Türk Edebiyatı

Başlatan V, 22 Aralık, 2010, 16:18:31

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

V


Nihat Genç'in son kitabi ANADOLU YAZARINI ARIYOR Dama Yayinlarindan çikti..




Bu kitap, Türkiye'ye bir bela gibi çöken yalanlar, iftiralar ve haksiz tutuklamalarin yasandigi günlerde koca ve büyük medya sessiz kalirken bagimsiz bir yazarin isyanidir:
"Evet, ben ülkemi, bagimsizligimi, insan sevgisini, insanlik duygularini ticari mal yapa-mam! Bu yüzden muhalif oldugumuz insanlarla aramizda çok temel bir hayat çatismasi var. Biz, bagimsizligimizi çok degerli bir yere koyuyoruz.

Bunun fiyati yok, bunun karsiligi ölüm! Simdi adam diyor ki 'Sizi alacagiz, tutuklayacagiz.' Ya bin kere tutukla. Bunun karsiligi belli, ölüm! Biz, canimizi çoktan verdik. Fazladan yasiyoruz. Çanakkale'de sehit olmus insanlar, 'Ben, sehit olursam aileme de su parayi verin, sunu da yapin' dememis, degil mi? Bunu, bir seyin karsiligi olarak yapmadilar, böyle bir sey de düsünmediler. Bugün de böyle düsünmeyen milyonlarca insan var.

Bu kadar imparatorluk kurmus bir toplum, bin yildir esir edilemiyor. Edilemiyor kardesim. Bunun arkasinda bir sey olmali. Bir ask, karsiliksiz bir sey... Bu topraklar iki bin yildir esir olmuyorsa bunda baska bir sey var, kiliç gücünden öte. Kiliç dedigin, bugün paran vardir yarin biter. Silahin yarin biter.

Ben, ölene kadar bagimsiz bir ülkede yasayacagim ve bunun mücadelesini verecegim. Baska türlü bir ülkede de ne pahasina olursa olsun yasamak istemiyorum. Kavgam, gücüm ve kalemim yettigi kadar sürecek."


-Tanitim Bülteninden-


"İstemem,eksik olsun.."

tommikser

Nihat Genç okudugumda hirsla doldugum degerli bir yazar.Okudugum her kitabi oldukça güzel.Bir mizah yazari olarakta çok severim.Oflu hoca kitabinida öneririm.Gülmekte katilacasiniz emin olabilirsiniz.

Hayal Kahvem



                               

Günümüzden 147 yıl önce doğmuş bir yazar. İnanamıyorum.. O kadar yıl geçmiş mi sahiden? Acaba yukarıdaki fotoğrafından kim olduğunu hatırlamak mümkün mü? Bugün minibüsle İzmit'e gidecektim. Araba kullanmayacağım ya yanıma bir kitap alayım istedim. Hep ucu ucuna yaşadığım için gene pür telaş içindeydim. Kitaplığın yanından geçerken bahtıma ne denk gelirse diye rafların birinden bir kitap çektim. Kitabı çantama koydum.. Koştura koştura yola koyuldum.. Arabaya bindiğimde kitabı çıkardım ki.. Aa! O ne? Yılardır okumadığım bir kitap! İnan varlığını bile unutmuşum.. Heyy! Bu Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın öykü kitabı.. Ne kadar sevindim anlatamam! Oy, önce şöyle bir kitabı hasretle kucakladım.. Canım ya.. Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç.. Hatırlamaz mıyım hiç? Hımm.. Bu epeyce uzun bir öykü.. İzmit'e varana kadar bitiremem.. Bitirmeden bırakırsam yazara ayıp olur diye arabadan inemem.. İyisi mi ben bu öyküyü usulca atlayayım da kısa olan ikinci öyküye geçeyim dedim.. İkinciyi sevinçle okumaya başladım.. Bu öyküsünün adı ne biliyor musun? Melek Sanmıştım Şeytanı.

                           

