A Distant Neighborhood - Jiro Taniguchi

Başlatan ferzan, 02 Haziran, 2023, 23:47:31

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

ferzan

    Öncelikle belirtmek isterim ki, başlığı Diğer Mangalar kategorisinin alt başlığı olan Manga Muhabbeti'ne açtım. Şu ana dek fazla örneğiyle karşılaşmadığım, tam orta doğulu ve yarım batılı gözle manganın grafik romanı kabul ettiğim bazı eserlerin muhtelif batılı yayıncılar tarafından "düz" olarak basılmış İngilizce edisyonları için herhangi bir manga türüne dahil etmek istemedim. Şayet yakın bir gelecekte bizde de basılacak olursa o zaman kendi başlığı Seinen kategorisine açılır, gerek duyulursa benim bu incelemem de oraya taşınır ya da burada kalır, o başlığa linki kopyalanır. Artık hangisi münasip olursa.

    A Distant Neighborhood (ya da Mesafeli Tanışıklık / Uzak Bir Muhit veya Türkçemize daha iyi çevrilebilecek başka alternatifler, benim çevirim güdük kaldı bu kadarıyla) ile ilgili forumdaki ilk tanıtımı Emre Özdamarlar yapmıştı 2011 yılında. Onun birbirinden güzel tanıtım başlıkları arasında manga ile ilgili olanlar şu linkte toplanmış (hemen ikinci iletide); http://altinmadalyon.com/altin/index.php?topic=2117.0

    Ne var ki daha da ayrı bir başlığı hak ettiğini düşündüğüm için, Emre'yi de yad ederek böyle bir giriş yapmak istedim.



    1998 yılında anavatanında görücüye çıkmış ve hem orada, hem de batıdaki edisyonlarında 2 ciltte toplanmış ama bendeki edisyon 400 sayfalık tek cilt edisyonu. Fanfare-Ponent Mon etiketiyle (Birleşik Krallık ve İspanya menşeili bir ortaklıkla grafik roman özellikleri taşıyan frankofon ve mangalara yoğunlaşan ufak bir oluşum sanıyorum) 2016'da yayınlanan İngilizce edisyonuna kelimenin tam anlamıyla son paramı vererek seçimlerin ikinci turundan önce elime geçmek suretiyle yeni maaşa kadar olan on günlük süreçte meteliğe kurşun atmama sebep oldu ama kesinlikle değdi.

    Jiro Taniguchi'nin bizde Louvre'un Koruyucuları ve Yürüyen Adam adlı eserleri yayınlanmıştı İthaki etiketiyle. Louvre'un Koruyucuları'nı almamıştım, zira eserin Louvre Müzesi'nin tanıtımı üzerine bir sipariş olarak frankofon niyetine üretildiğini ve renkli yayınlandığını öğrendikten sonra İthaki'nin bu eseri sanki orijinal üretim bir mangaymış gibi küçük boy ve gri tonlamalı basmasından ötürü (renkli resmi siyah beyaz fotokopi çektirdiğinizi düşünün) daha almadan soğumuş ve iptal etmiştim. Neyse ki Yürüyen Adam'da böyle bir durum olmadı da baskısının salaşlığına rağmen alıp keyifle tüketmiştim. A Distant Neighborhood'ta hem Yürüyen Adam'ın mütevazi aurası, hem de Emre Özdamarlar'ın 12 yıl önceki tavsiyesi üzerine arşivime katmak için en ufak bir tereddüdüm olmadı.

    Spoilersiz bir tanıtım ve irdeleme yapmam gerekirse;

    İki kız babası 48 yaşındaki Hiroshi Nakahara, bir iş seyahati dönüşü yanlış trende olduğunu fark eder. Trenin, doğup büyüdüğü taşraya gittiğini öğrenince garip bir şekilde duruma razı olur. Akşamdan kalmadır, başı ağrımaktadır ve trende yüzüne su çırparken bir anlığına annesinin sureti gözünde canlandığı için koyu bir melankolinin esiridir. Kaderin ya da bilinçaltının bir oyunu olsa gerek, bu yanlış rota vesilesiyle 23 yıl önce kaybettiği annesinin mezarının da bulunduğu aile mezarlığını ziyaret etmek iyi gelecektir.

