Ana Menü

Şiir Genel

Başlatan V, 21 Haziran, 2010, 19:54:12

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Hayal Kahvem



                                     

Bugün gökyüzüne baktın mı bilmem? Hele ikindi ile akşam arası saatlerde baksaydın eğer, kocaman mavilikte sanki muhtelif fırça darbeleriyle, beyaz bulutların oya gibi işlenmiş olduğunu görürdün gökyüzüne... Öyle şahaneydiler. Kulağım arayınca bir melodi, elim gayri ihtiyari torpido gözüne gitti. Tek elim direksiyonda, diğeri karıştırırken cd leri, uzun zamandır dinlemediğim bir cd elime geldi. Of of of! 1997 tarihli Ataol Behramoğlu Şarkıları - Aşk İki Kişiliktir adlı albümü. Şairin bestelenmiş şiirlerinden oluşuyor. Edip Akbayram söylüyor; "Ben ölürsem akşam üstü ölürüm - Çocuklar sinemaya gider.- Yüzümü bir çiçeğe gömüp, -Ağlamak gibi isterim. -Derinden bir tren geçer. -Ben ölürsem akşamüstü ölürüm. -Uzaktan bir bulut geçer.- Karanlık bir çocukluk bulutu, -Gerçeküstücü bir ressam, -Dünyayı değiştirmeye başlar.- Kuş sesleri, haykırışlar,- Denizin ve kırların Rengi birbirine karışır. -Sana bir şiir getiririm. -Sözler rüyamdan fışkırır.- Ben ölürsem akşam üstü olürüm. " Bu şarkı sözleri, Ataol Behramoğlu'nun ama benim aklıma nedense, başka bir sevdiğim şair Orhan Veli geliyor. Hani şu meşhur fotoğrafı vardır ya, hani arkadaşlarıyla bir bankta oturuyor.

                                   

Of! Bu fotoğrafa hem bayılırım, hem de baktıkça tuhaf bir hüzün duyarım. "Dört kişi parkta çektirmişiz. Ben, Orhan, Oktay bir de Şinasi - Anlaşılan sonbahar - Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli - Yapraksız arkamızdaki ağaçlar - Babası ölmemiş daha Oktay'ın - Ben bıyıksızım - Orhan Süleyman Efendi'yi tanımamış - Ama ben hiç böyle mahzun olmadım - Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?- Oysa hayattayız hepimiz" demiş bu fotoğraf hakkında Melih Cevdet Anday. Fotoğrafta yer alan kişiler, soldan sağa Orhan Veli, Şinasi Baray, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday'dır. Orhan Veli'nin yaşamı boyunca hep dostu kalmış kişilerdir. 1914'de doğmuştur Orhan Veli. 10 Kasım 1950 akşamı Ankara'dadır. Kimbilir belki dilinin ucunda hüzünlü şiir cümleleri Ankara'nın karanlık yollarında yürümektedir. Belediyenin kazdırmış olduğu çukuru görmez ve düşer. Başından yaralanmıştır ama aldırmaz. Bir iki gün sonra İstanbul'a döner. Zaten o sıralar aklı fikri hep İstanbul'a dönmektir. Sevdiği kadın İstanbul'dadır çünkü. İstanbul'a gelir. 14 Kasım akşamı yemek yerken olduğu yere yığılır kalır. Sebep alkol sanıldığından alkol tedavisi yapılır. Oysa sevgili şair beyin kanaması geçirmektedir. O akşam hayata veda eder. 36 yaşındadır. Yüreğinde sevdiği kadın, cebinde 28 kuruş vardır.

Şairimiz Ataol Behramoğlu "Ben ölürsem akşam üstü ölürüm." diyor. Başka bir şairimiz Orhan Veli 36 yaşında bir akşam üstü ölüyor. Bu akşam araba kullanırken, Edip Akbayram'ın etkili sesinde benim aklıma işte bunlar geliyor.



