Madalyonun Öteki Yüzü

Başlatan hanac, 19 Mayıs, 2011, 22:48:31

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

hanac

Sevgili vega (Umut Çalışan) arkadaşımız da forumumuza üye olmuştur.

Kendisini Hipnoz dergisinden ve RR den tanıyorsunuzdur.

Hipnoz 5. sayıdaki hikayesi ile kendisine hoşgeldin diyelim  :)

Gel Gör Beni Aşk Neyledi

Bazı insanlar vardır. Ne herkesin sevip saydığı biri olmayı, ne de yüzyıllar boyu herkes tarafından hatırlanmayı isterler. Bir köşede usulca, sessizce, kendi kendine sıradan bir hayat yaşamak, vakti saati gelip bu dünyadan göçtüklerinde de önce birkaç yıl sevdikleri tarafından hatırlanmak, sonrasında da unutulup gitmekten ibarettir tüm istedikleri.

Ben de delikanlılık çağlarıma kadar bu grup insanların içine dâhildim. Hayatta tek gailem işime gidip gelmek, münasip bir kısmet bulunca da evlenip çoluk çocuğa karışıp ihtiyarlamak ve mümkünse iki ayağımın üstünde ölüp gitmekti.

Amma hayat öyle garip bir şey ki. Çok şey isteyene hiçbir şey vermezken, benim gibi pek az şey bekleyenlere de hem hak ettiğinden hem de taşıyabileceğinden çok fazlasını veriyor.

Sen ne kadar hayattan kaçsan da, hayat seni kovalamaktan hiç vazgeçmiyor ve en sonunda bu sabrının karşılığını alıyor. Sen hiç farkında olmadan bambaşka bir amaç için yaptığın bir hareketin sonucu çığırından çıkıp; senin beklentilerinden uzak bir yöne doğru gitmeye başlıyor.

O zamanlar bir köy okulunda öğretmen olduğum yıllar. Okul köyün sonuna doğru, biraz da dışında olduğundan bütün öğrencileri toplayıp sabah okula, akşam da köye geri götürmek benim işim. Sahip çıkmazsan ya babaları tarlaya götürür, ya bunlar göle yüzmeye kaçarlar. Devir daha okumanın ne kadar güzel bir şey olduğunu bilen insanları az olduğu bir devir. O zamanlara göre hatrı sayılır, saygı gören bir mesleğe sahibim. Hatta kendime göre bir makam aracım bile var. Bir ayağı hafif aksayan, yaşlı bir eşek. Durun hemen gülmeyin. O zamanlar için gayet lüks bir vesait benim ki.

Okul köyün sonlarında demiştim ya hani. Tam da sonunda değildi. Keşke öyle olsaydı. Belki o zaman bu maskaralık başıma gelmez, sessiz sakin yaşantıma devam edebilirdim. Okuldan sonra tek bir ev daha vardı. Okul kapısından çıkınca köy meydanına soldan gidilirken, tam aksi istikamette kalan tek bir ev. İçinde dünya güzeli, gündüz güneş, gece ay gibi parlayan bir kızın oturduğu tek bir ev. Tam emin olmamakla beraber galiba onunda bende gönlü vardı. Her akşam okul çıkışı kapının önüne geldiğimde onu bahçeye çıkmış, babasına çaktırmamaya çalışarak okul kapısını gözlerken bulurdum onu. Ama gelgelelim çocuklar önümde köye doğru yollanınca; sevdiğime sırtımı döner, hayalimde kalan görüntüsüyle yetinmek zorunda kalırdım.

Hem kendim utandığımdan, hem de bir gören olur ona söz gelir diye düşündüğümden dönüp arkama bakamazdım. Ben bakamazdım ama acaba o bana bakmayı sürdürüyor mu diye düşünmekten de deli olurdum.
Günden güne içimde sevdam artmaya başladıkça merakım da artmaya başladı. Meraktan da ziyade onu daha çok seyredebilme arzusu içimi yakıp kavurmaya başladı. Bu işe bir çare bulmalıydı. Hem çocukları başıboş bırakmayıp köye birlikte götürecek, hem de kimseye belli etmeden yavukluma doya doya baktıracak bir çare. Ey aşk! Sen kimini vezir, kimini rezil edersin ya. Benim payıma rezillik düşürmüşün meğer. Ben ne yapsam, ne etsem diye düşünürken en sonunda o çareyi buldum.

