduğum onlarca makale, akademik tez, romandan uyarlanmış seyrettiğim filmlerin tesiriyle Anna, kızkardeşim gibidir.
Kitaplarımın arasında pek çok baskısı olmasına rağmen, romanı okumamıştım.  İyi ki tam da şimdi, bu yaşımda okudum.
Şu anki yaş iklimime tamı tamına  denk geldi.

Acaba daha önce benden başkası yazdı mı bilmiyorum. Tolstoy'un  sayısız cümlesi hep üçleme kelimelerle bitiyor. Hoşuma gitti.
Romanı okurken Anna'yı unuttum. Resmen  bu üçlemelerin izini sürdüm. Bazılarını okumak ister misiniz? Baksanıza...  Çok sevdim.

... onu sadece neşesi, iyi huyu, kuşku götürmez dürüstlüğü nedeniyle sevmiyorlardı...
... gerekli olan serbestlik, basitlik ve resmiyet sınırını hiç kimse....
... her zaman  heyecanlı, telaşlı, biraz da sıkıntılı gelirdi....
... sadece güzel,gizemli ve farklı kadınlara aşık olabildiği...
... her zamanki açık, düzgün ifadesi ve güzel diksiyonuyla...
... uysal, sakin ve içtenlikle bakan gözlerinin ifadesi...
... sevimli, uysal, sevgi dolu bir varlık olan kadının...
... dış görünüşünün sakin, hareketlerinin  rahat ve zarif olduğunu...
... sevimli biri olduğu, onu sevdiği ve aşık olduğu için...
... zor fark edilen mutlu, alçakgönüllü ve muzaffer bir gülümsemeyle...
... özellikle de koca kavramında yabancı, düşmanca, dahası gülünç bir şey...
... akıllı, bilgili, hayranlık uyandıran biri...
... alçak, yumuşak ve sakin sesi duyuldu...
... şanslı, iyi, akıllı ve sakin Vronskiy'i...
... tersine sevindirici, yıkıcı ve heyecan verici...
... hızlı, kararlı ve hafif adımlarıyla...
... takındığı doğal, sakin ve kendinden emin tavra...
... olanaksız, korkunç, daha önemlisi büyüleyici...
... gururlu, neşeli, şimdiyse utanç içinde olan...
... heyecanlı, yüzü allak bullak olmuş, gözleri yaşlarla dolu...
... İkisinin de yüz ifadelerinde güçlü, genç, yeni uyanan bir aşk  görülüyordu.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: memospinoz - 20 Ağustos, 2020, 21:57:57
Tolstoy'un çağında sinema daha bir bebekti, yeni doğmuştu ve emekleme çağlarındaydı. Çoğu insan sinemayla tanışmamıştı. Tolstoy böyle bir dönemde yaptığı sinematografik ve şiirsel betimlemelerle okurunu adeta düşünmeye sevk ediyor, cümleleri kafasında kurgulaması için anlatacağını öyle canlı bir şekilde anlatıyordu ki okur ister istemez eyleme geçiyordu. Okur, romanın kahramanlarını hemen içselleştirip adeta onlarla özdeşleşir, bir bütün haline gelir, sanki onları önceden tanıyordur. İşte Tolstoy'un anlatım gücü buradan gelir. Zamanı ise öyle kullanır ki adeta yeri geldiğinde saniyeler geçmek bilmez asırlara dönüşür ama bir de bakmışsın ki yıllar geçip gidivermiş, zamanı böyle mahir bir şekilde kurgular ve bu durum okura hiç de anlamsız veya yapay gelmez.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Ağustos, 2020, 11:09:39
Alıntı yapılan: memospinoz - 20 Ağustos, 2020, 21:57:57
Tolstoy'un çağında sinema daha bir bebekti, yeni doğmuştu ve emekleme çağlarındaydı. Çoğu insan sinemayla tanışmamıştı. Tolstoy böyle bir dönemde yaptığı sinematografik ve şiirsel betimlemelerle okurunu adeta düşünmeye sevk ediyor, cümleleri kafasında kurgulaması için anlatacağını öyle canlı bir şekilde anlatıyordu ki okur ister istemez eyleme geçiyordu. Okur, romanın kahramanlarını hemen içselleştirip adeta onlarla özdeşleşir, bir bütün haline gelir, sanki onları önceden tanıyordur. İşte Tolstoy'un anlatım gücü buradan gelir. Zamanı ise öyle kullanır ki adeta yeri geldiğinde saniyeler geçmek bilmez asırlara dönüşür ama bir de bakmışsın ki yıllar geçip gidivermiş, zamanı böyle mahir bir şekilde kurgular ve bu durum okura hiç de anlamsız veya yapay gelmez.

(https://live.staticflickr.com/65535/50291205921_78d3e9acaf_o.jpg)

O halde gene Tolstoy'la devam edeyim  Memospinoz :)

Tolstoy'un  bin sayfalık Anna Karenina'sı, adeta  üzerimden tren geçmiş gibi bir  his bırakınca...  "Bekleme  yapmayın! Aşk'ını alan acı'ya doğru ilerlesin" deyiverdim..
Bir süre Tolstoy evreninde gezinmeye karar verdim. Marş marş!..  İvan İlyiç'in Ölümü'ne doğru ilerledim.

Tolstoy'un ikinci kitabını okuyorum...
İncecik bir novella bu kitap. Hay canına sayın seyirciler.  Okudukça...  Okudukça...  Hop dedik, abicim!..
Şimdi... Heyecan içinde, yüzüm allak bullak olmuş, gözlerim yaşlarla dolu hayatımı mı sorgulayacağım yani?
Yapma bunu bana Tolstoy, diyorum. Hemen üçleme kelimelerinin peşine düşüp, ilgimi dağıtıyorum.  Aaa! Buluyorum...
Bu kitabında da çook var. Hatta dörtleme bile var... Tolstoy'a bayılıyorum:)

- Kasvetli, kararlı ve neredeyse öfkeli bir ifadesi vardı.
- Akıllı, canlı, kibar bir adamdı.
- Yetenekli, neşeli,iyi huylu ve sosyal biriydi.
- Fedorovna, çevresindeki en çekici, en zeki ve en akıllı kızdı.
- ... son derece tatlı, güzel ve düzgün kızdı.
- ...evliliğin kolay, hoş ve neşeli hayatını engellemek bir yana...
- ... eski neşeli, kolay ve edepli haline geri döneceğini düşünmeye başladı.
- ... evin son derece zarif, şık ve kibar bir görünüm alacağı....
- Bu işi zahmetsizce, hoşnutlukla, layığıyla ve bir sanatçı ustalığıyla yerine getirirdi.
-   ailesinin kurduğu rahat; keyifli ve doğru hayatı bozmaya başladı.
-Özellikle de neşesi, canlılığı ve maharetleriyle.....
- Sonra ansızın o eski, tanıdık, inatçı ağrıyı hissetti.
- ... genç, iyilik dolu ve basit yüzünü....
- .. bu işi kolayca, gönüllü olarak, zorlanmadan....
- Diğer insanların sağlığı, gücü ve canlılığı canını sıksa da...
- İçini çiğneyen, ona eziyet eden ve bir an olsun durmak bilmeyen ağrıları...
- Hep acı, hep çaresizlik, hep aynı şey...
- Zinde, sağlıklı, dolgun ve neşeliydi...
-Sanki o ve ağrısı dar, derin ve karanlık bir çuvala sokulmaya çalışılıyor..
-Çaresizliğine, yalnızlığına, insanın ve Tanrı'nın zalimliğine, Tanrı'nın yokluğuna
ağlıyordu.
- ... saçma, değersiz, çirkin bir hal almıştı.
- Umutsuzluk ve anlaşılmayan, berbat ölümün bekleyişiyle....
- ... hayatının ne kadar düzenli, saygın ve meşru olduğunu hatırladı.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Ağustos, 2020, 22:18:04
Alıntı YapGüzel sözmüş... Başına gelen trajik sonla ayrı bir anlam kazanan benzer bir lafı ve daha vurucusunu John Lennon söylemişti: "Hayat, sen başka planlar yapıyorken başına gelendir."

John Lennon'un bu sözü ofis duvarımda posterdir  Gabby.  Bazan feci plancı olarak yakalarsam kendimi... Bakarım duvara... Derim ki "Yapma!" Abartma! ::) :D

O değil de, kapaklar efsaneymiş sahiden.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Ağustos, 2020, 22:23:39
(https://live.staticflickr.com/65535/50291383341_e8af6a849a_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50290708138_e2a41becf6_o.jpg)

Onur Ünlü'nün
İtirazım Var'ını  yeniden seyrettim.
Ardından  son romanı Hesabım Var'ını okumaya giriştim.   
Film seyreder gibi kitap okumayı çok severim.
Gene sevdim. 

Du bi...
Hesabım Var'ın en heyecanlı bölümündeyim.
Kitaba geri döneyim...

Heyy!
Filmleri ve kitaplarıyla, korona günlerimi renklendiren
Onur Ünlü'ye mahsus selam ederim.

(https://live.staticflickr.com/65535/50291529492_e70b482cc1_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Ağustos, 2020, 21:30:59
(https://live.staticflickr.com/65535/50290718798_64f537320e_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50291540152_9b5646befb_o.jpg)

Yukarıdaki iki adamı tanıyor musunuz?
Soldaki Shin Lim, sağdaki David Blaine.
Son günlerde takiplerindeyim.
Tüm videolarını izliyorum.
Ve ben de deniyorum.

Gerçekteeen:)

https://www.youtube.com/watch?v=nhJRq12bZJY (https://www.youtube.com/watch?v=nhJRq12bZJY)

https://www.youtube.com/watch?v=6MtoWnmtZ1o (https://www.youtube.com/watch?v=6MtoWnmtZ1o)



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: bayram1944 - 31 Ağustos, 2020, 15:05:55
Merhaba. Anna karenina, tolstoy un 1873-77 yılları arasında yazdığı ölümsüz eseri. Hasan Ali Ediz çevirisiyle can yayınlarından çıkan 4 çiltlik eser benim dünya klasikleri içindeki açik ara 1 numaram. 18 yüzyıl sanayi emekleme dünyasında Rus köylüsünün yaşam mücadelesini okurken, biran kendimizi Osmanlı coğrafyasında feodal ağaların yoksul Anadolu köylüsü olarak görürüz. Ve kitabın bitiminde toplumlar arasında empati yaparak, Tolstoy'un tespitini mırıldanırız. Yoksulların yaşam birbirine benzer...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Eylül, 2020, 17:23:21
(https://1.bp.blogspot.com/-6im3UCQrhSQ/X0VgSPuwhII/AAAAAAAAz1c/VvyMoPvX0P0lmbc9igtDskAc0CGge977gCLcBGAsYHQ/s400/tochinoshin.jpeg)  (https://1.bp.blogspot.com/-oExvcPAlFew/X0VgwZ3kuvI/AAAAAAAAz1k/BR0gYnSSSoIzA68vh5nzHKvf5HKALw8dwCLcBGAsYHQ/s400/sumo-hakuho-sho.jpg)

Pandemi dönemi uzadıkça ilgi alanlarım kendiliğinden   yepisyeni rotalara çark etmeye başladı.  Sanırım bilmediğim  bilimum insanlık vaziyetlerini idrak etmek gibi bir çabaya giriştim.
İşte buyrunuz... Sihirbazlardan sonra  sumocuların dünyasına göz atıverdim. Acayipmiş.

Yukarıdaki iki abiden sağdaki Moğol sumocu Hakuho. Soldaki ise Gürcü sumocu Tochinoshin.  Müsabakalarını epeyce seyrettiğimi söyleyebilirim.
Japonların geleneksel sporunu icra eden sumocular arasında niye Japonları değil de, bu  iki sporcuyu takip ediyorum acaba? Bilmem ki. Zır cahilliğime verin:)

İlk bakışta,  iki metreye yakın boyları 150-200 kilo çapındaki cüsseleriyle bu sumocu abiler iri kıyımdan ziyade obez mi obez emdam sergiliyorlar di mi?
Yooo... İnanılmaz esnek, çevik ve kaslılarmış meğerse.... Yok artık demeyin. Yeminle öyle. Tamam,  sumoda çok kilolu olmak mühim. Lakin kilo sınırlaması yokmuş.
Sumocular arasında diğerlerine göre  tüy siklet kalacak sumocu abiler varmış ki,  aşırı kilolu rakiplerini saniyeler içinde deviriyorlarmış. Valla doğru.
Örnekse, Endo adında bir Japon sumocunun videolarını seyrettim. İnanılır gibi değil. Zebellah gibi sumocuları bir çırpıda yere yıkıyor.

Çember şeklindeki halatla çevrilmiş toprak alanın ortasında rengarenk samuray kimonosu giymiş hakem duruyor. Çocuk bezinden yapılmış tangavari tuhaf don giyen sumocular sahaya çıkıyorlar.
Kollarını uzatarak, tek ayaklarını kaldırarak ısınma hareketleri yapıyorlar. Avuçlarına aldıkları bir avuç tuzu  serperek minderi kutsuyorlar. 
Yüz yüze durup tabanlarını yere sıkıca vuruyorlar. Koca bedenleriyle zınk diye çömeliyorlar. Yerdeki beyaz çizgilere aynı anda yumruklarını değdirmeleriyle kapışmaya başlıyorlar.
Aniden göğüs göğüse vuruşarak, birbirlerini iterek devirmeye, kaldırıp saha dışına fırlatmaya çalışıyorlar. Bu anlattıklarım saniyeler içinde başlıyor ve bitiyor. Kısacık bir müsabaka.
Ben diyeyim 2 saniye siz deyin en fazla 2 dakika. O kadar.

Şimdi sumocu olmak için nasıl zor bir ömür geçirdiklerini anlatmak istemiyorum. Sadece şunu yazayım. Malumunuz dünyalıyız...  Ve buyrunuz binlerce yıl öncesinden günümüze muhtelif  insan halleri...
İnsan törenleri...  Ezenler... Ezilenler... Daha neler neler... Öyle işte.

https://www.youtube.com/watch?v=vgqZ1A01EA0 (https://www.youtube.com/watch?v=vgqZ1A01EA0)

https://www.youtube.com/watch?v=oyC0zWUPZIc (https://www.youtube.com/watch?v=oyC0zWUPZIc)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Eylül, 2020, 17:31:34
(https://live.staticflickr.com/65535/50337669128_26ac75eb9a_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50337669093_483dcc860b_o.jpg)

Covid 19'dan Nasıl Korunuyorsunuz?

Tolstoy külliyatını bitirip, Montaigne'in Denemeleri'ni okumaya girişince, hop dedik dedim kendi  kendime. Ne bu? 
Covid19'dan korunmak için, meşhur babaların cümleleriyle mi beslenmeye  niyet ettim yoksa?  Henüz kitabın başlarındayım... 
Tolstoy gibi, Montaigne de hep üçlemeler sıralamamış mı?
Bakar mısınız,  bulduklarıma...  Hızlı, kararlı ve hafif okumalarla yutuyorum, draje draje:)

.. onu sadece neşesi, iyi huyu, kuşku götürmez dürüstlüğü nedeniyle sevmiyorlardı...
... gerekli olan serbestlik, basitlik ve resmiyet sınırını hiç kimse....
... her zaman  heyecanlı, telaşlı, biraz da sıkıntılı gelirdi....
... sadece güzel,gizemli ve farklı kadınlara aşık olabildiği...
... her zamanki açık, düzgün ifadesi ve güzel diksiyonuyla...
... uysal, sakin ve içtenlikle bakan gözlerinin ifadesi...
... sevimli, uysal, sevgi dolu bir varlık olan kadının...
... dış görünüşünün sakin, hareketlerinin  rahat ve zarif olduğunu...
... sevimli biri olduğu, onu sevdiği ve aşık olduğu için...
... zor fark edilen mutlu, alçak gönüllü ve muzaffer bir gülümsemeyle...
... özellikle de koca kavramında yabancı, düşmanca, dahası gülünç bir şey...
... akıllı, bilgili, hayranlık uyandıran biri...
... alçak, yumuşak ve sakin sesi duyuldu...
... şanslı, iyi, akıllı ve sakin Vronskiy'i...
... tersine sevindirici, yıkıcı ve heyecan verici...
... hızlı, kararlı ve hafif adımlarıyla...
... takındığı doğal, sakin ve kendinden emin tavra...
... olanaksız, korkunç, daha önemlisi büyüleyici...
... gururlu, neşeli, şimdiyse utanç içinde olan...
... heyecanlı, yüzü allak bullak olmuş, gözleri yaşlarla dolu...

Böyleyken böyle...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: cokmucomic - 26 Ekim, 2020, 17:04:53
Edebiyatla alakalı çok başlık vardı tam olarak hangisine yazmalıyım karar veremedim, en genel başlık buydu ben de buraya yazsam sıkıntı olmaz diye düşündüm :D
D&R'da gezinirken gördüm ki bugün bayağı indirim varmış. İndirim de varken neler alabilirim bakınırken Jose Saramago'nun kitaplarına denk geldim. Adını daha önce de duymuştum, yabancı kalmamak okumak istiyordum. Şimdi kitaplarına denk gelince alayım bari dedim ama Saramago okumuş, yazara hakim arkadaşlara sormak istiyorum. Sizce Jose Saramago okumaya yazarın hangi kitabıyla başlamalıyım?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: bayram1944 - 26 Ekim, 2020, 20:01:37
Merhaba değerli çizgi roman tutkunları. Yunanlı yazar dido sotariu'nun yazdığı, aydın mübadili bir Rum gencinin 1 dünya savaşında Osmanlı Ordu'sunda geri hizmette- amele taburunda- askerlik yaparken yaşadıkları, aile bireylerinin dağılması, Ege'de yaşayan Rumların silahlanması ve İzmir'den başlayarak bölgenin işgali. 1922 eylülünde milli kuvvetler tarafından bölgenin ve İzmir'in kurtuluşuyla nihayete Eren Anadolu'nun anti emperyalist özgürlük mücadelesi. Kitabın adı benden selam söyle Anadolu'ya .

(https://live.staticflickr.com/65535/50549150293_7006d39fa3_o.jpg)

Bugün Bodrum gümüşlükün 4 kilometre üst kısmında bulunan 800 yıl önce korsanlardan korunmak amacıyla kurulmuş, 1850 yılları Meksika pueblolarını andıran tamamen taştan yapılmış Karakaya  köyüne, yürüyerek gittim. Günümüzde birkaç ailenin dışında yaşayanın olmadığı bu kadim köyde -benden selam söyle Anadolu'ya- anı kitabını birkez daha okurken, antik Rum halkının emperyalistlerin kullanışı sonucu özyurtlarını Nasıl terketmek zorunda kaldıklarını , olayların yaşandığı yörelerde okudum. Değerli dostlar, birşekilde kendinizide içinde bulacağınız bu eseri edinmeniz ve okumanız Dilek'lerimle selamlarımı sunuyorum.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Gabby - 27 Ekim, 2020, 15:55:10
Bir dönem ikinci elden tanıkların anılarının aktarıldığı bakanlık destekli suyun iki yakasında yaşanan insani dramları anlatan belgesel hazırlığı vardı, tamamlandı mı bilmiyorum.
Sonraki kuşaklar neyse de, doğdukları topraklara duydukları özlemle bu dünyadan göçüp giden birinci kuşak insanlar için mübadillik gerçekten zor zanaat.

"Benim Giritli limon ağacım, seni nerelere dikeyim
Dikeyim, dikeyim seni kalbime dikeyim..."


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 31 Ekim, 2020, 10:00:07
Alıntı yapılan: cokmucomic - 26 Ekim, 2020, 17:04:53
Şimdi kitaplarına denk gelince alayım bari dedim ama Saramago okumuş, yazara hakim arkadaşlara sormak istiyorum. Sizce Jose Saramago okumaya yazarın hangi kitabıyla başlamalıyım?

Ben hiç Saramago okumadım. Ama goodreads sitesine göre en iyi kitaplarından biri 1998 Nobel Edebiyat Ödüllü "Körlük"

(https://live.staticflickr.com/65535/50549893061_16a08fe63d_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: afu - 31 Ekim, 2020, 14:55:58
Vikipedi, özgür ansiklopediden alıntıdır.

Nobel Edebiyat ödülleri her yıl Alfred Nobel'in sözleri ile bir idealist eğilimi en farklı şekilde ifade eden yazara verilmektedir. İsveç Akademisi her yıl bu ödüle layık kişileri seçmektedir.
Alfred Nobel'in bu sözü aslında başta birçok tartışmaya neden olmuştur. İsveç dilinde 'idealisk' kelimesi 'idealistik' ve 'ideal' olarak çevrilmektedir. Bu da Lev Tolstoy ve Henrik İbsen gibi dünyaca tanınmış yazarların başlarda yazdıkları yeterince idealistik bulunmadığından ötürü bu ödülü alamamalarına yol açmıştır.

Nobel Edebiyat Ödülü sahipleri (2001-günümüz)

V. S. Naipaul (2001)
Imre Kertész (2002)
J. M. Coetzee (2003)
Elfriede Jelinek (2004)
Harold Pinter (2005)
Orhan Pamuk (2006)
Doris Lessing (2007)
J. M. G. Le Clézio (2008)
Herta Müller (2009)
Mario Vargas Llosa (2010)
Tomas Tranströmer (2011)
Mo Yan (2012)
Alice Munro (2013)
Patrick Modiano (2014)
Svetlana Aleksiyeviç (2015)
Bob Dylan (2016)
Kazuo Ishiguro (2017)
Olga Tokarczuk (2018)
Peter Handke (2019)
Louise Glück (2020)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: bayram1944 - 31 Ekim, 2020, 21:08:18
Ben, anı, biyografi ve inceleme araştırma öncelikli olarak bulduğum kıtapları okumaya çalışıyorum. 2020 yılbaşından değilde, 5 ay önce İstanbul'dan gümüşlüke yanımda getirdiğim  ve yıllar içinde ikinci kez  okuduğum kitapları yazacağım. Dün itibariyle bitirdiğim-- babam, oğlum, torunum, Emre Kongar. 2  cumhuriyet tarihi soyadı hikayeleri, emine gürsoy naskali. 3 galat-ı meşhur. Soner Yalçın. 4 drina  köprüsü. Ivo andriç. 5 gazap üzümleri. John stainbeck. 6 inci. J. Stainbeck. 7 İzmir büyücüleri. Mara meimaridi. 8 annem Belkıs. Gündüz vasfa. 9 Sarıkamış. Birgül Sönmez. 10 Sarıkamış'tan esarete. Em. Tuğgeneral Ziya yergök.11. 6 kalın - 400 İla  650 sayfa arası- altan öymen, in anılar serisi. 12. Son olarak işbankası yayınlarından çıkan ve 14 kitaptan oluşan, Sait Faik abasıyanık ın burgazadadaki yaşamdanve özgün hikayelerden oluşan seri. Birde 12. Geçen hafta tekrar okuduğum, benden selam söyle Anadolu'ya. Dido sotariu .
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: cokmucomic - 16 Kasım, 2020, 16:57:12
Alıntı yapılan: hanac - 31 Ekim, 2020, 10:00:07
Ben hiç Saramago okumadım. Ama goodreads sitesine göre en iyi kitaplarından biri 1998 Nobel Edebiyat Ödüllü "Körlük"

(https://live.staticflickr.com/65535/50549893061_16a08fe63d_o.jpg)

Başka yerlerde de bu soruyu sordum. Orada da ağırlıklı olarak Körlük kitabını önerdiler fakat birkaç kişi de "Bilinmeyen Adanın Öyküsü" kitabını tavsiye etti. Kısa, çerezlik bir öykü kitabı olduğu için yazarın dilini öğrenme açısından ben de bu kitabı aldım ve aldığım gün de bitirdim. 58 sayfalık bir kitap. Yazılar da büyük puntoyla yazılmış, bazı sayfalarda da hikaye ile ilgili çizimler var. Yani bayağı kısa aslında. Her ne kadar çocuk kitabı gibi dursa da ben beğenerek okudum. 58 sayfalık bir öyküden çok büyük ve ciddi mesajlar vermesi beklenemez fakat bomboş bir kitap da değil. Yer yer beğendiğim bazı betimlemeleri, okuyucuya verdiği güzel mesajları vardı.
Bundan ziyade Jose Saramago okumdan önce bilinmesi gereken asıl şey yazarın kullandığı cümle tarzıymış. Yazar genelde cümlelerini kesmiyor, virgüller koyarak anlatıma devam ediyor. Bazen bir sayfa boyunca tek bir cümlenin yer aldığı oluyor. Karşılıklı konuşmalarda dahi alt alta sırayla konuşmacıların sözlerini yazmak yerine, bir paragraf içerisinde konuşmacıların cümlelerini virgülle ayırarak bize sunuyor. İlk başta biraz karışık gelebilir, okurken zorlanabilirsiniz ama ben çok sıkıntı yaşamadım açıkçası. İlerleyen günlerde şu meşhur Körlük romanını da alıp okumak istiyorum.
Tavsiyeniz için teşekkür ederim :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 21 Kasım, 2020, 17:21:14
Alıntı yapılan: cokmucomic - 16 Kasım, 2020, 16:57:12
Bundan ziyade Jose Saramago okumdan önce bilinmesi gereken asıl şey yazarın kullandığı cümle tarzıymış. Yazar genelde cümlelerini kesmiyor, virgüller koyarak anlatıma devam ediyor. Bazen bir sayfa boyunca tek bir cümlenin yer aldığı oluyor. Karşılıklı konuşmalarda dahi alt alta sırayla konuşmacıların sözlerini yazmak yerine, bir paragraf içerisinde konuşmacıların cümlelerini virgülle ayırarak bize sunuyor.

