Hakim'in Yolculuğu - Desen Yayınları

Başlatan Nightrain, 02 Aralık, 2020, 10:13:25

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nightrain



Fiyat: 65 TL, Sayfa Sayısı: 272

Tadımlık: https://www.tudem.com/images/tadimlik/a6acdhakimin_yolculugu_tadimlikpdf.pdf


HAKİM'İN YOLCULUĞU
1 - SURİYE'DEN TÜRKİYE'YE
FABIEN TOULMÉ

Umut yolunda Suriye'den Türkiye'ye uzanan yaşamlar...

Fabien Toulmé'nin gerçek kişilerden ve yaşanmış olaylardan esin alarak üç ciltlik bir seriye dönüştürdüğü Hakim'in Yolculuğu, insanlığı unutmuş bir dünyada insan olmanın nasıl bir şey olduğuna dair etkileyici bir grafik roman.

Sanatçının, uzun araştırmalar sonucu ve yıllara yayılan ikili görüşmeleriyle şekillenen anlatısı, Suriye'deki savaş nedeniyle sahip olduğu her şeyi geride bırakıp, tamamen yasal yollar üzerinden, yeni ve daha ''yaşanabilir'' bir hayat kurmaya çabalayan bir adamın mücadelesine tanıklık ettiriyor.

Kendi hâlinde bir bahçıvanın başına neler gelebilir? Hakim için yaşam, hayallerinin peşinde azimle çalışan bir genç için seyrinde ilerlerken 2011'de Suriye sokaklarında filizlenmeye başlayan Arap Baharı hareketi ile altüst olur. Dayatılan korku iklimi başta büyük kentler olmak üzere tüm ülkeyi sarar. Fidanlığı gasp edilen ve ardından sokaktaki yaralılara yardım ettiği gerekçesiyle bir süre tutuklu kalıp işkence gören Hakim için artık Suriye'de yaşamak imkânsız hâle gelir. Genç adamın Şam'ın güney banliyösünden başlayan sürgünlüğü; Lübnan, Ürdün, Türkiye, Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Macaristan, Avusturya, İsviçre ülkeleri üzerinden Fransa'nın Aix-en-Provence şehrine kadar uzanır. 

Serinin ilk kitabı olan ''Suriye'den Türkiye'ye''yi Desen okurları için özel kılan yanı Türkiye'den de bolca kareler içermesi. Sokak tabelalarından şehirlerin mimarisine ve evlerin mobilyalarına kadar incelikle verilen detaylar da Fabien Toulmé'nin çizer olarak hikâyeyi aktarmadaki ustalığını kanıtlıyor. Hakim'in 2013'ün Mart ayında, Amman üzerinden uçakla Antalya'ya gelmesiyle başlayan Türkiye serüveni; sırasıyla İstanbul ve İzmir şehirlerini de kapsayan bir güzergâhta, trajikomik durumlar eşliğinde veriliyor.

Yaşanmış bir hikâyeye dayanmasından ötürü hem bir belgesel hem de merak uyandırıcı bir haber röportaj niteliği taşıyan Hakim'in Yolculuğu, usta bir çizer ve hikâye anlatıcısı olan Toulmé'nin güçlü görselleriyle müthiş bir sinematografik anlatım sergiliyor.

''Bunun benim başıma gelebileceği aklımdan bile geçmezdi. Anlıyorum ki her insan bir gün 'mülteci' olabilir... Bunun için ülkenin çökmesi yeterli. Ya sen de onunla birlikte çöküyorsun ya da çekip gidiyorsun.''
"Bu yıldızı çok mu istiyorsun Heatie? Al ye o zaman!"

memospinoz

PDF yanıltıcı olabiliyor bazen, basılı halini görmek lazım. Oldukça yeni bir kitap olduğu için henüz bende yok.

Diğer iki albüm de kısa sürede gelir umarım.

TKnKT

    Bu yazıya giriş yaparken sizlerle Sn. Pizagor'un dile getirdiği şu kelimeleri paylaşarak giriş yapmak istiyorum.
Alıntı yapılan: pizagor - 14 Kasım, 2020, 19:35:11
Uzun uzadıya yazmak, bunun zahmetine girmek zor ve gereksiz geliyor artık. Elli kişinin tıklayacağı – yirmi kişinin 'scroll down' yaparken gözucuyla görsellerine bakacağı – beş kişininse sabredip sonuna kadar okuyacağı ve kimsenin tepki vermeyeceği uzunca bir yazı için saatlerini harcamanın makul bir yanı yok.

