Blacksad - YKY

Başlatan rumar80, 20 Kasım, 2010, 17:30:44

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

hanac

Anasayfa'dan buraya link verdim.  :)

peder clemente

Yazıyı başlığa taşıdığınız için teşekkürler Hanac dostum.

kharon

Cok tesekkurler @Peder Clemente yazi icin,
bir turlu alip okuyamadigim ama mutlaka okumak istedigim cizgi romanlar listemde hizla yukariya yukseldi boylece Blacksad  :)

peder clemente

Alıntı yapılan: kharon - 28 Kasım, 2018, 13:24:08
Cok tesekkurler @Peder Clemente yazi icin,
bir turlu alip okuyamadıgim ama mutlaka okumak istedigim cizgi romanlar listemde hizla yukariya yukseldi boylece Blacksad  :)

Yazıyı beğendiğinize çok sevindim Sevgili Kharon. Blacksad'i severek okuyorum. Film noir türünün hastasıyım. Caz severim. Çizgi roman'da, film noir'in klasik dönemi olan 1950'li yılların temel alınması, bunun antropomorfik tarzda mükemmel çizimler ve cesur senaryolarla yapılması bana çekici geliyor. Senaryoyu yazan Canales'in 1972, resimleyen Guarnido'nun 1967 doğumlu olması yapılan işin değerini artırıyor. O yılların Amerikasını ve ruhunu nasıl bu kadar iyi anlayıp yansıtabilmişler? Doğrusu takdire şayan. Yıllar süren çalışmanın ürünü Blacksad. Sayı aralıkları da zaman yönünden hayli geniş. O yılların caz parçaları, mimarisi, araba modelleri, modası, eşyaları vs. doğrusu iyi araştırmışlar. Bu tarz creative (yaratıcı) işleri çok seviyorum. Sinemada da. İnsan kişiliğinde bir hayvan karakterin; soğukkanlılığını, öfkesini, şehvetini, aşkını, hüznünü çizgilerle ifade edebilmek ne kadar zor bir iş. Süper kahramanlarda fazla duygu görünmez. Zaten çoğu maskeli kostümlü. Blacksad'le yapılan iş dokuzuncu sanat adına Avrupa'da yapılan en iyi işlerden. Bu sanatın gücünü ve büyüsünü görebiliyoruz.

Jodorowsky: "... Ben film çekmiş biri olarak çizgi roman yazmayı daha fazla tercih ediyorum.
Sadece çizgi romanlarda yapmak istediğinizi tam olarak gerçekleştirebilirsiniz.
Orada; yazarsınız, yönetmen, kameraman, editörsünüz; oysa sinemada "Auteur(Otör)ler" çağının bittiğini düşünüyorum. Yapımcılar ve stüdyolar çok güçlüler ve gerçek sanatçı, filmlerde kendini tamamen özgür olarak ifade edemez artık" diyor.

Alex Ross da: "Çizgi romanlarda sınırsız bütçeniz vardır ve istediğiniz kadar efekt, sahne ve oyuncu kullanabilirsiniz" demiş. The Infinity Gauntlet'i yaratmak için: kağıt, kalem ile Jim Starlin ve George Perez yeterken; Avengers:Infinity War adlı filmi çekmek 321 milyon dolara malolur.

kharon

Alıntı yapılan: peder clemente - 29 Kasım, 2018, 04:09:21

Yazıyı beğendiğinize çok sevindim Sevgili Kharon. Blacksad'i severek okuyorum. Film noir türünün hastasıyım. Caz severim. Çizgi roman'da, film noir'in klasik dönemi olan 1950'li yılların temel alınması, bunun antropomorfik tarzda mükemmel çizimler ve cesur senaryolarla yapılması bana çekici geliyor. Senaryoyu yazan Canales'in 1972, resimleyen Guarnido'nun 1967 doğumlu olması yapılan işin değerini artırıyor. O yılların Amerikasını ve ruhunu nasıl bu kadar iyi anlayıp yansıtabilmişler? Doğrusu takdire şayan. Yıllar süren çalışmanın ürünü Blacksad. Sayı aralıkları da zaman yönünden hayli geniş. O yılların caz parçaları, mimarisi, araba modelleri, modası, eşyaları vs. doğrusu iyi araştırmışlar. Bu tarz creative (yaratıcı) işleri çok seviyorum. Sinemada da. İnsan kişiliğinde bir hayvan karakterin; soğukkanlılığını, öfkesini, şehvetini, aşkını, hüznünü çizgilerle ifade edebilmek ne kadar zor bir iş. Süper kahramanlarda fazla duygu görünmez. Zaten çoğu maskeli kostümlü. Blacksad'le yapılan iş dokuzuncu sanat adına Avrupa'da yapılan en iyi işlerden. Bu sanatın gücünü ve büyüsünü görebiliyoruz.


yillar once elime gecen '101 Kult cizgi roman' isimli bir liste-kitapta gordum ilk Blacksad ismini...

Her akimdan toplam 101 cizgi roman secmisler, Fransizca oldugundan Fransiz-Belcika akimina haliyle oldukca meyilli-torpilli bir kitap :)



serileri degil de tek tek kitaplari sectiklerinden birinci cildi listeye almislar.

peder clemente

Bu kitaba girdiğine göre rahatlıkla şöyle diyebiliriz: Blacksad, yaşı genç olmasına rağmen kültleşmiş bir eserdir.

peder clemente

BLACKSAD  -3-
ÂME ROUGE = KIZIL RUH


Senaryo : Juan Diaz Canales
Çizimler ve Renklendirme : Juanjo Guarnido



Bu macerada, "AŞK" çok önemli bir yer tutuyor.
Zaman: II.Dünya Savaşı savaşı sonrası, 1940'ların sonu ile 1950'lerin başı. Soğuk savaş dönemi. Amerika'da McCarthyciliğin egemen olduğu politik iklimde; korkularının esiri olanlar, komünist avına çıkmışlardır. Caz devri devam etmektedir. Kültür sanat alanında da "Beat Kuşağı" temsilcileri etkili olmaktadır. Sinema tarihine damgasını vuran önemli filmler çekilmiş, kaliteli film-noir örnekleri de çekilmekte ve Holywood altın dönemini yaşamaktadır.

Bu macerada, bıçkın detektifimiz John Blacksad'in, Yazar Alma Mayer ile yaşadığı aşk;
birlikte dinledikleri plakta, Ella Fitzgerald'ın canlı ve duygusal yorumuyla:

"I should stay away but what can I do?
I hear your name, and I'm aflame
Aflame with such a burning desire
That only your kiss can put out of the fire."


(Uzak durmam gerek ama ne yapayım?
Adını duyduğum anda tutuşur yanarım,
Öyle bir tutkuyla yanarım ki...
Sadece senin öpücüğün söndürür ateşimi.)

Dediği türden alev alev bir aşk.
Maceraya geçmeden önce, dönemin sosyal, politik ve kültürel ortamına değinmek eseri ve olayların geçtiği zamanın ruhunu daha iyi anlamak için faydalı olacaktır.

"Beat Generation = Beat Kuşağı": II. Dünya Savaşından sonra başlayıp, önce Amerika'yı, ardından Avrupa'yı da etkileyen, "Varoluşçuluk" ve "Zen Felseleri"nin, yaşam biçimleri ve sanat anlayışlarının oluşmasında çok etkili olduğu, "Bebop" caz türünün icrasından esinlendikleri, dünyaya içtenlik, doğa sevgisi ve yaşama sevinci gibi başka duyarlılıklarla yaklaşan, bazen gizemci, bazen isyankâr, geleneksel toplumsal yapı ve kurallara aykırı cesur bireysel bakışlarını yansıtan eserler üreten, göçebeler gibi canlı ve hareketli bir yaşam biçimini benimseyen, kendilerini ve evrensel gerçeklikleri arama yolundaki yaşanmışlıklarını sanatsal formlarda ortaya koyan, cinsel olanı dahil her anlamda özgürlüklerden yana olup bunu sonuna kadar deneyimleyen, geleneksel sanat anlayışlarından farklı eserler üreterek bir "karşı-kültür" hareketi yaratan kuşaktı beat kuşağı.

En önemli temsilcileri: Yazar Jack Kerouac, Şair Allen Ginsberg, Yazar William Burroghs, Ressam Jackson Pollock, Şair Lawrence Ferlingheri ve Budist Şair Gary Snyder'dır. Bu istenmeyen çocuklar, Amerikan toplumunu ve yaşam biçimini etkilemişlerdir. Hiçbir edebiyat kuşağı yoktur ki bu denli popüler, adını zamansızlaştırıp ölümsüzleşmiş ve isimleri yaşam biçimleriyle birlikte, ürettikleri eserlerden çok anılır ve bilinir olsun.

Yukarıda bir kısmını andığımız "That Old Black Magic=O Eski Kara Büyü" şarkısı "Swing" tarzında olup, caz müziğin bir türüdür. Amerika'da 1920'lerde caz çağı başlar.
Kurumsallaşmış ırkçılık altında; kökenleri olan Afrika'dan gelen kültürlerini, sonradan gördükleri Avrupa-Amerika tarzı yaşamla sentezleyerek farklı bir kültür yarattı siyahlar.
Bu farklı kültür içinde Afrika müziği gelişerek Amerikan siyahlarının müziğine dönüştü.

