dean'in izledikleri

Başlatan dean, 19 Ağustos, 2013, 15:53:49

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

dean

The Mummy



http://www.imdb.com/title/tt0023245/

  Canavarlar içerisinde sıra The Mummy'e geldi. Zaten bunu dört gözle bekliyordum. Bu konseptteki en beğendim karakter hep mumya olmuştur. Bunun muhtemel sebebi 1999 ve 2001'de ki The Mummy ve The Mummy Returns filmleri. O filmler benim tam çocukluk dönemime denk geliyor. Aynı zamanda bu tip hikayeler ile ilk karşılaşmalarım. Bu iki filmi kaçar kere seyrettiğimi bilmiyorum bile. Hatta Blu-ray arşivi yapmaya karar verdiğimde ilk The Mummy üçlemesini almıştım.

  Orijinal film Dracula ve Frankenstein'ın bir yıl ardından vizyona giriyor. Filmin başrolünde Frankenstein'a da hayat veren Boris Karloff'u görüyoruz. 1999 yılındaki filmin karakterler ve motivasyon açısından 1932 yılından bu derece esinlenmiş olması çok hoşuma gitti. Karşımızda Imhotep ve Anck Su Namun var. Yine Imhotep günümüzdeki bir bedende Anck Su Namun'u hayata getirmeye çalışıyor.

  Filmin dönemin şartlarının çok üzerinde olduğunu belirtmek lazım. Hikaye açısından Dracula ve Franlenstein'dan daha iyi bir iş çıkarılmış olduğunu düşünüyorum. Böyle düşünmemin sebeplerinden bir tanesi The Mummy'nin spesifik bir eserden uyarlanmaması ve de tabi benim ekranda mumya görmekten çok keyif almam.

dean

The Invisible Man



http://www.imdb.com/title/tt0024184/

  Klasik Universal Canavar filmlerinde dördüncü olarak The Invisible Man tek kelime ile harikulade bir film. Döneminin ötesinde bir zeka ile çekildiği ortada. Elbette uyarlandığı eserin çok kaliteli olduğunu kabul etmenin yanında filminde hakkını vermek gerekiyor. Çeşitli yerleri değiştirilse de ana hatlarıyla kitaba yakın uyarlanan hikaye son derece başarılı. Dr. Griffin'in Kazandığı bu özelliğin kendisine nasıl bir lanet olarak döndüğünü çok güzel anlatmış. Hikaye Dr. Griffin'in deliliğini seyircine başarılı bir şekilde hissettiriyor.

  Görsel olarak baktığımızda yine karşımızda dönemi itibari ile ağızları açıkta bırakacak bir işçilik var. The Invisible Man'in hem görünmez hem de görünen hali çok çok başarılı. Bir saniye bile inandırıcılığını kaybetmemiş. Diğer teknik alanlarda da film göz kamaştırıcı. Filmin açılış sahnesi son derece stilize ve etkileyici.

  Film Dracula, Frankenstein ya da The Mummy gibi direktman korku filmi olarak çekilmemiş. Bilim kurgu nitelikleri kendisini çokça hissettirmekte. Önceki üç filme oranla hatırı sayılır bir mizahi havada var. Yalnız bu mizahi hava Dr. Griffin karakterinin deliliği ile paralel bir seyir izlediği için kesinlikle rahatsız etmiyor. Aksine filmin kurduğu çatıyı daha da güçlendirip, karakterine üç boyutlu bir hava kazandırıyor.

  Dark Universe'te Dr. Griffin, Johnny Depp tarafından canlandırılacak. Bunun bilinciyle bakıldığı zaman filmin ardından Johnny Depp'in harika bir Invisible Man olacağını görmek bence mümkün. Depp'in Dr. Griffin'in sınırdaki psikolojisini kendi tarzıyla yorumlayıp başarılı bir işe imza atacağına ciddi şekilde ikna oldum.

dean

The Ring Two



http://www.imdb.com/title/tt0377109/

  İkinci filmden önce ilk filmden biraz bahsetmek lazım. The Ring rahatlıkla kendisini türevlerinden ayran bir film. Bunun en büyük sebebi ise görselleriyle değil insanı hikayesi ile korkutması. Film baştan sonra baş karakter ile bütünleşmemizi ve macerayı onunla beraber yaşamamızı sağlıyor. Onun ile kaseti seyrediyoruz. Onun ile telefonumuz çalıyor. Onun ile Samara gizeminin içine giriyoruz ve zaman geldiğinde saat dolduğunda filmdeki her kurban gibi bizim içinde Samara geliyor.

