Altın Madalyon

Popüler Kültür => Edebiyat => Konuyu başlatan: Ramzy - 05 Haziran, 2010, 03:17:16

Başlık: Klasik Edebiyat
Gönderen: Ramzy - 05 Haziran, 2010, 03:17:16
John Fante - Toza Sor'u okudum.

(https://farm1.staticflickr.com/963/41090906075_a431a7a5d7.jpg)

Charles Bukowski sevenlere tavsiye ederim, kendisi Fante için "Tanrim" demistir ve kitaplarinin yeniden basiminda yardimci olmustur, ayrica çevirmen de Bukowski'lerin çogunu çeviren Avi Pardo'dur, bu da Fante'nin kahramani Bandini ile tanismak için bir diger sebep.
Başlık: Çilgin Bir Ihtiyarin Güncesi-Tanizaki
Gönderen: Ramzy - 06 Eylül, 2010, 02:08:16
(https://farm1.staticflickr.com/982/41990771051_6e1e19f62c_z.jpg)

Benim okudugum baskinin ismi Ihtiyar Çilgin'di, yine Can Yayinlarindan. Tanizaki isimli Japon yazarin bir kitabini ilk defa okudum. Oldukça da begendim kitabi. Konusu itibariyle Marquez'in Benim Hüzünlü Orospularim'a benzetilebilir, karsilastirma yapmak benim haddime mi bilmem, ama bence çok daha iyi bir kitap Ihtiyar Çilgin.

70 yaslarindaki bir ihtiyarin, hastaliklarla mücadele ederken, onu öldüren ve ayni zamanda yasatan aski ve sehveti.
Başlık: Altın Kollu Adam - Nelson Algren
Gönderen: kedidiro - 07 Ocak, 2011, 00:12:30
(https://farm1.staticflickr.com/976/41090500305_2c079f56f0_o.jpg)

jack kerouac, william burroughs,bukowski ve fante'den önce nelson algren ve 'altın kollu adam' vardı...brecht'in deyişiyle 'şehir denen büyük vahşi orman'ın tam kalbinden yazan bu usta yazar altın kollu adamda olabilecekken olamamış,çıkış yolunu bilmeyen veya hep aynı hataları yaparak doğruya ulaşabileceğini sanan insanların hüzünlü şarkısını söyler...ülkemizde versus yayınlarının yeraltı edebiyatı dizisinden çıkmış bu romanı tüm altın madalyon'culara tavsiye ederim...algan sezgintüredi'nin muhteşem çevirisiyle ki iyi bir çeviri eseri yeniden yazmaktır neredeyse
Başlık: Ynt: Altın Kollu Adam - Nelson Algren
Gönderen: alan ford - 07 Ocak, 2011, 08:51:47
 Bukowski için diyemem ama Kerouac ve Burrougs'un adının zikredilmesi benim için yeterli bir referans.(Fante okumadım yorum yapamıyorum).  Beat deyin ciğerimi yiyin hesabı. Zaten robinson'dan bir sipariş zamanı geliyor ekledim gitti listeye.
Başlık: Ynt: Altın Kollu Adam - Nelson Algren
Gönderen: hanac - 07 Ocak, 2011, 08:57:38
Orijinal Kapak resmi bu; kitap 1949 yılında yazılmış.

(https://farm1.staticflickr.com/951/41945955282_94424328ec.jpg)

1955 yılında çekilen filmin afişi, Frank Sinatra başrolde

(https://farm1.staticflickr.com/950/41271584504_ae4402f853_z.jpg)
Başlık: Gohor: Kıyametten Sonra - Aşkın Güngör
Gönderen: kültürelgüncel - 22 Ocak, 2011, 04:41:37
(https://farm1.staticflickr.com/954/28123910548_7345c5c53b_n.jpg) (https://farm1.staticflickr.com/908/28123967118_3a944bfe47_n.jpg)

Bugüne kadar okuduğum hiçbir kitap –özellikle son dönem yazarlarından- beni bu kadar sürüklememişti. Uzun süre sorup soruşturup bulamadığım, daha sonra 2. baskısını yapmasıyla okuma şansına eriştiğim Aşkın Güngör'ün Gohor: Kıyametten Sonrası'ndan bahsediyorum.

Kitabın konusu:
21. yüzyıl ortalarında savaşların dünyaya verdiği zarar keskin bir şekilde belli olurken, bilinen yaşam sona eriyor. Birçok değişikliğin gerçekleştiği Dünya'da yaşam tam bir kaosa dönüyor. Çeşitli deneylerde yanlışlıkla üretilen deniz kızlarından tutun, radyasyonla genetik yapısı bozulmuş canlılara kadar birçok farklılıkla birlikte yeni bir düzen kuruluyor.

Bu düzende dışarıdan gelebilecek tehlikelerden korunmak için cam kentler inşa ediliyor. Ama daha sonra kent inşasında canını dişine takıp çalışanlara ''Hadi canım, boş yerimiz yok'' diyerek 2. sınıf vatandaş muamelesi yapılıyor. Ve onlar hak ettikleri halde adım dahi atamadıkları cam kentlerin sakinleri tarafından ''Dışarlıklı'' olarak kabul ediliyor.
   
   İşte, kitaba ismini veren -ve olayın ağzından anlatıldığı- Gohor da o ''Dışarlıklı'' gençlerden... Bazen karşılıksız duyduğu sevginin, bazen de çocukluğunun verdiği cesaretle olaylara gözü kapalı dalıyor. Yapamam, demiyor hiçbir zaman... Elinden geleni her koşulda yapıyor.

