ON KÜÇÜK ZENCİ

Başlatan peder clemente, 09 Ekim, 2019, 05:31:42

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

peder clemente

ON KÜÇÜK ZENCİ (TEN LITTLE NIGGERS)
Ya da diğer adıyla
VE GERİYE HİÇ KİMSE KALMADI
(AND THEN THERE WERE NONE)

Eserin Yazarı: AGATHA CHRISTIE

Grafik Romana Uyarlayan: François  Riviere
İllüstrasyonlar: Frank Leclercq

Kitap, ilk defa 1939 yılında "Ten Little Niggers" adıyla, İngiltere'de "The Crime Club" Yayınevi tarafından yayımlandı. Kitabın üzerindeki, eserin iyi bir dedektiflik romanı olduğunu belirten "sign of a good detective novel" ibaresini taşıyan damga dikkat çekici.
Bu ilk baskı bir sahaflık firması tarafından internette 8.500 Dolara satışa sunulmuş.




Eser, 1940 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde "And Then There Were None=Ve Geriye Hiç Kimse Kalmadı" adıyla, "Dodd, Mead and Company" Yayınevi tarafından yayımlandı.
Eserin isminin değiştirilmesinin nedeni, Amerikan kültüründe "niggers" kelimesinin aşağılayıcı ve ırkçı olarak algılanmasıydı. Agatha Christie'nin eserinin ırkçılık yönünden duyarlı olduğu söylenemez. Yukarıda belittiğimiz gibi ilk baskısında İngiltere'de ırkçı bir adla yayımlanmış.
Türkiye'de hâlâ bu ırkçı adla yayımlanmaya devam ediyor. Kitabın İngilizce edisyonlarında, olayların geçtiği "Zenci Adası"na artık "Asker Adası" deniliyor;
"On Küçük Zenci" de "On Küçük Asker" olmuş.




Eser 1964 yılında da "Ten Little Indians=On Küçük Kızılderili" adıyla yayımlanmış.



Bu gizem romanı, sahne oyunu olarak tiyatroya uyarlandı ve başarılı oldu; sinemaya uyarlandı, TV dizisi yapıldı, radyo tiyatrosuna uyarlandı. Eserin, ilk sinema uyarlaması 1945 yılında Fransız Yönetmen Rene Clair tarafından "And Then There Were None" adıyla
"20th Century-Fox"yapımı Amerikan filmi olarak gerçekleştirildi.
Eserin incelenmesinde, kitap, grafik roman ve bu filmden yararlandım.




Tiyatro oyunu olarak "On Küçük Zenci", "Ak'la Kara Tiyatrosu" tarafından 11 Ekim 2019'da istanbul'da Türkiye prömiyerini yapacak. Oyuncular arasında Ediz Hun da yer alıyor.
Ediz Hun'un Yargıç Wargrave karakterini oynayacağını tahmin ediyorum. Ak'la Kara Tiyatrosu, Kadıköy Akyıldız Pasajında. Yakınlarda oturan arkadaşlar oyunu izleyebilirler. Eser, kitap olarak Dünya çapında 100 milyondan fazla satmış; Dünyanın en çok satan 10 kitabı listesine girmiş; tüm zamanların en çok satılan kitaplarından biri; Agatha Christie'nin en çok satan kitabıymış. Halen tüm zamanların en çok satan kitaplarından biri olmaya devam ediyor. Agatha Christie'ye göre 'yazılması en zor romanıydı'. Yazarın başyapıtı ve tam bir ustalık ürünü sayılıyor. Eserin, grafik roman uyarlaması Türkiye'de ilk olarak 1996'da Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Frankofon formatında, dört bant, genelde her sayfada 8-10 arası panel var. 2011'de NTV yayınları tarafından tekrar yayımlandı. Bende Doğan Kitap versiyonu olduğu için NTV yayınları bölümüne değil bu bölüme ayrı bir başlık açtım.




Konu özeti: Farklı sosyal sınıflardan 2 kadın, 6 erkek toplam 8 kişi; arkadaşlarının, akrabalarının, meslekdaşlarının yolladığı mektuplarla, İngitere'de Devon sahili yakınındaki "Zenci Adası"na davet edilirler. Kimine iş, kimine tatil, kimine görev vaadedilir.
Yıl 1938, aylardan Ağustos. Hava sıcak. Birbirini hiç tanımayan davetliler trenle Oakbridge istasyonuna giderler. Yolculuk sırasında tanışıp aralarında sohbet ederler.
Onları karşılayan şoför arabayla Devon'daki Sticlehaven'e götürür. Sticlehaven'dan da Fred Narracott adlı Kaptan, motoruyla Zenci Adasına çıkartır onları.




Burada bir parantez açalım. Güneybatı Devon Agatha Christie'nin rivierasıymış.
Yazarın polisiye edebiyata düşkünlüğü, küçükken ablasının okuduğu Sherlock Holmes hikayeleriyle başlamış. Agatha'nın çocukluğu deniz kıyısında, hizmetçilerle dolu büyük bir evde mutlu ve refah geçmesine rağmen sonraları peş peşe cereyan eden talihsiz olaylar, trajedi ve üzüntüler ölüme karşı ilgisini artırmış. Christie'nin romancılık kariyeri kız kardeşi Madge ile girdiği bir iddia üzerine başlamış. Madge, Agatha'ya okurların katili bulabileceği bir cinayet romanı yazamayacağını söylemiş ve bu meydan okumaya dayanamayan Agatha 26 yaşında ilk cinayet romanını yazmaya başlamış. Yazarlık kariyeri boyunca: 66 dedektif romanı, 150 kısa öykü ve 20'nin üstünde oyun yazmış. Agatha Christie 26 yaşındayken yani I.Dünya Savaşı sırasında bir hastanenin eczacısının yanında asistan olarak çalışmış.
Çalıştığı ortamda etrafı zehirlerle çevrili olduğundan bu durum ilk romanına zehir cinayeti olarak yansımış. "The Mysterious Affair at Styles=Ölüm Sessiz Geldi (1920)"
adlı ilk romanında striknin ve bromür zehirlerine yer vermiş.
(Bilgiler 221B Polisiye Derginin 8. Sayısındaki yazılardan derlenmiştir).