Hayal Kahvem

                 
               

                             

Cahit Sıtkı Tarancı'nın "Her mısrada bir cigara yaktırıyor." dediği şairdir İlhan Berk ve şaşırtan şiirlerin sahibidir. Geçen yıl 90 yaşında kaybettiğimiz şair "Unutmak yoktu, daha zaman bölünmemişti. Saydamdı, baktı mı görülürdü" "Ben durdum, yol yürüyordu", "Sözcükleri kaldırın dünya durur" ,"Her sözcük bir fırtınadır, yalnız şiirde patlar" "Ölüm daha kolaydır sevmekten der ya Aragon Anla ki ölüme benzer seni sevmek" dizelerinin sahibidir.  İlhan Berk'in çocukluğuna ait  saçla ilgili vahim anılarını yazmasam olmaz.

                             



İlhan Berk'in büyük ablası deliymiş. Huriye ablası tek başına bir odada kalırmış. Çünkü üstüne bir şey giymeyi kabul etmezmiş. Yanına şairden başka pek kimse giremezmiş. Suyunu ve yemeğini avluya bakan küçük camdan verirlermiş. Ablası, İlhan Berk'ten başka kimseyi odasına istemezmiş. Uzun boyluymuş ve belki doğduğundan beri kesilmediği için saçları, topuklarına kadar uzanırmış. İlhan Berk o kadar güzel anlatır ki ablasını. Boticelli'nin uzun yüzlü, uzun boylu, uzun saçlı çıplaklarına benzetir ve badem gözlü olduğunu söyler mesela. Vücudu hep gergin, dik ve kösnüldü der. Odaya ne zaman girse, ablasının ona gülümsediğinden bahseder. Ablası ne zaman delirmiştir? Böyle mi dünyaya gelmiştir? Şairimiz bilmemektedir. Abla evdekileri görmek istemez... Ama İlhan Berk odaya girdiğinde, sevincini açıkça belli eder. İlhan Berk de o kadar sever ki ablasını, o çocukluk çağında bütün dünyasını adeta ablası doldurmaktadır. Onun yanında kendini bir masal dünyasında hisseder. Hatta okulu düşman olarak görür. Çünkü okula gitmediği zamanlarda, hep ablasının yanındadır. Bir ara Manisa düşman işgali altına girer. Herkes dağa çıkar. Abla odadan çıkmak istemez ve evde kalır. Ancak şehir yanmaktadır. Evlerini de yangın sarmıştır. Ablasının saçlarından tutuşarak yanıp kül olduğunu İlhan Berk sonradan öğrenecektir maalesef. "Benim çocuk dünyam böylece yıkıldı."diyecektir.



Hayal Kahvem

                           
                                        

İlhan Berk'in Kült Kitap'ını okuyasım geldi. Hani "Ölü Bir Ozanın Sevgili Karısını Görmeye Gitmek" başlıklı bölümü var ya.. Özellikle o bölümünü nedense...

                                       

Behçet Necatigil ölmüştür. İlhan Berk Halikarnassos'tadır. Cenazesine gidemez. İlhan Berk'in "yazdıkları en çok üstüne başına benzeyen ozan dediği, o sevgili ozanlardandır Behçet Necatigil. Hiç kimseye yapmamıştır. Ona da yapmaz. Baş sağlığı dilemez. Aslında Necatigiller'in evi, İlhan Berk'in girip çıktığı birkaç sevdiği evlerden biridir. Nihayet ölümünden bir süre sonra, bir yaz öğle sonu, cenazesi kalkmamış gibi üstelik, büyük bir ıssızlık içindeki apartmanın merdivenlerini çıkar. Kapıyı çalar. Issızlığın içinde açılan kapı, şairi daha büyük bir ıssızlığa atar, bırakır. Salonda her zaman oturduğu yerde oturur. Elindeki üç beyaz gülü masaya bırakır. Evi inceler. Hiçbir eşya sanki yerinden kıpırdamamış gibidir. Kedileri ezikçe gelip İlhan Berk'e sürünürler. Behçet Necatigil'in her daim yaşam dolu sevgili karısı Huriye hanım yanına geldiğinde, birden ölümü görür İlhan Berk. Necatigil'in her zaman gördüğü odasını ölümünden sonra da görmek ister. Odaya girer. O yoktur. Huriye Hanım, İlhan Berk'i çivileyen cümleyi söyler: "İşte, der, hangi kitabı çeksem şiirler çıkıyor arasından!" İlhan Berk'e göre, bir ozanın karısı, geride başka neler bulabilirdi ki? Şiirler olacaktı tabii.. Çıkar odadan.. Necatigil'i ve ölümü aşan bir şay kalır İlhan Berk'in üzerinde.. Sonra her şey silinir gider. Yeniden Halikarnassos'a döndüğünde, birden Behçet Necatigil'in karısının sözleri gelip vurur İlhan Berk'i: "İşte, hangi kitabı çeksem içinden şiirler çıkıyordu!". Sonra "Ölü Bir Ozanın Sevgili Karısı'nı Görmeye Gitmek" adlı şiirini yazar.