     Gohor, gözü pek olduğu kadar, öğrenmeye de hevesli. Gününgülü sakinlerinden Bay Öhh'ü de bu yüzden seviyor. Bay Öhh de onun gibi okumaya meraklı biri... Öğrenmek ve bildiklerini başkalarına, özellikle de Gohor'a, öğretmek en büyük hobisi... Bu hobiyle birlikte köyün ''sözüne en fazla itimat edileni'' olma hakkını da kazanıyor Bay Öhh...

Devamını okumak için blogum: http://kulturelguncel.blogspot.com/2011/01/gec-de-olsa-okudugum-bir-kitap-ve-bende.html (http://kulturelguncel.blogspot.com/2011/01/gec-de-olsa-okudugum-bir-kitap-ve-bende.html)
Başlık: Günaydın Hüzün - Françoise Sagan
Gönderen: Hayal Kahvem - 12 Mayıs, 2011, 11:10:22
(https://farm1.staticflickr.com/828/28117906558_809154d9e7_o.jpg)

Acaba kitabın adı mıydı ilgimi çeken? Çünkü muhteşem bir kitap ismiydi. Günaydın Hüzün. Hüzün kelimesinin sadece anlamını değil melodisini de çok severim. İçinde hüzün barındıran her şey  ilgimi çeker.  Hilmi Yavuz'un "Hüzün ki en çok yakışandır bize. Belki de en çok anladığımız." dizeleri manifestomdur  desem gene  abarttığımı düşüneceğine eminim. Ya Attila İlhan'ın o dünyalar güzeli dizeleri...  "Hayat zamanda iz bırakmaz... Bir boşluğa düşersin bir boşluktan... Birikip yeniden sıçramak için... Elde var hüzün." Neyse. Takılmamalıyım şiirlerin hüzünlü büyüsüne. Zira şiir çarpması  için zamanlama hiç uygun değil. Şimdi bir kitabın ağına düşme, tadını sürme, melodisini arama vakti. Kitabın adı Günaydın Hüzün. Yazarı Françoise Sagan. Tanımıyorum. Sagan soyadı nedense çok tanıdık geldi. Kozmos'un yazarı Carl Sagan sebebiyle belki. Ama  Françoise Sagan'ın hiç bir kitabını okumadığımı çok iyi biliyorum. Tuhaf. Bu kitabı kitapçıdan satın almadım. İnternet üzerinden siparişle gelmişti. Bir süredir ofisteki odamda diğer kitaplarımın arasında duruyordu. Sipariş vererek satın aldığıma göre illa ki bir yerde adını duymuş ya da okumuş olmalıyım. Nerede, ne zaman hatırlamıyorum. Bugün yoğun bir iş programım vardı. İkindiden sonra rahatladım. Biraz kitap okumak istedi canım. Onca zamandan sonra bu kitabı elime aldım.Ofisteki koltuğumda iyice arkama yaslandım. Ayaklarımı yandaki kesona uzarttım.Okumaya başladım.

(https://farm1.staticflickr.com/964/28117906408_52188a42cb_o.jpg)

İlk paragrafında şöyle yazıyordu:  "Sıkıntısı, sevecenliği bir saplantı gibi peşimi bırakmayan bu bilinmedik duyguya o adı, o güzel, o ciddî hüzün adını koymaktan çekiniyorum. Bu öyle eksiksiz, öyle bencil bir duygu ki, neredeyse utanacağım geliyor, oysaki hüzün bana her zaman saygıdeğer görünmüştür. Bu hüznü tanımazdım, sadece can sıkıntısını, pişmanlığı daha da seyrek, vicdan azabını bilirdim. Bugün bir şey, ipek gibi, sinir bozucu ve sevecen, içimde kanatlanıyor ve beni ötekilerden ayırıyor." Yorgundum. Hatta oldukça debdebeli bir gün geçirmiştim. Sinirlerim gergindi. Kitabın cümleleri zorlamıyordu beni. Bilakis su gibi akıyor, bünyemde rahatlama hissi yaratıyordu. Onyedi yaşındaki Cecile'in anlattıklarıydı. Paragraf paragraf kolaylıkla ilerlemiş, yüz otuz dört sayfalık kitabın neredeyse elli sayfasını geride bırakmıştım. Sonra kitabı kapattım. Çantama attım. Spora gittim. Eve geldim.  Duş aldım. Yemek hazırladım. Yarınki yemekleri yoluna soktum. Kitap basit konusuna rağmen çekmişti beni. Okumaya kaldığım yerden devam ettim. Kitap son cümleleri gibi bir his bırakarak kolaylıkla bitti. "O zaman içimde bir şey yükseliyor, gözlerim kapalı, adıyla selamladığım bir şey: Günaydın Hüzün."

