Mister No Speciale Serisi- Oğlak & LAL

Başlatan Underfined, 31 Aralık, 2009, 15:49:10

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

hennessy

Alıntı yapılan: designer73 - 03 Ekim, 2011, 21:02:24
Efsanevi ciltlerdeki birçok macera standardın dışında iyidir bana göre. Ben de şu anda 2. ciltteki maceraları tekrar okuyorum.
Macera isimleri :
1. macera : Zulu! (enterasan bir hikayesi var, kahramanımız Bonelli okurlarının yakından tanıdığı katliamcı General Custer ile aynı macerada),
2. macera : Dark Lady (Mister No ve SS'in tanışma hikayesi)
3. macera : Manaus Macerası (Hazırlayacağı çizgi roman için Manaus'ta esin arayan bir çizgi roman sanatçısı ve rehberi Mister No olunca macera kaçınılmaz oluyor.)
4. macera : Skynet'ten Kaçış (Kahramanımız bu kez tanıdık birilerine rehberlik yapıyor. Konuk kahraman Marti amca!)

Sevgili designer73 okuduktan sonra ufak bir özet yaparsan sevinirim.

SS ile tanıştığı hikayeyi bende merak ettim şimdi, notlarımın arasına alayım bu kitabı da.
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

ferzan

    ''Manaus Macerası'' ile ''Skynet'ten Kaçış'' maceralarını geçen hafta okudum...Manaus Macerası'nı çok beğendim...Okuduğunuzda anlayacaksınız,senaryoda en ufak bir detay açığı yok,en önemsiz sayabileceğimiz, lakırtılara meze niyetine yazıldığını öne sürebileceğimiz bazı ayrıntılar maceranın kaderini değiştirebiliyor...Maceranın gidişatını aşağı yukarı tahmin ediyordum,oysa ters köşeye yatarak hiç de öyle olmadığını görüp daha da sevdim...Üstelik bu öyküde biz çizgiroman tutkunları için çok fazla hoş sürpriz var...Mister No'nun S.S'e Mandrake'yi bilmediği için ''Cahil!'' diye bağırması,çizgiromanları samimiyetle savunması,aslında pilotumuzun da sıkı bir çr okuyucusu olduğunu öğrenebiliyoruz bu macerada...Ayrıca çok kereler büyük usta Milton Canif'in bahsi geçiyor,yaşamıyla ilgili ya da çizgiromanla ilgili bazı teknik bilgiler bile veriliyor...''Bir Zamanlar New York'ta'' macerasında da Mister No'nun çocukluğundaki çizgiroman tutkusuna şöyle bir değinilmişti zaten...
    ''Skynet'ten Kaçış'' macerasını,bir süre önce Rumar abinin tavsiyesi üzerine okumuştum...Ondan da epey zevk aldım diyebilirim...
    Bu aralar üzerinde gerekli önemi göstermemiş olduğum,ileri bir tarihe ertelediğim kahramanlarımın seçme maceralarına devam ediyorum...Mister No klasik maceralarla başladım,bırakıp Lal aylık seriden 86,87,88'inci sayılara tekabül eden baba-oğul macerasını okudum,kesmedi 89'daki 2000 yılına giren ihtiyar Mister No'yu da okudum...Maxi'ler de dönüp dolaşıp sırasını bekliyor,kronoloji sıkıntısı olmadığından karışık ilerliyorum çünkü...
    Elimdeki işten kurtulsam da,dün yeniden başlayıp 5.sayıda bıraktığım Dampyr'lere devam etsem,sonra da dinlenme amaçlı renkli bir Martin Mystere fasikülü boğsam... :)
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

hennessy



Bir zamanlar New York

Not : Bu hikaye bitince içimi bir efkar kapladı

Sene 1936 Manhattan Mister No nun çocukluğuna gidiyoruz o arka sokaklarda yaşanan kiralık katiller bahisler boksör maçları ve daha çoğu ile karşı karşıya kalıyoruz ve Mister No'nun ilk karşılıksız aşkını tanıyoruz. Hikayede en hüzünlü gördüğüm ve enteresan bir yan karakter olan boksör Tren lakaplı ve kiralık katil olmasına rağmen Mister No'yu öz evladı gibi seven Frankie.Frankie nin ismi meşurlaşınca en büyük rakibi onu temizlemek için New York'a gelişinimi anlatayım Tren in Mister No'ya verdiği dersleremi değineyim. Karşılıksız aşkı'nın düştüğü durumlaramı yanayım yoksa Mister No'nun polis amcasından yediği dayaklaramı isyan edeyim ama inanın oradan biri çıkacak ise Mister No gibi bir adam çıkardı zaten bu kikayenin sonunda da Mister No nun karakterinin nasıl oturduğunu yakından göreceksiniz. Tren hakketten enteresan bir karakterdi................Mükemmel bir hikaye daha Mister No dan
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

Mister NO

Alıntı yapılan: hennessy - 04 Ekim, 2011, 21:56:44


Bir zamanlar New York

Not : Bu hikaye bitince içimi bir efkar kapladı

Sene 1936 Manhattan Mister No nun çocukluğuna gidiyoruz o arka sokaklarda yaşanan kiralık katiller bahisler boksör maçları ve daha çoğu ile karşı karşıya kalıyoruz ve Mister No'nun ilk karşılıksız aşkını tanıyoruz. Hikayede en hüzünlü gördüğüm ve enteresan bir yan karakter olan boksör Tren lakaplı ve kiralık katil olmasına rağmen Mister No'yu öz evladı gibi seven Frankie.Frankie nin ismi meşurlaşınca en büyük rakibi onu temizlemek için New York'a gelişinimi anlatayım Tren in Mister No'ya verdiği dersleremi değineyim. Karşılıksız aşkı'nın düştüğü durumlaramı yanayım yoksa Mister No'nun polis amcasından yediği dayaklaramı isyan edeyim ama inanın oradan biri çıkacak ise Mister No gibi bir adam çıkardı zaten bu kikayenin sonunda da Mister No nun karakterinin nasıl oturduğunu yakından göreceksiniz. Tren hakketten enteresan bir karakterdi................Mükemmel bir hikaye daha Mister No dan


Mister No'nun en çok beğendiğim maceralarından birisi.