  İlk film bunu en doğru atmosferde, en doğru hikaye ile en şekilde bize veriyor. Yalnız burada neredeyse her korku filmi serisinin başına gelen problem Ring serisinin de başına geliyor. İlk filmin ardından hikaye başındaki orijinalliğini kaybediyor. Artık bir kere gördüğümüz şeyden korkmamaya başlıyoruz. Zaten korkmamamızın sebebi zaten onu görmüş olmamız. Gördüğümüz zaman işin sihri kaçıyor. Hele bi'de daha önce ondan kurtulduysak.

  Korku filmlerinde aslında slasher filmler daha şanslı. Seyirci zaten kan, kopan uzuvlara, işkenceye geliyor. Ama Ring tipi bir seride devam eden filmlerde ciddi bir konsept değişikliği yapılmazsa ilk filmin altında kalmak kaçınılmaz hale geliyor. Bu konuda The Ring Two'nun aslında kağıt üzerinde bir şansı vardı. Zira orijinal japon filmin yani Ringu'nun yönetmeni Hideo Nakata The Ring Two'nun başındaki isim. Çok farklı ve orijinal elementler katabilirdi. Ama rahatlıkla ilk filmin yönetmeni Gore Verbinski'nin Nakata'yı Nakata'nın oyununda, onun kurallarında yendiğini söylemek mümkün. The Ring Two, maalesef ilk filmin çok çok gerisinde. İlk filmin çok zayıf bir taklidi gibi kalıyor.

dean

Rings



http://www.imdb.com/title/tt0498381/

  Serinin genel gidişatı ile ilgili ilk filmden sonraki şikayetimi önceki filmin eleştirisinde yapmıştım aslında. Tekrar aynı şeylere söylemeye gerek yok. Üçüncü film artık serinin dip noktasını oluşturuyor. Bu saatten sonra gelen filmler seriyi her sene çekilme kapasitesi olan Saw, Final Destination tipi slasher filmleri haline getirecektir.

Rings'te hikayenin doğasını artık tamamen terk ediyoruz. Kasetle oradan buraya atlayan lanet artık avi, mov, mp4 ne var ne yok yayılıyor. Modernleşme hikayenin tonajına pek yakışmamış. Film korku filmi unsurlarını tamamen kaybetmiş vaziyette. Aslına bakılırsa bir ya da iki tane seri için yeni sayılan fikri var. Ama bu fikirler uygulama kağıt üzerindeki kadar ilgi çekici değil. Yönetmen F. Javier Gutiérrez'in atmosfer kurma anlamında önceki filmlerin çok gerisinde olduğunu kabul etmek lazım.

dean

Bride of Frankenstein



http://www.imdb.com/title/tt0026138/

  Canavar filmlerine Frankenstein serisinin ikinci filmi Bride of Frankenstein ile devam ettim. İkinci filmi ilk filmden daha fazla sevdim. Özellikle ikinci filmi teknik açında ilkinin çok üzerinde hatta ilkinin dışındaki dönemindeki bir çok filmin üzerinde. Hikaye yine oldukça güzel aktarılmış filme. Bu sefer canavarı daha insansı görüyoruz. Daha duygusal bir yapısı var. İçki ve sigara içen bir canavar artık. Dr. Pretorius karakteri de filme renk katmış. Frankenstein ve Dr. Pretorius arasındaki ilişki filmin belkemiğini oluşturuyor ve bunu çok başarılı bir şekilde yapıyor.

