Bir Osmanlı Askerinin Hatıratı (1688-1700) - Temeşvarlı Osman Ağa

Başlatan ferzan, 20 Mart, 2023, 21:57:39

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

ferzan



    2021 yılının ikinci yarısında okuduğum bir hatırattan ve hatıratın sahibinin çizgi romanlara, dizilere, filmlere konu olabilecek ilginçlikte yaşadıklarından bahsetmek istiyorum bu akşam da. Kafası açık bir ailenin iyi eğitilmiş ve aynı ölçüde terbiye edilmiş yarım düzine çocuğundan biri olan ve türlü maceralardan sonra hayatta kalıp devlet tarafından mansıp verilerek Osman Ağa sıfatını hak eden Temeşvarlı Osman'ın, gençliğinin 12 yılında görüp geçirdikleri üzerine ihtiyarlığında yazdırmış olduğu bir hatırat.

    Bilhassa babası, kendisinin ve tüm kardeşlerinin eğitimine önem veriyor ama çocukları daha reşit bile olamadan hem anne, hem baba dünyadan göçüp gidiyorlar. Çocukların vasiliği ve mütevazi mirastan hak ettikleri payı en büyük abla ile babanın ölmeden evvel ona varmasını vasiyet ettiği güvenilir genç kahyaları sorumluluğuna geçiyor. Çocukların kimi yaşıyor, kimi ölüyor. Yalnız ateş gibi bir delikanlı olan Osman, askerlik yaşı gelir gelmez payına düşen mirası da alıp orduya yazılıyor. Kısa sürede bir boşluktan faydalanıp, kendini de sevdirip yaşına göre idare eder bir mevkisi oluyor.

    Fazla detay vermeden ve olayların başlangıç kısmına girmeden kabaca şu kadarını söyleyebilirim, kitabın adından da anlaşılacağı üzere 12 yıl Avusturyalıların esareti altında kalıyor ama bu 12 yılın tamamı dört duvar arasında geçmiyor. Taş çatlasa 6 ayı geçiyor. Hep efendileri oluyor, hanımları oluyor, hizmet ediyor, yeri geliyor kahya oluyor, yeri geliyor alıkonulduğu evin asilzadesi gibi özgürce dolaşıp sağa sola buyruklar yağdırıp gezintiye çıktığı bile oluyor, günün sonunda eve geri dönüyor hem çaresizlikten, hem de kendince bir ahlak ve söz vermişlik anlayışı dolayısıyla. Bir yerden sonra onu denetleyen de olmuyor hatta ama bu kısım, esaretinin son yıllarına denk geliyor. Yoksa donuna kadar soyan eşkiyalara mı, av köpeği muamelesi gördüğü kumandanlara mı, her an patlamaya hazır barut fıçısı lordlara mı tahammül etmiyor...