Caz, Blues, Gospel, Ritm&Blues gibi farklı isimlendirme ve sınıflandırmaları olsa da ilk çıktığında Caz fakir siyahlara hitap ediyordu. Daha sonra, zenginlerin uğraştığı bir fakir müziğine dönüştü. Blues müziğin de kaynağı, anavatanlarından köle olarak getirilen siyahların çektiği çileler ve acılardır. Blues, o dönemde adeta ezilenleri temsil eden fon müziğidir.
Gospel dini, diğerleri dünyevi müzikler olmakla birlikte aralarında geçirgenlik vardı.
Swing müzik, eğlendirici, duygulandırıcı, caz kulüplerinde yapılan icralarında dans edilebilen bir caz türüydü. Frank Sinatra gibi beyazlar da türün ekmeğini yemeye başlayınca, siyahlar; "öyle bir müzik yapalım ki beyazlar çalamasınlar" diyerek, "Bebop" denilen caz müzik türünü geliştirirler. Bu müzik türü; daha ritmik, akort değişikliklerinden kaynaklı yeni bir ses uyumu olan, enstrümantal, emprovize (doğaçlama), spontan, sanatçının içinden geldiği gibi çıkan özgün bestelerle, geleneksel swing melodilerini hızlı, öngörülemez ve deneysel melodilere dönüştüren bir tarzdı. Kesinlikle dans müziği değildi. Kafa müziğiydi.
En büyük temsicileri Charlie Parker ve Dizzy Gillespie'dı.

Beat Kuşağından yazar Jack Kerouac, Charlie Parker'dan esinlenerek, yaratıcı zen zihniyle, spontone şekilde içinden geldiği gibi romanlar yazdı. İmlâ kurallarını iplemeden üretti.
"Yolda" adlı romanını 100 fitlik bir teleks rulosuna yazdı.
Bizde "Zen Kaçıkları" olarak bilinen "The Dharma Bums" ve "Doctor Sax"
aynı sponton düzyazı örneği romanlardır.



Şair Allen Ginsberg'in, benzer yöntemlerle yazdığı "Howl=Uluma" şiiri, beat kuşağını anlatan bir manifesto ve "beat arkeolojik kazı sahası" gibidir. Amerikan Hükümetince kitabı yasaklatılmış, yayıncıları mahkemede yargılanmıştır. "Kaddish", Musevilikte, ölüler için cenazelerde okunan yas duasıdır. Allen'in annesi akıl hastalığından muzdaripti. Hastanelerde yattıktan sonra 1956'da öldü. Cenazeye katılamayan Allen, cenazede yeterli sayıda erkek bulunmadığı için Kaddish'in okunmadığını öğrendi. İki yıl sonra, bir arkadaşıyla annesinin mezarı başında Kaddish duasını okur ve eve dönünce, ölüm düşüncesinin sorgulamasıyla dolu "Kaddish" şiirini yazar. William Burroughs'un kendi uyuşturucu deneyimlerini sade ve yalın bir dille anlattığı "Junky" adlı romanı en bilinen eseridir. Kızıl Ruh adlı maceramızda, entelektüel sol grup olan 12 havariler'in beat kuşağını ve McCarthyizmin kurbanlarını, Şair Greenberg'in de Şair Allen Ginsberg'i temsil ettiğini düşünüyorum. İsimler bile benzer.

"McCarthyizm": Amerika'da Wiskonsin Senatörü Joseph McCarthy tarafından, 1940'lı yılların sonunda başlayıp 1950'li yılların sonuna kadar süren, antikomünist kuşkuculuktan beslenerek toplumda bir komünizm fobisi oluşturan, FBI ile işbirliği yapılarak pek çok sanatçı ve bilim insanının hayatını karartan bir "Cadı Avı"na dönüşen politik akımın adıdır.

Eserimizde, Senatör Gallo, aslında Senatör McCarth'yi temsil eder. İşte o yılların Amerika'sı, soğuk savaşın sürdüğü, bir yanda yaratıcı ve özgür zihinlerin "karşı-kültür" hareketi başlattıkları, gürültülü "Amerikan Demokrasisi" propagandasının, McCarthyciliğin uygulamalarıyla grotesk bir biçimde bağdaşmadığı acayip bi zamandı.
(Kitap-lık dergisinin 139 sayısı ile "Zen Kaçıkları" romanından faydalanılmıştır).

Duygusal ve siyasi maceramıza dönersek: Özel Detektif John Blacksad son günlerde yolsuz kalmıştır. Zilliği kırmak, yani züğürtlükten kurtulmak için, Hewitt Mandelina (Kaplumbağa) adlı yaşlı ve varlıklı bir adamın özel koruması olmayı kabul eder. "Şanslı olmak ya da olmamak... Ne demek olduğunu açıklayabilecek var mı? Ben açıklayamam da... İnsan ölene kadar, sağken şanslı mıydı değil miydi bilemez diye düşünüyorum. Ölünce de iş işten geçmiş demektir zaten" der Blacksad'in iç sesi. Böyle başlar macera ve arada iç ses devreye girer anlatıcı olarak.
Las Vegas'ta kumar son hızla döner, içki su gibi akar, fuhuş sektörü işler, açıkhava partileri tam gaz devam ederken; ilerideki Arizona çöllerinde devasa bir mantar bulutu görünür. Vegas'ta eğlenen insanlar, üçüncü dünya savaşının nükleer kıyametine doğru neşeyle sürüklenen pasif asalaklar gibi görünüyordu... Atom Bombası patladıktan sonra, bombadan salınan enerjinin ve patlamanın büyüklüğü nedeniyle, Everest Dağından bile daha yüksek dev bir mantar bulutu oluşur. Bu mantar bulutunun büyüklüğü ve şekli Rayleight-Taylor dengesizliği denen fiziksel bir olgu tarafından dikte edilir. Nagasaki'de patlatılan atom bombasının yarattığı mantar bulutunun büyüklüğü 13.700 metreyi aşmıştır.
(Bilgiler Evrimağacı.com'dan alınmıştır.)



Blacksad yeni işinde, kayıntı için Hewitt Mandelina'ı koruyacak, onun parasını çalanları enseleyecek, dolandıranların façasını biraz aşağı alacaktır. Blacksad, Mandelina'ın parasını çalan adamı enseleyince, kendisini laf arasında "gerçek kabadayı" olarak tanıtır.
Kadınlarla arası iyidir. Manitalar ona tav olur. Elini korkak alıştırmaz; sert döver, güzel sever. Adaletin yerini bulması için gerekirse yargılamayı da infazı da kendi yapar.
Tek dersten çakarak üniversiteyi terketmiş, ikinci dünya savaşına katılmış,
hayatta görmediği rezillik kalmamış tam bir hergeledir.

Bu macerada, Blacksad eski dostlarıyla karşılaşır. İlk macera olan "Gölgeler Arasında Bir Yerde"den hatırladığımız Komiser Smirnov (Kurt) ve eşi Doroty ile bir resim sergisinde karşılaşır. Doroty'nin davetinden kurtulmak için gittiği "Atom Konferansı"nda da eski dostu Profesör Otto Liebber'i (Baykuş) görür. Daha sonra neşeli gazeteci dostu Weekly (Sansar) da ortaya çıkar. Weekly'yi ikinci kitap olan "Arktik Irk"tan hatırlıyoruz. Konferansta, profesör'le görüşmek isteyen Blacksad'e, gözlüklü, ciddi görünen, fiziği düzgün bir kadın engel olur. Bu kadın Yazar Alma Mayer'dir. Konferansı düzenleyen Gotfield Vakfının Başkanı zengin fakat kaypak, ürkek ve korkak işadamı Samuel Gotfield'in sevgilisidir Alma. Samuel Gotfield'in çevresine topladığı; yazar, ressam,oyuncu, bilim insanı, heykeltraş, şair, fotoğrafçı gibi entelektüel sol gruba "12 Havariler" denmektedir. İşte Alma Mayer de bu 12 havariden biridir.  "Love Story" filminde olduğu gibi bazen böyle büyük aşklar küçük çekişmelerle, tartışmalarla başlar. Blacksad ile Alma'nın arasında bir elektriklenme olur. Blacksad gözlüğün ardını sezer; ne de olsa eski kulağı kesiklerdendir o. Alma, polisi çağıracağını söyleyince ; Blacksad: "Kızacak bir şey yok tatlım. Başa dönelim... Herkesin ikinci bir şansa hakkı vardır" der. Neyseki profesör gelip ortamı yumuşatır.