Aradan bu kadar zaman geçmiş. Dile kolay. Nerden baksan aramızda bir buçuk asır var. İyi bir edebiyatçı yaşlanır mı hiç? Hele ölür mü peki?  Mümkün mü? Tekrar anladım ki mümkün değil!.. Öyküde kibarca bir ailenin yanında üç yıldır içgüveysi olan Hüsnü, kendi başından geçenleri anlatıyordu. Öyle eğlenceli bir lisanla, öyle tatlı bir mizahla anlatıyordu ki, bir an karşımda gencecik yaşında Hüseyin Rahmi Gürpınar oturuyor sandım. Evet.. Hayal değil hem de gerçekten. O samimi üslubuyla sırlarını bana döküyordu resmen. Dırdırcı kaynana, altına iç takkesi giymekle kafasındaki şapkanın günahını hafiflettiğine inanan kayınbaba ve kıskanç bir eş. Yan bastığı, öne baktığı, aksırdığı, öksürdüğü affedilmez kabahat olan sığıntı durumda bir damat. Asıl önemlisi o devirlerin aile ve sosyal hayatını gözler önüne seren eğlenceli bir tasvir. Bu kadar etkilisini hangi tarih kitapları anlatabilir? Sanki Hüseyin Rahmi Gürpınar anlatıyor, ben de dinledikçe dayamıyor kıkır kıkır gülüyordum. Sırlarını anlatıyordu anlatmasına ama ayrıca tatlı tatlı da akıl veriyordu. Öykü bitince yazarın diğer öykülerini düşündüm. Biliyorum öyküleri aklıma geldikçe minibüsteki yolcuların tuhaf bakışlarına aldırmadan kendi kendime güldüm. O çocukluğumda okuduğum perili Gulyabani, Cadı öyküleri mesela... Tekinsiz öykülere onunla alışmıştım galiba. Şimdi ne düşündüm biliyor musun? İyi ki doğmuş, iyi ki bu öyküleri yazmış Hüseyin Rahmi Gürpınar! İyi ki! Ruhuna Rahmet!.. Onsuz ne eksik olurduk değil mi? Yeri tam bir boşluk olurdu. Kesin! Sen hiç Hüseyin Rahmi Gürpınar'sız bir Türk Edebiyatını düşünebiliyor musun? Hey! Aslaaa! Mümkün değil!


Tarkan Kurt

Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Kerime Nadir... Benim lise yıllarımda kitaplarını adeta yalayıp yuttuğum inanılmaz yazarlar. Okuduğum her kitap beni derinden sarsar, günlerce hayal dünyamı meşgul ederdi. Halit Ziya Uşaklıgil'in verem illetinin pençesinde yaşam mücadelesi veren genç bir kızın hayatını anlattığı "Nemide" isimli bir eseri vardır ki beni çok etkilediğini hatırlıyorum. Kaldı ki bu eser Büyük Üstadın çıraklık dönemi eserlerinden biri kabul edilir ve eleştirmenlerce de çok beğenilmemiştir. Yukarıda saydığım ya da adını unuttuğum Reşat Nuri Güntekin gibi yazarlarımız hepsi edebiyatımıza damgasını vurmuş ölümsüz insanlar.

hennessy

Peyami Safa'nın kaleminden çıkan büyük kahraman arsen lüpen'in istanbul şubesi. Karanlıklardan çıkan kibar hirsız ayhan i$ik'ın beyaz perde de çok iyi oynadığı kitapları ile zamanında nam salan hırsız. Hatta arsen'e bile şapka çıkartan kibar hırsız. Lüpen in istanbul a gelip cingöz ile karşılaşması ve yaşananlar geröekten seyre değer hele işin içinde holmes de varsa değme keyfine.

http://www.idefix.com/Kitap/tanim.asp?sid=PZDG7TG07L3LRP1D3XCR
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

hanac

Cingöz Recai ile ilgili Vildan Hanımında güzel bir yazısı var bkz.

http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,2316.0.html

peyami

Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Türk edebiyatının en özgün ve yetenekli yazarlarından birisi olduğunu düşünüyorum. Eşsiz lezzette bir mizah yeteneğine sahip bu usta yazarın kitaplarını fırsat buldukça okurken kah yüksek perdeden kahkahalarımla evin duvarlarını çınlatırım kah düşünceler arasında kaybolurum. Aslında onun yazdıklarını okurken günümüzde yaşanan pek çok tartışmanın da tarihi kökenleri hakkında farkında olmadan güçlü ipuçları yakalarsınız. Toplumsal bir anatomi dersi gibidir bu büyük yazarın romanları. Ve bu derslerde asla sıkılmazsınız.

Kendisinin Heybeli Ada'daki evini de yıllar önce ziyaret etmiştim, bakımsızlıktan dökülüyordu. Ülkem adına üzücü bir görüntüydü.

Bu sene Osmanlıca dersleri alırken sevdiğiniz bir yazarın eski Türkçe bir eserini seçin dediklerinde tereddütsüz onun bir romanını seçmiştim. 

Deprem telaşının yine kendini hissettirdiği günümüzle paralellikler içeren konusuyla, biraz gülebilmek için bu kitabın iyi bir seçim olduğunu düşünüyorum.

Son olarak Atlas yayınlarının nispeten az sadeleştirilmiş yayınlarından okumanızı tavsiye ederim.