    Şüphesiz Hakim'in Yolculuğu Baobab tarafından yayınlanan bir eser olsaydı kuşkusuz ve tereddütsüz bir şekilde almış ve okumuştum. Baobab bastığı eserler ile birlikte şuana kadar istisnasız ilgimi çekti ve okuduğum her bir yayınının kapağını memnuniyetle kapatmama vesile oldu. (Bütün Ayazların Ortasında henüz okumadığım bir eser ancak forumdan gördüğüm kadarıyla bu eser de belirttiğim konumu bozmamış.) Ancak yine de söz konusu Fabien Toulmé olunca Beklediğim Sen Değildin benim için referans bir eser olarak bir köşede bekliyordu. Kitabın Desen Yayınları tarafından sunulan tadımlık kısmı beni çok tereddütte bıraksa da referansıma güvenerek Hakim'in Yolculuğu'na başladım. Nitekim bu eserde anlatılan çizerin bireysel yaşantısı olmasa da, Fabien Toulmé bu kitapta da gerçek yaşamdan bir hikayeyi aktarması sebebiyle aktarım konusunda başarılı olacağını düşündüm.
    Gelelim Hakim'in Yolculuğu'na. Eserin üç ciltten oluşan orijinal serisinin 272 sayfadan oluşan Suriye'den Türkiye'ye bölümü 1. cilt (2018); 264 sayfadan oluşan Türkiye'den Yunanistan'a bölümü 2. cilt (2019); 280 sayfadan oluşan Makedonya'dan Fransa'ya olan bölümü ise 3. cilt (2020) olarak Fransızca yayınlanmış durumda.

   
    Bizim elimizdeki çeviri eser de orijinal formatındaki ile aynı şekilde Hakim'in Yolculuğu'nun Suriye'den Türkiye'ye olan bölümünü içerecek şekilde yayınlanmış.


    Gelelim beni kitabı okumaya iten konulardan biri olan Türklük imtiyazına (Turkish privilege diyebiliriz sanırım). Kabul edelim ki halen bir çok kişi ırkçılık ve ayrımcılığı kitlesel medyanın öğrettiği şekliyle siyah-beyaz ten rengi üzerinden tanımlamakta. Ülkemizin mevcut durumu ve geçmişi göz önüne alındığında bize bu durum çok yabancı gelmekte. Özellikle Amerika odaklı global medyanın ırkçılık üzerine olan haberlerini her seferinde kınayarak yaklaşırız. Başlarda güzel bir bilinç düzeyi olarak düşünülüyor bu. Ancak öyle olmadığını, özellikle son yıllarda ülkemizin de ırkçılık ve ayrımcılığın başını çeken ülkeler arasında yer aldığını görmek mümkün. Halen ten rengi ayrımcılığına "olağanüstü" bir şekilde tepkimizi koyuyoruz. Ülkemizin bir futbol klubünün oyuncusu uluslararası bir futbol müsabakasında ten rengi sebebiyle ayrımcılığa uğradığında tüm ülke hep bir ağızdan buna karşı duruyorken, ülkemiz içerisinde siyahi oyunculara muz atıyor, maymun muamelesi yapıyor, eğitimsizlik ve yamyamlık ile itham ediyoruz (?).
    Ancak gelmek istediğim nokta farklı bir kategori. Biz kendimizi ırkçı olarak tanımlamazken (çünkü ten rengi bizim için problem değil?) aslında yıllardır etnik ayrımcılık ve inanç odaklı ayrımcılığın kovanı olmuş durumdayız. Biz bunun etnik ayrımcılık kolundan devam edelim. Son yıllarda ülkemizde bir "Suriye'li" gerçekliği, aşağılaması (!), mevcut. İnsanların kendilerince haklı-haksız bakış açılarını bir kenara bırakalım nitekim kitaba giriş yapmak isterken sosyolojik bir tartışma ortamı oluşturma gayesinde değilim. Aslında kitapta Lübnan ve Ürdün'de Suriyelilerin gördüğü ayrımcılığa şahit oluyorken bunun Türkiye versiyonuna rastlamıyoruz. Ya Hakim'in erken dönemde Türkiye'ye gelmesi ya da kitabın ikinci cildinde karşılaşacağımız bir durum. Lakin bu durumun Türkiye'de olmadığını söylemek olanaksız.
    Hâl böyle olunca içinde yaşadığımız gerçekliğe, hatta sokakta gördüğümüz gerçekliğe, bir göçmenin gözünden bakmanın nasıl olduğunu görmek için bu eser güzel fırsatlardan birisi olarak göründü. Öncelikle eserde anlatılan karakterimiz gerçekliğin bir miktar saptırıldığı ismi itibariyle kurgu bir karakter. Bunu "tanığın gizliliği" olarak nitelendiren Toulmé anlatılanların gerçekliğini olabildiğince korumaya çalıştığını ifade etmiş.
   Eserimiz göçmenlerin Avrupa'ya ulaşmaya çalışırken hayatlarını yitirmesiyle birlikte ortaya çıkan ölüm sayılarının sıradanlaşması üzerine başlıyor. (Günümüzde de her gün 200'ün üzerinde insan COVID yüzünden vefat ediyor ancak ne kadar basit bir sayı gibi görüp geçiyoruz artık. Düşündüğünüzde bir haftada ortalama bir okul insan yok oluyor. Böyle görselleştirmek ciddiyeti hatırlamamıza yardımcı olabilir.) Bu sayıların sıradanlaşması Toulmé'yi bir göçmenin hikayesini aktarmaya itmiş. Bu doğrultuda Hakim'in hikayesini Suriye'de, çocukluğundan başlayarak izlemeye başlıyoruz. Suriye'de aslında olan biten ne, dışarıdan göründüğünün aksine neler yaşanıyor günlük hayat nasıl bunlar aktarılıyor. Sonrasında kaçınılmaz olan Arap Baharı etkisi ile ülkede meydana gelenlere orada yaşıyormuşçasına şahit oluyorsunuz. Hatta yaşananların bir kısmı Mana Neyestani'nin eseri İran Usulü Metamorfoz ile çok fazla benzerlik gösteriyor. Dikta ve korku rejiminin getirileri diyebiliriz bunlara. Ancak odak noktası burası değil elbette, bir bölüm bundan oluşuyor. Bu takip eden süreçte de Hakim'in sırasıyla Beyrut/Lübnan, Amman/Ürdün ve oradan da Antalya'ya gelerek hayata tutunma çabasına şahit oluyoruz. Aslında kitap akışına dair çok da bir şey konuşmak istemiyorum çünkü bir göçmenin hikayesine kendisinin, tercümanın, çizerin ve sonrasında çevirmenin üstüne beşinci filtre olmanın bir gereği yok.
    Aslında seri olarak yayınlanan eserleri tamamlandıktan sonra okumayı tercih ederim. Hem devam serinin sıradaki eserini beklerkenki sabırsızlığım hem de serinin devam sayısında bir önceki esere dair eksikliklerim okuma keyfimi bir nebze baltalar. Bu sebeple de aslında pek fasikül okuyucusu olamadım. Ancak 816 sayfalık bir eseri birleştirip yayınlamanın ticari kaygılarını elbette anlıyorum. (Kitabın yurtdışındaki birleştirilmiş baskısı 840 sayfadan oluşuyor.) Ancak iyi ki bu kitabı bekletmeden okumuşum diyebiliyorum. Başına oturdum ve aralıksız bir okumada tamamladım, hikaye çok akıcı ve süreç içerisinde sizde sürükleniyorsunuz. Umuyorum ki kitabin ikinci ve üçüncü cildini vakit kaybetmeden yakın zamanda yayınlandığını görebiliriz.
    Kitap hakkında çizimler ve paneller özelinde bilgi edinmek için Desen Yayınları'nın yayınladığı tadımlık sayfanın aksine amazon.co.uk* üzerinden kindle versiyonununun tadımlık sayfalarını incelemenizi tavsiye ederim. Kitabı basılı hali de orjinali kadar kaliteli duruyor. Sanırım sadece kitap kağıdı ikinci hamur. Daha önce de bahsetmiştim kağıt kalitelerini pek değerlendiremiyorum ama gramajı yüksek beyaz kağıt olmadığını ancak saman kağıdı da olmadığını belirtip arada bir kategoride olduğunu dile getirebilirim. Yine de çizimlerde bir bozulma ya da görseli etkileyecek bir durum olmadığını söyleyebilirim.
    Küçük bir dipnot eserde çizimler üzerinde oynadılar mı merak ediyorum. Görsele dahil yazılı içerikler genellikle yerelleştirmek için yeniden görsel düzenlemeye girebiliyor. Ancak eserin Türkiye'de geçen bölümüne yerelleştirme eklemek mantıksız olacaktır. Yine de aşağıda eklediğim görsel Türkçe'ye çevrilme esnasında herhangi bir oynamaya maruz kalmadıysa ve gerçekten kitabın orjinalinde Şok market yer alıyorsa bir miktar şaşıracağım.


