Altın Madalyon

Popüler Kültür => Edebiyat => Konuyu başlatan: hanac - 19 Mayıs, 2011, 22:48:31

Başlık: Madalyonun Öteki Yüzü
Gönderen: hanac - 19 Mayıs, 2011, 22:48:31
Sevgili vega (Umut Çalışan) arkadaşımız da forumumuza üye olmuştur.

Kendisini Hipnoz dergisinden ve RR den tanıyorsunuzdur.

Hipnoz 5. sayıdaki hikayesi ile kendisine hoşgeldin diyelim  :)

Gel Gör Beni Aşk Neyledi

Bazı insanlar vardır. Ne herkesin sevip saydığı biri olmayı, ne de yüzyıllar boyu herkes tarafından hatırlanmayı isterler. Bir köşede usulca, sessizce, kendi kendine sıradan bir hayat yaşamak, vakti saati gelip bu dünyadan göçtüklerinde de önce birkaç yıl sevdikleri tarafından hatırlanmak, sonrasında da unutulup gitmekten ibarettir tüm istedikleri.

Ben de delikanlılık çağlarıma kadar bu grup insanların içine dâhildim. Hayatta tek gailem işime gidip gelmek, münasip bir kısmet bulunca da evlenip çoluk çocuğa karışıp ihtiyarlamak ve mümkünse iki ayağımın üstünde ölüp gitmekti.

Amma hayat öyle garip bir şey ki. Çok şey isteyene hiçbir şey vermezken, benim gibi pek az şey bekleyenlere de hem hak ettiğinden hem de taşıyabileceğinden çok fazlasını veriyor.

Sen ne kadar hayattan kaçsan da, hayat seni kovalamaktan hiç vazgeçmiyor ve en sonunda bu sabrının karşılığını alıyor. Sen hiç farkında olmadan bambaşka bir amaç için yaptığın bir hareketin sonucu çığırından çıkıp; senin beklentilerinden uzak bir yöne doğru gitmeye başlıyor.

O zamanlar bir köy okulunda öğretmen olduğum yıllar. Okul köyün sonuna doğru, biraz da dışında olduğundan bütün öğrencileri toplayıp sabah okula, akşam da köye geri götürmek benim işim. Sahip çıkmazsan ya babaları tarlaya götürür, ya bunlar göle yüzmeye kaçarlar. Devir daha okumanın ne kadar güzel bir şey olduğunu bilen insanları az olduğu bir devir. O zamanlara göre hatrı sayılır, saygı gören bir mesleğe sahibim. Hatta kendime göre bir makam aracım bile var. Bir ayağı hafif aksayan, yaşlı bir eşek. Durun hemen gülmeyin. O zamanlar için gayet lüks bir vesait benim ki.

Okul köyün sonlarında demiştim ya hani. Tam da sonunda değildi. Keşke öyle olsaydı. Belki o zaman bu maskaralık başıma gelmez, sessiz sakin yaşantıma devam edebilirdim. Okuldan sonra tek bir ev daha vardı. Okul kapısından çıkınca köy meydanına soldan gidilirken, tam aksi istikamette kalan tek bir ev. İçinde dünya güzeli, gündüz güneş, gece ay gibi parlayan bir kızın oturduğu tek bir ev. Tam emin olmamakla beraber galiba onunda bende gönlü vardı. Her akşam okul çıkışı kapının önüne geldiğimde onu bahçeye çıkmış, babasına çaktırmamaya çalışarak okul kapısını gözlerken bulurdum onu. Ama gelgelelim çocuklar önümde köye doğru yollanınca; sevdiğime sırtımı döner, hayalimde kalan görüntüsüyle yetinmek zorunda kalırdım.

Hem kendim utandığımdan, hem de bir gören olur ona söz gelir diye düşündüğümden dönüp arkama bakamazdım. Ben bakamazdım ama acaba o bana bakmayı sürdürüyor mu diye düşünmekten de deli olurdum.
Günden güne içimde sevdam artmaya başladıkça merakım da artmaya başladı. Meraktan da ziyade onu daha çok seyredebilme arzusu içimi yakıp kavurmaya başladı. Bu işe bir çare bulmalıydı. Hem çocukları başıboş bırakmayıp köye birlikte götürecek, hem de kimseye belli etmeden yavukluma doya doya baktıracak bir çare. Ey aşk! Sen kimini vezir, kimini rezil edersin ya. Benim payıma rezillik düşürmüşün meğer. Ben ne yapsam, ne etsem diye düşünürken en sonunda o çareyi buldum.

Eşeğe ters bindim...

Evet yaptım. Eşeğime ters binip bir yandan usul usul köye dönerken, bir yandan da gözden kaybolana dek karagözlümü seyrettim. Ama ben gözlerimi kapamış, sevgilimin hayaliyle tatlı hülyalara dalmışken köy meydanına vardığımı fark edemedim. Ondan sonrası malum. "Hocam bu ne hal" diye soranlara gerçeği söyleyemedim. Ben de o günden sonra herkesin birbirine fıkra diye anlattığı yalanı uydurdum. Bunu gerçekte neden yaptığımı bilmeden bütün köy, sonrasında da kim duyduysa herkes güldü. Kimi katıla katıla, kimi eşek gibi anıra anıra. Değdi mi diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Her saniyesine kat be kat değdi değmesine ama çok değil bir iki gün sonra benim bakmaya doyamadığım, doyacak kadar bakmaya kıyamadığım yârim komşu köyden Ahmet Ağa'nın oğluna avrat, tarlalarına ırgat oluverdi gitti.

O mutlu oldu mu bilmem ama benim nasıl tarumar olduğumu bir ben bilirim. Hani çok büyük konuşmak gibi olmasın ama sağ kolum omzumdan kopup gitse, çuvaldızla yerinde dikseler bu kadar canım yanmazdı.

