Klasik Edebiyat

Başlatan Ramzy, 05 Haziran, 2010, 03:17:16

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mrtekin

Dün D&R'da gezerken gördüm. Can Yayınları, böyle şahane bir "1984" edisyonu çıkarmış, etiket fiyatı ise 95.TL. Kırmızı kutulu olanı da var.

Kitaba meraklı arkadaş, dost, meslektaş, efrad için güzel bir yılbaşı hediyesi arayanlara...

https://kidega.com/kitap/1984-siyah-kutulu-ozel-baski-284351/detay?gclid=Cj0KCQiAmafhBRDUARIsACOKERNCl3wzMbjtIzFQv85b6COKZSo-43byx71jFvz1WoShkVkYPADr3FgaAsTlEALw_wcB

They drew first blood...

hercai

 
ALBERT CAMUS; Varoluşçuluk ve absürdizm akımının öncülerinden sayılır. Varoluşçuluk felsefesi ise, herhangi bir düşünce okuluna bağlı olmayan, inançlar sistemini yetersiz gören, gelenekçi felsefeyi küçümseyen düşünürlerin ortak anlayışlarını oluşturan düşünce sistemidir.

Yazarın "YABANCI" adlı eserine değinmek istiyorum naçizane..


Romanın teması; bir bireyin kendisine, topluma yabancılaşmasıdır. Kahramanımız için hiç bir şeyin önemi yoktur. Ona göre hayat kocaman bir saçmadır. Bu "SAÇMA" Kavramı  zaten "VAROLUŞÇULUK" akımının tezidir.

Yazar romanında topluma yabancılaşan bir bireyin, toplum normlarını hiçe saydığı ve umursamadığı için ölüme giden yolculuğunu anlatır;
"Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum.." diye başlar kitap.
"Annemi elbette çok severdim, ama bu birşey ifade etmezdi ki. Sağlıklı bütün insanlar, sevdiklerinin ölümünü az çok  arzu etmiştir."

Kitabımızın kahramanı Mersault her ne kadar SAÇMA'nın, içinde yaşasa da, hareketleri hep bir bilinçlilik içindedir. O saçmayı temsil etmez, SAÇMA'lık duygusunu yaşar.

Merseault'un annesinin ölümünden yargılandığı davada yargılanırken, aleyhine delil ve olumsuz kanaat oluşturacak eylemlerine örnek vermek gerekirse;
- Annesinin cenazesinden hemen sonraki gün sinemaya gitmesi,
- Cenaze başında kahve ve sigara ile keyif yapması,
- Annesinin cenazesinin yüzünü nedensizce görmek istememesi, ve benzerleri...

Yargılamada savcının iddiaları ve alınan kararı anlatmayayım.. Amacım felsefeyi benimsemekten öte, Albert Camus' la tanışmaktı.. Cenaze Evi Şenlik Evin'de de babanın ölümü ve Camus'un ölümüyle benzerlik arayan Yazar Alison Bechdel; "Babamın kendisini VAROLUŞÇU inancı nedeniyle öldürdüğünü düşünmüyorum. Bir kere dikkatle okumuş olsaydı, Camus'un  intiharın mantıksız olduğu sonucuna vardığını görürdü"der. (Sayfa 47)

Veba adlı eserde yazarın felsefesine biraz daha yaklaşırsınız. Toplum normlarını hiçe saymak ve büyük bir çoğunluğun tarafında değil de karşısında durmak bir o kadar zordur.



Şunu da anımsayalım, Zeki Demirkubuz'un filmi " YAZGI"da bu roma'ndan esinlenilmiştir..



Yeni yılda herşeyin gönlünüzce şekillenmesini diliyorum, sağlıcakla..
Yöneticiye not ; Sn hanac öncelikle mutlu yıllar diliyorum. Yazımı hangi kategoriye göndereceğimi bilemedim. Eğer yayınlamaya değer bulursanız ve görsel ekleme yaparsanız sevinirim, sevgi sizlerle olsun).

V

Hercai okumadıysan Camus'un "Başkaldıran İnsan" adlı eserini de tavsiye ederim. Varoluşçu düşüncenin motor eserlerinden birisidir..

"İstemem,eksik olsun.."

hanac

Alıntı yapılan: hercai - 01 Ocak, 2019, 11:31:16
Yöneticiye not ; Sn hanac öncelikle mutlu yıllar diliyorum. Yazımı hangi kategoriye göndereceğimi bilemedim. Eğer yayınlamaya değer bulursanız ve görsel ekleme yaparsanız sevinirim, sevgi sizlerle olsun).