    Serinin ikinci ve üçüncü cildinden örnek sayfaları da aşağıya bırakıyorum.

(Kitap görselinin üzerindeki "Look Inside" butonuna basmanız yeterli.)
*Orijinal 1. Kitap, kindle örneği üzerinden ilk 31 sayfa: https://tinyurl.com/y7vhqze7
*Orijinal 2. Kitap, kindle örneği üzerinden ilk 28 sayfa: https://tinyurl.com/y9qmh4uc
*Orijinal 3. Kitap, kindle örneği üzerinden ilk 28 sayfa: https://tinyurl.com/yb8ffdsu
"The man who opens topics faster than his shadow"

memospinoz

Tudem'in sayfasında 1. hamur olarak geçiyor kâğıt cinsi.  ???
https://www.tudem.com/urun/kultur/1010/desen/10915/hakimin_yolculugu__1_suriyeden_turkiyeye.aspx

Bir de Baobab artık Tudem bünyesine geçmiş. Hayırlı uğurlu olsun.  :)

memospinoz

Alıntı yapılan: TKnKT - 20 Aralık, 2020, 01:17:04
   
    Küçük bir dipnot eserde çizimler üzerinde oynadılar mı merak ediyorum. Görsele dahil yazılı içerikler genellikle yerelleştirmek için yeniden görsel düzenlemeye girebiliyor. Ancak eserin Türkiye'de geçen bölümüne yerelleştirme eklemek mantıksız olacaktır. Yine de aşağıda eklediğim görsel Türkçeye çevrilme esnasında herhangi bir oynamaya maruz kalmadıysa ve gerçekten kitabın orijinalinde Şok market yer alıyorsa bir miktar şaşıracağım.



