Korku Filmi Olmadığı Halde Korkutan Filmler

Başlatan Hayal Kahvem, 12 Ocak, 2013, 19:40:31

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Hayal Kahvem


Küçüklükten itibaren, eğer hayattan ne beklediğimizi bilir ve bu doğrultuda hayatımızı planlanlarsak,  başaramayacak  hiçbir şey olmayacağını işler dururlar. Kimler mi? Önce aileler tabii. Sonra öğretmenler, arkadaşlar... Sonra reklamlar, psikologlar, bankalar, şirketler, meslek kuruluşları...  Herkes aynı şeyi söyleyip, gizli ya da  aşikâr oya gibi beynimize işleyince... Bizler de bize dayatılanın olması gerektiğine inanırız.  Gündüz Vassaf Cehenneme Övgü adlı kitabında davranış bilimlerinden söz eder. Yaşadığımız yüzyıl biliminin sloganının "davranışları anla, önceden kestir ve denetle." olduğunu anlatır. Bu sloganın hedefi nedir? Bilgi toplama, tasnifleme ve bu bilgiler doğrultusunda insanların harcamalarını ve davranışlarını yönlendirmek...  Bir nevi sömürme mekanizmasının çarklarının dönmesine katkı yapma vaziyeti. Hiçbir şeyin sürprizi kalmaması, şaşırılacak, hayrete düşülecek bir durumla karşılaşılmaması, hiçbir şeyi rastlantıya bırakmamak. Niye? Çünkü sömürücü güçlere göre, sürprizler amaçların ve hedeflerin önünde birer engeldir. Nerelere para harcayacağımızı, nerelerde tatil yapmamızın iyi olacağını, neler yiyeceğimizi, nasıl giysiler giyeceğimizi,  hangi durumlarda nasıl davranmamız gerektiğini bizlere öyle gizli yöntemlerle işliyorlar ki, farklı davranmak aklımıza bile gelmiyor. Tutkularımızı, arzularımızı, zevklerimizi muhtelif yöntemlerle  onlar  tahlil  ediyorlar. Farkında olmadan kendi hayatımız için seçmemiz gereken her şeyi onlar belirliyorlar.  Nasıl bir hayat hedeflenecek?  O hedefe ulaşmak için hangi okullara gidilecek? Hangi meslekler seçilecek? Nasıl biriyle evlenilecek? Kimlerle arkadaşlık edilecek? "İnsan insana ilişki kurmak yerine, giderek, amaçlarımız, mesleki etiketlerimiz ve profesyonel kişiliklerimiz aracılığıyla ilişki kuruyoruz birbirimizle." diyor yazar. Ve belirlenen eylem kalıpları içinde  tekdüze  yaşamlar  oluşturuyoruz. Özgür irademiz elimizden alınıyor.  Bize dayatılan amaca yönelik maksatlı faaliyetlerin tutsağı olup çıkıyoruz. Çok amaçlı 21. yüzyıl insanı olarak bize dayatılan  hayatları yaşamak için, başarmak, satın almak, zengin olmak, meşhur olmak, güzel ya da yakışıklı olmak, ölümü unutmak, standartlaşmak,  soru sormamak, itiraz etmemek, kabullenmek, hayal kurmamak, rüya görmemek zorundayız. Ne fena! Biz artık özgür olduğumuzu söyleyebilir miyiz? "Evet, hayatımızı yaşıyoruz. Ama onu yönettiğimiz doğru değil." diyen  Gündüz Vassaf bu durumumuzu sevgiden vazgeçerek önceden belirlenmiş istasyonlarda durup, tarifeye göre yol alan bir tren ya da sadece ikmal yapmak için duran bir yarış arabasına benzetiyor. Yaşamı tüketmek pahasına hedeflerine varan bunca insan olduğunu görmek, şaşırtıcı olduğu kadar üzücü de, diyor.



Korku gerilim filmlerini çok severim. Ama öyle hortlak, canavar, vampir, ne bileyim yürüyen ölüler, ölüm çığlıkları korkutmaz beni.  Tamam. Korku filmlerini seyrederken kimi sahnelerinde yerimden zıpladığımı, kimi sahnelerinde çığlık attığımı ya da ellerimle gözlerimi kapadığımı  rahatlıkla itiraf edebilirim.  Korku filmlerinin hakkını veriririm yani.  Hele İspanyol korku filmlerine bayılırım.  Ama şu film var ya şu film... Üstelik bir İskandinav filmidir.  Uyumsuz Adam veya Sorun Yaratan Adam veya  Den Brysomme Mannen diye bilinir. Bu film beni gerim gerim gerip gergef eden ender korku filmlerinden biridir.   İyi ama yukarıda anlattıklarımın bu filmle ilgisi ne? Asıl mühimi türü Komedi/Dram/Gizem diye nitelendirilen bu filmi seyrederken neden bu denli korktum?