Eşeğe ters bindim...

Evet yaptım. Eşeğime ters binip bir yandan usul usul köye dönerken, bir yandan da gözden kaybolana dek karagözlümü seyrettim. Ama ben gözlerimi kapamış, sevgilimin hayaliyle tatlı hülyalara dalmışken köy meydanına vardığımı fark edemedim. Ondan sonrası malum. "Hocam bu ne hal" diye soranlara gerçeği söyleyemedim. Ben de o günden sonra herkesin birbirine fıkra diye anlattığı yalanı uydurdum. Bunu gerçekte neden yaptığımı bilmeden bütün köy, sonrasında da kim duyduysa herkes güldü. Kimi katıla katıla, kimi eşek gibi anıra anıra. Değdi mi diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Her saniyesine kat be kat değdi değmesine ama çok değil bir iki gün sonra benim bakmaya doyamadığım, doyacak kadar bakmaya kıyamadığım yârim komşu köyden Ahmet Ağa'nın oğluna avrat, tarlalarına ırgat oluverdi gitti.

O mutlu oldu mu bilmem ama benim nasıl tarumar olduğumu bir ben bilirim. Hani çok büyük konuşmak gibi olmasın ama sağ kolum omzumdan kopup gitse, çuvaldızla yerinde dikseler bu kadar canım yanmazdı.

Ondan sonra zaten hayat hayal ettiğim sakinlikten çok uzaktı. Artık her yeni gün yeni bir acıydı benim için. Hani kader ağlarını ördü derler ya; benim ki de o hesap eşeğe ters binmemin her yerde anlatılması yetmezmiş gibi efkâr dağıtmak, kendi derdimle kendi kendime kalmak için göl kenarında demlenirken köy korucusuna yakalandım. Bereket son anda fark edip toparlandım ve kap kacağı yıkamaya koyuldum. Ama mendebur herif yakamdan düşmüyor ki. Zaten geçen olaydan beri herkes bu sefer ne yapacak diye her hareketimi gözler oldu. Korucu da bakalım hoca ne cevher yumurtlayacak diye aranıp durur oldu başımda. "Ne yapıyorsun?" deyiverdi. Yahu zaten olmuş kafam bi dünya, derdim bana yetip artmakta "görmüyor musun, göle maya çalıyorum" diye tersleyim istedim. "Amma yaptın hoca, göl hiç maya tutar mı ?" deyince iyice tepem attı. "Ya tutarsa" deyim başımdan savdım. Savmaz olsaydım. İtin soyu anında köye yetiştirmiş. Köylü gülmekten helak olmuş. Köye döndüğümde kimle karşılaşsam gülmekten gözü yaşarmış "hocam sen çok yaşa e mi" deyip durur. Hay hoca kadar başınıza taş düşsün e mi ?

İşte o gün bugün; birine laf sokmak için söylediğim her bir söz, gariplerin yanında olmak için yaptığım her bir hareket, zalimlere verdiğim her bir ders efsane olup çıktı. Yahu ben "hoca bir gün" diye başlayan fıkraları duymaktan bıktım, siz anlatmaktan bıkmadınız.

Gün geldi, devran döndü. Her acı gibi aşk acısı da unutuldu gitti. Bu sevdadan geriye bana tek hediye Nasrettin Hoca efsanesi kaldı. Varsın kalsın. Allah a çok şükür sonradan helal süt emmiş başka biri çıktı karşıma. Sağ olsun yoldaşlığını bir gün eksik etmedi.

O değil de aklıma ne geldi. İyi ki göl maya tutmadı. Allah muhafaza ya tutaydı? Koca göl mundar olurdu. Gölün mundar olmasını bırak, tüketemeyip bozulduğunda bütün köy kokudan telef olurdu. Allah korumuşta haberimiz yok.
Neyse bana müsaade. Sakın üstteki paragraftan da başka bir fıkra türetmeye kalkmayın. Ağır konuşurum ona göre. Gerçi ben ağır konuşsam da siz yine gülersiniz ya neyse.

