Hubert - Ben Gijsemans

Başlatan ferzan, 12 Mayıs, 2023, 23:35:09

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

ferzan


    Hiç haberimin olmadığı, ne çizerini ne de kendisini bildiğim bu çizgi romanla geçen hafta bir tesadüf sonucu tanıştım. Doların önümüzdeki günlerde fırlama ihtimaline karşılık son birkaç aydan beri maaşımın hemen hemen yarısını şimdiye dek ertelediğim orijinal comics ve frankofonlara yatırdığım için, bu ayın ve muhtemelen önümüzdeki uzun bir sürecin son çırpınışı olarak internet üzerinden Gerekli Şeyler, Paralel Evren ve Presstij Kitap'ın yabancı cilt stoklarını kolaçan ederken, Gerekli'nin sitesinde Hubert'e denk geldim. Önce kapağı ilgimi çekti, sonra ender olarak sitede örnek sayfa paylaştıklarını gördüm ve hızlıca bir göz atıp tanıtım yazısını da okuduktan sonra derhal sepetime attım. Elime geçmesi hafta başını, okuması ise hafta ortasını bulmuş oldu. Hiç hesapta yokken gerçek anlamda bir sürpriz oldu benim için.

    2016'da yayınlanmış Belçika menşeili bir eser. Yazar-çizeri Ben Gijsemans ise 1989 doğumlu Belçikalı bir illüstratör, çizgi film sektörü emekçisi ve kariyerine bomba gibi giriş yapmış bir çizgi romancı. Zira Hubert kendisinin ilk çalışması ve herhalde daha güzel bir başlangıç yapamazmış kendi meşrebince. Yanılmıyorsam Fransızca edisyonunu Dargaud basmış (yanılıyor olabilirim). 2017'de ise İngiliz yayıncı Jonathan Cape derhal İngilizce'ye kazandırıp kendi edisyonuyla piyasaya sürmüş. Bana da bu edisyonu okumak nasip oldu.

    Hubert, Brüksel'de yaşayan 50'li yaşlarında bir emekli. Sık sık arabasına atlayıp Paris'e gidiyor ve müzeleri ziyaret ediyor. Monoton hayatında müze gezmekten başka bir aktivitesi yok, arkadaşı yok, partneri yok. Müzeleri geziyor, bazı tabloları fotoğraflıyor, eve gelince fotoları diz üstü bilgisayarına aktarıp oradan bakarak röprodüksiyonunu yapıyor. Küçük bir çalışma odasında, camın kenarına koyduğu şövalesi, tuali, boyaları, fırçaları ve paletiyle tüm gün fotoğrafladığı tabloları ya da detayları bir daha resimliyor. Ara sıra camdan dışarı baktığında karşı apartmanın alt katlarından birinde oturan ve cama çıkan genç kızı izliyor. İçten içe ona bir şeyler hissediyor. Her müze dönüşünde alt kat komşusu ve akranı dul hanım kendisini şarap içmeye davet ediyor, muhtemelen apartmanda kısa cevaplar vermek suretiyle konuştuğu tek kişi. Kadının ilgisinin farkında gibi ama anlamazlıktan geliyor. Kadın ise eşini yıllar önce kaybetmiş, belli ki yalnız ölmek istemiyor. Hubert'i baştan çıkarmaya kararlı. Diğer yandan karşı apartmandaki güzel kız... Hubert'in ise rutinine herhangi bir katkı yapmaya niyeti yok ama bir gün o rutin kırılmasa da biraz esniyor. Pencereden karşı apartmandaki kızı izlerken tıpkı röprodüksiyonunu yaptığı resimler gibi kızı fotoğraflamak istiyor. Kız son anda fark edip perdeyi kapatıyor, Hubert fotoğrafı çekebildi mi çekemedi mi bilemiyor. Biraz mahçup, biraz ilgisiz, biraz tedirgin... Sonraki günlerde alt kat komşusunun davetine icabet ediyor ama karşı camdaki kız da perdesini hiç açmıyor. Olaylar gelişiyor.


    88 sayfalık kitapta sizi bir yerden bir yere götüren büyük bir anlatı yok, bir yaşam rutininden kesit var ama kesinlikle başıboş ve rastgele bir deneme değil. Bir edebiyat eserine parmak ısırtacak denli odaklı ve bağlayıcı bir kurguya sahip. Albüm bittiğinde dingin ama bu dinginlik çerçevesinde etkili kaliteli bir edebi öykü okumuş hissine kapıldım. Görsel üslubundan sayfalardaki sistematik ve rutin destekleyici panellemesine, sessiz ardışıklık içerisinde adeta paragraflar dolusu betimlemeyi görsellere yedirme başarısına şapka çıkardım. Çok küçük bir ihtimal de olsa itici olma potansiyeli taşıyan bu görseller tam da bu yüzden beni mest etti ve kitabın kapağını kapayalı birkaç gün olduğu halde kafası halen arkadan gelmeye devam ediyor.

    Eserden tek beklentim hafif bir tedirginlik ve yitip gitmişlik içerisinde bir huzur hissiydi. Bazı eserlerde başıma geldiği gibi baştaki elektriklenmem sonuna kadar devam etmiş oldu ve bana beklediğimden çok daha fazlasını bırakarak zihnimde ve gönlümde yer etmeyi başardı. Umarım bir gün bu tür işlere meraklı bir yayıncımız telifini alır da dilimize kazandırır.