Filmden farksız senaryosu ile dikkat çeken,destansı bir anlatım.Acıklı bir hikaye olması da cabası.

Kitabın son sayfalarına geldiğimde eski bir dostu kaybettiğim hissine kapılmıştım.

Bu hikaye neden bilmiyorum,bende Robert De Niro'nun oynadığı 2 filmi  hatırlattı.

Bir tanesi Bir Zamanlar Amerika (Once Upon a Time in America),diğeri ise De Niro'nun hem oynadığı hem de yönettiği Günaha Davet (A Bronx Tale).

Günaha Davet filminde namusuyla çalışan otobüs şoförü bir baba (Robert De Niro) oğlu Calegero'yu bu dünyadan uzak tutmaya çalışıyor. Ama mahallerinde yaşayan mafya bağlantılı bir adam olan Sonny (Chazz Palminteri) Calegero'yu daha 9 yaşındayken bile yakınında tutmaya başlıyor. Calegero 17 yaşına bastığında babasının engellemelerine rağmen suç dünyasına da adım atıyor.


s.b

Oğlak Yayıncılık Maceraperest Çizgiler Efsanevi Mister No serisi

CİLT 1(Speciale: 1-2-3-4)                               CİLT 2(Speciale: 5-6-7-8)



CİLT 3(Speciale: 9-10-11-12)                            CİLT 4 (Maxi: 1-2)


CİLT 5(Speciale: 13-14-15-16)                 CİLT 6(Speciale: 17-18-19-20)
İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN

HacıGeraltEmmi

Sami hocam, iyiki hatırlattın bu ciltleri. O şahane maceraları tekrar okuyasım geldi şimdi.

s.b

Bugünümü eski kitaplara ayırdım. Tek tek elden geçiriyorum. Oğlak ciltlerini tarayıp bir hatırlayalım istedim. Ciltlerin içindeki orijinal seri numaralarını da yazdım. Böylece Maceraperest Çizgiler'in hangi serinin kaçıncı sayılarını yayınlamış olduğunu da hatırlamış oluruz.
İNANDIĞIN GİBİ YAŞAMAZSAN YAŞADIĞIN GİBİ İNANIRSIN

peder clemente

Mister NO: Maxi 2
C'era Una Volta a New York=Bir Zamanlar New York'ta

Yazan: Maurizio Colombo
Çizen: Giovanni Bruzzo

Yayımlanma tarihi: Temmuz 1999 İtalya; Türkiye'de 2008'de 2.baskı yapıldı
(Oğlak yayıncılık maceraperest çizgiler Efsanevi Mister NO maceraları cilt 4 içinde)
Sayfa sayısı :286

***SPOILER OLABİLİR***




Frankie Nigro ve küçük Jerry Drake

Mister No, arkadaşı Harvey Fenner'e, çocukluğunun geçtiği mahalleyi gezdirmektedir. New York'ta, Manhattan'ın kuzeyinde, Harlem'in aşağısındaki bu semtte, ilerideki kişiliğinin temellerini oluşturan ve ömrü boyunca unutamayacağı acı hatıraları vardır. Harvey'in dediği gibi: "Hepimiz bir gün mutlaka geçmişle hesaplaşırız...". Bu hesaplaşmaya yol açan olay, kuytu bir sokak aralığından gelen "imdat!" çağrısıyla başlar. Elinde bastonu, hasta görünümlü bir adamı dört soyguncudan kurtarırlar. Adam bastonuyla soygunculardan birine acımasızca vururken: "Senin gibi mikroplar ezilmeli" diye bağırmaktadır. Mister No, sesi ve sahibini tanımıştır. Raphe Jenkins, çocukken ona tekme atarken söylediği sözlerle saldırmaktadır soyguncuya. Harvey, Raphe Jenkins'i sakinleştirir. Tanışma kısmında, Mister No, kendisini "Ben Jerry...yalnızca Jerry!" diyerek tanıtır. Asıl ölümcül mikrop kendisi olduğu halde, "mikrop" diyerek saldıran Raphe Jenkins de, çocukluk düşmanı Jerry'yi tanımıştır. Raphe: "Edgar Allan Poe Sokağı, on numarada oturuyorum. Oradan geçerseniz beklerim. İçki ikram ederim. Özellikle sen 'yalnızca Jerry' " der. Mister No, Harvey Fenner'e geçmişte olanları anlatmak için kaldırıma oturur. Bir sigara yakar ve başlar anlatmaya...