Gündüz Vassaf'ın tren istasyonu benzetmesi gibi bu film de bir istasyonda ama metro istasyonunda başlıyor. İlk görüntülerde kahramanımız Andrea, öpüşen bir çifte bakıyor. Kamera yaklaştıkça bir de bakıyoruz ki o ne? Bu çift duygusuzca sanki otomatiğe bağlanmışcasına öpüşmekteler. İki sevgiliyi seyretmek hoş gelmiyor da tiksinti hissi uyandırıyor. Filmin konusunu bilmediğim için önce "ne fena bir durum" diye aklımdan geçirdim. Sonra "eh, haydi hayırlısı ne gelecek  bakalım bunun sonrasında" dedim.  Seyretmeye devam ettim.


Yok, ben filmin devamını böyle anlatamayacağım. Şimdi kahvemi aldım elime. Şifa niyetine bir yudum alacağım. Korktum ben bu filmi seyredince arkadaşım, korktum işte!  Filmin devamında Andrea'nın bilinmez bir yerden bilinmez bir yere gelmesi korkutmadı beni. Bilakis gizem içeren, sürprizli filmleri severim. Üstelik bu filmde Andrea'nın geldiği yer bir cennet sanki. Şehirde hoş geldiniz afişiyle karşılanıyor. Anında iş buluyor. Patronu ve iş arkadaşları nasıl güler yüzlü, nasıl  anlayışlı, nasıl düzgün görünümlü insanlar anlatamam... Tertemiz alanlarda spor yapıyorlar, şahane restorantlarda yemek yiyiyorlar, şık giyiniyorlar, ferah evlerde, lüks mobilyalar içinde mutlu yaşıyorlar. Andrea da anlatmaya çalıştığım bu yerde aynı şartlara sahip  olarak yaşamaya başlıyor. Hemen sevgilisi oluyor.  Cennet gibi bir yer işte ne var bunda korkulacak diyorsun şimdi değil mi? Bak, anlatırken bile tüylerim diken diken oldu inan ki. Değil işte.  Tüm o konforun içinde yaşayan insanlarda duygu denen  şey kalmamış. İnsanlar tepki vermesi gereken her duruma kayıtsızlar. Allahım bu insanlarda coşku yok! Aşkını ilan etsen de bir, intihar edeceğini söylesen de bir...  Farketmiyor. İnan bana varsa böyle bir kategori bu filme bir çeşit ağıt bile denebilir. Düşünsene... Güler yüzlü ama samimiyetsiz arkadaşlarla  muhabbetler  mütemadiyen mobilyalar ve alışverişler üzerine...  Yemekler şahane görünüyorlar ama bütün yiyeceklerinin tadı ve kokusu aynı. Korkunç bir kabus değil de nedir bu?  Şimdi kahve içiyorum ve mis gibi kokusunu içime çekiyorum söz gelimi... Söyler misin bundan büyük zenginlik olur mu? İşte bu filmde Andrea'nın yerine koydum kendimi. Nasıl korktum anlatamam. O korkuyu taa şuramda yüreğimde hissettim.  Herşeyin  güllük gülistanlık tasarlandığı ama  duygularından, coşkularından, zevklerinden, keyiflerinden arındırılmış, hiç bir şeyi merak etmeyen, sorgulamayan insanların yaşadığı bir dünya!  Beni feci korkuttu feci! Bu durumda,  Gündüz Vassaf'ın yazdığı gibi, "Keyif, aşk, inanç ve Nâzım Hikmet'in dediği gibi "Bir çocukcasına bakarak yaşamak" - Bunlar nasıl amaçlanır ki?" Peki, filmin sonunda ne  oluyor? Andrea dayanamıyor bu duruma. Çok şükür uyumsuzluk gösteriyor. Filmin sonu kimilerine göre Andrea bu düzeni redettiği için cezalandırılıyor diye düşünülse de, ben dünyada tek kişi kalsa bile  insan onurunu korumak adına, böyle bir hayata uyum göstermeyen bir adamın filmini yaptığı için yönetmene en içten sevgilerimi göndermiştim.  Sonra camı açıp "hayat seni seviyorummmm!" diye bağırmış, içimdeki  korkuyu coşkuyla gökyüzüne savurmuştum.  Böyle işte.



darkwood

Filmi seyretmedim ama sizin gözünüzden seyrettiğim kadarı ile hayal gücünüzü kullanıp filme bir parça duygu katmak belki bu korkuyu atmanıza yardımcı olabilirdi.
Darkwood Sakinleri..

Hayal Kahvem

Filmi seyretmenizi öneririm Darkwood.  Kafa silkeleyen mühim bir film.

darkwood

Tamam tavsiyenize uyup ilk fırsatta seyredeceğim filmler listesine ekledim.
Darkwood Sakinleri..