    Aradan geçen otuz küsur yılda her şey kaçınılmaz olarak çok değişmiştir. Büyük bir şaşkınlıkla çocukluğunun geçtiği sokakları adımlar, değişen dükkanlara, evlere bakar da bakar. Mezarlığa vardığında derin düşünceleri ve melankolik nostaljisi devam etmektedir. Akşamdan kalmalığın verdiği ağırlıkla ansızın çöken hüzün birleşince Nakahara, annesinin mezarı başında kendinden geçer. Gözlerini açtığında güneş daha farklı parlamakta, etraf daha canlı gözükmekte ve hava daha taze kokmaktadır. Kuş gibi hafiflemiş hisseder, doğrulup sağına soluna bakınır. Bir tuhaflık vardır ama esasen kendisindedir bu tuhaflık. Elleri kendi elleri değil, üzerindekiler kendi kıyafetleri değildir. Şaşkın bir şekilde sağa sola davranıp elini yüzünü yıkayacak bir yer ararken nasıl olup da tıkanmadan bu denli hızlı hareket edebildiğine şaşırır. Sudaki yansımasını gördüğünde aklını yitirecek gibi olur, zira Hiroshi Nakahara 48 yaşında beyaz yakalı bir aile babası değil, 14 yaşında bir 8. sınıf öğrencisidir. Takvimler ise 1998'i değil 1963'ün bahar aylarında yeni ders yılı başlamadan önceki son tatil gününü göstermektedir.

    İlk şaşkınlığını üzerinden attıktan ve hatırladığı o eski, tanıdık sokakları ve yüzleri gördükten sonra aklına eve gitmek gelir ve bu düşünceyle nabzı hızlanır. Eve vardığında annesi ve küçük kız kardeşi nerede kaldığını sorarlarken şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibi olur. Çünkü anneannesiyle babası da oradır ve babasının onları bırakıp gideceği ya da başka bir bakış açısıyla kayıplara karışacağı günün gelmesine dört ay vardır. Akşam yemeği yemek üzere sofraya otururlar ama Hiroshi'nin üzerindeki tuhaflığın farkına ailesi de varmıştır.

    48 yaş olgunluğuyla ve gelecekte yaşayacakları her şeyin bilinciyle 14 yaş bedenine geri dönen Hiroshi, ne kadar uğraşsa ve kendini çimdiklese de şimdilik (belki hep) kendi zamanına dönemeyeceğinden geçmişe dair nelerle hesaplaşacağının, göz ardı ettiklerinin, hakkını veremediklerinin hesabına girer. En önemli gündemi de ortadan kaybolmasına 4 ay kalan babasının gidişine engel olup olmama ihtimalidir. Ne var ki hayat başka sürprizler devreye sokacaktır. Geçmişte hiç yaşanmamış bir gönül ilişkisi, hiç konuşulmamış bir kariyer hikayesi, hiç haberdar olunmamış bir aile gerçeği ve belki yeniden yazılacak bu yeni gelecekte halen kendisini akşam yemeği için bekleyen bir eş ve iki kız evlada bir daha sahip olup olmama ihtimali... Geçmiş sahiden değiştirilebilir mi, yoksa ne olursa olsun her şey, her ihtimale rağmen olması gerektiği gibi mi cereyan eder? Peki geçmişte hiç edilmemiş bir sözün, hiç yaşanmamış bir aşkın, hiç öğrenilmemiş bir sırrın geleceğe etkisi olabilir mi, yoksa geçmiş ve gelecek ayrı zaman dilimleri olarak akmaya devam edip birbirine hiç sirayet edemez mi?