  Filme ismini veren Bride ise harika olmuş. Ama onu az görebilmek beni biraz üzdü. Filmin genel hikaye çatısı ve Bride'ın bu hikayeye hizmeti düşünülürse aslında görevini başarıyla yapan bir karakter.

dean

Jack Reacher: Never Go Back



http://www.imdb.com/title/tt3393786/

  Jack Reacher, 2012 yılında vizyona girdiğinde Tom Cruise'un en iyi aksiyon filmlerinden biri değildi belki. Ama kendi içerisinde tutarlı bir hikayesi, Christopher McQuarrie yönetiminde eli yüzü düzgün bir işçiliği vardı. 60 milyon dolarlık bütçesine 218 milyon dolarlık bir gişe elde etmişti. Never Go Back'de ise en büyük değişim yönetmen koltuğunda yaşanıyor. Tom Cruise'un etrafındaki yardımcı oyuncu kadrosunun da değiştiği filmde yönetmen koltuğunda Edward Zwick oturuyor.

  Bazı aksiyon filmleri var ki, her ne kadar hikaye açısından özgün olmasa da atmosferi, temposu, görsel yönetimi, stilize sahneleri ve yeni şeyler denemekten korkmayan yönetmenleriyle türevlerinin arasından sıyrılıyor. (Taken'ın ilk filmi ya da John Wick filmleri ilk aklıma gelenler.) Never Go Back ise klişe hikayesini sonuna kadar yeni hiçbir şey denemeden götürmeden ısrarla sürdürüyor. Zwick gibi tecrübeli bir yönetmenin bu kadar vasat bir yönetmenlik çıkaracağını düşünmezdim.

  Hikaye açısından sınıfta kaldıktan sonra film en azından aksiyon sahnelerinde bi'şeyler yapıyor mu diye baktığımızda ise aksiyonun hikayeden bile kötü olduğunu görüyoruz. Ben uzun zamandır bu kadar ruhsuz, bu derece enerjisiz aksiyon sahneleri görmemiştim. Burada yine yönetmen Zwick'e fatura kesiliyor. Zira bu sahnelerde olabilecek en basit haliyle, en oldu bitti haliyle çekilmiş.

  Filmin başrolünde Tom Cruise'un oynaması dışında hiçbir özelliği yok. O yüzden tavsiye etmiyorum. Ben Tom Cruise yüzünden geldim mesela. Benim gibi extra bi' Tom Cruise sevginiz yoksa kesinlikle izlemeyin derim.

dean

xXx



http://www.imdb.com/title/tt00295701/

  xXx filmlerini daha önce hiç izlememiştim. The Fast and the Furious'un ardından 2002 yılında vizyona giren film yine Rob Cohen'in elinden çıkma. Bu iki film Vin Diesel'i aksiyon yıldızına çevirmişti. xXx, The Fast and the Furious'a kıyasla biraz daha beyni yana bırak aksiyona bak kıvamında. Keyifli aksiyon sahnelerine sahip. Ama onun dışında pek bi'şey vermiyor. Jack Reacher: Never Go Back'in aksine aksiyon olarak daha göz alıcı bir film. Zaten tamamen aksiyon vadeden bir film olduğu içinde insanı rahatsız etmiyor.

  Filmin yer yer ciddi şekilde James Bond'a öykündüğünü söylemek mümkün. Yalnız ben bu kısmı beğenmedim. Filmin doğasıyla son derece uyumsuz bir kontrast yaratmış. Extreme sporlarla uğraşıp, fanila üzerine kürtlü mont giyen apaçi kılıklı bir karaktere James Bond havası vermek bence çok yanlış olmuş. Zaten yaratılan karakter bu filme oturmuş. Böyle bir macera bence aranmamalıydı. Aynı şey filmin final sekansları içinde geçerliydi. Villian ve final kısımları tam bir James Bond öykünmesi.

  Aslında filmi döneminde seyretmek lazımmış. The Fast and the Furious'un da gazıyla herhalde 2002'de seyretsem daha fazla keyif alırdım.

dean

Big Trouble in Little China



http://www.imdb.com/title/tt0090728/

  Küçükken nedense hiç denk gelipte izleyememiştim. Halbuki 80'li yılların aksiyon filmlerine küçüklüğümde televizyonda hep denk gelirdim. Ciddi bir çoğunluğunu da o dönem izlemiştim. Big Trouble in Little China, tam bir 80'li yıllar aksiyon/fantastik/macera filmi. Belki de yapılmış en kaliteli B filmlerinden biri. Son zamanlardaki film eleştirilerimde diyorum ya cesaret, farklı bir şey ortaya koyma diye. İşte Big Trouble in Little China'da bundan bolca var.