(https://farm1.staticflickr.com/968/41989280221_aa1f129425_o.jpg) (https://farm1.staticflickr.com/957/41270706374_df27f802d7_o.jpg)

Tuhaf! Kitap bir tat bırakmıştı dimağımda. Ne olduğunu çözemiyordum. Mutfağa gittim. Kitabın üçüncü bölümünde Cecile'in yaptıklarını aynen yaptım. Bir fincan kahve ve bir portakalla gidip balkonun basamağına rahat rahat kuruldum: ve gecenin keyfini çıkarmaya koyuldum:  Portakalı ısırıyordum. Şekerli suyu ağzımın içini ıslatıyordu. Hemen ardından kaynar kaynar bir yudum kahve, ve yeniden meyvenin serinliği. Daha önce portakalla kahve içmeyi hiç denememiştim. Tadı damağıma uydu. Hoşuma gitti. Yok kitabın verdiği böyle bir tad değildi. Daha önce tanıyıp şimdi hatırlamadığım bir melodiydi belki. Yazarını merak ettim. Az önce sanal ansiklopediye girdim. 1935 doğumlu Fransız oyun, roman ve senaryo yazarıymış Françoise Sagan. Günaydın Hüzün'ü onsekiz yaşındayken yazmış. Şimdi sıkı durmanı istiyorum.  Günaydın  Hüzün adlı bu roman, Simon&Garfunkel'in The Sounds of Silence adlı şarkısına esin kaynağı olmuş. Gözlerime inanamadım. Hemen bu parçayı buldum. Dinleme başladım. Sessizliğin Sesi...  Günaydın Hüzün'ün, Simon&Garfunkel'e  esin kaynağı olup olmadığını bilmiyorum ama kitabın tanıdık melodisiyle bu parçanın melodisi birbirine  sahiden yakın.

selam karanlık, eski dostum
işte yine geldim seninle konuşmak için
çünkü yavaş yavaş büyüyen bir görüntü
tohumlarını bıraktı beynime ben uyurken
ve orada büyüyen görüntü
hala duruyor
sessizliğin sesinde
Başlık: Satranç-Stefan Zweig
Gönderen: hennessy - 02 Nisan, 2015, 21:33:31
(https://farm1.staticflickr.com/952/41971382251_1bc0a98a75_o.jpg)

Stefan Zweig, çok geniş bir psikoloji birikimini eserlerinde bütünüyle kullanmış ender yazarlardandır. Onun dünya edebiyatında bir biyografi yazarı olarak kazandığı haklı ünün temelinde de bu özelliği, yani yazarlığının yanı sıra çok usta bir psikolog olması yatar.

Satranç, Zweig'ın psikolojik birikimini bütünüyle devreye soktuğu bir öyküdür ve bu öykünün baş kişileri, tamamen yazarın biyografilerinde ele aldığı kişileri işleyiş biçimiyle sergilenmiştir.

Zweig ölümünden hemen önce tamamladığı birkaç düzyazı metinden biri olan Satranç'ı kaleme aldığı sırada, karısı Lotte Zweig ile birlikte göç ettiği Brezilya'da yaşamaktaydı. Satranç'ta da, olay yeri olarak New York'dan Buenos Aires'e gitmekte olan bir yolcu gemisini seçmiştir. Bu gemide tamamen rastlantı sonucu karşılaşan üç kişi: yeni dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic, sıradan bir satranç oyuncusu olan anlatıcı ve bir zamanlar çok usta bir satranç oyuncusu olan, ama hayli zamandır satrançtan uzak kalmış bulunan Dr. B., öykünün aktörleridir.
Başlık: Ynt: Satranç-Stefan Zweig
Gönderen: emre ozdamarlar - 06 Nisan, 2015, 20:31:13
Cok guzel bir tanitim olmus hocam, eline aglik, Zweig'in yillar önce bir biyografi kitabini okumustum ve tadi damagimda kalmisti. Senin hatirlatmanla listeye koydum tekrar Zweig'i.
Başlık: Ynt: Satranç-Stefan Zweig
Gönderen: antiochia - 06 Nisan, 2015, 23:55:20
Amok Koşucusu'nu okumuştum. Çok güzeldi onu da arkadaşlara tavsiye ederim..
Başlık: Ynt: Satranç-Stefan Zweig
Gönderen: hennessy - 23 Nisan, 2015, 20:09:02
Ne zamandır kitap okumamıştım. Bir solukta okuduğum keyifli ve düşündürücü hikaye idi. Faşizm zamanı insanların yaşadığı psikoloji satranç tahtası üstünde harika bir şekilde anlatılmış. Yazarın ruh halinde kitaba yansıdığını görüyoruz. Nazilerden kaçan yazar ve eşi bu hikayeyi yazdıktan kısa süre sonra intihar etmesi ise üzücü.
Başlık: Ynt: Satranç-Stefan Zweig
Gönderen: kalidor - 24 Nisan, 2015, 01:15:00
Ben de gecen hafta ustanin Can Yayınları'ndan çıkan ve Tahsin Yücel'in çevirisini yaptığı Amok, Usta İşi ve Görunmez Koleksiyon öykülerini okudum. Üç öykude birbirinden güzeldi ve tüm öykuler de yazarın uyandırdığı merak ve her satırda artan gerilim sebebiyle hiç sıkılmadan okunuyor.
Başlık: Finnegan Uyanması - Sel Yayıncılık (James Joyce)
Gönderen: memospinoz - 09 Kasım, 2016, 20:17:21
(https://c3.staticflickr.com/6/5779/30766344282_b93ed4b240_z.jpg)


James Joyce, Ulysses'ı yazdıktan sonra on yedi yılı aşan bir uğraş sonucu Finnegan Uyanması'nı edebiyat dünyasına sunduğunda büyük tartışmalara yol açtı. İngilizce yazılmış en zor eserlerden biri kabul edilen, hemen her türlü konu, anlatım ve karakter kalıbını kırarak deyim yerindeyse çığır açan bu eser, ilk parçası yayınlandığından bu yana akademisyenlerin ve eleştirmenlerin çalışmalarına konu olmaya, üzerine yazılmış sayısız kitapla edebiyat alanında gündem yaratmaya devam etmektedir.