Bu sorunun cevabını ben de merak ettim. Gece yarısı midem kazındı, bir şeyler yedikten sonra bunu inceleyeceğim.  ;D

memospinoz

Kendimi kaptırıp Lübnan'a gittikleri bölüme kadar okudum.  :D
Her neyse, sonradan niye okuduğumu hatırladım da Antalya turu sayfasını buldum. Ve ta-da!  ;D




kedidiro

Alıntı yapılan: TKnKT - 20 Aralık, 2020, 01:17:04
    Bu yazıya giriş yaparken sizlerle Sn. Pizagor'un dile getirdiği şu kelimeleri paylaşarak giriş yapmak istiyorum.
    Şüphesiz Hakim'in Yolculuğu Baobab tarafından yayınlanan bir eser olsaydı kuşkusuz ve tereddütsüz bir şekilde almış ve okumuştum. Baobab bastığı eserler ile birlikte şuana kadar istisnasız ilgimi çekti ve okuduğum her bir yayınının kapağını memnuniyetle kapatmama vesile oldu. (Bütün Ayazların Ortasında henüz okumadığım bir eser ancak forumdan gördüğüm kadarıyla bu eser de belirttiğim konumu bozmamış.) Ancak yine de söz konusu Fabien Toulmé olunca Beklediğim Sen Değildin benim için referans bir eser olarak bir köşede bekliyordu. Kitabın Desen Yayınları tarafından sunulan tadımlık kısmı beni çok tereddütte bıraksa da referansıma güvenerek Hakim'in Yolculuğu'na başladım. Nitekim bu eserde anlatılan çizerin bireysel yaşantısı olmasa da, Fabien Toulmé bu kitapta da gerçek yaşamdan bir hikayeyi aktarması sebebiyle aktarım konusunda başarılı olacağını düşündüm.
    Gelelim Hakim'in Yolculuğu'na. Eserin üç ciltten oluşan orijinal serisinin 272 sayfadan oluşan Suriye'den Türkiye'ye bölümü 1. cilt (2018); 264 sayfadan oluşan Türkiye'den Yunanistan'a bölümü 2. cilt (2019); 280 sayfadan oluşan Makedonya'dan Fransa'ya olan bölümü ise 3. cilt (2020) olarak Fransızca yayınlanmış durumda.

   
    Bizim elimizdeki çeviri eser de orijinal formatındaki ile aynı şekilde Hakim'in Yolculuğu'nun Suriye'den Türkiye'ye olan bölümünü içerecek şekilde yayınlanmış.