  John Carpenter, bu filmle en farklı işlerinden birine imza atmış. Ortaya tam bir aksiyon fırtınası çıkarmış. Film aşırı derecede eğlenceli. Ortaya inanılmaz absürtlükte sahneler çıksa da kendi içerisinde tutarlı ve seyircisinin zekasıyla alay etmeyen bir film çıkmış. Kurt Russell yıldız karizmasıyla filmin büyük bir yükünü sırtlıyor.  and the City'den tanıdığımız Kim Cattrall'ı da bu filmde görmek çok güzeldi.

  Genel olarak baktığımızda amacı dahilinde çok başarılı bir film Big Trouble in Little China. Günümüz türevi filmleriyle karşılaştırılmayacak seviyede. Dwayne Johnson'ın başrolünde olacağı bir remake'i yapılacak filmin ama aynı formülle bu filmin 80'li yıllar zihniyeti dışına işlemesi bence imkansız. Çokça değişiklik yapacaklardır diye düşünüyorum. O da ne kadar Big Trouble in Little China olacak onu da zaman gösterecek.

gamlıbaykuş

80'ler ve 90'ların yeri ayrıdır ben de. Bu filmi defalarca izledim ve her seferinde de keyif aldığımı söyleyebilirim. Yeniden çekilecek olması da güzel bir haber oldu. İnşallah hakkını verirler.
Hayat ne kadar güzel, hoş,
Haydi durma sevgiline koş...

dean

Alien: Covenant



http://www.imdb.com/title/tt2316204/

  Başta Imdb olmak üzere Rotten Tomatoes ve Metascore tipi puanlamaları önemsemediğimi bir çok kez söylemiştim. Bu sistemlerin sağlıklı sonuç verdiğine hiç inanmadım. Genel olarak bu sistemlerin stüdyolara ve seyircilere yarardan çok zararının olduğuna inanıyorum. Alien: Covenant filmi benim bu görüşümü yine kendi penceremden bir daha bana ispat etti. Bu sitelere baktığımız zaman filmin durumunun orta halli olduğunu görüyoruz. Ben filmin çok iyi olduğunu düşünüyorum. Genel olarak düşük puanlar almasının sebebini ancak beklenti ile açıklayabiliriz.

  Beklenti konusuna girmeden önce aradan çıkartmamız gereken bir gerçek var. 38 yılın ardından Xenomorph artık kimseyi korkutmuyor. Ridley Scott'ta bunun farkında ve bunun için Alien: Covenant ile seriye daha farklı bir yön veriyor. Ama beklenti uzayda geçen bir korku filmi olursa ve seyirci Xenomorph karşısında hayatta kalmaya çalışan mürettebat görmek istiyorsa bu film tam olarak o istekleri karşılayamayabilir. Filmin derdi bambaşka. Film Xenomorph ırkının köklerine iniyor. Onların nasıl oluştuğunu, nasıl mükemmele vardıklarını son derece güçlü bir hikaye ve alt metinle anlatıyor.

  Ben her zaman Alien filmlerinin mitolojisini çok ilginç bulmuşumdur. O yüzden aksiyon ve korkunun ötesinde hikayenin yapısına inen filmleri hep sevdim. Prometheus filmini de çok beğenmiştim. Covenant, Prometheus'un tam bir devam filmi değil. Evet onun ardından geçiyor. Bir çok hikaye elementi alıyor. Ama onun devam filmi görevini görmüyor. Daha farklı kapılar açıyor. Prometheus'un ardından doğan bazı sorular cevaplansa da bir kısım seyircinin neden tatmin olmadığını anlayabiliyorum. Yalnız Covenant'ın ardından 2 film daha gelecek. Rahatlıkla kafalardaki sorular cevaplanacaktır diye düşünüyorum.

  Filmin asıl yıldızının Michael Fassbender olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fragmanlara baktığımızda Katherine Waterston'ın canlandırdığı Daniels karakterinin Ripley gibi bir karakter olduğu ve filmi domine edebileceğini düşünmüştük. Daniels ne kadar güçlü bir portre çizse de bir Ripley olmaktan çok uzak. Scott burada da çok başarılı bir karar veriyor ve Ripley yaratmamaya çalışıyor.