ÖLÜ BİR OZANIN SEVGİLİ KARISINIGÖRMEYE GİTMEK
'Kâğıtlar, kitaplar, dedi, nereye elimi atsam.
Kiminde yarım kalmış, nasılsa bitmiş bir şiir
Kiminde.
Hem her şey şiirlerde değil miydi?
Bir gök şiirde ağar, bir sokak şiirlerde
Gider gelirdi.
Böyle yaşayıp gidiyorduk.'
Sesi,
Sanki çok ötelerden gelirmiş gibi
Ezik, suskun odaları dolaştı durdu.
Masada açık duran bir kitabı gösterdi sonra
Ölünün, son kez elini sürdüğü ve kaldığı.
'Burada işte oturmuş şu kitabı okuyordu,
Elinden kitabın düştüğünü gördük sonra.
Hepsi bu.'
Böyle dedi, yüzüne kapayıp ellerini
Alınmış gibi bir bulutun yer değiştirmesinden.
İlhan BERK



Hayal Kahvem




Sanal evrende dolanırken Milliyet Sanat Dergisi Ekim 1985 sayısında, Zeynep Oral'ın Cemal Süreya ile yaptığı bir sohbet yazısına denk geldim. 1931 Erzincan doğumlu Cemal Süreya'nın, 1938'de Dersim isyanı sonrasında ailesiyle birlikte, Erzincan'dan göçüp Bilecik'te oturmaya mecbur edildiği anlatılır. Bilecik'e geldiklerinden altı ay sonra Cemal Süreya'nın annesi, dördüncü çocuğunu doğururken ölür. Çocuklara babanne bakar, Cemal Süreya'da ilkokulu okumak için, İstanbul'a amcasının yanına gönderilir. Altı yıl evlenmeyen baba, babanne çocuklara bakamayınca, önce Esma sonra Refika ile evlenir. Esma kötü bir üvey annedir. Evdeki kızkardeşlerine çok işkenceler eder. Şair "Örneğin saçlarından tutup kuyuya sarkıtırdı. Bu yüzden kardeşlerimin saçları gür değildir." diye anlatır. Çocukların hem acısını hem de kuyuya düşme korkusunu şöyle bir hayalimde canlandırdım da  içim fena oldu inan ki... Cemal Süreya bu işkenceleri görmemek için, parasız yatılı okulları kazanır ve okul hayatı hep parasız yatılı okullarda geçer. Esma delinin biridir. Bir fırıncı ile kavga eder. Adamı vurur. Adamı öldü zannedip, Bilecik'ten kaçar. Cemal Süreya'nın kardeşleri, bu zalim kadından böylece  kurtulurlar. Neyse ki babasının sonra evlendiği Refika iyi bir annelik yapar çocuklara.