İhsan Oktay Anar'da öyle yazar  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: KenParker - 21 Kasım, 2020, 21:36:30
Alıntı yapılan: hanac - 21 Kasım, 2020, 17:21:14
İhsan Oktay Anar'da öyle yazar  :)
Aynı zamanda yaşamış olmaktan gurur duyduğum yazarlardan biri. Puslu Kıtalar Atlası der susarız.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Ocak, 2021, 00:27:53
Karamba, epey olmuş uğramayalı... Şaşırdım.

Saramago ya da İhsan Oktay Anar'dan bir şeyler karalayacaktım ki... Dedim, bugün yeni şeyler söylemek lazım.  :)

(https://live.staticflickr.com/65535/50888368801_00a2106e71_o.jpg)

Ders çalışırken ara verdim...

İkinci dünya savaşında felsefe eğitimi gördüğünü, özel ilgi alanının  hareketli görüntü ve hafıza olduğunu, sinema ve bellek kavramları üzerine eşsiz yapıtlar ürettiğini öğrendiğim
Chris Marker'ın 1962 yapımı 25 dakikalık ilginç filmini az önce seyrettim. La Jetee. 

Küt diye bir sağ kroşe çaktı. Filmin sonunu seyredince, başını tekrar seyretme ihtiyacı hissettim. Vay canına!
Yönetmenin, diğer filmlerine girişip epeyce silkelenmek isterdim lakin,
yarın sınavlarım başlıyor. Ders çalışmalıyım.

Ne düşünüyorum biliyor musunuz?  Bilmediğim bir  rotada  yol almaya başladım. Enfes, nefes kesici  sulara açıldığımı hissediyorum. Şaşkın ve bahtiyarım.

(https://live.staticflickr.com/65535/50887654978_1b73b2b468_o.jpg)

Filmle ilgilenirseniz, FilmLoverss'da, Sinemayla Hafıza Yaratmak başlıklı şahane bir inceleme yazısı var. Hararetle tavsiye ederim.
 
https://filmloverss.com/sinemayla-hafiza-yaratmak-chris-marker/

2013 yılında İstanbul Modern'de Chris Marker'ın filmleri haftası yapılmış. Filmlerin neler olduğunu  buradan görebiliriz.

https://www.istanbulmodern.org/tr/sinema/heykeller-de-olur_1080.html
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kedidiro - 29 Ocak, 2021, 09:55:00
Bundan hareketle çekilmiş bir hollywood filmi (12 maymun) ve yazılmış bir roman da var. Sezgin kaymaz'dan "geber anne".... Tabii insan orjinalini izleyip sürprizden haberdar olunca diğerleri o keyfi vermiyor...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Ocak, 2021, 15:18:05
(https://live.staticflickr.com/65535/50891749161_1283be886e_o.jpg)

Derler ki: 
"İnsan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır.

Pandemi nedeniyle evdeyim.
Evden çalışıyorum.
Yaşadığım ev şehirden, arkadaşlarımdan uzakta. 
İşimin dışında kitaplara sığınıyorum.
Son günlerde, daha önce hiç okumadığım kitapları okumaya başladım.

Bu hafta en çok vakit geçireceğim kişiler,
İbni Sina, Aristoteles, Ebheri, Farabi ve Umberto Eco.
Bakalım, beynim bu kişilerin beyniyle nasıl sekronize olacak?
Ve...
Nasıl bir ortalama çıkaracağım?
Meraktayım:)

Gerçeeekteen!
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Ocak, 2021, 15:19:31
(https://live.staticflickr.com/65535/50891042543_c56efdba31_o.jpg)

Bugün sanal sahaftan gelen kitabımı sizlerle paylaşmak istedim.
Behice Boran ve Mehmet Karasan çevirisiyle, Platon'un Devlet Adamı adlı kitabı.

Normalde, benim zihin terazim bu kadar ağırlığı çekmez derdim. Platon kim, Devlet Adamı kitabı kim, ben kim derdim, tamam mı?  Lakin ders gereği illa okumam lazım.

Aaa... Gele gele incecik bir kitap geldi. Şaştım kaldım. İlk bir kaç sayfasına baktım. Allahım ne sevimli  kitap  böyle. Bayıldım.

Kahramanlar kim, bilin bakalım!
Sokrates, Theodoros, Yabancı,  Genç Sokrates.

Şaka gibi.   Nasıl tatlı tatlı diyalog içindeler anlatamam.  Çeviri mi sevimli, kitap mı bilemedim. 
Du bi... Daha en başındayım. Sayfalar ilerledikçe Platon felsefesinin altında ezilmeyeyim.
Eyvaah! Annecimmm!

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 30 Ocak, 2021, 20:56:43
(https://live.staticflickr.com/65535/50891872242_3f76a2b80b_o.jpg)

OT dergisinde, Toplum Sözleşmesi Ne İşe Yarar?  Hobbes, Locke ve Rousseau diye başlık görünce, yazıya balıklama daldım. Baştan sona soluksuz okudum.
Sonra tekrar okudum. Durdum. Yazarına baktım. İlker Kocael. Her ay OT dergisi alırım. Yazılarını hiç okumamışım. Tanımıyorum.

Yazıyı üçüncü kez,  cümlelerin üzerinden tek tek geçerek tekrar okudum. Harika bir yazı. Geçen hafta final sınavlarım vardı.
Hobbes, Locke, Rousseau ve hatta  Wittgenstein'ın düşünce dünyasında epeyce dolanmıştım. Lakin yeni öğrenmeye başladım ya, karıştırıyorum.

İlker Kocael'in OT  dergisinde, Toplum Sözleşmesi üzerinden üç felsefecinin düşünceleri arasında karşılaştırma yapması,
kafamda oturmayan taşları öyle güzel yerlerine yerleştirdi ki, şaşırdım kaldım.

Thomas Hobbes, John Locke  ve Jean Jacques Rousseau  17. ve  18. yüzyılda yaşamışlar.

Daha geriye gidersem... 2.400 yıl önceleri yaşayan Sokrates, Platon, Aristoteles'den günümüze uzanan  upuzun düşünür silsilesi, sayısız  kitaplar var.

Çok merak ediyordum, ne diyor bu insanlar? Niye halen okunuyorlar? Toplum nedir? Devlet nasıl meydana gelmiş? 
Devlet ve toplum arasındaki ilişkiler  hangi merhalelerden geçmiş ve geçiyor?

İlker Kocael OT'daki köşe yazısında  Einstein'in çok sevdiği sıkça kullandığı biir düşünce deneyinden söz ediyor.
Diyor ki; "Düşünce deneyi, gerçek hayatta gerçekleşmemizin mümkün olmadığı bir durumu hayal edip buradan belirli mantıksal çıkarımlar yapmamızı mümkün kılan bir araç." 
Yüzyıllar boyunca bu düşünürler, "Devlet ve toplum arasında ne tür ilişki olmalıdır" sorusu üzerinde sürekli  düşünce deneyleri yapmışlar.

Okuldaki hocalarım duysa, şaşar kalırlar şu çalışkan halime... Yalanım yok... Felsefe tarihi, mantık, siyasal düşünce tarihi,
sosyoloji okumaları yapmak,  binlerce  yıl öncesinden günümüze düşünürlerin dünyasında dolaşmak büyüleyici geliyor bana. Sahiden:)

Öte yandan çok başındayım. Zorlanıyorum. Yolumu açacak, okumalarımı dahası anlamamı kolaylaştıracak insanlara ihtiyacım var.
İlker Kocael'in  yazısını fark ettiğim için çok şanslıyım. Yazıyı dergiden kestim. Kitaplığımın camına yapıştırıverdim. 

(https://live.staticflickr.com/65535/50891757556_990968ec9f_o.jpg)
[/center]
[/center]

Eee. Bekler miyim? Hemen gugılladım. İlker Kocael'in, 2012 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun olduğunu,
Eiffel Başarı Bursu ile Fransa'da karşılaştırmalı politika yüksek lisansı yaptığını öğrendim. Halen Koç Üniversitesi'nde doktora yapıyormuş. Müthiş değil mi?
Araştırmalarıma devam ettim. Heyy!  Harikulade videoları var. Her birini nasıl hap gibi hazırlamış  anlatamam. 
"Platon'un 2400 yıl önce kaleme aldığı ve siyaset felsefesinin başyapıtı olan Devlet'i bir de benden dinleyin!" diyor mesela...
Bir kaçına hemen kulak kestim, göz gezdirdim. Esprili, kolay, akıcı, günlük dilde anlatmış.  Hay canına sayın seyirciler...
Ne ballıyım... Resmen hazine buldum! Yaşasııın!

Du bi... Ben bu videolara dalarsam var ya... Okulu mokulu  bırakırım. Oh! O saçma sapan sınavlardan kurtulurum:)   
Ne diyeyim?  Minnettarım.

https://www.youtube.com/c/%C4%B0lkerKocael/videos (https://www.youtube.com/c/%C4%B0lkerKocael/videos)


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 30 Ocak, 2021, 21:10:35
Hayal Kahvem keşke bu siyasal tarih başucu kitaplarını daha genç yaşta okusak,  okutabilsek insanlarımıza. Tanrı Devlet,Ulus Devlet,dünyev  iktidar,ruhani iktidar,iktidar alanı, iktidar tipolojileri, vatandaş,yurttaş vb. kavramlar dolu dolu bilinse ve ona göre siyasal tercihlerimiz gelişse. ..Ama birilerinin işine gelmez illaki..
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 31 Ocak, 2021, 20:01:10
(https://live.staticflickr.com/65535/50894667988_9f3aa43bd4.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/50895498817_c4b66735fa.jpg)

Bu akşam kitaplığımın önünde epeyce volta attım. Son aylarda felsefe, sosyoloji okumalarına öyle bir daldım ki...
Sokrates, Platon, Aristoteles dünyasına giriş o giriş...  Bir türlü çıkamadım.

Bugün mola vermeye niyetlendim. Ruhunu ütüsüz ve buruşuk gezdirmeyi seven, insan kaybolmayı ister mi, ben işte istedim bayım, diyen,
ya da ne bileyim, ey beni kesik bir korku filmine esas kız yapan hayat, diye seslenen  bir kadının dünyasında dolanmak istedim.

Didem Madak'ın şiir kitaplarının olduğu rafın önünde durdum. Elimi kitapların üstüne koydum. Usulca okşadım. Gözlerimi kapadım.
Birini çektim çıkardım. Kallavi bir kitap... Şaşırdım. Kapağına  baktım. Hey! Bu Didem Madak'ın şiir kitaplarından biri değil.
Olsun. Kitap baştan sona Didem Madak'la ilgili.

2014 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı'nın Didem Madak'ı Okumak başlığıyla  düzenlenen
anma sempozyumuna katılan konuşmacıların sunumları, Solmaz Zelyüt'ün hazırlamasıyla kitaplaştırılmış. Ben bu kitabı 2016 yılında satın almışım.   

Önce sayfalarını dalgalandırdım. Belli ki, zamanında sıkı okuma yapmışım. Cümle altlarını epeyce karalamışım.

Oturdum. Önce ilk yazıyı okumaya girişecektim ki, başlığı gördüm.  Bana feleğin bir kamera şakası olabilir mi diyerek etrafıma baktım.

İlk yazının başlığı ne, bilin bakalım?

Platon Didem'i Severdi.

Vallahi hoşuma gitti. Gülümsedim. Tamam felsefecilerden kaçmaya niyetlenmiştim lakin... Madem;
Platon, Didem'i severdi.
Ben de  Didem'i severim.
Heey!O halde Platon beni severdi:)

O değil de, bu kitabı okuduğumda var ya... Taa 2016'lar yani... Yeminle...  Platon hiç ilgimi çekmemiştir. Eminim.
Şimdi başlıkta Didem Madak ile  Platon'un adını yan yana görünce iki arkadaşımı görmüşüm gibi çok sevindim:)

Hep  söylerim... Meraklarım muhtelif, ilgim dağınık, bilgim yarım yamalak.

İşte buyrun... Platon ve Didem Madak'ı unutuverdim. Bu başlığı atan  Solmaz Zelyüt'i merak ettim.  Kim acaba? Edebiyatçı mı? Hay canına sayın seyirciler!

Hemen hırkamın düğmesini ilikledim. Solmaz  Zelyüt felsefe ve mantık  profesörüymüş. Felsefe kitapları var.  Videolarına baktım.  Allahım ne ballıyım.
Çıtır  çıtır Aristoteles'i anlatıyor. Harika bir kadın. Gündelik dilde örnekler veriyor.  Açık ve net. Bayıldım.  Durur muyum?
Tüm kitap ve videolarıyla birlikte memleketimin   şahane bir akademisyenini daha takibe aldım.

https://www.youtube.com/watch?v=9nKQQPAmvME (https://www.youtube.com/watch?v=9nKQQPAmvME)

https://www.youtube.com/watch?v=_jM6v1bOSyM (https://www.youtube.com/watch?v=_jM6v1bOSyM)



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 07 Şubat, 2021, 21:15:58
(https://live.staticflickr.com/65535/50918709668_2d21b23c0c_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50919540707_907c369863_o.jpg)

Sedat Demir'in Umberto Eco hakkında yazdığı,   
Umberto Eco ve Yazınsal İletişim: Okur ve Yorum
adlı kitabının  41. sayfasına geldim. 
Şu cümleyi görünce şaşırarak güldüm:

"Eco'ya göre Elvis Presley ve Platon hem üst hem de alt kültür tarafından
onlara "eşit saygınlık" gösterildiği için, tarihte aynı yazgıyı paylaşır. "
 
Hoş değil mi?
Hemen fotoğraflarına bakayım dedim.
Hey!  Platon'nun meşhur tablosundaki pozu gibi,
Elvis Presley de gökyüzünü gösteriyor, iyi mi:)
Hoşuma gitti.
Siz de görün istedim.

Peki, Sedat Demir'e ne demeli?
Sizce de,  Umberto Eco'nun gençliği gibi, di mi:)

Valla, ben okurum. Ve işte... Yorumum:D



(https://live.staticflickr.com/65535/50919399581_5717fe9a76_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50918709543_628436303f_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/50918709498_768ab78148_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 08 Şubat, 2021, 19:47:00
(https://live.staticflickr.com/65535/50922404198_e8830fbd67_o.jpg)

Yılın ilk ayları...  İşim açısından en debdebeli günler. Çok yoğunum. Olsun. Evden  çalışıyorum ya mesudum.
Yakında sınavlarım başlıyor. Akşamları ders çalışıp hazırlanıyorum.  Lakin merakım çok. İlgim dağınık. Toparlayamıyorum.
Mesela şu yukarıdaki bitkinin adı biberiye. İyi bilirim. Sahiden yemek pişirirken biberiye kullanmayı  tercih ederim.

Şimdi derslerden bahsederken, rotayı niye biberiyeye çevirdim, di mi? Gören Botanik okuduğumu sanacak.
Vallahi değil. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümü birinci sınıf öğrencisiyim. Bu akşam çalıştığım ders ne peki?  Psikoloji. Konu: Bellek.
Biberiye ve Psikoloji...  Lütfen ne alaka demeyin. Bi dinleyiverin.

Günün yorgunluğuyla hocanın ders notlarını okumaya başladım. Yeniden yapılandırma süreci olarak bellek... Otobiyografik bellek...
Flaş bellek falan çalışıyorum.  Sıra  bellek güçlendirme tekniklerine geldi. Hey!.. Konu tam benlik. Acayip merak etttim.  Heves içinde bir solukta okuyuverdim.

Bellek, eski zamanlardan beri ilgilenilen bir konu olmuş.   Hatta belleğin kuvvetli olmasının akıllı ve bilgili olmanın bir göstergesi olduğu düşünülürmüş.
Dolayısıyla her çağda bilginin daha iyi hatırlanması  önemliymiş. Bu hususta çok çeşitli stratejiler uygulanmış.

İşte şimdi biberiyeye sıra geldi. Dersin notlarını yazan hoca, Antik Yunan akademilerine ilişkin görsellere bakarsanız,
insanların başına çember şekilde yapraklı bir bitki dalı taktıklarını göreceksiniz diyor.  Bu dalın taze biberiye bitkisinin dalı olduğu ve
bu bitkinin kokusunun hafızayı güçlendirdiği düşünüldüğü için takıldığı bilinmektedir, diyor. Hatta isterseniz siz de bu yolu kullanmayı deneyebilirsiniz, diye ekliyor.

Ders çalışmayı burada kestim. Haybeye debelenmeyeyim. Okuyorum. Kısa Süreli Bellek'e yükleniyor olmalı.
Kısa Süreli Bellek'in tutabildiği bilgi genişliği ne kadar biliyor musunuz? 5 ile 9 birim bilgiymiş. Ve yaklaşık 30 sn. kadar tutabiliyormuş. Ne fena di mi?

Buyrun, misalse ben. Okuyorum. Sınırlı miktarda bilgiyi kısa süre belleğimde tutuyor olmalıyım. Hoop uçuyor gidiyor.  Vah bana, yazık bana.

Madem biberiye işe yarıyor. Baksanıza Antik Yunan akademilerinde kullanılan bellek geliştirme yöntemiymiş.  Daha ne olsun. 
Yarın taze biberiye alıp başıma taç yapacağım. Ders çalışmaya biberiyeli tacımla baştan başlayacağım.

Böyleyken böyle:)

(https://live.staticflickr.com/65535/50923091086_b544f15f46_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Kinowa59 - 08 Şubat, 2021, 20:12:49
Sayın hayal kahvesi. Eski Romalıların alınlarina taktıkları taç şeklindeki bitkinin defne dalı olduğunu sanıyordum. Demek o bitki biberiye bitkisiymis.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: TKnKT - 08 Şubat, 2021, 21:06:33
    Bildiğim kadarıyla iki bitki de kullanılıyor. Defne bitkisi zafer göstergesi olarak komutanlar tarafından takılırken, biberiyenin akademide başa takılmasının sebebi (bahsedildiği gibi hafıza ile alakalı) zaman zaman yenilmesine bağlı diye hatırlıyorum.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 08 Şubat, 2021, 21:22:52
Alıntı yapılan: bayram - 08 Şubat, 2021, 20:12:49
Sayın hayal kahvesi. Eski Romalıların alınlarina taktıkları taç şeklindeki bitkinin defne dalı olduğunu sanıyordum. Demek o bitki biberiye bitkisiymis.

Astreriks macerası Sezar'ın Tacı'nda da Defne olarak geçer.

(https://live.staticflickr.com/65535/50922425793_9228af0497_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Şubat, 2021, 16:31:12
Alıntı yapılan: TKnKT - 08 Şubat, 2021, 21:06:33
    Bildiğim kadarıyla iki bitki de kullanılıyor. Defne bitkisi zafer göstergesi olarak komutanlar tarafından takılırken, biberiyenin akademide başa takılmasının sebebi (bahsedildiği gibi hafıza ile alakalı) zaman zaman yenilmesine bağlı diye hatırlıyorum.

TKnKT haklı sanırım. 
Defne daha çok savaş sembolü gibi sanki.
Roma'da bir savaşı kazanan asker, komutan ya da yöneticinin zaferinin işareti olarak kullanılmış olduğunu okumuştum bir yerlerde.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Şubat, 2021, 16:49:49
(https://live.staticflickr.com/65535/50947170106_01f66bf526_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50946472223_d4c96b9b20_o.jpg)

"Abi, Safvet Nezihi'nin Zavallı Necdet'ni okudun mu?" diye sorunca, yüzüme acıyarak baktı.
Başını iki yana sallayarak  tekrar tekrar cık cık yaptı.

"Bütün ölmüş adamların romanlarını okumak gibi bir çaba  içinde görüyorum seni," dedi. 
Şaşırdım. Tutamadım kendimi, kocaman bir kahkaha attım. 

Önce Safvet Nezihi'nin Zavallı Necdet'ini okuyacağım.
Abim duysa kim bilir nasıl kızacaktır. Ardında   Peyami Safa'nın Zıpçıktılar'ını okumaya niyetliyim.

(https://live.staticflickr.com/65535/50946472168_13474bb374_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50946472248_93fd706112_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Kinowa59 - 15 Şubat, 2021, 17:20:33
Server Bedi, bir edebiyatçınin takma adı diye biliyordum. Yoksa yanılıyor muyum ?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: ilker - 15 Şubat, 2021, 18:11:20
Evet. Server Bedi Peyami Safa'nın fazla edebi değeri olmadığını düşündüğü ve para kazanmak üzere yazdığı eserlerde kullandığı, annesinin adı olan "Server Bedia" isminden türettiği müstear. Mesela Cingöz Recai serisini bu isimle yayınlamıştır.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Şubat, 2021, 00:03:51
Madem, Bayram ve İlker muhabbetini yapmışlar, ben de bir kaç bilgi ilave edivereyim:

Zıpçıkltılar, Peyami Safa'nın Server Bedi imzasıyla  ilk defa 3 Aralık 1924'te Tevhid-i Efkâr Gazetesinde tefrika edilmeye başlanmış.
1925'te aynı isimle  kitap olarak basılmış.

1941 ve 1943'te bazı bölümleri çıkarılarak Deli Gönlüm adıyla yeni harflere aktarılmış.
Elimdeki son basım  Zıpçıktılar'ı ise notlandırarak yeni harflere aktaran Çimen Günay-Erkol.

Payami Safa külliyatını severim. Bu kitabını bilmiyordum.
Edebiyat tarihi içinde özel bir yeri olduğu söylendiği için daha  çok merak edip okudum.  Kitabın arka kapağında şöyle yazıyordu çünkü:
"Doğu ve Batı'yı iki farklı kutup halinde ele alan roman, kadın ve erkeği aynı ölçüde kutuplaştırmaz.
Mertlik göstermek gereken yerde kadınların önden gittiği, dediğini yaptırmak için  erkeklere fiziksel şiddet uyguladığı,
erkeklerin duygularıyla boğuştuğu ve aciz kaldığı, bir tarafın diğerine dönüştüğü ve bu döngünün farklı şekillerde tekrarlandığı sahnelerle,
yer yer akışkan bir toplumsal cinsiyet portresi  çizip romanın trajik sonunu  "Türk erkeği" için bir ahlak dersine dönüştürerek bağlar.

Türk edebiyatında alışık olduğumuz tarzda,  "kötü kadın" tarafından yoldan çıkarılan ve türlü acılar çekip pişman olan bir erkekten değil,
bizzat yoldan çıkaranlardan, "ahlaksızdan" verilen bir derstir bu."

İlginç değil mi? Çimen Günay- Erkol'un dediği gibi,  erkekleri eleştiren erkek yazarlarımızdan biridir Peyami Safa. Diğer adıyla, Server Bedi.
Ruhuna rahmet.  Binlerce karamba karambita.

Çok keyifi, akıcı, esprili ve etkileyici bir kitap. Tavsiye ederim. :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Kinowa59 - 17 Şubat, 2021, 13:33:48
Merhaba değerli dostlar. Şehitlik tarafından, Topkapı istikametine gelirken hemen duvarın ardında mezarlıkta, Peyami Safa' nin _1899_1961_ bakımsız,otlarla kaplı mezarını gördüm. Başında durdum. Zayıf yüzlü, yuvarlak gözlüğüyle şüpheci bakışları canlandı zihnimde. 1940 li yıllarda N.F.Kisakurek ile birlikte, Nazım Hikmet aleyhine ki yazılarını düşündüm, üzülerek. Ve büyük şairin ona yazdığı bir küçük dörtlüğü anımsadım." Sen bu kavgada bir nokta bile değil, Bir küçük eğri virgül, bir zavallı vesilesin"...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hercai - 17 Şubat, 2021, 17:54:07
Alıntı yapılan: bayram - 17 Şubat, 2021, 13:33:48
Merhaba değerli dostlar. Şehitlik tarafından, Topkapı istikametine gelirken hemen duvarın ardında mezarlıkta, Peyami Safa' nin _1899_1961_ bakımsız,otlarla kaplı mezarını gördüm. Başında durdum. Zayıf yüzlü, yuvarlak gözlüğüyle şüpheci bakışları canlandı zihnimde. 1940 li yıllarda N.F.Kisakurek ile birlikte, Nazım Hikmet aleyhine ki yazılarını düşündüm, üzülerek. Ve büyük şairin ona yazdığı bir küçük dörtlüğü anımsadım." Sen bu kavgada bir nokta bile değil, Bir küçük eğri virgül, bir zavallı vesilesin"...
Merhabalar,
Peyami Safa ve Nazım Hikmet Kavgası tekrar gündeme gelmişken, yeniden hatırlayalım istedim.(Ergun Göze) nin de bir kitabı var, ben almadım.
Nazım Hikmet ve Peyami Safa'nın öncesinde iki dost iken, bu dostluk aşama aşama bozulmuştur...çok sert bir üslûba bürünmüştür karşılıklı olarak.
Yusuf Ziya Ortaç ile Orhan Seyfi Orhon'un 1 Eylül 1935 tarihinde yayımladıkları "Ayda bir" dergisinin ilk sayısında Nazım Hikmet'in ünlü 'Bir Provokatör Üzerine Hiciv Denemeleri' şiiri çıkmıştır. Nazım rakibi Peyami Safa'ya şöyle seslenir;
  Bir düşün oğlum,
  Ey yetimi Safa
  Bir düşün ki, son defa
  Anlayabilesin:
  Sen bu kavgada
  Bir nokta bile değil
  Bir küçük eğri virgül,
  Bir zavallı vesilesin!..
  Ben kızabilir miyim sana?
  Sen de bilirsin ki, benim adetim değildir
  Bir posta tatarına
  Bir emir kuluna sövmek,
  Efendisine kızıp, uşağını dövmek.

