Karaoğlan Macera İncelemeleri 2 : "İNCEYILAN HANI"

Başlatan ferzan, 26 Ocak, 2021, 02:14:41

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

ferzan

    Uzun bir aradan sonra Karaoğlan incelemelerime çok sevdiğim başka bir maceradan devam edeyim; "İnceyılan Hanı"

   

    Bu macera yanlış hatırlamıyorsam 1982 yılında Güneş Gazetesi 'nde tefrika edilmiş. 1983-1985 arası haftalık formatta 158 sayı çıkan ve Güneş Gazetesi 'nde tefrika edilen renkli maceraları bünyesine alan 6. Karaoğlan serisinin 122-136 arası sayılarında ilk kez dergi haline gelmiş. Söz konusu sayıların bir araya getirilmesiyle oluşan karton kapaklı ve tam maceralı bir albümü mevcut mu bilmiyorum. Bu serideki çoğu maceranın sayı birleştirmeli orijinal albümüne rastlamış, hatta bazılarını almıştım ama 158 sayıda yer alan maceraların tamamı bu şekilde kitaplaştı mı bilemiyorum. Yine de Karaoğlan 'ın bu serideki maceralarının bir sonraki yayıncısı olacak Tay Yayınları 'nın 1988 yılında 20 adet fumetti sayısı gibi çıkardığı ve bölüm başlarında panellerle oynadığı 7. Seride 18 ve 19. sayılarda daha küçük boy ve siyah beyaz olarak yayınlandı. Tay 20 'lik serinin ikişerli birleşiminden oluşan süper albümlerin de 9. ve 10. ciltlerine tekabül ediyor. Bunun haricinde son kez 2001 senesinde, Takvim gazetesinde altı ay boyunca tefrika edildi. Bu macerayı ilk kez Takvim 'de okuyup sadece bir gün eksikle 180 gün boyunca kesip biriktirmiştim. Orta son sınıfta olduğum ve adam çocuk gibi okula gazeteyle gittiğim zamanlar. Meymenetsiz arkadaşlarımın Karaoğlan 'a sürekli Karacaoğlan deyip benim detaycılığımla ve çizgi roman tutkumla dalga geçtikleri; hatta bazı günler İnceyılan Hanı macerasının o günün gazetesinde yayınlanmış sayfasını yüksek sesle okuyup kendilerince eğlendikleri, akabinde tefrikaya bir şey olmadan gazeteyi sağ salim ellerinden aldığım günlerin üzerinden tam 20 yıl geçmiş.

    İnceyılan Hanı, farklı yönlerden ele alınmaya müsait çok enteresan bir macera. Hakkında konuşacak, masaya yatıracak ya da eleştirecek birden fazla unsur söz konusu. Bu unsurların kimi hafif politik, kimi toplumsal, kimi de sıra dışı erotik ilginçlikler barındırıyor.

    13. yüzyılın Güneydoğu Anadolu 'sunda hikayemiz başlıyor. Öğle sıcağında cayır cayır yanan Harran Ovası 'nda Karaoğlan, babası Baybora ve yoldaşları Çalık konuşa konuşa at sürmektedirler. Diğer yoldaşları Balaban 'dan uzun zamandır haber alamadıkları için endişelidirler. Bilen bilir, Tex-Carson-Kit-Tiger dörtlüsü gibidir Karaoğlan-Baybora-Balaban-Çalık dörtlüsü. Her zaman bir araya gelmezler ama birlikte oldukları maceralar da tadından yenmez.

    Çalık 'a göre Balaban 'ın sakar biriyle dalaşıp ölmediği takdirde bir han köşesinde mide fesadı geçirmesi ya da sarhoş olması ihtimal dahilindedir. Oysa Baybora uzun zamandır Balaban 'ı soruşturmaktadır. Kayseri ve Urfa 'da izine rastlamamışlardır ama Ramazan ayında Niğde 'de görüldüğü bilgisini Niğde Kadı 'sından almışlardır. Baybora 'nın aklına Konya 'da bir tanışının yanında olabileceği gelir. Hepi topu üç kişi koca Anadolu 'nun şarlarını, kasabalarını, kervansaraylarını birlikte dolaşarak sonuç alamayacaklarından iki kola ayrılmaya karar verirler. Baybora, Çalık ile beraber Konya 'nın Kızılviran 'ına gidecektir. Karaoğlan ise Şam taraflarına doğru yol alacaktır. Üç hafta sonra Urfa pazarındaki Taşhan 'da buluşmak üzere birbirilerinden ayrılırlar.

    Selahaddin Eyyübi 'nin İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard ile yaptığı anlaşmanın en azından o bölgede kısmen geçerliliğini koruduğu bir dönemde olmalarına rağmen Ortadoğu her zamanki gibi tekin değildir. Kervan yolları it uğursuz doludur, Kilikya Ermenileri türlü entrikalar yüzünden gergindir, Suriye bölgesi ise Fransızlarla doludur. Karaoğlan yağız aygırı Yağmur ile birlikte Şam yönünde Harran Ovası 'nda ilerler.

    Çok geçmeden kendisi gibi üç yolcuya rastlar. Bunlardan ikisi Antakya Kilisesi 'ne bağlı olduğunu düşündüğü keşişlerdir, biri de rahibedir. Üçü de bir ata kalmışlardır. Keşişlerin söylediğine göre Araplara çarpılmış, kaldıkları handa da ücret olarak at ve eşeklerine el konmuştur. Karaoğlan 'ın kılığı Arap kılığına benzemediğinden içleri rahatlamış bir şekilde yardım isterler. Keşişlerden birini atının terkisine almasını rica ederler. Karaoğlan ise rahibeyi terkisine almayı tercih eder. Dört yolcu iki at üzerinde ilerlemeye devam ederler.

    Rahibe pek çekingen görünmemektedir. Karaoğlan 'ın beklemediği bir çabuklukla delikanlıya arkasından sarılıp kucaklar. Karaoğlan ne olduğunu anlamadan yan hizasına sokulan keşişlerden birinin topuzunu kafasına yediği gibi atından düşer. Bunlar keşiş değil düpedüz uğrudur. Karaoğlan 'ı orada bırakıp atıyla gidecekken Yağmur sahibinin ıslığı ile sırtındaki güzel rahibeyi atar. Aynı sırada kendini toparlayabilmiş olan Karaoğlan da yeniden üzerine gelen keşişleri bertaraf etmeyi başarır. Keşişler, rahibeyi geride bırakıp yaralı yaralı kaçmıştır.

    Karaoğlan 'ın yarılan başını sararken, rahibenin aslında Antakya-Şam güzergahında İnceyılan Hanı denen uluslararası bir kervansarayda çengi olduğunu öğreniriz. Adının Rozalin olduğunu söyleyen bu görmüş geçirmiş genç kadın, kendini temize çıkarmaya uğraşırken işvesinden de geri kalmamaktadır. Koynunu, bacaklarını cömertçe sergilerken bir bacağının kasığına yaklaşan kısmındaki dövme Karaoğlan 'ın dikkatini çeker. Yakından bakınca bunun dövme değil, yazı olduğunu fark eder. Rumca da bildiği için Latin harflerine aşinadır. Yazıyı incelerken ne olduğunu sorar. Rozalin, Aramzar zindanındaki para eder tutuklulardan bazılarının isimleri olduğunu söyler. Az önce icabına baktığı sahte keşişlerden Mihail 'in fikri olduğunu, Fransızlar 'ın üzerlerini araması ihtimaline karşılık belge bulamamaları için çenginin bacağına dövme olarak yazdırdığını öğrenir. İsimler arasında bir Arap şeyhi ve bir Ermeni soylusu da vardır ama Karaoğlan 'ı esas heyecanlandıran, yoldaşı Balaban 'ın adıdır.

   

   

   

   

    Rozalin 'e kendi bildiği şekilde teşekkür edip (!) bir yol ağzına bıraktıktan sonra Aramzar Zindanı 'nın yolunu tutar. Binbir güçlükle, rüşvetle ve yalanla kendini kabul ettirmeyi başarır. Nihayet Balaban 'ı bulup hücresine girmiştir. Yoldaşının söylediğine göre deve hırsızlığıyla itham edilmektedir. Oysa Balaban öyle şey yapacak biri olmadığı gibi bu iftira sebebiyle parasını ve atını da kaptırmıştır. Karaoğlan, Balaban 'ı dinlerken kambur zindancının çok güzel bir sarışınla kuytuya çekildiğini fark eder. Bu sarışının zindandaki tutuklulardan biri olan Şeyh Abd El Amir 'in cariyesi olduğunu ve şeyhe ulaşmak için kamburla birlikte olduğunu öğrenmesi çok sürmez. Kızın yaptığı ödeme ile keyfi yerine gelen zindancı, Karaoğlan 'ın öteden beri yakınmalarını duyduğu bir mahkumu ziyaret etmesine izin verir. Rozalin 'in bacağında şeyh ve Balaban ile birlikte ismi yazılı olan Aram adındaki Ermeni soylusunu ziyaret eder fakat bu ziyaret çok başka kapılar açacaktır.

    Aram 'dan öğrendikleri Karaoğlan 'ın kafasını allak bullak eder. O da bir iftira yüzünden oraya kapatılmıştır. Söylediğine göre Fransız Haçlı Şövalyelerinin hamisi Dük De Laurant 'ın karısı Düşes Berthe 'nin onca yıllık emek ve planlarına ihanet etmekle suçlanmıştır. Düşes 'in niyeti Aram 'ı İtalyan bir prensesle evlendirip Papa rızasıyla Kilikya Prensi ilan etmek ve yine kilise için güvenilir bir üs teşkil etmesini sağlamak, Roma 'nın emrine amade hale getirmektir. Oysa Aram 'ın prenslikte gözü olmadığı gibi bölgedeki Müslüman halkla da yakındır. Ayrıca Muna adında bir sözlüsü de vardır. Düşes Berthe 'nin tüm ısrarlarına rağmen Muna 'nın yerini söylemediği için hapsedilmiş ve kız kardeşi Hermin ile tehdit edilmiştir. Hermin, akrabalarının yanındadır ve Muna 'yı da Berthe 'nin ulaşamayacağı kimselere emanet etmiştir fakat kendisi güvende değildir. Aram da Düşes 'in kız kardeşi Hermin 'e ulaşmasından korkmaktadır.

    Karaoğlan biraz eşeledikçe zindanda ipten kazıktan kurtulma tipler olduğu kadar türlü düzenlerle iftiraya uğrayıp kapatılmış önemli kişiler olduğunu da anlamakta gecikmez. Şeyh Abd El Amir de bunlardan biridir. Aynı akşam bir punduna getirip zindanı birbirine katar. Suçlu suçsuz herkesi salıp kargaşa çıkarırken Abd El Amir, fedakar cariyesi Hamdüna ve Ermeni soylusu Aram 'ı da Balaban 'la birlikte peşine takar. Onları izleyen başka mahkumlarla beraber dağlara kadar kaçışları sürer. Peşlerinden gelen Aramzar zindanının Hristiyan Arap kolcuları, yine Aramzar 'a bağlı başka bir Haçlı birliğini yardıma çağırır. Kaçışları sona erip kolculara yenik düşecekken beklenmedik bir şey olur. Abd El Amir 'in kabilesinden atlı savaşçılar imdatlarına yetişir. Aralarında Baybora ve Çalık da vardır. Kavga bitip kendilerini güvene aldıktan sonra öğrenirler ki Baybora ile Çalık her nasıl olduysa Rozalin 'e rastlamış, Rozalin 'in bacağındaki dövme eski kurt Baybora 'nın da gözünden kaçmadığı (!) için Karaoğlan gibi onlar da Aramzar Zindanı 'ndan haberdar olmuştur. Karaoğlan 'ın oradan kolay çıkamayacağını düşünerek Rozalin 'in bacağında ismi yazılı olan şeyhin kabilesine varıp haftalardır Abd El Amir 'i arayan Arapları peşine takarak zindanı basmaya gelmişlerdir.

    Kavga ve dağlara kaçış esnasında Aram yaralanmıştır. Bir an önce Hermin 'e ulaşmak istediğinden, Karaoğlan ona at üzerinde yolculuk edebileceği şekilde çatma kurar ve vakit kaybetmeden Aram 'ın yurduna doğru yola çıkarlar. Şeyhin cariyesi Hamdüna da yanlarındadır. Hem Karaoğlan 'a yakın olmak, hem de Aram 'ın hastabakıcılığını yapmak için. Oysa esas sebebi şeyhin onu gözden çıkarmış olmasıdır. Saatler önce Hamdüna 'yı kavganın orta yerinde bir başına Haçlılara terk ettiğinde gene Baybora yetişip kızı kurtarmış ve bu hareketiyle Oğuz Türkleri 'nde kadının kutsallığına dair şeyhe ders vermiştir. O yüzden artık Hamdüna 'nın orada işi kalmamıştır. Karaoğlan 'la daha güvende olacağı için Baybora kaşla göz arasında Hamdüna 'nın refakatçiliğini oldu-bittiye getirmiştir. Kendisi de Balaban ve Çalık 'la beraber bir süre şeyhe eşlik etme durumunu masaya yatıracaktır, zira Abd El Amir 'in o hale gelmesinin sebebi üvey kardeşinin bölgedeki Fransızlarla bir takım anlaşmalar içine girmesinden ötürüdür.

   

   

   

   

    Karaoğlan, Hamdüna ile beraber Aram 'ı doğup büyüdüğü topraklara birkaç gün içinde ulaştırır. Onları Ermeni gözcüleri karşılar fakat bir terslik vardır. Günler önce Aram 'ın kız kardeşi Hermin, bizzat Aram 'dan geldiği söylenen bir çağrı ile Fransız refakatçiler eşliğinde oradan ayrılmıştır. Bunu öğrenen Aram kahrolur, Hermin 'in tuzağa düşürüldüğü ortadadır. Yaralı olduğundan eli kolu bağlıdır fakat Karaoğlan, git gide kanının daha fazla kaynadığı bu genç lider adayının davasını sahiplenip kız kardeşi Hermin 'i bulacağına ve sağ salim getireceğine söz verir. Söylenene göre bölgedeki Fransızların ve diğer Haçlı mensuplarının sıkça toplandığı yer İnceyılan Hanı 'dır. Düşes Berthe 'nin de o meşhur handa konakladığı ve Hermin 'in kaçırılmasında parmağı olduğu bilindiğinden, Karaoğlan vakit kaybetmeden Antakya-Şam güzergahındaki İnceyılan Hanı 'na doğru yola çıkar. Hamdüna 'yı arkasında bırakmış olsa da inatçı cariye çok geçmeden ona yetişir.

    İnceyılan Hanı, Ortaçağ karması gibidir. Hristiyan Arap 'ı, Fransız 'ı, İngiliz 'i, Cermen 'i, soylusu, soysuzu, şövalyesi, keşişi, rahibesi, fahişesi bir aradadır. Karaoğlan Türkçe 'nin farklı lehçeleri haricinde Arapça ve Rumca da bilmektedir ama süslü bir pelerinle kılığını gizleyerek dolandığı İnceyılan Hanı 'nda konuşulan İngilizce 'yi, Fransızca 'yı anlamamaktadır. Tam o sırada Hamdüna 'yı elinden kaçırma pahasına Rozalin 'e rastlar. Bacağı dövmeli çenginin derdi başka, Karaoğlan 'ın derdi başkadır ama bir şekilde kızı ikna eder ve Düşes Berthe 'nin üst katlarda olduğunu öğrenir. 40 küsurluk düşes, ihtiyar kocası Dük De Laurant 'ın yokluğunda uzatmalı aşığı Şövalye Roden ile bir aşk kaçamağının tam ortasındayken Karaoğlan 'ın baskınına uğrarlar. Rezalet çıkmaması için istemeyerek de olsa Hermin 'in kapatıldığı sarnıcın yerini söylemek zorunda kalırlar. Karaoğlan 'ın ardından Şövalye Roden de adamlarıyla birlikte handan ayrılıp Hermin 'in kapatıldığı Aynalı Kilise yönünde uzaklaşır.

    Yolda Rozalin 'in yersiz molaları (!) yüzünden zaman kaybederler. Aksi gibi Karaoğlan 'ın bindiği at da sakatlanır. Bu sayede daha da yavaşlamışlarken Hamdüna ile yeniden karşılaşırlar. Handan alelacele çıkarken sevgili atı Yağmur 'u bıraktığı yerde bulamayan Karaoğlan, Rozalin ile birlikte başka bir ata atlamıştır fakat başka yoldan Karaoğlan 'ın önüne geçmiş olan Şövalye Roden kafilesinin artçı grubundaki hizmetliler arasında geride kalan Hamdüna 'nın altındaki at Yağmur 'dan başkası değildir. Karaoğlan ile yolları bir kez daha kesişmiştir fakat bu son seferdir. Karaoğlan atını alıp Hamdüna ile Rozalin 'i baş başa bırakarak Aynalı Kilise yönünde uzaklaşır.

    Aynalı Kilise 'ye vardığında ortalık sakindir. Şövalye Roden ve atlılarından iz yoktur. Kiliseden ziyade türlü alengirlerle dolu bir tekfur hisarını andıran yapıya girmeyi başarır, kısa süre sonra da Hermin 'in kapatıldığı sarnıca varır. Hermin 'i kurtardığı sırada Şövalye Roden ile adamlarının tuzağına düşmüş olduğunu da fark eder. Roden, Karaoğlan 'ı o nemli dehlizde Hermin ile birlikte ölüme terk etme düşüncesi ile oracıkta adamlarına öldürtme fikri arasında gidip gelmektedir. Bu yüzden Karaoğlan 'ın düello teklifini de kabul etmez. Karaoğlan, şövalyeyi kızdırıp teklifini kabul etmesi için Roden 'i güzel Düşes 'in etekleri altına saklanmakla itham etse de pişkin Roden 'den düşesi rencide eden büyük laflar dışında karşılık alamaz. Tam da o sırada Roden 'in sözünü kesen Dük De Laurent sarnıca gelmiştir. Sevgili karısının aşığından duyduklarına şaşırmadığı, durumu zaten bildiği her halinden bellidir fakat konumunu kullanarak Roden 'i zora sokmak hoşuna gitmektedir. O sebeple Roden 'i Karaoğlan ile düelloya tutuşmak zorunda bırakır.

    Düelloda Karaoğlan 'ın Roden 'e ettikleri yenilir yutulur gibi değildir. Önce kurt başlı ince kılıcıyla Roden 'in uzun şövalye kılıcını kabzasına yakın yerden budayıp adamları içinde rezil eder. Karaoğlan okurlarının alışkın olduğu üzere bu vuruş ve kılıç oyunu kendisine ustası namlı eski savaşçı ve alaybeyi Baysungar 'dan yadigardır (O kısımda Suat Yalaz 'ın ezberi şaşmış muhtemelen, Baysungar yerine Sarı Kutulmuş 'un adını andırmış Karaoğlan 'a. Aslında Karaoğlan 'ın kılıç ustası ve tüm numaralarının piri Baysungar 'dır, Sarı Kutulmuş ise Baysungar 'ın alayına girene kadar yanında büyüdüğü ihtiyarın adıdır ve çeşitli ayrıntılardan anladığımız üzere kendisinin Horasan kökenli Bektaşi dedelerinden biri olması kuvvetle muhtemeldir.) Kılıç kırılma olayından sonra yeni kılıç ve hatta bir de zincirli topuzla düelloya devam eden Şövalye Roden madara olmak suretiyle ağır hezimete uğrar. Düşes Berthe 'nin de Aynalı Kilise 'ye varmasıyla son kez gayrete gelip Karaoğlan 'ı arkadan vuracakken yine Karaoğlan tarafından beyninin patlatılmasıyla hikayedeki rolü sona erer. Düşes Berthe, garip bir karı-koca ilişkisi yaşadıkları Dük De Laurent 'i kendi adamları vesilesiyle manipüle ettiği sırada Roden 'in son anlarına tanıklık eder ve tüm yalvarmalarına rağmen Karaoğlan 'ın onu öldürmesine engel olamaz.

   

   

   

   

   

   

   

   

    Hikayenin bu kısmına kadar ihtiraslı ve entrikalı halleriyle gördüğümüz düşes, Roden 'in ölümüyle nedense çözülüyor. Roden ile birlikte tüm aşk ve ihtiras dünyasının da yıkıldığını düşünüyor. Hatta öncesinde kocasının düelloyu fırsat bilip Hermin 'i kaçırmasına bile engel oluyor. Halbuki Hermin 'i kaçırtan kendisi olmasına rağmen kocasıyla inatlaşmak için kendisiyle çelişiyor sanırım. Diğer yandan Roden 'in ölümü ardından bütün direnci kırıldığı için de garip bir şekilde güçlü karakteri ortadan kalkıp uzlaşmacı bir kişiliğe bürünüyor. Belki altı aya yayılan kurgunun azizliğidir diyeceğim ama bu kısımlara yıllar sonra yeniden baktığımda pek ikna edici bulamıyorum.

    Karaoğlan ve Hermin, Düşes ile maiyeti eşliğinde Aynalı Kilise 'den ayrılıp Hermin 'in yurduna doğru yola çıkarlar. Aram ile yüzleşip bazı şeyleri çözeceklerdir. Düşes 'in maiyeti ise Dük 'e değil doğrudan Düşes 'e bağlı olduğundan herhangi bir sorun çıkmaz. Yol boyunca Düşes Berthe buhranlı bir aydınlanma yaşar. Bunda Karaoğlan 'ın rastladıkları etnik halklar ve bölgenin kendi özgün düzeni hakkında nutukları ile Hermin 'in ondan aşağı kalmayan fikirleri de etkili olur. Düşes bir yandan kendi vicdanıyla hesaplaşmaktadır ama psikolojik anlamda tamamen çökmüş durumdadır. Bu noktada Karaoğlan da ona elinden geldiğince yardımcı (!) olup fikirlerini güncellemesine imkan sağlar.

    Neden sonra yolculuk biter, Hermin 'le birlikte Aram 'ın yurduna varırlar ama kötü haberi almakta gecikmezler. Aram, oraya gelen bir Türk tarafından Hermin 'e götürülme bahanesiyle köyden uzaklaştırılmıştır. Ertesi gün de kesik başı köye geri gönderilmiştir. Hermin 'in yanındaki Karaoğlan 'ın kılığına bakarak Türk olduğunu anlarlar ve linç etmeye kalkarlar. Hermin 'in araya girmesiyle ortalık durulur fakat halk patlamaya hazır barut fıçısı gibidir. Karaoğlan hem Aram gibi biriyle kurduğu taze dostluğu kaybettiğine, hem de Ermeni halkın galeyana getirilmesine fazlasıyla üzülmüştür. Olayın detaylarını sorgularken köye gelen Türk 'ün eşkal tarifi Berthe 'ye oldukça tanıdık gelir. Bu, İnceyılan Hanı 'nın gedikli uğrularından Türko lakaplı Cenevizli Mikael 'dir. Hikayenin başında Harran Ovası 'nda Rozalin ile birlikte gördüğümüz at hırsızı sahte keşişlerden topuzlu olanıdır. Karaoğlan apar topar hazırlanıp İnceyılan Hanı 'na doğru yola çıkarken Berthe de onu yalnız bırakmaz. Hermin ile vedalaşırlar, Düşes kendi maiyetini de bizzat Hermin 'i korumaları için bırakarak Karaoğlan 'la birlikte İnceyılan Hanı 'nın yolunu tutar.

    İnceyılan Hanı 'nın daha düşük müşteri profilli başka bir köşesinde vur patlasın çal oynasın bir gün geçmektedir. Karaoğlan ile Berthe hemen Cenevizli Turko 'yu buldururlar. Mikael 'in böğründeki kılıç yarası geçmiş değildir, Karaoğlan adamı paçavra gibi yakalayıp sorgularken Aram 'ın öldürülme planını Dük De Laurent 'in tezgahladığı ortaya çıkar. Karı-koca arasındaki çarpık ilişki ve inatlaşma yüzünden çok değerli genç bir önder adayı öldürülmüş, kız kardeşi alıkonulmuş, sözlüsü ortadan kaybolmak durumunda kalmıştır. Düşes her saniye pişmanlıklardan pişmanlık beğenirken Karaoğlan o hırsla Mikael 'i tartaklarken İnceyılan Hanı 'nın tüm ipsiz sapsızları Mikael 'e arka çıkıp Karaoğlan 'ın üzerine çullanırlar. Bir kısmını alt edip Mikael ile birlikte en az dördünü öbür dünyaya gönderse de Karaoğlan etkisiz hale getirilir. Düşes ise oradan kaçmıştır. Soluğu hemen kocasının yanında alır. Niyeti Karaoğlan 'a yardım etmesi için Dük 'e yalvarmaktır fakat Dük 'ün başka planları vardır. Daha önce pek çok kez yapmış olduğu gibi karısını diğer hizmetçi kızlarla sevişmeye zorlayıp izlemekle yetinmeyecek, bu kez Afrika 'dan getirdiği dev kölesi Bwama ile birlikte olmaya zorlayacaktır. Uzun zaman önce çaptan düşmüş olan ama formalite icabı evliliğini sürdürdüğünü anladığımız Dük 'ün, Berthe 'nin Şövalye Roden ile geçirdiği gecelerin intikamını böyle alacağı belli olur. Berthe ne yapacağını bilemez halde dev kölenin temasına izin vermek durumunda kalır.

   

   

   

   

   

   

   

   

    Bütün bunlar olurken İnceyılan Han 'ında Karaoğlan 'ın kendisine gelmesi beklenmektedir. Saatler sonra gözlerini açınca da hanın önündeki zeytin ağacına kollarından gererek bağlarlar. İbreti alem için herkesin önünde kırbaçlayıp yaralarına tuz basarak işkence edeceklerdir. Finalde de öldürmek, hatta Aram 'a yaptıkları gibi kafasını kesmek niyetindedirler. Karaoğlan 'ın direncine rağmen kırbaç faslı acımasızca devam ederken peçelere bürünmüş bir kadın çıkagelir ve Karaoğlan 'ı bırakmaları karşılığında adamlara rüşvet teklif eder. Arsız adamlar kadının rüşvetini elinden alıp bir de kucaktan kucağa birbirilerine paslamaya başladıklarında bu kadının Düşes Berthe olduğu ortaya çıkar. Berthe, ısrarla kocasının öldüğünü ve artık servetinin onda olduğunu, sözünü dinlemeleri gerektiğini söylese de laftan anlamazlar. Onu da alıkoyup Karaoğlan 'ın işkencesini izletmeye başlarlar.

    Karaoğlan kendini tutsa da kurşunlu kamçı etini paraladıkça bağırmadan duramaz. Bu bağırışlar, o sırada İnceyılan Hanı civarında olan Baybora, Çalık ve Balaban 'a kadar ulaşmıştır. Önceleri ne olduğunu anlamazlar ama Baybora bu haykırışların oğluna ait olduğunu anladığı gibi deliye döner. Balaban ile beraber hanın avlusuna dalıp uğruları darma duman ederlerken Çalık da Berthe ile birlikte Karaoğlan 'ı çözer. Karaoğlan da boş durmaz, kendine işkence edeni bizzat kamçısıyla boğup açık ağzına avuç avuç kaya tuzu doldurarak öcünü alır. Ortalık sakinleşince İnceyılan Hanı 'nı geride bırakıp uzaklaşırlar.

    Gece konakladıkları yerde Karaoğlan 'ın yaralarını tedavi eden Berthe 'nin ağzından gün içinde olanları öğreniriz. Kocasının Bwama 'yı üzerine saldıktan sonra sevişirlerken Bwama 'yı nasıl zehirlediğini ve bunu kocasına çaktırmadan yaptığını, akabinde kocasını nasıl zehirleyip servetini üzerine geçirtirken son anlarında Dük 'ü kahrettiğini Karaoğlan 'a bir bir anlatır. Berthe, tüm bu olaylardan sonra Fransa 'ya dönme düşüncesinden vazgeçmiştir. Burada dönen tüm entrikaların ve günahkar geçmişinin kefaretini Hermin 'le omuz omuza Aram 'ın davasına sahip çıkarak ödeme niyetindedir. Bunu yaparken de gerçek anlamda kendi inancına yakışacak şekilde hareket etme niyetindedir ve aynı zamanda bunca yıldır süren dini çatışmalar ve etnik manipülasyonlar neticesinde karşılıklı dökülen kanları kendince telafi etmeye çalışacaktır. Karaoğlan, Berthe 'yi bu seçiminden ötürü kendi bildiği şekilde kutlarken (!) Baybora ile Balaban dışarıda bilmem kaçıncı uykularındadır. Çalık ise ateşin başında nöbet tutmaktadır.

    Ertesi günü yola çıkıp yeniden Hermin 'in yurduna varırlar. Köyde konuk oldukları sırada Baybora sırtından oklanmaya çalışılır fakat gizemli saldırgan hemen bulunur. Bu henüz 15 yaşına bile gelmemiş bir çocuktur. Büyükleri tarafından dolduruşa getirildiği için Aram 'ı öldürenleri Türk bellediğinden, köydeki Türk misafirlerin en azından birini öldürmek istemiştir. Hermin iyice kahrolur. Aram 'ın ölümüne sebep olan kumpas yüzünden iki halk arasında önü alınamayacak kan davalarının başlamasından çekinmektedir. Karaoğlan ile Baybora da köyün dışında pusuya yatmış başka bir grup olduğunu yine aynı çocuktan öğrenirler. Daha fazla huzursuzluk vermemek için Hermin ile Berthe 'ye veda ederek ayrılırlar.

    Pusu yerine gelmeden önce Baybora 'nın bir fikri vardır. Pusudaki Ermeniler 'le çatışmak istememektedir, çünkü işler tamamen çığırından çıkacaktır. O sebeple bir deneme yapmak ister. Büyük bir dikkatle pusu kurulan yere Karaoğlan ile birlikte arkadan yanaşıp pusucuları uzaktan gözlemlemeye başlarlar. Onları korkutup bu fikirlerinden vazgeçirmek için de beklenen istikamette Balaban ile Çalık sanki çok büyük bir atlı grubu geçiyormuş gibi kendi atlarına bağladıkları çalı çırpı desteleriyle ortalıkta tozu dumana katarlar. Bu esnada Ermeniler kendi aralarında tartışmaktadır. Toz bulutundan ziyade, yapacaklarının sonuçlarına ilişkin tereddütte kalmışlardır. Bu eylemlerinin kendilerini ve halklarını götüreceği süreci tartışıp pusudan vazgeçerler. Uzaktan onları izlemekte olan Karaoğlan ile Baybora da derin bir nefes alır. Sonrasında artık buralarda yeterince oyalandıklarını dile getirerek burunlarında tüten Türkistan coğrafyasına doğru atlarını topuklayıp ufukta kaybolurlar.

   

   

   

   

    Bu macera, "Erotik ve Milliyetçi Bir İkon: Karaoğlan" adlı kitabında Levent Cantek 'e göre yerli çizgi romanın en erotik örneği kabul edilmiş. Cantek 'in bu fikrinden haberdar olduktan sonra macera üzerine adam akıllı düşünmüştüm, gerçekten de hikayede döneminin şablonları dışına çıkan enteresan bir çeşitlilik söz konusuydu. Maceradaki sevişme sahnelerinin aktör ve aktristlerini ya da ucu açık bırakılan cinsellik imalarını kurgudaki sırasına göre "versus" şeklinde listeledim. Ortaya şöyle bir tablo çıktı;

    1- Karaoğlan x Rozalin
    2- Hamdüna x Kambur Zindancı
    3- Karaoğlan x Hamdüna
    4- Karaoğlan x Hamdüna (ikinci kez)
    5- Hamdüna x Han Kolcuları (tamamen tasvir edilmiyor, ima ediliyor)
    6- Karaoğlan x Rozalin (ikinci kez)
    7- Düşes Berthe x Şövalye Roden
    8- Karaoğlan x Rozalin (üçüncü kez)
    9- Rozalin x Hamdüna (tasvir edilmiyor, ima ediliyor)
   10- Karaoğlan x Düşes Berthe
   11- Düşes Berthe x Bwama (kısmen tasvir ediliyor)
   12- Karaoğlan x Düşes Berthe (ikinci kez)

    Karaoğlan 'ın hemen her macerasında ortalama birkaç kez, çokça da 4-5 kez sevişme sahnesi görmeye alışkındır okurları. Suat Yalaz da sohbet yazılarında, mektup cevaplarında sıkça belirtir. Onun bir nevi gün kurtarma ve ilgiyi ayakta tutma hamlesidir ki yine onun bu yola girmesine 1960 'lı yıllardaki okur kitlesinin talepleri sebep olmuştur. Ben Karaoğlan 'ı aslında bu yönüyle daha çok severim, çünkü daha insanidir ve yetişkin okuru naif bir anlayışa davet etmez. Gerçek hayatta bir ortaçağ arka planında gerçekten ne olması mümkünse onu görürüz. Tabi Yalaz 'ın romantize ettiği abartılı klişeler (kızların Karaoğlan 'ı görünce ezberlerinin bozulması gibi) haricinde ustalıkla yerleştirdiği ve harika bir edebi dil kullandığı örnekler az değildir. Suat Yalaz, benim nezdimde erotizmi en edebi ve nüktedan üslupla fakat yine en eril ve "Turkish" haliyle dahil etmekten büyük keyif almıştır. Ne var ki bu 180 sayfalık İnceyılan Hanı macerasında ben de abarttığını düşünüyorum. Bu düşüncem fazla sevişme sahnesi ya da cinsel kategori olması değil. Hikayeye hizmet ettiği sürece cinselliğin fazlası azı olmaz ama birkaç yerde çok bariz fuzuli eklenmiş sahneler olduğu kendini belli ediyor ve kurguda bunlar sırıtıyor. Benim açımdan yukarıda listelediklerim arasında en az üç sahne gereksizdi. Yani 3-8-9 numaralı sahneler.

    3 numarada, Aram 'ı yurduna götürürken konakladıkları yerde Hamdüna 'nın Karaoğlan 'a yazılması ve Karaoğlan 'ın da geri çevirmemesi bence mantık dışıydı. Bir kavgadan çıkmışlar, çok önemli bir yaralıyı yurduna ulaştırmaları lazım ve bunların hepsi bir yana; Hamdüna, bir harem cariyesi olsa bile şeyhine ulaşmak için kambur zindancıya (muhtemelen diğer zindancılara da) günlerce tahammül etmek durumunda kalmış ve normal şartlarda psikolojik olarak yıpranmış olması gereken bir karakter. Üzerine bir de şeyhin onu savaş alanında arkada bırakması bu olumsuz psikolojiye tuz biber olurdu ama Hamdüna adeta bir Polyanna oldu ve sanki Arap coğrafyasında yetişmemiş gibi kabına sığamayan yaramaz bir Emma, haşarı bir Tiffany oldu. 4 numarada ise yola yalnız devam edecek olan Karaoğlan 'ın kendisini ekmesine içerleyen Hamdüna, aynı gece konakladığı yerde Karaoğlan 'ı gafil avlayıp cezalandırdı (!) kendi usulünce. Bu kısımda bir şey diyemiyorum, zira Karaoğlan 'ın İnceyılan Hanı 'na bir cariyeyle girmesi daha kolay olacağı için kurguya bir parça hizmet etmiş olabilir. Geride bırakma ve sonradan yetişip öç alma (!) hadisesiyle belli ki akışın gerilimine mola verdirilmek istenmiş ama Hamdüna 'nın onca olay sonrasında halen bu denli hayat dolu Avrupailiğini ben tutarsız buluyorum.

    8 numara da gereksizdi, çünkü daha birkaç saat önce handa kolcuları kandırma bahanesiyle Rozalin fırsattan istifade etmişti. Daha sonra handan ayrılıp Aynalı Kilise 'ye yetişmek için zamanla yarışırken Rozalin 'in şımarıklık edip de o telaşta Karaoğlan 'ı durmaya zorlaması ve yol kenarında ayak üstü çalı çırpıya çökmeleri de son derece gereksizdi. Karaoğlan 'ın sorumluluk bilinciyle de tezat oluşturup gerilimli bir yetişme / kurtarma süreci sulandırılmış oldu. Karaoğlan maceralarında yolda mola verip hızlıca sevişme adına tek örnek değildi. Ba-nı Çiçek macerasında da Karaoğlan ve İreni, Akhisar 'dan dönerken yol kenarında hızlıca bir mola vermişlerdi. Hatta Karaoğlan sevişme sonrasında kuyu suyu bile dökünmüştü ama o kısımda çok göze batmıyordu. İreni 'nin hikayeyle tezat düşmeyen karakteristiğini destekleyen tutarlı bir örnek teşkil ediyordu.

    9 numara tamamen gereksizdi. Burada da açık açık iştahlı erkek takipçilere kıyak geçildi muhtemelen. Karaoğlan, atı Yağmur 'u Hamdüna 'dan aldıktan sonra cariyeyi Rozalin ile birlikte bırakıp imalı laflar ederek yoluna devam etmesi ve hemen ardından Hamdüna ile Rozalin 'in bu laflardaki imayı sezip gülerek birbirilerinin beline sarılmaları akabinde bir kuytu aramaları tam anlamıyla saçmalıktı. Yarım gün önce handa beş dakika ya görüşen, ya görüşmeyen bu iki kadın birbirine düşman kesilmiş ve biri diğerinin ayağını kaydırmıştı. Ne oldu da şimdi kol kola girip kuytuya çekildiler? Tamamen hınzır okura oynanmış, kadın eşcinselliğini prim malzemesi haline getiren bir ucuzluk örneğiydi bana göre.

    Bunlar haricinde ben diğer sevişme sahnelerini gayet normal ve akışa uyumlu buldum. Belki bu 3-4 sahne olmasaydı, maceranın erotizm algısı da bu denli abartılı gelmeyebilirdi. Gene göze batardı ama bıyık altından alay konusu olma ihtimali ortadan kalkardı. Yine de kurgu yer yer pişkince bir erotizm reçetesine adeta meze olmuş.

    Maceranın uçkurlu kısımlarını da detaylıca masaya yatırdıktan sonra gelelim gözüme çarpan bir diğer ilginçliğe...

    Yerli çizgi romanlarda aynı coğrafyayı paylaşan farklı etnik grupların ortak bilinç ve hareketlerinin vurgulanmasına ya da temenni edilmesine pek alışkın değilim. Tarkan 'da, Kara Murat 'ta, Malkoçoğlu 'nda falan genelde yandaş veya tebaa olarak tasvir edilir Rum 'u olsun, Romalı 'sı olsun, Macar 'ı olsun. Belki Araplar bir parça yırtar din faktöründen ötürü ama onlara da fazla iltimas geçilmiş değildir. Harcandı mı Bizanslı 'dan, Romalı 'dan bin beter harcanır Araplar. İnceyılan Hanı 'nda ise üretildiği 80 'li yılları düşünerek muhtemelen bilinçli bir mesaj kaygısı içerisinde olunduğunu düşünebiliriz. Bunda ülkenin o dönem yavaştan kaynamaya başlayan Doğu sorunu ve artan Asala faaliyetleri beraberinde gündemi hiç bayatlamayan Ermeni meselesi karşısında Türkiye 'deki Ermeni azınlığa yönelik olası bir endişenin etkisi olduğu ortada. Ben Yalaz 'ı hassas bir yaklaşım içerisinde gördüm bu macerada. Üstelik bunu Karaoğlan 'ın çok sevilen milliyetçi karakterine uyumlu ve tutarlı olarak uygulamaya geçirmesi de gözden kaçmıyor. Ayrıca çeşitli kaynaklar vesilesiyle biliyoruz ki Suat Yalaz 'ın Fransa 'ya yerleşme ve tutunma sürecinde ona elinden gelen her türlü desteği sağlamış Ermeni tanıdıklarını bu macera vesilesiyle selamlama ihtimali de kuvvetle muhtemel. Hangi sebeple olursa olsun, o güne değin sol görüşü ile harmanladığı milliyetçi ideolojisiyle Karaoğlan 'ın bir hikayesinde mesajı bu denli net ve anlamlı bir odak oluşturmak, Suat Yalaz gibi bir ustaya yakışmış bence. Karaoğlan 'ın Düşes Berthe 'ye ders verircesine girdiği diyaloglarda da, kendi ağzından verdiği örnekler de, Ermeni köylülerin pusudaki tartışmalarında da, Aram ile Hermin 'in davalarında da birbirinden güzel mesajlar vardı. İç içe karışmış ve birbirinin adetlerini benimsemiş Türk, Kürt, Ermeni ve Araplar üzerinden verilen örneklerdeki "Evli evine, köylü köyüne dönüp burayla işi bittiğinde yüz yüze bakacak olan gene biziz." teması güzel olduğu kadar bir parça da popülist ve "ne şiş yansın ne kebap" eğilimi içermiyor değildi hani. Gene de kendi içinde duyarlı ve üretildiği dönemin toplumsal arka planıyla hassasiyet kurulmak suretiyle empati yollu vurgulanmış hatırlanası bir örnek diye düşünüyorum. Elbette duyarlılık ve eleştiri bağlamında Necdet Şen 'in mahkemelik olan ve Türk yargısının sıra dışı övgüleriyle beraat eden "Memet ile Memo" adlı çizgi romanının önüne geçeceğini sanmam ama benzer konularda onunla aynı paragrafta geçmesi gerektiğini düşünürüm İnceyılan Hanı 'nın.

    (Meraklısına not; Suat Yalaz, Türk-Ermeni kardeşliği temennisini bir çizgi romanında daha vurguladı. Sabah Gazetesi 'nde 2000 yılının ilk günü tefrika edilmeye başlanan Son Osmanlı - Yandım Ali serisinin son bölümü (13. macera) "Orient Express" 'te, kurgunun kilit noktasında Bogos ile Annik isimli bir Ermeni çiftin hayali hikayesi devreye girmişti. Bir gün fırsatını bulursam yerli çizgi romanın benim gözümde en müthiş seriyal örneği ve bu bağlamda son kaliteli işi olan Yandım Ali serisinin tamamını macera macera incelemek istiyorum. Bu detayı da o incelemeler esnasında masaya yatıracağım.)

    Son olarak gelelim teknik analize...

    Suat Yalaz 'ın nihai üslubunu oturttuğu son döneminin ortalarında üretilen bu macerada bir takım görsel yaklaşım tutarsızlıkları belki okuyanların dikkatini çekmiştir. Başlangıçtan ortalara kadar bazı sayfalar sanki başka bir çizerin çinisiyle tamamlanmış gibi. Bazı panel çözümlemeleri fazla sade. Yine bazı panel detayları alışıldık Yalaz inceliğinden yoksun. Birkaç yerde Karaoğlan 'dan ziyade başka bir karaktere aitmiş gibi görünen portreler söz konusu. Aralıklarla karşımıza çıkan bu görsel tutarsızlıklar bir noktadan sonra tamamen ortadan kalkıyor ve macera istikrarlı bir görsellikle devam ediyor. Tabi illa birkaç yerde ufak parazitler oluyor. Bunun haricinde sayfaların balon ve kaligrafi ebatlarında da aralarda değişiklikler oluyor. Bu değişiklikler, panellemeye de sirayet ediyor. Bazı sayfalar cep kitabı boyutundaymış gibi, bazıları da daha büyük boy dergi formatındaymış gibi hissettiriyor. Ayrıca birkaç yerde kaligrafi stilinin değiştiği de oluyor. Ben bu durumu Yalaz 'ın Fransa 'dan sayfaları her zaman yetiştirememe ve asistan kullanma ihtimaline veriyorum. Acil durumlarda da sayfaları farklı kaligraflara emanet ettiğini düşünüyorum. Genel okumayı bozmadığından fazla üzerinde durmuyorum ama not olarak da belirtmeden geçemedim.

    İlk kez 20 yıl önce Takvim Gazetesi 'ndeki ikinci tefrikasıyla (ilk tefrika edilişi 39 yıl önce Güneş Gazetesi 'nde olmuştu)  haberdar olup okuduğum ve 6 ay boyunca her gün gazeteden kesip biriktirdiğim, sonradan bir buçuk defterlik albüm haline getirdiğim bu maceranın yeri bende her zaman başka olacak. Aynı maceranın Güneş 158 'lik Haftalık Seri ile Tay Yayınları Serisi edisyonlarını da arşivimde titizlikle saklıyorum.

    Sonraki Karaoğlan incelemesinde (umarım arası gene üç sene sürmez) görüşmek üzere...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

hercai

Ferzan, öncelikle teşekkürler inceleme ve paylaşımın için...mobilden okuyacağım için biraz vaktimi alacak olsa da tümünü okumak, buna değer...emeğine ve ellerine sağlık...sevgiler sizinle olsun...👏👏

ferzan

    Çok teşekkür ederim, umarım okumak için ayırılan zamandan ötürü pişman etmeyecek bir inceleme olmuştur.

    Ben bu maceranın adam akıllı kitap hâline gelmesini çok isterdim. Ne yazık ki Lâl döneminde ağırlıklı olarak 1960 'lardan kalma ve üstüne üstlük büyük bir kısmı da tamamen Suat Yalaz elinden çıkmayan şablon maceralarla zaman kaybedildi. Abdullah Turhan 'ın haftalık dergide önce yardımcı çizer, sonra asıl çizer olarak Suat Yalaz 'ın gün kurtaran senaryolarından ürettiği onlarca maceranın yanında ben bizzat Suat Yalaz 'ın gazeteye yazıp çizdiklerini daha dişe dokunur bulmuşumdur hep. Lâl keşke o Abdullah Turhan destekli haftalık dergi yayınında yer almış maceralarla vakit kaybetmek yerine ilk sayılarda olduğu gibi Karaoğlan 'ın son döneminden maceralarla devam edip eskilerden de birkaç klâsikle sınırlı bıraksaymış. İnceyılan Hanı gibi daha başka ve nitelikli maceralar da kitap olma fırsatı bulabilseymiş. Zaten Karaoğlan 'ın 50 yılda 10 farklı yayın edisyonu oldu. Kimi kısa, kimi uzun sürdü ama dönemsel olarak hep benzer maceralar birbirini tekrar etti durdu. En değerlilerine ise sıra gelemeden o tekrarlar 2000 sonrasında da devam etti.

    Tabi tüm bunlarda rahmetli Suat Yalaz ustanın kibiri, orijinallerine sahip çıkamayışı ve her edisyonda kronoloji sıfırlama ile kendini her dönemiyle hatırlatma inadının büyük etkisi oldu. Ben sanmıyorum ki Lâl dönemi yayınlananların tamamı orijinal sayfalardan taranmış olsun. Çoğu eski dergi edisyonlarından taranıp dijital ortamda temizlenerek baskıya gönderilmiştir muhtemelen. Hatta daha sonra başka bir yayınevi etiketiyle çıkan Son Osmanlı - Kanal Seferi çizgi romanı bile gazete arşivlerinden portatif tarayıcı ile dijitale aktarılmış diye kulağıma gelmişti. O da 13 kitaplık kronolojik bir serinin orta yerinden bir bölümü tek kitap gibi gösterilerek harcanmış bir eser oldu.

    Çok dolu olduğum bir konu aslında. Yinelemeye, eleştirmeye doymayacağım bir muhabbettir Suat Yalaz eserlerinin sahipsizliği. Sırası geldikçe başka incelemelerde devam ederim bu hayıflanmalarıma.
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

hanac

Ferzan yazıyı baştan sona dikkatlice okudum öncelikle emeğine sağlık.

Senin için çok değerli bir eser olduğunun farkındayım ama senaryo'nun çok dandik olduğunu söylemeliyim  :)

Şimdi tefrika olarak uzun sürede yayınlanınca senaryo o anda doğaçlama mı yazılıyor yoksa bütün hikayenin nasıl olacağı baştan belli mi ?

Sanırım cevabı biliyorum  8)  Hikayeler içinde zaman zaman tutarsızlıklar olduğunu anlattığına göre cevap belli.

Aslında güzel bir zaman bölümü; moğollar, bizanslılar, ermeniler, türkler, haçlılar hepsi bir arada.

Kim bilir ne güzel hikayeler çıkabilirdi.

altay1944

Ferzan dostum noktasına virgülüne dek keyifle okudum  ki senin analizlerini daima okurum.Suat Yalaz yapıtlarına reva görülen ilgisizlikten (başta rahmetlinin kendisinden)hep hoşnutsuz olmuşumdur.A.Turhan çizgili karaoğlanları nedense bende soğuk bulurum.
Yarabbi bildir de
ben beni bileyim. Beni bilen ben ile kendime geleyim. Benim bensizliğim
ile ben seni bileyim. Seni bilmeyen beni ben neyleyeyim...


Hz. Mevlânâ

darkwood

Ferzan Harika bir inceleme, araştırma ve bilgilendirme yazısı olmuş eline sağlık.
Guneş gazdetesinde bu hikayenin bir kısmını seneler önce okumuştum ama tamamını okuma şansım olmamıştı  Böylece eksik kalan bölümlerde benim açımdan tamamlanmış oldu. Hikayeler üst düzey olmasa da, bir gün çizgi romanın tamamı elime geçerse, tekrar okumak isterim.
Darkwood Sakinleri..

kharon

Ferzan bu harika inceleme icin cok tesekkurler, keyifle okudum; eline saglik.

En sevdigim Karaoglan maceralarindan biri degil maalesef, cigrindan cikan erotizmi bir yana birakirsak yer yer cok didaktik oldugu kisimlar var.
Ama cizimlerini severim, renkli haftalik seriden okumustum.
O serideki hemen butun cizimleri-renklendirmeleri severim.

Katilmadigim husus bunun yuzlesme olabilme ihtimali, bana kalirsa bilakis yuzlesmeyi birak Yalaz'in dupeduz resmi tarih okumasi & yansitmasi.
Resmi tarihin Ermeni meselesine bakisi kisaca 'biz bu topraklarda asirlarca beraber kardesce yasadik, (hatta Ermeniler millet-i sadikadir) ama dis gucler buralari karistirdigi icin talihsiz hadiseler,
kargasalar vb yasandi' seklindedir. Elbette bu sablon dunyada sadece Turklerin kabul ettigi bir tarih okumasi.

Yalaz bu sablonu aynen gecmise, hikayesine uyarlamis gozukuyor; dis guclerin kiskirtmalariyla birbirlerini yanlis anlayan , birbirlerine dusen kavimler-halklar.
O yuzden bir elestiriden ziyade benim okudugum sirada gorebildigim resmi tarihin anakronik olarak tekrariydi sadece. Ama elbette bu benim fikrim sadece.

Tesekkurler

V

Okuması en keyifli  Karaoğlan maceralarından birisidir. Aksiyonun, entrikanın,şehvetin her türlüsü soluksuz akar.Tam bir pulp fiction örneğidir.
İlk kez Güneş serisinde okumuştum ve ergenlik çağındaydım.Öyküdeki türlü çeşitli nude unsuru ve cinsel birliktelik çeşitliliği düşünürseniz o dönemimde
hayli pırıltılı gelmişti bana da. ;D
"İstemem,eksik olsun.."

darkwood

Alıntı yapılan: hanac - 27 Ocak, 2021, 19:57:55
Ferzan yazıyı baştan sona dikkatlice okudum öncelikle emeğine sağlık.

Senin için çok değerli bir eser olduğunun farkındayım ama senaryo'nun çok dandik olduğunu söylemeliyim  :)

Şimdi tefrika olarak uzun sürede yayınlanınca senaryo o anda doğaçlama mı yazılıyor yoksa bütün hikayenin nasıl olacağı baştan belli mi ?

Sanırım cevabı biliyorum  8)  Hikayeler içinde zaman zaman tutarsızlıklar olduğunu anlattığına göre cevap belli.

Aslında güzel bir zaman bölümü; moğollar, bizanslılar, ermeniler, türkler, haçlılar hepsi bir arada.

Kim bilir ne güzel hikayeler çıkabilirdi.

]Karaoğlan hikayeleri içinde, özellikle Kul Bakay'ın mezarı çok iyidir. Okumayanlar varsa tavsiye ederim.

Darkwood Sakinleri..