Cemal Süreya kendini kitaplara verir. Eline geçen her türlü kitabı okur. Yazmanın ne demek olduğunu bilmeden yazmaya başlar. Şiirler yazar mesela. İlk şiir defterinin adı "Kızıl Mısralar" dır. Hem kırmızı mürekkeple yazmaktadır defterini, hem de sevdiği kızın saçları kızıldır. İlk dizler şöyledir: "Seni sevdiğim anda her şeyim kızıl oldu, Masmavi defterime kızıl satırlar doldu." Defter elden ele dolaşmaya başlar dolaşmasına ama büyük ağabeyler uyarırlar kendisini. "Seni komünist zannederler," deyince, Cemal Süreya hem defteri hem de şiiri yeşille değiştirir. Yeşil Mısralar olur defterin adı tabii. Ankara Siyasal'da okuduğu yıllardan mutlulukla söz eder. Beş kez evlenir. Evliliğin aşkı öldürdüğüne inanır. "Aşk meşru bir şey olamaz. O da şiir gibi meşrulaşınca ölür." der. Kendinin utangaç, şiirlerinin cüretkar olduğunu söyler. Emmanuella filminin Türkiye'de gösterilmesi yasaklanınca, Danıştay'a başvurulmuş. Cemal Süreya'da Danıştay'da bilir kişiymiş. "Ben olmasaydım bu film serbest bırakılmazdı. Rastlantılar.. Galiba rastlantılara uygun bir adamdım." diye sohbetine devam eder.


1957 de trafik kazasında babası ölür. Zeynep Oral'la yapılan sohbette yazmaz ama Cemal Süreya'nın "Sizin Hiç Babanız Öldü mü?" adlı şiirini, babası öldüğü zaman yazdığı düşünülürse de, böyle değildir. Şairin ilk evliliğine babası karşı çıktığı zaman yazmıştır bu şiiri: "Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü kör oldum Yıkadılar aldılar götürdüler Babamdan ummazdım bunu kör oldum."

Hayatındaki temel duygunun yanlışlığın giderilmesi olduğunu söyler. Filmlerde hep o anlarda ağlamaktadır. Filmlerde iki sevgili bir sebeple ayrılırlar da hani, sonra yanlışlığı anlar ve koşarlar ya birbirlerine.  Cemal Süreya bu sahnelerde göz yaşı döker. Tüm ilişkilerde yanlışlığın giderilmesi öenmlidir Cemal Süreyya için... Aşkta da, dostluklarda da... "Ben bütün hüzünleri denemiştim kendimde, Bir bir denemiştim bütün kelimeleri" der "Aslan Heykelleri" şiirinde. Zeynep Oral'la yaptığı sohbetine "Hayatımı başka hiçbir hayatla değiştirmek istemediğime göre demek ki mutsuz değilim." cümlesiyle bitirir. 9 Ocak 1990 yılında yitirdiğimiz ünlü şair için, Ülkü Tamer şu dizeleri yazmıştır: "Tanrı Bin birinci gece şairi yarattı, Bin ikinci gece Cemal'i, Bin üçüncü gece şiir okudu Tanrı, Başa döndü sonra, Kadını yeniden yarattı. "



emre ozdamarlar

Cok guzel bir yazi, harika bir tanitim olmus.

Hayal Kahvem


Teşekkür ederim Emre.  :)
Beğendiğinize sevindim.


Hayal Kahvem


Cemal Süreya'nın kendi yazısı ile...