Peyami Safa ise bu şiiri, 9 Eylül 1935 tarihli 'Hafta'da;
"Alık oğlan benim sayısız kusurlarım dururken, iftihar ettiğim tek tük faziletimi hicvetmeye yeltenmiş " diye eleştirir ve bundan sonra Nazım'a Cingöz Recai'nin yanıt vereceğini söyler.
Hafta'nın 23 Eylül 1935 tarihli sayısında' Cingöz Recai'den Nâzım Hikmet'e' başlığıyla bir YERGİ yayımlar:

  Gel bakayım,
  Lüle lüle, kıvrım kıvrım samur saçlı
  Pamuk tenli, al yanaklı sarı papam
  Gel bakayım yetimlikle maytap eden paşa zadem.
  Bre toprak altında yatan
  Büyük Türk ölülerine çatan
  Bre kaltaban,
  Bre Türk düşmanı,
  Bre vatan haini şarlatan.

Bu yazı ilk olarak K Dergisinin 24 Haziran 2011 tarihli sayısında yayınlanmıştır...
Alıntı ise, Duvar gazetesindendir...daha ayrıntılıdır, isteyen tümünü okuyabilir).

Benim yorumuma gelince;
Nazım Hikmet gibi büyük bir şaire 'şarlatan, vatan haini, Türk düşmanı' demek acizliktir.
Siyasî görüşlerini beğenmemek, onu yaftalamak hakkını vermez.
Kuvayi Milliye Destanı'nı yazabilmek hiç kimsenin harcı olamamıştır hâli hazırda.
Nâzım bu destanı 1939'da yazmaya başlar...1941'de bitirir. Kurtuluş Savaşı'nı bölüm bölüm anlatır. Yapıtın sonunda;
" 939 İstanbul Tevkifhanesi,
  940 Çankırı Hapisanesi,
  941 Bursa Hapisanesi"
diye bir not bulunmaktadır.
Işıklar içinde uyu Nazım Hikmet RAN

Sevgiler sizinle olsun


 
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Kinowa59 - 17 Şubat, 2021, 19:18:36
Merhaba değerli Hercai dost. Benim yarım yamalak bildiğim, Vala Nurettin in " Bu Dünyadan Nazım geçti "Kitabından alıntıladigim şiirini ne kadar güzel yazmışsınız. Bir değil birkaç kez okudum değerli iletinizi. Peyami Safa ve N.f.kisakurek 1920 ve 1930 yıllarda Nazım Hikmet e methiyeler dizip ona benzemeye çalışırlarken , sonradan kıskançlıktan birer Nazım Hikmet düşmanı kesilmislerdir. Nazım Hikmet onları düşman olarak bile görmemiş, yalnızca ne olduklarını dile getirmiştir. Nazım Hikmet bir Dünya değeridir. Diğerleri ile ilgili yorum yapmak ölünün ardından kötü konuşmak olur. Selam ve saygılarımla.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Şubat, 2021, 19:33:36
(https://live.staticflickr.com/65535/50953224858_7d4cb98132_o.jpg)

ve Murathan Mungan ve Aristoteles ve AŞK

(http://xn--ve%20murathan%20mungan%20ve%20aristoteles%20ve%20ak-0rj)
"Aşk ve soğukkanlık. Bir araya  gelmesi en zor ikili.
Oysa Aristoteles, vücudun en soğuk unsurunun beyin olduğunu söyler.
Aynı zamanda beyni aşkın merkezi olarak görür.
Dünyanın çekirdeğindeki kor ile buzulların ilişkisine kadar götürür bu insanı."

NOT-  Cümleler/ Murathan Mungan-Aşkın Cep Defteri

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Şubat, 2021, 19:41:57
(https://live.staticflickr.com/65535/50953928901_53df29529f_o.jpg)

Felsefe okumaları beni  aldı, geometriye doğru sürükledi. Felsefe nere geometri nere demeyin sakın, olur mu?
Yeminle, eskiden olsa ben böyle lakırdılar ederdim. 

Platon'un  Akademi'sinin kapısında "Geometri bilmeyen giremez," yazıyormuş.
Felsefe okulunun kapısında niye böyle bir cümle yazar ki? Niye diye merak ettim.   

Hani felsefede, Sokrates Platon'un hocası, Platon da Aristoteles'in hocası ya...
Matematikte ise, önce Thales geliyor. Thales'in öğrencisi Pizagor, Pizagor'un öğlencisi Öklid.  Vay arkadaş! İnsanın karşısına çıkan hoca ne önemli:D

(https://live.staticflickr.com/65535/50954034747_ae8405da9a_o.jpg)

Aslında sosyoloji okumaları yapmam gerekirken, ilgim felsefeye ve uygarlık tarihine kaydı. Podcastler dinliyorum.
Videolar izliyorum. Mesela Profesör Ata Özdemirci'nin podcast ve videolarını hararetle tavsiye ederim. Resmen hap gibi hazırlamış.
Anlattıklarıyla öğrendiklerimi birleştirebiliyorum ve yeni okumalara sıçrıyorum. Akıcı. İlgi çekici.

https://open.spotify.com/show/7gy8tz9qFDFdd1kjcKDjWP (https://open.spotify.com/show/7gy8tz9qFDFdd1kjcKDjWP)

https://www.youtube.com/channel/UCiTpcsWVjWuD_HZfM6Pardw (https://www.youtube.com/channel/UCiTpcsWVjWuD_HZfM6Pardw)

(https://live.staticflickr.com/65535/50953928881_e08e283a23_o.jpg)

Son tahlilde, Dücane Cündioğlu iyice uçurdu beni. Mantık dersinde, Öklid geometrisinin 2400 yıllık gelenek olduğunu söyledi.
Kesin bilgi denilince akla geometri ve öklid geometrisi gelirmiş. 
Sıkı durun.... Hatta evhamlı, vesveseli insanlara geometri eğitimi alması önerilirmiş.
Vesveseden evhamdan kurtulmak için matematiksel kesinlik  her türlü zihinsel tereddütün hakkından gelirmiş. 
Şahane değil mi? Gel de Öklid'in peşine düşme şimdi:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 18 Şubat, 2021, 09:49:48
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 17 Şubat, 2021, 19:41:57

...

Platon'un  Akademi'sinin kapısında "Geometri bilmeyen giremez," yazıyormuş.
Felsefe okulunun kapısında niye böyle bir cümle yazar ki? Niye diye merak ettim.   

Hani felsefede, Sokrates Platon'un hocası, Platon da Aristoteles'in hocası ya...
Matematikte ise, önce Thales geliyor. Thales'in öğrencisi Pizagor, Pizagor'un öğlencisi Öklid.  Vay arkadaş! İnsanın karşısına çıkan hoca ne önemli:D[/center]

...


Yukarıdaki metinde ismim geçmiş :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Şubat, 2021, 12:58:33
Alıntı yapılan: pizagor - 18 Şubat, 2021, 09:49:48
Yukarıdaki metinde ismim geçmiş :)

Çok güldüm:) Hem de Pisagor'u, Pizagor yapmışım. Tanıdığım tek Pizagor sensin çünkü.
Sahi neden Pizagor'sun? Var mı matematikle ilgin? Pisagor için ayrı bir yazı yazmak istiyorum aslında. İnanılmaz bir adam. Peygamber gibiymiş.
Lakin senden Pizagor hikayeni  okumak isterim. Yazmış mıydın bloğunda?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Şubat, 2021, 13:05:32
Binlerce kasırga aşkına. Hercai ile Bayram neler yazmışlar.
Ne diyeceğimi bilemedim. Az önce Mantık dersinden çıktım. Kafam karışık.

Bilenler bilir elbette. Ben yeni öğrendim. Aklın birincil yasası şuymuş:
Bir şey ya vardır, ya yoktur.
Yani var vardır, yok yoktur.
Bir şey varsa yok olamaz, yoksa var olamaz.
Dolayısıyla o şey, "hem var, hem yok" olamayacağı gibi, "ne var, ne yok" da olamaz.

İlginç di mi?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hercai - 19 Şubat, 2021, 14:50:10
Alıntı yapılan: bayram - 17 Şubat, 2021, 19:18:36
Merhaba değerli Hercai dost. Benim yarım yamalak bildiğim, Vala Nurettin in " Bu Dünyadan Nazım geçti "Kitabından alıntıladigim şiirini ne kadar güzel yazmışsınız. Bir değil birkaç kez okudum değerli iletinizi. Peyami Safa ve N.f.kisakurek 1920 ve 1930 yıllarda Nazım Hikmet e methiyeler dizip ona benzemeye çalışırlarken , sonradan kıskançlıktan birer Nazım Hikmet düşmanı kesilmislerdir. Nazım Hikmet onları düşman olarak bile görmemiş, yalnızca ne olduklarını dile getirmiştir. Nazım Hikmet bir Dünya değeridir. Diğerleri ile ilgili yorum yapmak ölünün ardından kötü konuşmak olur. Selam ve saygılarımla.
Merhabalar Bayram ;
Sizin bu konuyu hatırlatmanız üzerine, nâçizane ben de yazdım...üslûbunuz, hitap şekliniz ve mütevazi tutumunuz beni çok minnettar etti.
Nâzım Hikmet'in bahsettiğimiz şiirinin tümü ( arada eksikler yoksa);
YKY tarafından yayınlanan "BENERCİ KENDİNİ NEDEN ÖLDÜRDÜ" adlı kitabında, Bir Provokatör Üzerine Hiciv Denemeleri başlığı altında yayınlanmıştır. Hayal kahveme hitaben;
Felsefe; insanın kültürel birikimiyle oluşur ve yaşam tarzına yardımcı olur...Avrupa'ya bakıldığında Felsefe Akademisyenlerinin çoğunda sayısal bir eğitim görürüz...Boğaziçi Kimya Mühendisliği mezunu kızım, yan dal olarak aynı üniversitede Felsefe Bölümünü de bitirdi...tercihini Felsefeden yana kullandı...
5 yıllık Heilderberg Ü. ve Helsinki eğitimiyle
çiçeği burnunda Felsefe Dr'u olarak ODTÜ' de çalışmalarına başladı...
Ortaokulda ilk okuduğu kitaplardan biri "Sofinin Dünyası " idi...
Fakülte 1. sınıfta derslerde biri Hukuk Felsefesiydi...çok zordu...incelediklerimizden bazı felsefeciler; Kant, Platon, Aristo, Hobbes, Hegel, John Locke ve diğerleri...
J.J.Rousseau'nun "Toplumsal Sözleşme" savı, özellikle incelediklerimiz arasındadır.
Felsefe zor bir bilim dalıdır...ilgilenmek sorgulamayı da beraberinde getirir...Paylaşımlarımdan birinde Albert Camus'un "Yabancı" adlı eserinden ve Varoluşçuluktan bahsetmiştim...
Bir de sevgili hanac'a bir sorum olacak;
Bu sayfayı neden hayal kahvem sahipleniyor? İlk gönderim bu sayfaya olmuştu ve nahoş bir üslûpla karşılamıştı beni...bu günkü üslûbu da öyle...
Sevgiler sizinle olsun...

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: pizagor - 19 Şubat, 2021, 19:06:50
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 19 Şubat, 2021, 12:58:33
Çok güldüm:) Hem de Pisagor'u, Pizagor yapmışım. Tanıdığım tek Pizagor sensin çünkü.
Sahi neden Pizagor'sun? Var mı matematikle ilgin? Pisagor için ayrı bir yazı yazmak istiyorum aslında. İnanılmaz bir adam. Peygamber gibiymiş.
Lakin senden Pizagor hikayeni  okumak isterim. Yazmış mıydın bloğunda?

Maalesef hem mühendis hem de çizgiromansever olunca 'pizagor'un bu ikisini çok güzel harmanladığını düşünmüştüm yıllar yıllar önce. Bir kere kullanmaya başladıktan sonra da hiç bırakmadım, bırakma gereği de duymadım. Hala da gayet severim, çizgiromancı dostlarla yüzyüze sohbetlerde de kullanılan ikinci bir ad oldu adeta benim için  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Şubat, 2021, 21:03:14
Alıntı yapılan: hercai - 19 Şubat, 2021, 14:50:10
Merhabalar Bayram ;
Sizin bu konuyu hatırlatmanız üzerine, nâçizane ben de yazdım...üslûbunuz, hitap şekliniz ve mütevazi tutumunuz beni çok minnettar etti.

Nâzım Hikmet'in bahsettiğimiz şiirinin tümü ( arada eksikler yoksa);
YKY tarafından yayınlanan "BENERCİ KENDİNİ NEDEN ÖLDÜRDÜ" adlı kitabında, Bir Provokatör Üzerine Hiciv Denemeleri başlığı altında yayınlanmıştır.

Hayal kahveme hitaben;
Felsefe; insanın kültürel birikimiyle oluşur ve yaşam tarzına yardımcı olur...
Avrupa'ya bakıldığında Felsefe Akademisyenlerinin çoğunda sayısal bir eğitim görürüz...

Boğaziçi Kimya Mühendisliği mezunu kızım, yan dal olarak aynı üniversitede Felsefe Bölümünü de bitirdi...tercihini Felsefeden yana kullandı...
5 yıllık Heilderberg Ü. ve Helsinki eğitimiyle çiçeği burnunda Felsefe Dr'u olarak ODTÜ' de çalışmalarına başladı...
Ortaokulda ilk okuduğu kitaplardan biri "Sofinin Dünyası " idi...Fakülte 1. sınıfta derslerde biri Hukuk Felsefesiydi...çok zordu...
incelediklerimizden bazı felsefeciler; Kant, Platon, Aristo, Hobbes, Hegel, John Locke ve diğerleri...
J.J.Rousseau'nun "Toplumsal Sözleşme" savı, özellikle incelediklerimiz arasındadır.

Felsefe zor bir bilim dalıdır...ilgilenmek sorgulamayı da beraberinde getirir...
Paylaşımlarımdan birinde Albert Camus'un "Yabancı" adlı eserinden ve Varoluşçuluktan bahsetmiştim...
Bir de sevgili hanac'a bir sorum olacak;
Bu sayfayı neden hayal kahvem sahipleniyor? İlk gönderim bu sayfaya olmuştu ve nahoş bir üslûpla karşılamıştı beni...bu günkü üslûbu da öyle...
Sevgiler sizinle olsun...

Karamba Hercai, öncelikle teşekkür ederim, yorucu bir iş haftası ve yoğun bir ders programından çıkmıştım.
Yorumlarınla canlandım.  Eğitimli, donanımlı, hele şu sıra peşine düştüğüm felsefe okumalarının en şahanesi yapmış
bir Altın Madalyon üyesinin benim yazılarıma yorum yapmasından gururlandım. Öte yandan, yeminle felsefe okumalarımla ilgili yazıyorum ya,
daha başındayım bi de...  Felsefe bilenler halime ne gülüyorlardır diye daha bugün aklımdan geçirdim:)

İtiraf etmeliyim ki seni erkek sanıyordum. Gerçekten... Kaçırmışım. Ya da unuttum mu acaba?  Çok sevindim. Bir sen bir ben... Var mı başka acaba bilmediğim?

"Bu sayfayı neden hayal kahvem sahipleniyor? İlk gönderim bu sayfaya olmuştu ve nahoş bir üslûpla karşılamıştı beni...bu günkü üslûbu da öyle..."
demişsin...
Binlerce kafa tası aşkına! İnan bu sayfadaki yazılara bakarak, tek tek geriye gittim, acaba gene Hercai'ye  ne yazdım diye merak etttim. Bulamadım iyi mi?
Yazmakla, karşılıklı muhabbet farklı oluyor.  Karşılıklı konuşsak mesela, mimiklerden, hareketlerden  art niyet olmadığını anlıyor insan.
Yazarken ise, bazan yanlış anlaşılmalar oluyor.

Misalse, Pizagor'un yorumuna, "Çok güldüm:)" diye başlayarak cevap yazmışım. Lakin sahiden güldüm okuyunca.
Ve  tüm iyi niyetimle yazdım. Dilerim alınmamıştır.  ::)

Altın Madalyonu ve buradaki çizgi roman sevdalılarını seviyorum.  Buralarda gezinmek, yazılanları okumak, çizgi romanları, yeni kitap, film, hatta müzik
bilgileri almak gerçek dünyanın  telaşından uzaklaştırıyor beni. Huzur buluyorum.

Burası Edebiyat Muhabbetleri sayfası.  Herkes yazıyor aslında. Galiba en fazla edebiyat muhabbeti yapan benim. Ondan fazla gelmiş olabilir.

Keşke Felsefe Muhabbetleri diye bir sayfa açılsa... Ve senin bilgilerinden faydalansak Hercai, Düşünmez misin?


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Şubat, 2021, 21:55:25
(https://live.staticflickr.com/65535/50962022642_195817747e_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50961921046_0c33772c0e_o.jpg)

Metin Üstündağ'ın külliyatı kitaplarımın arasındadır. Çok zenginim. Seviniyorum.
Bir Delinin Mal Beyanı adlı kitabını yeni satın almıştım.  Az önce sayfalarının arasında dolandım. Hoşuma giden cümleleri kopyaladım, aldım.
"Kendinden bahseder misin biraz,"  adlı beyanının bir  yerinde şöyle diyordu:

"- başkasının hayatı olsaydı bu yaşadıklarım
  çoktan çıkmıştım ben bu film bitmeden
  üç aşağı beş yukarıyım
  balık tutan kedi sokağını arıyorum"

"Balık tutan kedi sokağını arıyorum, "diyor ya,  Bu cümleye takıldım. Acaba balık tutan kedi sokağı var mı, diye guglladım.
İyi ki merak edip araştırmışım. Bakar mısınız? Meğer Balık Tutan Kedi Sokağı varmış. Ve Paris'teymiş. Rue Du Chat Quı Peche.

(https://live.staticflickr.com/65535/50961214248_034a8eeb66_o.jpg)

Rue Du Chat Quı Peche, yani Balık Tutan Kedi Sokağı,  1540 yılından beri varlığını sürdüren  29 metre uzunluğunda, ve 1.80 metre eninde bir sokakmış.

1930 yıllarında Macar yazar Jölan Földes  Balık Tutan Kedi Sokağı'nda yaşamış.  Ve bu sokakta yaşamakta olan göçmenlerin yürek burkan öykülerinden bir roman yazmış.
Nasuhi Baydar tarafından Balık Tutan Kedi Sokağı adıyla  Türkçeye tercüme edilen kitap, 1946 yılında bizim memlekette basılmış.
Macar yazar Jölan Földes'in, Balık Tutan Kedi Sokağı adlı  bu romanı 22 dile çevrilmiş. Uluslararası Büyük Roman Ödülü kazanmış.
Metin Üstünağ'ın ömrüne bereket, Jölan Fölyes'in ruhuna rahmet, dedim. Sonra ne yaptım?
Durur muyum? Hemen Balık Tutan Kedi Sokağı adlı kitabı sipariş ettim. :)

(https://live.staticflickr.com/65535/50961921001_c321f17d38_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50962022547_908e9010a2_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: allan quatermain - 20 Şubat, 2021, 02:24:02
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 19 Şubat, 2021, 21:55:25
Rue Du Chat Quı Peche, yani Balık Tutan Kedi Sokağı,  1540 yılından beri varlığını sürdüren  29 metre uzunluğunda, ve 1.80 metre eninde bir sokakmış.
Ankara'da da Kediseven sokağı varmış eskiden, Enis Batur, Kediler Krallara Bakabilir'de bahsetmişti biraz bu güzel isimli ve kedili sokaklardan:
http://www.yersizyurtsuz.com/suje/eylul_2016/sayfalar/suje_sf_3.htm
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Şubat, 2021, 13:24:52
Alıntı yapılan: allan quatermain - 20 Şubat, 2021, 02:24:02
Ankara'da da Kediseven sokağı varmış eskiden, Enis Batur, Kediler Krallara Bakabilir'de bahsetmişti biraz bu güzel isimli ve kedili sokaklardan:
http://www.yersizyurtsuz.com/suje/eylul_2016/sayfalar/suje_sf_3.htm

karamba, allan quatermain...  şahane bir yazı bu. bu yazının çıktığı dergi... süje... linkteki yersizyurtsuz.com... dergiyi çıkaran kıvılcım vasfi... hiç duymamıştım.
çok ilginç... sayısız kitapları varmış. forumdan bilen var mı acaba?

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Şubat, 2021, 20:38:12
(https://live.staticflickr.com/65535/50970227486_7f2ae252cf_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50970335432_7c8314141e_o.jpg)

Kadın kaleminden çıkmış, kadın kahramanı olan
bir kitap okumaya niyet ettim.
Suat Derviş'in Fosforlu Cevriye'sini okumaya giriştim.
Dili, anlatımı nasıl lezzetli nasıl etkili anlatamam.
Çok sevdim.
Bitirmeme az kaldı. 
Tam size anlatacaktım ki...
Acaba sinemaya uyarlanmış mı diye merak ettim.

İnanamadım gözlerime...
Türk sinemasında resmen Fosforlular, Cevriyeler geçidi var.
Kitabın konusuyla tüm bu filmlerin konusu aynı mı?
Bazıları Cevriye bazıları Cevriyem, bazıları Fosforlu... Niye?
Diye aklımdan geçiriyordum ki...
Şu inceleme yazısı beni benden aldı.
Aklımdaki tüm soruları cevapladı.
Müthiş bir inceleme!
Teşekkür ederim.
https://sadibey.com/2014/02/28/edebiyatimizin-fosforlu-cevriyesi-sinemamizin-fosforlu-cevriye-leri-ve-metin-erksan-cikisli-turk-sinema-tarihine-bir-belge/   

(https://live.staticflickr.com/65535/50969540158_87358c7fe2_n.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50969540138_f9e8f4fee6_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/50970360962_030809cb25_n.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50970248486_ba9c3f365c_n.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/50970248451_368b2a69fd_n.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50970248386_1503267def_n.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Şubat, 2021, 18:04:09
(https://live.staticflickr.com/65535/50970213811_14036a7319_o.jpg)

"YENİ GRAFİK ROMAN YAKINDA. Dünyanın en prestijli ilk on üniversitesinden biri oıan Princeton Edu yayınlarından
2021 Nisan ayında çıkacak olan TURKISH KALEIDOSCOPE'un  tanıtımı yayınlandı.
Yazar: Antropologist Jenny White, Çizer: Ergün Gündüz. "

Ergün Gündüz, elinde çizimlerini yaptığı grafik romanıyla çektirdiği fotoğrafının yanına işte cümleleri yazmış.

Niye çizgi roman değil, grafik roman denmiş peki?
Levent Cantek'in bir yazısısında okumuştum.
Çizgi romanlar  edebililik, sanat iddiası bulunmayan, daima kazanan,  başaran kahramanların hikayesidir diyordu. 
Grafik romanlar ise kahramanlarının ölebildiği, değişim geçirdiği insani hikayeler olduğunu söylüyordu.
Hatta günümüzde çizgi romanların daha yaygınlaşmasının sebebini grafik romanların başarısına bağlıyordu.
Grafik romanlar bu alana itibar getiriyor, piyasayı daraltmıyor çeşitlendiriyor diyordu.
Bu grafik romanı tüm merakımla bekliyorum.

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: KenParker - 21 Şubat, 2021, 18:45:15
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 21 Şubat, 2021, 18:04:09
(https://live.staticflickr.com/65535/50970213811_14036a7319_o.jpg)

"YENİ GRAFİK ROMAN YAKINDA. Dünyanın en prestijli ilk on üniversitesinden biri oıan Princeton Edu yayınlarından
2021 Nisan ayında çıkacak olan TURKISH KALEIDOSCOPE'un  tanıtımı yayınlandı.
Yazar: Antropologist Jenny White, Çizer: Ergün Gündüz. "

Ergün Gündüz, elinde çizimlerini yaptığı grafik romanıyla çektirdiği fotoğrafının yanına işte cümleleri yazmış. Çok sevindim.

Niye çizgi roman değil, grafik roman denmiş peki?
Levent Cantek'in bir yazısısında okumuştum.
Çizgi romanlar  edebililik, sanat iddiası bulunmayan, daima kazanan,  başaran kahramanların hikayesidir diyordu. 
Grafik romanlar ise kahramanlarının ölebildiği, değişim geçirdiği insani hikayeler olduğunu söylüyordu.
Hatta günümüzde çizgi romanların daha yaygınlaşmasının sebebini grafik romanların başarısına bağlıyordu.
Grafik romanlar bu alana itibar getiriyor, piyasayı daraltmıyor çeşitlendiriyor diyordu.
Bu grafik romanı tüm merakımla bekliyorum.

