Journal inquiet d'Istanbul - Ersin Karabulut

Başlatan TKnKT, 06 Eylül, 2023, 00:37:50

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

TKnKT

Journal inquiet d'Istanbul  - Tome 1


    Tam da milli duygularımızın kabardığı, dolduğu, taştığı bir dönemin -bu iletiyi aylar yıllar sonra okursanız eğer, iki gün önce kadınlarımız voleybolda Avrupa şampiyonu oldu!- ardına yuvadan uçan bir çizerin eserine başlamak biraz duygu karmaşası yarattı. Kıskanmalı mıyım? Küsmeli miyim? Kızmalı mıyım? Kendisini bize anlatmadan ele anlattığına kızabilirim, kendisini bize anlatmasına müsaade etmeyenlere de kızabilirim. Kendisini bizden önce okuyanları kıskanabilirim, kendisini bize anlatmaktan vazgeçtiği için de küsebilirim. Söz özün bir nebze dargınlık var bu işin içinde. Elbette bir noktada kim takar senin dargınlığını küresel ün peşindeyken de diyebilirsiniz.

    Çizgili dünyaya ayak bastığımda hep orada bir yerde Ersin vardı. Her hafta perşembeleri -dergi yetişmezse cumaları- bir çırpıda okuduğum derginin bir sonraki haftasını heyecanla bekleme sebeplerimden biriydi kendisi. Şimdi ne kendisi burada ne de malum dergi. Birçoğu gibi Ersin beni de samimiyetiyle kendinden paylaşarak yakalamıştı. Bu da -muhtemelen çoğu okur gibi- Ersin ile aramda özel bir bağ olduğu hissini yaratıyordu. Sözün özü her ne kadar böyle romantik bir çizer-okur bağı hissediyor olsam da kendisi ile denk gelişlerimiz pek bunu pekiştirmedi -never meet your heroes-. Ben de çizere değil, çizgilerine tutkun olmaya devam ettim. Zaten bir süre sonra hayatının çizeri değil, hayal dünyasının çizeri olma yolunda daha da ön plana çıkarttı kendisini. Her ne kadar gözümdeki zirveyi kaybetmiş olsa da Ersin Karabulut'tan bahsediyoruz, ben yine tükenmez kalemle rastgele yaptığı bir karalamaya dahi tav olmaya hazırım. Hâl böyle olunca Journal inquiet d'Istanbul'un çıkış haberi bir miktar hüzünlü karşılandı benden yana. Lakin üzerinden çok zaman geçmeden Europe Comics imdadım(-ız)a yetişti de Drawing on the Edge başlığı ile kendisine kavuştum. Kitaba geçmeden önce aşağıya bir video bırakacağım. Önce Ersin anlatsın kitabını, sonra ben meramımı aktaracağım.


    Çok kısa ve net, özlemişim. Böylesine uzun bir Sandık İçi okumak ziyadesiyle iyi geldi. Elbette bazı bölümler bizler için tekrara düşüyordu. Çünkü kendisini sıfırdan anlatmaya başlıyor -çünkü artık kendisini bize anlatmıyor-. Konu her ne kadar Erdoğan Türkiye'sine evriliyor olsa da otobiyografik eserin baş karakteri olarak hikâyeye baştan başlıyoruz. Ama siz babasının çizerliğini, kendisinin dergicilik hevesini, fanzinlerini, çizgili tişört sevdasını, zaten biliyorsunuz ya da anımsıyorsunuz. Benim anımsamadığım ya da kendisinin hiç bahsetmediği kısım gözünü açtığından bugüne başında bir baskı figürü ve etrafında bir baskı ortamı olduğuydu.


    Henüz hayatımıza ışıklı camlar girmemişken, çocukluğumuzun en büyük etkileşim kaynağı ailemizken doğal olarak ne görürsek onu genele yayıyoruz. Ben küçükken herkesin origamiye dair bir şey bildiğini sanıyorken güzide milletimin havada uçak, suda kayık, karada kurbağadan öteye geçmediğini geç öğrenmiştim. Nitekim Ersin'in de herkesin bir şeyler çizme arzusunda ve amacındaki yaşantısı bana çok tanıdık geldi. Tanıdık gelmekten öte hem tiplemelerden hem de İngilizce okumaktan ötürü pek eğlendirdi. Kitabı okurken ilginç bir aura ile karşılaşıyorsunuz. Aslında gündelik hayatta karşılaştığınız onca kalıp söz İngilizce olarak karşınıza çıkınca bir gülesiniz geliyor. Düşünsenize "Kardeş! Sen burda ne ayaksın?" diyecek bir tipleme için kitapta "Tell us brother, what is it that you do here?" şeklinde bir balon okuyorsunuz. -Kamon meeeen aym cast duing may cab-