    Buyurun göz hakkına;













Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

Gabby

Sanatçıların hayat öykülerinin anlatıldığı Akılçelen Kitapların "Büyük Ressamlar" çizgiroman serisindeki formattan ziyade, Fabrizio Dori'nin "Avare Tanrı"sı ve/veya ferzan'ın bu başlığındaki gibi sanatın kendisine ve yaşamı şekillendirmesine odaklanan işleri daha yaratıcı ve keyifli buluyorum.

Öncelikle Belçikalı çizerin, renklerin canlılığını yitirip ara tonlara dönüştüğü güz mevsimi solgunluğundaki renk paletini hem görsellik hem de ana karakterin içe kapanık ruh halini okura yansıtması anlamında çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. İkincisi bu kitap -"Issız Adam" Hubert'ten kaynaklı- diyalog azlığıyla "sessiz çizgi roman" türünün kıyılarında dolaşmasına karşın, çizerin suskun alanlarda "sessizliğin sesi" olarak devreye soktuğu ustalıklı metaforik resimlemeleri  bu çizgi romana anlatım açısından çok katmanlı edebi bir boyut katıyor...

Hubert, klasik tabloları bir kutsalı tavaf edercesine ileri-geri saatlerce inceleyen, girdi mi kapanış anonsuna kadar çıkmak bilmeyen, bu haliyle de görevli personelin bile yer yer imalı bakışlarına maruz kalan obsesif bir müze müdavimi... Onun müze çıkışında kaldırımdaki  ürkek ve tedirgin halini gösteren karenin hemen peşine, dev inşaatların, vinçlerin, trafik curcunasının iç içe harmanlandığı,  endüstriyel kirliliğe bulanmış puslu gri tonlamalı kaotik bir şehir görüntüsünün eklenmesi ayrıca dikkatimi çekti. Ben bu durumu, çizer Gijsemans'ın daha kitabın başında -ön alarak- gerçek hayatın yarattığı hayal kırıklıklarına karşı sanatı bir savunma mekanizması veya bir kaçış yolu olarak gören kahramanının arkasında durma olarak yorumladım... Bu anlamda Charlie Chaplin filminden karelerin yer aldığı bölüm de dahil gereksiz çizilmiş hiç bir panel yok; her biri işlevsel...


Günümüzde neredeyse her biri kendi çapında metropole dönüşen büyük şehir kakofonisi, karmaşası hangimizi hayal kırıklığına uğratmıyor ki; ülkenin zaten sabahtan akşama birkaç kez değişen gündemi varken bi'de üzerine eskilerin deyimiyle seçim sathı mahalline girilmesiyle 7-24 pompalanan sert siyasi söylemlerin bünyemde yarattığı boğulma duygusu ve karamsarlığına hem ilaç gibi geldi hem de Hubert ile empati kurmamı çok kolaylaştırdı bu Franko-Belge çizgiroman.

Hubert düzinelerce tuval boyamasına karşın onları duvarlarına asmak yerine büyükçe bir dolabın üzerinde biriktiriyor. Kapak görselindeki gibi transa geçmiş halde Constant Montald'ın 20 m²'lik dev tablosunu veya Quentin Matsys'ın üç parçalı triptik sunak eserini vb. en ince ayrıntısına kadar incelese de eserlerin bütününü değil, kadın temalı kesitlerini  resmediyor. Nü çizimleri de var ama nudist değil; kadın estetiğine, kadının yaradılışından kaynaklı zarafet ve inceliğine meftun... Bu bazen bir duruş oluyor, bazen derin bir bakış...




Alt kattaki dul komşu Vandermeers'le Porto şarabı eşliğindeki muhabbet ile Manet'in Olympia'sı için gittiği Paris Orsay müzesi otoparkında Belçika plakasını görerek yanına yaklaşan otostopçu üniversite öğrencisiyle yol boyunca yapılan sohbet kitabın en fazla diyalog içeren bölümleri... Öncesinde sadece merdiven boşluğundaki konuşmaların "dış ses"i olan dul bayanın, Hubert'in davete icabet etmesi vesilesiyle yüzünü görmekle kalmayıp yatak odasına kadar girmek de oldukça ilginçti... :)  Bayan Vandermeers lafını esirgemeyen açık sözlü ve çok dobra bir kadın; şöminesinin üzerinde reprodüksiyon bir Manet Olympia tablosunun asılı olması onun entelektüel yönüne de bir vurgu.


Alıntı yapılan: ferzan - 12 Mayıs, 2023, 23:35:09...Ara sıra camdan dışarı baktığında karşı apartmanın alt katlarından birinde oturan ve cama çıkan genç kızı izliyor. İçten içe ona bir şeyler hissediyor.

Kıza karşı bir şeyler hissediyor mu tam emin olamadım, sanki platonik bir duygudan ziyade onun dikkatini çeken asıl şey, pencerenin çiçeklerle bezeli estetik haliyle adeta tamamlanmayı bekleyen bir tablo görüntüsü vermesi... Hiç aklının ucundan bile geçmediği halde pislik bir röntgenci konumuna düşmesi kitabın  en hüzünlü anlarından ve kırılma noktalarından biriydi.

Çizgi romanın klasik kalıplarının dışında da gerektiğinde isteğe göre şekillendirilebilen ne kadar modüler bir altyapısının olduğunu tekrar hatırlatan bu güzel eser iyi ki radarına girmiş, iyi ki haberdar etmişsin ferzan, teşekkürler...

KenParker


hanac

Ferzan ve Gabby yine iyi paslaşmışlar.

Bize de yazılanları okumak düşer.