Derhal ivedi acele en tez bi şekilde Türkçesi beklenmektedir.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Şubat, 2021, 19:07:34
(https://live.staticflickr.com/65535/50985072918_5db4757b4e_o.jpg)

Arkadaşımın gönderdiği kargo paketini açtığımda, içinden sürpriz kitaplar çıkınca ne sevindim anlatamam.
Hepsini kucaklayasım, tadasım, koklayasım, yiyesim geldi.

Şimdi ben böyle hissettim ya... Durdum bi... Dedim, bu sözlerin benzerlerini ben nerede okudum?  Zihnimden yuvarlanan sözler  tanıdık çünkü...

Hey! Hatırladım. Durur muyum? Hemen Bavul'un Ocak ayı sayısını elime aldım. Pürtelaş sayfaları çevirdim. İşte buldum.
Oğuz Alkan'ın sorularını, bir kaç ay önce Nişanlılar İçin Şarkılı Alfabe adıyla deneme kitabı yayımlanan Haydar Ergülen cevaplamış.

- Nasıl çıktı bu denemeler, diye sorunca, demiş ki:

- Yazmak ve okumak. En çok sevdiğim şeyler. Hatta okumak daha önde.
Okudukça yazasım, yazdıkça okuyasım geliyor. Böylece ortaya pek çok yazı, sonucunda da kitap çıkıyor.
Kitaplar da tıpkı şiir gibi doğanın parçası adeta.  Üzüm gibi, elma gibi, ceviz, zeytin gibi geliyor bana.
Besleyici, geliştirici, güçlendirici, renkleri, biçimleri güzel. Tadları, lezzetleri apayrı. Hepsini tadasım, koklayasım, yiyesim geliyor desem şaşırma!"

Murathan Mungan, "Edebiyat akrabalıkları, hiçbir zaman buluşup bir kahve içemeyeceğiniz insanların yeryüzüne dağılmış varlığını hatırlatır size.
Gene de asıl buluşmanın edebiyat olduğunu bilirsiniz." demiş ya...

Haydar Ergüden'le sanki akrabalığım varmış gibi hissettim.  Yazdıklarını aynen yaşıyorum çünkü. Çok haklı...
Her kitabın tadı, lezzeti apayrı. Hepsini tadasım, koklayasım,  yiyesim  geliyor desem şaşırmayın:)

Edebiyat akrabalığına inanıyorum. Edebiyata inanıyorum desem de şaşırmayın:D

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 28 Şubat, 2021, 13:47:32
(https://live.staticflickr.com/65535/50988738857_c3f76aa2f9_o.jpg)

Başkent Üniversitesinin  iç mimarlık ve çevre tasarımı bölümü akademisyenlerinden Ekin Can Seyhan'ın 2015 yılında yazdığı,
Superman Çizgi Romanlarında Tarih İçerisinde Tasarım Unsurlarının Değişimi adlı makalesine denk gelince, ekrandan  bakarak okumak yetmedi,
kağıda bastım, tüm merakımla, cümlelerinin altını  çize çize okudum.

Superman ilk kez, bir arabayı rahatlıkla havada tutabilen, insan üstü güçlere sahip  biri olarak, Action Comics'in 1938 tarihli ilk kapağında görülmüş. 
Oysa o tarihe kadar Action  Comics'te resmedilen kahramanlar, sıradan dünyalarda yaşayan sıradan insanların hikayeleriymiş.
Başka bir dünyadan olsa da,  Superman'ı dünyalı kılan, gündelik hayatla ilişkisini sağlayan ikinci kimliği vardır elbette. Bilirsiniz di mi?  Clark Kent :D

(https://live.staticflickr.com/65535/50988632586_70fd9bd2f1_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50988738832_5b299dd02e_o.jpg)

Ekin Can Seyhan, makalenin girişinde çizgi roman tarihini ve Superman'in tarihini özetlemiş. Hiç bilmiyordum.
Bugün bildiğimiz ilk çizgi roman, The Yellow Kid'miş.

1939'dan günümüze çizildiği dönemin siyasal, toplumsal, kültürel  ve bilimsel olayları hikaye eden Superman'in tarihi çok ilginç. 
1940'larda 2. Dünya Savaşı döneminde Superman, Amerikan  halkına vatan sevgisi aşılamaya çalışan bir rol üstlenmiş.
1947 tarihine denk gelen  kapakta bir elinde Hitler diğer elinde Mussolini'yi tutan bir Superman çizilmiş.
Savaşın ardından ortaya çıkan Feminist hareketlerden Superman maceraları nasibini almış.
1949 yılındaki bir sayıda,  Superman'in yapabileceği her şeyi yapabilen, Superman'le eşit güçlere sahip Louis Lane adındaki kadın kahraman çizilmiş.

(https://live.staticflickr.com/65535/50987926528_5e13af1908_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/50987926508_496d1fe6b0_o.jpg)

Böyle devam edersem, makalenin tamamını özetleyeceğim. Yoo... Çok uzar:)

Aslında en çok ilgimi çeken ne biliyor musunuz? Bir iç mimar ve çevre tasarımcısının, hobisi olduğunu düşündüğüm çizgi romanı  mesleki alanına taşıması. Şahane değil mi?

1939'dan günümüze, Superman maceralarındaki tasarım unsurları neler?
Binalar, arabalar, diğer taşıt araçları, telefon kulubeleri, iç mekanlar, kıyafetler hatta Superman amblemi zamanın ruhuna göre nasıl  değişmiş?

Resimlerle örnekler verilerek yazılan, Superman çizgi romanlarındaki tasarım unsurlarının tarihi içindeki (1938-2014) değişimleri adlı bu makaleyi, mimarlık ve tasarım tarihine hoş, populer bir bakış kazandırdığı için çok kıymetli buluyorum.

Ayrıca özgeçmişine baktım, Ekin Can Seyhan, 2017  benzer çalışmayı  Batman çizgi romanları üzerinden de yapmış. Batman'ciyim.
Tüh! dedim. Keşke önce Batman makalesini okusaydım. 2020 yılında ise tüketim kültürü perspektifiyle mekansal bir okuma: Dövüş Klubü başlıklı yazısını görünce iyice uçtuğumu söyleyebilirim.

Durmak yok. Akademisyenlerin takibindeyim:)

(https://live.staticflickr.com/65535/50987926468_dd6330a6c6_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 03 Mart, 2021, 11:18:43
(https://live.staticflickr.com/65535/51000141998_bc8ca43d6a_o.jpg)

Marteniçkayı biliyor musunuz?

Bulgar göçmeni bir arkadaşım öğretmişti. Mart ayı gelince, kırmızı ve beyaz yünlerden burarak yapılan, sonra dilek tutup bileğe takılan bir ip marteniçka. 
Lakin bütün ay  göğe bakarak gezmeniz gerekecek:)

Niye mi? 

İlk leyleği görünce bileğinizden çözeceksiniz, benim dileğim senin ürünün bol olsun diyerekten meyve verecek olan bir ağacın dalına iliştireceksiniz.

Rast gele... :)

(https://live.staticflickr.com/65535/51000141968_71ba06b8f9_o.jpg)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 04 Mart, 2021, 21:20:52
(https://live.staticflickr.com/65535/51004396988_961a66feb9_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/51004396978_f778cfb74d_o.jpg)

Tante Rosa'yı tanır mısınız? Sevgi Soysal'ın en sevdiğim öykü kahramanıdır.

Tante Rosa, yedi yılda üç çocuk doğurmuştur.  Günlerden pazardır.
Memesinde üçüncü çocuğunu emzirirken, pazar günü kiliseden dönen insanları seyretmektedir. 
Tante Rosa her pazar sabahı kaz kızartması, elma pastası ve kahveyi hazır eder.

Birinci çocuk ağlar, ikinci çocuk ağlar, bebek ağlar. Kocası kiliseden eve gelir.
Kaz kızartması her pazarınkinden iyidir. Elma tatlısı çok iyidir. Ev sıcaktır. Masa örtüsü kolalıdır. Kocasının saçları biryantinle ortadan ikiye ayrılıdır.

Tante Rosa'nın korsesi sıkmıştır. Odasına çekilir. Kapıyı içeriden kilitler. Kocası her pazar öğleden sonra yatak odasına gelir.
Bu kez kapı içeriden kilitlidir ya, şaşkınlık ve zorbalıkla Tante Rosa'nın kocası kapıyı yumruklamaktadır. Haykırmaktadır. 
O pazar kilise-kaz kızartması-elma pastası-karısının koynu düzeninin son halkası kopmuştur.
Adam yatak odasının kapısını yumruklamaktadır.

Bir mektup bırakır Tante Rosa arkada, biri emzikte üç çocuk bırakır. Kaz kızartması ve elma pastası yapmasını,
yemek masası örtülerini kolalamasını, dolapları yerleştirmesini öğrettiği hizmetçi kızını bırakır.
Margarita ekili küçük bir bahçe, tahta merdivenli, yüksek tavanlı, çalar saati bir ev bırakır,
her pazar sabahı kiliseye giden, her pazar öğleden sonra koynuna giren kocayı bırakır....
Çeker gider. 
Tante Rosa, çocuklarını ve kocasını bıraktığı için kilise tarafından afaroz edilir.

Birbirine bağlı on dört kısa öyküden oluşan kitap, küçük bir Alman kasabasında yaşayan,
aile, evlilik, annelik gibi kurumları, toplumun yüklediği rolleri sorgulayan, aykırı, farklı, cesur bir kadının yaşam yolculuğunun serüvenini anlatmaktadır.

Tante Rosa, zincirleme talihsizliklerini, mağduriyetlerini hiç yargılamaz.
Toplum kuralları umrunda değildir.  Beckett'in sözü misali,
hep dener, hep yenilir. Olsun. Gene deneyebilir. Gene yenilebilir. Daha iyi yenilebilir.
Tante Rosa böyledir.

"Tante Rosa, bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır."

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 06 Mart, 2021, 11:16:41
(https://live.staticflickr.com/65535/51009729187_83a3668745_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/51008922923_97093a6aa3_o.jpg)

Grafik romanın adı: Opera'nın Hayaleti. / Yazan: Onur Kutluoğlu & Umut Şumnu     /   Çizen: Onur Kutluoğlu. 

Acaba grafik roman meraklısı olduğum için mi bu kitabın peşine düştüm? Yoksa konusu mu yüreğime dokundu? 
Veya bir yüksek lisans tezi kapsamında hazırlanmış bir grafik roman olmasına bayıldığım için mi illa görmek istedim? Sanırım hepsi.

1923 yılında cumhuriyetin ilanından sonra, yurdun pek çok yerinde Türkiye'nin yeni yüzünün sembolü olacak binalar inşaa ediliyor. 
Lakin yeni yapılan kamusal binaların hepsinin projelerini  yabancı mimarlar çiziyorlar.

1933 yılında Ankara'da, iktisadi kalkınma hamleleri kapsamında, devletin kendi propagandasını da yapabileceği bir sergi evi binası açmaya karar veriliyor. 
Uluslararası Mimari Sergi Evi Yarışması düzenleniyor. Şartnamenin en önemli maddesi; modern bir yapı olması gerektiği. 
Yabancı ve Türk mimarlar projeleriyle katılıyorlar.

(https://live.staticflickr.com/65535/51009630061_7fc1df4bce_o.jpg)

1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olmuş, genç cumhuriyetin genç mimarı Şevki Balmumcu yarışmayı kazanıyor.
Cumhuriyetin yeni yüzünü gösterecek modern bir kamusal yapı projesinin, ilk kez bir Türk mimar tarafından yapılması mimarlık tarihi açısından çok önem taşıyor. 
Şevket Balmumcu büyük beğeni görüyor. Adı ve projesi gazetelerde, dergilerde geniş övgü topluyor. Bina 1933 ile 1948 yılları arasında sergi evi olarak kullanılıyor.

1948 yılında sahne sanatlarını halkla buluşturmak amacıyla Ankara'da bir mekana ihtiyaç duyuluyor. Ekonomik durum iyi olmadığı için sergi evini opera binasına çevirmeye karar veriyorlar.
Mimarlar odasıyla görüşülüyor. Bu değişimin binanın mimarı olan Şevki Balmumcu tarafından yapılmasının uygun olacağı söyleniyor. Şevki Balmumcu kabul ediyor.
Neden olduğu tam olarak bilinmiyor, iş Şevki Balmumcu'ya verileceğine, Alman mimar Paul Bonatz'a veriliyor.

Sergi Evi'nin Opera Binası'na dönüşümünün, projenin asıl mimarı olan Şevki Balmumcu'ya verilmemesi, üstelik Alman mimar tarafından 
projenin orijinal özelliklerini kaybetmesi, mimar Şevki Balmumcu'nun ruhsal dengesini yitirmesine sebep oluyor.

(https://live.staticflickr.com/65535/51009729127_a8bdf81be3_o.jpg)

On yıl önce, Türk mimarın zaferi diye göklere çıkarılan, modern Türkiye'nin simgesi diye alkışlanan yapı, on yıl sonra yeterince Türk değil, ulusal değil diye bir Alman mimar tarafından değiştiriliyor.
On yıllık zaman içinde, kendisi hayattayken böyle bir duruma tanık olmak elbette Şevket Balmumcu'yu çok üzmüştür.
Bu olaydan sonra bir daha Ankara'ya gitmemiş. Kalan ömründe kayda değer pek çalışması olmamış. 1982 yılında 77 yaşında vefat etmiş.

(https://live.staticflickr.com/65535/51009629966_326c27e9d2_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/51009729042_98929226b2_o.jpg)

Memleketimizde acaba kaç kişi bu yaşananları biliyordur?
Acaba Ankara'da Opera Binası'na giden kaç kişi opera binasının hayaleti misali sergi evinin ve mimarının hikayesini işitmiştir? 
Bu durum Onur Kutluoğlu'nun master tezinde, Dr. Umut Şumlu'ya birlikte bir grafik roman olarak hazırlamamış olsaydı, öğrenebilir miydim? Sanmıyorum.
Grafik roman olarak hazırlanan başka tez var mıdır acaba? Çok merak ediyorum. Çoğalmasını diliyorum.
Bu çalışmaların kültürel miraslarımızla  temas kurmamızı sağlayacağını, yurtdışında olduğu gibi memleketimizde de tarihi her taşa her yapıya sahip çıkmamız gerektiğinin önemini fark ettireceğine inanıyorum. Kendilerine çok  teşekkür ediyorum. Takiplerindeyim.

Türkiye'nin mimarlık tarihini, mimarlıkla hiç ilgim olmadığı halde, sıradan vatandaş olarak önemsiyorum.
Mimarlık tarihi, hepimizin kişisel tarihi aynı zamanda. İktidarların değişmesiyle, böyle hoyrat müdahalelere izin verilmemesi lazım.
Türkiye'de bir dönemden diğerine geçiş yapılırken  yaşanan kim bilir ne çok kırılma hikayeleri vardır.
Bunların gün yüzüne çıkması, konuşulması, populerleşmesi, duyurulmasının çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.

Daha çok mimarlık hikayeleri gün yüzüne çıksın diye, sizleri bu grafik romanı satın almaya davet etmek istiyorum. Bakınız, işte burada:   
https://lab.kovan.institute/ (https://lab.kovan.institute/)

https://www.youtube.com/watch?v=-FOkGvN_FNg (https://www.youtube.com/watch?v=-FOkGvN_FNg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hennessy - 06 Mart, 2021, 18:27:28
 Hayal Kahvem yazdıklarına hayran olmamak mümkün mü tabi ki hayır. Benim için en iyi polisiye romanlardan birinin yazarı olan Gaston Leroux'un  phantom of the opera bir başka versiyonunu görmek güzel

Onur resminin arkasında Kaptan haddock görmek başka güzel
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kedidiro - 06 Mart, 2021, 19:28:04
Böyle saklı kalmış hazinelerden haberdar olduğumda çok seviniyorum. Sağolun paylaşım için. Internet satış sitelerinde falan satışı yok galiba...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 06 Mart, 2021, 21:30:36
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 06 Mart, 2021, 11:16:41
Memleketimizde acaba kaç kişi bu yaşananları biliyordur?

Ben bilmiyordum, çok ilginç bir hikaye imiş.

Yazı için teşekkürler.


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hercai - 07 Mart, 2021, 14:36:06
Selâm hayal kahvem;
şimdi okudum paylaşımını.👍Onur Kutluoğlu ve Umut Şumnu'nun grafik romanla ilgili röportajları eserden daha çok ilgimi çekti...adetâ mutfağına girdik grafik romanın...çok açıklayı ve ilgi çekici.
Ankara Opera Binası'nda opera ve tiyatro oyunları izlemiştim...bir adı da, "Büyük Tiyatro" idi. Fakat, bu mimarî tasarımı aşamasındaki bu yaşananları bilmiyordum.
Bu yapının İkinci Ulusal Mimarlık Akımı'na uygun olarak 1948 yılında Paul Bonatz'ın tasarımıyla tamamlandığını okudum.
Röportajı görmemişim, internetten araştırdım üstüne üstlük.😄
Ben sevmem o binayı...soğuk gelir...bir yaratıcılık yok diye düşünürüm...Ankara'nın
gri binaları gibi...(yaratıcılık kısıtlanmamalı mimâride).
Hâlbuki, ne opera binaları vardır:
-1860 yılında, Saint-Petersburg'da barok tarzında yapılan Mariinsky Tiyatrosu;
"Don Kişot, Kuğu Gölü, Carmen"i orada izlemek! meselâ...
-Almanya,1746-1750 yılları arası inşa edilen, Margraves Operası
-Napoli/Le Teatro San Carlo,
Neoklasik tarzda yapılan
-Venedik/La Fenice,
Lirik sanatın en ünlü sahnelerindenmiş
-Paris/ L'opera Garnier...bir de!

Kim istemez ki buralarda opera /bale gösterileri izlemeyi...ritüellerine uyup, güzel bir kostüm içinde, elinde dürbünle ve tabikî locadan😊
Çetin Alp çıkıp "İşte, Opera" diye bağırmadıktan sonra.

Kitabı okumayı isterim, bu arada...

Yarın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
Şimdiden kutlu olsun, sağlıcakla...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Mart, 2021, 22:10:59
(https://live.staticflickr.com/65535/51082175413_bd7cb0d516_o.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/51000704854_93aff0996b_o.jpg)

İYİ Kİ DOĞDUN BAYAN YANI! NİCE YILLARA :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 16 Mart, 2021, 23:47:06
(https://live.staticflickr.com/65535/51016453895_6a5b401710_o.jpg)


O kadar ballıyım ki anlatamam. Bu yıl İstanbul Üniversitesi'nin Sosyoloji bölüme başlayınca, bu zamana kadar bilmediğim,
bilmediğim için ilgilenmediğim bambaşka bir mecrada, adeta Nazım Hikmet'in o güzelim şiirinin tadını hissediyorum.

Şair misali, beni ilk defa güneşe çıkardılar diyesim var.
Ve ben ömrümde ilk defa felsefenin, matematiğin bu kadar benden uzak,
bu kadar şahane, bu kadar geniş olduğuna şaşırarak kımıldamadan duruyorum.
Sonra saygıyla ekran başına oturuyorum. Dayıyorum dirseklerimi masaya. Öğreniyorum.

Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne iş güç, ne kovid, ne bloğa yazacağım yazım. Felsefe, geometri ve ben bahtiyarım!

Biliyorum, abarttım. Lakin... Yeminle bu hissiyattayım.

İnanamıyorum, ne istesem küt ekranıma düşüyor.
Hani Platon'un akademisinin kapısında "Geometri bilmeyen giremez" yazıyormuş,
hani evhamlı, vesveseli insanlara geometri, matematik  eğitimi alması önerilirimiş ya...
Merak ettim. Nereden başlasam diye düşünüyordum.

İşte buyrunuz.  Geçen hafta Nesin Matematik Köyü'nün online eğitiminde dört haftalık   Geometri Tarihi dersi başladı.
Ballı değilim de neyim? Teşekkür ederim Tanrım.

Dersin hocası, Can Ozan Oğuz matematik kültürünü yaymayı seven bir matematikçi.
"Dersi ücretsiz veriyorum, lakin Matematik köyünü destekleyin, bağış yapın," diyor. Çok haklı.
Bağışımı yaptım. İkinci haftayı tamamladım. Önümüzdeki haftayı iple çekiyorum.
Felsefe, geometri ve ben bahtiyarım. :)

(https://live.staticflickr.com/65535/51085639046_d87107a8f0_o.jpg)

Geometri Tarihi 1- Antik Dönem https://www.youtube.com/watch?v=Q1qU7Ladzkc (https://www.youtube.com/watch?v=Q1qU7Ladzkc)
Geometri Tarihi 2- Orta Çağ ve İslam Medeniyeti  https://www.youtube.com/watch?v=JZgYlZ_G3dg (https://www.youtube.com/watch?v=JZgYlZ_G3dg)

Matematik Köyüne  bağış https://nesinkoyleri.org/dersler/nesin-koyleri-hesap-bilgileri/ (https://nesinkoyleri.org/dersler/nesin-koyleri-hesap-bilgileri/)
Şiirin orijinali http://siir.me/bugun-pazar (http://siir.me/bugun-pazar)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Mart, 2021, 14:30:06
(https://live.staticflickr.com/65535/51016457950_10b985930a_o.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/51016457940_91bd08c2ea_o.jpg)

Geçen hafta John Steinbeck'in Kasımpatları adlı öyküsünü tatlı tatlı okuyordum.
Bir yandan, o kadar çiçek arasında yazar acaba neden kasımpatıyı seçti diye düşünüyordum.

Kitapta yazarın bir çok öyküsü vardı. Ne yalan söyleyeyim, okuduğum ilk öykünün sonuna sinir  oldum.
Of bu erkek yazarlar, dedim. Kapağını küt diye kapattım. Kitabı okumayı bıraktım.

Bu hafta bir kadın yazar tarafından ana dilimde yazılmış şahane bir polisiye roman okudum. Elçin Poyrazlar'ın Ecel Çiçekleri.

Memleketimde her gün duyduğum  kadına yönelik şiddette inat,  kadınlar kurban değil bu kez.

Ne bu abicim, kadın hep akıl çelen, hep fettan, hep kötüye teşvik eden, hep yasak elmayı yediren, hep zavallı,
  hep dövülen, hep aciz, hep cinayet nesnesi,  hep kurban.
Acaba kimler yazıyor, kimler doğruymuş gibi inandırıyor, kimler akıllara işliyor bunları?

Elçin Poyraz da tamam, buraya kadar, demiş olmalı.

Ecel Çiçekleri'nde  başkahramanı Suat Zamir'i  kadın polis yapmış.

İstanbul'da seri  işlenen cinayetler var. Gerçek hayatta olduğu gibi kadın cinayetleri devam ediyor.
Aynı süreçte erkekler, hadım edilerek ardı ardına öldürülmeye başlıyor.
Öldürülmüş adamların yanına hep kasımpatı bırakılıyor.
Niye kasımpatı peki?

Yoo... Benden de bu kadar...  Nasıl denir? Merak eden, kitabı alıp okur:)

Yeminle film gibi roman... Sürekliyici. Bence filmi yapılmalı. Ve illa bu romanın devamı olmalı.

Bayıldım.  Kalemine kuvvet sevgili yazar.

(https://live.staticflickr.com/65535/51000718679_9909a2d9fd_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Mart, 2021, 19:44:50
-BİLMECE 1-

Bay Kahverengi, Bay Yeşil ve Bay Siyah öğle yemeğindedirler. Biri kahverengi, biri yeşil, biri siyah kravat takmaktadır.

Yeşil kravatlı adam "Fark ettiniz mi, kravat renklerimiz soyadlarımızla uyumlu ama hiçbirimiz soyadımız olan renkte kravat takmamışız" der.

Bay Kahverengi onaylar.

Her bir adam hangi renk kravat takıyordu?



-BİLMECE 2-


Aşağıdaki dokuz noktanın hepsinden geçecek şekilde kalemi kaldırmadan dört çizgi çizebilir misiniz?

.   .   .

.   .   .

.   .   .



-BİLMECE 3-

On kırmızı, on mavi çorap karışık olarak çekmecededir. Bu yirmi çorabın renkleri dışında bütün özellikleri aynıdır. Oda zifiri karanlıktır.
Bu koşullarda çekmeceden bir çift aynı renk çorap almak istiyorsunuz. Çekmeceden en az kaç çorap aldıktan sonra kesinlikle aynı renk bir çift çorabınız olur?

EĞLENCELİ MATEMATİK BİLMECELERİ/MARTIN GARDNER

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 22 Mart, 2021, 22:03:14
Darkwood'un tüm davulları adına...

Kimse bilemedi mi bu bilmeceleri?  ??? :D

(https://1.bp.blogspot.com/--DOLWyLQOcg/YFZVReH-ibI/AAAAAAABAIk/t5AETCunjOADJKkKbMmdvqMr4Kl4DaTMQCLcBGAsYHQ/w195-h200/soru.jpg)

Birini cevaplayayım mı?