Türkçenin de dahil olduğu yaklaşık kırk dilin dağarının birleştirilmesiyle türetilmiş sayısız kelime, denizde kum misali söz oyunları, genellikle çokanlamlılık içeren cümleler, hem tarih ve mitolojiye, hem de edebiyat ve siyasete uzanan çok katmanlı göndermeler nedeniyle "çevrilemez" sayılan ve bugüne dek yalnızca altı dile çevrilebilen Finnegan Uyanması'nı dilimize ilk kez tam metin olarak kazandırdığımız için kıvançlıyız.
(Tanıtım Bülteninden)



Sayfa Sayısı: 663
Etiket Fiyatı: 40 TL
Başlık: Ynt: Finnegan Uyanması - Sel Yayıncılık (James Joyce)
Gönderen: köstebek - 09 Kasım, 2016, 21:31:29
ultra entelektüel oyunlar... isterseniz satın alabilirsiniz, ama sakın okumaya, anlamaya vs çalışmayın, gereksiz zaman kaybı olacaktır...
Başlık: Ynt: Finnegan Uyanması - Sel Yayıncılık (James Joyce)
Gönderen: dean - 25 Haziran, 2018, 13:36:07
  Geçtiğimiz günlerde kitabı satın aldım. Kitabın zor bir okuma olduğu aşikar. Ama James Joyce'a alışma için bir yol izlemeye çalışıyorum. Bunun için Dublinliler'i okudum. Sanıyorum ardından Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi'ni okuyacağım. Aslında Finnegan'dan önce Ulysses'u okuyup öyle Finnegan'a geçebilirim.
Başlık: 1984
Gönderen: Mrtekin - 31 Aralık, 2018, 12:46:50
Dün D&R'da gezerken gördüm. Can Yayınları, böyle şahane bir "1984" edisyonu çıkarmış, etiket fiyatı ise 95.TL. Kırmızı kutulu olanı da var.

Kitaba meraklı arkadaş, dost, meslektaş, efrad için güzel bir yılbaşı hediyesi arayanlara...

https://kidega.com/kitap/1984-siyah-kutulu-ozel-baski-284351/detay?gclid=Cj0KCQiAmafhBRDUARIsACOKERNCl3wzMbjtIzFQv85b6COKZSo-43byx71jFvz1WoShkVkYPADr3FgaAsTlEALw_wcB

(https://farm8.staticflickr.com/7921/44723029350_1482a98cd1_o.jpg)
Başlık: Varoluşçuluk - (Yabancı, Albert Camus)
Gönderen: hercai - 01 Ocak, 2019, 11:31:16
 
ALBERT CAMUS; Varoluşçuluk ve absürdizm akımının öncülerinden sayılır. Varoluşçuluk felsefesi ise, herhangi bir düşünce okuluna bağlı olmayan, inançlar sistemini yetersiz gören, gelenekçi felsefeyi küçümseyen düşünürlerin ortak anlayışlarını oluşturan düşünce sistemidir.

Yazarın "YABANCI" adlı eserine değinmek istiyorum naçizane..

(https://farm5.staticflickr.com/4853/44750098800_f52f6c5dea_o.jpg)

Romanın teması; bir bireyin kendisine, topluma yabancılaşmasıdır. Kahramanımız için hiç bir şeyin önemi yoktur. Ona göre hayat kocaman bir saçmadır. Bu "SAÇMA" Kavramı  zaten "VAROLUŞÇULUK" akımının tezidir.

Yazar romanında topluma yabancılaşan bir bireyin, toplum normlarını hiçe saydığı ve umursamadığı için ölüme giden yolculuğunu anlatır;
"Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum.." diye başlar kitap.
"Annemi elbette çok severdim, ama bu birşey ifade etmezdi ki. Sağlıklı bütün insanlar, sevdiklerinin ölümünü az çok  arzu etmiştir."

Kitabımızın kahramanı Mersault her ne kadar SAÇMA'nın, içinde yaşasa da, hareketleri hep bir bilinçlilik içindedir. O saçmayı temsil etmez, SAÇMA'lık duygusunu yaşar.

Merseault'un annesinin ölümünden yargılandığı davada yargılanırken, aleyhine delil ve olumsuz kanaat oluşturacak eylemlerine örnek vermek gerekirse;
- Annesinin cenazesinden hemen sonraki gün sinemaya gitmesi,
- Cenaze başında kahve ve sigara ile keyif yapması,
- Annesinin cenazesinin yüzünü nedensizce görmek istememesi, ve benzerleri...

Yargılamada savcının iddiaları ve alınan kararı anlatmayayım.. Amacım felsefeyi benimsemekten öte, Albert Camus' la tanışmaktı.. Cenaze Evi Şenlik Evin'de de babanın ölümü ve Camus'un ölümüyle benzerlik arayan Yazar Alison Bechdel; "Babamın kendisini VAROLUŞÇU inancı nedeniyle öldürdüğünü düşünmüyorum. Bir kere dikkatle okumuş olsaydı, Camus'un  intiharın mantıksız olduğu sonucuna vardığını görürdü"der. (Sayfa 47)

Veba adlı eserde yazarın felsefesine biraz daha yaklaşırsınız. Toplum normlarını hiçe saymak ve büyük bir çoğunluğun tarafında değil de karşısında durmak bir o kadar zordur.

(https://farm5.staticflickr.com/4866/32694213918_b3574e3a34.jpg)

Şunu da anımsayalım, Zeki Demirkubuz'un filmi " YAZGI"da bu roma'ndan esinlenilmiştir..