    Temeşvarlı Osman kesinlikle alelade bir asker değil. Her şeyden önce çok uyanık, zeki ve bu özellikleri ölçüsünde ahlaklı, sözünün eri, mert ve gözü pek birisi. Kedi gibi dokuz canlıymış adeta, dokuz canının dokuzunu birden harcamış neredeyse. Ölümle burun buruna geldiği ve kendisinin bile tutunmayı bıraktığı anlar az buz değil ama bir şekilde hayatta kalmış. Kendi de şaşmış nasıl hayatta kaldığına. Yalnız adamı sıra dışı yapan salt bunlar değil, kendini geliştirmeye olan merakı. Özünden şaşmıyor, kendini hep biliyor ve itikadınca yaşamaya özen gösteriyor ama şartlara uyum sağlamasını da çok iyi biliyor. Bir noktada öyle bir an geliyor ki, kimse onu orta sınıf bir Avusturyalı'dan ayırt edemez hale geliyor. Çok fazla efendi ve hanımın emri altına giriyor. Lordu, askeri, generali, bilmem kimi gırla gidiyor. Çok iyiler olduğu gibi çok kötüler de var aralarında ama Osman Ağa çok kötüler haricinde diğer tüm yabancılardan bahsederken kafir, küffar ve saire gibi tabirlere sığınmıyor. Hayatlarının içine dahil olup mümkün mertebe orta yol kuruyor. En büyük korkusu dinini değiştirmeye kalkma ihtimalleri oluyor ama onda da teklif gelse de ısrar gelmiyor. Hatta karşılığında özgürlüğü sunuluyor ama o devam ediyor esaretine. Buna rağmen onları düşman gibi görmüyor, içlerine karışıyor. Kendini geliştirme kısmına geri dönersek, ortalama iki üç yabancı dil öğrenip en az ikisinde okur yazar hale geliyor ki zaten esarete düşmeden önce de babasının vaktiyle eğitimlerine önem vermesinden ötürü okur yazarlığı olan, tahsili iyi bir askermiş. Temel sağlam olunca esaretteki zorunlu şartları da fırsata çevirmeyi biliyor. Bazı referansları, davranış biçimlerini ve saireleri kendine has bir şekilde harmanlayıp yeri geldi mi esirden ziyade beyefendi gibi davranıyor. Ayrıca hiç de beceriksiz bir asker değil. Köşede kenarda karıştığı kavgalarda gayet kıyıcı ve hünerli olduğunu anlıyoruz ama bunu kendini övmeden ve yeri geldiğinde korkup kaçtığı kısımları saklamadan olduğu gibi aktarıyor. Mesela bir Macar arkadaşı için han kavgasına giriyor tığ kılıçla, arkadaşı hemen tüyüyor, beriki de yaralanıyor, onun üzerine kalıyor kavga. Kaçıyor, arada durup saldırıp gene kaçıyor. Böyle dur kalk yapa yapa yıldırıp geri gönderiyor peşindekileri. Tabi yaraladığı ya da öldürdüğü adamlar da cabası.

    Temeşvarlı Osman'ın talihi tam bir Türk talihi. "Hemşeri hemşeriyi gurbette ".....miş" lafının ne denli köklü olduğunu da görüyoruz hatıratta. Arada kaldığı ve kendi yerini riske attığı anlar oluyor. Öte yandan esareti hafiflemiş ve kısmi özgür kalabilmiş haliyle de fiyakasından ödün vermiyor. İzin kağıdıyla yaptığı yolculukta asilzadeler gibi süslendiği yetmiyor, kuzu doldurtup fırına vermeyi ihmal etmeyecek kadar da kendine bakıyor. "Sen esirsin yahu, ne kadar töleranslı olursan ol, bu ne keyif?" dedirtebiliyor.

    Yalnız çektiği çileler dehşete düşürecek cinsten. Yazını gayet sade ve hızlı ama aralarda detaylar ağa takılan balık misali çırpına çırpına önüne geliyor insanın. Hani, yaşadıklarının onda birinin bile psikolojik etkileri düzeltilemez ölçüde olabilir ama adam bir şekilde başa çıkmış. Takip etmekte zorlandığım feci maceralı 12 senelik bir esaret hayatının sonunda vuslata eriyor, 18 yaşında düştüğü esirlikten 30 yaşında kurtuluyor ama hatıratını yazmak 53-54 yaşlarına nasip oluyor. Gözleri görmez olduğu için de muhtemelen kendi deyip başkasına yazdırmış ama kendi kaleminden sayılır bu da.