-BİLMECE 2-

Aşağıdaki dokuz noktanın hepsinden geçecek şekilde kalemi kaldırmadan dört düz çizgi çizebilir misiniz?

(https://1.bp.blogspot.com/-074VqvZDYTI/YFZUfQUwW3I/AAAAAAABAIc/E30ZFxYnY-wcDVEYWC6bgkS5ro971KhlgCLcBGAsYHQ/w200-h157/%25C3%2587%25C4%25B0ZG%25C4%25B0.jpg)

(https://1.bp.blogspot.com/-sfwFwQ4yA18/YFZS-oDFwzI/AAAAAAABAIU/-JD1ucVoV-8CNOgDq2uRZPTvzdznQzcWACLcBGAsYHQ/w200-h168/soru.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 31 Mart, 2021, 13:22:16
1 ve 3 numaralı bilmecelerin cevaplarını da alalım Hayal Kahvem  8)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 31 Mart, 2021, 13:42:45
1-ÇÖZÜM:Bay Kahverengi siyah, Bay Siyah yeşil, Bay Yeşil kahverengi kravat takıyor.
Kahverengi, kahverengi kravat takamaz çünkü öyle olsaydı soyadıyla aynı olacaktı.
Yeşil kravatta takıyor olamaz çünkü bu renk kravat ona soru soran adamdaydı. Bu yüzden Bay Kahverengi'nin kravatı siyah olmalıdır.

Bu da Bay Siyah'ın yeşil, Bay Yeşil'in kahverengi kravat taktığını gösterir.

3-ÇÖZÜM: İlk ikisi eşleşmediyse üçüncü çekilen mutlaka önce çekilen iki çoraptan biriyle eşleşecektir. Cevap üçtür.

GİZLİ NOT: Hanac, çizgi roman forumunda üstelik edebiyat muhabbetleri'nde matematik bilmecesinin ne işi var di mi? :D
Valla, bir matematik çekmecesi mi açsam acaba, matematik'e derinlemesine dalıyorum:)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 31 Mart, 2021, 13:51:29
(https://live.staticflickr.com/65535/51092201242_54d565e7d2_o.jpg)

Psikiyatr Gülcan Özer'in ilişkilere zarar veren 7 günahı anlattığı TEDXTALKS konuşmasına denk geldiniz mi bilmiyorum.
Kendisine bayıldığım için bilumum söyleşilerini yakından takip ederim. İşte bu videoda, hocası anotomi profesörü Sami Zan'ın  dönemin ilk dersinde:

-Kızlarım sözüm size, koca terbiye edilmez, terbiyelisi alınır.
Eğer ben bu adamla ilişkiye gireyim, beğenmediğim yönlerini  nasılsa zaman içinde değiştiririm diye düşünüyorsanız, sakın o ilişkiye girmeyin, dediğini söylüyordu.

Gülcan Özer konuşmasının devamında,  elbette insan değişir. Lakin proje haline getirip zorladığınızda, benlik ve bünye direnç koyacak ve kendini koruyacaktır, diyordu.
Oysa Jung'un söylediği gibi bir adamın ve bir kadının ilişkisi kimyasal bir tepkimeye benzer.  Eğer tepkime gerçekleşirse her ikisi de kılık değiştirir.
Bu şu demek diyor Gülcan Özer, gönül gönle değerse zaten o tepkime kendi seyri ve süreci içinde olur. 

Çok haklı, demiştim kendi kendime. Zorlama arkadaşım. Olmasa da olur:)

https://www.youtube.com/watch?v=6Hi9UW76zOU (https://www.youtube.com/watch?v=6Hi9UW76zOU)

(https://live.staticflickr.com/65535/51092108876_c5ea21e861_o.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/51092108861_ca7ea058df_o.jpg)

Kitapçıda adını daha önce hiç duymadığım Aslı T. Kızmaz'ın Olmasa Da Olur adlı kitabının arka sayfasını okuduğumda, psikiyatr Gülcan Özer'in işte bu söylediklerini hatırladım.
Kitabın arka sayfa yazısı şöyleydi:

"Biz kadınlar bazan en başından olmayanı oldurmaya çalışıyoruz. El attığımız her şeyi düzelteceğimize o kadar inanıyoruz ki 
'onu da' düzelteceğimize emin oluyoruz. Ama eşek kadar adamlar değişmiyor, olmayandan da olmuyor. 
Ve evet ne yazık ki bizim bunu anlamamız için iyice sarsılmamız  gerekiyor. Farkındayım çok zor; üzücü, gurur kırıcı, yorucu, sıfırlanmak...
Ama emin olun şahane yanları da var..."

Aslı T. Kızmaz ikinci romanında kendi ayakları üzerinde duran, hiç olmazsa buna çabalayan, sonunda "olmasa da olur" diyen deli dolu bir kadının ayrıksı hikayesine odaklanıyor."

Yazarın ilk kitabının adı Benden Ne Olur'muş. Valla ben ikinci kitabı Olmasa da Olur'a denk geldim. Hiç düşünmedim. Hemencik satın alıverdim.

Çünkü son zamanlarda, ayaklarımı altıma alıp,  tatlı tatlı muhabbet ediyormuşum gibi, bir kadın yazarın kadın hallerini kadın halimle okumayı çok seviyorum.

Kitabı var ya, bir solukta okudum. Sahiden şen şakrak üslubuyla film gibi bir roman yazmış  Aslı T. Kızmaz. 
Bu romanın filmi çekilir mi bilmem lakin  romanı bir film seyrediyormuşum gibi okuttuğu için yazara çok teşekkür ederim:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 02 Nisan, 2021, 17:59:36
(https://live.staticflickr.com/65535/51092114526_4149babab8_o.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/51092657928_62779699af_o.jpg)

Soldaki, 1884-1951 yılları arasında yaşamış, Türkiye'nin ilk modern ruh sağlığı hastanesini kuran,  ruh ve sinir hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Mazhar Osman.
Sağdaki, tıp ve psikiyatri tarihçisi, Acıbadem Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatih Artvinli.
Memleketimin  iki bilim insanı.

Fatih Artvinli'yi,  Medyascope'taki, "Doç. Dr. Fatih Artvinli ile söyleşi:
"Bir yıl önce 30'uncu ölüme verdiğimiz tepkiyi bugün 30 bininci ölüm için vermiyoruz" başlıklı videosunu seyredince öğrendim.   

Durur muyum? Bilumum video ve podcastlerini dinlemeye, makalelerinin okumaya başladım.
Türk Psikiyatri Dergisi, Fatih Artvinli'nin Bir İhtimal Daha Var: Uyku Hastalığı Salgını başlıklı yazısını yayınlamış.
Bu yazıda, günümüz Covid-19 pandemisinin, hem klinik hem de tarihsel açıdan geçen yüzyılın İspanyol Gribi pandemisiyle karşılaştırıldığını yazıyor.

İspanyol  Gribi pandemisi, 1918 ile 1920 yılları arasında yaşanmış. O sırada 2 milyardan az olan dünya nüfusunun üçte birini hasta etmiş.
Tahminen 20 ile 50 milyon kişinin ölümüne sebep olmuş. Aynı yıllarda devam eden 1. dünya savaşından daha çok can almış. 
İlk antibiyotiğin 1928 yılında bulunduğunu, ilk grip aşısının 1940'larda kullanılmaya başlandığını hatırlamak lazım. 
Doğrusu  yüz yıl önce bu denli vahim bir grip salgının yaşandığını, covid pandemisi sebebiyle öğrenmiştim.   

İspanyol Gribi pandemisi ve Covid 19 pandemisinin iki ortak özelliği;  "maske kullanımı" ve "sosyal mesafe kuralı"diyor Fatih Artvinli.
Peki İspanyol Gribi pandemisinde yaşananlar tarihsel bellekte saklanmış mı? Hastalığın oluşma, etki mekanizması nasıl işlemiş biliniyor mu?
Bunca yıl sonra hastalığın bedensel ve ruhsal etkileri hakkında bütünüyle bilgi sahibi miyiz?
Tıp tarihçimiz, henüz bütünüyle bilgi sahibi olmadığımızı yazıyor.

İspanyol Gribi pandemisi sürecinde ve sonrasında hatırı sayılır ölçüde bir başka tıbbi tartışma olduğunu yazmış Fatih Artvinli.
"EL" (ensefalit letarjik) ya da Türkiye'de yaygın adlandırma ile "uyku hastalığı salgını".
Baş ağrısı, keyifsizlik, huzursuzluk ve sürekli uyuklama hali hastalardaki tipik belirtilermiş.
Bir iki gün sonra üç temel belirti görülüyormuş: uyku, çift görmek ve ateş.
Hasta gece gündüz uyumaya başlıyor, bazısı ise uyuyamıyor,  gözkapakları kapalı şekilde yatıyormuş.
Uyku hastalığına pandemi demişler, çünkü 1926 yılından 1930'lara kadar tüm dünyada yaklaşık 1 milyon kişinin hastalıktan etkilendiği tahmin ediliyormuş.

Tıp  tarihçimiz Doç. Dr. Fatih Artvinli'nin yazısından öğrendim.
1920-1924 yılları arasında  Prof. Dr. Mazhar Osman Uyku Hastalığı hakkında 34 yazıdan oluşan tefrika kaleme almış.
1925 yılında ise bu yazıları içeren Uyku Hastalığı Salgını isimli kitabı yayımlamış.
Bu kitabın dünyada bu hastalıkla ilgili yazılan ilk kitaplardan biri olduğunu söylüyor. 
Mazhar Osman'ın  bu dönemde, uyku hastalığı salgınıyla  derininden ilgilendiğini hatta İspanyol Gribinin neredeyse uyku hastalığından ibaret olduğunu iddia ettiğini belirtiyor.

İspanyol Gribi ile nörolojik bozukluklar ve uyku hastalığı ilişkisi uzun yıllar tarih araştırmalarına konu olmadı, diyor Fatih Artvinli. 
İspanyol Gribinden sağ kalan insanların beyanları incelenmiş.
Akıl hastanelerine ilk defa yatırılan ve gribe atfedilen ruhsal bozukluklara sahip hastaların oranının pandemiyi takip eden 6 yıl boyunca yıllık ortalama 7,2 kat arttığı görülmüş.
İspanyol Gribi pandemisinin ortaya çıkışından dört yıl sonra uyku hastalığı vakaları zirve yapmış. Yani aralarında eşzamanlılık olduğu gözlenmiş.

Covid 19 ile ilişkili sistematik derlemelerde temel nörolojik belirtiler ve bozukluklar; koklama duygusunun azalması, başağrısı, halsizlik, değişen bilinç durumları vs. olduğunu biliyoruz.
Dünyadaki diğer tıp tarihçileri  de, Fatih Artvinli'nin  Türk Psikiyatri Dergisi'ne gönderdiği yazı  gibi bu  tarihsel olasılığa,
virüsün uzun vadede yaratacağı potansiyel nörolojik belrtilerin hafife alınmaması gerektiğini belirtiyorlarmış.

Yazılacak o kadar çok şey var ki. Mesela, Fatih Artvinli'nin üç ay önce Aralık 2020 yılında yayımlanan makalesinin başlığına bakar mısınız?
Türkiye'de Salgın Yönetimi: Kurumsallaşma ve Kurumsal hafıza Sorunu.
Covid 19 pandemisi sebebiyle, 1928 yılında açılan,  83 yıllık kurumsal hafızaya sahipken, 2011 yılında kapatılan Hıfzısıhha Enstitümüzle'yle,
günümüzde ülkelerine pandemide destek veren 130 yıllık Almanya'daki Robert Koch Enstitüsü ve 133 yıllık Fransa'daki Pasteur Enstitüsü'yle ilgili ibretlik bir mukayeseli  bilgilendirme yapmış.
Önerilerilerini sıralamış. 
Belli ki, tarihi ve bağımsız kurumların adının  sembolik  ağırlığının,  gerçek işlevinden bile çok daha güçlü olduğuna,
varlığı ile yokluğunun farkına varılmasına dikkat çekmek istemiş. Academia'daki yazısının linkini aşağıya iliştirdim. Müthiş.

Doç. Dr. Fatih Artvinli'yle aynı memlekette, aynı zaman diliminde yaşadığım için içim umut doldu. 
Kitap, video, makaleleriyle  birlikte memleketimin   şahane bir akademisyenini daha takibe aldım. Mutluyum.

(https://live.staticflickr.com/65535/51092657898_905fcaeef9_o.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/51092195049_06bbc49654_o.jpg)

"Soldaki, sipariş ettiğin Fatih Artvinli'nin kitabı, anladık. Peki sağdaki film afişinin burada işi ne," diye soracak olursanız, sevgili tıb tarihçimiz:
"EL hastalığı(uyku hastalığı), aslında (ingiliz nörolog) Oliver Sacks'ın, 1973 yılında yayımlanan Awakenings (Uyanışlar) kitabına konu olmuş
ve eser 1990 yılında Holywood'a uyarlanmıştı." diyor.  Durur muyum? Seyrettim. Tavsiye ederim.

http://submission.turkpsikiyatri.com/MGSDosyalar/Yayinlanmamis/TPD20041ARTVINLImektupB-3b1cig.pdf (http://submission.turkpsikiyatri.com/MGSDosyalar/Yayinlanmamis/TPD20041ARTVINLImektupB-3b1cig.pdf)

https://medyascope.tv/2021/03/30/doc-dr-fatih-artvinli-ile-soylesi-bir-yil-once-30uncu-olume-verdigimiz-tepkiyi-bugun-30-bininci-olum-icin-vermiyoruz/ (https://medyascope.tv/2021/03/30/doc-dr-fatih-artvinli-ile-soylesi-bir-yil-once-30uncu-olume-verdigimiz-tepkiyi-bugun-30-bininci-olum-icin-vermiyoruz/)
https://acibadem.academia.edu/FatihArtvinli (https://acibadem.academia.edu/FatihArtvinli)



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 03 Nisan, 2021, 19:21:43
(https://live.staticflickr.com/65535/51092216857_3ff04af6fe_o.jpg)
yaşamak bazen..
doğru yerde doğru zamanda olmak
ve fekat ama ancak
yanlış hayata ve eksik insanlara
toslamak


(https://live.staticflickr.com/65535/51092216792_951219e403_o.jpg)
yaşamak bazen..
sorusuz okkalı bir cevabın d) hiçbiri
e) hepsi şıkları arasında çaresiz
kalakala durmak


(https://live.staticflickr.com/65535/51092668373_b17035682e_o.jpg)
yaşamak bazen..
burnundan nefes alırken
ne kadar zorlasan da bir türlü
konuşamamak


(https://live.staticflickr.com/65535/51092205699_4a1f4da66d_o.jpg)
yaşamak bazen..
ömrünün gelişme ve sonuç bölümlerini
eveleye geveleye patinaj yaparak
giriş bölümünde harcamak


sözler - metin üstündağ/bir delinin mal beyanı kitabından
fotoğraflar - brooklyn'e son çıkış filminden
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 10 Nisan, 2021, 21:57:36

(https://live.staticflickr.com/65535/51109209132_8478d02231_o.jpg)

Aşağıdaki soruyu çözmeliyim.
Bilenlerden yardım rica edebilir miyim:) ::)


52 kağıtlık iskambil destemiz var.
Desteği ikiye ayırdık.
26'sı sağda. 26'sı solda.
Sağdaki desteği soldakilerin birer altına koyacağız.
Gene desteği ikiye ayıracağız.
Gene sağdaki desteği soldakilerin birer altına koyacağız.
Gene desteği ikiye ayıracağız.... Gene....

Kaç defa karıştırdıktan sonra deste ilk haline gelir?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Nisan, 2021, 14:33:26
(https://live.staticflickr.com/65535/51122730074_8884f719d5_z.jpg)

"Oğullar oğulluklarından sessizce çekilmesini bilmelidir abiler."
Ece Ayhan/Mor Külhani

Hava  atmaksa atıyorum... Sosyoloji kitaplarımı aldım... Fotoğraf çekmek niyetiyle koltuğun üzerine sıraladım.
Pandemi döneminde İstanbul Üniversitesi'nin  ikinci üniversite kapsamında Sosyoloji bölümüne kayıt oluverince...
Off... Yeminle ben beni  tanıyamıyorum. Yepisyeni mecralara akıyorum. Dersler, konular, kitaplar uçuruyor beni... 
Talebe, talep eden demekmiş.  Sosyoloji bölümünün talep edeniyim. Talepkârım...  Ve  çılgın gibi heveskârım.

Demem o ki;  evet... Talepkârım... Heveskârım... Hatta... İltifatkârım... Cefakârım... Azimkârım... Sebatkârım...
Hahha...  Vallahi bambaşka yazı yazacaktım. Bu kelimeler aklımı aldı... Nasıl desem?  Efsunkârım... Zülfikârım...
Hatta tehditkârım... Günahkârım. Tövbekârım. Hürmetkârım.  Du bi... Kürdilihicazkârım... 
Sanatkârım...  Bestekârım...  Aşikârım. Üstüne üstlük  feci sakarım...
Veee... Tutmayın beni... Bu kitaplara şimdi ben...  Şakır şakır akarım:)

NOT-

Aslında, ne yazacaktım acaba?

Du bi! Ece Ayhan'ın bir dizesiyle başladığıma göre,  Sosyoloji dersinde feci ilgimi çeken Toplumsal Cinsiyet kavramı, 
Toplumsal Cinsiyet kavramında Kadın değil de  Erkek vaziyetleriyle ilgili muhabbet edecektim besbelli. 

İşte bu rotada  yol alacaktım ki, kelimelerin illüzyonuna kapıldım.

Hımm... Galiba bu geçersiz bir çıkarım. Ölçüsüz aktarım.
Ekolojik olmayan tarım. Hatta döngüsel tasarım.  Ve de içeriksel onarım.

Uzatmayayım. Ayıptır söylemesi, bazan böyle saçmalarım:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hercai - 17 Nisan, 2021, 17:17:29
 
  Sosyoloji ve psikoloji grift bilim dallarıdır; insanın ve toplumun  şifrelerini çözen.
  Her olay ve olguyu bu pencereden görmeye çalışırım...tabi bu pencere ne kadar aralıksa ve ne kadarını görebiliyorsam. İki alan da, debi derya misali...hevesinin bitmemesini diliyorum.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Nisan, 2021, 18:24:23
Karamba Hercai, çok haklısın sosyolojik bakış bana bi baktı kalbimi yaktı. Derslerin kemendini boynuma taktı :D

Hele bi görsen beni... Eleştirel erkeklik incelemeleri üzerine araştırmalara daldım son zamanlarda... . Sen ne düşünüyorsun acaba?
Okumakta olduğum kitabı yazayım... Üzerinde konuşuruz belki, ne dersin?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Nisan, 2021, 22:13:49
(https://live.staticflickr.com/65535/51122987146_ee84d832b9_o.jpg)

Doç. Dr. Çimen Günay-Erkol, ODTÜ Maden Mühendisliği bölümünden mezun olmuş.
Bilkent Türk Edebiyatı bölümünde  Suat Derviş üzerine yazdığı tezle yüksek lisansını almış.
Hollanda Laiden Üniversitesi'nde 12 Mart romanları üzerine olan teziyle doktorasını tamamlamış.
Yaralı Erkeklikler !2 Mart Romanlarında Yalnızlık, Yabancılaşma ve Öfke adıyla tezinin kitaplaştırıldığını öğrendim.

Toplumsal Cinsiyet kavramı ve eleştirel erkeklik çalışmaları son zamanlarda ilgimi çekince, bu konuların piri Çimen Günay- Erkol'a denk gelmemem mümkün değildi.
Aşağıda bir kaçının linkini eklediğim videolarda tatlı tatlı anlatıyor. Dinlediklerim meraklandırdı. Hemen kitabını sipariş ettim. Hey!  İşte geldi.

(https://live.staticflickr.com/65535/51123784445_0457d86874_o.jpg)

Kitabı henüz okumadım. Arka sayfasında,  "Doç. Dr. Çimen Günay-Erkol, Yaralı Erkeklikler'de güce tapılan bir atmosferde, istikrarlı bir erkeklik arayan ama
bunun ne demek olduğunu göremeyen erkeklerle dolu 12 Mart romanlarını erkek kimliklerine getirilen yeni ve güçlü bir eleştiriyle ele alıyor."  diye yazıyor.
Acayip ilgimi çekti.

Çok ilginç,  ilk kez  erkeklik üzerine kafa patlatanlar feministler değilmiş.
Çimen hocanın bir videosunda dinlemiştim.
Avustralya'da işçi hareketleri, sendikalar üzerinde çalışmalar yapan bir sosyolog, liselerdeki akran zorbalıklarını araştırırken cinsiyet rollerini incelemeye başlamış.
Kendinden zayıf olana zulum yapan erkeklik halleri. Erkeğin erkeğe zulmü.

Erkekliğin oluşmasındaki mekanizmalar neler? Erkeklik belli ön kabullerle mi oluşuyor? Aile, okul, sokak, medya, devletin rolü ne?
Cinsiyetçi sistemde  kadının da erkeğin de yara aldığı besbelli.  Dünyada, memleketimizde gördüğümüz eşitsizlikler,  kadın cinayetleri,
erkeğin erkeğe yaptığı zorbalıklarlar hakkında erkekler neler düşünüyorlar mesela? 

Doç. Dr. Çimen Günay-Erkol memleketimin değerli bir akademisyeni.
Anlattıkları, yazdıkları, dünyayı, hayatı, kitapları yepyeni bakışla okuma yapmama yardımcı oluyor.
Gözümü ve zihnimi açıyor. Toplumal cinsiyet eşitliğinin gerçekleşmesi için kadınlık kadar  eleştirel erkeklik çalışmalarının farkındalığına dikkat çekiyor.
Önemsiyorum. Doç. Dr. Çimen Günay-Erkol'u yakınen takip ediyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=Oq_QVD9qVLI (https://www.youtube.com/watch?v=Oq_QVD9qVLI)

https://www.youtube.com/watch?v=aSjGBhug22w (https://www.youtube.com/watch?v=aSjGBhug22w)

https://soundcloud.com/medyascopetv/sehir-hepimizin-12-mart-romanlarinda-kent-ve-yabancilasma-konuk-cimen-gunay-erkol (https://soundcloud.com/medyascopetv/sehir-hepimizin-12-mart-romanlarinda-kent-ve-yabancilasma-konuk-cimen-gunay-erkol)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hercai - 18 Nisan, 2021, 16:26:59
Hayal Kahvem kitabın ilgimi çekti...çekmemesi mümkün mü? Tellioğullarının ve Seferoğullarının birbirini ateşlediği forumda, sanıyorum aktif paylaşım yapan iki kadın üyeyiz! Bir çok paylaşımlarımızda da, yanlız başımıza çalıp-söyleriz...
Benim elimde şu an Mehmet Halil Arık'ın "Mahallenin Ebeleri" adlı romanı var...
                   .........................
  "Kurtuluş Savaşı sonrası, yarılarını cephelerde bırakmış acılı bir kuşak miras kalmıştır Osmanlı'dan taze Cumhuriyet'e. Bir uçları köhnemiş Osmanlı'da, bir uçları taze Cumhuriyet'te. Eski ile bağlarını koparıp erememişler yeniye. Kalakalmışlar ortada. Ninelerimiz...Büyükannelerimiz...Gocanalarımız...Kestirmeden, 'Ebe' derdik biz onlara.
Toplumun dişi Dede Korkut'ları...Ak dastarlı bilgeleri...Cepheye gönderilenlerin geride kalan yarıları...
Tarihin salt cephede yazılmayacağının kanıtları ve tanıkları onlar.
Cephe gerisi de cephe kadar açlık, sefalet ve acı yüklüdür.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş döneminin Anadolu'sudur bu tablo."

Yarısındayım henüz;
Çizgi roman/Grafik roman gibi değildir nesir romanlar. Daha fazla vakit, ilgi ve sabır demektir aynı zamanda...ama ben çok severim onları.
Bir Tutunamayanlar'ı, Orta Direk'i, Suç ve Ceza'yı okumak... daha bir çoğu gibi! İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası meselâ...
Yazar çizgi romanlardaki gibi şablonları sokmaz kafamıza...tasvir eder, biz o dünyayı kendimiz kurgularız..."armut piş, ağzıma düş" okurlardan değilizdir bu romanlarda.
Admin beni kovmadan, uzayayım yavaşça!🤫😄

 
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Nisan, 2021, 13:05:03
Karamba Hercai,  yazdıkların için teşekkür ederim. 