Ondan sonra zaten hayat hayal ettiğim sakinlikten çok uzaktı. Artık her yeni gün yeni bir acıydı benim için. Hani kader ağlarını ördü derler ya; benim ki de o hesap eşeğe ters binmemin her yerde anlatılması yetmezmiş gibi efkâr dağıtmak, kendi derdimle kendi kendime kalmak için göl kenarında demlenirken köy korucusuna yakalandım. Bereket son anda fark edip toparlandım ve kap kacağı yıkamaya koyuldum. Ama mendebur herif yakamdan düşmüyor ki. Zaten geçen olaydan beri herkes bu sefer ne yapacak diye her hareketimi gözler oldu. Korucu da bakalım hoca ne cevher yumurtlayacak diye aranıp durur oldu başımda. "Ne yapıyorsun?" deyiverdi. Yahu zaten olmuş kafam bi dünya, derdim bana yetip artmakta "görmüyor musun, göle maya çalıyorum" diye tersleyim istedim. "Amma yaptın hoca, göl hiç maya tutar mı ?" deyince iyice tepem attı. "Ya tutarsa" deyim başımdan savdım. Savmaz olsaydım. İtin soyu anında köye yetiştirmiş. Köylü gülmekten helak olmuş. Köye döndüğümde kimle karşılaşsam gülmekten gözü yaşarmış "hocam sen çok yaşa e mi" deyip durur. Hay hoca kadar başınıza taş düşsün e mi ?

İşte o gün bugün; birine laf sokmak için söylediğim her bir söz, gariplerin yanında olmak için yaptığım her bir hareket, zalimlere verdiğim her bir ders efsane olup çıktı. Yahu ben "hoca bir gün" diye başlayan fıkraları duymaktan bıktım, siz anlatmaktan bıkmadınız.

Gün geldi, devran döndü. Her acı gibi aşk acısı da unutuldu gitti. Bu sevdadan geriye bana tek hediye Nasrettin Hoca efsanesi kaldı. Varsın kalsın. Allah a çok şükür sonradan helal süt emmiş başka biri çıktı karşıma. Sağ olsun yoldaşlığını bir gün eksik etmedi.

O değil de aklıma ne geldi. İyi ki göl maya tutmadı. Allah muhafaza ya tutaydı? Koca göl mundar olurdu. Gölün mundar olmasını bırak, tüketemeyip bozulduğunda bütün köy kokudan telef olurdu. Allah korumuşta haberimiz yok.
Neyse bana müsaade. Sakın üstteki paragraftan da başka bir fıkra türetmeye kalkmayın. Ağır konuşurum ona göre. Gerçi ben ağır konuşsam da siz yine gülersiniz ya neyse.

Kalın sağlıcakla...
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzü
Gönderen: rumar80 - 19 Mayıs, 2011, 22:51:28
   Umut arkadaşımız hoşgeldi sefalar getirdi.
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzü
Gönderen: V - 19 Mayıs, 2011, 22:55:30
Umut hoş geldin.Öykülerini bekliyoruz.
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzü
Gönderen: Hayal Kahvem - 20 Mayıs, 2011, 10:21:10

Heey! Ne hoş bir öykü!..
Ne yalan söyleyeyim,  öykü sever biri  olarak bir öykü yazarının üye olmasına çok sevindim  ;)

Hoşgeldiniz Vega!
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzü
Gönderen: kalidor - 20 Mayıs, 2011, 10:42:51
Hipnozdaki öykünüzü keyifle okumuştum. Aramıza hoşgeldiniz..
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzü
Gönderen: emre ozdamarlar - 20 Mayıs, 2011, 13:53:04
Umut hocam hosgeldin!
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzü
Gönderen: Vega - 20 Mayıs, 2011, 18:32:05
Hoşbulduk. Hasan abinin ısrarlarını kıramayıp tekrar üye oldum. Her ne kadar forum ortamlarında eskisi kadar aktif olamasam da fırsat buldukça bi iki satır karalamaya çalışacağım.
Başlık: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Ben
Gönderen: Vega - 21 Ağustos, 2011, 13:29:29
Ben
1993 yılının Şubat ayında, soğuk bir Cumartesi günü 15 yaşında bir çocuğun titreyen ellerinde açtım dünyaya gözlerimi. Nedense ondan öncesini hatırlamıyorum. Belli belirsiz birkaç insan, karton kutular, makine gürültüleri, mürekkep kokuları var aklımda ama tam net bir şey yok...

İlk başta çocuğun beni koynunda saklaması hoşuma gitmişti. Hatta bunu beni soğuktan korumak için yaptığını düşünüp mutlu bile olmuştum. Meğerse saklanıyormuşuz. Ama neden ki? Saklanmayı gerektirecek ne yapmıştık acaba? Evin içine girer girmez kimseye göstermeden yatağın altına sakladı beni. Kışın soba yanmadığı için soğuk, bu yüzden az kullanılan bir odada, soğuktan buz tutmuş, rutubetten ıslanmış bir yatağın altına...

Burada bana benzeyen bir kaç arkadaşımla daha tanıştım. Soğuktan üşümüş, titreyen ve niçin saklandığını bilmeyen...

Birkaç gün yanıma uğrayan olmadı. Açlıkla bir problemim olmasa da soğuk ve rutubet aşırı derecede rahatsız ediyordu. Arkadaşlara sordum. Bu her zaman böyle olurmuş. Evin çocuğu bizi gizlice buraya saklar, ara sıra evde kimse yokken gelir, gözlerimizin içine bakar, okşar, ıslanan yerlerimizi ısıtmaya, kurutmaya çalışır, sonra çaresizce yatağın altına bırakır gidermiş.

Zamanla bu duruma alışmaya başladım. Hatta her ay aramıza yeni gelen arkadaşlara akıl bile verdiğim oluyordu. Bu arada yaz yaklaşıyordu. Yatağın altı artık eskisi kadar soğuk olmuyordu ve Umut yanımıza daha sık gelip gitmeye başlamıştı.

Evet çocuğun adı Umut'tu. Lise birinci sınıfa giden, yaşıtlarına göre kısa boylu, zayıf ve o cüsseye sığmayacak kadar büyük bir hayalgücüne sahip... Derslerinden fırsat buldukça yanımıza gelir, hiç birimize haksızlık etmemeye çalışarak, hepimizle tek tek ilgilenirdi. Kimseye belli etmezdi ama ben fark ederdim. Benim yerim ayrıydı.

Umut bana bakarken ben de ona bakardım. O bende ne görürdü bilmem ama ben Umut'un gözlerinde umudu görürdüm. Bir gün hepimizin ortaya çıkıp, yatağın altında değil de, kitaplığın başköşesinde durduğumuz günü hayal eden çocuğu seyrederdim.

Bu gün itibariyle bu hayali kuralı neredeyse on sekiz sene oluyor. On beş yaşındaki o çocuk bugün neredeyse otuz yaşında koskoca bir adam. Artık ne kısa boylu, ne de zayıf. Ama ne zaman yeni bir kitap alsa ellerinde aynı titreme ve gözlerinde aynı sevinç...