(https://farm8.staticflickr.com/7831/31626719887_84db07542b.jpg)

Yeni yılda herşeyin gönlünüzce şekillenmesini diliyorum, sağlıcakla..
Yöneticiye not ; Sn hanac öncelikle mutlu yıllar diliyorum. Yazımı hangi kategoriye göndereceğimi bilemedim. Eğer yayınlamaya değer bulursanız ve görsel ekleme yaparsanız sevinirim, sevgi sizlerle olsun).
Başlık: Ynt: Varoluşçuluk - (Yabancı, Albert Camus)
Gönderen: V - 01 Ocak, 2019, 19:03:41
Hercai okumadıysan Camus'un "Başkaldıran İnsan" adlı eserini de tavsiye ederim. Varoluşçu düşüncenin motor eserlerinden birisidir..

(https://farm5.staticflickr.com/4902/45652926665_d1375e5346_z.jpg)
Başlık: Ynt: Varoluşçuluk - (Yabancı, Albert Camus)
Gönderen: hanac - 02 Ocak, 2019, 12:22:02
Alıntı yapılan: hercai - 01 Ocak, 2019, 11:31:16
Yöneticiye not ; Sn hanac öncelikle mutlu yıllar diliyorum. Yazımı hangi kategoriye göndereceğimi bilemedim. Eğer yayınlamaya değer bulursanız ve görsel ekleme yaparsanız sevinirim, sevgi sizlerle olsun).

Teşekkürler Hercai. Size de iyi yıllar.

Bir kaç görsel ekledim ve başlığı Modern Klasikler başlığına taşıdım.
Başlık: Ynt: Varoluşçuluk - (Yabancı, Albert Camus)
Gönderen: Hayal Kahvem - 02 Ocak, 2019, 18:43:05
Madem Hercai Albert Camus'dan söz etmiş. Bir fotoğraf da ben ekleyeyim.  :)

(https://farm5.staticflickr.com/4896/44762887110_b28fcac5f7_o.jpg)

1913-1960 yılları arasında yaşamış, 1957 yılında Nobel Edebiyat ödülü kazanmış, insanın var oluşunun ve uyumsuzluğunun peşinde kalem oynatmış Albert Camus, Cezayir Üniversitesi'ne giderken okul takımının kaleciliğini yapmış...   

Albert Camus kaleciliği çok severmiş. Ve ilginç bir söz söylemiş... "Ahlaka dair bildiğim ne varsa futboldan öğrendim. Çünkü top hiç bir zaman beklediğim köşeden gelmedi."  Fena halde doğru değil mi  :D
"Hayat Fena halde Futbola Benzer. Çünkü Top Her Zaman Beklediğin Köşeden Gelmez."
Başlık: KİRLİYDİ KAR
Gönderen: hercai - 03 Kasım, 2019, 12:37:32
Merhaba Forum Dostları,

Yeni, dopdolu, hayranlık ötesinde düşündürücü, etkileyici, sürükleyici bir kitapla karşı karşıyayız. Yazım dili oldukça akıcı, tek bir cümlesini bile kaçırmak istemeyeceğimiz bir kitap... birden fazla suç türü, sorgulama ve ceza içermesi değil ona bu nitelikleri saydıran... roman kahramanının psikolojik yapısı.

Kahramanın kişiliğini analiz etmeye çalıştım naçizane:

Psikolojik şu saptamalarda cevap buldum sanırım;
- Egoizm (Bencillik),
- Mazoşizm,
- Varoluşçuluk,

Varoluşçuluğu size tekrar anlatmayacağım. Daha önceki Albert Camus'un  ''YABANCI'' adlı eserini ve varoluşçuluk felsefesini anlatmaya çalışmıştım kısaca. Burada ise, biraz Mazoşizm ve Egoizm'den bahsedelim... ilgimizi çeken bu kahramanın psikolojisini kendi çapımda anlamaya çalıştım. Eğer okuyanınız varsa, bu konuda da yorum yazmanızı talep edeceğim. :)

EGOİZM ( BENCİLLİK );
Thomas Hobbes'e göre birey, ''ben sevgisiyle'', yani daima ve öncelikle kendisini düşünerek hareket eder. Bunun için insan eylemlerinin amacı, bireyin kendi hayatını koruması ve sürdürebilmesidir. Bencilliğin bir çeşidi biyolojik istek ve arzuları tatmin etmek şekliyle görülürken, başka çeşitleri daha dolaylı yollar ve görüşlerle zuhur eder. (Sosyolog Ömer Yıldırım)

MAZOŞİZM;
Adını Sacher Mazoch'un adından alan bir ruh bilim terimi. Genel hatlarıyla Sadizm ile bağdaşan mazoşizm, acı duyarak haz almaya dayanan bir sapıklık olarak değerlendirilir. Bu ilk evredir. Bir de ikinci evre vardır, ruh mazoşizmi. İlk evresinde somut bir acı karşısında kişi kendini frenleyebilirken ikinci evrede acının sınırları olabildiğince geniştir (alıntı).

KİRLİYDİ KAR (La neige etait sale)

(https://live.staticflickr.com/65535/49012281521_dca7b7feb4_o.jpg)

Yazar; Georges Simenon
Çeviri; Ümit Moran Altan
İlk basım 1948

           
Frank, ilk kurbanını öldürdüğünde henüz  19 yaşındaydı, ilkine göre biraz daha etkileyici bir bekaret yitimiydi... ilki gibi bu da önceden tasarlanmamıştı. Kimse onu buna itmemişti. Onunla alay edilmemişti. Sadece aptallar arkadaşlarının etkisisinde kalır zaten!