Mahallenin Ebeleri'ni hiç duymamıştım. İlgimi çekti.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Kinowa59 - 19 Nisan, 2021, 18:39:04
Merhaba dostlar. Bugün kitaplık düzenlemesi yaparken birşey farkettim. Yazılı edebiyat alanında açık ara Remzi Kitabevi yayınları var. İkinci sırada İletişim yayınları, üçüncü Doğan kitap, dördüncü YKY ve beşinci sırada sayı olarak SS yani Alfa yayınlarının bir markası olarak Everest yayınları var. Yazılı edebiyat a ilgili olan değerli dostlarımıza şunu sormak istiyorum. Ben anı, biyografi, siyasi ve yakın tarih, roman, hikaye dalında kitap alacağım zaman öncelikle yayınevine ve yazarına bakıyorum. Sonra ( yabancı yazarların) çeviriyi hangi çevirmenin yaptığına ve en son Fiyatına bakıp uygun görürsem satın  alıyorum. Acaba diyorum siz dostlarımızın da böyle bir tarzı varmı. Selam ve saygılarımla.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Tuco Ramirez - 19 Nisan, 2021, 19:14:47
Benim kitaplarımın çoğunluğunu sırasıyla İş Bankası, YKY ve Can Yayınları oluşturuyor. Benim birinci önceliğim çeviri, baskı kalitesi ve fiyat. Bunları da bu yayınevleri (Can yayınlarının kağıt kalitesi ve kapaklarını pek beğenmesemde) karşılıyor. İletişim, Remzi, Everest fiyat performans açısından daha zayıf kalıyor bana göre.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Nisan, 2021, 22:24:22
Karamba Karambita çizgi roman sevdalıları,

Acaba istediğim kitabı yayınevine bakmaksızın mı alıyorum? İstediğim kitap hangi yayınevindeyse, oraya mı dalıyorum?
Ben ne yapıyorum acaba? ??? ::) :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 25 Nisan, 2021, 22:47:09
(https://live.staticflickr.com/65535/51141343069_cae2db6b65_o.jpg)

Adları 1, 2, 3, 4, 5 olan beş akıllı korsan 100 altın bulmuş. Bu 100 altını korsanlar şu yöntemle paylaşacaklar:
En küçük numaralı korsandan başlayarak, her korsan sırası geldiğinde bir paylaşım önerecek.

Öbür korsanlar paylaşımı kabul edip etmediklerine dair oy kullanacaklar.

(%50-%50 oylama da öneri kabul edilecek.)

Eğer paylaşım oyçokluğuyla kabul edilirse oyun bitecek.

Eğer paylaşım kabul edilmezse paylaşımı öneren korsan denize atılacak ve paylaşım önerme sırası bir sonraki korsana geçecek. 

Birinci korsan nasıl paylaşım önermelidir?

(https://live.staticflickr.com/65535/51139896022_20bc410c35_o.jpg)

-NOT-

Felsefe okumaları yapmak, matematiğe rota kırmamı sağladı. 
Prof.Dr. Ali Nesin'in Matematik ve Sanat, Matematik ve Oyun adlı kitaplarına dokunmasam, göz gezdirmesem olmazdı.
Ali hoca matematik ve Oyun'un önsözünde diyor ki: "Çoğu kişi matematiksel araştırma yapmak için çok bilmek gerektiğini sanır. 
Bu doğru değildir. Özgün bir çalışma yapmak için biraz bilmek gerekiyorsa da, amatör bir matematikçinin
matematikten zevk almak ve araştırma yapmak için fazla matematik bilmesine gerek yoktur." Hoş değil mi? Tam benlik!

Matematiksel araştırmadan zevk alabilmek için ilkokul bilgisi bile yeterlidir diyor, Ali Nesin. 
Önemli olan düşünmek, çalışmak ve inatçı olmaktır, diyor. Üstelik matematik yapmak illa bir soruyu çözmek demek değildir.
Yanıtlamadan, sorunun güçlüğünü kavramak da matematik yapmak demektir.
Soruyu kavramak, soruyu değişik açıdan ele almak, değişik bir bakış açısıyla bakarak sorgulamak mühim demek ki. Şahane!

Yukarıda bir örneğini yazdığım matematik problemleriyle cebelleşmeyi sevdim.
Ben sevdim belki okuyan birileri de problemi sever, soruyu kavrar, değişik bir bakış açısıyla sorgular diye Matematik ve Sanat kitabının 43. sayfasından baka baka buraya yazıverdim.:)

Ben bu problemi okuyunca, Karayip Korsanları gözümün önünde canlandı.
Film afişindeki beş korsan 100 altın bulmuş olsalar, acaba yukarıdaki probleme göre 100 altını nasıl paylaşırlar diye hayal ettim.
Elbette hayal ettiğim paylaşım, bu sorunun cevabı değildi:)

Sonra aldım elime kağıt kalem. Problemi yazdım, çizdim. Çözüme göz gezdirdim.
1. korsanın nasıl paylaşım önereceğini  buluverdim. Sevindim:)

(https://live.staticflickr.com/65535/51141673735_9038c56dc6_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 29 Nisan, 2021, 21:48:52
(https://live.staticflickr.com/65535/51163159316_f7ddd06d8b_o.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/51162495112_76eea3dcd3_o.jpg)

Yılların çizgi roman sevdalısıyken, felsefe, matematik, mantık okumaları yolunda emekleyen bir meraklı olarak Logicomix'i okumasam olmazdı. Aldım. Okudum.

Maceranın en başında kitabın anlatıcısı matematikçi Apostolos, arkadaşı Hristos ile buluşuyor.

(https://live.staticflickr.com/65535/51163980619_0abb034d90_o.jpg)

Apostolos'un amacı çizgi roman yoluyla 1872-1970 yılları arasında yaşamış, İngiliz filozof, matematikçi, tarihçi, mantıkçı Bertrand Russell'ın yaşam öyküsünü anlatmak...
Hatta öyle bir çizgi roman hazırlayacak ki, romanda adı geçen kahramanların hepsi mantıkçı olacak.

Anlatıcımız Apostolos, iki arkadaşıyla hikayeyi toparlıyor.
Şimdi bilgisayar kuramı, matematiksel mantık uzmanı olan bilim adamı arkadaşı Hristos'a öyküyü anlatmak ve fikrini almak istiyor.

İşte hikaye böyle bir niyetle başlıyor.

(https://live.staticflickr.com/65535/51163194686_f4eac09acc_o.jpg)

Nanananoom... Çizgi roman... Ve  matematik... Ve mantık...  Veee... Ben.

Valla enseyi hiiç karartmadım. En cahil cesaretli edamı takınıverdim. Kitaba cup diye atlayıverdim.
Elbette kitapta adı geçenlerin hepsi ağır abiler...  Elbette mevzu ağır... Elbette  güzergah zorlu... 
Lakin kitabın öyle bilgiçlik taslayan, öğretmek maksatlı anlatımı hiç yok. 
Hikaye su gibi akıyor. Yalanım yok, bayıldım.

Öyle sanıyorum ki, matematik, mantık okumalarına yeni başlayan benim gibi meraklılar için hikayeyi kolaylaştırarak, şirinleştirerek anlatmışlar. 😀

(https://live.staticflickr.com/65535/51164298430_af3cb1e7aa_o.jpg)

O değil de, Akıl Oyunları filminde Nobel ödüllü matematikçi John Nash'in hayatını seyrettiğim için duruma bir nebze aşina olsam bile,
Logicomix'de denk geldiğim matematik, mantık, felsefeye kafa yoran abilerin delilikle dahilik sınırında dolaşmaları şaşırtıcı olduğu kadar düşündürücü geldi bana.

Bertrand Russell da Bertrand Russell ama...  Russell altı yaşındayken, kardeşi, annesi, babası, difteriden ölüyor. Virüs hep var! Ne fena.
Tuhaf büyükannesinin katı kuralları içinde büyüyor. Eğitimi, iki savaş dönemi yaşantısı, hapis, binlerce makale, atmıştan fazla kitap,
öğrencileri, dört evlilik, pek çok ilişki, Nobel Ödülü, korkular, aile sırları, aşk, nefret, barış, savaş.... 
Otuz iki kısım tekmili birden anlatılası bir hayat...

Son tahlilde, kitabın sonunda dendiği gibi
"Kahramanlarımızın çoğu gerçek kişiler olsa da, Logicomix kesinlikle bir tarih çalışması değildir; böyle bir amacı yoktur.
Logicomix bir çizgi romandır."

Böyleyken böyle işte😅
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Gabby - 30 Haziran, 2021, 18:29:17
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 04 Mart, 2021, 21:20:52
...Bir mektup bırakır Tante Rosa arkada, biri emzikte üç çocuk bırakır. Kaz kızartması ve elma pastası yapmasını,
yemek masası örtülerini kolalamasını, dolapları yerleştirmesini öğrettiği hizmetçi kızını bırakır. Çeker gider...


Çağrışımın sonu yok, Tante Rosa gibi, Thelma da ısıtılmak üzere kocası için hazırladığı yemek ve bir şişe şarabın yanına bıraktığı not ile gemileri yakıp çekip gitmişti. Filmin soundtrackında yer alan Hans Zimmer'in western/country tınılı gitar solosu "Teksas'ın Canı Cehenneme" nin 0:17'de başlayan bölümünü uzun süre telefonumda zil sesi olarak kullanmışlığım var. :) Sonsuz Ölüm temalı finaliyle hafızalara kazınan iki deli yürek Thelma ve Louise'ye selam olsun...


(https://live.staticflickr.com/65535/51282972299_d3b83e5679_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/51282972279_cfb0a6e341_o.jpg)


***

https://www.youtube.com/watch?v=NZL3Zd_VNIk
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Temmuz, 2021, 20:43:02
Karamba Gabby,  Mart'ta yazmışsın... Şimdi gördüm.  Thelma ve Luise'e, Tante Rosa'ya, bilumum çekip giden deli yüreklere selam olsun :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Temmuz, 2021, 20:49:34
(https://live.staticflickr.com/65535/51322591039_96b923f49e_o.jpg)

"Olmak istediğim her şeyi olmam, yaşamak istediğim bütün hayatları yaşamam mümkün değil.
İstediğim bütün yetenekleri geliştirmem mümkün değil. İstememin nedeni ne peki?

Hayatımda bütün olası zihinsel ve fiziksel deneyimlerin her bir rengini, tonunu ve her çeşidini yaşamak istiyorum."

Slyvia Plath / Günlükler
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Temmuz, 2021, 12:39:15
(https://live.staticflickr.com/65535/51322594429_dfb9bc27df_o.jpg)

"Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı.
O zamanlar Mozondo, tarihöncesi kuşların yumurtaları kadar ak ve kocaman, parlak çakıllarla örtülü yatağı boyunca dupduru akan bir ırmağın kıyısında kurulmuş, yirmi hanelik bir köydü.
Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bundan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekti."

Gabriel Garcia Marquez- Yüzyıllık Yalnızlık'tan...  (Gizli Not- Tek paragrafının bile hastasıyım.  :))
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: alan ford - 16 Temmuz, 2021, 21:37:18
  Benim kitaplığımda, çizgi romanları saymazsak, metis yayınları başa oynar, sonrasında ayrıntı, iletişim, yky, ithaki, iş bankası da epeyce var. Can ve altı kırk beş de kendi rafına sahip yayınevleri. Alfa son zamanlarda atağa geçti:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Temmuz, 2021, 16:45:53
(https://live.staticflickr.com/65535/51322598529_f6030d2c91_o.jpg)
"İlk aşkların derin acısında, hayattan habersiz olmanın da payı vardır."


(https://live.staticflickr.com/65535/51322078848_97d7ce7f4b_o.jpg)
"Bir aşkta binlerce an yaşansa da bir tek an doruk deneyimidir.
Diğer anların tümünü önemsiz kılacak  kadar onu dibine kadar tanıdığınız,
gördüğünüz bir andır bu.
İyi ya da kötü.
Bu, odur.
Tam o an karşınızda duran.
Sevdiğiniz kadın ya da sevdiğiniz adam."


(https://live.staticflickr.com/65535/51322078828_2dc379688b_o.jpg)
"Bu çağda aşkın yeniden icat edilmesi gerekiyor.
Bu çağın gereklerine göre değil, bu çağa rağmen."


(https://live.staticflickr.com/65535/51321880226_0ec391008e_o.jpg)
"Bazı Avrupa dillerinde "Aşık olma" sözü yoktur. Aşık "olma" hali yoktur. 
"Aşka düşme" denilir.
Türkçedeyse aşık olunur, aşka düşülür, vurgun yenilir, sevdalanılır, tutuldum denir.
Türkçede say say bitmez."


(https://live.staticflickr.com/65535/51322078763_89e3f9ebce_o.jpg)
"En çok felsefeciler bilir:
Dilsizliği arayan dil, mutlaka aşka uğrar."


not
Film kareleri/ Scott Pilgrim Dünyaya Karşı
Cümleler / Murathan Mungan-Aşkın Cep Defteri
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 24 Temmuz, 2021, 12:30:50
(https://live.staticflickr.com/65535/51331597736_c4cc067b8c_o.jpg)

"Geniş çevremdeki tanıdıklarım dışında samimi bir dostum daha var: Melankolim. Eğlencemin tam ortasında, işimin gücümün tam ortasında el edip beni kenara çeker,
bedenen bulunduğum yerde değilimdir artık. Melankolim, şimdiye kadar tanıdığım en vefalı sevgili, pek tabii ki ben de onu çok seviyorum."

Kitabın   sayfasında, bu cümleleri okuyunca, hemen telefonumu elime aldım, benim öğretmen kardeşe;
- Melankoli şarkısını bu kitabı okuduktan sonra yazmış olabilir mi Ali Kocatepe, diye mesaj yazdım.
Kardeşim hemencik  görüverdi. Anladım. Mesajdaki tik renklendi.
Baktım, sesli mesaj gönderdi. En  sevimli öğretmen sesiyle;
- Melankoli'nin sözleri Sabahattin Ali'nin, dedi.
- Aaa! Sahi, haklısın, diye yazdım. Beste mi Ali Kocatepe'nindi peki?
- Evet.
Ne tatlı kardeş. Bayılıyorum kendisine. Öğretmenim de olsaydı keşke:)

- Bu gönderdiğin cümleler hangi kitaptan, diye sordu.
Kitabın fotoğrafını gönderdim. Madem bilmiyor, hava atmaya heveslendim;
- Danimarkalı felsefeci Soren Kierkegaard'ın Ya Ya da adlı kitabından, dedim. 42 yaşında ölmüş biliyor musun?
Melankoli ve kaygı Kierkegaard'ın en belirgin  özelliğiymiş. Bu cümlelerini okuyunca Melankoli şarkısını hatırlayıverdim, dedim.
- Senin Kierkegaad'la ilgili bir yazın yok muydu, dedi.
- Yoo... deyiverdim.
Aşağıdaki yazıyı gönderdi. 2013 yılında yazmışım. Yazıyı ilk kez görüyormuşum gibi, merakla bir solukta okudum. 
Yalanım yok, çok sevdim. Aldım buraya koydum. Nanananoom:)

29 Nisan 2013 Pazartesi
Sadece İnsanlar Mı Kaygı Duyar Sizce?

(https://live.staticflickr.com/65535/51331809463_4abe394ed8_o.jpg)

Tanıdığım bir ağaç var. Yeni Cuma Camii'nin hemen alt köşesinde...  Ukala mı ukala... Afralı tafralı duruşuyla, diğerlerinden farklı bir ağaç bu...
Arabamla geçerken... Tam ağaç kalabalıklığının olduğu yerde... Trafik sıkışınca bir süre... Gözüm hemen o ağaca takılır. Nasıl burnu havada bir ağaçtır anlatamam.
Yüzde binbeş yüz eminim şehrin ilk tomurcuklanan ağacı olduğuna. Aziz Nesin der ya hani... "Bir ılman hava esmeye görsün." Hopp!  Patır patır açıverir çiçeklerini...
Hemencik kendini o güzel havalara vuruverir. Daha ne oluyoruz demeden en güzel renklere bürünüverir. Gene becerdi... İlkin o çiçek açıverdi. Baktım. Of! Gene bir kibirli hâl...
Bir şımarma... Nasıl herkesi küçümseyen küstah bir havası var anlatamam. Resmen gözlerimin içine bakarak diyor ki... "İster bak! İster bakma!"... Aaa!.. Umrunda değil dünya!..
Anlatılacak gibi değil!   Kalıbımı basarım... Mümkünü yok,  ağaçların aptalı değildir. Gözlerimle şahidim.
Ne ilkbahar yağmurları, ne kocakarı soğukları, ne de kiremit uçuran fırtınalar sallayıp silkeleyebildi  dallarını... 
Bana mısın, demedi! Nasıl beceriyorsa beceriyor. Sırlarını gizlediği tomurcuklarına hiç bir şeycik olmuyor.
Hayır. Kaç kere utanarak "nasılsın?" diye soruverdim. Allahım! Beni hiiç kaale almıyor. Cevap vermeye tenezzül etmiyor.

Of! Biliyorum, şaşkının tekiyim. Bana yaptıklarını bile bile, her defasında ilgimi çekmeyi beceriyor. Abartmıyorum...
Arabayı yolun ortasına bırakıveresim, koşup sarılıveresim, kulağımı gövdesine dayayıveresim, şımarık iç kahkahasını duyuveresim gelir.
Öyle baştan çıkarıcı hâli vardır ki anlatamam. Başka bir şeyi gözüm görmez, o an  yüreğimin  merkezine oturuverir.

Şimdi neden yazdım bunları biliyor musunuz? Az önce içimi kurcalan bir merak sebebiyle sanal ansiklopedide bir şeyler arıyordum.
Kierkegaard'ın kaygılı olmanın,  insanı diğer canlılardan ayıran şey olduğu tadında bir yazısına denk geldim.
Ünlü Danimarkalı filozofa göre, insan dışındaki diğer canlılar kaygı duymazlarmış.
İnsanın ise yitip gitmeden, boyun eğmeden kaygıyla yaşamasını öğrenmesi lâzımmış.

İşte tam bu yazıyı okuduğumda... Kafama dank etti. Anlattığım bu hoş ağacın hemen yanındaki zavallı ağaç ansızın gözümün önüne geliverdi.
Deminden beri o deli dolu, kendini beğenmiş  ağacı anlatıyorum ya hani... Hah işte... O ağacın hemencik yanındaki ağaç ise bizimkinin tersine...
Dalları nasıl kara kuru... Nasıl cılız... Nasıl süklüm püklüm... Nasıl acınacak haldedir anlatamam. Şimdi anladım.
Beriki  etrafına aldırmadan havalı havalı renklendikçe... Bu ise,  kederinden eriyor olmalı günden güne...
Hey!.. Ne demek kaygı duymamak, kaygılı olmamak... Kierkegaard görebilseydi keşke! Bu ağaç var ya, baştan aşağıya kaygı...
Tepeden tırnağa tasa... Kökünden dallarına mutsuzluk...Gerginlik... Endişe. Ay, düşündükçe yüreğim daraldı yeminle...

Acaba yanındaki ağaç, çevresine yüz vermeden gerim gerim gerindikçe, bu kendini hepten aciz, eksik mi hissediyor?
Acaba hep diğeriyle ilgilenince, bu ağaç hayatta bir kıymeti yokmuş gibi mi düşünüyor? Ne fena!
Yooo... Var! Bak aklıma geldi işte. Ben onu önemsiyorum. Ne diyorum biliyor musunuz? Çıkıp oraya gitmeliyim. Evet, gitmeliyim inan ki.
Gözünün önünde olan biteni göremeyip "dünyanın en şahane ağacı benim" havasıyla salım salım salınan o kendini beğenmişi değil,
bilakis günden güne eriyen kaygılı ağaca kulağımı dayayıp ilgiyle dinlemeliyim.
Ne bileyim? Aziz Nesin'in dediği gibi... "Bir güler yüz, bir tatlı söz..."  Havasını bulur da önce aydınlatır kararan yüreğini... Çırpıştırır dallarını şööyle...
Yanındaki şımarık ağacı şaşırtmanın sevinciyle içinde kalmış çiçeklerini patır patır  açıverir belki. Şaşkın ya! Şimdi anladım.
Enayi gibi  hep  o şımarık ağacın havasına kapılmışım! Tamam. Kararlıyım. Kaygılı ağacın yanına hemen gideceğim.
Biliyorum. Benim öğretebileceğim bir şey yok, hiç kimseye ya da hiçbir şeye. Hey!.. Ağacın kulağına sadece...
"Kimi zaman ben de senin gibi hissediyorum. Olur böyle haller." diyerekten  gönül alma kıvamında bir kaç lakırtı edeceğim. O kadar!

Ah! Ben insanların aptalı. Bunu daha önce nasıl akıl edemedim?! Bari siz kaygılanmayın e mi? Merak etmeyin. O kaygılı ağacı teselli edeceğim. :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Şubat, 2022, 19:29:36
(https://live.staticflickr.com/65535/51876293352_b00ded6f33_o.png)


Nazım Hikmet'in Jokond ile Si Ya U adlı masal gibi şiirini yeni öğrendim.
O kadar etkileyici bir şiir ki, kısaca özetleyeyim istedim.

Jokond, Leonardo da Vinci'nin meşhur tablosu Mona Lisa'nın diğer ismidir.
Gülümsemesiyle meşhur kızımızın canı, duvarına asılı olduğu Luvur Müzesinde  sıkılmakta;
"Müzeyi gezmek iyi, müzelik olmak zor"
demektedir.
Neticede, bir hatıra defteri tutmaya karar verir.

Miyop bir Amerikalının cebinden mürekkepli kalemi aşırmıştır.
Temiz bir defter kağıdı bulamayınca, muşambasının tersine anılarını yazmaya başlamıştır.

Yıl 1924, Nisan ayının 1'idir.
Çekik gözlü bir Çinli delikanlı, kızımızın karşısına çıkıverir.
11 Nisan'da öğrenir ki Çinli'nin adı Sİ YA U'dur.
Sİ YA U ile Jokond birbirlerine aşık olur.

Bu arada Çin'den haberler gelmektedir.
Tanklar kırk ayaklı tekerlekleriyle pirinç tarlalarını ezmektedir.
Sonra, Çinli günlerce müzeye uğramaz olur.
Jokond çok merak eder.
Anlar ki, Çinden gelen sevgilisi çine gitmiştir.

Kız fena halde ağlamak istemektedir.
Lakin beceremez.
Kübist bir ressama fırça olsun kemiklerin, diye ah eder.
Çünkü Leonardo yüzünden sürekli gülümsemektedir.

Neyse,
Muharrir yardım eder.
Kızımız çıkar çerçevesinden, Luvur müzesinden firar eder.
Önce teyyareyle sonra gemiyle Şang Hay'a kapağı atıverir.
Etrafa şaşkın şakın bakarken,
biri önde biri arkada iki Çinli, köşe başından çıkıverir.
Heyy! Öndeki koşmaktadır bizim kıza doğru.
Bir bakıyor ki o ne?
Önde  ona doğru koşan Sİ YA U'dur.

Sevgilisini yakalarlar. 
Pala ile doğranan Sİ YA U'nun  kellesini Jakond'un ayağının dibine fırlatırlar.

"Ve işte böyle bir ölüm günü
Şang- Hay'da kaybetti Floransalı Jakond
Floransa'dan daha meşhur olan tebessümünü."
der muharrir. 

Leonardo'nun güzeller güzeli  Jakond'u,
artık muazzam bir kavganın dev kadını olmuştur.
Sonunda Şang Hay'da Fransız divan harbinde,
Jokond'un infazına karar verilmiştir.

"Bir ses:
-Haydi çakmağı çakın.
Yakın Jokondu yakın...
İlerleyen bir karaltı
bir parıltı...
Çakmağı çaktılar
Jokondu yaktılar.
Kıpkırmızı bir alevle boyandı Jokond.
Güldü içten gelen bir tebessümle
Gülerek yandı Jokond......"

Benim yazdığım kendimce özettir.
İlla ki  sahisini;
muharririn o şahane anlatımından okumak gerekmektedir.
İşte burada...

Alıntı Yaphttps://www.tustav.org/yayinlar/kutuphane/nazim-hikmet-kutuphanesi/icerik-jokond.pdf

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Şubat, 2022, 19:33:47
(https://live.staticflickr.com/65535/51877565519_0eb85f5241_o.png)

Dün gece okudum.  Çok hoşuma gitti.

M.S 2. yüzyılda yaşamış,  şair, dönemin en iyi kütüphanesinin sahibi, iki imparatora doktorluk yapmış Sarenus  Sammonicus, iyileştirme sanatındaki keşiflerini Gizli Konular adı kitapta toplamış.

Sammonicus; hastaların ateşini düşürmek, ölümü korkutup kaçırmak için Eski İbranicede şu anlama gelen sözcüğü hastaların göğsüne astırıyormuş.
"Ateşini sonsuza yolla"... Abrakadabra!

Sihirbazların gösteri sırasında kullandıkları bu söz, meğerse  2000 yıl önce hastalıklara iyi geldiğine inanılan doktorların kullandığı bir sözmüş. Hoş değil mi?

ABRAKADABRA!☺
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 13 Şubat, 2022, 20:28:02
(https://live.staticflickr.com/65535/51880679476_59010fafc2_o.png)

"Şu kişisel gelişim kitaplarından birini aldım.  Bir sayfasında güzel görünen bir egzersiz vardı.
"Yapamayacağınızı düşündüğünüz bir şeyi yazın," diyordu. Ben de pek tereddüt etmeden devrim yazdım. Sayfayı çevirdim.
"Şimdi o yapamayacağınızı düşündüğünüz şeyi derhal yapın. Ve bunu yapmadan bu kitabı okumaya devam etmeyin," yazıyordu.
Yapamayacağımı düşündüğüm ama aslında yapabileceğim bir şey bulmaya çalıştım. O da biraz saçma geldi. Yapabileceğim bir şeyi neden yapamayacağımı düşüneyim ki.
Benim kişisel gelişimimi tamamlayan hamle bu olmuştur.  Kişisel gelişimden uzak durmayı gelişimimin en nadide aşaması olarak görüyorum."