    Gelelim beni kitabı okumaya iten konulardan biri olan Türklük imtiyazına (Turkish privilege diyebiliriz sanırım). Kabul edelim ki halen bir çok kişi ırkçılık ve ayrımcılığı kitlesel medyanın öğrettiği şekliyle siyah-beyaz ten rengi üzerinden tanımlamakta. Ülkemizin mevcut durumu ve geçmişi göz önüne alındığında bize bu durum çok yabancı gelmekte. Özellikle Amerika odaklı global medyanın ırkçılık üzerine olan haberlerini her seferinde kınayarak yaklaşırız. Başlarda güzel bir bilinç düzeyi olarak düşünülüyor bu. Ancak öyle olmadığını, özellikle son yıllarda ülkemizin de ırkçılık ve ayrımcılığın başını çeken ülkeler arasında yer aldığını görmek mümkün. Halen ten rengi ayrımcılığına "olağanüstü" bir şekilde tepkimizi koyuyoruz. Ülkemizin bir futbol klubünün oyuncusu uluslararası bir futbol müsabakasında ten rengi sebebiyle ayrımcılığa uğradığında tüm ülke hep bir ağızdan buna karşı duruyorken, ülkemiz içerisinde siyahi oyunculara muz atıyor, maymun muamelesi yapıyor, eğitimsizlik ve yamyamlık ile itham ediyoruz (?).
    Ancak gelmek istediğim nokta farklı bir kategori. Biz kendimizi ırkçı olarak tanımlamazken (çünkü ten rengi bizim için problem değil?) aslında yıllardır etnik ayrımcılık ve inanç odaklı ayrımcılığın kovanı olmuş durumdayız. Biz bunun etnik ayrımcılık kolundan devam edelim. Son yıllarda ülkemizde bir "Suriye'li" gerçekliği, aşağılaması (!), mevcut. İnsanların kendilerince haklı-haksız bakış açılarını bir kenara bırakalım nitekim kitaba giriş yapmak isterken sosyolojik bir tartışma ortamı oluşturma gayesinde değilim. Aslında kitapta Lübnan ve Ürdün'de Suriyelilerin gördüğü ayrımcılığa şahit oluyorken bunun Türkiye versiyonuna rastlamıyoruz. Ya Hakim'in erken dönemde Türkiye'ye gelmesi ya da kitabın ikinci cildinde karşılaşacağımız bir durum. Lakin bu durumun Türkiye'de olmadığını söylemek olanaksız.
    Hâl böyle olunca içinde yaşadığımız gerçekliğe, hatta sokakta gördüğümüz gerçekliğe, bir göçmenin gözünden bakmanın nasıl olduğunu görmek için bu eser güzel fırsatlardan birisi olarak göründü. Öncelikle eserde anlatılan karakterimiz gerçekliğin bir miktar saptırıldığı ismi itibariyle kurgu bir karakter. Bunu "tanığın gizliliği" olarak nitelendiren Toulmé anlatılanların gerçekliğini olabildiğince korumaya çalıştığını ifade etmiş.
   Eserimiz göçmenlerin Avrupa'ya ulaşmaya çalışırken hayatlarını yitirmesiyle birlikte ortaya çıkan ölüm sayılarının sıradanlaşması üzerine başlıyor. (Günümüzde de her gün 200'ün üzerinde insan COVID yüzünden vefat ediyor ancak ne kadar basit bir sayı gibi görüp geçiyoruz artık. Düşündüğünüzde bir haftada ortalama bir okul insan yok oluyor. Böyle görselleştirmek ciddiyeti hatırlamamıza yardımcı olabilir.) Bu sayıların sıradanlaşması Toulmé'yi bir göçmenin hikayesini aktarmaya itmiş. Bu doğrultuda Hakim'in hikayesini Suriye'de, çocukluğundan başlayarak izlemeye başlıyoruz. Suriye'de aslında olan biten ne, dışarıdan göründüğünün aksine neler yaşanıyor günlük hayat nasıl bunlar aktarılıyor. Sonrasında kaçınılmaz olan Arap Baharı etkisi ile ülkede meydana gelenlere orada yaşıyormuşçasına şahit oluyorsunuz. Hatta yaşananların bir kısmı Mana Neyestani'nin eseri İran Usulü Metamorfoz ile çok fazla benzerlik gösteriyor. Dikta ve korku rejiminin getirileri diyebiliriz bunlara. Ancak odak noktası burası değil elbette, bir bölüm bundan oluşuyor. Bu takip eden süreçte de Hakim'in sırasıyla Beyrut/Lübnan, Amman/Ürdün ve oradan da Antalya'ya gelerek hayata tutunma çabasına şahit oluyoruz. Aslında kitap akışına dair çok da bir şey konuşmak istemiyorum çünkü bir göçmenin hikayesine kendisinin, tercümanın, çizerin ve sonrasında çevirmenin üstüne beşinci filtre olmanın bir gereği yok.
    Aslında seri olarak yayınlanan eserleri tamamlandıktan sonra okumayı tercih ederim. Hem devam serinin sıradaki eserini beklerkenki sabırsızlığım hem de serinin devam sayısında bir önceki esere dair eksikliklerim okuma keyfimi bir nebze baltalar. Bu sebeple de aslında pek fasikül okuyucusu olamadım. Ancak 816 sayfalık bir eseri birleştirip yayınlamanın ticari kaygılarını elbette anlıyorum. (Kitabın yurtdışındaki birleştirilmiş baskısı 840 sayfadan oluşuyor.) Ancak iyi ki bu kitabı bekletmeden okumuşum diyebiliyorum. Başına oturdum ve aralıksız bir okumada tamamladım, hikaye çok akıcı ve süreç içerisinde sizde sürükleniyorsunuz. Umuyorum ki kitabin ikinci ve üçüncü cildini vakit kaybetmeden yakın zamanda yayınlandığını görebiliriz.
    Kitap hakkında çizimler ve paneller özelinde bilgi edinmek için Desen Yayınları'nın yayınladığı tadımlık sayfanın aksine amazon.co.uk* üzerinden kindle versiyonununun tadımlık sayfalarını incelemenizi tavsiye ederim. Kitabı basılı hali de orjinali kadar kaliteli duruyor. Sanırım sadece kitap kağıdı ikinci hamur. Daha önce de bahsetmiştim kağıt kalitelerini pek değerlendiremiyorum ama gramajı yüksek beyaz kağıt olmadığını ancak saman kağıdı da olmadığını belirtip arada bir kategoride olduğunu dile getirebilirim. Yine de çizimlerde bir bozulma ya da görseli etkileyecek bir durum olmadığını söyleyebilirim.
    Küçük bir dipnot eserde çizimler üzerinde oynadılar mı merak ediyorum. Görsele dahil yazılı içerikler genellikle yerelleştirmek için yeniden görsel düzenlemeye girebiliyor. Ancak eserin Türkiye'de geçen bölümüne yerelleştirme eklemek mantıksız olacaktır. Yine de aşağıda eklediğim görsel Türkçe'ye çevrilme esnasında herhangi bir oynamaya maruz kalmadıysa ve gerçekten kitabın orjinalinde Şok market yer alıyorsa bir miktar şaşıracağım.


    Serinin ikinci ve üçüncü cildinden örnek sayfaları da aşağıya bırakıyorum.