Teşekkürler Hercai. Size de iyi yıllar.

Bir kaç görsel ekledim ve başlığı Modern Klasikler başlığına taşıdım.

Hayal Kahvem

Madem Hercai Albert Camus'dan söz etmiş. Bir fotoğraf da ben ekleyeyim.  :)


1913-1960 yılları arasında yaşamış, 1957 yılında Nobel Edebiyat ödülü kazanmış, insanın var oluşunun ve uyumsuzluğunun peşinde kalem oynatmış Albert Camus, Cezayir Üniversitesi'ne giderken okul takımının kaleciliğini yapmış...   

Albert Camus kaleciliği çok severmiş. Ve ilginç bir söz söylemiş... "Ahlaka dair bildiğim ne varsa futboldan öğrendim. Çünkü top hiç bir zaman beklediğim köşeden gelmedi."  Fena halde doğru değil mi  :D
"Hayat Fena halde Futbola Benzer. Çünkü Top Her Zaman Beklediğin Köşeden Gelmez."

hercai

Merhaba Forum Dostları,

Yeni, dopdolu, hayranlık ötesinde düşündürücü, etkileyici, sürükleyici bir kitapla karşı karşıyayız. Yazım dili oldukça akıcı, tek bir cümlesini bile kaçırmak istemeyeceğimiz bir kitap... birden fazla suç türü, sorgulama ve ceza içermesi değil ona bu nitelikleri saydıran... roman kahramanının psikolojik yapısı.

Kahramanın kişiliğini analiz etmeye çalıştım naçizane:

Psikolojik şu saptamalarda cevap buldum sanırım;
- Egoizm (Bencillik),
- Mazoşizm,
- Varoluşçuluk,

Varoluşçuluğu size tekrar anlatmayacağım. Daha önceki Albert Camus'un  ''YABANCI'' adlı eserini ve varoluşçuluk felsefesini anlatmaya çalışmıştım kısaca. Burada ise, biraz Mazoşizm ve Egoizm'den bahsedelim... ilgimizi çeken bu kahramanın psikolojisini kendi çapımda anlamaya çalıştım. Eğer okuyanınız varsa, bu konuda da yorum yazmanızı talep edeceğim. :)

EGOİZM ( BENCİLLİK );
Thomas Hobbes'e göre birey, ''ben sevgisiyle'', yani daima ve öncelikle kendisini düşünerek hareket eder. Bunun için insan eylemlerinin amacı, bireyin kendi hayatını koruması ve sürdürebilmesidir. Bencilliğin bir çeşidi biyolojik istek ve arzuları tatmin etmek şekliyle görülürken, başka çeşitleri daha dolaylı yollar ve görüşlerle zuhur eder. (Sosyolog Ömer Yıldırım)

MAZOŞİZM;
Adını Sacher Mazoch'un adından alan bir ruh bilim terimi. Genel hatlarıyla Sadizm ile bağdaşan mazoşizm, acı duyarak haz almaya dayanan bir sapıklık olarak değerlendirilir. Bu ilk evredir. Bir de ikinci evre vardır, ruh mazoşizmi. İlk evresinde somut bir acı karşısında kişi kendini frenleyebilirken ikinci evrede acının sınırları olabildiğince geniştir (alıntı).

KİRLİYDİ KAR (La neige etait sale)



Yazar; Georges Simenon
Çeviri; Ümit Moran Altan
İlk basım 1948

           
Frank, ilk kurbanını öldürdüğünde henüz  19 yaşındaydı, ilkine göre biraz daha etkileyici bir bekaret yitimiydi... ilki gibi bu da önceden tasarlanmamıştı. Kimse onu buna itmemişti. Onunla alay edilmemişti. Sadece aptallar arkadaşlarının etkisisinde kalır zaten!

Haftalardır, belki aylardır, bir nevi aşağılık duygusu hissederek içten içe düşünüp durmaktaydı: ''Denemem gerek...''
Yer; Alman İşgal kuvvetlerinin kontrolü altındaki Fransa'dır. Herkesin zor şartlar altında yaşadığı, yiyeceklerin karneye bağlandığı, sokağa çıkma yasağının hüküm sürdüğü ve işgal gücü askerlerinin yetki veya yetkisizliklerinin şiddetle hüküm sürdüğü, 2. Dünya Savaşı Fransa'sı.

Frank'in annesi, malum evlerden birini işletir... oturdukları binada komşuları soğuk ve açlıkla mücadele ederken onlar rahattır... sobaları sürekli yanar ve bu evden her gün envayi çeşit yayılan yemek kokuları, tüm binayı sarar...
müşterilerin çoğu işgal askerleridir herhal.

