Rumar 80'in izledikleri

Başlatan rumar80, 15 Ocak, 2011, 23:34:49

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

rumar80

    DVD gecemizin ikinci filmi Oscar ödüllü Slummdog Millionaire (Milyoner) idi. Ünlü ingiliz yönetmen Danny Boyle'un yönettiği film Hindistan'da kim 500 milyon ister yarışmasını kazanan varoş çocuğu Jamal'in öyküsünü anlatıyor.
    Jamal büyük ödülü kazanırken hile yaptığı gerekçesi ile tutuklanır. Poliste soruları nasıl cevapladığını anlatır. Aslında soruların hepsi Jamal'in küçüklüğünden itibaren yaşadığı olaylarla bağlantılıdır. Biz de Jamal'in yarışmaya gelene kadarki hayatını izlerken Hindistan gerçeğini yaşamaya başlarız. Varoşlardaki halkın ezilelmeleri, çocukların nasıl dilenciliğe itildiği ve diğer acı gerçekleri görüyoruz. Filmin en önemli özelliği de rengi. Film kahverengi ağırlığı ile gerçek bir karamsarlık ta yaratıyor. O insanlarla birlikte ezilmeyi hissediyorsunuz.
   Eyvah eyvahın altında biraz daha depressif ama bir o kadar güzel bir film.
   İyi seyirler

V


Danny Boyle bu filmle müziğinden dansına,dramından -aksiyonuna Hint sinemasına saygı duruşunda bulunmuş adeta.
Aldığı oscarı sonuna kadar hakeden bir filmdir.



"İstemem,eksik olsun.."

rumar80

   Filmin soundtrack'indeki şarkılardan biri Sertab Erener'in rengarenk şarkısının müziğidir de.

rumar80

  Bugün yıllar sonra ailecek (gidilen çizgi filmleri saymıyorum) sinemaya gidebildik. Tabi bunda ilk filmin naifliği ve kızımın da filmi sevmesinin katkısı var.
  İkinci film, ilk filmin sonundan da anlaşılacağı gibi Geyikli'de geçiyor. Hüseyin Badem ve hemşire Müjgan'ın aşkları ailelerin katılması iledaha da renkli bir hal alıyor. Tabii ki sırf bu işiçin İstanbul'dan gelen Firuzan'ı saymıyorum bile.
  Birçok kişi ilk filme göre daha hafif bulmuş olsa da ben çok sevdim. Ata Demirer başarılı bir senaryo ile işi uzatmadan (rahat 3, 4 yapabilirdi) macerayı tamamlamış. Güzel espiriler, sıcak insanlar ve mükemmel bir doğa. Mutlaka hala gitmeyen dostlar vardır. Detaya girmeyeyim, ama izlemeyen varsa MUTLAKA izlesin.
  Güzel bir çalışma seyerdip keyifli bir iki saat geçirin

pizagor

Sonunda biz de dün izleyebildik... Maalesef ilk filmden ayrı düşünüp seyredemiyor insan, sürekli kıyaslamalar yaptım. Bunu yapınca da ilk filmin ışıltısını göremedim. İlk filmin o keyifli başlangıcı bir anda izleyeni filme bağlıyordu mesela. Eğlenmesine eğlendik, hanımla güldük, keyifli bir iki saat geçirdik geçirmesine de ah o muhteşem ilk film yok mu!
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!


rumar80

   Bu filmin temel sorunu da bu zaten, tüm devam filmlerinde de bu var, hele film ilkinin bittiği yerden başlayınca karşılaştırma başlıyor. Yine de güzel bir iki saat geçirdik.

pizagor

Alıntı yapılan: rumar80 - 06 Şubat, 2011, 17:28:06
   Bu filmin temel sorunu da bu zaten, tüm devam filmlerinde de bu var,

İlkinden daha iyi devam filmlerinin sadece bir kaç örneği olduğu için görüşüne katılıyorum...
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!


rumar80

   Christine Collins (Angelina Jolie) 1928 yılında Los Angeles'ta santral müdiresi olarak çalışmakta ve oğlunu büyütmektedir. Bir akşam eve döndüğünde oğlunu bulamaz. Polisi arar. Önce 24 saat geçmeden müdahale edemeyeceklerini ifade ederler. Ardından oğlunu bulduklarını söyleyerek bir çocuk verirler. Collins ısrarla bu çocuğun oğlu olmadığını iddia etmektedir. Yozlaşma ve çürüme ile içiçe olan polis departmanı başka bir yanlışı kaldıramayacağı için Collins'i önce ikna etmeye çalışır, ardından da akıl hastası olduğunu ifade ederek hastaneye kapatır. Collins haksızlıklarla savaşırken kendisine destek Presibiteryan kilisesi rahibinden (John Malkovich) gelir ve.....
   Clint Eastwood kamera kullanımını ve hikaye anlatımını çok iyi bilen bir yönetmen. Filmlerinin çoğunun müziğini de kendi yapmakta. Gerçek bir öyküden yola çıktığı filminde de duru bir anlatımla Christine Collins'in dramı ve savaşımını çok iyi anlatmış. Bu konuda ona en büyük yardım ise inanılmaz iyi bir oyunculuk çıkartan Jolie'den gelmiş. Jolie soluk teni, ezilmiş yapısı ile mükemmel bir Christine Collins olmuş. Bu rolü ile Oscar'a aday da olan Jolie aksiyon ve sansasyon dışında da başarılı olabileceğini göstermiş.
   Kadın haftasında böyle güzel bir kadın filmini tüm sinemaseverlere tavsiye ederim.