Üstteki fotoğrafta, Agatha Christie'nin 15 Eylül 1890'da doğduğu yer olan Torquay, Devon'daki yürüyüş yolunda bulunan büstü ve arka plandaki hediyelik eşya dükkanı görülüyor.



Üstteki resimde, 1940'ların Torquay'ı ve yelkovan tepesi çizilmiş.

Esere dönelim. Ada, kitapta: "Zenci Adası... Zenci Adası'nı çocukluğundan anımsıyordu. Martılarla dolu, leş kokan bir kayalıktan ibaretti. Sahilden bir mil kadar uzaktaydı.
Adını sahilden görünen siluetinden almıştı. Sahilden bakıldığında dolgun dudaklı bir zenci başını andırıyordu." şeklinde anlatılır.




İngiltere'de Eylül 2016'da çıkartılan ve her biri Agatha Christie'nin bir romanını/öyküsünü yansıtan pullardan, "On Küçük Zenci" ile ilgili olanında:
Adanın görünümü ,içinde yer alan malikane, ayın denize yansımasında da on küçük zenci tekerlemesi "gizli metin" olarak görülüyor.

Kitapta şu sözlerle yaşanacak gizem ve gerilim başlar: "Adaların büyülü bir yanı vardı.
Ada sözcüğü bir bakıma insanın dünyayla bağlantısının kesildiği anlamına gelirdi. Ada başlı başına bir dünya demekti. Belki de insanın bir daha hiç geri dönemeyeceği ayrı bir dünya...". Konukları adada Thomas Rogers adlı kahya (uşak) ve karısı Ethel Rogers karşılar. Ada'da gösterişli ve konforlu bir malikane vardır. Ev sahibi ortalarda yoktur... Sekiz konuk, adadaki iki kişi ile birlikte on kişi olmuştur... Tıpkı kitabın adındaki sayı kadar: "On Küçük Zenci"...

Karakterleri birazdan tanıtacağım. Şimdi ada'da olanlara bakalım. Genç ve oldukça güzel bir öğretmen olan Vera Claythorne, ada'ya çıkınca ortamın etkisiyle ürperir; Mrs. Rogers tarafından üst kattaki deniz manzaralı yatak odasına çıkartılır. Odasındaki şöminenin üstünde içinde saat olan bir mermer heykel, heykelin üzerindeki krom çerçevenin içerisinde de şiir yazılı bir parşömen kağıdı vardı. Aslında bu kafiyeli bir çocuk tekerlemesiydi. Burada bir parantez açalım: 221B Polisiye Dergi'nin 8. Sayısında Tülay Güneş Kılıç, yazısında 'Küçükken dadısının anlattığı masallardaki tekerlemelerden etkilenen Agatha Christie'nin, sonraları polisiye romanlar yazmaya başladığında okuyucuda merak duygusu uyandıran tekerlemeleri eserlerinde sık sık kullandığını, hatta birkaç kitabının başlığı olarak seçtiğini, başlığını tekerlemeden alan On Küçük Zenci'de geçen tekerlemenin doğrudan konuyla ilgili ve cinayetleri aydınlatacak ipuçlarını barındırdığını' belirtir. Parantezi kapayalım.
Vera'nın çocukluğundan anımsadığı tekerleme şöyleydi:

"Ten Little Niggers (On Küçük Zenci)
Ten Little nigger boys went out to dine;
One choked his little self, and then there were nine.

(On küçük zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz.)
Nine little nigger boys sat up very late;
One overslept himself, and then there were eight.

(Dokuz küçük zenci geç yattı,
Sabah biri uyanmadı. Kaldı sekiz.)
Eight little nigger boys traveling in Devon;
One he'd stay there, and then there were seven.

(Sekiz küçük zenci Devon'u gezdi,
Biri geri dönmedi. Kaldı yedi.)
Seven little nigger boys chopping up sticks;
One chopped himself in half, and then there were six.

(Yedi küçük zenci odun yardı,
Biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı.)
Six little nigger boys playing with a hive;
A bumble-bee stung one, and then there were five.

(Altı küçük zenci bal aradı,
Birini arı soktu. Kaldı beş.)
Five little nigger boys going in for law;
One got in chancery, and then there were four.

(Beş küçük zenci mahkemeye gitti,
Biri idama mahkûm oldu. Kaldı dört.)
Four little nigger boys going out to sea;
A red herring swallowed one, and then there were three.

(Dört küçük zenci yüzmeye gitti,
Birini balık yuttu. Kaldı üç.)
Three little nigger boys walking in the zoo;
A big bear hugged one, and then there were two.

(Üç küçük zenci ormana gitti,
Birini ayı kaptı. Kaldı iki.)
Two little nigger boys sitting in the sun;
One got frizzled up, and then there were one.

(İki küçük zenci güneşte oturdu,
Birini güneş çarptı. Kaldı bir zenci.)
One little nigger boy left all alone;
He went out and hanged himself and then there were none.