(Kitap görselinin üzerindeki "Look Inside" butonuna basmanız yeterli.)
*Orijinal 1. Kitap, kindle örneği üzerinden ilk 31 sayfa: https://tinyurl.com/y7vhqze7
*Orijinal 2. Kitap, kindle örneği üzerinden ilk 28 sayfa: https://tinyurl.com/y9qmh4uc
*Orijinal 3. Kitap, kindle örneği üzerinden ilk 28 sayfa: https://tinyurl.com/yb8ffdsu
Bu forumu değerli kılan bu ve bunun gibi emek ürünü yazılar. Teşekkür ediyorum. Okunduğunda emin olabilirsiniz. Enerjinizi kaybetmeyin ve forumumuzu bu tip yazılarınızdan mahrum etmeyin...

ferzan

    Dün gece okudum.

    Çizerinden beklediğim üzere gayet akıcıydı ama bana fazla genel geçer geldi. Kitap aslında bazı yerlerde empati kurduruyor. Hakim de (asıl isimler değiştirilmiş) düzgün bir adam ve başlarına gelenler, yaşananlar gerçekten üzücü ama Suriyeli meselesinin bizim topraklardaki yansıması biraz daha farklı olduğundan okurken ister istemez başka yönlerden de ele alınca kendi kendime empatimi bir miktar baltaladım. Tabi çizer bizim memlekette yaşamadığı için çeşitli detaylardan da habersiz. Haklı olarak insani ve ahlaki durumdan girip genel geçer evrensel hak-hukuk mevzularından bahsediyor ama Ege Denizi 'nin doğusundan itibaren dünya biraz farklı dönüyor. Ayrıca Şok market gibi detaylara gösterdiği özeni daha önemli konularda gösterse iyi olabilirmiş. Türkiye 'den bahsederken malum terör örgütünün güya davasını sahiplendiğini iddia ettiği etnik kesimin tamamının temsilcisi olarak gösterilmesini açıkçası yadırgadım. Eminim o kısmı okuyacak olan aynı etnik kesimden vatandaşlarımıza da enteresan gelecektir. Önemsiz bir market ya da arka plan detayına hayati özen gösterirken hassas mevzularda görmek istediğini gören tipik tuzu kuru batılı yaklaşımı. Bu noktada Fabien Toulme 'nin detay bazında araştırmacılığı ya da mevzuyu öyle görüp görmeme tercihini ihtimal dahilinde ele alınca bir parça modum düştü.

    Hakim için de ince ince, belli belirsiz eleştirileri oluyor ama bunu doğrudan vermiyor, imalar ve çizim detaylarında anlıyorsunuz. Tipik ortadoğulu yaklaşımıyla kendine işi düşen birini oyalayabildiğini görüyoruz ve bu tavır da gayet tanıdık geliyor. Çizer, Hakim 'le Fransa 'da onların evinde yapacakları her buluşma için bütün planını alt üst ediyor. Belli ki Hakim 'in çok öncelikli işleri yok ama çizere hep son dakika haber veriyor ve adam elinde ne varsa bırakıp koşuyor sonraki görüşme için aylarca beklememek adına. Böyle de halden anlayan ve randevu kültürü olan bir arkadaş Hakim.

    Bazı parazit yapan detaylar haricinde okuması keyifli, son derece akıcı ama içerik itibariyle de hâliyle üzücü bir eserdi. Ben diğer iki kitabı da alacağım ama Suriyeli göçmen meselesinde fazla genel geçer yaklaşımını yemeden okuyacağım. Hakim gibiler elbette var ama biz çok daha farklı yönlerini tecrübe ediyoruz Suriyeli meselesinin ne yazık ki. Fabien Toulme değil de atıyorum Faruk Tilbe diye bir çizer böyle bir kitap hazırlasaydı eminim paralel kurgu ve etraflılık adına ele alacağı çok daha fazla şey olurdu. Bu noktada da Fabien Toulme bir Avrupalı ve olaya gerçek anlamda "fransız" biri olarak aslında kendisinden beklediğim kadarını vermiş. Gene de sonraki kitaplarda daha etraflı ve detaylı paralel anlatım ve durumlarla karşılaşırsam kendi adıma daha memnun olacağım. Bu haliyle Guy Delisle 'nin yüzeyselliğine yaklaşmış. Nicolas Wild 'ın detaycılığını yeğlerdim. Bu vesileyle Kabil Disco 'yu yarım bırakan esenkitap 'ın da kulaklarını çınlatayım.
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

memospinoz

Alıntı yapılan: ferzan - 23 Aralık, 2020, 22:37:18
    Bu vesileyle Kabil Disco 'yu yarım bırakan esenkitap 'ın da kulaklarını çınlatayım.

:'(

hanac

Alıntı yapılan: TKnKT - 20 Aralık, 2020, 01:17:04
Gelelim Hakim'in Yolculuğu'na.

Çok güzel bir yazı olmuş. Emeğine sağlık.

KenParker

Hakim'in Antalya'da yaşadığı yerler gerçekten var. Tabela isimleri doğru. Sadece küçük sapmalar var. Kayınbabasıyla yaşadığı yer Antalya'nın zengin semtlerinden genel olarak Lara dediğimiz yer. Falez parkının dibinde denize nazır yaşamışlar.