Gotfield'in sahilde verdiği partiye katılan Blacksad, burada 12 havarilerle tanışır. Çılgın Şair Greenberg (Aslında Şair Allen Ginsberg), arkadaşlarına, tam beat kuşağının yarattığı "Counter-Culture=Karşı-Kültür" kavramına uygun bir şiirini okumaktadır. Gecenin sonunda, bir kiralık katil olan Ribs (Timsah), Profesör Liebber yerine, Profesörün şapkasını takan Doktor Otero'yu öldürür. Cinayeti araştıran Blacksad, mesleki kıskançlık nedeniyle cinayeti işlediğini zannettiği Kimyacı Laszlo Herzl'ün, aslında Nazi Toplama Kampından sağ olarak kurtulmuş ve daha sonra Nazi savaş suçlularını avlayan bir örgüte katılmış birisi olduğunu öğrenir. Laszlo Herzl'den , hiç ummadığı bir şey daha öğrenir: Profesör Otto Liebber, toplum yararına çalışan masum birisi gibi görünse de, II.Dünya savaşı yıllarında ve öncesinde, Adolf Hitler'in bilimsel araştırma grubunda görev yapmıştır. Liebber: "Yaşamım dev bir yanlıştan ibaret... Yeni bir düzen kurmak, daha iyi bir Dünya yaratmak umuduyla Ülkeme (Almanya) döndüm... Her şey, gelmiş geçmiş en büyük felaketle (II.Dünya Savaşı) sonuçlandı. Yanlış tarafta yer almışım." diyerek anlatır büyük hatasını ve yanlış seçimini. İnsanın ne olduğunu ve ne olacağını yaptığı seçimler belirler. Profesör şimdi çok pişmandır. Profesör Otto Liebber'in, babası "Çoban" lakaplı Peder Friedrich Liebber ile birlikte yapılmasını sağladıkları "Dev Akvaryum"da bulur Blacksad onu. Profesör şöyle der Blacksad'e: "Balıklar çok tuhaf John biliyor musun? Şuradaki maviyi görüyor musun? Korkunç bir yırtıcı. Aslında başlıca avı şu çevresindeki minicik balıklar... Ama ömrünün bittiğini anlayınca küçük balık sürüsüne yaklaşarak kendisini yiyip bitirmelerine izin veriyor.(Burada profesör kendisini mavi balık metaforu ile anlatıyor). Belki de onlardan af dileme, onlara borcunu ödeme biçimi bu. Doğa, bilgedir; bir yaşam söner ki öbür yaşamlar devam etsin...Yaşam boyu çok yanlışlar yapılır. Doğaldır, öğrenmenin başka yolu yok ki... Senin yanlışlarının bedelini başkaları ödediğinde durum acıklı olur. Adaletsiz, acımasız, üzücü". Profesör, daha önce de, girişinde "Everbody deserves another chance=Herkesin ikinci bir şansa hakkı vardır" yazan ve babasının bir zamanlar rahiplik yaptığı kilisede pişmanlık gözyaşları dökmüştür. Bu samimi pişmanlık Blacksad'i etkiler ve eski dostuna yardım etmeye karar verir; evet hayatta herkes ikinci bir şansı hakeder.



Maceranın adı olan "Kızıl Ruh" nereden geliyor? Rus Ressam Sergey Litvak'ın yaptığı "Kızıl Ruh" adlı tablo veya tablolar; hem Dünyanın nükleer güç dengesini etkileyecek kadar önemli bir sır saklıyor, hem de Senatör McCarthy'nin körüklediği komünizm korkusuna neden olan "Kızıl Ruh"u temsil ediyor. Dönem Amerika'da cadı avı gibi kızıl komünist avının yapıldığı bir dönemdir. Kızıl avını Senatör Gallo (Aslında Senatör McCarthy'yi temsil ediyor), FBI ile işbirliği halinde yürütmektedir. FBI'ın, 12 havarileri himaye eden zengin Samuel Gotfield'e yaptığı baskı, neredeyse bu kaypak adamın aklını kaçırmasına neden olur. Ölüm korkusu içine yerleşir. Uluslararası güç dengesi, "Nükleer Güç Dengesi"ne bağlıdır. Bu aslında, düşman füzelerini gönderdiğinde, karşı füzelerin gönderilmesiyle dünyanın sonu geleceğinden; tarafların ilk füzeyi gönderemediği bir "dehşet dengesi"dir. FBI ajanları, Gotfield'e, "Nuh Projesi"nden bahseder. Kıyamet gününde "Seçilmişler Listesine" onu da alacaklarını söylerler. Az sayıda insan, herşeyin sağlandığı korunaklarda yaşayabilecektir. Gotfield çözülür ve himaye ettiği insanlara ihanet eder. 12 havariler bir bir tutuklanmaya başlanır. Operasyonu FBI yürütmektedir. Ajanlar Alma Mayer'i de götürmek üzereyken; Blacksad, sahte kimlikle kendisini FBI ajanı olarak tanıtarak ve diğer ajanları mandepsiye bağlayarak Alma'yı kurtarır.

Blacksad, Alma Mayer'i, dostu Weekly'nin evine götürür.
-Weekly: "Vay, bayağı güzelmiş bu seferki!"
-Blacksad: "Birkaç gün burada saklamam gerek, FBI peşimizde".

Blacksad, bu diyalogdan sonra, Weekly'yi, "Hadi iyi günler. Altında kalmam bu iyiliğin" diyerek gönderir ve kapıyı içeriden kapatır. Weekly, "Fik Fik" yapacaklar düşüncesiyle, hınzırca gülümsedikten sonra; "He He He! FBI numarası güzeldi. Bayağı kullanabilirim bu numarayı ben de lan" diyerek merdivenlerden iner. Evin içinde, Blacksad: "Rezil Weekly! Evi mi daha pis yoksa ruhu mu? Bilmesi zor. Her şeyin seninle yatmak için tezgâh olduğuna kesinkes inanarak gitti" der Alma'ya. Alma'nın :"Öyle değil mi?" sorusu, fitili ateşlemeye yeter. Blacksad, Alma'nın gözlüğünü usulca çıkarır. Pikapta, Ella Fitzgerald'ın "That Old Black Magic=O Eski Kara Büyü" plağı dönmektedir. Söz yazarı, "Aşkı", çok güçlü "Kara Büyü" metaforu ile anlatmış. Şarkının canlandırıcı ve heyecanlandırıcı ritmiyle, aşıklar için, Weekly'nin pis evi cennete döner. O anda Blacksad'in, ne nükleer savaş tehlikesi ne de Dünyanın sonu umurunda değildir.

"That old black magic has me in its spell
That old black magic that you weave so well


(O eski kara büyü bağladı beni,
Çok iyi becerdiğin o eski kara büyü)

Icy fingers up and down my spine
The same old witchcraft when your eyes meet mine
The same old tingle that I feel inside


(O buz gibi parmaklar gidip gelir sırtımda
Gözlerin gözlerime değince o eski bildik büyü
İçimde hissettiğim o aynı tatlı ürperti)

İşte o eşsiz anlara Ella Fitzgerald böyle eşlik eder şarkısıyla. Blacksad, Alma'ya söz verir; onu Niagara Şelalesine götürecektir.

Bir zaman sonra, Alma, Niagara'nın seyir terasında, sarı zemin üzerine çiçekli kolsuz elbisesiyle, Blacksad'i bekler... Blacksad gidebilecek midir randevuya? Yoksa eski dostuna yani, Profesör Liebber'e yardım etmek için FBI ile pazarlık mı yapacaktır?

Profesör Liebber'in, Ressam Sergey Litvak ile; nükleer dehşet dengesinin sürmesinin sağlamak için kurduğu müthiş plan nedir? İnsan, Dünyayı felaketten kurtarmak için vatandaşı olduğu ülke aleyhine casusluk yapabilir mi?

Bu sorular macerada cevaplanıyor. Ya "Aşk!". İnsan aşkını feda edebilir mi?
Şarkıda denildiği gibi;

"The mate that fate had me created for
And every time your lips meet mine


(Kader senin için yarattı beni
Ve dudağının dudağıma her değdiğinde...)

Baby down and down I go,
All around I go
In a spin, loving the spin that I'm in
Under that old black magic called love.


(Dibe vuruyorum bebeğim
Gitgide daha derinlere
Dönüp duruyorum bir burgacın içinde...
Tutulmuşum bir kere AŞK denen o eski kara büyüye..."

Böyle bir duyguyu yaşayan insanın yaşamında aynı hisleri tekrar duyması mümkün müdür? Zaman durmaz, mola vermez, akar gider... O eski kara büyü bozulmuştur bir defa... Ne kadar güçlü olursa olsun büyü tutmaz artık bir daha...

İkinci kitap olan "Arktik Irk" düzeyinde olmasa da bu macera da çok güzeldi; soğuk savaş, ihanet, pişmanlık, nükleer güç dengesi, casusluk, komünist avı, cinayet, sanat ve sanatçılar atmosferinde yaşanan güzel bir aşk hikayesi anlatılıyor.

Yazar Canales, sağ ve sol aşırılıklardan yana değil; daha ortada, insanlık değerlerinden yana bir tutum sergilemiş eserde. Uzakdoğulu bir bilge der ki: "Orta yolu izle, öyle ki orta yolu izleme konusunda bile orta yolu izle".

Sevgiyle kalın ve kendinize iyi bakın.


hanac

Yine muhteşem bir yazı olmuş.

Emeğine sağlık Pederim.

alan ford

Alıntı yapılan: peder clemente - 11 Aralık, 2018, 19:59:03

...Şair Allen Ginsberg'in, benzer yöntemlerle yazdığı "Howl=Uluma" şiiri, beat kuşağını anlatan bir manifesto ve "beat arkeolojik kazı sahası" gibidir. Amerikan Hükümetince kitabı yasaklatılmış, yayıncıları mahkemede yargılanmıştır. "Kaddish", Musevilikte, ölüler için cenazelerde okunan yas duasıdır. Allen'in annesi akıl hastalığından muzdaripti. Hastanelerde yattıktan sonra 1956'da öldü. Cenazeye katılamayan Allen, cenazede yeterli sayıda erkek bulunmadığı için Kaddish'in okunmadığını öğrendi. İki yıl sonra, bir arkadaşıyla annesinin mezarı başında Kaddish duasını okur ve eve dönünce, ölüm düşüncesinin sorgulamasıyla dolu "Kaddish" şiirini yazar.