Hayal Kahvem





Birkaç gündür evdeki kitaplıkta eski kitaplarıma göz atıyorum. Buna bir nevi eski dostlarla hasret giderme diyebilirim. Hatta bazılarının varlığını bile unuttuğumu şaşkınlıkla farkediyorum. Mahçubiyet hissederek elime alıyorum tabii... Bazı kitaplarımla ne uzun olmuş görüşmeyeli!.. Bazıları o kadar eski kitaplar ki, resmen öpüp başıma koymak istiyorum. Büyükbabamın mübarek eli misali. Her biri tek tek karşıma çıkıyor. Bazılarında bir naz, bir eda, sitem ... Yüzüme bile bakmıyorlar resmen. İşte elimde tuttuğum, Fena halde Leman sözgelimi. Attila İlhan'ın 1960 larda yayımlanmış ve ortalığı toza dumana katmış romanı. Kimbilir ne zaman en son elime aldım? Kitabın ilk sayfasına baktım. 02.12.1991 yazıyor. Yirmi yıl önce okumuşum. Kitabın ilk iki sayfasına da, dayanamamış, o güzeller güzeli Üçüncü Şahsın Şiiri'ni yazmışım. Şimdi gözgöze geldik Fena Halde Leman'la... Anladım. Kitap resmen bana küs... Sanki başladı şiiri okumaya: "Gözlerin gözlerime deyince / Felaketim olurdu ağlardım" Nasıl mahcup oldum nasıl utandım anlatamam. Devam etti: "Beni sevmiyordun bilirdim / Bir sevdiğin vardı duyardım." İnan bunları duyunca neredeyse ağlayacaktım  Dedim ki ünlü romana: "Hayır, inanma! Yok öyle bir şey... Her kitabın yeri ayrı. Senin yerini başka kitap tutar mı? Olur mu öyle şey!" Kitabın adı Fena Halde Leman ya, kitabı bir an kadın sandım. Kirpiklerini eğdi sanki, inan ki, üşüdüm içim ürperdi. "Yapma Fena Halde Leman! Unutur muyum hiç seni. Baksana içindeki cümlelere ne çok çizmişim. Şu ahir ömrümde kaç renk adı öğrendiysem senden öğrendim. Bak söyleyeyim istersen!"dedim. Dediklerim hoşuna gitti çok şükür!.. Güldü. "Söyle bakalım !" dedi. Attila İlhan'ın Fena Halde Leman romanında, altını çizdiğim renkleri tek tek saymaya başladım... Eğer kitap küsseydi bana... Ama eğer Fena Halde Leman küsseydi bana.. Eğer Attila İlhan küsseydi bana... İşte ozaman... FELAKETİM OLURDU AĞLARDIM!

Çatalkaya, zakkum pembesine çalan havai eflatun.
Deniz, Körfez'in içlerine gelindikçe, erguvan rengi.
Bu hakiki bir elektrik mavisi olup...
Asit yeşili bir masal yaratığı gibi görünüp kayboluyor.
Yangın kızılı bir loşluk..
Soğuk gri gözlerinde örümcek kızılı bir parıltı belirir.
...... durduğu yerde duramayan, çarpıcı renkler: safra yeşili, buz beyazı, deliksiz siyah, ateş kırmızısı, ölü eflatun..... vırt zırt yer değiştiren oje kızılı aydınlıkla kör karanlık, oturanı serseme çevriyordu.
.... batan güneşin pembe yaldıza buladığı başıboş martılar...
.... mavi yeşil bir sonsuzluğa ağır ağır demir alan, dalgın gemi...
... güzel atmaca gözleri vahşi yeşil...
... delimsirek renkler ortasında yaşayan...
Gözleri porselen akı...
...su yeşili bir ışığa bulanmış, tavanı alçak bir salon...
Hardal sarısı bir loşluğa boğulmuş salon...
.... Ölgün renklerin doğurduğu külrengi pus, sütlü bir gece izlenimini veriyor...
...kederli külrenginden subay hakisine kadar renkler, açıklı koyulu....
... örümcek kızılı ellerini uzatıp...
...altın sarısı ve yosun yeşili...
..morla eflatun arası gece!
..saçları platin beyazı
Koyu menekşe rengi, minnacık bir ağız.
Aydınlığı kükürt sarısı.
...Pere Duparc'ın masmavi kahvesinde...
Sivas ve Isparta halıları: boru çiçeğine çalan morumsu lacivert, lale ezmesi kırmızı ve ördek başı yeşil, imgelem çiçeklerinden derlenmiş bir masal bahçesi.
...yaldızlı sarı, kızılcık kızılı, yaprak yeşili, kehribar siyahı...
...şu bonbon pembesi
dantelli yatak örtüleri..
... cırlak kırmızı ufak bir reno-alpine
... ışıklı reklamın kömür siyahı ve kan kızılı tokatlarını yiye yiye...
... yaldızlı lacivedden sütlü sarıya kadar...
... cesed mavisi bir kız...
... süpürge sarışını...
... ........

kültürelgüncel


Yazar Aşkın Güngör'ün "Sevgili Salak" adlı kitabıyla ilgili bloguma yazı yazdım bir süre önce.

"Daha önce de blogumda yapıtlarından bahsettiğim Yazar Aşkın Güngör, çoğunlukla bilimkurgu ve fantastik dallarında yapıtlara imza atıyor, bildiğiniz gibi. Ama son okuduğum romanında -kendisine göre "romancık"- farklı bir tarz denemiş. Kitabın adı: Sevgili Salak!..