Ben... Ben bir çizgi romanım Umut'un kitaplığında. Bilka tarafından Şubat 93'te yayınlanmış Örümcek Adam'ın 151. sayısı. Üçüncü kalite hamura siyah beyaz baskılı. Çoğunuz bilmez ama ben de her kitap gibi nefes alırım. Okurum, yazarım. Soba tutuşturmaktan çok daha fazla işe yararım. Misal bir çocuğun yalnızlığını paylaştım, hayal gücüne arka çıktım, dünyaya küsmesine engel olup insanlarla arasını sıcak tuttum. Bazen araya iş güç, bazen de dersler girer. Hatta bazen araya bir kız girer(gerçi bu sefer ki aradan pek çıkmayacak gibi evlilik falan diyorlar. Dur bakalım hayırlısı) uzaklaşırız birbirimizden. Ama bu demek değildir ki Umut bizden bıktı. Annelerinizin atmaya kıyamadığı bebeklik patikleriniz gibi biz de öyle dururuz kitaplığımızda... Elbet bir gün biri gelir, bizi okur diye sıramızı bekleriz...

Biri bizi bulur, sobaya atar diye korktuğumuz, bir gün kendi kitaplığımıza kavuşuruz diye Umut'la umutla beklediğimiz günler çoktan geride kaldı. Biz kitaplıktaki yerimizi çoktan aldık. Şimdi yepyeni hayallerimiz, yepyeni umutlarımız var. Birisi herkesin kitaplığında en az bir arkadaşımı görebilmek, diğeri Umut'un yazdığı bir arkadaşımla yanyana kitaplığın tadını çıkarabilmek...
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Ben
Gönderen: Tarkan Kurt - 21 Ağustos, 2011, 13:36:50
Çok güzel olmuş, okurken duygulanmamak elde değil, tebrik ederim dostum.
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Ben
Gönderen: HacıGeraltEmmi - 21 Ağustos, 2011, 13:44:18
Çok sıcak, çok içten, nefis bir hikaye. Tebrikler. Başka hikayelerinizi de okumak isterim doğrusu.
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Ben
Gönderen: Peyami - 21 Ağustos, 2011, 19:26:46
Bir kaç değişiklikle kısa bir animasyon filmine dönüştürülebileceğini düşündürdü bana.

Paylaştığınız için teşekkürler.
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Ben
Gönderen: yunusmeyra - 21 Ağustos, 2011, 19:40:22
tam da bu güzel hikayede anlatıldığı gibi inandık, çizgi romanlarımızın bizim "okumalarımız" dışında da bir hayatları olduğuna..ve onun için bir zagor yanına bir diğerini,bir alaskanın yanına diğer sayısını koyduk...yanlız kalacaklar gibi gelirdi bize..sahaflara satarken bile eşleriyle beraber koyduk raflara ve öylece vedalaştık..
bu sıcak hikaye için çok teşekkürler..
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Ben
Gönderen: Hayal Kahvem - 21 Ağustos, 2011, 21:35:56
Selam Vega

Enfes bir öykü bu! Gerçekten.. Bencileyin nesnelerin canı olduğuna inanan biri için... Hele
sonu böyle tatlı bir sürprizle bitiyorsa, okumaya doyamam.

Önce acaba yavru kedi olabilir mi diye aklımdan geçti bir an...
Çizgi romancılar arasında olduğum halde öykünün sonu şaşırttı beni..

Çok sevdim öykünüzü... Umarım yakında yeni bir öykünüzü okuyabiliriz. Ellerinize, yüreğine sağlık.
Çok güzel bir öykü.  :)
Başlık: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Mutant Mahmut
Gönderen: Vega - 31 Ağustos, 2011, 22:14:13
Sayın Hâkimim

İsmim İlhami, soy ismim Veran. Davacı Mahmut Yılmaz'ında yaşadığı Sığırcılı köyünün muhtarıyım. Zat-i âlinizin de bildiği üzere değerli kardeşimiz, köylümüz Mahmut aralarında benimde bulunduğum onbeş kişi hakkında, kendisine ayrımcılık yapıldığı, yaşama, çalışma ve dinlenme gibi yaşamsal haklarının kısıtlandığı, halka açık alanlara girişine izin verilmediği, köyümüzden sınır dışı etmeye çalışıp çeşitli kereler linç girişiminde bulunduğumuzu iddia edip, söz konusu eylemlerin evrensel insan hakları beyannamesine, Türk ceza kanununa ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin halkçılık ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle davacı olmuştur.

Hâkim Bey, hakkımızdaki iddialar çok çeşitli ve bizim gibi ülkesini seven insanlar için ağır olmakla beraber, biz cahil köylülerin kelime dağarcığı aynı oranda küçüktür. Dolayısıyla kendimizi savunmaya çalışırken elimizde olmadan yanlış bir kelime sarf edersek kusurumuza bakmayın.

Hâkim Bey, her şey bundan otuz iki yıl önce Mahmut'un rahmetli Rıza'nın dördüncü ve son çocuğu olarak dünyaya gelmesiyle başladı. İlkin doğum esnasında annenin ölüp ebenin delirmesini kadere, üç yıl sonra Rıza'nın koyunlarıyla beraber uçurumdan atlamasını sürü psikolojisine bağlasak ta Mahmut'un ergenlik çağına gelip köyün bütün kızlarını hipnotize ederek baştan çıkarmasıyla korkunç gerçeğin farkına vardık. Bizim Mahmut sinemalarda seyrettiğimiz, bayıla bayıla kitaplarını okuduğumuz ecnebilerin "mutant" dediği mahlûkatlardandı. Amma biz mutantta olsa mahlûkatta olsa Allah'ın yaratığıdır deyip aramıza kattık, hiçbir zaman bizden farklı diye hor görmedik, küçümsemedik, yetimin boynu bükük kalmasın diye elimizden geleni yapmaya çalıştık.