(Bir küçük zenci yapayalnız kaldı.
Gidip kendini astı.Kimse kalmadı.)

Not:Tekerlemenin son iki mısrasının orijinali:
One little nigger boy living all alone;
He got married and then here were none.

(Bir küçük zenci yapayalnız yaşardı,
O da evlenip gitti ve geriye hiç kimse kalmadı.)
Agatha Christie yukarıdaki şekilde değiştirmiş."


Her konuğun odasına bu tekerleme asılmıştır. Aşagıda yemek masasının ortasında porselenden yapılma on küçük zenci bebek biblosu vardır. Her cinayetten sonra biri yerinden kırılarak kopartılacaktır. Bahsettiğim filmde, on küçük Kızılderili biblosu var.

"Vera Claythorne'un içine garip bir huzursuzluk çökmüştü. Nedense her şeyde bir gariplik vardı... Konuklar da bir garipti."(Kitaptan).

Yaşlı bir emekli general olan Mac Arthur, "lanet olsun!" diye kendi kendine söyleniyordu.
Her şeyde bir gariplik vardı. Hiçbir şey beklendiği gibi çıkmamıştı.

Altmış beş yaşında bir ihtiyar kız olan Emily Brent'in okuduğu İncil ayeti: "Tanrı, varlığını adaleti ile belli eder. Kötüler sonunda cezalarını kendi kendilerine bulacaklar." diyordu.
Acaba inceden inceye düşünülmüş bu düzenlemeler Tanrıcılık oynamaya çalışan bir suç dâhisinin işi miydi? Yoksa şeytani bir zekaya sahip deli bir katil mi vardı adada?

Ziyafet gibi akşam yemeği konukların neşesini yerine getirir. Kahveler içilirken yan odadan gelen ses odada bulunan herkesi ürpertir. Gramofonda çalan bir plağın sesidir bu. Gramofondaki ses, odada bulunan on kişinin geçmişte verdikleri kararlarla birilerinin ölümüne neden olduklarını; adeta bir savcılık iddianamesi gibi yer, isim ve tarih belirterek tek tek söyler. Son olarak: "Tutuklu bulunan sanıkların savunmak için bir diyecekleri var mı?" diyen ses susar. Konuklar arasında bir panik başlar. Odadaki on kişinin geçmişteki ölümler hakkında kendilerince çeşitli mazeretleri bulunmaktadır. Kendilerini masum olarak görmektedirler; ordudan ayrılmış bir yüzbaşı olan Philip Lombart hariç. O mertçe suçunu ve nedenini anlatır. Philip Lombart, diğerlerinin inkâr ve tevil çabaları karşısında bir kahkaha atarak:
"Görevini seven ve yasalara saygı gösteren bütün insanlar da burada toplanmış galiba.
Benim dışımda tabii" der. Adanın dışarıyla tek bağlantısı olan Narracott'un teknesi bir süre gelmeyeceğinden on kişi burada kısılıp kalmış, adeta tutuklanmışlardır...


Şimdi ada'da kapana kısılmış gibi kalan bu on kişiyi biraz yakından tanıyalım.

1-Doktor Edward George Armstrong: Çok zengin ve yakışıklı, orta yaşlı bir adam. Gramafondaki ses: 14 Mart 1925'te Louisa Mary Clees'in ölümüne neden olduğunu söyler. "Düşünmeye başlamıştı. O geceyi düşünüyordu. Sebep sarhoşluktu. Hasta o yüzden ölmüştü... Sarhoştu o akşam. Zaten daha ameliyathaneye girmeden sinirleri bozulmuştu...
Elleri titriyordu. Hastayı göz göre göre öldürmüştü."-Kitaptan.
Kabus gibi düşler görür: "Bisturi ne kadar keskindi... Böyle bir bıçakla cinayet işlemek ne kolay olurdu. Zaten o da cinayet işliyordu ya...".


2-Emily Caroline Brent: 65 yaşında, hiç evlenmemiş, kızkurusu. Katı ahlâkçı, koyu dindar, rijit ve frijit. Gramofondaki ses: 5 Kasım 1931'de Beatris Taylor'un ölümünden sorumlu tutuyor. Beatrice Taylor yanında çalışıyormuş, bir erkekle cinsel ilişki kurmuş, hamile kalmış, terbiyeli sandığı kızın hafifmeşrep olduğunu anlayınca da anında evinden kovmuş; kız da umutsuzluğa kapılıp intihar etmiş. Miss Brent: "Zavallı, büyük günahı yetişmiyormuş gibi, ikinci bir günah işledi. İntihar etti. Onu öldüren kendi günahıydı" der. Vera Claythorne ile ada'nın tepesinde, Narracott'un teknesinin yolunu gözlerken: "Gözlerini Vera'nın gözlerine dikmişti.
Bakışlarında üzüntü ve pişmanlık belirtisi görünmüyordu. Zalim ve bencil gözlerdi bunlar.
Zenci Adası'nın tek tepesinin doruğunda erdem heykeli gibi dimdik oturan kadın, Vera'ya artık hiç de anlamsız gelmiyordu. Karşısındaki kadın artık anlamsız değil, korkunçtu."-Kitaptan.
Emily Brent'in rüyalarına kadar girer Beatrice Taylor. Rüyasında, dışarıdan cama yüzünü dayayıp, kendisini içeri alması için yalvarır. Rüyada bile eve almaz Beatrice Taylor'u.




