Karaoğlan Macera İncelemeleri 1 : ''BA-NI ÇİÇEK''

Başlatan ferzan, 15 Eylül, 2017, 17:32:29

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

ferzan



    Belki 25. kez yeniden okudum, Karaoğlan 'ın "Ba-nı Çiçek" isimli serüvenini...Geçenlerde Devlet Ana 'yı okurken devamlı aklıma gelmişti bu macera...Dönem olarak bir 70-80 sene daha öncesi ama Yalaz, kurgusuna katkı olsun diye birkaç oynama yapmış tarihi arka planda...Hikayede Ertuğrul isminde bir bey var ama Ertuğrul Gazi ile alakası yok, dipnot olarak da bunu belirtmiş...

    Karaoğlan maceraları genelde Orta Asya ve Batı Türkistan 'da geçer. Bazı bazı ortadoğu ve Arap coğrafyasına da karıştığı olur...Anadolu 'ya ise ''Baybora 'nın Oğlu'' macerasında babasının izini sürmek için Rumeli 'ne geçmek dışında pek bir bağı olmamıştır...Belki ''İnceyılan Hanı'' macerasında Doğu Anadolu 'ya dek gelmiştir ama ilk kez Selçuklu 'nun göbeğinde ve son döneminde, iç batı Anadolu 'da, bilakis Eskişehir-Sakarya arasında geçen yegâne macerası bu olsa gerek...

    İlk okuduğum Leman baskısını 17 yıl boyunca aralıklarla okuyordum ama son okumam üzerinden epey geçmişti...Hâlâ çok iyi ve çok dolu bulduğumu, hatta en iyi ilk üçte olabileceğini düşünüyorum Karaoğlan serüvenleri arasında...Teknik anlamda da sayfa estetiği üst düzeyde...Balonlardaki yazılar olması gerektiği kadar küçük, sayfa panellemesi disiplinli ve tecrübeli bir serbestlikte, çizgiler ise zaten olgunluk döneminin ilk meyvelerinden...Pek çok yerli çizgi romanın ve kendi ilk döneminin aksine, yazı kutularındaki betimleme ve anlatımlar resimlerin tekrarı değil, resimlerle birbirini tamamlayıcı ve doğru bir ahenk içerisinde...Konuşma balonları harici diğer metinler de okuma hızını kesmek şöyle dursun, bilâkis pekiştirip çizginin açığını kapıyor ama işin kurnazlığına kaçmıyor...Teknik anlamda çok doğru ve profesyonel bir anlatım ve aktarım hâli mevcut...

    Maceraya gelirsek;

    Karaoğlan ile Balaban, uzun bir aradan sonra İznik-Sakarya arasındaki yöreye yeniden uğramış, bir süredir Anadolu 'da konaklayan ve iyiden iyiye çiftçi olmuş Baybora 'yı ve Çalık 'ı ziyaret edip koca Baybora 'nın kılıcı yayı bırakıp toprak adamı oluşuna şaşırırlarken kendileri de onun yanına konuşlanır ve aradan kavgasız gürültüsüz aylar geçer...Bir gün Çalık, ırmakta balık ağı geren Karaoğlan 'ı acilen köye çağırır ve yaralı bir Rum kadınının haberini verir...Kadın, vaktiyle Karaoğlan 'la bir kavgada sırt sırta dövüşüp yardım etmiş Kosta isimli bir Rum 'un bacısıdır ve kendine geldikten sonra hiç de iç açıcı olmayan şeyler anlatır...Bir süredir bölgede uç beyi Toklamış 'a bağlı çerilerin baskısından yıldıklarını, Bizans 'a casusluk yapıldığını ve bunlardan bildiklerini, bu sebeple bir bahane yaratıp ağabeyi Kosta 'yı alıkoyduklarını, kendisi de canını zor kurtarıp komşu köye, yani buraya sığındığını anlatır...Anlatılanlar, o dönem Selçuklu beylerinin bilhassa Rum ahaliye yapmayacağı türden şeylerdir ve zaten gergin olan uç beylikleri ile Rumeli ileri gelenleri arasındaki zayıf ateşkesi bozacak niteliktedir...Toklamış 'ın oğlunu tanıyan Karaoğlan, durumu yerinde görmek ve eski arkadaşından bilgi almak için yola çıkar...Çok geçmeden diğerleri de ona katılır...