  Alien: Covenant, 1979 ve 1986 filmlerini özleyenleri belki fazla tatmin etmeyebilir. Lakin Prometheus ile başlayan daha az korku daha fazla felsefe seyircisini kesinlikle tatmin edecektir.

dean

The Great Wall



http://www.imdb.com/title/tt2034800/

  The Great Wall için yapabileceğim en olumlu yorum filmin vasat olması yorumu olur. Özellikle senaryosu filmin kötü. Kötü derken tamamen klişe. Bu derece klişe olmasında elbette kötü yorumunu getiriyor. Film, Çin Seddinin inşasının mistik sebeplerine inip, her 60 yılda bir saldırıya geçen Tao Tei'lere karşı verilen savunma savaşlarını anlatıyor. Tabi ki filmin başında batılı karakterimiz gelip onları kurtaracak olaylar dizisini başlatıyor.

  Film normal şartlar altında eğlenceli. 1 saat 43 dakikalık tam olması gereken bir süreye sahip. Bu süreçte sıkmıyor. Ama bittikten sonrada size hiçbir şey sünmüyor. Zaten böyle bir derdi olmadığını da filmin izlerken rahatça anlıyorsunuz. Benim kafama takılan nokta Tao Tei'lerin tasarım olarak vasat olsa da kabul edilebilir olmasına rağmen görsel efektlerin kötü olması oldu. Tao Tei'ler özellikle insanlarla temasa geçerken görsel efekt anlamında son derece kötü bir görsellik sunuyor. Bu da filmin genel kostüm ve set tasarımlarını çokça gölgeliyor. 

  Film öyle bir noktada ki başrolünde Matt Damon olmasa herhalde kesinlikle dikkat çekmezdi. Matt Damon'ın filmi gişe olarak kurtardığı söylemek mümkün. America'da iyi bir gişe yapmasa da Dünya genelinde fena bir iş çıkarmadı film.

  Sözün özü karşımızda iyi bir film yok. Ama sadece keyifli vakit geçirmek için izlenebilir bir film var o kadar.

dean

The Wolf Man



http://www.imdb.com/title/tt0034398/

  The Wolf Man izlediğim Universal Monster filmleri içerisinde en beğendiklerimden biri oldu. Bu filmden önce aslında Universal'ın çektiği bir başka Kurt Adam filmi de var Werewolf of London isminde. Belki ona da sonra geri dönüş yaparım. Kurt Adamın makyajını ve özel efektlerini dönemi itibari ile çok başarılı buldum. Seyirciyi kendisine çeken, kaliteli bir hikayesi var. Özellikle Kurt Adam, Larry Talbot karakter olarak çok başarılı resmedilmiş. Dracula ile özdeşleşen Bela Lugosi'nin de filmde yer aldığını söylemeden geçmeyelim.

  2010 yılında Universal bu filminde remake'ini yapmıştı. Filmde Benicio del Toro ve Anthony Hopkins isimler yer almıştı ama o film bütçesinin altında bir gişe elde etmişti. Son yıllarda bu karakterlerin remake yapımları ile alakalı bir çok sorun yaşıyor Universal. Bu konuya daha derin girmek lazım. Ona The Mummy'nin yeni versiyonunu izledikten sonra The Mummy hakkında yazarken ya da direktman Dark Universe başlığında gireceğim.

dean

10 Cloverfield Lane



http://www.imdb.com/title/tt1179933/

  10 Cloverfield Lane, yeni nesil devam filmlerine güzel bir örnek. Aynı zamanda elbette shared universe olarak da değerlendirmemiz gerekiyor. İlk film Cloverfield, 2008 yılında vizyona girmişti. O dönemden beri devam filmi dedikoduları dönmüştü ama bir devam filmi çekilmemişti. Shared Universe'ün moda olmasının ardından bence girebilecekleri en iyi yola girdiler. Film Cloverfield evreninde geçen ama bambaşka hikaye anlatan bir film.

