The Social Network (2010)

Başlatan hanac, 27 Ocak, 2011, 09:34:52

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

hanac

Facebook'un nasıl Harvard'daki bir yurt odasında kurulduğunu ve geliştiğini anlatıyor.

Hikaye çok akıcı, 2 saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.

Zaten Altın Küre en iyi film ödülünü aldı, 8 dalda da Oscar'a aday gösterildi.

Filmdeki en önemli karakterlerden birini yeni Örümcek Adam Andrew Garfield canlandırıyor.

Gerçekten çok iyi bir oyuncu, bana rahmetli Anthony Perkins'i hatırlattı.


emre ozdamarlar

Bu film cok guzeldi.

Ben sifir beklenti ile oturmustum basina, Hasan abinin dedigi gibi akici bir hikaye, harika yazilmis bir senaryo ile nasil gectigini anlamadigim bir 2 saat gecirdim. Son zamanlarda ust uste 2 kez izledigim az sayidaki filmden biridir.
Hepimizin hayatinin buyuk bir parcasi olan Facebook nereden geliyor, nasil kurulmus sorusunun cevabini merak edenlere veya guzel bir film izlemek istiyorum diyenlere tavsiye ederim.

V


David Fincher,her zaman ki gibi eli-yüzü düzgün,film gibi bir film yapmış.Amerikan rüyasının
kısa zamanda hayatımızda büyük bir yer kaplayan internet dünyasına yansımaları,sosyal
ilişkileri zayıf bir insanın,dünyanın en büyük sosyal iletişim ağını kurarken sahip olduğu
tek dostunu da nasıl kaybettiğinin dramatik öyküsü,başarılı oyunculuklarla aktarılmış perdeye.

Filmi bir kenara koyarsak,Fight Club ile bence tüm zamanların en iyi ikinci(birinci Taxi Driver kesinlikle)
filmine imza atan Fincher'in bu filmden sonra oldukça durgunlaşan kariyerinin tekrar ne zaman
canlanacağını merak ediyorum ben.Yeni bir başyapıt(lar) görebilecek miyiz ondan?Bu yıl
gösterime girecek filmi The Girl with the Dragon Tattoo ve 2013'te gösterime girecek Captain Nemo
için umutlu olalım mı?

"İstemem,eksik olsun.."

Saint2


Hayal Kahvem



 


"Yaşamak nedir?" diye sorsam ne cevap verirsin? Şimdi durup dururken bu soru nerden aklıma geldi değil mi? Bak şimdi... İlhan Selçuk bir yazısında "yaşamak nedir?" diye soruyordu. Ve çok ilginç bir cevap veriyordu. "Balık için yüzmektir, yılan için sürünmektir, kuş için uçmaktır." diyordu.  Hiç birimizin  aklına "kuş neden uçuyor, balık neden yüzüyor, yılan neden sürünüyor?" diye bir soru geliyor mu? Yoo.. Gelmiyor. Bu tip sorular aklımızı hiç kurcalamıyor. Mesela aslanın bir geğik yavrusunu parçalaması hiçbirimizi şaşırtmıyor.  "Peki, insanın insan gibi yaşamak istemesi neden pek çok kişiyi şaşırtıyor?" İlhan Selçuk bu yazısında insanın birdenbire insan olmadığını, başlangıçta hayvanlar gibi yaşayan insana da kimsenin "sen neden böylesin" diye sormadığını ama işte yerleşik düzene geçtikten, eker, biçer, üretir yaratık olduktan sonra doğası gereği insanlaşma  adına geçirdiği aşamaları anlatıyordu. Çıkardığı sesleri konuşmaya dönüştürüp dil ile iletişim kurduğunu, yazıyı bulmasıyla da havada savrulup giden konuşmaları ölümsüzleştirmeye başladığını söylüyordu.  Yani balık için yüzmek, yılan için sürünmek neyse, insanın da insanlaşma çabası o kadar doğaldı.   Savaşlar, talanlar, yıkımlara karşı direnmeler,  başkaldırmalar, devrimler her daim vardı. Her dönemde insanın insan olma çabasına karşı çıkanlar oluyordu. İlhan Selçuk diyor ki: "Bu da doğaldır, evren diyalektiğinin gereğidir; kertenkelenin ya da yılanın niçin süründüğüne şaşırıyor muyuz?" Şaşırmıyoruz. O halde biliyoruz ki  insanın insanlaşma yolundaki çabası asla durmayacak. Kimileri insanı insanlığından çıkarmaya çabalasa da insan doğası gereği insanlaşmaktan vazgeçmeyecek.