Aşkın Güngör "Sevgili Salak"la kendi tarzının oldukça dışına çıkmış. "Kötü mü olmuş?"derseniz: hayır, aksine oldukça etkileyici olmuş, olur cevabım.

Çünkü Aşkın Güngör, sokak dili ve argoyu başarılı bir şekilde yedirmiş romanına. Tabii roman argo ve küfürden ibaret, diye ithamda bulunmak çok yanlış olacaktır. (...)"

Yazının devamı için blogum:  http://kulturelguncel.blogspot.com/2011/04/sevgili-salak-okuru-ters-koseye-yatran.html

Önemli not:
Eğer kitaba ulaşmayı isterseniz, dağıtım sorunları nedeniyle yazarın elinde bolca kitap bulunduğundan aşağıdaki e-posta adresine ad, soyad, açık adres ve son olarak kargo için gerekli bir telefon numarasını yazarak gönderebilirsiniz. Belki de Aşkın Güngör'ün elinde hala bir tane kitap kalmıştır ve sizin okumanızı bekliyordur. Kitap için gerekli meblağ ise yalnızca kitabı teslim alırken ödeyeceğiniz kargo ücreti.

Aşkın Güngör e-posta: askingungor@yahoo.com

hennessy

http://www.idefix.com/kitap/kupalarin-kupasi-dunya-kupasi-halit-kivanc/tanim.asp?sid=HOFK2KCT3K2KQ158I9C5

Geçen Halit abiyi televizyonda görünce aklıma okuduğum bir kitabı geldi. Futbol severlerin elinden düşüremeyeceği harika bir kitap pele ile ilk roportaj dan tutukun 90 dk.kendine anlatışına kadar sizi hem güldürecek hem duygulandıracak anılarla dolu bulursanız kesinlikle alınız.
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

Hayal Kahvem




Kara Kitap'ın 2. Bölümündeki, Boğaz'ın Suları Çekildiği Zaman başlıklı yazısı, "Boğaz'ın sularının çekilmekte olduğunu fark ettiniz mi?"cümlesi ile başlar. Sonra "Sanmıyorum." diyerek devam eder. Yazının devamı "Hangimiz bir şeyleri doğru dürüst okuyup da dünyadan haberdar oluyoruz ki?" diye kendimizi eleştirir. Yazar bu haberi bir Fransız jeoloji dergisinde okumuştur. Kara Kitap bir roman. Ama etkileniyorum işte. Düşünüyorum durmadan. Bu bölüm kurgu muydu, yoksa acaba gerçekten Fransız jeoloji dergisinde bunlar yazıyor muydu?



Bilmiyorum.. Bildiğim yazarın dediğine göre, Karadeniz ısınmaktadır, Akdeniz soğumaktadır. Bu yüzden deniz esneyerek yayılmaktadır. Deniz dibindeki muazzam mağaralara deniz suları boşalmaktadır. Aynı tektonik kıpırdanmalar sonucu Çanakkale, İstanbul boğazlarının tabanı yukarıya çıkmaya başlamıştır. Mesela balıkçılardan biri eskiden demirlemek için bir minare boyu zincir attığı sularda şimdi teknesinin karaya oturduğunu söylemektedir. Ben Kara Kitap'ın bu bölümünü okuduğumda kalakalmıştım. Acaba anlatılanlar gerçekten oluyor muydu?




Bilmiyorum.. Bildiğim yazarın dediğine göre yakın zamanda, bir zamanlar Boğaz dediğimiz cennet yer, zifiri bir bataklığa dönüşecek. Hele sıcak bir yaz sonunda bu bataklık, yer yer kuruyup çamurlaşacak. Hatta binlerce geniş borulardan şelaleler gibi gürül gürül akan lağımların suladığı yamaçlarda, belki otlar ve papatyalar yeşerecek. Aman Allah'ım! Ya Kız Kulesi? Peki, benim sevgili Kız Kulem ne olacak? Kız Kulesi ise, bu derin ve vahşi vadide, bir tepenin üstünde korkutucu gerçek bir kule gibi yükselecek! Olabilir mi bütün bunlar?




Bilmiyorum.. Bildiğim yazarın dediğine göre, buralarda yeni mahalleler kurulmaya başlayacak. Gecekondular, salaş, bar, pavyon ve eğlence yerleri, lunaparklar, kumarhaneler, camiler, tekkeler,naylon çorap imalathaneleri falan... Gemi leşleri, gazoz kapağı ve deniz anası tarlaları görülecek. Midyeyle kaplı Bizans hazineleri, gümüş ve teneke çatal bıçaklar, bin yıllık şarap fıçıları, gazoz şişeleri ve kadırga leşleri arasında bir medeniyet yükselecek. Gözümde canlanıyor kitabı okudukça. Zaten okumak Orhan Pamuk'un dediği gibi yazarın harflerle anlattığı şeyleri aklın sessiz sinemasında bir bir resimlendirmekten başka nedir ki? Duruyorum gene bir an. Gerçekleşecek mi bütün bu anlatılan?