Hayal Kahvem




Şu yukarıdaki notu okurken nasıl mahçubiyet hissettiğimi anlatamam sana. İçim nasıl  utanma duygusu ile doldu. Öte yandan bu notu tüm merakımla tekrar tekrar okudum. Hatta bu notu  bir tablo gibi uzun uzun seyrettiğimi samimiyetle itiraf edebilirim. Aslında nasıl özel bir not bu... Çok mahrem bir not... Altında tanıdığım imza olmasa ilgimi çekmezdi ki. Ama bu Cemal Süreya'nın imzası. Bilirim.  Cemal Süreya'nın imzası çok ünlüdür. Kimileri şapkaya benzetir. Sunay Akın ise imzayı yan çevirir bakarsak, şairin profilden bir resmini elde edeceğimizi, hatta imzadaki ü harfinin noktalarının Cemal Süreya'nın vazgeçemediği sigarasını resmettiğini söyler. Cemal Süreya ressamdır aynı zamanda. Belki de imzasıyla kendisini resmetmektedir, kimbilir?  Bu notu Tomris Uyar'a yazmış. Nasıl özel bir not! Şairin en mahrem duyguları. Nasıl ortaya dökülmüşse dökülmüş işte. Şairin şiirleri gibi bu not da  bilinir olmuş. Cemal Süreya veTomris Uyar şimdi diğer alemdeler... Ruhlarına rahmet! Bilseler bu mahrem notun herkes tarafından okunduğunu üzülürler miydi acaba? Bilmiyorum. Bildiğim Cemal Süreya bu notu sevdiği kadına tüm içtenliği ile yazmış. Parlak sıfatlar, yürekte yankılanacak rengarek kelimeler kullanmak yerine insanın iliklerine işleyen alçakgönüllükle yazdığı nota bakar mısın? Müthiş!




Hayal Kahvem




Kahvaltı

Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı

CEMAL SÜREYA




Hayal Kahvem





Hani bazı sitelerin ya da evlerin bahçelerine "Dikkat Köpek Var" tabelası asarlar ya, o kadar sinir olurum ki anlatamam.. Keşke yanımda bir tebeşir olsaydı diye düşünürüm.. Neden mi? Can Yücel'in o güzeller güzeli kara mizah şiirini yoksa hiç işitmedin mi? Bak şimdi...

"BİZE DE DERLER ÇAKICI
Yanımda tebeşir gezdiriyorum devamlı
Bu mutena semtteki konakların bahçe kapılarına asılı
O (iki nokta üst üste)
BU EVDE KÖPEK VAR
Levhalarının altına selatin harflerle kocaman bir
DOĞRUDUR
Yazmak için"

Gördün mü? Gene bir şair yetişti imdadıma... Hangi söz, sinirlerime bu kadar hicivsel merhem sürer! Can Yücel, yattığın yerde nur ol e mi? Sevgiler!


Hayal Kahvem





Önemli bir buluş gerçekleştirmişti.

Fotoğraf makinesinin geliştirilmiş bir modeli, dijital sinyalle beyindeki hafıza loblarından birine bağlanabiliyordu artık. Birinin bu makineyle çektiğiniz fotoğraflarını yırttığınızda, o kişi hatıralarınızdan, hafızanızdan da anında siliniveriyordu.

Bir gün yanlışlıkla kendi fotoğrafını yırtacak oldu. Bir aynanın karşısında kilitlenmiş buldular onu. Bir daha kendisini hiç hatırlayamadı. Buluşu, boşluğu oldu.

Daha sonraları onun okuyamadığı bir çok kitaba, seyredemediği bir çok filme konu oldu bu durum. Çoğaltmaları arasında kendi kayboldu, şimdi kimseler hikâyenin aslını hatırlamaz. Doğrusunun şu anlattığım olduğundan da emin değilim.

Murathan Mungan



Hayal Kahvem




daha az seviyorum seni
giderek daha az
unutur gibi seviyorum
azala azala
aramızdaki uzaklığın karanlığında

geceler kısalıp, gündüzler uzuyor öyle olunca
daha az seviyorum seni
kendini iyileştiren bir yara gibi
daha az
ve zamanla..

sen geceyi tutuyorsun, ben nöbetini
uzak dağ kışlalarında
görmüyoruz birbirimizi
usul usul sis iniyor
kopmuş yollara
ışığı hafif, uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin
bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda
sevgilim sevgilim
yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da

artık daha az seviyorum seni
unutur gibi, ölür gibi daha az
yeniden ödetiyorum kendime
onca aşkın öğretemediğini
kolay değildi
yalnızca sevgilimi değil, evladımı da kaybettim ben
kaç acı birden imtihan etti beni
bir tek gece vardır insanın hayatında
ömür boyu sürer nöbeti
bu da öyleydi,
iyi ol, sağ ola, uzak ol
ama bir daha görme beni