Kalın sağlıcakla...

rumar80

   Umut arkadaşımız hoşgeldi sefalar getirdi.

V

Umut hoş geldin.Öykülerini bekliyoruz.
"İstemem,eksik olsun.."

Hayal Kahvem


Heey! Ne hoş bir öykü!..
Ne yalan söyleyeyim,  öykü sever biri  olarak bir öykü yazarının üye olmasına çok sevindim  ;)

Hoşgeldiniz Vega!

kalidor

Hipnozdaki öykünüzü keyifle okumuştum. Aramıza hoşgeldiniz..
Crom! Ölüleri Say...

emre ozdamarlar


Vega

Hoşbulduk. Hasan abinin ısrarlarını kıramayıp tekrar üye oldum. Her ne kadar forum ortamlarında eskisi kadar aktif olamasam da fırsat buldukça bi iki satır karalamaya çalışacağım.
İlk kitabım Yanlış Adam çıktı. Edirne sokaklarında geçen çizgiroman temelleri üzerine kurulu bu romanı almayı unutmayın...

Vega

Ben
1993 yılının Şubat ayında, soğuk bir Cumartesi günü 15 yaşında bir çocuğun titreyen ellerinde açtım dünyaya gözlerimi. Nedense ondan öncesini hatırlamıyorum. Belli belirsiz birkaç insan, karton kutular, makine gürültüleri, mürekkep kokuları var aklımda ama tam net bir şey yok...

İlk başta çocuğun beni koynunda saklaması hoşuma gitmişti. Hatta bunu beni soğuktan korumak için yaptığını düşünüp mutlu bile olmuştum. Meğerse saklanıyormuşuz. Ama neden ki? Saklanmayı gerektirecek ne yapmıştık acaba? Evin içine girer girmez kimseye göstermeden yatağın altına sakladı beni. Kışın soba yanmadığı için soğuk, bu yüzden az kullanılan bir odada, soğuktan buz tutmuş, rutubetten ıslanmış bir yatağın altına...

Burada bana benzeyen bir kaç arkadaşımla daha tanıştım. Soğuktan üşümüş, titreyen ve niçin saklandığını bilmeyen...

Birkaç gün yanıma uğrayan olmadı. Açlıkla bir problemim olmasa da soğuk ve rutubet aşırı derecede rahatsız ediyordu. Arkadaşlara sordum. Bu her zaman böyle olurmuş. Evin çocuğu bizi gizlice buraya saklar, ara sıra evde kimse yokken gelir, gözlerimizin içine bakar, okşar, ıslanan yerlerimizi ısıtmaya, kurutmaya çalışır, sonra çaresizce yatağın altına bırakır gidermiş.

Zamanla bu duruma alışmaya başladım. Hatta her ay aramıza yeni gelen arkadaşlara akıl bile verdiğim oluyordu. Bu arada yaz yaklaşıyordu. Yatağın altı artık eskisi kadar soğuk olmuyordu ve Umut yanımıza daha sık gelip gitmeye başlamıştı.

Evet çocuğun adı Umut'tu. Lise birinci sınıfa giden, yaşıtlarına göre kısa boylu, zayıf ve o cüsseye sığmayacak kadar büyük bir hayalgücüne sahip... Derslerinden fırsat buldukça yanımıza gelir, hiç birimize haksızlık etmemeye çalışarak, hepimizle tek tek ilgilenirdi. Kimseye belli etmezdi ama ben fark ederdim. Benim yerim ayrıydı.

Umut bana bakarken ben de ona bakardım. O bende ne görürdü bilmem ama ben Umut'un gözlerinde umudu görürdüm. Bir gün hepimizin ortaya çıkıp, yatağın altında değil de, kitaplığın başköşesinde durduğumuz günü hayal eden çocuğu seyrederdim.

Bu gün itibariyle bu hayali kuralı neredeyse on sekiz sene oluyor. On beş yaşındaki o çocuk bugün neredeyse otuz yaşında koskoca bir adam. Artık ne kısa boylu, ne de zayıf. Ama ne zaman yeni bir kitap alsa ellerinde aynı titreme ve gözlerinde aynı sevinç...