    Esaretinden sonra eski rütbesi geri verilip 12 yıldır birikmiş ulufeleri toptan ödeniyor, ayrıca mansıp veriliyor, üstüne bir de tercümanlık ve yazmanlık görevine atanıyor. Kendisini kayıran bir paşanın eli ayağı oluyor becerikliliği ve birikimiyle. Yeri geliyor, dönemin krize sebep olan sıkıntılı mevzularını çözmek için karşı tarafa arabulucu tayin ediliyor. Yeri geliyor eski efendilerinden biriyle bu kez hür ve elçi sıfatıyla karşı karşıya geliyor. Hep uzun saçlı ve oralı urbalarında gördükleri Osman Ağa'yı sakallı ve Türk kılığında görüyorlar artık. Resmen diplomatik görev adamı oluyor birikimi ve bilgisiyle. O yüzden ileri yaşlarında hatırat yazması / yazdırması da muhtemelen bu kültürü sonradan da olsa edinmiş olmasından geliyor. Bir de bu 200 sayfalık hatırat haricinde bir bu kadar da sırf diplomatik görüşmelerini kayda almış ve Avrupa 'da o da kitap olarak basılmış başka bir isimle ama bizde basılmamış. Şuna şaşırdım, bu hatırat Avusturya'da vesairede bizde olduğundan daha ünlüymüş, Temeşvarlı Osman Ağa oraların edebi çevrelerince ve tarihçilerince bizdekinden daha fazla biliniyormuş yıllardır. Bu da bambaşka ilginç geldi.

    Çok özel, çok düzgün bir adammış. İlerleyen yaşlarında ne yaptığını ve ömrünün hatıratı yazdığı ana kadar olan kısmını nasıl tamamladığı da başka bin türlü detayla birlikte kitabı bulup okumak isteyenlere kalsın. Yalnız bu kitabı film olarak görmeyi çok isterdim. Böyle bir asker ve hatırat Avusturyalıların ya da civar ülkelerin birine ait olsaydı ve doğuda esir düşüp kurtulsaydı filminden dizisine, çizgi romanından şarkısına türlü türlü anlatısını yaparlardı. Destanını yazarlardı. Çünkü bu adamın başından geçenler öyle böyle yenilir yutulur cinsten değil.

    Kim bilir soyu nerelerdedir, kanını taşıyan son kuşak kimdir, kimlerdendir, merak ediyor insan. Soy sop sorgulamada en erken 1800 başlarına kadar gidilebiliyor sanırım, belki 1700 sonlarını görebilen vardır istisna olarak ama bu adam 1730 'lara kadar yaşamış olsa, gene de o kadar geriye gitmek zor kişi kayıtlarında. Bu kitap vesilesiyle Temeşvarlı Osman Ağa bir pencere açtı ve her anına, düşüncesine, kafa yapısına tanık ettirdi. İçime merak ve samimiyet uyandıran güzel hisler bırakıp o pencereyi kitabın kapağıyla beraber kapattı. Aklımdan kolay kolay çıkmayacak özel anlatılar arasında yerini aldı.

    Soluksuz okuduğum ve su gibi akan bu kitabın farklı yayıncılardan çıkmış yakın anlamlı ama farklı başlıklara sahip başka edisyonları da var. Ben bu baskısını okuduğum için buna ait görseller ve tanıtım yazısı ile yazımı süslemeye çalıştım. Merak edip okumak ve okuduktan sonra üzerine konuşmak isteyen olursa, iştahımın baki olduğunu ve her daim Temeşvarlı Osman Ağa hakkında konuşmaya hevesli olduğumu belirtmek isterim.

Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

KenParker

Vay be. Şurada yazılan tanıtım bile adamın film gibi hayatına hayretle baktırırken Temeşvarlıyı ilk kez duyuyor olmak beni üzdü. İlk fırsatta okumak istiyorum.

pizagor

Müge Anlı'nın Palu ailesinden onyıllar önce Kerkenez vardı. Okuması, hazmetmesi zor kitaptır Kerkenez. Yıllar önce toplu okuma yapacaktık da sadece ben okumuştum. Toplu Okumalar başlığına ne yazmışım diye baktım:

