Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi! ( Bir Gezi Parkı Hikayesi )

Başlatan Mister NO, 19 Kasım, 2013, 10:44:57

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mister NO

"Önce her şey bir gaz bulutuydu..."


LEVENT CANTEK

Kemal Gökhan, Gezi hakkında kendi kaydını düşmüş Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi!'de. "İyimser olmam için çok alametler belirdi" diyor: "Çapulcuların önünden çekilmeliyiz!"








Kemal Gökhan, sevdiğim, ne yaptığını ne anlattığını merak ettiğim bir çizgi romancı. Bazı isimlerin az üretmesine, köşesine çekilmesine üzülürüz, keşke böyle yapmasa, yine-yeniden bir şeyler anlatsa deriz. Çok hatırlanmıyor olabilir, Kemal Gökhan'ın çizdiği Ayşegül Savaşta dizisi, nitelikli ve sağlam bir çalışmaydı mesela. Gönlüm, o çabanın unutulmasına razı olmadığından olabilir, yeniden bir hikâye anlatmasına sevindim. Kendisi de yazmış; yedi yıldır adam akıllı bir iş üretmemişti.  Öte yandan, Gezi olaylarıyla ilgili yeni bir çalışma yaptığını duyunca tedirgin olmadım desem yalan olur. Gezi meselesinin ticarileşmesinden endişe ediyor ve yaşananları anlatmak-hikâyeleştirmek için bu kadar acele etmemek gerekiyor diye düşünüyorum. Romantize ediyor olabilirim. Üstelik, pek çok hikâye ancak aktüel bir bağlamı varsa yaşayabiliyor. Çizgi romanın aktüelle de ilişki kurması şart. Bunları bilmiyor değilim, albümle ilgili düşüncelerimi etkilemiş olabilir, bir parça kararsızım onu en baştan vurgulamak istedim.
Kemal Gökhan gazeteci değil ama yıllarca gazetelerde çalışmış, meslek pratiğini öğrenmiş, aktüel düşünmüş, üretimlerini ona göre biçimlendirmiş, en azından güncele dair farkındalığını profesyonelliğinin parçası olarak görmüş bir çizer. Gezi olaylarını çizgi romana taşırken siyaseten duyduğu heyecanı, çizme iştahıyla harmanladığı görülebiliyor. Doğrusu Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi! adlı albüme başlarken Ayşegül Savaşta havasında yarı-belgesel, daha dramatik bir hikâye bekliyordum. Daha naif bir anlatıyla, daha doğrusu bir tercihle karşılaştım. Kemal Gökhan, albümün başına yazdıklarıyla çizdiklerini birbirinden ayırmış. Birinde sosyoloji diğerinde mizah var sanki... Çizgi roman daha yumuşak, daha esprili, kolay okunur olmuş. Baştaki metinlerse öyle değil, özeleştiri ve memleket soluna ilişkin yorumlar içeriyor. O sayfalarda konuşan Kemal Gökhan ile çizgi romandaki hikâyeci Kemal Gökhan aynı değiller. İlki, iç döküyor, vicdani sancılar çekiyor ve hesaplaşıyor. Çizgi romanda ise hesaplaşmıyor diyemem ama komik ve daha kendiyle dolu biri var. Tamamen anlatabilmek için örneklendireyim.
Bir adlandırma-hatırlayamama esprisi yapılmış: Kemal Gökhan sosyal ilişkilerini, kırık aşk hikâyelerini ya da erkeklik hallerini anlatırken resmettiği Kemal Gökhan tiplemesini kullanmış. Okur yazar, anlamaktan yorulmuş, kaçmaya hazır, solcu, yorgun bir abi bu. Tipik bir Yahudi mizahı örneği de diyebiliriz: ince, duyarlı, ne olup bittiğinin farkında olan entelektüel bir anlatıcı aslında. Zaafları var, yalnız, evlenmiş ama boşanmış, arada kızından bahsediyor, esnafı tanıyor, bazen geveze bazen taşkın, çabuk sıkılıyor, daha çok kendinden sıkılıyor elbette, sürekli kendini kurcalayan biri de denebilir. Eski kafalı olduğunu boşuna yinelemiyor. İşte bu Kemal Gökhan'ın karşısına biri çıkıyor, aslında başka bir gazeteciyle karıştırarak ona hikâyesini anlatmaya başlıyor. Her hikâye, anlatan ve dinleyen için biraz terapidir, iç dökmeye başlıyorlar aslında.