Bahsi Geçen Howl'un grafik romanı da yakın zamanda Subpress yayın evinden Uluma adıyla çıktı. Meraklılarına buradan not düşelim.
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

yunusmeyra

takipteyiz  :) güzel yazılar tarihsiz oluyor; ne zaman okusak keyif aldığımız, merakla takip ettiğimiz, not aldığımız metinler... teşekkürler
HULK DEĞERLİ BİR KAHRAMANDIR!
HSD YENİ ÜYELERİNİ BEKLİYOR

peder clemente

    Değerli Adminim Hanac'a, usta işi katkıları, eklediği resimler, yazı düzenlemesi ve yorumu başlığa taşıdığı için teşekkür ederim.
     Dostlarım alan ford ve yunusmeyra'ya da katkı, yorum ve beğenileri için teşekkürler.

Alıntı yapılan: alan ford - 12 Aralık, 2018, 09:48:34
Bahsi Geçen Howl'un grafik romanı da yakın zamanda Subpress yayın evinden Uluma adıyla çıktı. Meraklılarına buradan not düşelim.

"Howl"un grafik romanının kapağı aşağıda. Fiyatı biraz tuzlu.



    "Howl"un, Türkçesini "beatkusagi.com"dan okudum. hakikaten farklı bir kafanın ürünü... O güne kadar hiç yazılmamış türde bir şiir. Yazımı değiştirmeden, Beat Kuşağı ile ilgili dipnot gibi aşağıdakileri eklemek istiyorum. "Kızıl Ruh" adlı eserde: Şair Greenberg'in, kumsalda arkadaşlarına okuduğu şiir direkt olarak, Şair Allen Ginsberg'in "Howl=Uluma"şiirinin giriş bölümü. Şöyle başlıyor:
"Gördüm kuşağımın en iyi beyinlerinin delilikten harap olduğunu;
açlıktan geberen çıplak histeriklerin kara sokakların şafağında bozuk kafalarıyla mal aradığını gördüm..." diye devam ediyor.
"beatkusagi.com"da, Şenol Erdoğan çevirisi:
"Gördüm kuşağımın en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkıldığını,
  histerik çıplaklıkla açlıktan geberdiğini..." şeklinde.
    Jack Kerouac adlı duygusal ve kafa dengi yazar, tamamen doğaçlama olarak; "Yolda"yı üç haftada, "Zen Kaçıkları"nı on yazım seansında, "Big Sur"u on gecede yazmış, bitirmiş.

memospinoz

Beat kuşağı muhabbetine sayın köstebek beyi de bekliyoruz.  :-* :)

peder clemente

BLACKSAD -4-
A Silent Hell = L'Enfer, Le Silence
CEHENNEM, SESSİZLİK
Yazar: Juan Diaz Canales
Çizer: Juanjo Guarnido




İlk panellerde, yüzü görünmeyen biri, beyaz bir tozu kaşıkla ezerek paketler, şişelerin üzerinde zehir yazısı da vardır; meçhul kişi paketle uzaklaşır. Bir caz kulübüne geçeriz sonra. Özel detektif John Blacksad (Kara Kedi) ve Gazeteci dostu Weekly (Sansar), bir striptiz show izlemektedirler.
Oraya Junior Harper adlı bir müzisyenle (Horoz) buluşmak için gitmişlerdir; ancak Jr.Harper randevuya gelmez, belki de gelememiştir. Blacksad, siyahların lobisine gidip bazı sorular sorduktan sonra dışarı çıkar; dışarıda eski yapı bir binanın büyük neon ışıkları ile yazılmış tabelasını görürüz:
"NEW ORLEANS'N JAZZ FUN". Tehlikenin, mücadelenin, sıcağın, bataklıkların, batakhanelerin, blues &caz müziğin, karnavalın, eğlencenin ve acılarla dolu zor yaşamların mekânı New Orleans'tayız.
Maceranın ana temaları belli olmuştur:

1. Caz ve Blues ile uyuşturucu madde kullanımı.
2. İnsanların acılarından yararlanarak para kazanan şeytani kişiler.
3. New Orleans Şehri.


Caz ve Blues'un nitelikleri ile etkileşimlerine biraz değinmek,
yörenin ruhunun ve maceranın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Caz müziği, New Orleans, New York ve Kansas merkezli şehirli bir müzikti. 20. Yüzyılın başında New Orleans, beyazları ile derilerinin tonu sütlü kahveden abanoz siyahına uzanan ve eli-yüzü her zaman terli insanlarıyla cazın en önemli gelişim merkeziydi. Güneyin en büyük ve hızlı gelişen şehri olarak, hayatını müzik yaparak kazanan müzisyenlere pek çok olanak sunuyordu: Barlar, pavyonlar, caz kulüpleri ve dans müziği çalınan mekanlar. Bu şehir, içinden efsane müzisyenler de çıkartmıştır. Küçücük bir adam olmasına karşın Amerikalı bir caz devine dönüşen Louis Armstrong 1900'de New Orleans'ta doğmuş, her türlü tezgahtan geçtikten sonra müzisyen olmaya karar vermiştir. Macerada bahsi geçen Mardi Gras kutlamaları, New Orleans'ta Şubat veya Mart aylarında yapılıyor. 2019'da 5 Mart Salı Günü başlayacak. Duyurulur. Mardi Gras, Fransızca'da 'Yağlı Salı' anlamına geliyor. İngilizcesi 'Fat Tuesday'.
Hristiyanlık'ta büyük perhiz (Lent) öncesindeki Salı günü bol bol yenilip içildiği için bu isim verilmiş.
Bir nevi, 'Madem perhize gireceğiz, dibine dibine vuralım' felsefesi.



Mardi Gras Lent'in ilk günü başlıyor. Tarihi, Fransız Kralı Bourbon'a kadar uzanıyor.
Bu kutlamalar, 17. Yüzyılda Fransa'dan çıkıp, koloniler vasıtasıyla Amerika Kıtasına gelmiş.
New Orleans'ı 1700'lerin başında Fransızlar kurmuş. 1730'larda, şehrin aristokrat ailelerinin katıldığı balolar şeklinde başlayan Mardi Gras, 1740'larda geçit törenleri ile kutlanmaya başlanmış.
Karnavalın ana renklerinden mor adaleti; altın gücü; yeşil ise inancı simgeliyor. Bu renklerde giyinmek ve aynı renklerdeki boncukları toplamak, Mardi Gras gelenekleri arasında devam ediyor.

Protest bir müzik olarak caz, şifreli bir davranış müziğidir. Caz, öncelikle gecenin müziğidir.
İnsanın kendi içine dönmesine enine boyuna olanak verir. Sonra kentli bir müziktir.
Başlangıcından itibaren Caz'a en yeni ufukları açan etki Blues olmuştur.
Blues, adını çivit rengi olan maviden almaktadır. Batı Afrika kültüründe, çivit rengi, yas törenlerinde "acının ifadesi" olarak kullanılır. Onlar için matem içeren bir anlam taşır. Blues, 400 yıllık geçmişi olan ve temeli Afrika'ya dayanan bir müzik türüdür. 17. yüzyıldan itibaren Afrika'dan getirilen kölelerin tarlalarda çalışırken söyledikleri; hayata dair umutlarını, hüzünlerini, özgürlük düşüncelerini ve derin acılarını anlatan şarkılardan doğmuştur. Afro –Amerikalıların halk müziği adını verebileceğimiz ilk müzik türü, işte bu tarlada çalışırken söyledikleri "work songs" yani iş şarkılarıdır. Köleliğin baskın olduğu dönemlerde köle olarak çalışan insanlar, kendilerini ifade etme özgürlüğüne sahip değillerdi. Bu dönemde Afro-Amerikalıların davul çalmaları yasaktı; çünkü, bunu uzun mesafeler üzerinden bir haberleşme aracı olarak kullanıp isyan çıkarabiliyorlardı. Bunun üzerine gitar yaygınlaşan enstrüman haline geldi. Kendilerine has ritimlerini gitarla çalarak Blues'un karakteristik tınısını yarattılar. Siyahlar, insanın kendini ifade etme şekillerinden biri olan müzikle bir ölçüde kendilerini ifade edebiliyorlardı.

Blues, 1865 yılından itibaren köleliğin kaldırılmasıyla birlikte Amerikan toplumu içinde yayılmaya başlar ve buradan da zaman içerisinde tüm Dünyaya yayılır. 1910'lu yıllardan itibaren ise Blues, Amerika'da birçok şehre yayılır. Bu şehirlerdeki kültürle ve müzikle harmanlanır ve yeni Blues türleri ortaya çıkar; bunlardan bazıları, Delta Blues, Memphis Blues, Texas Blues ve Chicago Blues'dur.
Delta Blues, nota ve ölçü kullanılmadan yapılan bir müzik türüdür. Ağıt'ın baskın olduğu bir müzik türü olarak öne çıkmaktadır. Delta Blues bu ismi, pamuk tarlalarında çalışan Afro-Amerikalıların ürettiği bir müzik türü olarak Mississippi Deltasından almaktadır. 1930'lu yıllarda ise Blues Müzik;
Tampa Red, Lonnie Johnson, Sonny Boy Williamson, Big Bill Broonzy (Maceramızdaki müzisyenlerden birinin adı da Big Bill Lenoir) ve Robert Johnson önderliğinde caz müziği ile harmanlanmıştır.
Çıkış aşamasında hiçbir müzik aleti olmadığı için ritm tutarak bu müziğe başlanılmıştır.