3-William Henry Blore: Eski bir polis müfettişi. Plymouth'da özel dedektiflik bürosu var.
Daveti yapan Mr.Owen, onu özel dedektif olarak tutmuş ve yüklü bir para göndermiş.
Güya, konuk gibi gelip, Mrs.Owen'ın mücevherlerinin çalınmaması için diğer konukları göz hapsinde tutacakmış. Adaya gelmesi için bu şekilde kandırılmış. Aslında o da kurbanlardan biri olacak. Gramofondaki ses: 10 Ekim 1928 tarihinde James Stephen Landor'u öldürmekle suçluyor. O polis iken, Londra'daki Ticaret Bankasının soyulması sırasında bekçi öldürülmüş. Blore'un tanıklığıyla Landor mahkûm olmuş. Aslında suçsuz olan Landor, Dartmoor Hapishanesinde ölmüş. Narin yapılı bir adam olduğundan hapishane yaşamına dayanamamış.
Blore ise davadan sonra terfi almış. Blore daha sonra suçunu itiraf eder:
"Çetesi, Landor'dan kurtulmak istiyordu. Beni tehdit ettiler. Çete beni sıkıştırdı.
Küçük bir servet denilebilecek bir rüşvet de verdi. Adamın aleyhindeki bütün kanıtları onlar hazırladı. Onu içeri tıktırdım... Ama onun hapiste öleceğini bilemezdim."




4-Vera Elizabeth Claythorne: Genç bir öğretmen. Gramofondaki ses: 11 Ağustos 1935 tarihinde, Cyril Ogilvie Hamilton'u öldürmekle suçluyor. Vera Claythorne, Cyril'in dadısıymış. Hugo adlı genç ve yakışıklı adam, Vera'ya evlenmekten bahsetmiş, ancak beş parasızmış; eğer kardeşi Cyril olmasaymış babasının tüm mirası kendisine kalacakmış. "Ama o olmasaydı... Siz ve ben... Neyse... Hayat bu..." demiş Hugo, Vera'ya. Cornwall'deki yumuşak sarı kumsalda o yaz Cyril: "Ben kayalara kadar yüzmek istiyorum. Bayan Claythorne. Neden kayalara kadar yüzemez mişim?" demiş. Vera: "Evet Cyril... Kayalığa kadar gidin... İsterseniz daha da açılabilirsiniz" diyerek izin vermiş. Cyril sağlıklı bir çocuk değilmiş, ufak tefekmiş, boğulmuş... "Onu ne zaman düşünse, Vera'nın önüne saçlarına yosunlar takılmış, morarmış bir yüz geliyordu... Bir zamanlar güzel olan bir yüz... Belki de çok güzel..."-Kitaptan.
Hugo neredeydi şimdi? Evlenmiş miydi? Elektriği söndürmeye cesaret edemeden, gözlerini tavandaki sabit bir noktaya dikerek, yatağında bunları düşünür Vera Claythorne.




5-Philip Lombard: Ordudan ayrılmış bir yüzbaşı. Çeşitli sorunlarla başa çıkacak kadar güçlü-kuvvetli-atletik, orta yaşlı, adadaki tek silahlı adam. Tehlikeli anlarda iyi iş görebilen bir adam olduğunu duyan Morris adındaki Yahudi'nin kendisini tuttuğunu, adaya gelip gözünü açık tutması için yüz sterlin verdiğini, zor durumda olduğu için kabul ettiğini belirttikten sonra şu sözleri ekler: "O yüz sterlin beni buraya getirmek için, Owen'ın kapana koymuş olduğu peynirmiş". Gramofondaki ses: 1932 Yılının Şubat'ında Doğu Afrikalı bir kabileden 21 kişinin ölümüne neden olduğunu söyler. Philip Lombard: "Öykü tümüyle doğru. Onları bırakıp kaçtım. Kendimi kurtarmak için yaptım bunu tabii. Ormanda kaybolmuştuk. Ben ve benimle birlikte olan birkaç beyaz, kalan yiyecekleri alıp yerlileri ormanda bırakarak kaçtık."- Kitaptan.
General Mac Arhur'un sorusu üzerine: "Yapılacak başka bir şey yoktu. Yoksa birkaç gün sonra hepimiz açlıktan ölecektik. Sonra yerliler ölüme pek aldırmazlar. Yaşamı beyazlar kadar sevmez onlar" diye ekler. Vera'nın sorusuna karşı "Evet, ölüme terk ettim onları" derken "Lombard'ın gözbebeklerinde zevk pırıltıları belirmişti"- Kitaptan.