    Ertesi sabah, Sakarya ırmağı yakınlarında başka bir köye Toklamış 'ın kolcusu olduğunu söyleyen Akçalı Salim isminde bir kolağası 20 adamıyla gelir...Köylüye kendini bir güzel ağırlattıktan sonra vergi toplamaya geldiğini söyler...Yıllık vergisini bir hafta önce bizzat Toklamış 'ın çerilerine veren köylü ile densiz kolağası ve kolculari arasında arbede çıkar ve birkaç saat sonra kolcular, köyün pek çok erkeğini ibret için önlerine katıp yola çıkarlarken köy girişinde Karaoğlan, Baybora ve diğerleri ile karşılaşırlar...Bizimkilerin tüm alttan alışına rağmen işi yokuşa süren kolağasının kafilesinde elleri bağlı bir ihtiyarı da görünce Karaoğlan 'ın sabrı taşar ve babası ile iki yoldaşı da arka çıkınca olay kavgaya döner...Kılıç tersiyle, topuzla, silleyle kansız bir şekilde kavgayı sonlandırmaya çalışırlarken, kolcu kafilesinden ufak tefek birinin uzaklaştığını gören Karaoğlan derhal peşine düşer ve atlıyı kıstırdığı noktada bunun kolcu kılığında bir Rum kadını olduğunu görüp aslında Toklamış 'ın alayına mensup olmayan bir avuç Hristiyan Peçenek Türk 'ü ve Kuman asıllı çeriden ibaret kolcu birliğinde ne amaçla bulunduğunu anlamaya çalışsa da sonuç elde edemez...Bir gece diğer kolcularla alıkoydukları bu esrarengiz ve güzel rum kadını, aynı gece kapatıldığı yerden kaçar...Karaoğlan, kadının peşine düşse de yakalayamaz ve çareyi Toklamış 'ın oğlu ve eski arkadaşı Doğan Bey 'e yapacağı bir gün gecikmeli ziyareti bir an evvel gerçeklestirmekte bulur...

    Toklamış Bey, Konya 'da sultanın yanındayken, onun adına vergi toplayanin ağabeyi Ertuğrul olduğu sanılırken, yörede de bazı dedikodular ve ihanet kokuları başını almış giderken, aynı sıralar Ertuğrul Bey de kolcuların dönmemesinden şüphelenerek Sakarya yakınlarındaki köye doğru yola çıkar avcı bölüğünü yanına alıp...İşler hepten karışır...

    Kolcuların aralarına karışan, kendini Ertuğrul Bey 'in seyisi Mavro 'nun karısı diye yutturmaya çalışan, köyden kaçtıktan sonra rastladığı Akhisar Tekfuru Negüs 'ün aslında nikahlı karısı olan, asıl adı İreni olup Türkler arasında Ba-nı Çiçek diye bilinen bu kadının aslında Ertuğrul Bey 'in kapatması olduğu çok sonra anlaşılacak, sırf kadının kocası çenesini kapasın diye vergi bahanesiyle köylüden akçe toplayıp Negüs 'e gönderdiği ortaya çıkacaktır ama bunları fazlasıyla inanılmaz bulan bir kısım ihtiyar ileri gelen için durum, Toklamış 'ın arkasından kuyu kazmak olduğu için tüm uçlara Ertuğrul Bey 'in mahkemesi için haber salınacaktır...

    İşin sadece kadın mevzusundan ibaret olduğunun anlaşılması için Ba-nı Çiçek 'in, Akhisar Tekfuru Negüs 'ün büyük konağında bulunup ikna edilip Sakarya 'ya getirilmesi ve ihtiyar heyeti ile yüzleştirilip Ertuğrul 'un temize çıkması, ihanet iftirasından kurtulması gerekecektir...Ba-nı Çiçek 'i de Akhisar 'dan getirecek Karaoğlan ile babası Baybora 'dan başka çılgın yoktur...İç Anadolu 'da hâlen Moğol öncüleri cirit atmaktadır ve bir yanda Rum 'un, bir yanda Cenevizli 'nin, diğer yanda Moğol 'un kafasına göre at koşturduğu karmakarışık bir coğrafyada, Türk Bey 'lerinin iyiden iyiye Rum saray adetleriyle asimile olduğu ve kendi halinde Türk ve Rum ahalinin sırtında demir yumruğun katmerlisini eksik etmediği karışık bir ortamda olaylar gelişir...

    142 sayfa ama her sayfası aşağı yukarı bir frankofon sayfası doygunluğunda...Yalaz 'ın daha eski yapıtlarının aksine, karakterler çeşitlenip derinlestirilmis...Uzun diyaloglar ve tartışmalar, aksiyondan kat kat fazla yer tutmuş...Yan karakterlerde dahi daha evvel görmediğimiz detaylar mevcut...Balaban karakteri tüm kabalığı ve sempatikliği harici okurun alışamadığı bir biçimde iğnelemeler yapıyor meselâ Karaoğlan 'a...Bir de Balaban 'ın hâlen Tengricilik 'ten kopmadığını Yalaz bize kör göze parmak sokmadan çizgi ve diyalog detayları ile veriyor...Anadolu 'da bile çıkarmadığı tüylü tolgalı börkü, lanet ederken devamlı eski Türk tanrılarıni anması ve saire gibi...Çalık da onun kadar olmasa da kökünü bozmayanlardan...Müslümanlığı şamanizmle harmanlayip kendi özgün inancını oluşturmuş, bunu anlıyoruz...Asya 'dan tamamen kopmamış, İslam 'ı da Arapça değil de Batı Türkistan usulü harmanlamış...Bu macerada yine ilk kez Çalık 'ı bu denli doyurucu ve karakter olarak görüyoruz...Gene arka planda ama daha evvelkilerden farklı olarak daha bir ete kemiğe bürülu...Baybora 'nın tamamen oturmuş olgunluğu ile Karaoğlan 'ın yer yer açık verse de dengelenen ama genç yaşına tezat oluşturmayan kararında ağırlığı da bu macera ile pekişen ve gözüme öncekilerden daha gerçekçi görünen diğer unsurlardan...
