    Göz yaşları içerisinde okuduğum, duygudan duyguya girdiğim, hop oturup hop kalktığım ve son 100 sayfasında inanılmaz ölçüde heyecanlanıp rüzgarında savrulduğum bu eserin bana böyle etki etmesinin yegane sebebi, belki pek çoğumuz gibi benim de sıklıkla kurduğum "bugünkü bilincimle geçmişime dönebilseydim neleri telafi edip nelerin tadını daha iyi çıkarmaya çalışırdım" fantezisi oldu elbette. Yeri geldi dağıldım, yeri geldi coşup dalgalandım ama okumamın her merhalesinde gözümdeki ıslaklık ve boğazımdaki düğüm eksik olmadı. Ben bu fanteziye yıllardır sarıldığım için duyguları abartıyorum muhtemelen ama benim abartımı çıkardığımızda bile geriye çok fazla duygu yüklü detay kalacağına eminim.

    Öyle şeyler hissettirdi, öyle empati kurdurdu, zaman zaman öyle tatlı dokunuşlar yaptı ki, o dupduru çizimlerle ortada fol yok yumurta yokken, hikayede tansiyon da henüz yükselmemişken bir çizer nasıl olur da bambaşka şeyleri hatırlatıp hüzne boğar, aynı zamanda sevgi pıtırcığı yapar, tecrübe etmiş oldum. Hep küçük detaylar ve üzerinde durulmayan şeylerde oldu bu hissiyat. Kaldı ki ana akıştaki his geçişleri bambaşkaydı ama bu kitap beni hem hüzünlendirdi, hem geçmişe ah ettirdi, hem sımsıcak eyledi, hem tatmin etti, hem sevindirdi, hem de üzdü. "Ne güzel abimizmişsin sen Jiro Taniguchi, imzanı kazıdın bu eserinle gönlüme" dedirtti. Artık belli başlı kişisel başyapıtlarım arasında adını en başlarda anacağım yeni bir kitabım daha olmuş oldu. Okumasam çok şey kaybederdim muhtemelen ama kendi meşrebimce, algımca, zevkimce. Yoksa yolu kesişip de illa ki "ulan bu muydu" da dedirtebilir. Benim için öyle olmadı sadece.

    Kitaba gaipten eşlik eden sakin ama hüzünlü bir melodi vardı sanki. Bir de baştaki renkli birkaç sayfadan bağımsız olarak kitabın tamamında o siyah-beyaz ve gri tonlu sayfalarda şaşırtıcı derecede melankolik bir renk paleti vardı adeta. Sessiz bir kitapta sesi duydum, renksiz sayfalarda rengi görüp o renklerle hüzünlendim. Daha ötesi ne olabilir diye düşündüm.

    400 sayfalık cildi üç akşama yaydım. Başlarken öylesine büyük bir beklentiyle başladım ki, çok az eserde duyduğum "yanılmama" hissiyle yola çıkıp üçe böldüğüm okuma sürecim boyunca bir anlığına bile hayal kırıklığına uğramadım. Ne beklediysem verdi ve bana göre vaat ettiği şeyler açısından en ufak bir boşluk ve açıklık bırakmadan layığınca bitti. Geriye kalan koskocaman tatmin yanıma kar kaldı.























    Çizgi romana sanat payesi verdiren evrensel işlerden biridir artık benim için bu eser. Ekolden, türden, dilden, kültürden, her şeyden bağımsız olarak dünyaya armağan edilmiş güzelliklerden biri daha. Yakın gelecekte bizde de basılmasını hevesle bekliyorum. O vakit merak edip okuyacak olanlarımızla beraber ben de bir kez daha okumayı arzu ediyorum.

    Not: Görselleri Google üzerinden derledim, bazı teknik sorunlardan ötürü kendi okuduğum ciltten fotoğraflayıp aktaramadım. Gerçi çoğu incelememde bu şekilde Google aracılığıyla görsel paylaşıyorum daha hızlı oluyor diye ama görsellerdeki dilin İngilizce olmamasından ötürü "ulan bu da bizi yiyor tek cilt İngilizce edisyonu bilmem ne ayağına" diye düşünmenizi istemem.
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

hanac

Muhteşem bir tanıtım olmuş gene Ferzan'dan.

Keşke bizde de yayınlansa dediğimiz türden bir yapım.

darbove

Icaro ile beraber çok merak ettiğim bir manga. Değerli incelemeniz için teşekkürler.
The Bird of Hermes is my name, eating my wings to make me tame.