Toplu okumasında yer alacağıma dair herhangi bir bildirimde bulunmasam da gördüğüm kadarıyla şimdilik Kerkenez'i tek okuyan benim. İtiraf ediyorum, zor ilerledi, itiraf ediyorum bırakmayı çok istedim. Çünkü hayatın, ilişkilerin bu şekilde sadece cinsellik üzerinden aktarıldığı, insanların adeta hayvanlaştırıldığı bu tarz hoşuma gitmedi. Gerçek olan aslında budur diyebilirsiniz, itiraz ederim. Biz insan olanlar cinselliği mütevazi yaşıyoruz demek ki, hayatımızda zoofili, nekrofili, pedofili, ensst, tecavüz gibi sapkınlıklar yok çünkü. Ama Kerkenez'in baş karakteri Salih'in köyden (ve daha sonra biraz da kentten) ibaret o küçücük dünyasında bunlar adeta sıradanlaşmış bir durumda.

Değişik, kabul edilemez, hazmedilemez. Misal tecavüze uğrayanın aklındaki 'ilk benim mi başıma geldi bu, niye kıçımı kırıp, ağzımı kapayıp otumadım ki!' pişmanlığı. Normalleşme, ensesti bir anlamda normalleştirme bu. Ama süreç onu geneleve kadar götürürken bir yandan da nasıl gerçekçi. Değişik bir kitap, sonradan açılan, sonra sonra okuru kavrayan, kötü değil ama insanın kendi türünden iğrenerek okuduğu bir roman. Temel içgüdümüzün tiksinç bir yansıması. Ama biz bu değiliz, bu kadar düşmüş, bu kadar aşağılık değiliz.


Sonra gördük ki öyleymişiz...
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


kharon

Harikaymış bu ferzan, ellerine sağlık.
Yıllar önce Kafadar hocanın yayına hazırladığı "Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken" isimli kitabini okumuştum, kitapta dört Osmanlı'nın anıları-hatıratları vardı ama önsözde Kafadar hoca ani-hatırat turunun bize ne kadar yabancı olduğunu, bu alanda kimsenin doğru düzgün bir şey bırakmadığını anlatıyordu. Zaten kitapdakiler de dişe dokunur şeyler değildi, bir tekke şeyhininkileri hatırlıyorum; bugün su tekkeye gittik bunu yedik, şu gün bu tekkede bunu yedik minvalinde notlardı.

Batı'da bu kadar popüler bir türken, yüzyıllar öncesine giden cilt cilt hatıratlar varken bizde olmamasının türlü nedenleri var elbet ama senin de belirttiğin gibi Osman Ağa'nın Batı ile teması sayesinde belki de böyle bir yazdırması muazzam olmuş. Okuma listeme alıyorum hemen. Teşekkürler.

ZGeralt

Ben bu kitabı yanılmıyorsam 99 yada 2000 yılında, henüz lise öğrencisiyken okumuştum ve çok etkilenmiştim. Her zaman tarihe meraklıydım ama okul kitabı gibi sadece savaş ve padişah anlatan, kişiye asla bir perspektif katmayan, çağın ruhu ve paradigmalarından arındırılmış hamaset dolu "kahramanlık tarihinden" değil. Ne yazık ki bir benzerini bulamamıştım o zamanlar, Batı'da belki yüzlercesi var ve bugün misal 1600'lerde Fransa'da bir kasaba hayatını kendi topraklarımızın, kendi "atalarımızın" hayatından daha iyi bilebiliyor en azindan daha eğitimli olarak speküle edebiliyoruz.
Çok uzun yıllar geçmesine rağmen hala aklımda bir kaç pasaj var. Bendeki edisyon sanırım Aksoy Yayıncılık'ın edisyonuydu. Ferzan sayesinde bu sene bir kez daha okuyacağım kitabı, bakalım bunca yıl sonra bu sefer nasıl bir izlenimim olacak :)

ferzan

    Neredeyse 19. yüzyıla kadar, hatta belki tanzimat dönemine kadar istisnalar haricinde öyle aman aman bir hatırat ve seyahatname kültürü bizde yerleşmiyor. 16. ve 17. yüzyıllarda Barbaros Hızır Paşa'nın gazavatnamesi gibi, Seydi Ali Reis'in Mirratü'l Memalik'i gibi bazı ısmarlama ve rapordan hallice seyahatname / hatırat tarzı eserler ikinci kişilere yazdırılarak bir parça abartı ve süslemeyle ortaya çıkabilmiş şayet yanlış bilmiyorsam (Barbaros Paşa'nın gazavatnamesi aslında ısmarlama hissiyatından uzak ama devlet kayıtlarına da girmesi için sonradan kağıda aktartıyor değerli tecrübelerini).