    İlk kez 80'lerin ilk yarısında Güneş Gazetesi için çizilen bu macera, 158'lik renkli haftalık serinin de son macerasıdır aynı zamanda...Birkaç sene sonra Güneş renkli serideki büyük boy edisyonunun ardından Tay Yayınları 'nın küçük boy ve siyah beyaz edisyonunda da basılır...90'ların sonlarına doğru bu kez Takvim Gazetesi 'nde renkli olarak tefrika edilir...1998 ya da 1999 'a tekabül eder...Ben ilk kez Takvim 'de birkaç sayfasını görmüştüm...2000 Ocak ayında Leman Yayınları 'ndan çıkan ilk albüm olur bu macera aynı zamanda...Layığınca basıldığı ve siyah beyaz hariç iki ton ile de zenginleştirildiği en doygun baskısıdır Leman baskısı...2008 gibi Lâl Kitap 'ın son sayılarında da yer aldı fumetti boy ve siyah beyaz olarak...

    Gerek senaryosu, gerek anlatımı ve aktarımı, gerekse görselleriyle çok başarılı bulduğum bu serüvenin, aynı zamanda yerli çizgi romancılığımızdaki en özgün ve taşlamalı öykülerinden biri olduğunu düşünüyorum...Bunun gibi başka dolu dolu maceraları daha var Karaoğlan 'ın olgunluk döneminin ama işte, sırası geldi mi eli kılıçlı denilip Tolga gibi, Kara Murat gibi nispeten daha içi boş ve klişe dolu kurgularla bir tutulmasını bazen sindiremiyorum...

    Karaoğlan incelemelerim devam edecek...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

yunusmeyra

HULK DEĞERLİ BİR KAHRAMANDIR!
HSD YENİ ÜYELERİNİ BEKLİYOR

afacanx

Karaoğlan Çok eğlencelidir bu sayıyı okumuştum. Renkli versiyonu da gayet iyi bence. Baybora'nın yerleşik hayata geçmesi çok komikti. Türklerin bir nevi Anadolu'da yani Rum Diyarında yerleşik hayata geçmelerinde anlatıyordu bir yandan. İslam'a geçiş dönemini de anlatıyordu. Balaban'ın Şaman olması çok hoşuma gitmişti.

Karaoğlan'ın pek çok macerasına bayılıyorum. Diyaloglar çok güzel ve çok akıcı.

Çok güzel bir inceleme yazısı kalemine sağlık

memospinoz

Macera incelemelerinin devam etmesini diliyorum yeni yılda.

Nomad

Leman Karaoğlan serisine el attım dün akşam.
Bölük, pörçük eski okumalarımı saymazsam ilk Karaoğlan maceram oldu diyebilirim.
Daha doğrusu sonuna kadar gelebildiğim ilk okumam oldu Ba'nı Çiçek
Şimdi ilham gelen dörtlüğümle tanımlarsam

"Ahlak-ı kamil
Kılıçta mahir,
Kadına cevahir,
Mevlaya Şakir"

grubu kahramanlarımız ilgi alanım dışında normalde.
Sanki bir Malkoçoğlu filmi izler gibiydim. Gözümün önüne hep Karaoğlan yerine Cüneyt Arkın geldi.
Macera akıcıydı.
Her kuytuda Ba'nı Çiçeği ayıklaması eğlenceliydi.
Kaç oldu sayamadım. Üni yıllarımızdaki gibi zaman mekan dinlemeden seviştiler  ;D
Tabi yazıldığı dönemi göz önüne alırsak Bizans prensesinin iliğini kemiğinden ayıran has Türk yiğidi okuyanların hoşuna gitmiştir.
Duyguları (milli olanı  ;D ) kabarmıştır.
Bugün itibariyle okunduğunda yaşını gösteren, kolayca okunan, sonuna kadar bizden bir kahraman Karaoğlan.
Hele bir diğer ciltleri de okuyayım.
Neyin ne olduğunu daha iyi anlarım.
Bu kadar sevildiğine göre ben daha tanıyacak kadar okumadım sanırım.

Bilal ceylan

Leman karaoğlanlar gerçekten okunabiliyor ve renk de gırgırı anımsatınca değme gitsin 😁😁😁😁