Haftalardır, belki aylardır, bir nevi aşağılık duygusu hissederek içten içe düşünüp durmaktaydı: ''Denemem gerek...''
Yer; Alman İşgal kuvvetlerinin kontrolü altındaki Fransa'dır. Herkesin zor şartlar altında yaşadığı, yiyeceklerin karneye bağlandığı, sokağa çıkma yasağının hüküm sürdüğü ve işgal gücü askerlerinin yetki veya yetkisizliklerinin şiddetle hüküm sürdüğü, 2. Dünya Savaşı Fransa'sı.

Frank'in annesi, malum evlerden birini işletir... oturdukları binada komşuları soğuk ve açlıkla mücadele ederken onlar rahattır... sobaları sürekli yanar ve bu evden her gün envayi çeşit yayılan yemek kokuları, tüm binayı sarar...
müşterilerin çoğu işgal askerleridir herhal.

Lotte (Frank'in annesi), oğluna düşkündür fakat, yine de ondan çekinir... çocukluğunda küçük yaşta bakıcıya teslim ettiği oğlunu her ziyarete gidişinde, yanında farklı bir erkek vardır; ''bak benim Frank'ime'' diye tanıştırır onlarla.

Romanımız üç bölümden oluşuyor;
- Timo'nun Müşterileri
- Sissy'nin Babası
- Penceredeki Kadın

Bu üç bölüm aynı giriş, gelişme ve sonuç üçlemi altında okura ışık tutacak... kurguyla birlikte biz de neden ve niçinlerle sonuca yöneleceğiz... okuduğum bir çok romanda olduğu gibi ağzımda kekremsi bir tat oluşturan bu romanı sizlere tavsiye edebilmek için bocalayacağım.

''Bak Frank, dostum bana bu sustalı bıçağı verdi''.
İsveç malı bir sustalıydı, düğmesine basınca açılıyordu, kendine özgü bir şekli vardı, sanki CANLIYDI, öz zekası olduğu ve bedenlerde yolunu bulmaya çalışacağı izlenimi uyandırıyordu.

Gerçekten çok güzel bir silahtı bu, ellerinin arasına kaydırılan bu sustalıyı hemen kullanmalıydı. İradesine hakim olamayarak onun, kullanmayı arzuladığı, sustalının ete girip kemiklerin arasında kaydığında yaratacağı etkiyi hissetmeyi istediği anlaşılıyordu.
Ona bir ipucu verilmişti: Sustalı kaburgaların arasına girdiğinde kilidin içinde dönen anahtar gibi el bir kez hafifçe döndürülmeliydi. ( Sf:17 )

Frank'in bu sustalıyı kullanacağı kişiden nefret etmesine, onunla kavga etmiş olmasına da ihtiyacı yoktu... onunki kendince basit bir meraktı... istediği şey bu eylemin kendisine sunacağı deneyimdi. Öyle de olmuştu, başarmıştı işte... hiç bir pişmanlık duymayarak.

Kimin bir şebekeye ya da gruba bağlı olduğu bilinemez bu şehirde. Genel olarak silik görünen kişilerdir. Esas olarak kendi içlerindeki hainleri öldürürler. Frank, işgal gücü askerleriyle yakınlık kurmaz ...çünkü onları tanımıyor. O, annesi gibi kömür, sıcak tutan giysiler ya da yiyecek yüzünden kıskançlığa kapılmış komşuların öfkesinden de korkmuyor. Söz konusu olan korku değil. Bu çok daha derin, daha ince bir şey. Çocukken yanlız kendisinin oynadığı oyunlar icat ederdi; bu da öyle bir oyun.

Yakışıklı bir çocuktu Frank; sarı saçlı, her gün traşını olan, kaliteli ve şık giyinen, istediği miktarda paraya sahip, annesinin evindeki körpecik kızlardan istedigiyle birlikte olabilen...hem annesinin evinde, hem Timo'nun barında bol bol ve kaliteli içki içebilen.

Aşık da olamıyordu Frank. Halbuki karşı dairede oturan Holst'un 16 yaşındaki kızı Sissy onunla tanışabilmek için çok çaba sarfediyordu. Bunu farketti... onu sinemaya davet etmeliydi... olumlu karşılık almakta hiç zorlanmamıştı. Güzel bulmuyordu onu, hatta sinemada öpüşürken hoşnut da kalmamıştı nefesinden... Sissy, eski bir yazar ve felsefeci olan babasıyla oldukça zor şartlarda yaşıyordu. Güvenmişti Frank'e...hatta bir gece Lotte'nin evinde, hiç kimsenin olmadığı bir akşam geçecekti yan daireye...
Frank'le birlikte olmasının-dahası ilk kez birliktelik yaşayacak olmasının da-önemi yoktu... Frank kafasına koymuştu... onu kendisine sustalıyı veren ve diğer suçlarda da ortaklık eden Kromer'e sunacaktı... öyle de oldu. Sissy'i karanlık bir odada, çırılçıplak bir vaziyette Kromerin kollarına atıp, kapıyı kilitledi.

''Yazgı'' demeliydi buna Frank, Çünkü, yazgının onu görmesini istiyordu. Yazgıyı buna zorlamak için her şeyi yapmıştı... hala sabahtan akşama yazgıya meydan okumaya devam ediyordu. Yazgı bir yerde pusu kurmuştu. Ama nerede? onun kendini zamanı geldiğinde göstermesini, o anı yakalamak için her yerin altını üstüne getirerek yazgının önünde koşuyordu. (Sf. 145-146)

Elbette bu arayışlar ve işlediği bir sürü suç oluşturan eylemi cezasız kalmayacaktı.
Farkında olmadan ve hiç istemeden gerrçekleştirdikleri bir suç dolayısıyla işgal kuvvetlerinin eline düşecekti.
Kararlıydı, dik duraçak, kimseyi ele vermeyecek, bu konuda ne kadar ileri gideceklerini bizzat görecekti...
zaten soruların cevapları dahil her şeyi biliyorlardı...