Flashback ile 1936 yılına döneriz. Küçük Jerry Drake, New York sokaklarında telaşla koşturmaktadır. Gazete satıcısı, İspanya iç savaşı hakkındaki haberi bağırmaktadır. Jerry satıcının elinde salladığı gazeteyi yürütür. İspanya'da Cumhuriyetçi hükümete karşı; General Franco, kendisine bağlı askerler ve Falanj (yeni gömlek) örgütü üyesi faşistlerle harekete geçmiştir. İç savaş başlamış ve Cumhuriyetçilere destek için kurulan uluslararası birliklere katılmak için Jerry'nin babası da İspanya'ya gitmiştir. Jerry, halası Martha ve halasının kocası Polis Joe Wallace ile birlikte yaşamaktadır. Babası giderken Jerry'yi kızkardeşine emanet etmiştir. New York Şehri polis teşkilatında çavuş olan Joe Wallace, sadist, sözde ahlakçı (aslında rüşvetçi pisliğin teki) bir kötü karakterdir. Jerry: "...Onunla yaşamak insan kılığında ceza kanunuyla yaşamaktı!" diyor. Günün sonunda gazete hırsızlığından dolayı polisler Jerry'yi teslim ettiğinde; Joe Wallace, kemeriyle Jerry'nin çıplak sırtına vurur...vurur...


Menajer Strother, Jerry ve Tren Kowalsky

Gün içine dönelim. Jerry, "Tren" Kowalsky adındaki sokak boksörü ve onun menajeri Strother'in yanında uğur maskotu olarak çalışmaktadır. Yıllarca değişik eyaletlerle gezgin olarak dövüşen "Tren" yaşlanmaya başlamıştır. Gözleri ara sıra görmemektedir. Doktor, Tren'i muayene edip şöyle demiştir: "Bu yüz çok yumruk yedi ve beyni hesap soruyor". Bir gün hiç görmeyecektir. Tren, kendisinden genç ve kuvvetli bir rakiple karşılaşıp çok zor duruma düşse bile; Jerry'nin büyülü cümlesi ile silkinerek kendine gelip dövüşü kazanmaktadır. Bu zor anlarda Jerry: "Haydi Tren, gebert onu!" diye bağırmaktadır. Jenkins kardeşlerden Bub Jenkins ile dövüşü vardır Tren'in. Raphe Jenkins'i maceranın başında tanımıştık. Mat Jenkins adında bir erkek ve Lizzy  adında bir de kızkardeşleri vardır. 17 yaşındaki Lizzy ile Jerry arasında platonik bir duygusal ilişki var. Jenkinslerin annesi, dünyanın en eski mesleğini icra ederken farklı farklı erkeklerden bu dört çocuğu doğurmuştur. Dördü de birbirine benzemeyen tip ve karakterdedir. O gün, "Tren" ile Bub Jenkins arasındaki dövüşü, Jerry'nin büyülü cümlesiyle Tren kazanır. Tam bunu kutlayacakken, Raphe Jenkins, Jerry'ye musallat olur. Yaş olarak Jerry'den büyük olan Raphe, fizik olarak da örümcek gibidir. Jerry, cesaretini gösterip teke tek kavgaya girse de; Raphe, Jerry'yi altına alarak dövmeye başlar. Gangster Frankie Nigro'nun müdahalesiyle kavga sona erer. Kiralık katillik işine "tesisatçılık" denirmiş. Frankie, yıllarca Al Capone'nin adamı olarak tesisatçılık yapmış. İşi, Al Capone'nin sağ kolu Frank Nitti'den öğrenmiş. Frankie'ye, "İlahili Ayin" diyorlar. Öldürdüğü kişilerin arkasından, öbür dünyasını kurtarmak için ayin okuttuğundan böyle diyorlar. İlahili Ayin'in İtalyancası da afilli bir kelime: "Messacantata". Frankie, Sicilyalı. Frankie bir bakıma Jerry'yi kurtarmış ve onu sevmiştir. Jerry'nin "bir tarzı olduğunu" söyler. Jerry de zamanla Frankie'ye hayranlık duyacak, ona özenecek hatta babası yerine koyacaktır. Frankie, o günden sonra Jerry'yi yanına alır. Racon kesmeyi, koltuk altında çifte tabancayla dolaşmayı, uzun pardösü, siyah fötr şapka, beyaz atkı giyim tarzını görür Frankie'den. Haraç zarflarını getirmek için kurye olarak çalışır küçük Jerry. Bu, Raphe Jenkins'in işi olduğu için; Raphe'in, Jerry'ye duyduğu öfke ve kötülük etme isteği artar. Günler geçerken Tren'in Jerry için en büyük endişesi; Frankie'ye olan hayranlığı nedeniyle ona benzemesi, tüm gelecek yaşamını olumsuz etkileyecek yanlış sokağa sapmasıdır. Yani Jerry'nin kendisine yanlış bir hayat yolu çizmesidir. Maceranın sonlarına doğru Tren, Jerry'ye şöyle diyecektir: "Gördün mü? Hayran olduğun dünya bu! Hoşlandın mı? Kan, ihanet, cinayet! Daima arkanı kollayarak yaşamak. Seni bekleyen hayat bu!". ..


Frankie "İlahili Ayin" Nigro

Tren'in, gözleri iyice bozulmaya başlamıştır artık. Kendi geleceğini kurtarmak için ise, Ray Dubois adlı çok yetenekli siyah bir genci ünlü bir caz piyanisti yapmayı amaçlamaktadır. Strother ile birlikte Ray'in menajerliğini yapacaklardır. Büyük hayalleri vardır geleceğe dair. Strother, bu işi kastederek "bir plan"dan bahsedince; Jerry: "Banka mı? Kuyumcu mu?" diye sorar. Strother: "Ne biçim konuşuyorsun? Kötü bir James Cagney taklidi gibisin" der. Aktör James Cagney o yıllarda çok ünlüydü. Gangster tiplemeleri çok başarılıydı. Bana göre Hollywood'un efsanelerindendir.



Raoul Walsh'ın yönettiği 1939 tarihli "The Roaring Twenties" filmini izlemenizi hararetle öneririm.