Lotte (Frank'in annesi), oğluna düşkündür fakat, yine de ondan çekinir... çocukluğunda küçük yaşta bakıcıya teslim ettiği oğlunu her ziyarete gidişinde, yanında farklı bir erkek vardır; ''bak benim Frank'ime'' diye tanıştırır onlarla.

Romanımız üç bölümden oluşuyor;
- Timo'nun Müşterileri
- Sissy'nin Babası
- Penceredeki Kadın

Bu üç bölüm aynı giriş, gelişme ve sonuç üçlemi altında okura ışık tutacak... kurguyla birlikte biz de neden ve niçinlerle sonuca yöneleceğiz... okuduğum bir çok romanda olduğu gibi ağzımda kekremsi bir tat oluşturan bu romanı sizlere tavsiye edebilmek için bocalayacağım.

''Bak Frank, dostum bana bu sustalı bıçağı verdi''.
İsveç malı bir sustalıydı, düğmesine basınca açılıyordu, kendine özgü bir şekli vardı, sanki CANLIYDI, öz zekası olduğu ve bedenlerde yolunu bulmaya çalışacağı izlenimi uyandırıyordu.

Gerçekten çok güzel bir silahtı bu, ellerinin arasına kaydırılan bu sustalıyı hemen kullanmalıydı. İradesine hakim olamayarak onun, kullanmayı arzuladığı, sustalının ete girip kemiklerin arasında kaydığında yaratacağı etkiyi hissetmeyi istediği anlaşılıyordu.
Ona bir ipucu verilmişti: Sustalı kaburgaların arasına girdiğinde kilidin içinde dönen anahtar gibi el bir kez hafifçe döndürülmeliydi. ( Sf:17 )

Frank'in bu sustalıyı kullanacağı kişiden nefret etmesine, onunla kavga etmiş olmasına da ihtiyacı yoktu... onunki kendince basit bir meraktı... istediği şey bu eylemin kendisine sunacağı deneyimdi. Öyle de olmuştu, başarmıştı işte... hiç bir pişmanlık duymayarak.

Kimin bir şebekeye ya da gruba bağlı olduğu bilinemez bu şehirde. Genel olarak silik görünen kişilerdir. Esas olarak kendi içlerindeki hainleri öldürürler. Frank, işgal gücü askerleriyle yakınlık kurmaz ...çünkü onları tanımıyor. O, annesi gibi kömür, sıcak tutan giysiler ya da yiyecek yüzünden kıskançlığa kapılmış komşuların öfkesinden de korkmuyor. Söz konusu olan korku değil. Bu çok daha derin, daha ince bir şey. Çocukken yanlız kendisinin oynadığı oyunlar icat ederdi; bu da öyle bir oyun.

Yakışıklı bir çocuktu Frank; sarı saçlı, her gün traşını olan, kaliteli ve şık giyinen, istediği miktarda paraya sahip, annesinin evindeki körpecik kızlardan istedigiyle birlikte olabilen...hem annesinin evinde, hem Timo'nun barında bol bol ve kaliteli içki içebilen.

Aşık da olamıyordu Frank. Halbuki karşı dairede oturan Holst'un 16 yaşındaki kızı Sissy onunla tanışabilmek için çok çaba sarfediyordu. Bunu farketti... onu sinemaya davet etmeliydi... olumlu karşılık almakta hiç zorlanmamıştı. Güzel bulmuyordu onu, hatta sinemada öpüşürken hoşnut da kalmamıştı nefesinden... Sissy, eski bir yazar ve felsefeci olan babasıyla oldukça zor şartlarda yaşıyordu. Güvenmişti Frank'e...hatta bir gece Lotte'nin evinde, hiç kimsenin olmadığı bir akşam geçecekti yan daireye...
Frank'le birlikte olmasının-dahası ilk kez birliktelik yaşayacak olmasının da-önemi yoktu... Frank kafasına koymuştu... onu kendisine sustalıyı veren ve diğer suçlarda da ortaklık eden Kromer'e sunacaktı... öyle de oldu. Sissy'i karanlık bir odada, çırılçıplak bir vaziyette Kromerin kollarına atıp, kapıyı kilitledi.

''Yazgı'' demeliydi buna Frank, Çünkü, yazgının onu görmesini istiyordu. Yazgıyı buna zorlamak için her şeyi yapmıştı... hala sabahtan akşama yazgıya meydan okumaya devam ediyordu. Yazgı bir yerde pusu kurmuştu. Ama nerede? onun kendini zamanı geldiğinde göstermesini, o anı yakalamak için her yerin altını üstüne getirerek yazgının önünde koşuyordu. (Sf. 145-146)

Elbette bu arayışlar ve işlediği bir sürü suç oluşturan eylemi cezasız kalmayacaktı.
Farkında olmadan ve hiç istemeden gerrçekleştirdikleri bir suç dolayısıyla işgal kuvvetlerinin eline düşecekti.
Kararlıydı, dik duraçak, kimseyi ele vermeyecek, bu konuda ne kadar ileri gideceklerini bizzat görecekti...
zaten soruların cevapları dahil her şeyi biliyorlardı...

- Frank Friedmaier!
- Hayır!


Hayır dediğinde, söz konusu olan sadece kendisiydi. Bunun altında işkencenin çekimine kapılması, hep kendine sorup durduğu gibi işkenceye dayanıp dayanamayacağını anlama isteği de yatabilir. (Sf.203)

Tek bir şey istemişti o; Holst'un oğlu olmak...
O sözü söylese-üzerinden ne büyük bir ağırlık kalkar-ne kadar mutlu olurdu:

''Baba!''
''Cesur ol Frank, insan olmak zor zanaattir...yine geleceğim...''
dedi Holst. (Sf.258)

Sevgiler sizinle olsun!



Georges Simenon (1903-1989)

hercai

      Sevgili hanac;
Masa üstünden gönderdim yazıyı...içeriğine tamamen bağlı kaldım...oradan kitap kapak resmi ve yazarın fotoğrafını eklememe rağmen, resimler mobilde çıkmıyor. İlgilenebilirseniz memnun kalırım...selamlar, hercai.

hanac

Alıntı yapılan: hercai - 03 Kasım, 2019, 15:20:21
      Sevgili hanac;
Masa üstünden gönderdim yazıyı...içeriğine tamamen bağlı kaldım...oradan kitap kapak resmi ve yazarın fotoğrafını eklememe rağmen, resimler mobilde çıkmıyor. İlgilenebilirseniz memnun kalırım...selamlar, hercai.

Tamam hercai, ilgileneceğim.

hanac

Resimleri yeniden yükledim  :)

Çok güzel bir yazı olmuş emeğinize sağlık.

Georges Simenon'u ben Komiser Maigret'in yazarı olarak tanıyorum, hiç okumasam da Maigret dizilerini izlemiştim.

Aşağıdaki filmi de bulabilirsem izlemeyi düşünüyorum, Peder Clemente tam sana göre  8)


peder clemente

Alıntı yapılan: hanac - 04 Kasım, 2019, 15:39:22
Resimleri yeniden yükledim  :)

Çok güzel bir yazı olmuş emeğinize sağlık.

Georges Simenon'u ben Komiser Maigret'in yazarı olarak tanıyorum, hiç okumasam da Maigret dizilerini izlemiştim.

Aşağıdaki filmi de bulabilirsem izlemeyi düşünüyorum, Peder Clemente tam sana göre  8)


Film önerisi için teşekkürler Hanac dostum.Hangi türü sevdiğimi biliyorsun.Jean Gabin büyük aktördü.1930'lu yıllardan itibaren önemli filmlerini izledim.Hele Alain Delon ve Lino Ventura ile oynadıkları şahanedir.Bu filmi bulabilirsem ben de izleyeceğim.Filmin imdb linki aşagıda:
https://www.imdb.com/title/tt0050669/?ref_=nm_flmg_dr_27

hercai

      Sevgili hanac;
Gönderime yaptığınız tüm katkılar için teşekkür ederim. Kitabı inanın çok beğendim, hatta fazla yorum ve ayrıntıya girersem okuyacak olanlara haksızlık ederim diye düşündüm...ama, tümünü yorumlamayı çok istedim.
Bu arada, yazara olduğu kadar dilimize çevirisini yapan Ümit Moran Altan'a da teşekkür borçluyuz...
        Sevgiler sizinle olsun...

hanac

Alıntı yapılan: peder clemente - 04 Kasım, 2019, 18:58:15
Hele Alain Delon ve Lino Ventura ile oynadıkları şahanedir.

Kastettiğin film Sicilyalılar Çetesi mı Pederim ? Muhteşem bir filmdir.

https://www.imdb.com/title/tt0064169/

peder clemente

Alıntı yapılan: hanac - 04 Kasım, 2019, 20:21:34
Kastettiğin film Sicilyalılar Çetesi mı Pederim ? Muhteşem bir filmdir.

https://www.imdb.com/title/tt0064169/

Sadece "Sicilyalılar Çetesi" değil Hanac dostum. Başka filmler de var. Aşağıya yazıyorum.
İzlemeni öneriyorum.