- Frank Friedmaier!
- Hayır!


Hayır dediğinde, söz konusu olan sadece kendisiydi. Bunun altında işkencenin çekimine kapılması, hep kendine sorup durduğu gibi işkenceye dayanıp dayanamayacağını anlama isteği de yatabilir. (Sf.203)

Tek bir şey istemişti o; Holst'un oğlu olmak...
O sözü söylese-üzerinden ne büyük bir ağırlık kalkar-ne kadar mutlu olurdu:

''Baba!''
''Cesur ol Frank, insan olmak zor zanaattir...yine geleceğim...''
dedi Holst. (Sf.258)

Sevgiler sizinle olsun!

(https://live.staticflickr.com/65535/49012505397_6cf670c42f_o.jpg)

Georges Simenon (1903-1989)
Başlık: Ynt: KİRLİYDİ KAR
Gönderen: hercai - 03 Kasım, 2019, 15:20:21
      Sevgili hanac;
Masa üstünden gönderdim yazıyı...içeriğine tamamen bağlı kaldım...oradan kitap kapak resmi ve yazarın fotoğrafını eklememe rağmen, resimler mobilde çıkmıyor. İlgilenebilirseniz memnun kalırım...selamlar, hercai.
Başlık: Ynt: KİRLİYDİ KAR
Gönderen: hanac - 03 Kasım, 2019, 17:47:25
Alıntı yapılan: hercai - 03 Kasım, 2019, 15:20:21
      Sevgili hanac;
Masa üstünden gönderdim yazıyı...içeriğine tamamen bağlı kaldım...oradan kitap kapak resmi ve yazarın fotoğrafını eklememe rağmen, resimler mobilde çıkmıyor. İlgilenebilirseniz memnun kalırım...selamlar, hercai.

Tamam hercai, ilgileneceğim.
Başlık: Ynt: KİRLİYDİ KAR
Gönderen: hanac - 04 Kasım, 2019, 15:39:22
Resimleri yeniden yükledim  :)

Çok güzel bir yazı olmuş emeğinize sağlık.

Georges Simenon'u ben Komiser Maigret'in yazarı olarak tanıyorum, hiç okumasam da Maigret dizilerini izlemiştim.

Aşağıdaki filmi de bulabilirsem izlemeyi düşünüyorum, Peder Clemente tam sana göre  8)

(https://live.staticflickr.com/65535/49012416396_de998a601a_o.jpg)
Başlık: Ynt: KİRLİYDİ KAR
Gönderen: peder clemente - 04 Kasım, 2019, 18:58:15
Alıntı yapılan: hanac - 04 Kasım, 2019, 15:39:22
Resimleri yeniden yükledim  :)

Çok güzel bir yazı olmuş emeğinize sağlık.

Georges Simenon'u ben Komiser Maigret'in yazarı olarak tanıyorum, hiç okumasam da Maigret dizilerini izlemiştim.

Aşağıdaki filmi de bulabilirsem izlemeyi düşünüyorum, Peder Clemente tam sana göre  8)

(https://live.staticflickr.com/65535/49012416396_de998a601a_o.jpg)
Film önerisi için teşekkürler Hanac dostum.Hangi türü sevdiğimi biliyorsun.Jean Gabin büyük aktördü.1930'lu yıllardan itibaren önemli filmlerini izledim.Hele Alain Delon ve Lino Ventura ile oynadıkları şahanedir.Bu filmi bulabilirsem ben de izleyeceğim.Filmin imdb linki aşagıda:
https://www.imdb.com/title/tt0050669/?ref_=nm_flmg_dr_27
Başlık: Ynt: KİRLİYDİ KAR
Gönderen: hercai - 04 Kasım, 2019, 19:39:00
      Sevgili hanac;
Gönderime yaptığınız tüm katkılar için teşekkür ederim. Kitabı inanın çok beğendim, hatta fazla yorum ve ayrıntıya girersem okuyacak olanlara haksızlık ederim diye düşündüm...ama, tümünü yorumlamayı çok istedim.
Bu arada, yazara olduğu kadar dilimize çevirisini yapan Ümit Moran Altan'a da teşekkür borçluyuz...
        Sevgiler sizinle olsun...
Başlık: Ynt: KİRLİYDİ KAR
Gönderen: hanac - 04 Kasım, 2019, 20:21:34
Alıntı yapılan: peder clemente - 04 Kasım, 2019, 18:58:15
Hele Alain Delon ve Lino Ventura ile oynadıkları şahanedir.

Kastettiğin film Sicilyalılar Çetesi mı Pederim ? Muhteşem bir filmdir.

https://www.imdb.com/title/tt0064169/
Başlık: Ynt: KİRLİYDİ KAR
Gönderen: peder clemente - 05 Kasım, 2019, 05:43:47
Alıntı yapılan: hanac - 04 Kasım, 2019, 20:21:34
Kastettiğin film Sicilyalılar Çetesi mı Pederim ? Muhteşem bir filmdir.

https://www.imdb.com/title/tt0064169/

Sadece "Sicilyalılar Çetesi" değil Hanac dostum. Başka filmler de var. Aşağıya yazıyorum.
İzlemeni öneriyorum.