Hayal Kahvem


Bencileyin bünyeye gene benzer tatta korku hissi geçiren  bir diğer film ise  George Orwell'in romanından sinemaya uyarlanan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (1984).
Sahiden feci korkutmuştur bu film beni... Ve çok yakın zamanda bir kez daha seyrettim. Hiç farketmedi. Gene feci korktum seyrederken. Gerip gerip gergef eden filmlerden.


Hayal Kahvem


Gazetedeki, "Rakamlara bakılırsa herkes depresyonda."  diye başlayan haberde, son yıllarda antidepresan ilaç  kullanımında ciddi oranda artış yaşandığını ve artış hızının inanılmaz rakamlara ulaştığını  anlatan yazının devamını okuyunca "Vay canına!" dedim. Nasıl yani memleketimdeki her üç kişiden biri antidepresan ilaç kullanıyordu öyle mi? Bu ilaçları, her canı sıkılan, keyfi kaçan, her gönül yorgunu, üzüntü çeken, uyku sorunu olan kullanmaya başlamış. Bu haberi okuyunca, yakınlarda seyrettiğim Equilibrium adlı film aklıma geldi.  Bilimkurgu filmlerde sürekli kurgulandığı gibi, bu filmde de Üçüncü Dünya savaşı olmuş bitmiş, totoliter bir rejimin hakim olduğu bir dünya ortaya çıkmış. Yaşanan acıların insanların kusurlu düşünce ve duyguları sebebiyle meydana geldiğine karar verilmiş.  Prozium adlı bir ilaç geliştirilmiş. Bu  ilaç sayesinde her yurttaşın duygularından arındırılması, hissetmemesi hedeflenmiş. Sadece yuttaşlara ilaç kullandırmak ve ekranlardan yansıtılan propagandalarla beyin yıkamak yeterli görülmüyor, ayrıca insanların duygulanmalarını kışkırtabilecek her nevi sanat eserleri, kitaplar, müzik aletleri, renkli eşyalar da  yakılıp yok ediliyor. Herkes mutlaka bu ilacı kullanmak zorunda, kullanmayanlar ise  sistemin yetiştirdiği adamlar tarafından öldürülüyor. Renksiz, duygusuz, tepkisiz, acımasız, baş kaldırmayan, kolay yönetilen, onaylayan, robotlaşmış insanların hayatlarını seyrederek filmin konusu ilerliyor. Bencileyin hayatı aklıyla değil, ancak duygularıyla anlamlandırabilen biri için, kurgu bile olsa böyle bir hayatı seyretmek tüyleri diken diken edici, ürkütücü, korkudan dudak uçuklattırıcıydı ne yalan söyleyeyim. Neyse ki sisteme baş kaldıran, ilaç içmeyi rededen, "duygusal suçlu" olarak kabul edilen insanları yakalamakla görevli olan adamlardan birinin, her sabah içmek zorunda olduğu ilacın yanlışlıkla kırılması neticesinde hissetmeye başlamasıyla asıl film başlıyor. Preston'un karısı da zamanında "duygusal suçlu" bulunmuş ve  kendisinin gözünün önünde öldürülmüştü. Kılı kıpırdaman karısının yakılmasını seyretmişti.  Bu dünya feci bir dünyadır. Çünkü hissetmek, sevmek, hayal etmek kesinlikle yasaktır.  Preston, ilaç kullanımını bıraktıktan sonra bambaşka biri olmaya başlar. İnsanların kendisi gibi hissetmelerini sağlayıp, özgürlüklerine kavuşmaları için mücadeleye girişir.


Kafa açıcı filmlerden olduğunu düşündüğüm Equilibrium'u seyrettikten sonra, insanı insan yapan aslında  duyguları mıdır, diye kafa çarklarımı çevirmeye zorlamıştım. Sevgi, aşk, merhamet, öfke, nefret, hırs, hüzün gibi duygularımızı hissetmeye ihtiyacımız mı var? Hayal kurmayan, düşünmeyen, hissetmeyen, tepki vermeyen insan  özgür müdür?  Acaba hiç aşık olmasak, hiç acı duymasak, hiç korku, endişe veya öfke hissetmesek ne olur? Üç kişiden birimiz antidepresan kullanmaya başladıysa,  Nâzım Hikmet'in dizesindeki gibi bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine yaşamaya çalışacağımıza,  sevgi, aşk, heyecan, öfke, üzüntü, hayret hislerimizi uyuşturup, kendimize, dünyaya, evrene bir çocuk gibi şaşarcasına bakmayı unutmaya mı niyetlendik yoksa?  Ne yalan söyleyeyim, bu filmi seyredince ve gazetedeki o habere denk gelince feci korktum. Çığlık çığlığa dedim ki "Binlerce kasırga aşkına!Eyvaaaaah!"  ???