Ancak yıllar geçtikçe Mahmut'un aramızda olması bazı sorular doğurmaya başladı. Örneğin tüm çocuklar toplanıp inşaatların ikinci katından kuma atlarken bizim Mahmut dördüncü, beşinci kattan rahatlıkla atlayabilmekte ve kum tepesinin üstüne ayak izi dahi bırakmayacak kadar yumuşak bir iniş yapabilmekteydi. Haliyle bunu bilmeden onu taklit etmeye kalkan çocukların başına gelmeyen kalmayınca köyün tüm anneleri çocuklarına Mahmut'la arkadaşlık etmeyi yasakladı. Zaman geçip Mahmut adam sıfatına erince de kahvede de kimse bunu arasına almadı. Sizde takdir edersiz ki insanüstü refleksleriyle taş çalan, karşısındakinin düşüncelerini okuyup ona göre koz çeken biriyle okey ya da batak oynamayı doğal olarak hiç kimse istemedi. Eğer bunun adı dışlamaksa biz Mahmut'u dışladık hâkimim.

Yine de vazgeçmedik. O bize Rıza'nın emanetidir deyip insan içine karışsın diyerekten tüm köylüler bir olup ona sırayla iş verdik. Ama malumunuz köy yerinde çalışmak zordur hâkimim. Sıcaktan, terden adamın ensesinde yumurta pişer. Gelgelelim bırakın yumurtayı Mahmut'un vücut ısısı 2200°C yi bulunca yetmiş beş dönüm buğday tarlası, sekiz ahır ve oniki kümes tutuşunca Mahmut'u çok sevdiği işinden gözünde yaşlarla ayırmak zorunda kaldık. Ola ki bu gözyaşlarının serinletmek için üstüne sıktığımız suyla alakası varsa istemeden olmuştur hâkimim. Yine de hemen vazgeçmeyip Mahmut'u çok zorlanmayacağını düşünerek köyün veterineri Ömer Beyin yanına getir götür işleri için soktuk hâkimim. Ancak bu defada köyün tüm inekleriyle telepatik olarak iletişime geçip, daha sağlıklı koşullarda bakılmazlarsa süt vermemelerini önerince sabır taşımız hafiften çatırdamaya başladı. Elimizden geldiğince kendimize hâkim olmamıza rağmen ne zaman ki iş inada bindi, süt vermiycem diye kendini sıkan ondört inek çatlayıp telef oldu işte o zaman taş maş kalmadı. Tüm köylü birlik olup Mahmut'un üstüne yürüdük. Zannımca davacının linç girişiminden kastı bu olmakla beraber köyümüzde her zaman sağduyu galip geldiğinden sadece birkaç taş ve sopa darbesinden sonra olay yatışmıştır. Ayrıca arbede esnasında Mahmut'un topuklarına dokunarak felç ettiği –ki bunu nasıl yaptı bilenimiz yok- iki kişiyi de normale döndürmesiyle olay tatlıya bağlanmıştır.

Tüm bunlar olup biterken sayın hâkimim birde duyduk ki Amerika'da Mahmut gibi mahlûkatlar... Affedersiniz mutantlar için bir okul varmış. Xavier diye bir adam bunları topluyor, çeşitli numaralar öğretiyormuş. Tüm köylü aramızda para toplayıp Mahmut'a
Gel seni bu okula gönderelim, oku adam ol, mesleğini eline al deyince başladı mı "ben sirk hayvan mıyım, adam değil miyim ulan şerefsizler" diye bağırmaya. Bir şey değil köpoğlu insan gibi ses çıkarmıyor ki. Yarabbi öyle bir ses ki köyde kırmadık cam bırakmadı. En nihayetinde caminin minaresi de çatlamaya başlayınca başını köy imamının çektiği bir grup Mahmut'u sesinin köye zarar vermeyeceği kadar uzağa götürmek için küçük bir miktar kuvvet uygulamak zorunda kaldı. İddianamede bahsi geçen sınır dışı da olsa olsa budur efendim.

Son olarak hâkimim biz Mahmut'u çok sevdik. Zaten biz Sığırcılı köyü halkı olarak yok yaşam standardını kısıtlamaktan, psikolojik şiddet uygulamaktan, evrensel insan hakları beyannamesine aykırı davranmaktan anlamayız. Kaldı ki böyle bir beyannamenin varlığından haberdarsak terbiyesizim. Ayrıca insan ırkının yaşamını devam ettirebilmesi için mutant ırkının kontrol altına alınması gerekliliği bizi hiç ilgilendirmiyor. Kişisel kanaatim insan ırkının yaşaması mazot paralarının zamanında ödenmesiyle daha çok alakalıdır. Ayrıca bırakın ırkları en büyük husumetimiz komşu köylerle ettiğimiz futbol maçlarıdır ve onlarda ekolojik denge için bir tehdit unsuru oluşturmaktan çok uzaktır.

Sözün özü şudur ki hâkimim Sığırcılı köyü olarak Türkiye'nin ilk mutantına sahip çıkmayı, televizyonda "Mutant Mahmut bir faciayı daha önledi" diye alt yazı geçerken gururlanmayı bizde isterdik. Hatta aman aman bir faciayı geçtik Galatasaray forması giyip Fener'e üç gol atsa ona bile razıydık. Ama maalesef beceremedik. Tek suçumuzda olsa olsa budur sayın hâkimim. Son olarak ben Sığırcılı köyü muhtarı İlhami Veran meramım budur, başka da diyeceğim yoktur.