1- Le Clan des Siciliens=Sicilyalılar Çetesi  (Hâlâ izlememiş olanlar için tekrar yazdım)
Henri Verneuil'in yönettiği 1969 tarihli suç filmi.


(https://live.staticflickr.com/65535/49017477787_302dc2345b_c.jpg)

2- Touchez Pas Au Grisbi
(İngilizce: Don't Touch Loot=Ganimete Dokunma gibi bir anlamı var. Loot: Argoda"Para")
Jacques Becker'in yönettiği 1954 tarihli film. Sert adamlar, sadakat, suç, ihanet, para hırsı, kadınlar, paris eğlence alemi... kadrosuyla da çok iyi bir film.


(https://live.staticflickr.com/65535/49017477762_11ecf7fbe3_c.jpg)

3- Melodie en sous-sol=Any number can win
(Hiçbir numara kazanmaz gibi bir anlamı var. Türkiyede "Vurgun" adıyla oynamış.)
Henri Verneuil'in yönettiği 1963 tarihli film. Jean Gabin cezaevinden yeni çıkmış yaşlı suçlu Charles'ı oynuyor. Delon ise suça yeni bulaşan genç ve hırslı Francis'i. Hedef Cannes Casino'sunu soymak.
Plânı yapan Charles. Francis uygulayıcı. Beklenmedik bir son var filmde.


(https://live.staticflickr.com/65535/49016757108_5a20ddf761_z.jpg)

Filmden bir enstantane:

(https://live.staticflickr.com/65535/49017477717_9c641e00e4_z.jpg)

Charles ve Francis soygundan önce hazırlıkları kontrol ediyor.

4- Deux Hommes dans la ville=Two man in town=Şehirde iki adam.
Jose Giovanni'nin yönettiği 1973 tarihli film. Delon eski sabıkalı. Şartlı tahliye oluyor. Jean Gabin tecrübeli adli kontrol memuru. İdam cezası üzerine etkileyici bir film. Avrupa'nın gündeminden çıkan idam cezası bizde hâlâ tartışılıyor ve idam cezası isteyen büyük bir kitle var. Filmde idamın infazı giyotinle.


(https://live.staticflickr.com/65535/49017274361_ecb41d36fa_c.jpg)

5- Pepe Le Moko=Türkiye'de (Cezayir Batakhaneleri" adıyla oynamış.)
1937 tarihli filmi Julien Duvivier yönetmiş. Cezayir'de Casbah şehri. Suç kralı Pepe Le Moko (Jean Gabin), şehrin labirent gibi sokaklarında gizlenir. Onu hiçbir polis yakalayamaz. Taa ki, Pepe sıkılıp Casbah'dan çıkmak isteyinceye ve ihanete uğrayıncaya kadar...


(https://live.staticflickr.com/65535/49016756978_2a2c138e71_o.jpg)

Filmden bir sahne:

(https://live.staticflickr.com/65535/49017477652_3536e15214_z.jpg)

Pepe Le Moko'nun canı sıkkın...Gizlenmekten yorulmuş...

---------------------------

Jean Gabin sinemanın efsanelerinden biriydi... En baba rollerin adamıydı. Babaydı... Babacandı... Sigarayı adam gibi içerdi... Dumanı çıkarken tok sesiyle ağır ağır konuşurdu. Ağır abi gibi yürürdü... Agır, kararlı, kendinden emin. Özellikle suç ve dram filmlerinde çok başarılıydı. Karizmatik bir aktördü. Delon da bence başka bir efsanedir. Suça bulaşmış tipleri oynamaz adeta yaşardı. Hâlâ yaşıyor ve film çekiyor.

(https://live.staticflickr.com/65535/49017477617_72d06530f3_z.jpg)

(https://live.staticflickr.com/65535/49017477577_302a9699e4_z.jpg)

Any Number can Win (vurgun) filminde, Francis, Casino'nun dansçılarından Brigitte ile. Brigitte rolümde Carla Marlier: O yıllardaki (1960'lar) Ajda Pekkan'a benziyor, fakat Ajda'dan daha güzel. Francis, Brigitte'i ayarlayıp Casino hakkında bilgi alıyor. Kız soygundan habersiz.

Kitap hakkında: İsmi çok güzel ve anlamlı. "Kirliydi Kar"... Kar temizliğin simgesidir fakat her şey o kadar suç, kan, işkence ile dolmuş ki kar bile kirliydi anlamında. Ben böyle anladım.
Başlık: Ynt: KİRLİYDİ KAR
Gönderen: hanac - 05 Kasım, 2019, 10:10:23
Alıntı yapılan: peder clemente - 05 Kasım, 2019, 05:43:47
Başka filmler de var. Aşağıya yazıyorum.
İzlemeni öneriyorum.

3- Melodie en sous-sol=Any number can win
(Hiçbir numara kazanmaz gibi bir anlamı var. Türkiyede "Vurgun" adıyla oynamış.)
Henri Verneuil'in yönettiği 1963 tarihli film. Jean Gabin cezaevinden yeni çıkmış yaşlı suçlu Charles'ı oynuyor. Delon ise suça yeni bulaşan genç ve hırslı Francis'i. Hedef Cannes Casino'sunu soymak.
Plânı yapan Charles. Francis uygulayıcı. Beklenmedik bir son var filmde.

Bu filmi izlemiştim, havuz ile ilgili son'u diyorsun  :)

@Hercai; Kusura bakma konudan konuya atladık.