  Film Mary Elizabeth Winstead'in canlandırdığı Michelle karakterinin John Goodman tarafından canlandırılan Howard tarafından kaçırılması ile başlıyor. Sözde Howard, Michelle'i kaçırmıyor. Onu kurtarıyor. Zira dışarıda bir felaket yaşanmış. Dışarıdaki herkes ölmüş ya da ölecek. Film belli bir süre gerçekten dışarıda bir felaketin yaşandığı ya da yaşanmadığı ikileminde devam ediyor. Filmin belki de en güzel kısımlarını bu bölümler oluşturuyor.

  Film kendisini Cloverfield evreninin içinde hissetmeye başladığında ise ayrı bir güzelliğe sahip oluyor. Film türler arasında son derece organik şekilde gidip geliyor. Yine de bu filmin Cloverfield ile bağlantılı olduğunu bilmeyen biri izlese bilim kurguya geçiş sırasında şaşırabilir.

  Genel olarak üç oyuncu etrafında film dönüyor. John Goodman oyunculuğu ile çok ön plana çıkmış. Goodman'ı böyle bir rolde pek seyretmemiştik. Harika bir oyunculuk sergilemiş. Filmi beğendim. Son zamanlarda çıkan ve yine shared universe dönüşen Split kadar cesur olamasa da konusu ve gideceği yolu itibariyle son derece başarılı bir film olmuş.

dean

  Ridley Scott, 2 tane daha Alien filmi çekmek istediğini söyledi. O iki film ile birlikte hikayenin 1979'da ki Alien filmine bağlanması bekleniyor. Bunlar dışında da projeler var. Ama Alien: Covenant biraz az gişe yaptı. Stüdyonun biraz keyfini kaçırdı bu.

dean

John Wick: Chapter 2



http://www.imdb.com/title/tt4425200/

  İkinci filmi çok net bir şekilde ilk filmden daha fazla sevdim. Chapter 2, bütün ikinci filmleri yapması gereken yazılı olmayan bir kuralı, temelde yapısı itibariyle dar olması gereken bir alanda muhteşem bir şekilde başarıyor. Yani hikayeyi bir evren halin getiriyor. Yazılı olmayan kuraldan kastım başarılı üçlemelerde genelde şöyle bir çember görünür; ilk film devasa bir evrendeki kahramanımızın daha ufak çaplı yolculuğu, ikinci filmde hikayeyi evrenselleştirerek ana karakterin dışında da hikayenin var olabileceği, üçüncü filmde de bu büyük evrendeki ana karakterimizi ilk filmdeki elementlerle büyük dünyayı değiştirme mücadelesi. Muhtemelen bunu iyi şekilde başaran film serilerinden bir tanesinin Star Wars olduğunu söylemek mümkün. The Dark Knight üçlemesi de bu formüle uygun.

  Chapter 2, John Wick'in etrafındaki Dünyayı daha fazla şekillendiriyor. Çeşitli karakterler ve organizasyonlarla bir John Wick Dünyası oluşturuyor. Bunu yaparken de ilk filmdeki gibi son derece stilize, şık aksiyonu bir saniye bile elden bırakmıyor. John Wick filmlerinin aksiyon ve çatışma sahneleri muazzam. Yıllardır milyon tane çatışma sahnesi izledik. Bunların içerisinde yine muhteşem olan sahneler gördük. John Wick rahatlıkla çatışma sahneleri ile bunların arasında bir çok sırada yer bulabilir.

  Aksiyonun seviyesinin dışında Keanu Reeves'in de bu rolde çok iyi bir iş çıkardığını söylemek gerek. Reeves, John Wick rolünü çok iyi bir şekilde giyebiliyor. Filmin kendisini izlerken aldığımız keyfin yanında, John Wick rolünde Keanu Reeves'i izlemekte çok büyük bir keyif.

  İlk filmi izleyenler zaten kaçırmayacaktır. İki filmi ortak olarak değerlendirmek gerekirse ikinci film ile birlikte seri üzerine koyarak devam etmiş. Aksiyon sinemasından hoşlanan seyircinin bu filmlere kayıtsız kalmaması lazım. John Wick: Chapter 2'yu elbette tavsiye diyorum. Ve tabi ki izlemeyen için ilk filmi de.