O haber burada
[/b]


yunusmeyra

"..."Keyif, aşk, inanç ve Nâzım Hikmet'in dediği gibi "Bir çocukcasına bakarak yaşamak" - Bunlar nasıl amaçlanır ki?" Peki, filmin sonunda ne  oluyor? Andrea dayanamıyor bu duruma. Çok şükür uyumsuzluk gösteriyor. Filmin sonu kimilerine göre Andrea bu düzeni redettiği için cezalandırılıyor diye düşünülse de, ben dünyada tek kişi kalsa bile  insan onurunu korumak adına, böyle bir hayata uyum göstermeyen bir adamın filmini yaptığı için yönetmene en içten sevgilerimi göndermiştim..."
bunların yazılacağı en iyi yerlerden birinin, bir çizgi roman forumu olduğunu düşündüm ben de.."bunlar nasıl amaçlanırki?" deniyor ya ,belki yine Nazım bunu yaşatacak bir duyguyu bir şiirine işlemiştir..
"Masalların Masalı
Su başında durmuşuz,
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.

Su başında durmuşuz,
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana, bir de kediye.

Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze .

Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak;
sonra o da gidecek...

Su başında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor
Güneş sıcak.
Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze...
"

Nazım Hikmet Ran
belki bu kadar duru bakabilmek ,bu kadar masalsı bakabilmek lazım hayata..bir "çizgi roman sevdalısı" gibi..
HULK DEĞERLİ BİR KAHRAMANDIR!
HSD YENİ ÜYELERİNİ BEKLİYOR

darkwood

Eh bu kadar yazının üstüne Soner Sağ'dan bir çizgiroman şiiri gider sanırım.

Bir dizi çizgi roman okudum bugün
kahramanı bile ben olan
bu hayattan daha da gerçekçi olan ,

Bir çizgi roman okumuştum dün
olayı da ben olan
bizleri kötülüklerden koruyan
bizleri iyilerin yanına koyan
gerçek sevgiyi
bizlere yaşatan
gerçek aşkı bizlere anlatan
bizlere tattıran,

Hiç ama hiçte yabancı gelmiyor bana
bu romanın içinde
beni
hayat hikâyemi anlatan
ögeler var sanki,
bu romanın içinde
resimler
beni anlatan isimler var sanki ,

Ben bir dizi çizgi roman kahramanıyım
hayal kahramanı değil

Ben bir çizgi roman kahramanıyım
hayat adamı değil
buymuş benim alın yazım,
hep oldugum gibiyim ve de öyle kaldım
Ne çogum ne azım
galiba hayatın tam ortasıyım
acaba ben bu dünyanın tam da
orta noktasımıyım ,

Fazla sürmez herhalde
bu macera
bu serüven,
masallar gibi mutlu biter bitecektirde
eminim
Beni gerçekten seveni de
ben karşılıksız da severim
sevebilirim..
Darkwood Sakinleri..

Hayal Kahvem

Darkwood ayıp olacak ama ömrümde ilk kez duydum Soner Sağ adını ve ilk kez okudum Soner Sağ şiirini.  :-[

Çizgi roman sevdalısı biri olmalı.... Çizgi romancı biri mi?

darkwood

Kendisini şahsen tanımam ama internet üzerinde bayağı bir şarkı sözleri ve şiirleri mevcut.  :)
Konu ile ilgili olduğu için bu çizgiroman şiirini paylaşmak istedim.
Darkwood Sakinleri..

DAMPYR

Bukadar şiirden sonra Hayal Kahvemde Korku falan falan kalmamıştır herhalde... ;D :) :D

Hayal Kahvem

Kızılmaske, ben bu filmleri ne vakit seyretsem korkacağıma eminim...
Hortlak, canavar, yürüyen ölüler tadındaki filmlerde olup bitenler, sahi olsa bile korku vermiyecekmiş gibi gelir...
Amaaaa... Allah saklasın....
Ya bu yukarıdaki filmlerdekilerde olanlar  sahi olursa diye her defasında  acayip korkarım! :-\

Ve fakat, bu filmlerin yönetmenlerinin çığlığından korktuğum için memnunum.
Eğer gün olur bu filmleri seyredip de etkilenmezsem, korkmazsam eğer, işte o zaman vay bana demeliyim.  :)

Hayal Kahvem


Beni Yalnız Bırakma.... Film adı romantik his geçiriyor. Filmin türüne bakınca dram- fantastik-romantik yazıyor.
Bana göre ise bu film feci korkunç bir film. Bu filmi seyrederken önce "Yok artık! Pes!" dedim.
Binlerce kafatası aşkına! Filmi seyretmeyenler için sırrını vermemeliyim.
Filmin nihayetinde "Bugünleri gösterme ulu manitu!" diye korkuyla dua ettim.