    Kitabın asıl açılışı ülkedeki gerginlik, solculuk-sağcılık çatışmaları, darbe ve bu dönemin kendilerine nasıl yansıdığı ile başlıyor diyebiliriz. Giderek sekülerlerin baskılandığı bir toplumsal yaşantının benimsendiği ortamda yaşanan endişeli yaklaşımlar da giderek artıyor. Ama sevgili Ersin, gündemin farkında ama gündemden uzak, takdir görme arzusu, heyecanlar, beklentiler, hayal kırıklıkları -ve biraz hayal dünyası- ile geçen bir ergenliğin ötesinde ufak tefek dalavere ile çizerlik dünyasına giriyor ve yıldızını parlatmaya başlıyor. Elbette hormonlar da bu şöhretten nasipleniyorlar.


    Taa ki Penguen'in meşhur "Tayyipler Alemi" karikatürü gelene kadar Ersin de kendisini tam anlamıyla baskıcı bir rejimin kollarında hissetmiyor, birçoğumuz gibi. İşlerin ciddileştiği bu dönemde büyük bir yol ayrımı ile karşılaşıyor. Burada -ayaklı çizgi tarihçimiz ile küçük münakaşamızdan çıkartabildiğim kadarıyla- tipi değişmiş bir Yılmaz Aslantürk ya da tipini yansıtan bir Suat Gönülay ile yaptığı bir görüşme sonrasında ise bugünlere gelen Ersin Karabulut'un, Uykusuz öncesi politik kimliğinin ilk temelleri atılmış oluyor.

    Dağınık bir dönemimdeyim. Odağım düşük olmasına rağmen Ersin'in çizgilerinde hissettirdiği o güvenli alanıma çekilip bu kitabı okumak bana gerçekten iyi geldi. Tam olarak tanımına uygun şekliyle uzun bir Sandık İçi hikayesi ile geldi Ersin bize. Ben de bu okuma keyfiyle iki üç bir şey karalama hevesine tutuştum. Birbirini tutmayan sözcüklerim olmuşsa affola. Kuşların söylediğine göre Türkiye'de yayınlanması adına girişim de varmış dilerim güzel bir çalışma ile bize de sıra gelir. Yani evet İngilizcesi ile takibi mümkün ama hali hazırda 3-4 dilde yayınlanmışken (Almancası, Fransızca, İngilizce, -emin olmamakla birlikte sanırım bir Brezilya baskısı da vardı-) Ersin'in kitaplarını böyle dışarıdan kovalamak bana biraz koyuyor.

    Evet yarı Ersin sevdam, yarı kitaba bakışım derken noktalamak adına son olarak kitaptan güzel bir alıntı ile satırlarımı bitiriyorum. "nothing's as depressing as the light switching on in the morning."
"The man who opens topics faster than his shadow"

karlıova

Selam Atakan, gayet güzel yapmışsın tanıtımı. Ersin Karabulut BD dünyasında artık Türkiye'yi temsil eden bir konumda, gurur verici bir durum. Bu üçüncü albümü oluyor yayınlanan. Fransızca çok kaliteli bir edisyondan okudum albümünü birkaç ay evvel. İşlerini senin kadar tanımamakla beraber aşinayım tabii Penguen vs. Sandık içi öyküleri mizah dergisi formatına uygun olabilir ama albüm olarak almaya kalktığında çizgi roman sınıfına da tam girmiyor bence. Biraz fazla kargacık burgacık, balonlar çok dolu zor okunuyor yazılar vs. Dolayısıyla bu otobiyografik eserini BD formatında hazırlaması çok daha iyi olmuş, sevimli desenleri daha fazla odakta. Kendi hikayesini ve arka planda Türkiye'yi iyi anlatmış. Bu albümde belli bir yere kadar gelmiş, devam albümü de çıkacak sanırım yakınlarda.

Albüm beğenilmiş BD sitelerinde

https://www.bdfugue.com/journal-inquiet-d-istanbul-tome-1

https://www.bdtheque.com/series/21817/journal-inquiet-d-istanbul