Yukarıdaki cümleleri, Barış Uygur'un Uykusuz'daki köşesinden aceleyle kafa defterime karalamışım. 
Şahane değil mi?   Üstüne ne yazabilirim ki? Hiç.  Belki sadece şunu beyan edebilirim.

Aynı fikirdeyim. 😀
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Nightrain - 13 Şubat, 2022, 21:52:04
Rahmetli usta sanatçımız, Kerim Afşar'ın o muhteşem sesinden, Sait Faik Abasıyanık:

https://www.youtube.com/watch?v=7nkF7Z94DuU
https://www.youtube.com/watch?v=MHWxTXmqmiE
https://www.youtube.com/watch?v=xb4i9AI0lYc
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: KenParker - 13 Şubat, 2022, 23:03:58
Kendimce Türk edebiyatının yaşamış en iyi şairini aradım. Biliyorum, haksız bir arayış benimkisi. Türlü şairler, türlü ahenkler içinde rengarenk sözler söylüyor, bambaşka duygulara yelken açtırıyorlardı. Seçemedim, bıraktım.
Fakat Türk edebiyatının en güzel hikayecesini buldum. Her sayfa çevirişte o kıymetli dostla sohbet ettim. Sohbetimiz tazeliğini kaybetmesin diye de son iki kitabını bilerek okumadım.
Dünyaya Sait Faik gibi insanların gelmesi ne güzel şey.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Gabby - 14 Şubat, 2022, 15:25:28
"Ateşini sonsuza yolla = Abrakadabra"... vay be, çıkış noktası buymuş demek. Abrakadabra sözcüklerinden oluşturulan "muska"  görüntüsü de dikkat çekici bu arada... :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Şubat, 2022, 21:26:49
Madem konu konuyu açtı. Söz döndü dolaştı ve Sait Faik'e geldi. Binlerce kasırga aşkına! Hastasıyım hem yazdıklarının hem kendisinin.  :)

Yazdığı her bir kelime yattığı yeri  aydınlatsın. Ruhu şad olsun.



Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Şubat, 2022, 21:27:58
Alıntı yapılan: Gabby - 14 Şubat, 2022, 15:25:28
"Ateşini sonsuza yolla = Abrakadabra"... vay be, çıkış noktası buymuş demek. Abrakadabra sözcüklerinden oluşturulan "muska"  görüntüsü de dikkat çekici bu arada... :)

Sorma Gabby, nereden nereye di mi? :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Şubat, 2022, 21:32:14
(https://live.staticflickr.com/65535/51882712676_8a6269bbe0_o.png) (https://live.staticflickr.com/65535/51883029509_fb44960a9f_o.png)

(https://live.staticflickr.com/65535/51882714591_7a88604ede_o.png)  (https://live.staticflickr.com/65535/51881742017_1306680a7d_o.jpg)

Seyrettim. Beğendim. Tavsiye ederim.  Hey! Filmleri başka bir çekmeceye mi atıyorduk yoksa  ???

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hanac - 15 Şubat, 2022, 07:00:20
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 14 Şubat, 2022, 21:32:14
Hey! Filmleri başka bir çekmeceye mi atıyorduk yoksa  ???

;D ;D ;D

http://altinmadalyon.com/altin/uyelerin-izledikleri-onerdikleri-ve-gomdukleri/hayal-kahvem-in-izledikleri/
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 15 Şubat, 2022, 14:11:41
(https://live.staticflickr.com/65535/51884992269_04bfd35852_o.png)

Anlatayım mı anlatmayayım mı uzun zaman karar veremedim. Yeminle Oğuz Atay'ın yalancısıyım.
Meğer dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana dediğimiz tekerlemedeki dandini ve dastana kardeşlermiş. ☺ Çok güldüm.

Son günlerde hep yollardayım. Haybeye  direksiyon sallamayayım, bir kitap devireyim istedim. Ceketimin düğmelerini ilikledim.
Yıllardır okumaya niyetlenip beceremediğim Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ını storytelden dinlemeye başlayıverdim.

İşte  Tutunamayanlar'ın bir bölümünde Oğuz Atay, Kutluğ Dandini ve Fargus Dasdana'dan söz ediyor.
Meğerse, Dandini ve Dastana, İ.S 7. yüzyıla ait efsanede anlatılan Hartug'un oğullarıymış.
Meğerse Hartug hristiyanlığı yaymak için Mezopotamya'dan Nevşehir'e göç etmiş.
Hatta Nizip dolaylarındaki bir mağarada, baba Hartug'un  kabartma heykeli bile varmış.
Heykele bakılırsa, iri yarı, uzun ve kıvırcık sakalları olan bir adammış.
Vay canına sayın seyirciler:)

Neyse... Benden bu kadar.  Merak eden  gugıllar gerisini öğrenir nasılsa...

İyi yazarlar işte böyle ezber bozarlar. Bayıldım Dandini ve Dastana'nın  kardeş olmasına. Hahha!  Efsane! ☺
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Gabby - 15 Şubat, 2022, 16:07:54
Belleğimdeki "doğru bilinen yanlışlar"dan birini daha revize ettim; Hayal Kahvem'den 'ezber bozan' tüyolardan biri daha, teşekkürler... :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 16 Şubat, 2022, 19:34:57
(https://live.staticflickr.com/65535/51884648212_396ec9a421_o.png)


Tarih Obası'nı yeni keşfettim.
Bugün kahve molasında, iyi saatte olsunlar cinler cadılar üzerinde iz sürerken, hele bir de  Evliya Çelebi'ye göz atayım demiştim.
İşte o esnada Ceren Sungur'un hazırladığı Evliya Çelebi ve Dobruca Cadısı'na denk geldim. 

EVLİYAÇELEBİ VE DOBRUCA CADISI - https://www.youtube.com/watch?v=NXOGsjHr1Xg (https://www.youtube.com/watch?v=NXOGsjHr1Xg)

Sonra bi baktım ki o ne? Tarih Obası'nın dizim dizim şapşahane videoları varmış.
Resmen şıp diye hazinenin ortasına düşüverdim.
Benim gibi bilmeyenler vardır diye hemen haber edeyim dedim. 😀

https://www.youtube.com/channel/UCIvykQC_8j2-u2D6A_c1K9w (https://www.youtube.com/channel/UCIvykQC_8j2-u2D6A_c1K9w)

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 17 Şubat, 2022, 20:35:55
(https://live.staticflickr.com/65535/51887752673_3050356c62_w.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/51887667666_564f28f8c7_w.jpg)

"Bir Geçiş Tercihi Gibi Değerler, O Yatay Geçiş Kimlik Belirler."


Bugün samuraylarla ilgili film seyretmeye niyetlendim. 

İlk seyrettiğim film: Alacakaranlık Samuray'dı.

Karısının ölümünden sonra yaşlı annesi ve iki kızıyla birlikte olmaktan memnuniyet duyan, az aşım kaygısız başım diyen,
kızlarının okuyup kendilerini geliştirmesini isteyen, kılıç çekmeye eli gitmeyen, romantik mi romantik,  duygusal mı duygusal,
düşünceli, hisli, içli bir abimiz çıktı  Alacakaranlık Samuray.  Şaştım kaldım.

Az sonra Kör Samuray'ı seyredeceğim.  Bakalım ne çeşit bir samuraya denk geleceğim.😅

- NOT-

Başlık - Prof.Dr. Erdal Küçükyalçın'ın Kılıcın Efendileri-1- Samuray kitabından. S.19

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Mösyö Lejant - 17 Şubat, 2022, 21:46:34
Görselde film yazmasına rağmen başlığın ismi "Edebiyat Muhabbetleri" olunca bir an kitap incelemesi sandım. Posterden anladığım kadarıyla ödüllü bir filmmiş, öğrenmiş oldum. Samuray filmlerini pek bilmem, ben daha çok western izlerim ama her iki film ekolünün de yeri ayrı tabii. Belki film incelemeleriniz için bir başlık açıp yorumlarınızı paylaşırsınız ve bizler de okuruz.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: V - 17 Şubat, 2022, 22:14:43
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 17 Şubat, 2022, 20:35:55
(https://live.staticflickr.com/65535/51887752673_3050356c62_w.jpg) (https://live.staticflickr.com/65535/51887667666_564f28f8c7_w.jpg)

"Bir Geçiş Tercihi Gibi Değerler, O Yatay Geçiş Kimlik Belirler."


Bugün samuraylarla ilgili film seyretmeye niyetlendim. 

İlk seyrettiğim film: Alacakaranlık Samuray'dı.

Karısının ölümünden sonra yaşlı annesi ve iki kızıyla birlikte olmaktan memnuniyet duyan, az aşım kaygısız başım diyen,
kızlarının okuyup kendilerini geliştirmesini isteyen, kılıç çekmeye eli gitmeyen, romantik mi romantik,  duygusal mı duygusal,
düşünceli, hisli, içli bir abimiz çıktı  Alacakaranlık Samuray.  Şaştım kaldım.

Az sonra Kör Samuray'ı seyredeceğim.  Bakalım ne çeşit bir samuraya denk geleceğim.😅

- NOT-

Başlık - Prof.Dr. Erdal Küçükyalçın'ın Kılıcın Efendileri-1- Samuray kitabından. S.19


Ortak , Kitano'nun Zatoichi filmi bir saygı duruşudur.Zatoichi Sagasının tamamını izlemeni tavsiye ederim..Canım çekti şimdi yirmi küsür filmi baştan sona üçüncü kez izlesem mi?
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Şubat, 2022, 22:51:26
Alıntı yapılan: Mösyö Lejant - 17 Şubat, 2022, 21:46:34
Görselde film yazmasına rağmen başlığın ismi "Edebiyat Muhabbetleri" olunca bir an kitap incelemesi sandım. Posterden anladığım kadarıyla ödüllü bir filmmiş, öğrenmiş oldum. Samuray filmlerini pek bilmem, ben daha çok western izlerim ama her iki film ekolünün de yeri ayrı tabii. Belki film incelemeleriniz için bir başlık açıp yorumlarınızı paylaşırsınız ve bizler de okuruz.

Sormayın Mösyö Lejant, Zagor misali  Altın Madalyon'da daldan dala atlıyorum. Oysa Hanac   kaç defa nazikçe  yönlendirdi beni film yazılarının olduğu arazilere...  8)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: DAMPYR - 18 Şubat, 2022, 23:02:30
Evet Hayal Kahvem Hasan Sizi http://altinmadalyon.com/altin/uyelerin-izledikleri-onerdikleri-ve-gomdukleri/hayal-kahvem-in-izledikleri/ Adresine yönlendirmişti oraya filimleri koyarsanız bizde oraya yorum yaparız
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Şubat, 2022, 23:37:05
Alıntı yapılan: V - 17 Şubat, 2022, 22:14:43
Ortak , Kitano'nun Zatoichi filmi bir saygı duruşudur. Zatoichi Sagasının tamamını izlemeni tavsiye ederim..Canım çekti şimdi yirmi küsür filmi baştan sona üçüncü kez izlesem mi?

Karamba V! Yazmana sevindim.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Şubat, 2022, 23:40:14
Alıntı yapılan: DAMPYR - 18 Şubat, 2022, 23:02:30
Evet Hayal Kahvem Hasan Sizi http://altinmadalyon.com/altin/uyelerin-izledikleri-onerdikleri-ve-gomdukleri/hayal-kahvem-in-izledikleri/ Adresine yönlendirmişti oraya filimleri koyarsanız bizde oraya yorum yaparız

Haklısın Dampyr.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 18 Şubat, 2022, 23:49:53
(https://live.staticflickr.com/65535/51894389248_0d52d2a28b_o.png)

Kitapçıda,
İhsan Oktay Anar'ın son kitabı Tiamat'ı gördüğüm an  havada kaptım.
Eve geldim.

Yemeğimi yedim.

Kitabı elime aldım.

Okumaya başladım.

İkinci cümleden sonra durdum.

Başa döndüm.

İlk iki cümleyi ardı ardına,  tam üç kez okudum.

Bir baktım ki o ne?


Kollarımı yakarırcasına yukarıya kaldırmışım. 

Akıntıdaki yosunlar gibi kıvrılıp kıvranarak salınmaya başlamışım.

Bir müddet daha  ölü denizcilerin kıpır kıpır yakamozlu ruhları gibi salınmaya devam ettim. 

Böylece kitabın ilk ritüelini buldum bitirdim. 

Kendimi efsunlu cümlelerinin akışına bırakıverdim.

GERÇEKTEEEN!


"Soğuk ve karanlık dipler boş ve anlamsızdı. Kadim batıklarda ölü denizcilerin kıpır kıpır yakamozlu ruhları, yakarırcasına kolları yukarıda, yosunlar gibi akıntıda kıvrılıp kıvranarak salınıyor,
zeminde çürümüş leş katmanından ölümün nabzı gibi tek tük atan kabarcıklar tıp tıp koparak yükseliyordu. Cehennemi ışığını yayan fenerbalığı..............................." Tiamat / S.9
[/


Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: KenParker - 19 Şubat, 2022, 00:02:38
Galiz Kahraman'ı sevememiştim. İhsan usatanın kafasına bişey mi düştü acaba diyordum) Yalnız değilmişim.
Bu kitap nasıl? Geçmiş dönemde geçiyordur umarım.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kedidiro - 19 Şubat, 2022, 12:13:44
Galiz Kahraman benim de unutmak istediğim bir İhsan Oktay kitabı. Ancak son kitabindan bu zamana hayli zaman geçti ve ben tiamat'tan çok ümitliyim. Daha önce yazdığı deniz hikayesi amat çok etkileyici idi. Bu da iyi başladı. Hayırlısı. Bitsin de yine konuşuruz.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kedidiro - 19 Şubat, 2022, 12:19:25
Bu arada deniz denizcilik deyince son dönemin en etkileyici yerli romanlarından "Deli İbram Divanı"nı da tekrar hatırlatmış olayım. Iyi öykücü Ahmet Büke ilk romanıyla bu alanda da ne kadar yetkin olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye'nin 1950lerle değişmeye başlayan siyasi iklimine Izmır körfezindeki bir hayali adada yaşananlar üzerinden bakan dantel gibi işlenmiş bir suç ve aşk hikayesi...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Saki - 19 Şubat, 2022, 15:00:16
(https://live.staticflickr.com/65535/51894640204_61b95110b6_o.jpg)

Mavisel Yener çocuklar için en ünlü yazarlardan biridir ve çocuklar ve gençler için yüzün üzerinde kitap yazmıştır.

Türkçe'den Makedonca'ya çevirdiğim kitapları: Pasaklılar: Tehlikeli Maymun ve Pasaklılar: Timsah Havuzu

(https://live.staticflickr.com/65535/51894642809_7ac6e048cb_w.jpg)

Pasaklılar Kenti
senin yaşadığın yere
çok uzak da olabilir,
pek yakın da...

Pasaklı Yasası 1:
Yerlere atılmış öteberi, onlara takılıp yüzüstü
kapaklanmamak için,
yol üstünden tekmeleyerek kaldırılır.


(https://live.staticflickr.com/65535/51894640159_dc3c6d8a81_o.jpg)

Kişiler: Pasaksu, Pasakgül, Pasakcan, Pasakhan, Pasakşah, Pasakettin, Pasakay, Pasaknil, Pasakella, Pasakmakaz, Merkür, Plüton, Hajdut Şahmar, Şuppili...

Yerler: Pasaklılar kenti, Ivırzıvır kenti, Cartcurt kenti, Parpurt kenti...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 19 Şubat, 2022, 20:40:52
(https://live.staticflickr.com/65535/51894631729_2d5ab53ef0_o.png)

Kitap kapaklarını seyretmeyi severim. 
İçini bilmeden sırf kabının güzelliğine tav olup kitap alabilirim.
Ayrıca kabını seyretmeyi sevdiğim kitapları, bir tablo gibi kitaplığımın rafına yerleştiririm.
Önünden gelip geçerken durur seyrederim.

Bugün kapaklarını sergilediğim kitapları değiştirdim.
Şöyle bir karşıdan baktım. Heyy! Çok sevdim.
Kitap kapaklarını değiştirdikçe fotoğraflarını çekip, burada paylaşmaya niyetlendim.

(https://live.staticflickr.com/65535/51894632939_206c06d53e_o.png)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: DAMPYR - 19 Şubat, 2022, 20:55:50
Vaaay Süpersiniz Hayal Kahvem Kitap okumak güzeldir Kaç kişi kaldı ki Kitap okuyan Bir an aklıma Çizgi Roman Martin Mystere geldi oda her fırsatta evini kitapla dolduruyor ya, ama her konuda da bilgisi var Eminim sizde öylesinizdir...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Şubat, 2022, 19:26:34
(https://live.staticflickr.com/65535/51893332707_fca8d7ef04_o.png)

Evrim's Theory'nin, Art Journal/Sanat Günlüğü adıyla hazırladığı youtube videosunu seyrettiğimde, 2022 yılında denesem diye hayal etmiştim.

Sanat günlüğü, adı üstünde, daha çok ressamların, çizerlerin, illüstratörlerin, çizme hevesinde olanların tercih ettiği bir günlük tutma metoduymuş.
Ben bu yeteneksiz halimle nasıl bu işe girişebilirim peki?

Bilenler bilir, merakları muhtelif, ilgisi dağınık, sanat yapamaz, sanat görünce dayanamaz biriyim.
Ayrıca oldum bittim kelimelerle oynamayı severim. 
Evrim Theory'nin videosu benim gibi beceriksiz birine bile, cesur ol, durma dene, gene dene, vazgeçme, hevesi geçiriyor. Nasıl sakin ve tatlı tarif ediyor anlatamam.
Kağıtları yırtın, kelimeleri rastgele birleştirin, ne çıkarsa dert etmeyin, saçmalamaktan korkmayın, her şekilde yapabilirsiniz, diyor diye işitiyorum.
Bir defter, yapıştırıcı ve dergilerden kestiğiniz veya çizdiğiniz kelimeler, resimler  gerekiyor.
Aaa! Deneyeceğim. ne yapayım yani? Feci merak ettim.😅

Evrim diyor ki; 
"Bu tür şeyler gerçekten çok zihin açıcı.
Eğlenceli, ilham verici, olduğunuz yerden kalkıp başka bir pencereden bakmanıza yardımcı olan şeyler.
Kelimeler zaten çok büyülü. Çok sihirli şeyler.
Aslında kurduğumuz her cümle, bir araya getirdiğimiz her kelime sonsuz galaktik evrende bir hikaye yaratıyor.
Ve düşünsenize bütün bu kelimelerin, ağzımızdan çıkan bütün bu kelimelerin, zihnimizden çıkan bütün bu kelimelerin
evrende asıl olabilen, bunların rastgele bir araya gelmesinden bir hayat ortaya çıkmasına olanak sağladığını, aslında her şeyin böyle oluştuğunu düşünsenize."
Haklı değil mi? Felsefesine bayıldım.

https://www.youtube.com/watch?v=Yy7z67A9UVE (https://www.youtube.com/watch?v=Yy7z67A9UVE)

Nanananom... İşte buyrunuz. İlk sayfamı tamamladım. Devam ettikçe paylaşacağım. [/center]

(https://live.staticflickr.com/65535/51894382538_4d8d96be61_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: battlehammer - 20 Şubat, 2022, 19:33:34
Ayrıca seri katillik sektörüne adım atıldığında da insanın işine yarayabilecek bir meziyet, adeta bir altın bilezik.

PS: harf ve cümleleri yapıştırırken eldiven kullanmaya dikkat; parmak izi alıyorlar!
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Gabby - 21 Şubat, 2022, 12:42:16
Alıntı yapılan: kedidiro - 19 Şubat, 2022, 12:19:25
...Bu arada deniz denizcilik deyince son dönemin en etkileyici yerli romanlarından "Deli İbram Divanı"nı da tekrar hatırlatmış olayım...

Eğer deniz/denizcilik hikayeleriyle ilgiliyseniz, diş hekimi de olan doğa sporcusu, fotoğrafçı ve denizciliğe tutkun Hakan Öge'nin Macellan'ın İzinde kitabını tavsiye ederim kedidiro... Naviga yayınlarından yayınlanan 2010 baskı tarihli kitap bana hediye olarak gelmişti. Yıllarca kitaplığımda durmuştu, sonra bir gün öylesine elime geldi, incelerken kendimi kaptırdım; en keyifli kitap okumalarımdan biri olmuştu...

Atlas dergisinin sponsorluğunda gerçekleşen bu Dünya turu üç yıl sürmüş. Hakan Öge tek başına çıktığı turdan okyanusun ortasında evlendiği Belçikalı eşi Sophie ile dönmesi de ayrı bir "Love Story" olayı :)... Renkli fotoğrafların kullanıldığı ve birinci hamur kağıda basılmış kitap toplam 439 sayfa. Galiba başka bir yayınevi tarafından 2020 yılında bendeki kapaktan farklı bir görselle ikinci baskısı da yapılmış.



(https://live.staticflickr.com/65535/51895431835_853db3cd93_o.jpg)


(https://live.staticflickr.com/65535/51894782286_086b6d5423_o.jpg)


"Macellan'ın izinde en belalı sulardan geçerek bir dünya seyahati yapmak... Hakan Öge, tek başına başladığı bu yolculuğu
Atlas Okyanusu'nun ortasında bir denizkızı gibi teknesine gelen Sophie ile birlikte tamamladı. Üstelik Türk bayraklı, Türk yapımı Mardek böyle bir yolculuğa göre üretilmiş bir yelkenli değildi...
Mardek'in Seyir Defterini yalnız bir deniz macerasını değil, engin denizlerde başlayan ve evlilikle noktalanan bir aşkın hikayesi olarak da okuyacaksınız.
Üstelik, ikisi de profesyonel fotoğrafçı olan Sophie ile Hakan Öge çiftinin inanılmaz fotoğrafları eşliğinde..."


(Arka Kapak tanıtımından)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kedidiro - 21 Şubat, 2022, 14:11:12
Teşekkür ediyorum. Hemen ekledim listeme. Ben bir kara insanıyım ama yolların da hastasiyim. Ama gemiyle, ama arabayla ama yürüyerek yeter ki yolda olunsun. Serde coğrafyacılık da olunca tüm yolculuk kitapları radarımda.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Şubat, 2022, 14:56:21
Alıntı yapılan: battlehammer - 20 Şubat, 2022, 19:33:34
Ayrıca seri katillik sektörüne adım atıldığında da insanın işine yarayabilecek bir meziyet, adeta bir altın bilezik.

PS: harf ve cümleleri yapıştırırken eldiven kullanmaya dikkat; parmak izi alıyorlar!

Karamba Battlehammer, resmen sesli kahkaha attım bu yoruma :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Şubat, 2022, 15:02:15
Gabby ve Kedidiro denizcilikle ilgili muhabbet etmişler ne güzel.

O değil de, İhsan Oktay Anar'ın Tiamat'ında hem denizaltı var hem zombi... Kitabın sürprizini açık etmeyeyim daha fazla.  Kısacık bi kitap zaten. Şahane filmi olur bence...
Tavsiye ederim. Sevdim. Bitirdim:D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Gabby - 21 Şubat, 2022, 19:03:07
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 19 Şubat, 2022, 20:40:52
Kitap kapaklarını seyretmeyi severim. İçini bilmeden sırf kabının güzelliğine tav olup kitap alabilirim.

Şimdiki kitap market anlayışının olmadığı zamanlarda alacağınız kitaba önceden karar vermeniz gerekirdi. Öyle içerde şu kitabı karıştırayım, şunu da inceleyeyim olmazdı, mekan kurgusu da pek buna elverişli değildi zaten; en azından bizim gibi dönem çocukları için. Biz de dışarıdan vitrinleri seyre dalardık... :) 

Kapağının büyüsüne kapılıp çok kitap almışlığım vardır benim de... :) Örneğin aşağıdaki masalsı görsel kapaklı Faik Baysal kitabı... İyi ki de almışım, yıllar sonra internete falan da erişince eski Yugoslavyalı Ivan Generalić ve Naive Art (Naif Resim) diye bir çizim stilini keşfetmiştim. Peşine de türe farklı boyut ve lezzetler katan Lowell Herrero, Çek Ivan Svatos, özellikle zambak serisiyle Diego Rivera, Paul Webb ve nicelerini..