Saygılar
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Mutant Mahmut
Gönderen: Vega - 31 Ağustos, 2011, 22:19:44
En sevdiğim, en güvendiğim hikayem. Şİmdilik bir müddet daha eski hikayelerimden devam edecek.
İşin aslı asıl amacım yazılarıma biraz daha nicelik ve nitalik katıp, basit bile olsa bir kurgu ekleyip Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler'den Kendi Çapımda Öyküler'e terfi edebilmek. Ancak en büyük problemim hala yazmayı bir iş olarak kabullenip, belli bir program dahilinde belli periyodlarla sürekli yazamayıp, anlık ilhamlarla bir saat içinde şimdiye kadar okuduğunuz gibi hikayeler çıkarabilmem. Bir hikayeyi eğer başladığım gibi bitirebilirsem ne ala. Aksi takdirde herhangi bir nedenle yarım bırakıp daha sonra devam ederim dediğim hiç bir yazımı bitiremedim. Onu bırak ilk taslağımda çöp tenekesine gitti.
Aramızda bu sorunuma profesyonel yardımı dokunabilecek biri varsa lütfen yazsın. Ayrıca bu yazım hakkındaki yorunlarınızı da bekliyorum...
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Mutant Mahmut
Gönderen: kalidor - 31 Ağustos, 2011, 22:23:34
 :D :D Süper olmuş, eline sağlık :D
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Mutant Mahmut
Gönderen: HacıGeraltEmmi - 31 Ağustos, 2011, 22:24:07
Çok güzel bir öykü. "Ancak bu defada köyün tüm inekleriyle telepatik olarak iletişime geçip, daha sağlıklı koşullarda bakılmazlarsa süt vermemelerini önerince sabır taşımız hafiften çatırdamaya başladı. Elimizden geldiğince kendimize hâkim olmamıza rağmen ne zaman ki iş inada bindi, süt vermiycem diye kendini sıkan ondört inek çatlayıp telef oldu işte o zaman taş maş kalmadı." ;D Diğer öykülerinizide okumak isterdim. Tebrikler ve başarılar.
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Mutant Mahmut
Gönderen: Vega - 31 Ağustos, 2011, 22:31:10
Ya arkadaşlar hepi topu altı yedi tane hikayem var zaten. Onlarıda yavaş yavaş eklerim siteye. Dediğim gibi kendime bir standar t belirleyip haftada bir olmadı onbeş hadi onu da geç ayda bir bi hikaye yazabilmeyi çk isterdim. Ama yapamıyorum işte. Nedense bir türlü seri üretime geçemedim.
Başlık: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Daha On Yedi
Gönderen: Vega - 02 Ekim, 2011, 12:56:28
Akranlarım arka sokaklarda misket oynarken silah tutuşturdular elime. Çek vur dediler babanın katilini. Nasıl yapardım? Nasıl kıyardım ümit dolu yıllarıma?

Kolay olmadı ama yaptım. Çünkü Nevada'da töre her şeyden önce gelirdi.

O ufacık, minicik, sevgi pıtırcığı ellerim oyundan alınıp silahla daha o zaman tanıştırıldı ve bir daha da ayrılmadı. İlkin içeri attılar kısa bir süre. Yaş haddinden serbest kalıp, koruyucu aileye verilmeden önceki birkaç ayı ıslahevinde geçirdim.

Bazen geriye dönüp bakıyorum da çocukluğuma ait tek hatıralarım, daha doğrusu çocuk olarak tek hatıralarım o ıslahevine ait. Çünkü oradan çıktıktan sonra bir daha asla çocuk olma şansım olmadı. Koruyucu ailemle tanıştığım andan itibaren kendimi nedensiz, saçma bir dünyanın içinde, hayatta kalmak için çocuk değil yetişkin, zayıf değil güçlü olmak gerektiği gerçeğinin içinde buldum.

Bu arada koruyucu aile dediğim de su matarasına bile içki dolduran bir ayyaş ile onun cadaloz karısından ibaretti. Ben ise onların korumaya söz verdikleri bir çocuktan çok evin işlerini yaptırabilecekleri ve para vermek zorunda olmadıkları bir uşaktım. Zaten benim bu sahte kahramanlığımın temellerini onlar attılar desem yalan olmaz.

Her Allah'ın günü dayak yerken dövüşmeyi, ceza olarak aç bıraktıklarında karnımı doyurmak için avlanırken de nişan almayı, ateş etmeyi öğrendim. Yoksa zannettiğiniz gibi birilerinden eğitim falan almadım. Yaşam felsefem basitti. Ya avsın. Ya avcı. Bakmayın siz şimdi ihtiyarın dibimden ayrılmadığına. Kocakarı ölünce sahipsiz kaldı, eh tabi biz de iyi kötü ekmeğimizi elimize aldık, para kazanıyoruz ya mecbur iyi geçiniyor benimle. Yoksa yarım şişe viskiye satmazsa beni ne olayım...

Velhasıl kelam çocukluk zor geçti. Aslında tam da geçti sayılmaz. Daha yaşımız ne ki ? Kocakarı ölünce kendimize yeni kapı ararken girdik bu kaleden içeri. Ne kadersiz başım varmış ki daha içeri girer girmez kalenin itleri çevirdi etrafımı başladılar alay etmeye. Gücendim tabi, zoruma gitti. Gelgelelim ne kadar da kolpa bir yermiş ki burası bacak kadar çocuktan dayak yiyecek kadar çapsızları rancer diye içeri doldurmuşlar. E haliyle okumuşun olmadığı yerde keçi nasıl Abdurrahman Çelebi olursa bizde burada adamcıkların arasında adamdan sayıldık. Sözüm ona şanlı şerefli Nevada Rancerleri. Hadi oradan be.

Gel benden dayak ye. Ondan sonra hala işine devam et. Başkası olsa kahrından ölürdü be. Hay sizin haysiyetinize Onbeş yaşında kopilden medet uman kopuklar sürüsü sizi. Ya tamam bizim de kendi çapımızda marifetlerimiz var ama aynı zaman da akıl mantık da var be ağabeycim. Benim etim ne budum ne... Bak hala yaş haddinden meyhaneye girdik mi alkol alamıyoruz. Bu pırpırlar olmasa içeri bile almayacaklar. Sosyal mesaj vericez diye süt içmekten içim ekşidi resmen.

Ah ulan Konyakçı. Bunlar hep senin işin aslında. "Oğlum bak iki dakika akıllı ol, hem düzenli hem havalı iş, devlet memurusun sonuçta garanti maaş" diye kandırdı beni. Meğersem kendini benim menajerim ilan edip sınırsız yerli içkiye imzalamış mukaveleyi. Zamanında bir uyansaydım ben işe yemiştim seni Konyakçı.

Aslında şimdi bile bir versem istifamı saniye sürmez koyarlar seni kapı önüne. Zati bunu bildiği için her göreve peşimden geliyor gölge gibi. Başıma bir şey gelse kimse yüzüne bakıp bir kaşık su vermez açlıktan ölür. Zerre umurumda değilsin Konyakçı biliyon mu ? Hani hatun bir ağzından kaçırsa "kaçır beni Tom" diye. Alllaaaaahhh !!! Dakika durmam. Satmışım Nevada Rancerleri'nin anasını. Yansın bu Kulver Kalesi. Ondan sonra Salasso'yla beraber sana mutluluklar Konyakçı.