Ben... Ben bir çizgi romanım Umut'un kitaplığında. Bilka tarafından Şubat 93'te yayınlanmış Örümcek Adam'ın 151. sayısı. Üçüncü kalite hamura siyah beyaz baskılı. Çoğunuz bilmez ama ben de her kitap gibi nefes alırım. Okurum, yazarım. Soba tutuşturmaktan çok daha fazla işe yararım. Misal bir çocuğun yalnızlığını paylaştım, hayal gücüne arka çıktım, dünyaya küsmesine engel olup insanlarla arasını sıcak tuttum. Bazen araya iş güç, bazen de dersler girer. Hatta bazen araya bir kız girer(gerçi bu sefer ki aradan pek çıkmayacak gibi evlilik falan diyorlar. Dur bakalım hayırlısı) uzaklaşırız birbirimizden. Ama bu demek değildir ki Umut bizden bıktı. Annelerinizin atmaya kıyamadığı bebeklik patikleriniz gibi biz de öyle dururuz kitaplığımızda... Elbet bir gün biri gelir, bizi okur diye sıramızı bekleriz...

Biri bizi bulur, sobaya atar diye korktuğumuz, bir gün kendi kitaplığımıza kavuşuruz diye Umut'la umutla beklediğimiz günler çoktan geride kaldı. Biz kitaplıktaki yerimizi çoktan aldık. Şimdi yepyeni hayallerimiz, yepyeni umutlarımız var. Birisi herkesin kitaplığında en az bir arkadaşımı görebilmek, diğeri Umut'un yazdığı bir arkadaşımla yanyana kitaplığın tadını çıkarabilmek...
İlk kitabım Yanlış Adam çıktı. Edirne sokaklarında geçen çizgiroman temelleri üzerine kurulu bu romanı almayı unutmayın...

Tarkan Kurt

Çok güzel olmuş, okurken duygulanmamak elde değil, tebrik ederim dostum.

HacıGeraltEmmi

Çok sıcak, çok içten, nefis bir hikaye. Tebrikler. Başka hikayelerinizi de okumak isterim doğrusu.

Peyami

Bir kaç değişiklikle kısa bir animasyon filmine dönüştürülebileceğini düşündürdü bana.

Paylaştığınız için teşekkürler.

yunusmeyra

tam da bu güzel hikayede anlatıldığı gibi inandık, çizgi romanlarımızın bizim "okumalarımız" dışında da bir hayatları olduğuna..ve onun için bir zagor yanına bir diğerini,bir alaskanın yanına diğer sayısını koyduk...yanlız kalacaklar gibi gelirdi bize..sahaflara satarken bile eşleriyle beraber koyduk raflara ve öylece vedalaştık..
bu sıcak hikaye için çok teşekkürler..
HULK DEĞERLİ BİR KAHRAMANDIR!
HSD YENİ ÜYELERİNİ BEKLİYOR

Hayal Kahvem

Selam Vega

Enfes bir öykü bu! Gerçekten.. Bencileyin nesnelerin canı olduğuna inanan biri için... Hele
sonu böyle tatlı bir sürprizle bitiyorsa, okumaya doyamam.

Önce acaba yavru kedi olabilir mi diye aklımdan geçti bir an...
Çizgi romancılar arasında olduğum halde öykünün sonu şaşırttı beni..

Çok sevdim öykünüzü... Umarım yakında yeni bir öykünüzü okuyabiliriz. Ellerinize, yüreğine sağlık.
Çok güzel bir öykü.  :)

Vega

Sayın Hâkimim

İsmim İlhami, soy ismim Veran. Davacı Mahmut Yılmaz'ında yaşadığı Sığırcılı köyünün muhtarıyım. Zat-i âlinizin de bildiği üzere değerli kardeşimiz, köylümüz Mahmut aralarında benimde bulunduğum onbeş kişi hakkında, kendisine ayrımcılık yapıldığı, yaşama, çalışma ve dinlenme gibi yaşamsal haklarının kısıtlandığı, halka açık alanlara girişine izin verilmediği, köyümüzden sınır dışı etmeye çalışıp çeşitli kereler linç girişiminde bulunduğumuzu iddia edip, söz konusu eylemlerin evrensel insan hakları beyannamesine, Türk ceza kanununa ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin halkçılık ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle davacı olmuştur.