Gel de âşık olma!





Anlatılanlar geneli itibariyle iyimser, bir aşk hikâyesine dayanarak farklı siyasetlerin karşılaşması gösterilmiş. Partili olmayan bir solcu, anti kapitalist bir Müslüman, ekonomik refahın özgürlük getirmediğini bilen yaşlı ve mağlup bir başka solcu abi. Sonrası sağcılar, polisler ve türlü şiddet dolu deveranlar... Hikâye nasıl derseniz eğer... İki yerde esprisi de yapılmış, tesadüflerle bezenmiş ve adına Yeşilçam gerçekçiliği diyebileceğimizi bir dizgeyle bir melodram havasında yürüyor hikâye. Anlatıcı olan kör fotoğrafçı, polisin sertliğine maruz kalıyor, hayati tehlike içindeyken sonunda kurtuluyor ve görmeyen gözleri açılıyor, görür oluyor. Bu solcu fotoğrafçı, kendisini koruyan-kurtaran, hastaneye getiren anti-kapitalist Müslümanlardan türbanlı bir kıza âşık oluyor. Kız onu kurtarmakla kalmamış, hasta yatağında, başucunda beklemiş. Gel de âşık olma! Ölümden dönen anlatıcı çocuk aynı zamanda, Gezi'ye AVM yapacak olan inşaatçının oğlu. 12 Eylül'den sonra amele olarak inşaatlarda çalışmaya başlayan, partizanlık ve liderlere yakınlık göstererek yükselen, ihalelerle büyüyen bir Karadenizli müteahhit  portresi çizmiş Kemal Gökhan. Oğlu, bir akraba evliliğinden özürlü doğuyor. Pamuklar içinde büyütülüyor, iyi eğitim alıyor, dünyayı geziyor vs. Ama ne yapsa bir eksik işte o çocuk: Kör!


Gezi, klişe lafları, eprimiş siyaset yollarını nasıl ters yüz ettiyse o kör genci de "gören bir âşık" yapıyor, babasıyla karşı karşıya getiriyor. Yeşilçam'ın ruhsuz ve duygusuz fabrikatörü bize uzaktan selam çakıyor. Fellini, hikâyem için tutarlıysa, mantığı bile kapı dışarı edebilirim, derdi. Kemal Gökhan, hikâyenin inandırıcılığıyla ilgili açıklamaları önsözünde zaten yazmış. Kendisine yöneltilebilecek eleştirileri peşinen cevaplamak istemiş. İnsan yine de neden böyle bir tercihte bulunduğunu düşünüyor. Son çalışmalarında belirginleşen -koyulaşan (baştaki yazdıklarında kendini duyuran) eleştirelliğe başvurmamasının nedeni, sanıyorum yeni bir siyasetin oluştuğuna dair duyduğu iyimserlik. Neşeli bir hikâye olsun istemiş. Mutlu olmuş anlatırken. Zaman ne gösterir bilinmez ama Kemal Gökhan, Gezi hakkında kendi kaydını düşmüş. "İyimser olmam için çok alametler belirdi" diyor: "Çapulcuların önünden çekilmeliyiz!"


YA AMELİYATLI YERİME GELSEYDİ!
Bir Gezi Parkı Hikâyesi
Kemal Gökhan Gürses
Postacı Yayınevi
2013, 120 sayfa, 12 TL.




Mister NO

BİR GEZİ PARKI HİKAYESİ"Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi!"
Karikatürist Gürses, "Bir Gezi Parkı Hikayesi" olarak kaleme aldığı "Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi" adlı çizgiromanında kör fotoğrafçı Hasan'ın yaşadıklarına isim benzerliği nedeniyle "yanlışlıkla" tanık oluyor.

Ekin KARACA ekin@bianet.org



Karikatürist Kemal Gökhan Gürses yedi yıl aradan sonra "Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi" adlı bir çizgiroman yayınladı.