1938 tarihli, Michael Curtiz'in yönettiği "Angels With Dirty Faces=Kirli Yüzlü Melekler" filmi de çok başarılı bir filmdir.



Hele unutulmaz bir finali vardır. James Cagney, Rocky Sullivan karakterini oynar. Çocukluk arkadaşı Jerry Connoly ile, bir tren vagonundan kalem çalacakları sırada polis gelir. Peşlerinden kovalamaya başlarlar. Jerry kadar hızlı koşamayan ve tahtadan duvarı aşamayan Rocky yakalanır. Islahevine konur. 15 yıl sonra bir gangster olarak mahallesine döner. Çocukluk arkadaşı Jerry ise bir rahip olmuştur. Mahalledeki genç çocukların lideri Soapy ve arkadaşları, Rocky'yi bir idol olarak görmekte ve ona benzemeye çalışmaktadırlar. Peder Jerry, suça karşı mücadele başlatır. Mafia hesaplaşması yaşanır. Rocky, elektrikli sandalyeye gitmeden 10 dakika önce, Peder Jerry onunla görüşerek mealen: "Hayatın boyunca bu çocuklar ve yüzlercesi için bir kahraman oldun. Ölünce daha da yüceleceksin bunu önlemek istiyorum Rocky. Hatıranı küçümsemeleri gerek. Senden utanmalılar. O yüzden merhamet dilenerek bir korkak gibi ölmeni istiyorum senden. Bu farklı bir cesaret gerektirir. Cennetten çıkma bir cesaret. Kahramanların cesareti değil; senin, benim ve Tanrının bildiği türden. El ele verirsek o çocuklardan bazılarını bu noktaya gelmekten kurtarabiliriz." der.



Maceramızın bundan sonraki bölümünde, küçük Jerry'nin gelecekteki hayatına yön verecek olaylar peşpeşe gelir. Bazıları: William A.Wellman'ın 1927 tarihli "Wings=(uçak için) kanatlar" filmini izleyerek pilot olmaya karar verir.


Jerry ve Lizzy

-Jerry, Ray Dubois'ten dinlediği "Oh When the saints go marchin in" şarkısını hayatı boyunca en sıkıntılı anlarında söyleyecektir. Azizler yürürken aralarına karışıp gitme arzusu duyan kişinin hikayesini anlatan mutluluk verici şarkı; Tay Yayınlarının Sahibi Sezer Yalçıner'in isteği üzerine aslından farklı bir şekilde Ay Barka tarafından :"hayat ne kadar güzel; her şey boş, haydi durma sevdiğine koş" şeklinde Türkçeleştirilmiştir. Çok tutulunca da öyle kalmıştır. Oysa şarkıda:

"AZİZLER GEÇİŞ YAPARKEN
Azizler
Uygun adım geçerken
Azizler uygun adım geçerken
Evet, ben de aralarında olmak istiyorum
Azizler uygun adım geçerken.
Güneş parlamayı bıraktığında
Güneş parlamayı bıraktığında
Ben de aralarında olmak istiyorum
Azizler geçiş yaparken.
Bakın kardeşimiz Higginbotham trombonuyla arayoldan geliyor.
Üfle bakalım.
Üfle bakalım Holmes kardeş..."


Aslında azizler cennete geçiş yaparken aralarında olmak isteyen kişinin isteğini anlatıyor şarkı. 'Güneş parlamayı bıraktığında' ifadesi hem kıyameti, hem de güneşi solan kişinin ölümünü anlatır. Pete Dubois adlı siyah çocuk, müzisyen Ray Dubois'in kardeşi ve Jerry'nin yakın arkadaşıdır. Talihsiz bir şekilde suçlu gösterilerek vurulduğunda; Jerry, arkadaşı son nefeslerini alırken bu şarkıyı söyler Pete'e gözlerinden yaşlar akarken...




-Jerry'nin doğru yolu seçmesi için "Tren", hayatını ortaya koyacaktır.
-Gino Sollozzo'nun kafasına iki tabancasını boşaltarak öldürdüğü için New York'un mafia aileleri komitesi, Frankie hakkında infaz kararı alır. Bunun için de kiralık katil Bay Sivrisinek'i (Carmine) görevlendirirler. Ancak, gerçek hayatta da olduğu gibi darbe hiç umulmadık kişiden gelir.

Çocukluğu ve o dönemin masumiyetinin sona ermesini sinematik bir dille anlatılan ve zevkle okuduğum bu dramatik suç hikayesi için puanım: 9/10.

Ders ve öneri : Doğru hayat tarzı ile ve doğru geçim araçlarıyla hayatını sürdürmek, mutlu bir yaşam için gereklidir. Şiddetten uzak kalmak da bu amaca yardım eder.

hanac

Yine çok güzel bir yazı olmuş Pederim.

Emeğine sağlık.

Zeljko

Sayin Peder yazinizi çok beğendim kendi adima teşekkür ederim.Forumda bu tarz dolu dolu yazan diger arkadaşlara da selam olsun
Şu Gotham'ın önü bir uzun alan
Bir tek seni sevdim Christopher Nolan

peder clemente

Yazı ve resimleri düzenlediğiniz; ayrıca, başlığa taşıyıp link verdiğiniz için çok teşekkür ederim değerli Adminim Hanac.