Hâkim Bey, hakkımızdaki iddialar çok çeşitli ve bizim gibi ülkesini seven insanlar için ağır olmakla beraber, biz cahil köylülerin kelime dağarcığı aynı oranda küçüktür. Dolayısıyla kendimizi savunmaya çalışırken elimizde olmadan yanlış bir kelime sarf edersek kusurumuza bakmayın.

Hâkim Bey, her şey bundan otuz iki yıl önce Mahmut'un rahmetli Rıza'nın dördüncü ve son çocuğu olarak dünyaya gelmesiyle başladı. İlkin doğum esnasında annenin ölüp ebenin delirmesini kadere, üç yıl sonra Rıza'nın koyunlarıyla beraber uçurumdan atlamasını sürü psikolojisine bağlasak ta Mahmut'un ergenlik çağına gelip köyün bütün kızlarını hipnotize ederek baştan çıkarmasıyla korkunç gerçeğin farkına vardık. Bizim Mahmut sinemalarda seyrettiğimiz, bayıla bayıla kitaplarını okuduğumuz ecnebilerin "mutant" dediği mahlûkatlardandı. Amma biz mutantta olsa mahlûkatta olsa Allah'ın yaratığıdır deyip aramıza kattık, hiçbir zaman bizden farklı diye hor görmedik, küçümsemedik, yetimin boynu bükük kalmasın diye elimizden geleni yapmaya çalıştık.

Ancak yıllar geçtikçe Mahmut'un aramızda olması bazı sorular doğurmaya başladı. Örneğin tüm çocuklar toplanıp inşaatların ikinci katından kuma atlarken bizim Mahmut dördüncü, beşinci kattan rahatlıkla atlayabilmekte ve kum tepesinin üstüne ayak izi dahi bırakmayacak kadar yumuşak bir iniş yapabilmekteydi. Haliyle bunu bilmeden onu taklit etmeye kalkan çocukların başına gelmeyen kalmayınca köyün tüm anneleri çocuklarına Mahmut'la arkadaşlık etmeyi yasakladı. Zaman geçip Mahmut adam sıfatına erince de kahvede de kimse bunu arasına almadı. Sizde takdir edersiz ki insanüstü refleksleriyle taş çalan, karşısındakinin düşüncelerini okuyup ona göre koz çeken biriyle okey ya da batak oynamayı doğal olarak hiç kimse istemedi. Eğer bunun adı dışlamaksa biz Mahmut'u dışladık hâkimim.

Yine de vazgeçmedik. O bize Rıza'nın emanetidir deyip insan içine karışsın diyerekten tüm köylüler bir olup ona sırayla iş verdik. Ama malumunuz köy yerinde çalışmak zordur hâkimim. Sıcaktan, terden adamın ensesinde yumurta pişer. Gelgelelim bırakın yumurtayı Mahmut'un vücut ısısı 2200°C yi bulunca yetmiş beş dönüm buğday tarlası, sekiz ahır ve oniki kümes tutuşunca Mahmut'u çok sevdiği işinden gözünde yaşlarla ayırmak zorunda kaldık. Ola ki bu gözyaşlarının serinletmek için üstüne sıktığımız suyla alakası varsa istemeden olmuştur hâkimim. Yine de hemen vazgeçmeyip Mahmut'u çok zorlanmayacağını düşünerek köyün veterineri Ömer Beyin yanına getir götür işleri için soktuk hâkimim. Ancak bu defada köyün tüm inekleriyle telepatik olarak iletişime geçip, daha sağlıklı koşullarda bakılmazlarsa süt vermemelerini önerince sabır taşımız hafiften çatırdamaya başladı. Elimizden geldiğince kendimize hâkim olmamıza rağmen ne zaman ki iş inada bindi, süt vermiycem diye kendini sıkan ondört inek çatlayıp telef oldu işte o zaman taş maş kalmadı. Tüm köylü birlik olup Mahmut'un üstüne yürüdük. Zannımca davacının linç girişiminden kastı bu olmakla beraber köyümüzde her zaman sağduyu galip geldiğinden sadece birkaç taş ve sopa darbesinden sonra olay yatışmıştır. Ayrıca arbede esnasında Mahmut'un topuklarına dokunarak felç ettiği –ki bunu nasıl yaptı bilenimiz yok- iki kişiyi de normale döndürmesiyle olay tatlıya bağlanmıştır.