MURATHAN MUNGAN



Hayal Kahvem




Dün  şiir çarpmasına uğrayacağımı bile bile,  Turgut Uyar, Edip Cansever ve Cemal Süreya şiirleri arasında dolansam diye heves etmiştim. Sahiden başlamıştım dolanmaya böylesine iyi niyetli bir hevesle...  "Hiçbir şey umrumda değil diyorum... Aşktan ve umuttan başka..." dizelerinin şairi Turgut Uyar'la başlamıştım önce. Sonra vakit kalmamıştı diğer şairlerin kapısını çalmaya. Gerisin geri dönüvermiştim. Olmaz ki! Hatırlasana...  Ne der Cemal Süreya?  "Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu... İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük." Eee... Şimdi ben bir tek Turgut Uyar'ın şiirlerinin kapısını çalmakla  yetinsem, Cemal Süreya'nın hatırı kalır. Sadece Turgut Uyar'la Edip Cansever'in  şiirlerine uğrayayım desem, bu kez Edip Cansever'in  boynu bükük kalmaz mı? Eyvah! Kuşkusuz kalır.  Gördün mü halimi şimdi? Allahım meğer ben ne muazzam bir işe kalkışmışım! Vazgeçtim. Ani bir karar değişikliğiyle Can Yücel'e atlayıverdim, ne yapabilirim? Şöyle bir hayal kuruyorum. Öbür dünyada bir "şairler şehri" olmalı. Tüm yüreğimle bu hayalime inanıyorum.  Şairler şehri illa ki  vardır. Tahmin ediyorum bu dünyadan göçen tüm şairler,  şimdi hep beraber "şairler şehri"ndedirler. Edip Cansever'le Cemal Süreya sanırım ancak Can Yücel dizelerini yazarsam  bana sitem etmezler.  Çünkü Can Yücel  tüm babaCANlığıyla "Haydi ulan, üzmeyin kızı! Bekleyin sıranızı... Sizi de yazacak işte bir ara yav!" diye onlara seslenirdi.  Ve bence Edip Cansever'le Cemal Süreya sıralarını memnuniyetle Can Yücel'e verirlerdi. Fazla yokuşa sürmeden, hemen atlayayım Can Yücel şiirlerine o halde... Japonya'daki tsunami felaketine denk düşen şu dizleriyle başlamaya ne dersin? "Yani şu  geçirdiğim on gün var ya... On ay eder su içinde." Bir Siyasinin Şiirleri'nde, Damlaya Damlaya Göl Olmaz Ya bölümündeki on sekizinci şiirin dizeleridir aslında... Peki ya o güzelim sevda şiirleri...  "Sen gideli hastalar oldu liman...... Sen gideli... Sağır- dilsiz okulunda öğretmenim ben." der sözgelimi. Of!  Ya şu şiire ne diyeceksin? "Ellerimde bir göz yaşı... gözlerim boş gidiyorum... Ne bileyim bir damlanın böyle deniz olduğunu. Şaştım... mavi bir fal gibi açılınca önümde."  Ne müthiş değil mi? Her şair ayrı dünya... Ayrı tat... Ayrı lezzet... Ama dikkatini çekerim. Böylesine etkili aşk şiirlerinin şairi Can Yücel'i  kızdırmaya asla gelmez... Çünkü nasıl ağzı bozuktur, nasıl küfürbazdır anlatamam! Bodoslama söyler söyleyeceğini...

Kibar Hırsızın Türküsü
Anamın ipiyle indim gökdelen damınızdan
Kelebek gibi girdim kelebek camınızdan
Taksinize mülkünüze dairenize
Heceleyerek üzerinde ayak ve el uçlarımın
Belledim seyyarenizi ve kelimelerinizi
Gözlerinize baktım, mukaddes ciltlerinize, büfelerinize
Vesairenize..
Şiir fenerimle de baktım, son çığlık!
Aşk yokmuş sizde beş paralık!
Gidiyorum ben boşçakallar
Sıçmışım ortalık yerinize
Kıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık.