Tuco Ramirez

Değerli yazı ve yorumlarınız için teşekkürler.

peder clemente

Alıntı yapılan: Zeljko - 06 Mayıs, 2019, 10:25:43
Sayin Peder yazinizi çok beğendim kendi adima teşekkür ederim.Forumda bu tarz dolu dolu yazan diger arkadaşlara da selam olsun
Alıntı yapılan: Tuco Ramirez - 06 Mayıs, 2019, 18:33:08
Değerli yazı ve yorumlarınız için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim arkadaşlar, okuduğunuz için.

peder clemente

Mister NO : Speciale 13 (Özel sayı 13)
"Genç Bir Amerikalı" (Un Giovane Americano)

Yazan: Michele Masiero
Çizen: Fabio Valdambrini




İtalya'da 1999 Nisan Ayında; Türkiye'de 2012 ve Ekim 2013'te yayımlandı. 128 sayfa.
Bonelli Comics Maceraperest Çizgiler Efsanevi Mister NO maceraları cilt 5'in
birinci macerası olarak Oğlak yayıncılık tarafından yayımlanmıştır.

A.B.D'nin bağımsızlık bildirgesinde ve 13. Düzenleme ile Anayasasında yer alan hüküm:
"...Bütün insanlar eşit yaratılmıştır ve yaratıcıları tarafından içlerinde yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışı (pursuit of happiness) olan bazı ayrılmaz haklarla yaratılırlar".




***Spoiler olabilir***

1938 Yılında, genç Jerry Drake, torbasında birkaç parça giysi, cebinde birkaç dolar, yüreğinde büyük bir korku ve içindeki hiç sönmeyecek macera tutkusuyla kaderinin onu sürüklediği yöne doğru gitmek üzere tren garına gelir. Dünyanın pek çok yerinden insanın hayallerini gerçekleştirebilmek için gitmeye can attığı ve "Büyük Elma" olarak adlandırılan New York'tan ilk defa ayrılacaktır. 1930 ve 1940'larda, en çok burada para kazandıkları için gezgin caz müzisyenleri "Big Apple" demişler bu şehre.
Genç Jerry, daha sonra kimbilir kaç defa ayrılacak ve yine dönecektir, şiddetin ne olduğunu daha çocuk yaşta sokaklarında öğrendiği bu şehre.




Konstantinos Kavafis'in "Şehir" şiirinde dediği gibi:

"Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
Aynı mahallede kocayacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda..."


Kıtalar gezse, Brezilya'nın Amazonya Eyaletindeki Manaus'a yerleşse de, doğduğu bu şehre... "art deco" tarzında inşa edilmiş gökdelenlerin yükseldiği New York'a dönüp dolaşıp yine gelecektir Mister No.




Şimdi ok yaydan çıkmıştır artık. Genç Jerry, kalkan ilk trene "sadece gidiş" olarak bir bilet alır ve Wyoming Eyaletindeki Buffalo Şehrine doğru yola çıkar. Eski öncülerin yolundan batıya doğru giderek, ülkesini, insanlarını ve kendisini daha yakından tanıyacaktır o.

Yolculuk sırasında gazeteci John Sayles ile tanışır ve sohbet eder. Onun davetiyle, Nevada Eyaletinin Des Moines Şehrinde iner. John'un ailesi Des Moines kırsalında bir çiftlikte yaşamaktadır. Çalışkan ve dürüst babası Jeremy, fedakâr annesi Cinthia ve Jerry ile sıkı arkadaş olacak küçük kardeşi Chris. Jerry'nin terkettiği dev şehir New York, bu taşra kasabasında yaşayanların ise hayalini süslemektedir. Monotonluktan ve aynı yüzleri her gün görmekten kurtulmak; kendilerince büyük hayallerini gerçekleştirmek isteyenler ve bu uğurda suç işlemekten bile kaçınmayacak insanlar vardır Des Moines'de. John Sayles'in muhabir olarak çalıştığı "Des Moines Enquarer" gazetesinin foto muhabiri Greg gibi... Kendisini yetenekli bir fotoğraf sanatçısı olarak görmekte ve kitap çıkarmak istemektedir. Bunun için de paraya ihtiyacı vardır.John Sayles, iş arkadaşı Greg, diğer bir arkadaşı Steve ve kardeşi Chris ile küçük bir çete kurmuştur. Ames Bankasını soyarken; Steve, veznedarı öldürür.
İkinci hedef Nevada Bankasıdır...



Çiftlik ve Chris ile otomobil tamiri.

Olanlardan ve gelecek olan felaketten habersiz Jerry, Chris ile kavgalı bir arkadaşlık sürdürür...
Kavganın sebebi, Chris'in kız arkadaşı Maggie'dir. Büyük bir şehrin bol ışıklı ve özgür ortamında yaşamak isteyen sarışın Maggie, büyük bir kentten gelen Jerry'ye ilgi duyar. Chris kıskanır.

Kasaba'da geleneksel panayır dolayısıyla araba yarışı yapılacak; Jerry, Chris'in yardımcısı olarak yarışa katılacaktır. Bir de çağlayanlı nehirde kano macerası yaşar Jerry ve Chris...
İşte Nevada Bankası soygununun da bu hengamede yapılması plânlanmıştır. Sonradan Mister No adını alacak olan Jerry, daha sonra yaşayacağı olayların öncülü sayılabilecek türden kanlı bir maceraya bulaşmıştır; ancak, neye bulaştığını bilmemektedir henüz...



Kavgadan sonra genç Jerry ve Chris.

İyi yazılmış ve çizilmiş maceraya puanım: 8/10.

EVDEN AYRILMAK...