6-General John Gordon Mac Arthur: Yaşlı bir emekli general olan Mac Arthur,
gramofondaki ses tarafından: 14 Ocak 1917'de karısının âşığı  Arthur Richmond'u bile bile ölüme göndermekle suçlanıyor. "General Mac Arthur yattığı yerde oradan oraya dönüp duruyordu. Karanlıkta hep Arthur Richmond'un yüzünü görüyordu"- Kitaptan.
Mac Arthur odadakilere 'Arthur'un çatışmada öldüğünü' söylese de vicdanında temize çıkamaz. Arthur Richmond ast'ı konumunda olmasına rağmen arkadaş gibiydiler. Richmond, generalin birliğindeki subaylardan biriydi. Karısı Leslie de ondan hoşlanmıştı. Leslie herkesi sıkıcı bulmasına karşın Arthur'u sıkıcı bulmamıştı. O sıralarda Arthur 29, Leslie de 28 yaşındaydılar. Mac Arthur ve Arthur Richmond cephedeyken, Leslie her ikisine de mektup yazardı. Bir gün mektupları karıştırmış ve koca ile aşığın mektuplarını yanlış zarflara koymuş. Mektuptan, bu ilişkinin uzun süredir devam ettiğini anlaması kendisi için büyük darbe olmuştu. O zaman Richmond'a bir şey sezdirmemişti fakat ona öyle bir görev vermişti ki bile bile ölüme yollamıştı. Onu ölümden ancak bir mucize kurtarabilirdi. Böyle bir mucize de olmamıştı. Leslie'nin olaylardan haberi olmamıştı. Belki Arthur'un ardından ağlamıştır. Mac Arthur Leslie'nin, gerçeği öğrenip öğrenmediğini bilemez fakat Leslie o andan itibaren kendisinden uzaklaşır. Erişemeyeceği kadar uzaklara gider Leslie... Savaştan üç, dört yıl sonra Leslie zatürreeye yakalanarak ölmüştü. Artık yapayalnız kalmıştı. Hiçbir şey umduğu gibi çıkmamıştı. Karısının ölümünden sonra ordudan ayrılarak Devon'a yerleşmişti. Ara sıra ava çıkıyor, iyi havalarda balık tutabiliyor, her Pazar aksatmadan kiliseye gidiyordu. Sahilde Vera Claythorne'a şöyle itiraf eder suçunu: "Richmond'u bile bile ölüme gönderdim. Yani bir tür cinayet işledim. Garip, ben cinayet işledim... Benim gibi, yasalara saygılı bir adam". Mac Arthur, sahilde oturup meçhul katilin kendisini öldürmesini bekler. Kaderine razı olmuştur. Artık her şeyin sona ermesini arzulamaktadır. 'Adaların en iyi yanı insanın istediği zaman kaçamamasında... Artık herşeyin sonuna geldin." Der kendi kendine Mac Arthur. Vera'ya şu sözleri söyler: "Hiçbirimiz bu adadan kaçıp kurtulamayacağız. Plan böyle. Belki de kurtulmak ne demektir bilmiyorsun. Henüz çok gençsin... Bu duyguyu henüz tanımıyorsun. Ama sırtındaki ağır yükü taşımaktan yorulduğunda, kurtulmak isteyeceksin".

7-Anthony James Marston: Uzun boylu, yakışıklı, genç bir serüvenci. Gramofondaki ses:
Tony Marston'u, geçen Kasım (1937) Ayının 14'ünde John ve Lucky Combes'u öldürmekle suçluyor. "Anthony duygu adamıydı. Duygu ve eylem adamı"- Kitaptan.
Tony Marston'un bir mitoloji tanrısını andırdığı, ilk bakışta herkeste ölümsüz olduğu izlenimi uyandırdığı belirtiliyor. İlk ölen de o oluyor adada. Tony Marston süratli araba kullanmaktan hoşlanıyordu. Cambridge yakınlarında, aniden yola fırladıklarını, John ve Lucky Combes'u arabasıyla çiğnediğini, bunun talihsiz bir kaza olduğunu söyleyince; Yargıç Wargrave sorar "onlar için mi, yoksa sizin için mi talihsizlik?". Tony Marston cevaplar:"... haklısınız galiba.
Asıl talihsizlik onlarınkiydi".

8-Thomas Rogers: Uşak. Gramofondaki ses: Thomas Rogers ve karısı Ethel Rogers'ı, 6 Mayıs 1929'da Jennifer Brady'yi öldürmekle suçluyor. Rogers, Bayan Brady'nin yanında çalıştıklarını, o gece hanımın çok hastalandığını, doktor çağırmaya gittiklerini, geri döndüklerinde Bayan Brady'nin ölmüş olduğunu söyler. Bu ölümden miras yoluyla çıkar da sağlamışlardır.
Doktor Armstrong'un analizine göre: Her çeşit kalp hastalığında Amil Nitrit kullanılır ve kriz geldiği zaman bir Amil Nitrit ampulü kırılarak hastaya koklatılırmış. İlaç vaktinde kullanılmazsa hasta ölürmüş. Sadece hiçbir şey yapmamakla yani ilacı vaktinde hastanın burnuna dayamamakla hastayı öldürmek mümkünmüş. Rogers, ilacı hastaya ilacı vereceği yerde yetişemeyeceğini bile bile doktora koşmuş ve hasta ölmüş. Ne arsenik gibi kolayca ortaya çıkabilecek bir zehir kullanılmış ne de herhangi bir eylem yapılmış. Tabii ki kimse onları sorumlu tutamamış. Bir cinayet işlemiş ve yasaların pençesine düşmemişler.
Doktor Armstrong: "İşleyenlerin cezalandırılamadıkları bazı suçlar vardır. Bunlardan biri Rogers'larınki. Öbürü de cinayetini tam anlamıyla yasa çerçevesinde işleyen
Yargıç Wargrave"- Kitaptan.

9-Ethel Rogers: Thomas Rogers'ın karısı. Yemekleri o yapıyor. Vera, onun hakkında "bu kadın gölgesinden korkuyor" diye düşünür. Gramofondaki ses, kendileri ile ilgili suçlamayı söyleyince Ethel Rogers düşüp bayılır.