Tamam. Ne denir başka?  Ağzı bozuk diye Can Yücel'in şairliğinden kuşkulanmak mümkün mü? Asla... Eğip bükmeden sözcükleri savuruyor. Ve  Can Yücel'in şiirleri beni anlatılmaz şekilde etkiliyor. Biliyorsundur ki şair, on iki yıldır Datça'nın koynunda dinleniyor. "Sen gideli hastalar oldu liman... Karantinalara girdi..." Tamam. Gidiyorum. Bu kadar. Kahve molam bitti. Hoşçakal.

NOT: Fotoğraf Sezer Özşen'in resim galerisinden alınmıştır.



Hayal Kahvem





ARKADAŞIM BADEM AĞACI

Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış..
Acarsın çiçeklerini ..
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koş desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya
Aziz Nesin

Hayal Kahvem




az önce kahve molası verdim.. bak sana ne anlatacağım.. aylardan mayıstı.. günlerden ise salı.. "fransız konsolosluğu önünde, yerli bir banka oturmuş, fransız fransız, önümden akıp giden hayata bakıyorum.." diye başlar  bir yazısına metin üstündağ.. ben de aynısını yapma niyetiyle fransız konsolosluğu önündeydim.. ama heyhat..  aradım taradım.. o yerli bankı bulamadım.. fransız konsolosluğunun  yanındaki kafenin tahta sandalyesine  çöktüm.. ama, fakat, lakin.. sonrası aynen metin üstündağ'ın yazdığı cümleler gibiydi.. "püfür püfür kızlı, erkekli grublar geçiyor.. zenginler, fakirler.. işportacılar, zabıta.. tramvay, yerliler, kediler, yabancılar.." inan bana şahane bir ilkbahar ikindisi vaktiydi.. "elişi kağıdı gibi gökyüzü.. " derin derin içimi çektim.. dinledim yüreğimi.. bin hüzünlü hazlardan biriydi hissettiğim.. "ve haydarpaşa hüzünlenmesinde rüzgar.. esiyor çocukluğum." işte aynen böyle hisler içerisindeydim.. sonra kalktım yerimden.. fransız konsolosluğu'na girdim.. bir el içeri itti beni sanki.. merdivenlerden aşağıya indim.. "burası" dedi birisi.. burası dediği  yer, bir sinema salonu gibiydi.. o kadar kalabalıktı ki  salon, ilk boş bulduğum koltuğa çöktüm.. baktım.. sahnede yedi  kişi vardı.. ortadaki.. "sadece arap dünyasının değil dünyanın yaşayan en büyük şairlerinden ve edebiyat düşünürlerinden biri burada.. adonis.. şiirini  arapça dilinde okuyacak şimdi.." dedi.. heyecanla dinledim.. şiirin arapça  dilindeki melodosi o kadar şahaneydi ki..  oturduğum  koltuğa kendimi iyice yerleştirdim.. şair, editör, caz eleştirmeni jack reda.. fransız edebiyatı, sanat ve estetik tarihi öğretim görevlisi hassan wahbi..  la monde'un edebiyat eleştirmeni vardı bir de.. bizden kimler vardı biliyor musun.. küçük iskender ve özdemir ince.. heyy.. şahane.. ben.. yazar ve felsefeci ahmet soysal yönetiminde, bizzat şairlerinden arapça, fransızca ve türkçe şiirler dinledim..  of.. müthişti gerçekten.. bu  akdeniz şairleri buluşmasıydı biliyor musun.. şahidim..  havada üç dilde akdeniz dizeleri uçuştu resmen..  şiirden başım dönmüş hâlde dışarıya çıktığımda..  fransız konsolosluğu önünde.. evet.. yerli bank yoktu  ne yazık ki..  bir süre ayakta durdum.. "fransız fransız, önümden geçip giden hayata, hayatıma baktım.. hayat başka çarem yok.. seni çok seviyorum."