rumar80

   Son bir not: Senaryoyu hepimizin tanıdığı J Michael Strazynski yazmış

rumar80

   Benim yaşlarımda olanlar hatırlar. İsveçli iki bayan iki erkekten oluşan ABBA adında bir müzik topluluğu vardı. Ortalığı kasıp kavururlardı. Onların yazdıkları şarkılardan oluşan bir müzikal yapıldı yıllar sonra. Birkaç yıl önce ülkemize de geldi bu müzikal. Bu film de o müzikalin sinemaya uyarlanması.
   Yunanistan'da bir adada otelcilik yapan annesi ile yaşayan Sophie evlenmek üzeredir. Ancak Sophie'nin bilmediği bir soru vardır. Babasının kim olduğu. Gizlice annesinin günlüğünü alır. Babası olmaya üç adayın olduğunu fark eder ve üçünü de annesinin adı ile düğüne çağırır. Üç baba adayının da adaya gelmesi ile ortaya komik karışıklıklar çıkar.
   Başrolda efsanevi oyuncu Meryl Streep var. Üç baba adayını eski Bond Pierce Brosnan, Colin Firth ve Stellan Skarsgard oynuyor. Bu kadroda ezilmeden ayakta kalan biri daha var. O da yıldızı parlamakta olan genç Amanda Seyfried.
   Romantik komedi sevenler, müzikal sevenler, ABBA'yı bilenler ya da şarkılarından bazılarına kulak aşinalığı olan dostlara öneririm. Bir de Meryl Streep'in oyunculuğunu izlemek güzel oluyor. 62 yaşında, şarkıları da kendi söylemiş ve hala dinç.
   Filmde tek eksi puan Pierce Brosnan'ın şarkı söylemesi. Yorum bile yapamıyorum

rumar80

   İkinci dünya savaşı sırasında savaş esirlerinin tutulduğu kamplardan birindeyiz. Yalnız bu kamp diğerlerinden farklı. Yeni inşa edilmiş. Kaçmak neredeyse imkansız. İçine defalarca diğer kamplardan kaçmış, ancak tekrar yakalanmış, en "azılı" savaş esirleri yerleştirilir. Kurallara uymaları ve kaçmaya çalışmamaları istenir. Fakat....
   John Sturgess'in yönettiği senaryosunu Shogun'un yazarı James Callwell'in yazdığı 1963 yılı yapımı filmde ünlüler geçidi var: Steve McQueen, Richard Attenborough, James Garner, Charles Bronson, James Coburn vs. 173 dakikalık bir film, ama öyle tatlı bir dinamizm içinde akıyor ki zamanın nasıl geçtiğini hissetmiyorsunuz.
   Savaşın içinde farklı bir film (asla Zafere kaçış filmi gibi saçma da değil)
   

nacho_grande

Dehşet filmdir. Hatta arkasından da "Dirty Dozen" (Kirli Düzine) tadından yenmez :)

rumar80

    O da sırada, çok yakın zamanda izlemeyi planlıyorum.

hanac

Steve McQueen'in motorsikletli fotosu unutulmazdır.



Bu arada o dönemin çoğu kalabalık kadrolu filminde rol alan Charles Bronson burada da ölmemektedir.

(The Dirty Dozen, The Magnificent Seven)

rumar80

   Serhan The great escape'de bahsetmişti. Ben de sırada o var demiştim. İşte yazıyorum.

   Gene ikinci dünya savaşındayız. "Akıllı" müttefik komutanlığı Alman subayların dinlenme ve eğlenmek amacı ile gittikleri bir şatodan haberdar olur. Burayı basabilirlerse subay kademesine böylece de emir komuta zincirine ağır darbe vuracaklardır.
   Bu intihara eş değer girişim için de otorite ile sorunları olan Binbaşı Reisman görevlendirilir. Emir basittir: İdam ya da ağır mahkûmiyet cezaları olan mahkumlardan bir ekip kurulacak, onları eğitecek ve operasyona gidilecektir. Ekip seçilir ve eğitim başlar...
   Usta oyuncu kadrosu ile (Lee Marvin, Ernest Borgnine, Charles Bronson, Telly Salavas, vs) güzel yazılmış ve yönetilmiş bir klasik daha.
   İyi izlemeler.