Bilmiyorum.. Bildiğim yazarın dediğine göre İstanbul'un koyu yeşil lağım şelaleleri ile sulanacak olan bu lanet çukurda, zehirli gazlar, kuruyan bataklıklar, yunus, kalkan, kılıç leşleri ve cennetlerini keşfeden fare orduları içerisinde, yepyeni bir salgın hastalığın türeyecek olmasına hazırlıklı olmalıydık. Yazar biliyor ve uyarıyordu romanın bu bölümünde işte bizi...O gün dikenli tellerle karantinaya alınacak bu hastalıklı bölgede olup bitenler hepimizin içine işleyecek çünkü. Ne feci! Böyle bir durumun gerçekleşmesi mümkün mü?



Bilmiyorum.. Bildiğim yazarın dediğine göre, bir zamanlar mehtabı seyrettiğimiz Boğaz'da, gömülemedikleri için alelacele yakılan ölülerden çıkan mavimsi dumanın aydınlığını seyredeceğiz artık. Bir zamanlar Boğaz kıyılarındaki erguvan ve hanımellerinin bayıltıcı serinliği yerine, genzimizi yakan o küfle karışık kekre kokusunun tadını alacağız. Bir zamanlar deniz kıyısındaki köylerde yaşayan İstanbullular, akşam evlerine yorgun argın dönerken yosun kokusu duymak için otobüs pencerelerini açarlarken, şimdi çürümüş ölü ve çamur kokusu sızmasın diye pencerelerin camlarını gazete ve kumaş parçaları ile kapatacaklar. Eskiden sahil yolu denilen yer, şimdiyse daha çok bir dağ yoluna benzeyecek. Aşağıya baktığımızda bileklerine gülle bağlı iskeletlere rastlayacağız. Zincirli küreklerinin başında sabırla oturup yıldızları gözleyen köle iskeletlerini seyredeceğiz. Kara Kitap'ı okumasaydım eğer bütün bu anlatılanlar hiç aklıma gelmezdi. Okudukça şaşırıyorum. Olacak mı bütün bunlar acaba?



Bilmiyorum. Bildiğim yazarın dediğine göre, İbn Zerhani şöyle bir söz sarfetmiş. "Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç."


Hayal Kahvem



"Sevdalanmaya gidiyormuşum meğer..." diye başlar  Melih Cevdet Anday.  Sonra şöyle devam eder: "Bunu daha önce bana bir kâhin söyleseydi, kuşkusuz geri dönmeye kalkmazdım, ama sevdanın nerede, nasıl karşıma çıkacağını düşünmekten belki de olayların sırasını bozardım, zamanı altüst ederdim. Geleceğimizi bilmemektir bizi zamanın içine sokan." diye devam eder. Zaman kelimesi geçti ya cümle içinde... Bak... Bir şiirinde ise " Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz" der. Severim Melih Cevdet Anday'ı. Garipçilerden biridir. Orhan Veli ve Oktay Rıfat kendisinden bir yaş büyüktürler. İkisi aynı okulun aynı sınıfındayken Melih Cevdet bir yaş küçük olduğu için bir alt sınıfa gider. Şahane dosttur üçü. Benim de dostlarım onlar. Her birini ayrı ayrı severim. Genelde şair diye mi bilinir acaba Melih Cevdet Anday? Oysa şahane romanlar ve oyunlar yazmıştır. Hani yukarıda yazdığım cümleler var ya... Of! Nasıl severim! Raziye adlı romanının ilk cümleleridir. 3. Kocaeli Kitap Fuarı'nda bu yıl çokça sahafların olduğunu görünce... Ne yalan söyleyeyim eski kitaplara daldım. İlla Melih Cevdet Anday'ın eski, basımı olmayan ya da benim kitaplığımda yer almayan kitaplarının peşine düştüm. O sahaf benim bu sahaf senin dolanıyorum. Yoktu. Sahaflardan biri... Bir kadın... "Sizin gibi nokta atışı yapıp, tek bir yazarın kitabını arayan az bulunur. Getireceğim size." dedi. Getirdi. Nadide mücevher gibi aldım elime her birini. Şu Rahatı Kaçan Ağaç kitabı var ya... Hani Hayal Kahvem'e yazmıştım  aynı adlı şiirini bir ara... İşte burada. Bu kitabını Karım Sabahat'e diye yazmış mesela. Ama Telgrafhane adlı kitabının bir bölümünün adı Seni Düşünüyorum'dur. Ve aynı adlı şiirinde o meçhûl sevdiğine seslenir... Emilia... Ben bilmiyorum kim olduğunu Emilia'nın... Çok merak ediyorum doğrusu... "Çocukluğunu düşünüyorum Emilia... Deniz boyundaki ıssız yolu sabahleyin... hani saçların, atkın uçuşurdu rüzgârda... Kokusunu duyuyorum bembeyaz gömleğinin... Seni kucağıma alıyorum Emilia..." Emilia'ya mı sevdalanmıştır? "Amanın bana bir hal oldu... Bir hal oldu a dostlar... Amanın beni bir rüzgâr aldı... A dostlar bir rüzgâr aldı... " der ya bir şiirinde... Emilia'nın saçlarını ve atkısını uçuşturan rüzgâr mıdır şiire konu olan yoksa? Şöyle devam eder şiirine... "Bu rüzgâr ne rüzgârı... Amanın sevda rüzgârı... Sevda rüzgârı a dostlar!" der. Bir elimde Melih Cevdet Anday'ın kitapları... Diğer elimde kahve... Camı aralamıştım az önce... Sokak kapısını mı açtılar ne? Cam sonuna kadar açıldı. Bir rüzgâr esti ince ince... Bu ne rüzgârı ne rüzgârı? Melih Cevdet Anday rüzgârı a dostlar... Melih Cevdet Anday rüzgârı! Kahve molam bitti. Malum yarın haftasonu. Tatil. Camı kapatıp kalan işlerime dönmeliyim. Yarın... "Bir misafirliğe gitsem... Bana temiz bir yatak yapsalar... Her şeyi, adımı bile unutup... Uyusam..." Şiiri yazan... Melih Cevdet Anday.