Ama nerdeeee? Ne inat bir hatuna düşmüşüm yarabbi. Nuh diyor peygamber demiyor. Of ulan of. Köprünün orta gözü; sular apardı düzü. Ah ben öleydim Suzan Suzi, Colorado nehri ayırdı bizi. Varsa yoksa Nevada, görev, Kulver. Ne zaman öpüşücez kızım biz ? Sırf hır çıksın, dağıtayım açılayım diye barlarda limonata içtim, hasretinden prangalar eskittim, kederimden Konyakçı'yı geçtim be. (tamam, hiç görmediniz ama siz zaten olayları "bu maceranın sonu" yazan yere kadar takip ediyorsunuz)

Bazen çok daralıyorum be forum. Alıp başımı buralardan gitmek istiyorum. On beş yaşında yüzbaşılık ağır geliyor anlatabiliyor muyum? Konyakçı'yla, Doktor'la takılana kadar yaşıtlarımla köpek kovalamak, derede yüzmek, donuma kurbağa doldurmak istiyorum. Daha basit bir şekilde anlatmak gerekirse sadece çocuk olmak istiyorum işte. Hele bir büyüyelim gene gelir ranger oluruz. Zaten bu dangalaklar bu kafayla devam ettikleri sürece daha bir kırk yıl bana muhtaç kalırlar.

Kendimi nasıl hayal ediyorum biliyor musun forum? Böyle bir yamacın başındaymışım. Kollarım iki yana açık. Rüzgâr kâhküllerimi okşuyo anne eli gibi. Etrafta ne barut kokusu ne at teri. Kulaklarımda çocukların kahkahaları. Ellerimde bilyelerim, topacım. Üstümde kiraz ağacında yırtılan gömleğim. Uçurumun dibinden yukarı doğru sesler beni çağırıyor, rüzgar yüzümü serin serin yalarken yere çarpma sesimi hayal meyal duyuyorum...
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Daha On Yedi
Gönderen: hanac - 02 Ekim, 2011, 13:08:21
Çok güzel bir hikaye Umut, bu daha önce Hipnoz'da yayınlandı mı ?
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Daha On Yedi
Gönderen: yunusmeyra - 02 Ekim, 2011, 13:10:42
"rangerin bilinmeyen hayatından hatıralar" ;D
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Daha On Yedi
Gönderen: Vega - 02 Ekim, 2011, 14:31:52
Alıntı yapılan: hanac - 02 Ekim, 2011, 13:08:21
Çok güzel bir hikaye Umut, bu daha önce Hipnoz'da yayınlandı mı ?


Hayır abi. Bu daha önce sadece rr de yayınlandı. Bu arada msn i neden hiç açmıyosun abi ya?
Başlık: Ynt: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Mutant Mahmut
Gönderen: Vega - 21 Mart, 2012, 21:12:48
Yavu arkadaşlar son günlerde gündemi meşgul eden Supertürk filminin benim bu hikayemden arak olma olasılığı var mıdır?

http://www.kahramanlarsinemada.com/superturk-2012-film-elestirisi/

Gerçi benim hikayem bu kadar kötü değil ama 
Başlık: Madalyonun Öteki Yüzünden Hikayeler - Yalnız Bir Adam
Gönderen: Vega - 16 Eylül, 2012, 22:38:37
Hikaye anlamında ilk denemem, sevgili İlhan'ın lütfedip Hipnoz'un ilk sayısına koyduğu, yayınlanmış ilk hikayem. Umarım beğenirsiniz.



Nehrin kenarında durdum. Neyse ki etrafta kimsecikler yoktu. Bu güne kadar geçtiğim yollara şöyle bir bakıyorum da, benim etrafımda zaten hiçbir zaman kimsecikler olmadı ki. Aslında zaman zaman birileri oldu. Dolandırıcılardan kurtardığım kasaba sakinleri, Daltonların peşinden Kanada'dan tutun da Meksika'ya kadar yollamadık ülke bırakmayan senatörler, valiler, iki tane hırsızı zapt etmeyi beceremeyen yarım akıllı hapishane müdürleri... Gerçi hepsi işleri olana kadar. Bunca sene "Sana ihtiyacımız var Red" diyen adamların bir kere çıkıp da "Bir şeye ihtiyacın var mı Red?" diye sorduğunu duydunuz mu? Ya da bir macera da yardım ettiğim bir adamın başka bir macerada karşıma çıkıp da "Sana geçen sefer teşekkür edememiştim, sağol Red" dediğine şahit oldunuz mu? İşte o kadar yalnız ve bir o kadar vefasız bir hayat sürdüm ben.

Burada yazılanlara ister vasiyetname deyin isterseniz itirafname. İsterseniz yalnızlıktan delirmiş bi adamın saçmalaması, siz bilirsiniz. Açıkçası şu dakikadan sonra çok da umurumda değil. Sadece giderken şimdiye kadar dikkat etmediğiniz, daha da kötüsü dikkat etmeye lüzum görmediğiniz birkaç ayrıntıyı yüzünüze vurmak istiyorum.

Yıllarca "bu adam neden bir başınadır neden sadece Düldül'le yarenlik eder" diye sormak yerine "atını seven kovboy" diye dalga geçmeyi seçtiniz. Tüm ciddiyetimle bara girip barmenden limonata istememe gülerken çok merak ediyorum hiç düşündünüz mü cebimde bira içmeye param var mıydı diye?

Yıllarca aklıma gelen her şekilde eksikliklerimi (gerek maddi gerekse manevi) ne zaman belli etmeye çalışsam siz beni makaraya sardınız. Üstümden çıkarmadığım sarı gömleğe bakıp beni zevksizlikle suçlarken "Al bir de şunu dene" diyeniniz hiç olmadı. Yargılamak kolaydı tabi, yardımcı olmaktı zor olan. Siz kolayı seçtiniz. Yersiz yurtsuz bir kovboy olmam çok hoşunuza gidiyordu biliyorum ama bir de bana sorun bakalım ben halimden memnun muydum?

Etrafınıza bir bakın. Bakın da benim kadar okuru tarafından haksızlığa uğramış bir kahraman daha var mı gösterin. Önüne gelenden dayak yiyen, attığı on mermiden en az yarısı boşa giden Ken Parker'e bile methiyeler düzerken benim her şeyime kahkahalarla güldünüz. Hatta bazen ağzınız yetmedi başka yerinizle güldünüz. Hep güldünüz. İnsanlara küskünlüğümden bir sevgilim bile olmadı. Gelgelelim bunu da iğrenç espri anlayışınıza alet edip türlü şekillerde yorumladınız. Ya hadi hepsini geçtim her kahramanın yanında asil bir köpek olurken, çizgi roman tarihinin belki de en salak köpeğini bana layık gördüler ona bile ses etmediniz. Siz var ya siz, bir gün olsun bile kendinizi benim yerime koymayı denemeden, sırf siz böyle mutlusunuz diye benim adıma halimden memnun olduğuma kanaat getirdiniz. Bencilsiniz, önyargılısınız ve vefasızsınız. Ve beni sevdiğini, ölümüme üzüleceklerini söyleyenler, yalancısınız! Eminim onda da alay edilecek bir şey bulursunuz.