Ayrılan için de, ayrıldığı kişiler için de sarsıntılı ve zor bir süreçtir. Sancılıdır. Bazen derin izler bırakır her iki tarafta da... Yine de su akar, yolunu bulur. Zaman yaraları olabildiğince sarar. Ebeveynler de çocuklarına haksızlık yapabilir, çocuklar da ebeveynlerine... Bazen de bu ikisi aynı anda olur.
Çocuk büyüse hatta 60 yaşına bile gelse; 50 yıl önce büyükleri tarafından söylenen olumsuz ve incitici sözler hâlâ kulaklarında çınlar. Diğer taraftan, ebeveynlerinin yaptığı fedakârlıkları dikkate almadan, onları acımasızca yargılayan çocuklar da vardır. Bazı çocuklar daha marjinal ve cesurdur yola çıkacak kadar... Bazı çocuklar da şartlarından şikayet etse de güvenliği tercih edip kalırlar evde...

Shotokan Karate-Do'nun kurucusu Gichin Funakoshi'nin (1868-1957) yazdığı,
rehber 20 karate ilkesinin 16'ncısı: "Kendi kapının ötesine geçtiğinde 1 milyon düşmanla yüzleşirsin" der. Bu doğanın veya toplumun acımazlığı da olabilir. Konuyla ilgili üç adet filmden bahsedeceğim.


Into the Wild

"Zevk, yolu izi olmayan ormanlarda;
Coşku, ıssız kıyılarda;
Kimsenin rahatsız etmediği kalabalıklar,
Derin denizlerde, ve müzik var kükreyişinde:
Severim sevmesine insanı, ama daha çok severim doğayı."
-Lord Byron




Ünlü Aktör Sean Penn'in yönettiği 2007 yapımı film, gerçekten yaşanmış bir hikayeyi anlatır. Vahşiliğin içinde gibi bir anlamı olsa da "Özgürlük Yolu" adıyla Türkiye'de gösterilmiş. Konusuna da uyuyor. Chris McCandless başarılı bir öğrenci ve atlettir. Kendine güvenmektedir. Emory Üniversitesinden mezun olup kepleri havaya fırlatınca; Babası Walt ve Annesi Billie, ona yeni bir araba hediye edeceklerini söylerler. Chris kabul etmez. Para, pul, mal, mülk ve kariyerde gözü yoktur. Öz benliğini bulmak için uzun bir maceraya hazırlanmaktadır. Tüm kimliklerini yakar. Harward için biriktirdiği önemli parayı bağışlar. Kızkardeşi Carine, filmin anlatıcısıdır. Zaman zaman devreye girerek anlatır Chris'in hikayesini: "Chris kendini ve etrafındakileri çok katı ahlak kurallarıyla yargılıyordu. Amansız bir yalnızlığın onu beklediği bir yola çıkmayı göze aldı. Ama sevdiği kitaplardaki karakterler ona eşlik ediyordu. Tolstoy, Jack London ve Thoreau gibi yazarların yarattığı karakterler. Chris'in kaçıp gitmesi kaçınılmazdı ve bunu tam ondan beklenecek bir aşırılıkla yaptı... Saçma ve cansıkıcı bir görevi tamamlamak için 4 yılını harcamıştı. Şimdi o soyutlama dünyasından, sahte güvenlikten, ebeveynlerden ve maddi bolluktan, yani kendisini varlığının özünden uzaklaştıran her şeyden bağımsızlığını ilan etmişti..."


Chris ve kızkardeşi Carine mezuniyet töreninde

Chris, Atlanta, Washington, Nevada, Oregon, Grand Canyon, Mexico... iki yıl boyunca dolaşır. Bazen aç kalıp, evsizlerin aldığı kilise yemeği ile karnını doyurur. Rastladığı insanlar onun kişiliğini yeniden şekillendirir. Yaşadıklarıyla fikirleri de değişmektedir. Doğuştan aldığı adı bile bırakıp, okuduğu bir roman kahramanının adını benimser. Artık kendine "Alexander Supertramp" demektedir. Mutlak özgürlük peşinde çıktığı yolculukta tuttuğu notlarda kendi kendisini tanımlamış: "Nihai özgürlük. Uçlarda yaşayan biri. Yolları yurt bellemiş. Güzellik aşığı bir seyyah. İçimdeki sahte varlığı öldürmek ve ruhsal devrimi zaferle sonuçlandırmak için verilecek nihai mücadele. İki yıl dolaştıktan sonra son ve büyük maceraya geliyor sıra...". Yolculuk sırasında dostluk kurduğu yaşlı Ron Franz: "Evlat sen neden kaçıyorsun. Bağışlarsan seversin. Seversen, Tanrının ışığı üzerine yansır" der Chris'e.


Yaşlı Ron Franz, Chris'ten ayrılırken

Büyük Alaska macerası başlıyor. Gerekli ekipmanları sabırla topladı. Vahşi doğanın içerisinde yaşayacak. Kendini sınayacak ve bulacak mı? Sonbaharda küçük bir nehirden geçer yürüyerek. Tesadüfen bir minibüs bulur. Terkedilmiş minibüsün içinde bir soba bile vardır. Kışı tek başına geçirir. İlkbaharda dönüş yoluna çıktığında; küçük nehrin, eriyen karların sularıyla coştuğunu ve geçilmesi imkansız hale geldiğini görür. Minibüse döner... Sessizlik... Vahşi doğa... Açlık... Kitaplarından yararlanarak yabani patates toplar. Ancak, yabani patates zannettiği bitki zehirli yabani bezelyedir. Zehirlenir... Kusma ve kısmi felç başlar. Chris not defterine güçlükle şunları yazar: "Kelimenin tam anlamıyla vahşi doğada kapana kısıldım. Mutluluk sadece paylaşınca...". Annesi Billie, uykusunda duyduğu Chris'in sesiyle irkilerek doğrulur yataktan: "Anne, yardım et... yardım et...". Kızkardeşi Carine anlatır:
"Chris, kendi öyküsünü yazıyordu...".