    Tanzimattan sonra, özellikle de 20. yüzyıl başlarında, önceki asırlara nazaran daha bir yerleşmiş ve kültür olarak kanıksanmaya başlanmış bir hatırat / seyahatname örneklerine rastlanıyor sanırım. Benim dikkatimi en çok askerlik mesleğini icra eden iyi eğitimli ve aydın zihinli kimselerin hatıratları çekmişti ki onların da günümüzde pek çok yayınevi tarafından basılmış yeni edisyonları mevcut. Bu noktada İş Bankası, YKY, Kapı Yayınları ve şu an ilk anda adı hatırıma gelmeyen birkaç yayınevine kendi adıma teşekkür borçluyum.

    Asker kökenliler dışında da bazı olağanüstü hallere tanıklı etmiş ve kendini yetiştirmiş kimselerin hatıratları da mevcut. Mesela '93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı'nın sivil kısmına tanıklık etmiş Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi gibi... Ya da devlet kademelerinde yer almış, eski saraylı bazı din ve devlet görevlileri gibi... Bunlar bir de günümüze kadar ulaşabilenler. Ulaşamayan ya da bir kenarda keşfedilmeyi bekleyen kim bilir daha neler var?

    2019'dan beri kişisel bir sebepten ötürü büyük bir titizlikle seyahatname ve hatırat topluyorum. Şu ana kadar kitaplığımda iki rafı doldurdu diyebilirim. Yukarıda saydıklarım haricinde Kitap Yayınevi, İletişim, Kırmızı Kedi ve daha bir sürü irili ufaklı yayıncıdan çıkmış Portekizli, Macar, İspanyol, Fransız, Arap, İranlı ve az miktarda da Türk ya da Osmanlı tebaasından (Ermeni, Rum vs.) bir takım seyahatname ve hatıratlar biriktirdim. Bize ait olanlar ekseriyetle yukarıda da belirttiğim gibi asker kökenli yüksek kültür ve eğitim sahibi kişilerin yazınları. Aralarında hasbelkader kendini cephede bulmuş doktor ya da katip hatıratları da var. Onlar da Balkan Savaşları'ndan Kurtuluş Savaşı'na değin belki onlarca örnekle çeşitleniyor, zenginleşiyor.

    Temeşvarlı Osman Ağa'nın hatıraları üzerine belki ilginizi çeker diye birkaç hatırat daha paylaşıyorum aşağıda. Henüz ben de bu kitapları okumuş değilim ama esaret günlüğü söz konusu olunca aklıma ilk bu eserler gelmiş oldu. Bir de yanlarına Zağra Müftüsü'nün hatıratını ekledim. Her şey bir yana, eski zamanlarda yaşamış büyüklerimiz iyi ki bunları yazıya dökmüşler, iyi ki eserleri bir şekilde günümüze kadar ulaşabilmiş. Meraklısına bu yazınların kıymetini bilmek ve belki bugüne ulaşamayan bir çoğuna da hayıflanmak düşüyor.





Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

allan quatermain

Benim de meraklısı olduğum bu güzel alanda bir kitap tavsiyesi de ben yapmak isterim naçizane. İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan Mehmet Şevki Yazman'ın "Kumandanım Galiçya ne yana düşer: Mehmetçik Avrupa'da" eserini şiddetle tavsiye ederim. Galiçya gibi zehirli gazların kullanıldığı, insanların böcekler gibi öldürüldüğü, kurtulanların hayatları boyunca sağlık sorunları yaşadığı, Türk askerinin belki gördüğü en kötü ama en az bilinen cephelerden biri olan Galiçya Cephesi'ni öğrenmek için de neredeyse tek kaynak.
Birinci Dünya Savaşı döneminin, hem okumuş subayının hem de sıradan halkının, olaylara, dünyaya, insanlara, hatta cinselliğe nasıl baktığına dair çok güzel gözlemlerle dolu bir hatırat. Yazman hem albay hem de milletvekili olduğu için başta çok ciddi bir eser bekliyordum ama mizah, cinsel şakalar falan hiç sakınmamış, olanı ve düşündüğünü yazmış subayımız. Zaten ancak egolarından arınmış insanların yazdıkları hatıratlar okunabilir oluyor. Rahmetli yaşasaydı kesin çizgi roman okuru olur, forumumuzda da takılırdı, ışıklar içinde uyusun.

ferzan

Alıntı yapılan: allan quatermain - 21 Mart, 2023, 22:46:02Benim de meraklısı olduğum bu güzel alanda bir kitap tavsiyesi de ben yapmak isterim naçizane. İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan Mehmet Şevki Yazman'ın "Kumandanım Galiçya ne yana düşer: Mehmetçik Avrupa'da" eserini şiddetle tavsiye ederim. Galiçya gibi zehirli gazların kullanıldığı, insanların böcekler gibi öldürüldüğü, kurtulanların hayatları boyunca sağlık sorunları yaşadığı, Türk askerinin belki gördüğü en kötü ama en az bilinen cephelerden biri olan Galiçya Cephesi'ni öğrenmek için de neredeyse tek kaynak.
Birinci Dünya Savaşı döneminin, hem okumuş subayının hem de sıradan halkının, olaylara, dünyaya, insanlara, hatta cinselliğe nasıl baktığına dair çok güzel gözlemlerle dolu bir hatırat. Yazman hem albay hem de milletvekili olduğu için başta çok ciddi bir eser bekliyordum ama mizah, cinsel şakalar falan hiç sakınmamış, olanı ve düşündüğünü yazmış subayımız. Zaten ancak egolarından arınmış insanların yazdıkları hatıratlar okunabilir oluyor. Rahmetli yaşasaydı kesin çizgi roman okuru olur, forumumuzda da takılırdı, ışıklar içinde uyusun.

    Çok teşekkür ederim haberdar ettiğiniz için. Nadirkitap üzerinden bulup vakit kaybetmeden siparişini verdim. İş Bankası etiketiyle çıkmış bir avuç askeri hatırat vardı kitaplığımda ama bundan kesinlikle haberim yoktu. Elime geçmesini hevesle bekleyeceğim.
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

Kinowa59

Benimde severek okuduğum ve kütüphanemin hatırı sayılır bir kısmını oluşturan anı, hatırat türü kitaplardan birkaç tane de ben önermek istiyorum. 1_ Tuğgeneral Ziya yergök' ün anıları. Sarıkamış' tan esarete. Tuğgeneral Ziya yergök'ün anıları, Sarıkamış faciasını ve ardından geçen zorlu altı yılı anlatıyor. Remzi Kitabevi tarafından yayınlanan bu kitapta, yaralanma sonucu esir düşen ve Sibirya ya sürgün edilen general Ziya yergök, altı yıl sonra dönüş yolunda yaşadıklarını, Orta Asya Türklerinin yaşam alışkanlıklarını bir araştırmacı gözlemiyle biz okuyuculara aktarmaktadır.  2_ Baron wratislaw' in anıları. Milliyet yayınları serisinden  Hart cover olarak çıkan bu kitap, 1591 yılında Alman Avusturya imp. Rudolf'un İstanbul'a gönderdiği elçilik heyetinin gözlemcisi olan Baron wratislaw'İstanbul'daki üç yıllık Rumeli Hisarı zindan yaşamını ve 16 yüzyıl İstanbul'unun genel çehresini en ince ayrıntısına kadar ( zindanda kedi yemeye kadar ) anlatmaktadır. Tarihsel bir belge niteliğindeki bu kitap'in, anı hatırat türü kitaplardan hoşlanan her okurun kitaplığında bulunması gerektiğine inanıyorum. 3_ Hagop Mintzuri'nin yazdığı, _ 1897_ 1940 İstanbul anıları _ 1900 yılı başında, Beşiktaş, Ortaköy, Rumeli Hisarı bölgelerde yaşayan insanların günlük yaşamlarını ve kendi köyünde _Erzincan, Kemah ta_ aile bireylerini ve sonu trajedoyle biten sürgünlerini anlatmaktadır.