Gürses, kendisini "Gezi direnişine kadar biraz Ahmet Kaya, biraz Kazım Koyuncu, olabildiği kadar da Deniz Gezmiş'ten öğrenmiş bir solcuydum... Bi de çArşı var tabiy..." olarak tanımlayan kör fotoğrafçı Hasan'ın hikayesini okuyucuyla buluşturuyor.

Postacı Yayınevi çizgiroman serisinden çıkacak ilk kitap olma özelliğini de taşıyan "Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi" de aslında kör olan ve direniş esnasında polis saldırısında dünyayı görmeye başlayan Hasan'ın yanı sıra, Antikapitalist Müslümanlar grubundan Rümeysa ve Hasan'ın babası müteahhit Asım Bey de yer alıyor.

Ha bir de hikayenin ilerleyişine göre gazeteci Kemal Göktaş'ın yerine "rol kapan" yazar ve çizer Kemal Gökhan Gürses var hikayede.

Çizgiromanda Gürses bir bakıma "eski tüfek" solcuların genç kuşağa yakıştırdığı "okumuyor", "bilmiyor", "görmüyor" yaftalarını Gezi direnişi sürecindeki yaşanmışlıklarla ti'ye alırken genç kuşağın mizah gücüne şapka çıkarıyor.

Çalışmasını Hrant Dink'e adıyan Gürses, Gezi direnişi sırasında kaleme aldığı ve önce facebook sayfasında yayınladığı sonra İz Dergisi'nde yayımlanan "özeleştiri"ye de kitabın başında yer veriyor.

"Özeleştiri" kısmı HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü'nün 2011'de HDK toplantısındaki şu sözlerini hatırlatıyor biraz da:

"Biz artık gençlere nasihat vermek yol göstermek yerine, onları anlamalı, onların sorunlarına, fikirlerine kulak vermeliyiz..."

İşte Gürses de "özeleştiri"sinin girişinde şu ifadelere yer veriyor:

"Ben eski kafalıyım. 'Örgütlü olmazsan sen de olamazsın' diye gelenlerdenim. 'Bu kadar ayrıdan bir aynılık çıkmaz' diyenlerdenim...

"(...) Korkuların umutları körelttiği günlerde sulandı fidanım. Umut etmekten utananlardanım. Bir yandan da, bir şeyler azıcık iyiye gitse onu yere göğe koyamayanlardanım. Azla yetinmeye alışmış bir hayat benimkisi.

"Kavanozumdaki tortularla oluşmuş şeye ben diyorum tecrübe, siz deyin 'ön yargı'. Bir de 'di'li geçmiş zaman sevmeyenlerdenim. Şimdiki zaman kipimdeki tereddüt, bugünümü de rahat bırakmadan yaşatır beni.

"O zaman önce bir 'di'li geçmişle başlamak lazım. Yani, şimdiye kadar böyle düşünürdüm demeliyim. Geçmiş bir anda çok uzağımda kaldı. Eskidendi, sanki çok eskidendi bütün bu ben...
"Şimdi ne oldu? Çapulcular geldi. Ne Taksim'i yıktılar, ne gezi parkını. Sadece benim ön yargılarımı yıktılar. Hem de içinde öyle 'unsur'lar var ki bu 'yıkıcı' kitlenin, yolda görsem kafamı öteye çevirdiğim. Ellerinde bayrakları, hem de birilerinin askerleri. Aman, benim hiç işim olmaz.

"Ama ona da buldular çareyi; hem de benim mesleğim sandığım şeyi bir bakış açısına dönüştürerek; mizahın o aidiyet tanımayan renklerine boyadılar dünyamı. 'Mustafa Keser'in askerleri' yaptılar kaşları çatık bir kaç gelenekçi neferi... Uzun süredir bu kadar içten güldüğümü hatırlamıyorum. Benim mesleğim karikatürcülüktü. Bir kaç gün evvel tamamen bıraktım. Mizahın kendiliğinden gücüne maruz kaldım çünkü.

"Onu bu kadar güçlü kullanan kendi çocuklarımla tanıştım. Kendi çocuklarıma o kadar tepeden bakıyormuşum ki, zaten yakını görmeyen gözlerim iyice seçemez olmuş onların parlak tözünü..." (EKN)