Blues, özünde en çok ritim özellikleriyle dikkat çekmektedir.
İlerleyen süreçte ise gitar ve armonika (mızıka) eşliğinde bu müzik türü daha da gelişmiştir.
Bu müzik türünde en değerli ve en önemli enstrüman 'clap' yani el çırpmasıdır.
Son House'un "Grinnin'In Your Face" adlı şarkısı sadece vokal ve ritim olarak da 'clap' ile kaydedilmiştir.
Yüzünüze sırıtan iki yüzlü insanları anlatan tam bir blues şarkısıdır:

"Yüzüne sırıtan insanları umursama/Sadece şunu aklında tut/
gerçek bir dost bulmaktan zor bir şey yoktur/Annen senin hakkında konuşur/
Kızkardeşin, erkek kardeşin konuşur/Bazen onlar nasıl yaşadığını düşünmez, dostun düşünür/
seni havaya fırlatırlar/yere çalarlar/dibe çekerler/seni ordan oraya taşırlar..."
 

Blues, 20. Yüzyılın başında, 12 ölçülü geleneksel sistematiğini bulmuş, gevşek ve esnek bir müzik biçimiydi; diğer siyah müzik biçimlerinden daha fazla Afrika müziğinden ögeler taşıyordu.
Blues'un formu, genellikle Afrika ve Afro-Amerikan müziğinde bulunan "çağrı ve cevap" düzeniyle akor dizilerinin tekrarlayan döngüsüdür. 12 ölçülük Blues, popüler müzikte en çok kullanılan akor yürüyüşüdür.

Genellikle ressamların uzun ömürlü oldukları fakat cazcıların kısa yaşadıkları söylenir.
Gece, alkollü içkiler, nikotin, uyuşturucu maddeler ve otel odaları birleşince cazcı efsane oluyordu, çünkü erken ölüyordu. Uyuşturucu madde bağımlısı cazcılar arasında: Chet Baker, Miles Davis, Charlie Parker, Louis Armstrong, Ray Charles sayılabilir. Bunlar, ruhlarındaki karmaşayı sakinleştirmek için mi?
Yoksa daha mükemmel eserler üreterek rekabette öne geçmek için mi bilinmez; şöhret ve para sahibi olmalarına rağmen trajik hayatlar sürdüren, kendi ruhları ve canlarıyla beslenen eski usul cazcılardı.
Miles Davis, eroin bağımlılığından kurtulmak için kendisini, babasının çiftliğindeki bir kulübeye iki hafta kapattı. Ray Charles, 1965'te eroin bulundurmaktan tutuklandıktan sonra, hapis yatmaktan bir yılını klinikte geçirerek kurtuldu; ailesinden defalarca özür diledi. Chet Baker, yüksek dozun etkisi altında, kaldığı otelin balkonundan düşüp öldü. Charlie Parker, uyuşturucu bağımlılığından dolayı genç yaşta hayatını kaybetmiştir. Uyuşturucu madde, genellikle de yüksek doz nedeniyle ölen efsane müzisyenler de var: Janis Joplin ve "The Doors" Grubunun lideri, vokali, söz yazarı, besteci, şair Jim Morrison gibi.
Jim Morrison 1971'de öldüğünde henüz 28 yaşındaydı. Ünlü ve başarılı aktör River Phoenix, 1993'te, yakın arkadaşı Johnny Depp'in "Viper Room" isimli gece kulübünde aşırı dozdan öldüğünde 23'ündeydi daha. Şu hayatta bir yeteneğin harcanmasından daha fazla acı veren bir şey varsa; o da genç bir yeteneğin adeta kendini yiyerek tüketen bir hayvan gibi hayatını sona erdirerek, insanları üretecekleri eserlerden mahrum bırakmasıdır. Çünkü, bir sanatçının yaşamı sadece kendisine ait değildir.



Cadillac Records adlı 2008 yapımı filmde önemli blues sanatçılarının hikayeleri anlatılır.
Bu müzisyenlerden bazıları (Örneğin:Little Walter), hiç çözemedikleri dertlerinin yumağına öyle bir dolanmışlardır ki, orada kaybolup gittiklerinde trajik hikayeleri gözlerinizi yaşartır. Ülkemizde en çok Müslüm Gürses ve Bergen, bu müzisyenlere benzer hayatlar yaşamışlardır. Filmde de görülebileceği gibi, o yıllarda Amerika'da sistematik olarak uygulanan ırkçılık ve ayrımcılığa maruz kalmışlardı.
Önemli bir Blues müzisyeni olan Muddy Waters, 1941'de Amerikanın güneyinde tarlada çalışırken, Alan Lomax adlı folk müzik araştırmacısı sesini kaydeder. Sonra, Muddy Waters Chicago'nun yolunu tutar. Orada, sonradan kankası olacak olan Armonikacı Little Walter ile tanışır. Yanlarındaki Jimmy Rogers  ile birlikte çalışmaya başlarlar. Muddy Waters'un, "Hoochie-Coochie Man" şarkısı ünlü olur.
Bütün Blues şarkıları hüzünlü değildir. Bu şarkı gibi eğlenceli olanları da vardır.
Şarkıda Hoochie-Coochie Man'in sırrı anlatılır:

"Çingene bir kadın, ben doğmadan önce anneme,
'adeta silahın oğlu bir erkek çocuğun olacak,
Bu hoş kadınları zıplatıp bağırtacak' dedi.
7. ayda, 7. Günün, 7. Saatinde, 7. Doktor dedi ki
'iyi şansla doğdu bu çocuk' ve görüyorsunuz
700 dolarım var ve benimle dalga geçmeyin.
Ben hoochie-coochie adamım".


Filmin sonunda, anlatıcı Willlie Dixon (Besteci, yazar, aranjör):

"Muddy Waters ve Wolf'un söylediği bütün şarkıları ben yazdım. Öyle bir müzik yaptık ki, zamanla başka tarzlara dönüştü: Rhythm and Blues, Rock and Roll, Hip Hop. Ne çalarsan çal bebeğim içinde biz olacağız. Üzerine biraz Blues serpersen büyür ve fena kabarır. Çünkü biz hoochie-coochie tohumuyuz. Hah!Hah!Hah!" der.

Filmde, Rock and Roll'u başlatan kişi olan Chuck Berry'nin çıkışını da görürüz. Bir süre sonra asıl parsayı Elvis Presley topladı. Chuck Berry televizyonda Elvis varken şöyle der: "Bayanlar ve Baylar, işte karşınızda yeni kralınız Elvis Presley". O günlerde kimse bu siyah müzisyenlere şans vermezken Leonard Chess adlı Musevi bir müzik yapımcısı, ırkçılığa aldırmadan bu müzisyenlere peşpeşe plaklar yapar. Willie Dixon'ın anlatımıyla: "Leonard Chess insanların rengine hiç bakmazdı. Önemli olan paranın rengiydi. Kendini örtecek kadar yeşil kazanabiliyorsan, artık Yahudi çocuk olmazsın; siyah çocuk da olmazsın. Sen artık Cadillac'a binen bir adam olursun... Eğer gitar çalıp, yürekten şarkı söyleyebiliyorsanız, insanlar Superman'den bile beter olabileceğinizi anlamaya başlamıştı... Ve bu 1950'lerde siyahlar için oldukça güçlü bir histi. Chess Recording, her başarılı plaktan sonra sanatçısına bir Cadillac hediye ettiği için "Cadillac Records" olarak anılmaya başlanır.

Filmde, Beyonce de, Etta James adlı kadın Blues sanatçısını başarıyla oynuyor ve şarkılarını yorumluyor. Leonard Chess bir sahnede Etta'ya hitaben: "(hüznü ve kederi) İçinde tutmamalısın. Muddy'i biliyorsun. O da hüzünlü söyler ama içinde yaşatmaz. İçinde beslemez. Walter, onu bir bebek gibi taşır. Onu viski ve eroin ile besler. Bırak çıksın içinden" der. Mızıkacı Little Walter karakterini canlandıran Columbus Short'un oyunculuğu ve karakterin sonu yürek paralıyor. Bu oyunculukla ödül de almış. Muddy Waters'un "I'm a rolling stone" adlı şarkısından ismini alan "The Rolling Stones" grubunun vokali, besteci Mick Jagger filmde Muddy'ye şöyle der: "Grubumuza sizin şarkılarınızdan birinin ismini verdik". Rolling Stones gibi rock grupları ilhamını eski Blues'culardan alıyorlardı. O yüzden Muddy Waters gibi bazı blues sanatçıları neredeyse unutulduktan sonra, 1970'lerde "Blues Revival" hareketiyle tekrar Dünyanın gündemine geldiler. İkinci baharlarını yaşadılar. Organizasyonlara katılmaya, TV programlarına çıkmaya başladılar... (Yasemin Çongar, Sevin Okyay, Hasan Bülent Kahraman'ın yazıları, Vikipedia, Charlie Hore'un "Caz dün, bugün, yarın" kitabından ve oğlumun bilgilerinden yararlanılmıştır).



Maceramızda, Caz müzisyeni arkadaşlardan oluşan quartet (dörtlü), Caldonia'lı. Bir yöre ve yerleşim yeri olarak Canales, Caldonia adını vermiş ancak, bence tesadüfi değil. Muddy Waters, B.B.King, James Brown'ın söylediği "Caldonia" adlı bir Blues şarkısı var. Dinamik, canlı ve eğlenceli şarkıda:

"Ayakları kürek gibi/Boyu da sırık gibi/Yarı aç dolaşır/Ama o benim bebeğim/Ne olursa olsun severim ve onun delisiyim/çünkü onun ismi Caldonia/Annem bu kızı bırak diyor/Onu anlamıyor ve hiç sevmiyor/Ama ben onu bırakamam/çünkü onun delisiyim ve onun ismi Caldonia..." der.

Bir de Streamline'dan bahsedelim kısaca: Aerodinamik olarak daha az hava direnci sağlayacak yönde yapılan tasarım şeklidir. Su damlasından yola çıkmış, uçaklarda, denizaltılarda kullanılmış ve bunu otomobiller ve trenler izlemiştir. Film noir türünde, özellikle klasik dönem filmlerinde bu tarzda üretilmiş otomobiller çok görülür. Bu otomobillerin yuvarlak hatlı, estetik tasarımları çok hoş ve albenilidir. Blacksad maceralarında da Guarnido bu otomobilleri başarıyla resimlemiştir.

Bazı örnekler: Cadillac 1948 Pontiac ve Torpedo convertible, 1953 Cadillac Eldorado convertible, 1957 Plymouth sedan, 1952 Buick süper8, Salle 1940 convertible coupe... Hastasıyız.

İnceleme konusu esere dönersek: Blacksad ve gazeteci dostu Weekly, randevuya gelemeyen caz müzisyeni Junior Harper ile buluşamamışlardı. Blacksad ve Weekly ile olan randevusuna gidemeyen Jr.Harper'ı  hapishanede görürüz. Weekly'nin hapishaneye birlikte gittiği kişinin adı Lachapelle Frost, ya da lakâbıyla "Faust"tur (Keçi). Faust'un "Lachapelle Recording" adında bir plak kayıt şirketi vardır. Yetenekli müzisyenleri bulup, meşhur ederek onların sırtından para kazanmaktadır. Jr.Harper, üzgün ve tepkilidir. 'Faust'un yargıç ve savcıların patronu gibi olduğunu, istediğini içeri attırabildiğini' söyler. Faust bu güçlü ve etkili görünümüne rağmen içten içe bir hastalığın pençesinde kıvranmaktadır. New Orleans'ın yakın tarihten gelen büyücü kadın geleneğinin son temsilcilerinden Madam Gibraltar adlı karanlık ruhlu ve karanlık yüzlü büyücü kadının evindeyiz. Madam Gibraltar, ünlü büyücü ve korsan Marie laveau'nun reenkarnasyon geçirmiş hali gibidir. Büyücü Gibraltar, Faust'a kendi hazırladığı ilaçlardan vermektedir. İlacını alan Faust, Blacksad'e mealen şöyle der:

-Kanser hastasıyım.
-Kayıp olan caz piyanisti Sebastian "Little-Hand=Ufak el" Fletcher, benim oğlum gibidir, onu bul. Parayı düşünme. Sebastian'ı kaybetmek istemiyorum.




Blacksad işi alır: ancak, film-noir kuralı mutlaka işleyecektir: Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bu kadar kara film izledim, hiç göründüğü gibi çıktığını görmedim. Eseri kısaca değerlendirirsek: Blacksad'in bu macerası da kalite çıtasını yükseklerde tutuyor. Canales, karakterleri muhteşem yazmış; okuyucusunu yavaş yavaş çözülen olay örgüsü ile trajik sona hazırlıyor. Guarnido'nun çizimleri; capcanlı, renkli, karakterleri ve onların duygularını aktarmada son derece başarılı. New Orleans fonu da gerçek gibi sanki. Guarnido, bu eser ile 2011 yılında en iyi çizer dalında "Eisner" ödülünü kazanmış.

Blacksad ile Weekly caddeye çıktıklarında, kendilerini ezmek üzere olan bir otomobilden son anda paçayı kurtarırlar. Otomobilden aygır gibi özel detektif Ted Leeman (su aygırı) iner. Paraya karşı zaafı olan bu müptezel detektif, maceradaki önemli karakterlerden biridir. Birileri onu kullanmaya çalışırken, kendi aklınca o da başkalarını kullanarak yolunu bulmaya çalışır. Faust, Sebastian'ı bulma işini  önce ona vermiş, ancak sonra işi ondan alıp Blacksad'den işi yapmasını istemiştir. Aygır, bu kıskançlıkla maraza çıkarmaktadır. İleride daha da beterlerini çıkaracaktır.

Sonraki panellerde, Blacksad, Sebastian'ın eroini aldığı "Ebony" adlı bara gider. Sebastian'ın izini sürmektedir. Aynı zamanda eroin de pazarlayan bar çalışanları ile Blacksad arasında şiddetli bir kavga çıkar. Bar tezgahının arkasındaki adam tezgahın altından beyzbol sopasını çıkarır. Blacksad'in kafasında patlayacak olan kalın sopa, onun eğilmesi ile bar fedaisinin suratını Çarşamba pazarına çevirir; o artık dişsiz biridir. Çevik bir atlayışla tezgahı geçen Blacksad sopayı yakalar ve barmenin gırtlağına sopayı sert şekilde bastırarak nefessiz kalan adamı konuşturur. Maceranın başında gördüğümüz maskeli adam, fare zehiri gibi berbat bir uyuşturucuyu, Sebastian'a vermek üzere onlara teslim etmiş; onlar da Sebastian'a vermiştir. Birisi Sebastian'ı kötü uyuşturucularla zehirleyerek öldürmek istemektedir. Bu kişi kimdir?

Şimdi Sebastian'ı tanıma sırası. Sebastian "Ufak El" Fletcher (uzun kulaklı  bir köpek), mahzun mahzun bakan, ince uzun birisidir. Hassas, duygusal ve vicdan sahibidir. Kibar elleri vardır. Dehâ derecesinde yetenekli bir müzisyendir. Caz piyanistidir, bestecidir, icracıdır, şarkı da söyler. Hamile eşi Hannah ile belediye otobüsünde görürüz onları. Günlerdir eve uğramamaktadır. Ortadan yok olmuştur. Hannah, 'Faust'un, kendisine yardım ettiğini, Sebastian'a da yeni plak yapmaya söz verdiğini' anlatınca; Sebastian kızar ve otobüsten atlayarak uzaklaşır. Sebastian, Faust ile ilgili çok şey biliyor fakat anlatamıyor gibidir sanki. Hannah ise hamile haliyle otobüste zemine düşer. Zor durumdadır. Bundan sonrası SPOILER olabilir uyarısıyla birlikte maceranın tamamını anlatacağımı belirtirim. Çünkü böylesi, bu inceleme yazısı için daha iyi ve anlamlı olacak. Macerayı hâlâ okuyamamış olan varsa ve sonunu bilmek istemiyorsa; bundan sonrasını okumayabilir notunu düşmüş olayım.

Sebastian'ı aramaya devam eden Blacksad, onu plakçı dükkanlarına sorar. Dükkandan çıkan Blacksad, Büyük Bill Lenoir (Eşek) adlı sokak müzisyeni ile karşılaşır. Acılı geçmişinin izleri, Büyük Bill'in eksik bacağından anlaşılmaktadır. Onu takip eden talihsizlik ve belalardan kaçacak iki bacağı yoktur. Büyük Bill, çevresinde toplanmış çocuklara "Cehennem ve Şeytan"la ilgili bir şarkı söylemektedir:

"It's a long long lane  that hes no turning
And it's a fire that always keeps on burning

(Bu çok ama çok uzun bir yol!
Dönüşü olmayan ve hiç sönmeyen bir ateş!)
Mister Devil down below pitchfork in his hand
That's where you're gonna go do you understand?

(Bay şeytan elinde yabasıyla aşağıda
İşte gideceğin yer orası anlıyor musun?)



Blacksad'in soruları üzerine Büyük Bill, eskiden; Sebastian (köpek), Jr.Harper (Horoz), Fakir Joachim adlı trompetçi (kedi) ve kendisinin (Eşek), "Quartet=Dörtlü" olarak birlikte çalıştıklarını, sokak müzisyenliği yaptıklarını anlatır. Adeta "Bremen Mızıkacıları" gibidirler. Canales'in, quartet'in hikayesini kurgularken, bremen mızıkacıları masalından esinlendiği açık. Masalda, yaşlanan ve sahibi tarafından sokağa atılan eşek, bir süre aç kaldıktan sonra şarkıcı olup para kazanmak için Bremen'e doğru yola çıkar; yolda, kendisi gibi çaresiz olan köpek, kedi ve horoz da ona katılırlar... Kulübedeki yiyecekleri görünce birlikte yaşamaya karar verirler. Bremen yerine New Orleans'ı koyunca hikayeleri benzer.

Bizim dörtlüye dönersek: Aynı kaderi paylaşmışlar, benzer acıları çekmişlerdir. Ortak bir geçmişleri vardır. Bütün caz müzisyenleri gibi zor bir çocukluk dönemi geçirmeleri yanında özel talihsizlikler de yaşamışlardır. Aynı memleketlidirler. Çocuklar, Büyük Bill'in arabasını çalınca onların  peşinden koşturur. Arabadan düşen eski bir el ilanı Blacksad'in ilgisini çeker. İyi bir detektif her ayrıntıya dikkat etmelidir. Bazen küçük bir ayrıntı, detektifi sonuca götürebilir. Tıpkı bu el ilanı gibi. El ilanında: Dr. Dupre'nin "Sonsuz Yaşam" adlı ilacının reklamı vardır. Blacksad, el ilanını incelerken, yanına Faust'un oğlu Thomas (Koç) gelir. Thomas ile ayakta başlayan konuşma yemekte devam eder. Thomas: 'Lenoir, Joachim, Junior, Sebastian ve babası Faust'un Caldonia'lı olduklarını ve Gullah denilen güneyli bir lehçeyle konuştuklarını; babasının Sebastian'ı keşfettiğini ve üne kavuşturduğunu, birlikte kardeş gibi büyüdüklerini' anlatır ve Blacksad'den işi bırakmasını ister. Çünkü paraya ihtiyacı vardır. Kendisi tam zil kalmıştır, babası da hastadır. Daha sonra babasıyla, gemi güvertesinde yaptıkları konuşmadan; karısının, tüm parasını iç edip aşığıyla yemek üzere kendisinden ayrıldığını öğreniriz. Şeytani babası, Thomas'ın, Sebastian'ın eşi Hannah'a yardım etmesinden ve ona destek olmasından hoşlanmamaktadır. Parasız ve gururlu oğlu Thomas ise zengin babasına eyvallah etmeden "Elveda Baba..." diyerek onunla yollarını ayırmıştır. İşte bu şartlarda, işi bırakması istenince Blacksad bozulur ve masayı terk eder.

"Wild Note" adlı caz kulübünün sahibi Carl ile konuşan Sebastian; kulübün bugünkü konumuna gelmesinde kendisinin büyük payı olduğunu söyleyerek, son bir kez daha sahneye çıkmasına izin vermesini ister Carl'dan. Carl ise bu uyuşturucu bağımlısı müzik dehasına güvenmemekle beraber ona bu şansı verir. Sebastian, "Pisen Blues" adlı yeni şarkısını çalacağını söyler Carl'a. "Pizen", yerel Gullah lehçesinde "Zehir" anlamına gelmektedir. Bu zehir metaforu; hem uyuşturucu illetinin niteliğini belirtir, hem de Sebastian'ın müziği ile ilgisini ve hayatının sonunu getirecek tehlikeyi anlatmaktadır. Sebastian'ın, Wild Note'da çaldığı gece olanlar olacaktır. Pisen Blues, ölümün eşiğindeki bir bağımlının elveda notu gibidir. Aynı gece eşi Hannah doğum yapar ve bir oğlu olur. Hannah'a yardımcı olan Faust'un oğlu Thomas'tır. Artık bu yardım ve destek duygusal boyut kazanmıştır. Eve gelen Blacksad, Thomas'ın engellemelerine karşın Hannah ile konuşur. Hannah, 'çekmecedeki bir kağıdın yardımcı olabileceğini' söyler. Çekmecede, sözlerini Büyük Bill Lenoir'in yazdığı "Pisen Blues" adlı şarkının yazılı olduğu kağıt vardır. İnsanların onu ilk duyduklarında akıllarını başlarından alacak kadar güzel bir şarkıdır "Pisen Blues".

Müzisyen Jr. Harper'i arayan Weekly, New Orleans'ın  oteller bölgesine gider. Jr.Harper'ın kaldığı otele girer. Hayat kadınlarının baştan çıkarıcı tekliflerine, görev aşkıyla kahramanca direnen weekly "Görevdeyim" deyince, kadınlar: "Polis misin? Tüfeğini git başka yerde temizle" derler. O hızla merdivenlerden çıkarken çukulata renkli ilik gibi bir fahişenin balkonuna çarparak başı dönse ve hoşafına giden kadının arkasına bakınca feleğini şaşırsa da; odasına çıktığında boş pencereden aşağıya bakınca Jr.Harper'in cesedini görür. Blacksad'e bunun bir cinayet olduğunu söyler. Blacksad de Faust ile görüşmeye karar verir.



Büyücü Madam Gibraltar'ın evinde Faust ile görüşür Blacksad. Büyücü, büyü dansı ile Faust'u iyileştirmeye çalışmaktadır. Faust, anlatması gerektiği kadarını anlatır Blacksad'e. Büyücü Gibraltar'ın verdiği ilaçlı bourbon'u(viski) içen Blacksad: 'Mardi Gras caz müziği festivali ve karnaval'da olduğu gibi insanların maskelerini çıkarmadıklarını ve ikiyüzlü olduklarını' söylerken, Gibraltar'ın kötülük dolu sinsi bakışları onu izlemektedir.

"Ebony" adlı barın kapısındaki fedaiye, maskeli meçhul kişi Sebastian'a vermek üzere tekrar zehir gibi berbat uyuşturucuyu teslim eder ve avucuna da ücretini bırakır. Kedi gibi tırmandığı yerden bu teslimatı izleyen Blacksad, teslimattan sonra ikileyen meçhul kişiyi takip eder. Ana caddeye çıkınca; rengarenk ve capcanlı, müzikle dans eden, maskeler takmış karnaval kalabalığını görünce şaşırır. Yol açmak için kolunu tuttuğu sarışın ve maskeli bir piliç, ayaküstü Blacksad'in bademciğini alır. Boynuna da karnaval boncuklarından bir kolye takar. Blacksad, kötülüğü takip ederken, kötülüğü umursamayan kalabalık, karnaval yaparak eğlenmektedir.

Blacksad'in iç sesi :"Bu maskeli balo gitgide anlam kazanmaya başladı ve maskeler düşüyor" der. Düşüncesine göre: Thomas, yolsuz kaldığı için büyücü Gibraltar ile anlaşarak babasının işini daha çabuk bitirmeye çalışmaktadır. Faust'un servetinin üvey kardeşine gitmesini önlemek için de ona uyduruk uyuşturucu vererek  Sebastian'ı öldürmeye çalışmaktadır. Karısına ilgi göstermesinin sebebi, kıskançlıktan dolayı Sebastian'ın eşini de elde etmektir. Aslında dillendirilen bu düşünceler; film noir türünde okuyucuyu yanlış yöne sevk ederek yanıltmayı amaçlayan ve sürpriz sona hazırlayan "Red Herrings" denilen izlerdir. Thomas da diğerleri gibi bir kurbandır. Aldatılmaya ve kaybetmeye daha yatkın biridir o kadar... Blacksad, meçhul şahsı takip ederken rıhtıma varınca, Büyücü Gibraltar'ın  verdiği ilaçlı Bourbon'un etkisiyle başı dönerek soğuk soğuk terlemeye başlar, midesi bulanır. Bir iskele babasına tutunur. Arkasında, rakibi özel detektif Ted Leeman belirir. Blacksad, iyice köşeye sıkışmış ve açmazda kalmıştır. Su aygırı (Ted Leeman), güçlü kafası ve çenesi ile Blacksad'i kaldırıp denize atar. İlaçlı bourbon ile sersemlemiş ve aygırdan darbeyi yemiş olan Blacksad derinlere doğru süzülürken ve ağır ağır batarken, sinemadaki "zoom" olarak adlandırılan gittikçe objeyi yakınlaştıran kamera hareketi panellerle gösterilir. Sonrası sessizlik... Cehennem imgeleri belirir Blacksad'in zihninde...

Paralel kurguyla Sebastian'ın zihnine geçeriz; o da kafasında ailesi ve dostlarıyla (ya da dost bildikleriyle) kendi sahte cennetini yaşamaktadır... Ta ki kapının zili çalıncaya kadar. Sebastian, zilin sesiyle uyanır; aynı anda da Blacksad, bir anlığına yaşadığı cehenneminden öksürerek uyanır. Kendi cinsinden güçlü bir denizci (parlak renkli, tüylü kedi) Blacksad'i kurtarmıştır. Birisi anlık cehenneminden, birisi de sahte cennetinden uyanırlar. Sebastian, son sahnesine çıkacaktır; Blacksad de maceranın son hesaplaşmasına doğru yol alır. Mantığını çalıştıran Blacksad; Bremen mızıkacılarına benzeyen caz band'in üyelerinin teker teker ortadan kaldırılmaya çalışıldığını çakaroz etmiş ve Büyük Bill Lenoir'in yatağına sanki oymuş gibi yatmıştır. Müptezel detektif Ted Leeman'ın, Bill'i öldürmek için oraya geleceğini tahmin etmiştir. Olayların arkasındaki esrarengiz kişi olan Faust, iki kat ücret vererek tekrar işe almıştır onu. Açgözlü Leeman ise, Faust'un tüm sırlarını öğrenerek ondan şantajla daha para almayı planlamaktadır. Bunun için Büyük Bill'i öldürmeden önce konuşturacaktır. Yataktan Blacksad'in çıkmasıyla şaşıran leeman, kaba kuvveti ile Blacksad'i safdışı bırakacağı sırada arkadan gelen Büyük Bill lenoir, sivri bir kazma ucuyla Ted leeman'ı öldürür.