 

Şimdi diyeceksin ki "Nerden geldi bunlar aklına?" Hımm.. Ben hani Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg'in hayatını anlatan film var ya Sosyal Ağ.. İşte o filmi  yeni seyrettim de...  Aslında bildiğim bir konuydu ve  konusu ne yalan söyleyeyim hiç mi hiç   ilgimi çekmiyordu. Ama yönetmeni kimdi? David Fincher! Hani Panik Odası, Oyun, Yedi'nin yönetmeni... Her biri müthiş filmlerdi. Ama.. Aynı zamanda benim kişisel tarihimde miladi  bir film olan Dövüş Kulübü'nün yönetmenidir David Fincher... Kendisine sevgim de saygım da sonsuzdur.  O nedenle  "Konusunu biliyorum, hiç de  Facebook'u  kurmuş ve dünyanın en zengin gençlerinden biri olmuş diye Mark Zuckerberg'in hayatı ilgimi çekmiyor," diyemedim. Film bizim şehre gelir gelmez anne sözü dinler gibi masum tıpış tıpış sinemaya gittim. Filmi seyrettim. Ve gene David Fincher'in  öykü anlatıcığından etkilendim. Hani insan doğası gereği insanlaşacaktır deniyor ya... Buna gönülden inanıyorum. Çevresindeki her şeyin  etkisiyle yaşamanın  asıl amacının nasıl olursa ve neye malolusa olsun zengin olmak, çok para kazanmak olduğunu düşünen, gerekirse  iş ve okul arkadaşına  kazık atmayı  doğal gören gençler ve hatta yetişkinler için ibret alınası bir film yapmış.  Ben sade  bir sinema seyircisiyim. David Fincher'ın diğer filmlerinde olduğu gibi bu filminde de insan duygu ve zaaflarıyla ilgili konularda  seyircinin  insanlaşması yönünde kendi tarzıyla kışkırtmayı gene becermiş olduğunu düşünüyorum. Bu filmi asla diğer filmlerinden aşağı kalır değil. Bilakis bu kadar bilindik ve basit bir konu  bu kadar etkili  ancak David Fincher tarafından anlatılabilir. David Fincher'a  hayranlığım devam ediyor. Bu filmini de çok sevdim.

 

Gelelim Dövüş Kulübü'ne. Hiç sıralamaya yapmadım ama  sevdiğim filmleri sıralamaya kalksam en önlerde olacağı kesin. Dövüş Kulübü beni en etkileyen filmlerden biridir.  Çevreyle yabacılaşmamak, yalnız kalmamak için gereği yapmalı öyle değil mi? Neler yapmalı? Kilo vermeli misal... Zayıf olmalı. Eskimeden yenisini almalı. Hep tüketmeli. Sık sık ev eşyalarını değiştirmeli. Marka giyinmeli. Tüketmeli. Para kazanmak için her türlü katakulliyi yapmalı. Duygular rafa kaldırılmalı. Maskeleri takıp dolaşmalı. Gene tüketmeli. Gene tüketmeli. Günlük hayhuyumuz, koşuşturmamız içinde  bizler  farkında olmadan, normalleştirilerek, sanki uyuşturarak, binbir koldan zaaflarımıza ve hırslarımızla oynanarak tüm bu durumlar usul usul nasıl da şırınga ediliyor. Olması gereken budur demeye başlıyoruz. Birbirimizin boğazını sıkarak ve hangi yoldan olursa olsun  para kazanmalıyız, reklamlarla, dizi filmlerle  empoze edilen her yeni eşya ya da giysiyi, telefonu almalıyız. Eskimeden at çöpe yenisini al.. Kilo ver. Zayıfla. Tepki verme. Hayret etme. Şaşırma.  Dayatmaları kabul et. Sen de onlardan biri ol.  Bazı bünyelerde ruh  bu şekilde tatmin olmayınca dibe vurmaya başlıyor. Kendi ruhuyla kıyasıya bir dövüşe girişiyor. Film adı üstünde Dövüş Kulübü ya filmde oldukça fazla şiddet görüntüleri var tabii.. Ama Dövüş Kulübü  bana  göre asla  bir şiddet filmi değil. Bu film günümüzde insanı insanlığından çıkarmak için  şırınga edilenlerin çirkin  yüzünü gösteren,  bence David Fincher'ın   gene insanın  acilen insanlaşması gerektirdiğini seyirciyi kışkırtarak gösterdiği bir filmdir.

Ben kendimle sürekli kavga eden biriyim. Bu yaşıma geldim artık barışık olmalıyım kendimle değil mi? Yok, itiraf ediyorum ki değilim. Halen içimdeki benle dövüşmeye devam ettiğim için çok canım sıkılır kimi zaman.. Derim ki bitmedi mi kendinle mücadelen?  İşte Dövüş Kulübü benim kişisel tarihimde  miladım olmuştur. Bu filmden sonra içimdeki benle rahat rahat kavga ediyorum. Bir sağ kroşe... Bir sol kroşe... Çoğunlukla mide... Hani Atilla Atalay bir öyküsünde "insan kalma" çalışmalarından bahseder ya... Benim kendimle döğüşüm devam ettiğine göre daha  "insan kalma" değil "insan olma" çalışmalarındayım galiba... Diyeceğim odur ki, David Fincher'in filmlerini değil izlemek düşünmek bile  ilaç gibi gelir bana. Of, bakar mısın yazarken yazarken nereden nereye geldim gene? İçimdeki benle kavga edeceğim gene... Yaa, insan olma çalışmalarım böyleyken böyle işte.