ferzan

    "Kumandanım Galiçya ne yana düşer: Mehmetçik Avrupa'da" kitabı elime dün ulaşmışken, şimdi sıra geldi Bayram Bey'in tavsiye ettiklerine. Onları da bulup edinebilirsem, bu türdeki hatıratlardan oluşan arşivimden birkaç toplu foto paylaşıp türün meraklıları için görsel bir rehber oluşturmak niyetindeyim. Böyle böyle daha fazlasına ulaşabilmek ve arşivleyebilmek dileğiyle.
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

Kinowa59

 Antik Mısır tarihinin firavunlar dönemindeki sosyal yaşamı merak ettiğim için, YKY genel kültür dizisi tarafından yayınlanan
" Unutulmuş Mısır 'ın izinde " kitabını okuyorum. Birbirinden güzel ve etkileyici antik görsellerle zenginleştirilmiş eseri okurken 53 sayfadaki " serüvenciler ve hırsızlar" bölümü dikkatimi çekti. Günümüzde olduğu gibi o dönemde de ( 19 yüzyıl başlarında ) Fransız, İngiliz, birazda İtalyan yağmacılar tarafından Mısır 'ın antik  zenginliklerinin nasıl soyulduğunu, çalındığını okuruz. Abdülaziz ve Abdülhamid döneminde İngilizlere hediye edilen Anadolu'nun zengin tarihinin öncülü olarak, aynı zamanda bir Osmanlı paşası olan Mısır Hidiv ' i  ( Mısır genel valisi )Kavalalı Mehmet Ali paşa tarafından, bu zenginliklerin nasıl dağıtıldığını okuruz. ( Tarihsel zenginliklerine sahip çıkmayanlar
 toprağına , namusuna da sahip çıkmazlar ) Sonra aklıma, çizgi düşler'in çıkardığı muhteşem Belzoni cildi geldi. Ve YKY çıkardığı " unutulmuş mısır 'ın izinde " kitabının, " serüvenciler ve hırsızlar " bölümünü okuduğumuz da, muhteşem Belzoni ' nin , muhteşem bir mezar soyguncusu, muhteşem bir tapınak yağmacısı ve muhteşem bir hırsız olduğunu görürüz.

Gabby

Truva'nın paha biçilemez hazinelerini soyup soğana çeviren Truva hırsızı Schliemann ve Bergama'daki koca Zeus Tapınağını lego parçaları gibi önce ufak ufak sonra da kervanlarla taşıyıp gemilere yükleyip Almanya'ya götüren aynı kafadaki vatandaşı Carl Humann yine aklıma düştü Kinowa59'un yazdıklarını okurken... Yav tamam hadi dönemin şartlarıyla bi' şekilde adamlar kitabına uydurmuş onu anladım da, 'vatandaşımız Carl Humann'ın vasiyetiydi' diyerek, sayesinde artık yerinde yeller esen tapınağın temelleri arasına gömülmesine izin vermek de neyin nesi... Çaldıkları yetmemiş bu da size kapak olsun der gibi tarihi eserin kalıntı taşlarından anıt mezar yapılmış adama, şaka gibi...       





 

Kinowa59

Carl humann denilen antik eserler hırsızının mezarı, o yöre köylüleri tarafından türbe hâline getirilmemişmi.