Hayal Kahvem



Melih Cevdet Anday'ın Raziye adlı romanını yıllar önce okumuştum. Unutmuşum. Durup dururken Melih Cevdet Anday kitapları  nereden aklıma geldi? Hangi dürtü beni kitaplarını aramaya itti? İnan bilmiyorum. Bildiğim 3.Kocaeli Kitap Fuarı'ndaki sahaflarda nedense Melih Cevdet Anday'ın kitaplarının izini sürmeye başladığım... Ve ister inan ister inanma... İkinci basım Raziye elime gelince sevinçten havalara uçtum. Aslında kitap hakkında aklımda kalan  pek bir şey yoktu. Hatırladığım, tuhaf bir aşk romanı olduğuydu. Birde cümlelerinin peşi sıra giderken aziz türkçemin dimağımda bıraktığı o  fevkalde lezzetti. Aradan yıllar geçmişti. Benim köprülerimin altından ne sular akmıştı öyle değil mi? Bu günümle dünüm bir mi? Değişmiştim elbette. Sonra önümde daha okunmak için bekleyen yüzlerce kitap dururken, çok eski zamanlarda okuduğum, belki çoğu kimsenin bilmediği bir romanı tekrar okumaya kalkışmak ne kadar doğru bir davranıştı? Çok şükür hesaplı kitaplı, planlı programlı biri değilim. Ayrıca insan hiç sebepsiz bir şeye istek duyuyorsa içindeki bir zorunluluğun ilgili kişi ya da nesneye çektiğine inananlardanım.Yüreğimde bir şey Melih Cevdet Anday'ın kitaplarının peşine düşürmüştü beni. Bu durumlarda asla direnmem. Bırakırım kendimi akıntıya. Hemen teslim bayrağımı çekerim. Melih Cevdet Anday'ın kitapları bana iyi gelecek.Eminim.

Az önce Raziye'yi yıllardan sonra yeniden okumaya başladım. Kitabın ilk sayfalarında Beethoven'in beşinci senfonisi çalmaktaydı. Hemen bilgisayarda bu parçayı buldum. Senfoniyi dinlerken merakla romanı okumaya devam ettim.  Romanın bir yerinde duvardaki acayip bir resimden söz edilir. "Başının çevresinde, göğsünde, yukarı kaldırdığı kollarının üzerinde bir çok insan başı olan, çocuk resimlerine benzer bir kadın resmi idi bu; ilkel bir çizgi ile çizilmişti, anlamını çıkarmak olanaksızdı benim için." der. Sonra bunun Sahrennar adında Devletname'den alınıp büyütülmüş, Adem'den önce yaşayan bir cin sureti olduğu yazar. Hemen sanal ansiklopediden bu bilginin gerçekliğini araştırdırdım. İşte yukarıdaki resme vardım. Sahrennar öyle mi? Yıllar önce bu kitabı okurken, merak ettiğim bir  bilgiye bu kadar kolay ulaşmam mümkün değildi tabii... Sanırım o zaman Sahrennar'ı okuyup geçmiştim. Şimdi öğrenmem hoşuma gitti ne yalan söyleyeyim. Beethoven'in beşinci senfonisini dinliyorum. Aklımda Sahrennar... Elimde Melih Cevdet Anday'ın romanı Raziye... Nereye varacağım merak ediyorum... Aziz Türkçemin lezzetine vara vara Melih Cevdet Anday'ın gizliden  tekinsizlik hissi veren cümlelerinin ardında usul usul koşuyorum. Anlayacağın bu kez kitap koşmaca oynuyorum. Bakalım menzilim nereye varacak doğrusu çok merak ediyorum. Şimdi ben kimilerine alelade bir eylem gibi gelen kitap okumayı oyun gibi anlatınca Gülten Akın'ın o güzelim dizeleri aklıma geldi.