Tüm bunlar olup biterken sayın hâkimim birde duyduk ki Amerika'da Mahmut gibi mahlûkatlar... Affedersiniz mutantlar için bir okul varmış. Xavier diye bir adam bunları topluyor, çeşitli numaralar öğretiyormuş. Tüm köylü aramızda para toplayıp Mahmut'a
Gel seni bu okula gönderelim, oku adam ol, mesleğini eline al deyince başladı mı "ben sirk hayvan mıyım, adam değil miyim ulan şerefsizler" diye bağırmaya. Bir şey değil köpoğlu insan gibi ses çıkarmıyor ki. Yarabbi öyle bir ses ki köyde kırmadık cam bırakmadı. En nihayetinde caminin minaresi de çatlamaya başlayınca başını köy imamının çektiği bir grup Mahmut'u sesinin köye zarar vermeyeceği kadar uzağa götürmek için küçük bir miktar kuvvet uygulamak zorunda kaldı. İddianamede bahsi geçen sınır dışı da olsa olsa budur efendim.

Son olarak hâkimim biz Mahmut'u çok sevdik. Zaten biz Sığırcılı köyü halkı olarak yok yaşam standardını kısıtlamaktan, psikolojik şiddet uygulamaktan, evrensel insan hakları beyannamesine aykırı davranmaktan anlamayız. Kaldı ki böyle bir beyannamenin varlığından haberdarsak terbiyesizim. Ayrıca insan ırkının yaşamını devam ettirebilmesi için mutant ırkının kontrol altına alınması gerekliliği bizi hiç ilgilendirmiyor. Kişisel kanaatim insan ırkının yaşaması mazot paralarının zamanında ödenmesiyle daha çok alakalıdır. Ayrıca bırakın ırkları en büyük husumetimiz komşu köylerle ettiğimiz futbol maçlarıdır ve onlarda ekolojik denge için bir tehdit unsuru oluşturmaktan çok uzaktır.

Sözün özü şudur ki hâkimim Sığırcılı köyü olarak Türkiye'nin ilk mutantına sahip çıkmayı, televizyonda "Mutant Mahmut bir faciayı daha önledi" diye alt yazı geçerken gururlanmayı bizde isterdik. Hatta aman aman bir faciayı geçtik Galatasaray forması giyip Fener'e üç gol atsa ona bile razıydık. Ama maalesef beceremedik. Tek suçumuzda olsa olsa budur sayın hâkimim. Son olarak ben Sığırcılı köyü muhtarı İlhami Veran meramım budur, başka da diyeceğim yoktur.

Saygılar
İlk kitabım Yanlış Adam çıktı. Edirne sokaklarında geçen çizgiroman temelleri üzerine kurulu bu romanı almayı unutmayın...

Vega

En sevdiğim, en güvendiğim hikayem. Şİmdilik bir müddet daha eski hikayelerimden devam edecek.
İşin aslı asıl amacım yazılarıma biraz daha nicelik ve nitalik katıp, basit bile olsa bir kurgu ekleyip Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler'den Kendi Çapımda Öyküler'e terfi edebilmek. Ancak en büyük problemim hala yazmayı bir iş olarak kabullenip, belli bir program dahilinde belli periyodlarla sürekli yazamayıp, anlık ilhamlarla bir saat içinde şimdiye kadar okuduğunuz gibi hikayeler çıkarabilmem. Bir hikayeyi eğer başladığım gibi bitirebilirsem ne ala. Aksi takdirde herhangi bir nedenle yarım bırakıp daha sonra devam ederim dediğim hiç bir yazımı bitiremedim. Onu bırak ilk taslağımda çöp tenekesine gitti.
Aramızda bu sorunuma profesyonel yardımı dokunabilecek biri varsa lütfen yazsın. Ayrıca bu yazım hakkındaki yorunlarınızı da bekliyorum...
İlk kitabım Yanlış Adam çıktı. Edirne sokaklarında geçen çizgiroman temelleri üzerine kurulu bu romanı almayı unutmayın...