Museo (Müze)



2018 yapımı Alonso Ruizpalacios'un yönettiği film, gerçek bir olaya dayanıyor: Mexico City, Ulusal Antropoloji Müzesinin soyulması. Müzenin Maya Odasından, çok değerli tarihi eserler, iki kafadar arkadaş Juan ve Benjamin tarafından çalınır. Kendilerini, uluslararası tarihi eser kaçakçılığı yapan örgütün elemanları gibi tanıtarak eserleri zengin bir koleksiyoncuya satmaya çalışırlar. Adam, 'Ben bunlara değer biçemem' diyerek almaz. Çok değerli eserler, başlarının belasına dönüşür. Polis peşlerindedir. Juan ve Benjamin iyice köşeye sıkışmışlardır. Aile içerisinde Juan'ın lâkabı "Cüce"dir. Kendisi ve arkadaşı veteriner olacaklardır. Şehir çıkışındaki bir kavşakta yer alan tabelada, aktörler bile yazılmışken onların mesleğinin yazılmamış olmasına sinirlenerek "veterinerler"'i eklerler tabelaya. Babasının her yönden gerisinde kalan Juan, soygundan önceki yaz tatilinde müzede çalışmıştır. Anlatıcı ses Benjamin'dir filmde: "Böyle çılgınca bir fikir ne zaman doğar, nasıl doğar kimse bilemez..." der. Babasının yapmaya asla cesaret edemeyeceği (ya da yapmayacağı) bir işi başarır Juan yani lâkabıyla "Cüce". Belki de "Dev" gibi biri olmak ister, babasından da büyük biri... Aztek Tanrısı Tlaloc gibi bir dev...



Soygun gecesi.

İyice köşeye sıkışan Juan, eşyalarını almak için eve döner. Birkaç parça giysi ve bir fotoğraf alır...Müzenin açılış günü, babasının omzunda 5 yaşındaki küçük Juan'ın gülümseyerek annesine poz verdiği fotoğrafı. Annesi ve Babası uyanırlar. Babası, Juan'ı görünce hemen, bitlenmiş mi diye saçlarını kontrol eder ve kronik rahatsızlığı için ellerine bakar.

- Baba: "Ne yaptın? Mahvettin. Polisler hep seni sordu. Bize zor zamanlar yaşattın.
Ama hırsız olmadığını söyledim onlara".
-Juan: "Yalan attın Baba. Hırsızım" (İçlerinde Maya Kralı Pacal'ın yeşim –cenaze-maskesinin de bulunduğu, bir ulusun tarihi kültürel varlığının bir kısmını çalmıştır).


Babası sinirden çıldırır ve peşpeşe tokatlar Juan'ı... Şu sözleri söyleyerek: "Aptal. O..... çocuğu. Neden yaptın? Para için mi? Hiç parasız kalmadın. Bizi etkilemek mi istedin? Etkilendik. Fazlasıyla...". Tokatları ağlayarak yiyen Juan çok büyük bir mahcubiyetle: "Sizin suçunuz değil. Ben iyi biri değilim" der; babasına sarılır, yanağına bir öpücük kondurarak kapıya yönelir... Giderken, Babası seslenir: "Juan"...



Juan ve Babası.

Filmin girişinde ve finalinde anlatıcı Benjamin'in söyledikleri: "Juan, 'Hiç kimse, birinin bir şeyi neden yaptığını bilemeyeceğini' söylerdi... 'Tabii onu yapan insanın dışında...
Hatta bazen o bile bilmez neden yaptığını' derdi Juan...".


Babam ve Oğlum
Yapım Yılı: 2005 , Yönetmen: Çağan Irmak
"Gitmek mi zor, kalmak mı zor..."




Sadık'ın hamile eşinin geceyarısı doğum sancıları başlar. Sadık ne yapacağını şaşırır. Telefon hatları çalışmaz. Eşine, destek olarak birlikte dışarı çıkarlar. Yollar ve sokaklar bomboştur. Tek bir taksi bile bulamaz. Bir parkta, eşinin doğumuna yardımcı olur. Eşi ölür. Kucağındaki bebeği, pijamasının üst kısmına sarar. Eli yüzü kan içindedir. Gün ışır. Bir askeri araç yaklaşır. Araçtan inen asker sorunca anlatır Sadık: "Bebek doğdu. Karım öldü. Herkes nerede?". Asker cevaplar: "Darbe oldu".
12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleşmiş ve o gece küçük Deniz dünyaya gelmiştir.



12 Eylül Darbe Gecesi.

Deniz 7-8 yaşlarındadır. Sütannesi Fatma'ya şöyle der: "Babam dün karne parası vermişti. Red Kit alsak ya gazeteciden". Sadık eve gelince, uyuyan Deniz'in başucuna küçük boy "Red Kit: Mavi  Ayaklar" macerasını bırakır ve temelli baba ocağına gitmek zorunda olduklarını açıklar Fatma Anneye. Sağlığı kötüye gitmektedir. Askeri darbeden sonra gördüğü işkenceler nedeniyle ciğerleri iflas etmiştir.

Sadık ve Deniz, Seferihisar'a giderler. Deniz'in Dedesi Hüseyin'in çiftliği, üzüm bağları, zeytinlikleri vardır orada. Sadık'ın babası kinlidir; Sadık'ın onun istediği yöne değil de kendi ideallerinin peşinde gitmesinden ötürü. Konuşmaz oğlu ve torunuyla. Sadığın Annesi Nuran ise sevinçlidir, oğlu ve torunu geldiği için. Akşama en güzel ege yemeklerini yaparlar yardımcısıyla birlikte. Sadık'ın saf ağabeyi Salim, eşi, iki çocuğu; bir de Sadık'ın Teyzesi Gülbeyaz gelir yemeğe. Hüseyin Ağa: "Ben kahveye gidiyom" diyerek çıkmıştır evden. Yemekte, Anne Nuran, geleceğe dair umudunu şu sözlerle ifade eder:
"Eyi olacak, eyi... Her şey çok güzel olacak... Önümüzde gocca bir yaz var".