Yine de ölümümden kimse sorumlu değildir. Kalbim kırık olsa bile intiharımın suçunu başkasının üstüne atacak kadar alçalmadım henüz. Eğer yukarıda bahsettiğim konular (neden arkadaşım, sevgilim yok; ayda ne kadar kazanırım, anneme babama ne oldu, ilk kimle öpüştüm, kimle seviştim vs.) hakkında daha detaylı açıklama bekleyen var ise şu kadarını söyleyeyim: ben nasıl ki bunca zaman neden hiç sormadınız diyerek ölüyorsam, siz de neden anlatmadı diye merak ederek yaşayın.

Silahımı Joe Dalton'a bırakıyorum. Eyerimi de yanımda götüreceğime göre başka bırakacak bir mirasım kalmıyor. Eğer beni sudan çıkardığınızda hala işe yarar vaziyetteyse cenaze masraflarımı karşılamak için eyeri satarsınız. Boy ölçülerim ve adıma hazır bir tabut vahşi batıdaki her levazımatçıda olduğundan cenaze işlemleri ile ilgili bir sıkıntı yaşayacağınızı sanmıyorum. Sevgili ve de tek dostum Düldül'ü kimseye bırakmıyorum. Benden zaten yeteri kadar çekti. Bir başka sahibi daha kaldırabileceğini zannetmiyorum. Bırakın kendi başına canı istediği gibi gezsin dolaşsın.

Gidiyorum Vahşi Batı... Ama bu sefer at üstünde gün batımına doğru değil. Boynumda eyerim Missouri nehrinin karanlık sularına doğru. Ve mektubumu size tanıdık gelecek bir cümle ile bitirmek istiyorum. Eminim ki yüzünüzde ben ölüme giderken bile aşağılık bir sırıtma belirecek

BU MACERANIN SONU
Başlık: Madalyonun Öteki Yüzü - Keloğlan'ın İsyanı
Gönderen: Vega - 30 Nisan, 2015, 21:27:58
Bir vardı bir yoktu... Tanrının kulu çok, ama çoktu. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber iken... Sen ise ninenin beşiğini tıngır mıngır umarsızca sallar iken, ben az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim. Yemyeşil ve hüzünlü çayır çimenleri geçerek, lale sümbül biçerek; buz gibi soğuk sular içerek, altı ayla bir güz gittim...

Olmayan saçım, çıkmayan sakalımla adını kimsenin bilmediği ülkelerden az bilinen ülkelere doğru gezdim. Beni adamdan saymayıp alay eden onca yiğidin adını bile duyunca korkup kaçtığı periler, cinler, ecinniler, devler, cüceler, aslanlar, ejderhalarla, hain vezirler ve zalim padişahlarla baş ettim. Böyle böyle yüzyıllarca oradan oraya sürüklendim durdum. Haklının yanında, haksızın karşısında bir ömrü heba ettim durdum. Hep adam yerine konayım, arkamda şanlı şerefli bir isim bırakayım diye çırpındım. Peki, sonunda ne oldu?

Evet, gelinen nokta bu... Yaptığım onca kahramanlığın sonunda hala keloğlan, keleş oğlan!

Ayıptır, daha da ötesi günahtır... Kahramanlığı, yiğitliği vurgulayan, hak edene etmeyene verilen, onca takılacak lakap varken kel başımla anılmak Allah'tan reva mıdır? Tamam, mizah yönü kuvvetli topraklardan yetiştik, hatta zaman zaman ben de bunun ekmeğini yedim ama adam yerine konulmak için daha ne yapmak gerek bilmem ki? Yahu elin Grimm'i, Andersen'i her masalında esas oğlanı en az bir kere bir prensesle öpüştürürken, kâh lüks saraylarda kâh salaş tavernalarda şarap içirirken bize sadece Aykız'ın yanağını okşamayı münasip gördüler...

Sen işi gücü, çifti çubuğu, garip ananı bırak, yalınayak başıkabak yollara düş, kırk bahçe, üç büyülü kuyu geç, kurnazlıkta tilkiyi çaylak bırakan vezirin tuzaklarından kurtul, koskoca cihan padişahının bilmecelerini çöz, güzeller güzeli kızı ölüm uykusundan uyandır, sonunda yanağından bir makas al dön geri... Oldu mu? Olmadı...

Temiz kalpliliğin bu kadarı da hakikaten fazla. Ah benim hem saçsız hem akılsız başım. Ondan sonra da ben neden adam yerine konmuyorum diye düşün dur. Konmazsın tabi. Oğlum Kel! Sen bu sakillikle daha bir beş yüz sene geçse oğlan kalırsın.

Oğlan!

Her maceradan sonra davullu zurnalı ziyafet sofraları kurduracağına elinde bir parça kuru ekmekle kenara çekilirsen olacağı budur işte... "Mütevazı olma, öyle sanarlar" lafının capcanlı örneğiyim...

Ama ben biliyorum yapacağımı... Bundan sonra çıkarım olmayan tek bir işe kalkışırsam namerdim. Keloğlan devi öldür, Keloğlan kızı güldür. Keloğlan aşağı Keloğlan yukarı yeter be. "Kelim şahane sofra kurduk gel" veyahut "Kel bu akşam da buradayız" dediler de gitmedik mi? Hem Kel ne be! İsmim var benim ismim! Onu da araştırmacı tarihçilere bırakıyorum, söylemeyeceğim işte...Bir şeyi de siz bulun, emek sarfedin!

Ben artık oğlan değilim yahu. Sütten çıkmış ak kaşık hiç değilim. En az üç dev öldürmüş, yeri geldiğinde gerektirdiği gibi davranmış, güçlü kuvvetli sırım gibi bir delikanlıyım. Saçım yoksa ne çıkar? Zaten kel erkek daha karizmatik değil midir? Testosteron doluyum oldu mu? Taşıyorum.