"Yağmur yağar akasyalar ıslanır... Bulutlar uçuşur geceleyin... Ben yağmura deli buluta deli... Bir büyük oyun yaşamak dediğin... Beni ya sevmeli ya öldürmeli."

Hayal Kahvem



Bazı insanlar iştahlıdır bilirsin. Şu fani dünyanın merak ettikleri  her şeyine ilgi duyarlar. Lâf aramızda bencileyin yemek ve kitap  meraklarını iyice abartıp oburgiller familyasına dahil olanlarımız bile vardır. Ben yemekobur biri olarak eğer okuduğum  kitapta bolca yemek muhabbeti geçiyorsa... Of, değmeyin keyfime! Hem kitaba hem yemeğe iştahım abarttıkça kabarır. O kitabı okumaya doyamam. Bak ne anlatacağım... Bizim Büyük Çaresizliğimiz Barış Bıçakçı'nın satınaldığım ilk kitabıydı. Okudukça geçmişte yaşananları öykünün kahramanlarıyla birlikte sanki ben de hatırlıyor,  "hatırlıyor musun?" dedikçe, onlarla birlikte aynı şeyleri sanki ben de yaşamış gibi hissediyordum. Barış Bıçakçı'nın çok samimi  ve akıcı dili, aşka ve hayata dair muazzam hoş tespitleri vardı. Sevmiştim kitabı, bir solukta okumuştum. Az önce baktım kitaplığa... Demek ki  sonra dayanamamış yazarın Baharda Yine Geliriz, Aramızdaki En Kısa Mesafe ve Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra adlı kitaplarını da  satın almışım. Şimdi Bizim Büyük Çaresizliğimiz'in  konusunu, kitabın beyaz perdeye uyarlanmış olduğunu ya da ne bileyim etkili romantik  cümlelerini, aşka dair tespitlerini yazmak niyetinde değilim. Bu kitabın sevdiğim bambaşka bir özelliğinden bahsetmek istiyorum. İddia ediyorum Bizim Büyük Çaresizliğimiz bir yemek kitabı ayarındadır. İçinde onlarca yemek tarifi ve iştah açan yemek muhabbetleri vardır. Buyrunuz Barış Bıçakçı usulü  Fırında Patates tarifi:


"Halka halka doğranmış patatesler ve soğanlar tepsiye, bir sıra patates bir sıra soğan olacak biçimde dizilir, üzerlerine tuz, kimyon, karabiber, kekik ve kırmızıbiber katılmış salçalı su dökülür, ince tereyağ dilimleri yerleştirilir ve fırına verilir. Pişince afiyetle yenir..." (s46)

Zeytinyağlı Fasülyeye bu kitabı okuduktan sonra fesleğen koymaya başlamıştım:
Rendelediğim domatesi fasülyenin üzerine koydum. Sen biraz karıştırıp tencerenin kapağını kapadın. Yemeği hiç su katmadan pişirmenin önemi üzerine bir iki büyük söz söyledik birbirimize. (s101)

Fasülyeye tuz, fesleğen ve şeker koymak için mutfağa girdik. Bir fasülyeyi dişlerinin arasında evirip çevirerek, ağzıa hava çekerek dedin ki: "Pişişşşmek şüzeşşre!" (s102)