Sadık ve Deniz çiftlik yolunda.

Gece yatakta Hüseyin ve Nuran konuşurlar.
- Hüseyin: "Biz onu ziraat okusun diye gönderdik İstanbul'a. O ne yaptı?
Gastecilik okuyacam dedi. Anarşik oldu. Bu mu evlatlık?"
- Nuran (sinirlenir): "Sadık mapusa girdi çıktı duymadık bile. Bir yaşına gelene kadar torundan bile haberimiz yoktu. Ne küslükmüş bu be. Düşman olsa çat diye çatlardı ortasından.
Sütanne ellerinde büyüdü fakir".



Küçük Deniz ve Dedesi Hüseyin.

Deniz'in hayallerle ve kahramanlarla dolu fantastik bir dünyası vardı. Dedesi Hüseyin, atla çiftliğe gelirken onu, Zorro olarak görür. Dedesinin kilit altında tuttuğu odada hazineleri olduğunu ve kaptan Kanca olarak onları, kahkaha atarak saydığını hayal eder. Ninesi Nuran ile yoğun topçu ateşi altında kurtuluş savaşında kağnılarla cephane taşırlar hiç korkmadan; çünkü onlar "korkusuz kurtuluş savaşı kahramanlarıdırlar". Dede torun arasındaki buzlar zamanla erir. Deniz, dedesinin atına "Düldül" adını verir. Hüseyin, gazete ve çizgi roman da satan bakkala gider; "Ufak oğlan kitabı alcektim. Aha bunlardan. Çızgılı mı bunlar?" der. Çizgi roman, bir nostalji unsuru ve dramatik yapıyı güçlendirmek için kullanılır filmde. Bakkal, "Tommiks-Teksas" dediği çizgi romanları öylece verince kızar Hüseyin:
"Paket etsene be. Elimde mi götürcem bunları. Rezil mi edecen sen beni" der.
Akşama Hüseyin, Tommiks-Teksas'ları verince Deniz'e, çocuk uçar mutluluktan.



Masada çizgi romanlar:Bir erkek çocuğun en mutlu ânı.

Sadık, çocukluk arkadaşı Özkan ve diğer arkadaşlarıyla akşam, deniz kıyısında laciverte boyanmış bir masaya oturmuştur. Rakılar, zeytinyağlılar, ızgara edilmiş çipura ve levrekler masadadır.
Yiyip içerlerken sohbet derinleşir.

-Sadık: "...Memleket, ev, yurt. Bugünlerde bunların anlamını bir kere daha düşünür oldum Özkan.
Ben, bu memleket için savaştığımı düşünürdüm ama memleketin umurunda bile değildi..."
-Özkan: "Hatırlıyor musun? Buralardan gitmenin hayalini kurardık. Sen gittin. Ben yapamadım.
Sen hiç olmazsa denedin. Denemeye korkmuş biri için 'çok şey kaybettin' diyebilir misin? Sana bir şans daha verilseydi yine gider miydin?".



Sadık ve Özkan.

Kafası güzelleşen Sadık, o gece babasıyla yüzleşecek cesareti bulur kendinde.
Geniş avluya bakan sedirde oturur Sadık. Babası bir sandalyede, ötededir.

-Sadık: "Adımı neden Sadık koydun? O kadar mı korktun kendi yolumu seçmemden.
Baba, Deniz'e bir oda ver. Burada büyüsün."
-Hüseyin: "Bakamıyon de mi? Büyütemiyon çocuğu de mi? Gördün mü evlat ne demekmiş?".
-Sadık: "Gördüm Baba. Ya sen, o evladın, büyümesini, evlenmesini görememek ne demek bildin mi hiç? Baba! Yüreğim yangın yeri gibi biliyor musun? Gözü arkada kalmak böyle bir şey galiba. Kaç gündür onu itmek istiyorum. Bana sarılınca beni sevmesin diye kaç gündür uğraşıyorum ama yapamıyorum. Onun hayatında bir yumru olacağım için kendimden nefret ediyorum... Ona bir oda ver Baba. Ona bir oda ver; arasıra çıkıp gönlünce dolaşıp geri gelebileceği bir oda..."



Hüseyin, oğlunu kaybettikten sonra.

Filmin sonunda Deniz'i teselli etmek ve okula başlatmak ninesi ile dedesine düşer. Hüseyin, okul çantasını fırlatıp. 'babasını özlediğini' söyleyen Deniz'e şöyle der: "Baban, hani neydi o kahraman? Süpermen. Kuş misali Süpermen gibi dolaşıyor göklerde". Deniz, babasına hayalinde son vedasını yaptıktan sonra anlatır: "Deniz'in, süperkahraman bir babası vardı. Göklerde yeni maceralar onu bekliyordu. Gitmesi lazımdı..." Hüseyin'in, hastane'de yatağındaki Sadık'a söylediği gibi:"Evlatlar, babalarını hep hatırlamak istedikleri gibi hatırlarlar...". Öyle değil mi?



"Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
Kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
Boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın...
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de."

Demiş Kavafis.



Sevgiyle kalın...

peder clemente

Yazı ve resim düzenlemesi için teşekkür ederim Hanac dostum.