10-Yargıç Lawrence John Wargrave: Yaşlı bir yargıç. Yüzü kurbağa'ya benziyor; boynu da tosbağa'ya. Fizik ve güç gerektiren araştırmaları yapamayacak kadar yaşlı biri yargıç Wargrave, ancak kendinden emin ve mantıklı konuşuyor. Gerektiğinde de sert ve otoriter biri olabiliyor. Yarı açık gözlerle uyukluyor. Gramofondaki ses: 10 Haziran 1930'da Edward Seton'u öldürmekle suçlar onu. Edward Seton'u, yaşlı bir kadını öldürme şüphelisi olarak yargılamış yargıç Wargrave. Avukatı çok başarılı bir savunma yapmış ve Edward Seton jüri üzerinde iyi bir izlenim bırakmış. "Avukat Matthews'un son konuşması hukuk edebiyatının bir başyapıtı olmuştu. Matthews artık davaya yüzde yüz kazanılmış gözüyle bakıyordu"- Kitaptan.
Yargıç Wargrave ise onun suçlu olduğunu düşündüğünden dolayı, davayı öyle bir özetle anlatmış ki jüri onu suçlu bulmuş. Yargıç Wargrave ,idam hükmünü vermiş, yani kalemi kırmış. Karara itiraz etmişler ancak, itirazları kabul edilmemiş. Edward Seton bir sabah şafakta asılmış. Doktor Armstrong, Seton davasını hatırlıyormuş, karar kamuoyunda büyük sürpriz yaratmış. "Yargıç sanığın aleyhindeydi. Tarafsız davranmamıştı. Jüriye suçlu kararı verdirecek biçimde özetlemişti davayı. Her şey tümüyle yasalara uygundu. Wargrave yasayı iyi bilirdi. Yasa çerçevesi içinde kusursuz bir cinayet işlemişti..."şeklinde görüşler ileri sürülmüş


----------------------------------------------------

On kişi aralarında yaptıkları akıl yürütmelerle önemli bir hususu aydınlatırlar. Davetleri yapan Bay Ulick Norman Owen ile Bayan Una Nancy Owen aynı kişidir. Kısaca U.N. Owen. Bay ve Bayan Owen'ın isimlerinin ilk harfleri olmasına rağmen bir kelime oyunu vardır burada. U.N.Owen'ın İngilizce okunuşu "Unknown=Meçhul" kelimesi ile aynıdır. Aslında Bay ve Bayan Owen yoktur. Yine de katilin kimliği bilinmediğinden katilden U.N.Owen diye bahsetmeye devam ederler. Owen'ın adayı Amerikalı bir milyonerden satın aldığı sonradan anlaşılır.
Geniş bir hayal gücüne dayanan, çok zekice, mükemmel bir organizasyon ve plân
yapmıştır U.N.Owen ya da "meçhul katil".

Adadaki 10 kişinin, geçmişlerinde işledikleri ve bir sır gibi içlerinde sakladıkları suçlar, ortamın etkisiyle büyük bir iç hesaplaşmaya dönüşür. Romanda karakterlerin iç hesaplaşmaları mükemmel anlatılmış. Kimisi kâbus gibi rüyalar görür; kimisinin duyguları coşar ve karşılıklı itiraflarla katarsis durumu yaşarlar; bazıları ölümü beklerken bazıları da öleceğine asla inanmaz; ölüm başkası içindir...Vera: "Fırtına geliyor galiba"der; zaman zaman şiddetlenen sonra biraz mola veren rüzgarın sesini dinleyerek.

Gramofondaki ses, gizledikleri suçlarını bir bir ortaya dökünce, on kişi arasında panik ortamı yaşanır. Uşağın karısı Ethel Rogers düşüp bayılır. Sesin suçlamalarını kendi aralarında konuşup tartıştıktan sonra, ilk fırsatta adadan ayrılma kararı alırlar; sadece yakışıklı serüvenci Tony Marston bu karara, "Her şey cinayet romanı gibi. Kalıp esrarı çözmeye çalışsak çok eğlenirdik.. Ben heyecan arıyorum" diyerek karşı çıkar. Sonra masanın üzerinde duran kadehi alarak içindeki viskiyi bir yudumda diker. Öksürür... Yüzü kızarır... Elindeki kadeh yere düşer... Koltuktan aşağıya kayıp, iki eli boğazında yerde kaskatı kalır. Doktor Armstrong, Tony Marston'un öldüğünü bildirir. Emily Brent: "Biz ölümlüler yaşamla ölümü ayıran ince bir çizgi üzerinde yaşamaktayız" der. Doktor Armstrong, Tony Marston'un bardağında büyük ihtimalle oldukça çabuk etki eden bir zehir olan potasyum siyanür olduğunu açıklar. "Gece  fazla soğuk olmadığı halde odada bulunanlar ürperirler"- Kitaptan.

"On küçük zenci yemeğe gitti;
Birinin lokması boğazına tıkandı.Kaldı dokuz".


Bundan sonra her cinayet, tekerlemenin iki mısrasında belirtilen sona paralel şekilde işlenecek ve her cinayetten sonra bir zenci biblosu yerinden sökülerek kırılıp atılacaktır. Cinayetler, suçlarının ağırlığına uygun olarak en hafifinden başlamak suretiyle sırayla işlenecektir... Kusursuz bir şekilde... Cinayetlerden sonra, sağ kalanların korku, şüphe ve endişeleri tavan yapacak; birbirlerinin her hareketini gözlemeye başlayacaklardır. Yine de meçhul katil tekerlemeye uygun olarak ustaca cinayetlerine devam edecektir... Taa  ki geriye hiç kimse kalmayıncaya kadar...