(https://live.staticflickr.com/65535/51896477296_af3465f979_o.jpg)


Laf aramızda bu kitabı hâlâ vakit ayırıp okuyamamış olmak da benim ayıbım; işin içine hayat gailesi falan girince yapacaklarım-edeceklerim listesi de uzadıkça uzuyor haliyle. Peki "yarının hayali bugüne yeter mi?" derseniz elbette yetmez, yetmeyecek de... böyleyken böyle işte... :)



***


(https://live.staticflickr.com/65535/51897132095_a4468e32f1_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/51896815399_23cbb8d1f7_o.jpg)


(https://live.staticflickr.com/65535/51896572783_e345ec5094_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/51896815394_557218cc3e_o.jpg)


(https://live.staticflickr.com/65535/51896574653_c8232df7b1_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/51895516212_20318f1d91_o.jpg)


(https://live.staticflickr.com/65535/51896488591_dc13e3b36e_o.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/51895516192_718ffcb860_o.jpg)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: KenParker - 21 Şubat, 2022, 21:02:28
Naif resim deyince aklıma Seraphine gelir
Tuhaf çiçekleriyle beraber odadan içeri girerler
Seraphine ortalığı toplar
Bulaşıkları yıkar
Çamaşırları makinaya atar
Gider
Çiçekleri kalır

Sonra Nuri İyem*gelir
Hiç gitmez

(https://live.staticflickr.com/65535/51897124425_c203c3a56a_o.jpg)

*Profesyonel olduğu halde bana naiftir.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Şubat, 2022, 21:46:18
Gabby ve Ken Parker şahane bilgiler vermişler. Faik Baysal'ın kitap kabı sahiden harikuladeymiş. Eski basım mı acaba? Bakacağım. Seraphine'le ilgili film varmış. Seyretmek isterim.
Teşekkür ederim.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kedidiro - 22 Şubat, 2022, 20:26:14
Alıntı yapılan: kedidiro - 19 Şubat, 2022, 12:13:44
Galiz Kahraman benim de unutmak istediğim bir İhsan Oktay kitabı. Ancak son kitabindan bu zamana hayli zaman geçti ve ben tiamat'tan çok ümitliyim. Daha önce yazdığı deniz hikayesi amat çok etkileyici idi. Bu da iyi başladı. Hayırlısı. Bitsin de yine konuşuruz.
İhsan Oktay'ın 8 yıllık durgunluğu kesinlikle yaramış. Tiamat soluk soluğa okunan nefis bir fantastik roman. Bindokuzyüzlerin başlarında bir Osmanlı denizaltisindaki mürettebatın vurdukları gemiden denizaltılarına getirdiği ganimetin laneti büyük bir belaya yol açar. Kısaca böyle özetleyebileceğimiz bir konusu var kitabın. Ilk sayfalardan itibaren osmanlı denizaltı gemiciliği sözlüğüne de ihtiyaç duyabilirsiniz. Yıllar önce yazdığı Amat'a bir kardeş getirmiş yazar. En iyi İhsan Oktay Anar kitabı mı? Elbette hayır. Ama bence en filmografik romanı bu olmuş. Sabah dediğim gibi bu romandan nefis bir çizgi roman çıkar. Sağ olsaydı bu çizgi romanı bence Galip Tekin çizerdi ve çok güzel olurdu. Çizgi romanı ve filmi heyecanla bekliyor olacağım.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 23 Şubat, 2022, 16:13:08
Alıntı yapılan: kedidiro - 22 Şubat, 2022, 20:26:14
İhsan Oktay'ın 8 yıllık durgunluğu kesinlikle yaramış. Tiamat soluk soluğa okunan nefis bir fantastik roman. Bindokuzyüzlerin başlarında bir Osmanlı denizaltisindaki mürettebatın vurdukları gemiden denizaltılarına getirdiği ganimetin laneti büyük bir belaya yol açar. Kısaca böyle özetleyebileceğimiz bir konusu var kitabın. Ilk sayfalardan itibaren osmanlı denizaltı gemiciliği sözlüğüne de ihtiyaç duyabilirsiniz. Yıllar önce yazdığı Amat'a bir kardeş getirmiş yazar. En iyi İhsan Oktay Anar kitabı mı? Elbette hayır. Ama bence en filmografik romanı bu olmuş. Sabah dediğim gibi bu romandan nefis bir çizgi roman çıkar. Sağ olsaydı bu çizgi romanı bence Galip Tekin çizerdi ve çok güzel olurdu. Çizgi romanı ve filmi heyecanla bekliyor olacağım.

Cümlelerin akışı tıkır tıkır gitti. Ve keyifle okudum bitti. Yeni okuyacaklar ne şanslılar di mi Kedidiro?
Henüz okumamışlar. Okuyacaklar.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Şubat, 2022, 19:24:54
BİR FİLM ÜÇ KİTAP

(https://live.staticflickr.com/65535/51905685889_1a7580bc90_o.png)

"-Hasta mısın?
- Hayır
- Yaralı mısın?
- Sanırım..."

Refik Halit Karay / Gurbet Hikayeleri


(https://live.staticflickr.com/65535/51905685854_9916d73713_o.jpg)

"Bana, bütün hayata dargın bir sesle:
"Ne istiyorsunuz?" diye sordu."

    Ahmet Hamdi Tanpınar/Sahnenin Dışındakiler


(https://live.staticflickr.com/65535/51905370806_711f35fd75_o.png)

"O gün ve ondan sonra, günlerce,
hep o rüya hali devam etti."

    Sabahattin Ali / Kuyucaklı Yusuf


-NOT-  Film kareleri / İngiliz Hasta
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hercai - 27 Şubat, 2022, 11:31:25
Ahmet Hamdi Tanpınar olacaktı Hayal Kahvem...klavyenin azizliği :)
Bende de kitapları var yazarın...iki kitabina baslamıştım yıllar önce, bitiremedim.
İngiliz Hasta'yı Ankara'da sinemada izlemiştim...ben de tavsiye ederim, hem de şu savaş günlerinde...
Sabahattin Ali'nin ise sadece Kuyucaklı Yusuf değil, tüm külliyatı takdire şayandır... geçen yıl Edremit'teki  evi "müze" olarak açıldı...kızı Filiz Ali, tüm kitaplarını da müzeye bağışladı. Biliyorsundur Sabahattin Ali'nin kendi objektifinden çıkan tüm resimleri de medyada yayınlandı...eserleri arasında ben en çok " Kürk Mantolu Madonna'yı severim, hatta birden fazla kez okudum...elimdekiler;
- Kürk Mantolu Madonna /Sabahattin Ali
   Basım, şubat 1966 (saklamakta zorlanıyorum çok eski basım)
- Kuyucaklı Yusuf, Basım 2001
-Sırça Köşk, Basım2020


" Hayatımda ilk defa böyle bir Madonna görüyordum: Şimdiye kadar tesadüf ettiğim Madonna tasvirlerinde, lüzûmundan biraz fazla tebarüz ettirilen, hatta manasızlığa kadar götürülen bir masumluk ifadesi vardı; kucaklarındaki bebeğe bakarken:
" Gördünüz mü? Allah baba bana neler ihsan etti! demek isteyen küçük çocuklara; veya ismini söyleyemeyecekleri bir adamdan.peydahladıkları evlatlarına gözlerini dikip şaşkın şaşkın gülümseyen hizmetçi kızlara benzerlerdi.
  Halbûki Sarto'nun  bu tablosundaki Meryem, düşünmeyi öğrenmiş, hayat hakkındakı hükümlerini vermiş ve dünyayı istihfaf etmeye başlamış bir kadındı. İki tarafında ibadet eder gibi duran azizlere değil, hatta gökyüzüne de değil, toprağa bakıyor ve muhakkak ki bir şeyler görüyordu.
                           ( Kürk Mantolu Madonna, sf. 81)
(https://imgyukle.com/f/2022/02/27/ETHMPp.jpg)
Tümünü ben de tavsiye ediyorum :)
Sevgiler sizinle olsun...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Şubat, 2022, 12:55:41
Alıntı yapılan: hercai - 27 Şubat, 2022, 11:31:25
Ahmet Hamdi Tanpınar olacaktı Hayal Kahvem...klavyenin azizliği :)
Bende de kitapları var yazarın...iki kitabina baslamıştım yıllar önce, bitiremedim.
İngiliz Hasta'yı Ankara'da sinemada izlemiştim...ben de tavsiye ederim, hem de şu savaş günlerinde...
Sabahattin Ali'nin ise sadece Kuyucaklı Yusuf değil, tüm külliyatı takdire şayandır... geçen yıl Edremit'teki  evi "müze" olarak açıldı...kızı Filiz Ali, tüm kitaplarını da müzeye bağışladı. Biliyorsundur Sabahattin Ali'nin kendi objektifinden çıkan tüm resimleri de medyada yayınlandı...eserleri arasında ben en çok " Kürk Mantolu Madonna'yı severim, hatta birden fazla kez okudum...elimdekiler;
- Kürk Mantolu Madonna /Sabahattin Ali
   Basım, şubat 1966 (saklamakta zorlanıyorum çok eski basım)
- Kuyucaklı Yusuf, Basım 2001
-Sırça Köşk, Basım2020


" Hayatımda ilk defa böyle bir Madonna görüyordum: Şimdiye kadar tesadüf ettiğim Madonna tasvirlerinde, lüzûmundan biraz fazla tebarüz ettirilen, hatta manasızlığa kadar götürülen bir masumluk ifadesi vardı; kucaklarındaki bebeğe bakarken:
" Gördünüz mü? Allah baba bana neler ihsan etti! demek isteyen küçük çocuklara; veya ismini söyleyemeyecekleri bir adamdan.peydahladıkları evlatlarına gözlerini dikip şaşkın şaşkın gülümseyen hizmetçi kızlara benzerlerdi.
  Halbûki Sarto'nun  bu tablosundaki Meryem, düşünmeyi öğrenmiş, hayat hakkındakı hükümlerini vermiş ve dünyayı istihfaf etmeye başlamış bir kadındı. İki tarafında ibadet eder gibi duran azizlere değil, hatta gökyüzüne de değil, toprağa bakıyor ve muhakkak ki bir şeyler görüyordu.
                           ( Kürk Mantolu Madonna, sf. 81)
Tümünü ben de tavsiye ediyorum :)
Sevgiler sizinle olsun...

Hay bin yaşa Hercai! Hemen düzelttim.

Ayrıca şahane yorumun için de bin teşekkür. Bin karamba karambita :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: hercai - 27 Şubat, 2022, 13:14:59
 Ne demek :) Benim için üyelerin birbirine destek olmaları,katkı sunmaları etik ve elzem olandır...bak, bahsedilen tablonun resmini de ekledim.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 27 Şubat, 2022, 13:22:28
Alıntı yapılan: hercai - 27 Şubat, 2022, 13:14:59
Ne demek :) Benim için üyelerin birbirine destek olmaları,katkı sunmaları etik ve elzem olandır...bak, bahsedilen tablonun resmini de ekledim.

Şahanesin. Yeminle bu tablo olduğunu bilmiyordum.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 04 Mart, 2022, 21:37:19
(https://live.staticflickr.com/65535/51918919506_ba77e4a5b2_o.jpg)(https://live.staticflickr.com/65535/51919538725_3ae3bdfd6f_o.jpg)

Ahmet Hamdi Tanpınar,
1901 tarihinde doğmuş, 1962 yılında 61 yaşında ölmüş.

Nazım Hikmet Ran,
1902 yılında doğmuş,  1963 yılında 61 yaşında  ölmüş.

Sevdiğim adamlar,
bir yıl arayla doğmuşlar,
bir yıl arayla
61 yaşında ölmüşler.
İlginç...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 14 Mart, 2022, 21:40:11
(https://live.staticflickr.com/65535/51939309943_33b5d7fb9e_o.jpg)

Sizce aşk nedir?
       Hayatın bezdirici, yıldırıcı demirbaş sorularından biri olarak ne çok sorulmuştur hepimize.
Bir dönem ortaokul, lise öğrencilerinin düzenlemeye pek meraklı olduğu "anket defteri"nden, popüler magazin dergilerinin,
söyleşi, soruşturma ya da anket köşelerine dek birçok yerde karşımıza çıkan,
neredeyse bütün yaşamımız boyunca ısrarla karşılaştığımız ve bunca yinelendiği halde,
verilen hiçbir yanıtın doyurucu olmadığı, hiçbir tanımın kimseye yetmediği;
hiçbir sözün kimseyi ikna etmediği, inandırmadığı bir başka soru var mıdır hayatın sorular dünyasında bilmiyorum!


(https://live.staticflickr.com/65535/51939231771_f2aa8fb914_z.jpg)

Karşıdaki sorar;
-Ne düşünüyorsun?
-Hiç.
-Hiç konuşmuyorsun?
-Ne söyleyeyim?
-Bilmem.
-Bir çay daha?
-Olur.
Aşk saklanır.


(https://live.staticflickr.com/65535/51938241077_240e71b26d_o.jpg)


Aşkın mutlulukla ya da mutsuzlukla bir ilgisi yoktur.
Aşk, aşktır.
Varsa da gelip geçici bir haldir bu, kendi varlığı gibi.
Zamanın size gülümsemesi gibidir aşk.
Tadının çıkarılması, keyfinin sürülmesi, ardından yasının tutulması neyinize yetmiyor?

Paragraflar/Murathan Mungan - Aşkın Cep Defteri'nden.
Resimler/ Başka Söze Gerek Yok filminden.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Mart, 2022, 23:18:57
(https://live.staticflickr.com/65535/51953581156_fe5d748240_o.jpg)

Az önce "ıhlamur" geldi aklıma, tamam mı?

Daha düşündüğüm an, nasıl  ıhlamur koktu ortalık anlatamam.

Dedim,  heeyy, "ıhlamur" ne şahane kelime!

Sonra ıhlamur... hamur... mahmur... çamur ve hatta samur geldi aklıma...

Sonra,

"Kalksam, bir ıhlamur kaynatıp içsem." demiş Sait Faik diye aklımdan geçti.

Bu cümle aklımdan geçince, "Fırla" dedim kendime.

Fırladım!

Sonra, durdum bi...

Sahiden demiş midir acaba, deyiverdim.

Sol kaşımı kaldırdım,

Yoksa uyduruyor muyum, diye düşündüm.

Derin bir iç çektim.

Demiştir herhalde dedim sonra.

Kalktım, bir ıhlamur kaynatıp içtim. 

Gerçekten. 

Ne biliyim?

Öyle işte.

Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Mart, 2022, 23:24:00
(https://live.staticflickr.com/65535/51953579531_18d2e02a9d_o.png)

Jules Verne'nin Karpatlar Şatosu adlı kitabını sahafın rafında gördüğüm an,  balık tutmuş çelebi sevinciyle çektim aldım. Kokladım.  Miss!
Çocukluğumu hatırladım. Derslerden arda kalan zamanlarda  okumaya doyamazdım.

1828 doğumlu Jules  Verne, babası gibi avukat olmak istemediği için onbir yaşında evden kaçmış.  Fakat bindiği gemide babası tarafından yakalanmış.
Ne olmuş dersiniz? Elbette hukuk okumuş. Değişik yerler görmek, değişik insanlarla tanışmak isteyen Jules Verne, bu isteği gerçekleşmeyince, 
hayallerinde   gezmiş olmalı ki, Dünyanın Merkezine Yolculuk, Seksen Günde Dünya Yolculuğu, Balonla Seyahat, Denizler Altında 20.000 Fersah, 
Denizin Ucundaki Fener adlı yolculuk dolu öyküler yazmış.

Karpatlar Şatosu  da,  yolculuk kitabı. Hastasıyım:)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Gabby - 22 Mart, 2022, 12:55:11
Dertsiz-tasasız, mutlu-mesut çocukluk yıllarımın masalcı amcasıydı Jules Verne... :) İthaki hoş bir kapak tasarımı ve çok makul fiyatla tüm külliyatını yayınlamıştı bir aralar. Öylesine kenarda duracağını bildiğim için almamıştım. Bu arada "Karpatlar Şatosu" kapağındaki çizim çok tanıdık geldi bana, Aslan Şükür'ün fırçasından çıkmış gibi duruyor.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 22 Mart, 2022, 22:05:25
Alıntı yapılan: Gabby - 22 Mart, 2022, 12:55:11
Dertsiz-tasasız, mutlu-mesut çocukluk yıllarımın masalcı amcasıydı Jules Verne... :) İthaki hoş bir kapak tasarımı ve çok makul fiyatla tüm külliyatını yayınlamıştı bir aralar. Öylesine kenarda duracağını bildiğim için almamıştım. Bu arada "Karpatlar Şatosu" kapağındaki çizim çok tanıdık geldi bana, Aslan Şükür'ün fırçasından çıkmış gibi duruyor.

Evet Gabby, Kapak Aslan Şükür'e ait. :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Kinowa59 - 23 Mart, 2022, 11:58:26
Is Bankası kültür yayınlarından çıkan, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi KRITOVULOS TARIHI ( 1451_ 1467 )  okudum. İstanbul'un, Osmanlı devleti tarafından nasıl alındığı günü gününe hatta saati saatine en küçük ayrıntısına kadar anlatılmış. Fetih öncesi hazırlıklarını ve fetih sırasında yaşananları, fetihten sonrası, Trabzon ve yöresinin ( benimde ata, baba topraklarım) Osmanlı topraklarına katılışi tüm yaşananlarla bizlere canlı ( ve kanlı ) olarak anlatılmıştır. Basım kalitesi ve doyumsuz içeriğiyle tarihi bir belgesel olan bu eseri F. Sultan Mehmet Han'ın yaşamını ve döneminde, bilinen Dünya'da yaşananları merak eden dostlara öneriyorum.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Mart, 2022, 21:07:00
(https://live.staticflickr.com/65535/51964328350_58efafc76d_o.png)

Okudum. Beğendim. Arz ederim.  :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 26 Mart, 2022, 21:12:06
(https://live.staticflickr.com/65535/51962763497_fbe60d062b_o.png)

Ukulele ile türkü çalabilmeye başardım. Bahtiyarım :D

NOT- Youtube'da Etkili Müzik Eğitimi adı altında müzik öğretmeni Can  Kahramansoy, hazırladığı videolarla  en baştan ukulele öğretiyor. Epey ilerledim.  Minnettarım.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 04 Nisan, 2022, 23:08:43
Karamba karambita! Edebiyat Muhabbetleri'nin okunma sayısı 100 bini geçmiş :D

Vay canına sayın seyirciler! Ne güzel ::) :D
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 28 Nisan, 2022, 22:36:46
(https://live.staticflickr.com/65535/52037176691_a7cc3e2650_o.png)

Okudum. Okuyorum. Okuyacağım.  :)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: battlehammer - 28 Nisan, 2022, 23:55:52
Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 28 Nisan, 2022, 22:36:46
(https://live.staticflickr.com/65535/52037176691_a7cc3e2650_o.png)

Okudum. Okuyorum. Okuyacağım.  :)

Transmetropolitan alınmış, muhteşem.  8)
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Hayal Kahvem - 10 Mayıs, 2022, 20:04:45
(https://live.staticflickr.com/65535/52084969007_016d0480cc_o.png)

KİTAP... OKUDUM... OKUYORUM... OKUYACAĞIM

(https://live.staticflickr.com/65535/52086245099_869e74eced_o.png)

ÇİZGİ ROMAN... OKUDUM.

(https://live.staticflickr.com/65535/52086004226_66eaa517e5_o.png)

FİLM SEYRETTİM
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Kinowa59 - 28 Nisan, 2023, 12:33:11
Benim bu yazacağım da yazılı edebiyat konusu olduğu için bu sayfaya yazacağım. Bu sabah Marmaris'te,  hastahane de kasaplık sığır gibi _ özür diliyorum, sığır ağır bir benzetme oldu; koyun diyeyim _ randevu sıramı beklerken, eşi dostu arayayım, hâl hatır sorayım vakit geçer. Diye düşündüm. Önce forumdan Ömer Bahadır bey'i aradım, bakalım yeni çizgi roman projesi var mı diye. Daha günaydın der demez müşterileri araya girdi. Yoğun olduğu için hiçbir şey soramadan, sonra görüşürüz dedim ve TLF kapattık. Bir dostumuzu daha aradım, kitaplardan haber var mı diye, abi çok yoğunum, bugün bekliyorum, pazartesi ara dedi ve TLF kapattık. Daha sonra, İlker özer bey'i aradım, Zagor özel ciltleri soracaktım, ne vakit çıkacak diye. Ona ise hiç ulaşamadım. Allah Allah dedim, bugün insanlar amma da yoğun. Kitap yayını yapan kimi arıyorsam ya vakitleri yok, ya da TLF hiç açmıyorlar. Istifle, istifle , istifle ..? Yığın bakalım dolarları..? avroları..? Depolayın bakalım TL leri..?  altın ve elmasları..? Vahşi batı, Bill kid' e , Jesse James ' e kalmadı, sizlere mi kalacak..? 
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Kinowa59 - 15 Mayıs, 2023, 20:11:41
Bugün  Alman şair ve filozof Frederick von shiller'in bir sözcüğünü anımsadım. " Böcek olmayı kabul edenler, ezilince şikayet etmemelidir." Evet değerli dostlar nerede kalmıştık .
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Saki - 28 Mayıs, 2023, 20:41:27
Genelde çok ucuz bit meyvedir, dünyanın her yerinde oluyor ve her bir aile pazardan elma alabiliyor..

..dolayısıyla edebiyatta da her zaman bir tema olmuştur...

Örneğin...

Dünyada en güzel bir hikaye olan Pamuk prenses hikayesinde zalim üvvey anne güzel bir elmanın yarısını zahirleyip Pamuk prenese yediriyor..Çok şükür prens ve arkadaşları Pamuk prensesin tabutunu taşıyorken yere düşürüyorlar ve Pamuk prenesin bogazında kalan zehirli yarım çıkıyor ve kız hayata dönüyor...

New  York 19. yüzyılın ortalarında elma ağaçlarıyla sarılıdır. Bunun için de diğer ismi Big Apple, yani Büyük elma..

ABD de en büyük bilgisayar ve elektronik parça üretici şirketin ismi Apple, logosu ise ısırık elmadır...

İsviçre de 300 yıl evvel başka işi olmayan keskin ok nişancısı Wiliem Tell kendi oğlunun başına elma koyup bunları ok ile vuruyormmuş..

İngiliz matematikçi ve fizikçi Sir İsac Newton bir gün bir elma ağacının gölgesinde oturup derin derin düşünürken, başına bir elma düşüyor...Bu deha insan elmayı başına doğru çeken kuveetin de, Ayı dünyanın etrafında döndüren kuvvetin de aynısı olduğu sonucuna varmış ve bu kuvvete Genel Çekim kuvveti demiştir...
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Kinowa59 - 05 Temmuz, 2023, 12:20:25
" Yaşamak ciddi bir uğraştır " demiş; büyük Ozan, Dünya şairi Nazım Hikmet. Ve ben , sıradan bir emekçi emeklisi kinowa 59 bayram olarak diyorum ki , " ya sen ciddiye alırsın yaşamı,  ya da yaşam seni savurur gider." Bayram 'ın ilk günü, uzun yürüyüşlerimden en uzununu gerçekleştirmek üzere Antalya, Elmalı ilçesi yaylalarında yürüyüşüme başladım. Dağlar, dağlar ve oba'lar , köyler gördüm. Atatürk'ün, " nerede bir Yörük varsa orası Türk yurdudur " söylemine uygun olarak Yörük' lerin misafiri oldum. Yaylalarında, oba'larinda, kıl çadırlarında geceledim. Bol bol ayran içtim. Şalgam suyu içtim, buz gibi soğuk derelerde yüzdüm, zirvelerde yıldızlarla, dolunayla arkadaşlık ettim. Kısacası değerli dostlar; bayram 'ın ilk iki günü, Tex, Zagor ve Ken Parker okumakla kalmadım. Kahramanlarım gibi yaşadım. Tex gibi çadırda yattım. Zagor gibi dolunay'i, yıldızları izleyerek düşüncelere daldım, ve Ken Parker 'in gene yıldızlı bir gecede bir ulu ağaca sırtını verip Karl Marx' in kapital isimli başyapıtıni okuduğu gibi gecenin ıssızlığın da ( zihnimde ) o sayfaları okudum. Biraz Tex, biraz Zagor, ve çokça da Ken Parker oldum. Sonra değerli dostlar , bayramın üçüncü günü konakladığım köylerin birinden 5 litrelik şalgam suyu ve yöresel ürünler alarak Köyceğiz'e, evime döndüm. O gece bir 35'lik küçük rakı'yla ( alkol sağlığa zararlıdır ) aşırı sıcaktan bunalmış vaziyette  5 litrelik şalgam suyunu bir saatte içtim. Ve sonuç: gözlerimi hastahane de açtım. Şeker hastalığımı hesap etmemiştim. Şekerim 600'e fırlamış. Tam üç gün hastanede kaldım. Hâlâ toparlanamadim. Değerli dostlar, siz siz olun, şeker , kalp, tansiyon vs. hastasıysaniz sakın sıcak havalarda alkol almayınız. Şalgam suyuyla alkol hiç almayınız. 5 litrelik şalgam suyunu rakı'yla bir saatte kesinlikle içmeyiniz. Bayramı zehir ettim kendime. Kalınız sağlıcakla.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: Saki - 05 Temmuz, 2023, 14:01:59
Hayat ciddiye almamak içi yeterince ciddidir, demiş İngiliz yazar Bernard Shaw.
Başlık: Ynt: Edebiyat Muhabbetleri
Gönderen: kedidiro - 05 Temmuz, 2023, 14:34:56
Kendinize dikkat edin Bayram bey... Ruh kocamasa da beden ihtiyarlıyor ve biz bazen bunu unutabiliyoruz maalesef. Gelmiş geçmiş olsun inşallah.