Müthiş değil mi? Bu öykü çocukluktan itibaren birlikte olan ve birlikte yaşayan Ender ve Çetin'in şahane dostluklarını, aynı kıza, Nihal'e aşklarını,  geçmişte olanları ve çaresizlikler sebebiyle olamayanları anlatıyor. Anıları  okurken hayatın tekrarlardan ibaret olduğunu tespit ettiriyor okuruna. Günlerin, ayların, mevsimlerin tekrarını düşünsene. Yazar "Hayatın gücü tekrarın gücüdür." diyor. Ne kadar doğru. Hayatın rutininde çok farkına varmadığımız  oysa  yemek yeme faaliyetlerimizin ömrümüzün büyük bir kısmını doldurduğunu tespit ettiriyor. Mutfakta ya da yemek masasında geçen saatlerimiz... Lezzetli bir yemek yemenin hazzı.... "Yemek güzel olmuş mu?" sorusunun şahaneliği...Yaşadığımız acı ve tatlı anılar içinde yemeğin yeri ve önemi... Bu konuyu özellikle hatırlatıyor kitap okuruna... Bu nedenle anılar anlatılırken yemek muhabbetleri oldukça fazla... Bu rahatsız edici bir şey değil. Bilakis ömrümüz gelip geçerken bu anların gerçek mutluluklar olduğunu yani  mutlulukların bu küçük anılardan  ibaret olduğunu hatırlatıyor. Zaten kitap "Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?" diye başlıyor. Sonra hemen ikinci bölümde anılar içinde yemek muhabbetine birdenbire giriş yapıyor. Şu anlatımın güzelliğine bakar mısın? "Akşam saatlerinde Nihal'in yine gecikeceğini düşünüp seninle yemek hazırlığına girişmiştik. Yıllar içinde öğrenmiştik, alışmıştık; yemek yaparken birimiz önden gider, diğerimiz soğan doğrayarak, maydanoz yıkayarak, salçayı yağı hazırlayarak, ortalığı toparlayarak onu takip ederdi. İtaat esastı. O akşam önden giden sendin, kıymalı yumurta ve  zeytinyağlı pırasa yapıyordun. Sebzeleri doğradığın kesme tahtasını, bulaşık süngerini yeşil sabunla köpürtüp yıkamaya kalkışınca, kıyamet kopmuştu!"

Barış Bıçakçı yaşamın fani olduğunu bir kez daha hatırlatırken, hayatta bütün tatların ekşi, bütün kokuların kesif olmadığını nefis bir mutfak diliyle okuyucusuna hissettiriyor.

Evet, yemek çok güzel olmuştu. Kıymayı iyice kavurup içine kimyon ve karabiber koyman büyük incelikti. Pırasaları küçük küçük doğrayınca, haklısın, yemeğin yalnızca görüntüsü değil tadı da değişiyordu, güzelleşiyordu. (s17)

Akşam yemeklerinde çoğunlukla birlikteydik. Haftada bir, senin eve gelirken Sakarya caddesi'ne uğrayıp aldığın, üzerinde senin isminin yazılı olduğu kesekâğıtları içindeki balıkları pişiriyorduk. Ben çeviriden sıkıldığımda basit yemekler yapıyordum. Nihal de bazen zorlu yemeklere kalkışıyordu, kadınca bir becerisi vardı, Melahat Teyze ile mutfakta zaman geçirdikleri anlaşılıyordu. (s29)

Şu senin muhteşem patatesli sarmısaklı omletini yaptığın kahvaltılardan birinde, Nihal uzanıp tıraşı gelmiş çenendeki ekmek parçasını alıyordu. Sol gözümün hemen altında bir seğirme... Hakim olmaya çalışıyorum. (s31)

Nihal mutfakta yemek yaparken, bulaşık yıkarken sana yardım ediyor, bana bunu teklif bile etmiyordu. Yalnızca tek bir gün, havuç salatası yaparken havuçları o tırtıklamış, ben rendelemiştim. Önemli bir ayrıntı değil mi Çetin? O da anlamıştı herhalde ikimizden bir adam olacağını, benimle konuşulacağını seninle yaşanacağını. (s41)



Hele üçümüzün Ayaş'a gidip domates, salatalık, biberi acur, kelek, mürdümeriği aldığımız, sonra da birlikte turşu kurduğumuz, reçel yaptığımız hafta sonu öleceğimi sanmıştım. (s106)


İp üstünde yürümenin tehlikesi ve hazzı. Tahin ile pekmez gibi. Çetin, karışınca güzel oluyordu. Acı çekiyordum ama acı çektiğim için mutluydum, çünkü Nihal vardı, yanımızdaydı. (s107)

Yürüyüşüyle, şeffaf bir meyveli şekere benzeyen siluetiyle beni ezdi, ezdi. (s123)

Nihal bizi arkadaşlarıyla tanıştırmak istediğinde... Ben mercimekli köfte yapacaktım, sen peynirli kol böreği, fırını yakmışken bir de kek çırpacaktık. Kaç kişi gelecekti? Lale, Cem, Bora... Cem mi? Bora mı? İkimizin de kafasına aynı soru takıldığı için göz göze gelmemeye çalışmıştık. (s124)

Kimi günler eve dönerken pastaneden bir şeyler alıyor, çay demliyordum. Anasonlu peksimetin üzerine zeytin ezmesi sürüp ( Evet Çetin, bunu da Sevgi'den öğrendim!) çayla birlikte yemesi pek güzel oluyordu. (s135)

Toparlanıp güzel bir yemek hazırladık. Domatesli pirinç pilavı, bol rokalı bir salata ve cacık. (s156)


"Ve sonucusu ama en önemlisi: Nihal kahvaltılarda peynirin üzerine reçel koyup yiyiyor!" (s80)

Bu kitabı çok sevmiştim. Çünkü ben de kahvaltılarda peynirin üzerine reçel koyup yerim:) Cemal Süreya haybeye söylememiş değil mi? "Yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama  kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı."


emre ozdamarlar