Romanda güzel sözler ve saptamalar var. Dört örnek:
- Doktor Armstrong: "...Manyak canilerin çoğu sessiz sedasız tiplerdir,
insanda böyle şeyler yapamayacakmış izlenimi uyandırırlar."
- Philip Lombard: "İnsanlar yalanlara gerçeklerden daha kolay inanırlar."
- Vera Claythorne: "...Ve bir deli en akla gelmedik şeyleri yapabilir. Bir akıllıdan en az iki kat kurnazdır deliler."
- Emily Brent: "Çocukluğumda yatak odamda, çerçeve içinde asılı bir sözü hatırladım:
Günahın seni daima izler bunu unutma. Çok doğru bir sözmüş."

Roman, Goodreads kitap sitesinin, "Best Twists=En iyi ters köşeler (şaşırtıcı sonlar)" listesinde ikinci sırada bulunuyor. "Suçun Kraliçesi" ya da diğer lakabıyla "Ölüm Düşesi" Agatha Christie, karakterlere yaptırdığı bir hile (numara) ile katilin kim olduğunu tahmin edebilmeyi olanaksız hale getiriyor; ancak, gerilim roman bitinceye kadar capcanlı sürüyor... Yazarın numarasına ben de katılıyorum. Lütfen, eseri okuyan arkadaşlar katilin kim olduğunu yazmasın.Geleneksel "Katil Kim?" romanlarının genel kabul görmüş bir ilkesi, "okuyucuyu şaşırtmak ama aldatmamaktır."Agatha, roman karakterlerine yaptırdığı bu küçük hilesi ile; genel kabul görmüş ilkeyi bozma pahasına; eserin sonunda okuyucuya ustaca bir ters köşe yapıyor.
    Issız bir adaya davet edilen on kişi. Dışarıdan bir müdahale olmadan birer birer öldürülmeye başlıyor. Sonunda adada canlı hiç kimse kalmıyor... Tekerlemedeki gibi. Adaya gelen polis müfettişleri de işin içinden çıkamıyorlar. Polisiye edebiyatında, "kapalı oda" denilen bir alt tür vardır. Kapalı oda hikayesi ya da kapalı oda cinayetleri. Polisiye edebiyatının altın döneminin en iyi yazarlarından Agatha Christie'nin en çok sevdiği beş romanından biri olan "On Küçük Zenci", Bekir Karaoğlu'nun kendi beğenilerine göre hazırladığı "En güzel 10 kapalı oda hikayesi" listesinin birincisi. Agatha Christie, Biyografisinde: "En iyi veya en sevdiğim kitabımın 'on küçük zenci' olduğunu söyleyemem, ancak bazı açılardan şimdiye kadar yazdığım kitaplar arasında zanaâtımı en iyi şekilde icra ettiğim kitabımın bu olduğunu düşünüyorum" der.

221B Polisiye Dergi'nin 8. Sayısında, Erol Üyepazarcı'nın yazısında: "Ünlü On Küçük Zenci'de dedektif yoktur, 'polisiye konularda bir fantezi şahaseri' olan On Küçük Zenci, yazarımızın en başarılı yapıtlarından biridir.
Bu romanda dedektife yer verilmemiş ve soruşturmanın ilerlemesi sadece düğümün oluşturulmasıyla sağlanmıştır" yorumu yapılmıştır. 221B Dergisinin 1. Sayısındaki Suphi Varım'ın incelemesinde: Van Dine'ın kaleme aldığı 'polisiye roman yazmanın yirmi kuralı'ndan bahsedilir. Bu yirmi kuraldan biri:
Cinayetin sırrını çözebilmek için okuyucunun dedektifle aynı fırsata sahip olması gerekliliğidir.
Agatha Christie, "On Küçük Zenci" romanıyla polisiyenin yazılı kurallarını da yıkmıştır.

"...Onlar, Zenci Adası'nda, on ceset ve çözülmesi imkânsız bir problem bulacaklar." - Grafik Romanın sonundan.
Eski bir samuray: "Adaletin üstünde yol da vardır..." demiş.- Hagakure'den.




Film: Yönetmen Rene Clair, eseri bazı küçük fakat esaslı değişikliklerle ve ironik bir anlatımla filme çekmiş. Romandan farklı olarak filmde mutlu son var. Puanım: 7.8/10
Grafik Roman: Çizimler ve uyarlama senaryo iyi düzeyde. Bazı karakterler başarıyla çizilmiş ancak, duyguları tam yansıtılamamış gibi. Puanım: 7.9/10
Roman : Karakterlerin oluşturulması, olayların mükemmel bir şekilde kurgulanması, flashbacklerle karakterlerin suçlarının adım adım aydınlatılması ve yaşadıkları iç hesaplaşmalarının anlatılması, şüphe ve gizemin sonuna kadar sürdüğü unutulmaz finaliyle "muhteşem" sıfatını hak eden eser için puanım: 9/10



seastar1000

Alıntı yapılan: peder clemente - 09 Ekim, 2019, 05:31:42
ON KÜÇÜK ZENCİ (TEN LITTLE NIGGERS)
Ya da diğer adıyla
VE GERİYE HİÇ KİMSE KALMADI
(AND THEN THERE WERE NONE)


Kıtap evvelsı gun elimdeydı
Mavı trenın esrarı nı okumak ıcın çıkarmıstım
Bu kadar tesaduf olur mu dıye on kucuk zencı yıde tekrar okudum
Harıka bır ınceleme ellerınıze saglık
Yanlız bende resımler gorulmuyor sadece bana aıt bır sorun mu yoksa forum genelınde mı bılemedım

hanac

Alıntı yapılan: seastar1000 - 09 Ekim, 2019, 12:13:37
Yanlız bende resımler gorulmuyor sadece bana aıt bır sorun mu yoksa forum genelınde mı bılemedım

Şu anda düzeltiyorum. Birazdan hepsi görünür olacak.

darkwood

Güzel inceleme yazısı ve resimler için elinize sağlık.
Darkwood Sakinleri..

peder clemente

Hanac dostuma:
-Resimlerin ve fotoğrafların akıllı telefonlarda da görünmesini sağlaması,
-Yazı ve resim düzenlemeleri
Konularındaki profesyonel düzeydeki yardımı için çok teşekkür ederim.İnceleme yazısı şimdi daha iyi oldu.
Ayrıca, yorumlarıyla katkıda bulunan Seastar1000 ve Darkwood arkadaşlarıma da teşekkürler.

hanac

Yine çok güzel bir yazı olmuş dostum.