Öte yandan, Sebastian'ı arayan Weekly, karnaval sürerken girdiği bir barda, Rose adlı güzel, çıtır bir kadınla tanışır. Kedi olalıberi ilk kez bir fare yakalamıştır. Ancak, bardaki konuşmalardan, Sebastian'ın o gece "Wild Note" caz kulübünde çalacağını duyar duymaz fırlar; bal kutusuna kaşığını daldıramadığı için şansına küfrederek, Blacksad'e haberi ulaştırmak için koşturur. Blacksad de Faust'u bulur ve esrar perdesini kaldırmak için onu konuşturur. Aynı anda Sebastian, "Pizen Blues"u çalmak için son kez sahneye çıkar. Sebastian'ın müzikal anlatımı ve faust'un itirafları ile her şey aydınlanacaktır. Sebastian, kendi hatalarını sayar seyirciye... "fakat bunlar işlediğim en büyük günahla kıyaslanamaz bile. SESSİZLİK günahı... Ve "bu şarkı bunun hakkında" diyerek başlar müzikal bir dille olanları anlatmaya: 'Ortak memleketleri Caldonia'da yıllar önce garip bir hastalık yayılmıştır. Sakat doğan çocuklar. Düşük yapanlar. Ölümler. Dr.Dupre adındaki bir sahtekâr, "sonsuz yaşam" adlı sahte ilacını, halka umut vererek satar ve zengin olur. Toplumların  "bug"unu ve hassasiyetlerini yakalayan istismarcılar; sahte ilaçlarını satarak umutlarını sömürdüğü insanların felaketleri pahasına kendi krallıklarını kurarlar. Dr.Dupre'nin güçlü bağlantıları vardı. Yozlaşmış bir hakimi ikna edip, güçsüz bir toplumu, cahil birine karşı sağır hale getirebilirdi. Getirdi de...

Yıllar sonra... New Orleans'ta, Dr.Dupre, adını değiştirerek  Lachapelle Frost (Faust) ismiyle, "lachapelle Recording" adlı plak şirketini kurdu. Sebastian, Bill Lenoir, Jr. Harper ve Fakir Joachim'den oluşan "caz quartet" de Caldonia'dan gelip, New Orleans sokaklarında müzik yapmaya başlarlar. Faust, Sebastian'daki dehayı farkederek onu meşhur eder ve onun sırtından servetine servet katar. Fakat bu quartet, Faust'un kirli geçmişini ve servetini nasıl yaptığını bilmektedirler. Sebastian, bir yanda elde ettiklerini korumak kaygısı ile sessiz kalırken bir yandan da susturmaya çalıştığı vicdanı ile boğuşmaktadır. Sebastian, vicdanını susturmak için eroine başlar. "Sonsuz yaşam" ilacı davasının tekrar açılmaması için Faust da kirli geçmişinin tanıklarını öldürtmeye başlar. Jr. Harper'ı, müptezel Detektif Ted Leeman'a öldürtür. Faust'un kendisi de, maskeyle yüzünü gizleyerek, zehirli berbat bir eroini Sebastian'a verdirtir; Seb'i bu şekilde yavaş yavaş öldürecektir. Fakir Joachim zaten hastalanarak ölmüştür. Büyük Bill Lenoir'i de Leeman öldürecekken Blacksad kurtarır; o da Blacksad'i.

Maceranın başında, Blacksad'in iç sesi: "Sartre, cehennem başka insanlardır der... Başka insanların hayatını cehenneme çevirebileceğini kabul ediyorum. Fakat aynı zamanda cennetteki partnerin de olabilirler. Benim için cehennem yokluktur. Arkadaşların ve müziğin olmadığı, hayal gücünü teşvik edecek kelimelerin veya duyguları harekete geçirecek güzelliklerin olmadığı..." demişti. Blacksad ile konuşan Faust, şöminenin başında şunları söyler: "Cehennem benim için müzikten yoksun bir yer...Tamamiyle sessiz..."; ardından itiraflarını yapar: Faust kanser değil genetik bir hastalığa sahiptir. Kanı zehirlidir. Oğlu Thomas'ın bu hastalıktan kurtulması ve sağlıklı bir çocuk sahibi olması için çok para harcamıştır...



Sebastian'ın eşi Hannah, yeni doğan oğlunu emzirirken bir yandan da bir halk şarkısı söylemekte, onlara kol kanat geren Thomas ise ayakta gülümsemektedir; yeni ailesi artık onlar olmuştur. Şarkı: "Yaz vakti ve yaşam kolay... Balıklar zıplıyor ve pamuk bolca... Baban zengin ve annen alımlı... Sessiz ol küçük bebeğim... Sakın ağlama... Bu sabahlardan birinde şarkı söyleyerek uyanacaksın... Sonra kanatlarını yayıp gökyüzüne bakacaksın... Seni incitecek bir şey olmayacak... Fakat o sabaha dek, anne ve babacığın yanında olacak".

Şarkı sözlerinin sonundaki panelde:
"...There ain't nothin'can harm you
With mommy...
N'daddy
Stand by...

(..Seni incitecek bir şey olmayacak
Anne ve babacığın yanında olacak...)

sözleri yazılıdır ve...  Sebastian zehirli eroin iğnesiyle "altın vuruşunu" yapmış sonsuz uykusuna dalmıştır...  İnsan hayatı da caz'a benzer; swing, bebop, rhythm and blues, gospel, bossa nova dönemleri olsa da sonu hep blues'la biter. Gırnatacı Dr. Ercüment Cengiz'in de dediği gibi: "Hayat bir caz şarkısına benzer evlat... Nasıl ve ne zaman bitireceğini kestiremediğin bir caz şarkısına..."

Faust, hiçbir ceza almadan, mutsuzluğu, yalnızlığı, hastalığı ve vicdanıyla başbaşa kalmadan önce...
Henüz, Weekly'nin haber vermesiyle Blacksad'in şimşek gibi fırlayıp "Wild Note" Caz Kulübünün siyahlara ait tuvaletinin kapısını kırdığında; kolunda iğne ile Sebastian'ı ölü bulmasından önce...

Henüz daha, Sebastian'ın cenaze töreninde; Blacksad'in bir kıyak yaparak, aldığı tüm parayı Thomas'a vermesinden ve yanındaki Hannah ile kucağındaki bebeğiyle yürürken ona bir el selamı çakmasından önce...

Eski parlak günlerindeki gibi, Sebastian'ın son konserine flashback yapalım; piyanosunun başında şarkısının finalini yapar Sebastian: "Ortadan kaybolmaya, uzaklaşmaya çalıştım; fakat vicdanımı sadece uyutabileceğimi onu öldüremeyeceğimi farkettim.... İşte bu şarkı bunun hakkında. Bayanlar ve baylar; Büyük Bill Lenoir ve Sebastian Fletcher'dan 'Pizen Blues'u dinlediniz".



alan ford

 Peder ellerine sağlık, yine şahane bir inceleme. Atın söylediği şarkının bir Bessie Smith şarkısı olduğunu ekleyelim buraya. Blacksad'in ilk macerasında gitarı tıngırdatan maymun da bir Bessie Smith şarkısı söylemektedir. 1920 li ve 30'lu yılların en sevilen seslerinden biri ve blues imparotoriçesi Smith'in 1937'de genç yaşta bir trafik kazası sonucu erken yaşta hayata veda ettiğini, kaza sonrası beyazların hastanesinden gelen ambulansın Bessie'yi almak istemediği ve siyah hastanesine yetiştirilene kadar müdahale için çok geç kalındığını da keza. Blacksad gibi alt metinde sürekli bir ırkçılık karşıtlığı olan bir çizgi romanda Bessie Smith'in sık sık karşımıza çıkması da hiç tesadüf değil bana kalırsa :)
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

peder clemente

   Yorumun ve değerli katkın için teşekkürler alan ford.Sözünü ettiğin şarkının Bessie Smith şarkısı olduğunu bilmiyordum.Yotube'da, şarkının altındaki ilk yorum:"Blacksad" şeklinde. İnceleme konusu eserde, Büyük Bill Lenoir'in söylediği, "Devil's gonna get you=Şeytan seni yakalayacak" adlı Bessie Smith şarkısını, Blues İmparatoriçesi'nin, buğulu, boğuk ve hüzünlü sesinden şimdi dinledim.Gırtlaktan ve yürekten söylüyor. İnceleme konusu maceramızda şarkıdan sonraki diyalog şu şekilde:
   -Blacksad:"Eğlenceli melodi"
   -Büyük Bill:"Hayatın kendisi gibi kardeşim."
   "cehennem, sessizlik" macerası da sanki tümüyle bir blues şarkısı gibi...
    Irkçılık konusunda haklısın.Kazada, en ağır yaralı Bessie Smith olduğu halde, önce daha hafif yaralı beyazları taşımışlar. Charlie Horn, "Caz :dün, bugün, yarın" adlı kitabının önsözünde: "...Ve cazın tarihi, ırkçılık deneyimleri ve ırkçılığa karşı direnişle öylesine içiçedir ki, bu ikisi birbirinden ayrı tartışılamaz" demiş.Dünyada büyük ekonomik buhran olduğu yıllarda bile, Bessie Smith plaklarının satışları, dev Columbia plak şirketini 1920'lerin sonuna dek ayakta tutmuş.