Eh Aykız. Şaşırıp da bir kere daha cinlere perilere karışma, çaresiz hastalıklara yakalanma. Eğer ki bu sefer de seni ben kurtarırsam elimden çekeceğin var haberin olsun. Öyle bir yanak vermeyle, uzaktan öpücük atmayla benden kurtulamazsın. Romeo ile Juliet'i çıkaran edebiyat dünyası artık bana da bir kıyak geçsin... Olmadı Tahir ile Zühre'ye de razıyım...

Öf be... Sinirlendim bak. Ellerim titremeye başladı. Sakinleşmek için acaba ne yapmalı? Yatıp uyusam mı ki? Ama olmaz, daha saat erken, güneş tepede... Daha bu saatte de yatılmaz ki. Uykumu getirmek için bir şeyler yapmalı. Ya da daha iyisi aslında yiğitlikte hiç eksiğim olmayan, bilakis fazlam olan kahraman bozmalarına erineyim...

" Hey hancı. Bana şarap getir!"
Başlık: Madalyonun Öteki Yüzü - Dilekçe
Gönderen: Vega - 30 Nisan, 2015, 21:29:46
Sayın Marvel Comics yetkilileri;

Sizlerinde bildiği üzere 1940 yılından beri D.C. Comics şirketinde maceraları yayınlanan, çekilen filmleri hâsılat rekorları kıran, oturuşuyla, kalkışıyla, maskesinin ardından bir bakışıyla dosta güven, düşmana korku salan biriyim.

Çalışmış olduğum süre içerisinde şu anki firmam benden hiçbir imkânını esirgememiş, kostüm ve maceralarımda kullandığım harici ekipmanlarım için teknolojik ve parasal her türlü desteği sağlamıştır. Hatta bu kaynağı yasal bir konuma sokmak için gizli kimliğimi zengin bir işadamı görünümüne sokmuş, özel hayatımda bana yardımcı olması için de mükemmel bir yardımcı tahsis etmiştir.

Ayrıca kendi firmam ve sizin firmanızda çalışan birçok kahramandan farklı olarak beni okurların gözünde küçük düşürecek, onların benimle alay etmesine neden olacak bir yönümün olmaması için kostümlü yaşamımdan, sivil yaşamıma kadar hayatımdaki her detay en ince ayrıntısına kadar planlanmıştır. Örneğin giyim kuşamıma çok dikkat ederim. Asla ve asla ne Süperman gibi mavi tayt üstüne kırmızı külot giyerim, ne Zagor gibi yamalı pantolonla gezerim. Yine Zagor demişken belirtmeden geçemeyeceğim, her ne kadar çıplak elle dövüşmekten büyük keyif alsam da haddimi bilirim. Onun gibi ayılara, gorillere bulaşmam. Son bir örnek verecek olursak; akraba ilişkilerine çok önem vermekle birlikte kimse kusura bakmasın ama Peter Parker gibi iki sene sonra kendiliğinden ölecek yengem için M.J. gibi bir kızdan vazgeçmem. Vazgeçene de söverim, ki zaten sövdüm.

"Bu dilekçeyi iş başvurusu için mi, yoksa bizimle dalga geçmek için mi yazdın?" dediğinizi duyar gibiyim. Asla. Kaldı ki bu dilekçeyi başkalarının da okuyabilme ihtimaline karşı hiç kimse darılmasın diye her çizgi roman ekolünden örnekler vererek yazmaya çalıştım. Benim amacım eğer iş başvurumu kabul ederseniz çalışacağınız kahramanın ne gibi özellikleri olduğunu anlatmaya çalışmak.

Eminim ki bana bu kadar geniş imkânlar sunan bir yerden bunca yılın sonunda neden ayrılmak istediğimi merak ediyorsunuzdur. Aslında ben uzun bir süreden beri sizin şirketinizin hayranıyım. Ama malum nedenlerden ötürü bunu itiraf etmem imkânsızdı. Şirketimde çalışan kadınlar ve haydutlarla sizin şirket çalışanlarını kıyaslayınca içimi tarif edilmez bir kıskançlık duygusu kaplıyor. Ben sizin firmanın kötü adamlarını kıskanıyorum.

Evet, hem de çok kıskanıyorum. Tüm meslek hayatım boyunca benim maceralarıma reva görülen akıl hastalarıyla uğraşmaktan bıktım usandım. Tamam, bir sürü süper gücü varken, o gücüyle keyif çatmak varken dünyayı yönetmek isteyen her adam biraz çatlaktır ama benimkiler bir başka. Sizin nasıl hapishaneden firar etmemiş ya da ölümden dönmemiş suçlunuz yoksa bende de tımarhaneden kaçmamış bir Allah ın kulu yok.

İnanın ki ben Joker delisinin esprilerini anlamaya çalışmak yerine Norman Osborn un kabak bombalarına hedef olmaya razıyım. Yada ne bileyim Bilmececi nin sorularına muhatap olmaktansa Bullseye ile sigaraya halka atmak, Korkuluk un leş kokan gazını koklamaktansa Mysterio nun görsel efektlerine yardım etmek kim bilir ne güzeldir. Hele ki Deadpool ile bir macerada iki kare yanyana görünmek için tüm kahramanlık kariyerime sıfırdan başlamaya razıyım. Kadınları ise kıyaslamak bile istemiyorum. Sizin Psyloche, Rogue ve elbette Felicia Hardy (M.J. dememe gerek bile yok zaten) gibi sanat eserlerinin yanında benim Catwoman, Harley Quinn, Poison Ivy gibi zırdelilerin esamesi bile okunmaz. Düşünsenize bir kapakta ben ve Emma Frost kollarımızı birbirimize dolamış gözgöze gelmişiz. Altına da "bizimkisi bir aşk hikayesi, siyah beyaz fumetti tadında biraz" yazmışız. Ne dersiniz? Güzel olmaz mı?

Yazarlarınızdan tek ricam benim psikolog olmadığımın farkına varıp, beni Gotham ın delilerinden uzak tutmaları. Bunun dışında herhangi bir kuralım, sınırlamam yoktur. Sanatım için her şeyi yaparım, öpüşürüm, gerekirse soyunurum. (külotta yarasa amblemi olması kaydıyla) Bunların dışında parayla pulla işim yok, yukarıda belirttiğim gibi Emma bana yeter.

Son olarak şayet iş başvurum kabul edilmezse bu dilekçenin gizli kalması kariyerim açısından hayati önem taşımaktadır.

Gereğini saygılarımla arz ederim.



Dark Knight
BATMAN


_________________