Emeğine sağlık.

rumar80

 Dolu dolu ve süper bir yazı. Baştan sona büyük bir keyifle okudum. Ellerine sağlık.

peder clemente

İlgilerinize teşekkür ederim hanac ve rumar80 dostlarım.

KenParker

Kitabını okumuştum. Bu tarz romanlarda kitabın sonuna kadar giden gizem, gerilim unsuru merak uyandırıyor. Her zaman tutan edebi bir tarzdır bu. Eğer sona kadar gizemi koruyabilirsen okuyucuyu kazandın demektir. Teks'in Carson hikayesi  buna örnek gösterilebilir. Yahut sinemada seri katil başyapıtlarından Seven (Yedi) filmi bu tarzın harika örneklerinden biri. Roman olay anlatısına dayalı ve baştan sona kadar diyaloglarla dolu. O yüzden kolay okunuyor. Bir solukta okuyup bitirmiştim. Aksiyona dayalı sürekli akan olay örgüsü çizgi roman yapmaya müsait. Karakterler ustaca çizilmiş. Tek tek kişiliğe büründürürülmş. Onun dışında anlatımda derinlik beklerdim ama bulamadım. Ne de olsa polisiye türünde incecik kitap. Katil on kişiyi ki aralarında kolay lokma olmayacak kişler de var, kısa sürede kolaylıkla harcıyor.

Katilin tahminine gelince. Kitabın zayıf yanı, yazarın dşüncesine göreyse güçlü yanı ne yazıkki bu. İpucu verilmemiş. ipucu olmadığı gibi çatır çatır harcanan onca kişiye karşın ustalıklı çizilmiş katil profili de yok. Tekerlemede var olduğu söylenen ipucu ne yazıkki o kültür dışında bilinemeyecek ölçüde kapalı. Nitekim kitabın yazıldığı dilde okuyan o dile hakim kişilerce bile sonuç çıkarılamadığına göre aslında ipucu şüpheli hale geliyor. Bunların dışında zevkle okutan diliyle, en başta söylediğim gizemi heyecanı sonunu kadar sürdürmesiyle hoşuma gitmişti.

Grafik romanını alır mıyım bilmiyorum. Renklendirmesi göz tırmalıyor.

peder clemente

Yazıyı başlığa taşıdığınız ve link verdiğiniz için teşekkürler Hanac dostum.

peder clemente

   Yazıyı tamamlayıcı nitelikte gördüğüm aşağıdaki cümleyi incelemeye ekledim.
   Geleneksel "Katil Kim?" romanlarının genel kabul görmüş bir ilkesi, "okuyucuyu şaşırtmak ama aldatmamaktır." (221B Polisiye Derginin 8. sayısındaki Erol Üyepazarcı'nın yazısından).
   Ayrıca, Altın Kitaplar Yayınevinin yayımladığı roman kapağını eklemeyi unuttuğumdan şimdi ekliyorum.Eserin ilk yayımlanmasının üzerinden 80 yıl geçmesine rağmen hâlâ yayınevinin çok satanlar listesinde yer alıyor.

                                               

hanac


Gabby

Akıcı ve aydınlatıcı bir yazı olmuş peder clemente, teşekkürler. Okurken alıp kenara koyup unuttuğum, içinde iki Agatha Christie öyküsü barındıran NTV çr'ını da hatırladım bu arada... Amerikan yayıncılığının "zenci" vurgusundan rahatsız olup "kızılderililer" üzerinden kendilerini rahatlatmaya çalışmaları da oldukça eğreti durduğu gibi çok da tirajıkomik olmuş yalnız.  Yağmurdan kaçayım derken, koca kıtanın gerçek sahiplerinin akıbetini çağrıştıran  Ve Geriye Hiç Kimse Kalmadı  kitap adı seçimiyle  resmen doluya tutulmuşlar. İbretlik ve itiraf gibi  bir dil sürçmesi...



peder clemente

Kısacık bir paragrafta değerli tespitler yapmışsınız Gabby Üstâd. Sağolun.
Bu arada, İngiliz yapımı, Georgo Pollock'un yönettiği 1965 yılında çekilmiş filmin adı da "Ten Little Indians" olmuş. Yani amerikalılara ingilizler de uymuş. Hep olduğu gibi...


dayıcomics

Ben bu eserin çizgi romanını okumuştum, gayet iyiydi. Yalnız zenci kelimesi Türkçe'de hiçbir zaman ırkçı bir ifade olarak kullanınmamıştır. ingilizcede aşağılama manasında kullanılan ''Nigga, Nigger'' kelimesinin türkçesi aslında ''pis zenci, aşağılık zenci'' dir, fakat bunu bilmeyen yeni nesil altyazı çevirmenleri bu kelimeyi direkt ''zenci'' olarak çevirdiğinden sanki ırkçı bir ifade varmış gibi yapay bir durum oluşuyor.