Hakim'in Yolculuğu'nu okumadan evvel Suriyelilerin hikayesine dair bir şeyler öğrenme beklentisi içindeydim. Savaşın vahşeti, Arap baharının nasıl başlayıp şekillendiği, sıranın neden Suriye'ye geldiği, hegemon güçlerin orada hangi menfaatler için bulunduğu gibi şeyler. Zannediyorum bu beklenti bir çok kişide şekillenmiştir. Savaşı anlatmasını beklerdim, tarafların nasıl oluştuğunu, savaşın iç savaşlıktan çıkıp nasıl diğer ülkelerin dahil olduğunu vs. Suriyelilere bunları sorduğumda detaylı cevap hiç bir zaman alamadım. Hakim'den de alamadım. Sadece değiniyor, değinip geçiyor. Suriye'ye neden başka ülkeleri karıştıryorsunuzun cevabı yok. Ancak hepsinden ortak sözleşmişçesine şu cevabı aldım: ''Fenerbahçe'yle Galtasaray savaşsaydı hangi tarafı tutardın? Biz taraf tutmadık ve ülkeyi terk ettik.'' Kendi içinde ciddi boşluklar barındıran kaçamak bir cevap. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu insanların Fenerbahçe Galatasaray maçı bitince Suriye'ye geri dönme niyetleri de bulunmuyor.

Savaş dışında diğer beklentim de yaşanan mülteci dramları üzerineydi. Milyonların söz konusu olduğu bir göç. Bunların çoğu Avrupa'ya geçmek istiyor ancak Avrupa kabul etmiyor. Çeşitli ülkelerin yaptığı suistimaller, denizde kaçak seyehat eden mültecilerin batırılan botları, ölüme terk edilişileri vs. Böyle şeyleri de bulamadım. Hakim ve yanındaki aile toplumun nispeten varlıklı zümresinden olduğu için hikaye bu kısımlarda sığ kalmış. Diğer milyonların dramıysa koca kitapta tek bir kare:



Bunca yazdığımdan sonra kitabı beğenmediğim anlaşılmasın. Genel olarak beğendiğimi söyleyebilirim. Çizer Fabien Toulme konuya objektif yaklaşmaya çalışarak belirli bir mesafeden anlatıyı gösteriyor. Gayet de başarılı kotarıyor. Diğer ciltlerde umarım beklediğimi bulurum. Daha da önemlisi kitabın kapağındaki yere düşmüş Arapça yazı ''Hürriyet'' dini/etnik yapısı ne olursa olsun inşallah bütün Suriyelileri ziyaret eder.

TKnKT


    "Sözün özü ben iyice soğudum..."

    Yaklaşık üç buçuk ay önce Hakim'in Yolculuğu'nun ilk sayısını elimden düşürmeyerek, koltuğun üzerinde şekilden şekile girerek heyecanla tamamlamıştım. Bir an önce eserin devamı yayınlansa ve okusam diye tarifi imkansız bir heyecan kaplamıştı içimi. İlk defa bir eser için basit de olsa bir inceleme kaleme almıştım ve devamını getirmeyi heyecanla bekliyordum. Şuan tamı tamına on dört gündür kitap elimde ve kitabın kapağını bugün açmış bulundum ve okudum. Heyecanımı yitirmem için gerekçelerim vardı.

    İlk kitabı neden çok beğenmiştim hatırlamıyorum. Öyle mükemmel bir iz bırakacak, olağanüstü bir hikaye miydi? Sanmıyorum. Çizimleri mi mükemmeldi? Pek sayılmaz. Belki aklımda düşündürdükleriydi bana, beni etkileyen kısmı. Özümüzde ve toplumumuzda yatan ırkçılık ve sahte duyarlarımız ile yüzleşme oldu sanırım damarıma basan nokta. Bugün kitabı elime alırken bu düşüncelerin artık hiçbir önemi kalmamıştı benim için. Dört duvar arasına tıkılıp kalmışken, sosyal ilişkilerinizden arınmış, gerçekliklerden ve sosyolojik düşüncelerden de arınmış oluyorsunuz. İnsanlardan uzak kalmanın arifesinde değiliz ancak bir başımıza kalışımızın birinci yılını geride bıraktık ve geri dönülemez bir yalnızlık kaplıyor insanın içini. Gerçeklikler yine burada, yine bizimle. Her gün ölmeye devam eden, her gece birer rakam olarak duyurulan onlarca kişi; sağlık hizmetine ulaşamayıp isyanlar içerisinde hayata gözlerini yuman insanlar. Muhtemelen sağlık hizmetlerine ve düzgün bir yaşantıya halen uzak göçmenler... Üzgünüm, göçmen sorunu artık benim toplumsal bilincimde ön planda yer alamıyor. Artık yan dairemdeki insanların öldüğü gerçeklik ile yüzleştikten sonra gerçekliğim de bozuluyor. Elbette bu yaşanılanlar aidiyet hissedecekleri, refah ve huzur dolu bir toprak parçası arayan insanlar için daha da çetin ve sert geçiyor. Bu yazılarım bir kefaret değil, ancak bir esere bağlandığım noktanın koptuğunun dile getirilmesi.