1- Le Clan des Siciliens=Sicilyalılar Çetesi  (Hâlâ izlememiş olanlar için tekrar yazdım)
Henri Verneuil'in yönettiği 1969 tarihli suç filmi.




2- Touchez Pas Au Grisbi
(İngilizce: Don't Touch Loot=Ganimete Dokunma gibi bir anlamı var. Loot: Argoda"Para")
Jacques Becker'in yönettiği 1954 tarihli film. Sert adamlar, sadakat, suç, ihanet, para hırsı, kadınlar, paris eğlence alemi... kadrosuyla da çok iyi bir film.




3- Melodie en sous-sol=Any number can win
(Hiçbir numara kazanmaz gibi bir anlamı var. Türkiyede "Vurgun" adıyla oynamış.)
Henri Verneuil'in yönettiği 1963 tarihli film. Jean Gabin cezaevinden yeni çıkmış yaşlı suçlu Charles'ı oynuyor. Delon ise suça yeni bulaşan genç ve hırslı Francis'i. Hedef Cannes Casino'sunu soymak.
Plânı yapan Charles. Francis uygulayıcı. Beklenmedik bir son var filmde.




Filmden bir enstantane:



Charles ve Francis soygundan önce hazırlıkları kontrol ediyor.

4- Deux Hommes dans la ville=Two man in town=Şehirde iki adam.
Jose Giovanni'nin yönettiği 1973 tarihli film. Delon eski sabıkalı. Şartlı tahliye oluyor. Jean Gabin tecrübeli adli kontrol memuru. İdam cezası üzerine etkileyici bir film. Avrupa'nın gündeminden çıkan idam cezası bizde hâlâ tartışılıyor ve idam cezası isteyen büyük bir kitle var. Filmde idamın infazı giyotinle.




5- Pepe Le Moko=Türkiye'de (Cezayir Batakhaneleri" adıyla oynamış.)
1937 tarihli filmi Julien Duvivier yönetmiş. Cezayir'de Casbah şehri. Suç kralı Pepe Le Moko (Jean Gabin), şehrin labirent gibi sokaklarında gizlenir. Onu hiçbir polis yakalayamaz. Taa ki, Pepe sıkılıp Casbah'dan çıkmak isteyinceye ve ihanete uğrayıncaya kadar...




Filmden bir sahne:



Pepe Le Moko'nun canı sıkkın...Gizlenmekten yorulmuş...

---------------------------

Jean Gabin sinemanın efsanelerinden biriydi... En baba rollerin adamıydı. Babaydı... Babacandı... Sigarayı adam gibi içerdi... Dumanı çıkarken tok sesiyle ağır ağır konuşurdu. Ağır abi gibi yürürdü... Agır, kararlı, kendinden emin. Özellikle suç ve dram filmlerinde çok başarılıydı. Karizmatik bir aktördü. Delon da bence başka bir efsanedir. Suça bulaşmış tipleri oynamaz adeta yaşardı. Hâlâ yaşıyor ve film çekiyor.





Any Number can Win (vurgun) filminde, Francis, Casino'nun dansçılarından Brigitte ile. Brigitte rolümde Carla Marlier: O yıllardaki (1960'lar) Ajda Pekkan'a benziyor, fakat Ajda'dan daha güzel. Francis, Brigitte'i ayarlayıp Casino hakkında bilgi alıyor. Kız soygundan habersiz.

Kitap hakkında: İsmi çok güzel ve anlamlı. "Kirliydi Kar"... Kar temizliğin simgesidir fakat her şey o kadar suç, kan, işkence ile dolmuş ki kar bile kirliydi anlamında. Ben böyle anladım.

hanac

Alıntı yapılan: peder clemente - 05 Kasım, 2019, 05:43:47
Başka filmler de var. Aşağıya yazıyorum.
İzlemeni öneriyorum.

3- Melodie en sous-sol=Any number can win
(Hiçbir numara kazanmaz gibi bir anlamı var. Türkiyede "Vurgun" adıyla oynamış.)
Henri Verneuil'in yönettiği 1963 tarihli film. Jean Gabin cezaevinden yeni çıkmış yaşlı suçlu Charles'ı oynuyor. Delon ise suça yeni bulaşan genç ve hırslı Francis'i. Hedef Cannes Casino'sunu soymak.
Plânı yapan Charles. Francis uygulayıcı. Beklenmedik bir son var filmde.

Bu filmi izlemiştim, havuz ile ilgili son'u diyorsun  :)

@Hercai; Kusura bakma konudan konuya atladık.