    "Burada yaşıyor sayılmayız, ölü gibiyiz."

    Sözün özü eserin ikinci sayısına gelecek olursak Toulmé'nin heyecanlı kızının merakı ile ilk ciltte neler yaşandığını hatırlayarak giriş yapıyoruz kitaba. İlk çıktığında okuyanlardan iseniz üzerinden üç ay geçti. Geri dönüp bakmanızı gerektirmeyecek kısa ama dolu bir "recap" mevcut. Sonrasında ise beni kitaba başlamadan yemek tarifi sitesine yönlendiren bir tatlı var, "mamul". Neyse biz kitaba dönelim, hikayemizde en son Antalya'dan İstanbul'a uzanan bir yolda kalmıştık ve buradan devam ediyoruz. Hayat burada biraz daha rayına girmiş gözüküyor başlarda ancak İstanbul'da onları kabul etmeye niyetli değil. İstanbul kendi halinde de çalkantılı o sıralarda. Gezi Parkı olayları..

    Kitapta çok ikonik bir sahne mevcut. Hakim'in pencereden baktığında Gezi Parkı olaylarında öldürülen Berkin Elvan için yapılan yürüyüşü gözlemlemesi. Suriye'de meydana gelen olayların başlangıcında pencereden gördükleri buna benzer bir şekilde meydana gelmişti. Bizler belki o sıralarda olayın içinde yaşadığımız için farkında değildik ama gerçekten de Arap Baharı'nın bir sıçraması düşüncesi o kadar da sıradışı durmuyor böyle bakıldığında. Nitekim yine de halen olayın özünün tamamen farklı olduğu kanaatindeyim. Ancak Gezi Parkı olayları sebebi ile Hakim'in yaşadığı İstanbul'un bir semtinde algının ve nefretin Suriyeli vatandaşlara kaydığı söylemini bir miktar ilgi çekici buldum. Nitekim o dönemlerde böyle bir bakış açısının olduğunu hiç duymamıştım. Aynı zamanda bu motivasyonu Türkiye toplumunda sağlayacak bir olay da aklıma gelmiyor.  Sahi ben hafızamı mı yitiriyorum?

    Velhasıl olaylar Hakim için giderek daha da bir parçalanma/yıkım hikayesin dönüşüyor. Kaybedilenler, yitirilenler, geride bırakılanlar ve uzakta kalanlar. Sürekli birilerini kaybetmenin hüznüne bir beden nasıl dayanabilir? İkinci kitap benim için biraz daha yanında olmak istediklerimizden uzak kalmak zorunda kalmamız ya da onları tamamıyla yitirme gerçekliğimiz üzerine kurulu ilerledi. Muhtemelen benim ruh halim ile alakalı ancak eserin farklı ciltlerin farklı motivasyonlar ile okumak beni bir nebze heyecanlandırdı. Hikayenin okuma keyfini daha fazla baltalamamak için içeriğe dair düşüncelerimi bu kısalıkta bırakmayı arzuluyorum. Bu cilt oradan oraya koşturmaktan/kaçmaktan çok, İstanbul'dan Yunanistan'a uzanan süreci daha dolu dolu inceliyor diye nitelendirebilirim.

    Siz bu satırları ne zaman okuyor olacaksınız bilmiyorum, ancak ben yazıyorken üçüncü kitabın çıkmasına sadece bir ay kalmış olacak. Mayıs 2021'de üçüncü kitabı da yayınlayacaklar ve üçleme tamamlanmış olacak. Halen okumadıysanız eseri, soluksuz bir hikaye için bir süre daha sabredebilirsiniz.


    İlk eser ile ilgili tutkum sonrasında yazarı sosyal medya hesabı üzerinden takibe almıştım. Dünyanın çeşitli yerlerinden kitabın versiyonlarına dair paylaşılanları büyük bir keyifle kendi hesabından duyuruyor. Özverili bir şekilde, seriyi tamamlamak üzerine olan çabaları için Desen Yayınları'na teşekkürü bir borç bilsem de farklı dillerde daha güzel edisyonlarını gördükçe kıskanmaktan geri kal(a)madığımı da belirtmek isterim. Eserin ilk cildinin incelemesinde ikinci ve üçüncü cildinin görsellerine yönelik paylaşımları yaptığım için ekstradan aralara görsel serpiştirmiyorum.

    Sağlıcakla kalın.

"The man who opens topics faster than his shadow"

nicholaihel

İlk sayı gibi ikinci sayı da gayet etkileyici. Herkese gözüm kapalı öneriyorum. Burada anne baba olanlara, aile olanlara çok daha fazla tesir edecek bölümler mevcut. Oldukça duygulanarak okudum. Pamuk ipliğine bağlı hayatlarımız fenalıklardan uzak olsun.

hennessy

3.kitap çıkınca hepsini bir aldım. Bu ara keyifli kitaplar çıkamaya devam ediyor. Okumak için sırasını bekliyor.
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları