Edebiyat Muhabbetleri

Başlatan V, 15 Temmuz, 2010, 22:08:56

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Hayal Kahvem


Derler ki: 
"İnsan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır.

Pandemi nedeniyle evdeyim.
Evden çalışıyorum.
Yaşadığım ev şehirden, arkadaşlarımdan uzakta. 
İşimin dışında kitaplara sığınıyorum.
Son günlerde, daha önce hiç okumadığım kitapları okumaya başladım.

Bu hafta en çok vakit geçireceğim kişiler,
İbni Sina, Aristoteles, Ebheri, Farabi ve Umberto Eco.
Bakalım, beynim bu kişilerin beyniyle nasıl sekronize olacak?
Ve...
Nasıl bir ortalama çıkaracağım?
Meraktayım:)

Gerçeeekteen!

Hayal Kahvem


Bugün sanal sahaftan gelen kitabımı sizlerle paylaşmak istedim.
Behice Boran ve Mehmet Karasan çevirisiyle, Platon'un Devlet Adamı adlı kitabı.

Normalde, benim zihin terazim bu kadar ağırlığı çekmez derdim. Platon kim, Devlet Adamı kitabı kim, ben kim derdim, tamam mı?  Lakin ders gereği illa okumam lazım.

Aaa... Gele gele incecik bir kitap geldi. Şaştım kaldım. İlk bir kaç sayfasına baktım. Allahım ne sevimli  kitap  böyle. Bayıldım.

Kahramanlar kim, bilin bakalım!
Sokrates, Theodoros, Yabancı,  Genç Sokrates.

Şaka gibi.   Nasıl tatlı tatlı diyalog içindeler anlatamam.  Çeviri mi sevimli, kitap mı bilemedim. 
Du bi... Daha en başındayım. Sayfalar ilerledikçe Platon felsefesinin altında ezilmeyeyim.
Eyvaah! Annecimmm!


Hayal Kahvem


OT dergisinde, Toplum Sözleşmesi Ne İşe Yarar?  Hobbes, Locke ve Rousseau diye başlık görünce, yazıya balıklama daldım. Baştan sona soluksuz okudum.
Sonra tekrar okudum. Durdum. Yazarına baktım. İlker Kocael. Her ay OT dergisi alırım. Yazılarını hiç okumamışım. Tanımıyorum.

Yazıyı üçüncü kez,  cümlelerin üzerinden tek tek geçerek tekrar okudum. Harika bir yazı. Geçen hafta final sınavlarım vardı.
Hobbes, Locke, Rousseau ve hatta  Wittgenstein'ın düşünce dünyasında epeyce dolanmıştım. Lakin yeni öğrenmeye başladım ya, karıştırıyorum.

İlker Kocael'in OT  dergisinde, Toplum Sözleşmesi üzerinden üç felsefecinin düşünceleri arasında karşılaştırma yapması,
kafamda oturmayan taşları öyle güzel yerlerine yerleştirdi ki, şaşırdım kaldım.

Thomas Hobbes, John Locke  ve Jean Jacques Rousseau  17. ve  18. yüzyılda yaşamışlar.

Daha geriye gidersem... 2.400 yıl önceleri yaşayan Sokrates, Platon, Aristoteles'den günümüze uzanan  upuzun düşünür silsilesi, sayısız  kitaplar var.

Çok merak ediyordum, ne diyor bu insanlar? Niye halen okunuyorlar? Toplum nedir? Devlet nasıl meydana gelmiş? 
Devlet ve toplum arasındaki ilişkiler  hangi merhalelerden geçmiş ve geçiyor?

İlker Kocael OT'daki köşe yazısında  Einstein'in çok sevdiği sıkça kullandığı biir düşünce deneyinden söz ediyor.
Diyor ki; "Düşünce deneyi, gerçek hayatta gerçekleşmemizin mümkün olmadığı bir durumu hayal edip buradan belirli mantıksal çıkarımlar yapmamızı mümkün kılan bir araç." 
Yüzyıllar boyunca bu düşünürler, "Devlet ve toplum arasında ne tür ilişki olmalıdır" sorusu üzerinde sürekli  düşünce deneyleri yapmışlar.

Okuldaki hocalarım duysa, şaşar kalırlar şu çalışkan halime... Yalanım yok... Felsefe tarihi, mantık, siyasal düşünce tarihi,
sosyoloji okumaları yapmak,  binlerce  yıl öncesinden günümüze düşünürlerin dünyasında dolaşmak büyüleyici geliyor bana. Sahiden:)

Öte yandan çok başındayım. Zorlanıyorum. Yolumu açacak, okumalarımı dahası anlamamı kolaylaştıracak insanlara ihtiyacım var.
İlker Kocael'in  yazısını fark ettiğim için çok şanslıyım. Yazıyı dergiden kestim. Kitaplığımın camına yapıştırıverdim. 

[/center]
[/center]

Eee. Bekler miyim? Hemen gugılladım. İlker Kocael'in, 2012 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun olduğunu,
Eiffel Başarı Bursu ile Fransa'da karşılaştırmalı politika yüksek lisansı yaptığını öğrendim. Halen Koç Üniversitesi'nde doktora yapıyormuş. Müthiş değil mi?
Araştırmalarıma devam ettim. Heyy!  Harikulade videoları var. Her birini nasıl hap gibi hazırlamış  anlatamam. 
"Platon'un 2400 yıl önce kaleme aldığı ve siyaset felsefesinin başyapıtı olan Devlet'i bir de benden dinleyin!" diyor mesela...
Bir kaçına hemen kulak kestim, göz gezdirdim. Esprili, kolay, akıcı, günlük dilde anlatmış.  Hay canına sayın seyirciler...
Ne ballıyım... Resmen hazine buldum! Yaşasııın!

Du bi... Ben bu videolara dalarsam var ya... Okulu mokulu  bırakırım. Oh! O saçma sapan sınavlardan kurtulurum:)   
Ne diyeyim?  Minnettarım.




V

Hayal Kahvem keşke bu siyasal tarih başucu kitaplarını daha genç yaşta okusak,  okutabilsek insanlarımıza. Tanrı Devlet,Ulus Devlet,dünyev  iktidar,ruhani iktidar,iktidar alanı, iktidar tipolojileri, vatandaş,yurttaş vb. kavramlar dolu dolu bilinse ve ona göre siyasal tercihlerimiz gelişse. ..Ama birilerinin işine gelmez illaki..
"İstemem,eksik olsun.."

Hayal Kahvem


Bu akşam kitaplığımın önünde epeyce volta attım. Son aylarda felsefe, sosyoloji okumalarına öyle bir daldım ki...
Sokrates, Platon, Aristoteles dünyasına giriş o giriş...  Bir türlü çıkamadım.

Bugün mola vermeye niyetlendim. Ruhunu ütüsüz ve buruşuk gezdirmeyi seven, insan kaybolmayı ister mi, ben işte istedim bayım, diyen,
ya da ne bileyim, ey beni kesik bir korku filmine esas kız yapan hayat, diye seslenen  bir kadının dünyasında dolanmak istedim.

Didem Madak'ın şiir kitaplarının olduğu rafın önünde durdum. Elimi kitapların üstüne koydum. Usulca okşadım. Gözlerimi kapadım.
Birini çektim çıkardım. Kallavi bir kitap... Şaşırdım. Kapağına  baktım. Hey! Bu Didem Madak'ın şiir kitaplarından biri değil.
Olsun. Kitap baştan sona Didem Madak'la ilgili.

2014 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı'nın Didem Madak'ı Okumak başlığıyla  düzenlenen
anma sempozyumuna katılan konuşmacıların sunumları, Solmaz Zelyüt'ün hazırlamasıyla kitaplaştırılmış. Ben bu kitabı 2016 yılında satın almışım.   

Önce sayfalarını dalgalandırdım. Belli ki, zamanında sıkı okuma yapmışım. Cümle altlarını epeyce karalamışım.

Oturdum. Önce ilk yazıyı okumaya girişecektim ki, başlığı gördüm.  Bana feleğin bir kamera şakası olabilir mi diyerek etrafıma baktım.

İlk yazının başlığı ne, bilin bakalım?

Platon Didem'i Severdi.

Vallahi hoşuma gitti. Gülümsedim. Tamam felsefecilerden kaçmaya niyetlenmiştim lakin... Madem;
Platon, Didem'i severdi.
Ben de  Didem'i severim.
Heey!O halde Platon beni severdi:)

O değil de, bu kitabı okuduğumda var ya... Taa 2016'lar yani... Yeminle...  Platon hiç ilgimi çekmemiştir. Eminim.
Şimdi başlıkta Didem Madak ile  Platon'un adını yan yana görünce iki arkadaşımı görmüşüm gibi çok sevindim:)

Hep  söylerim... Meraklarım muhtelif, ilgim dağınık, bilgim yarım yamalak.

İşte buyrun... Platon ve Didem Madak'ı unutuverdim. Bu başlığı atan  Solmaz Zelyüt'i merak ettim.  Kim acaba? Edebiyatçı mı? Hay canına sayın seyirciler!

Hemen hırkamın düğmesini ilikledim. Solmaz  Zelyüt felsefe ve mantık  profesörüymüş. Felsefe kitapları var.  Videolarına baktım.  Allahım ne ballıyım.
Çıtır  çıtır Aristoteles'i anlatıyor. Harika bir kadın. Gündelik dilde örnekler veriyor.  Açık ve net. Bayıldım.  Durur muyum?
Tüm kitap ve videolarıyla birlikte memleketimin   şahane bir akademisyenini daha takibe aldım.





Hayal Kahvem


Sedat Demir'in Umberto Eco hakkında yazdığı,   
Umberto Eco ve Yazınsal İletişim: Okur ve Yorum
adlı kitabının  41. sayfasına geldim. 
Şu cümleyi görünce şaşırarak güldüm:

"Eco'ya göre Elvis Presley ve Platon hem üst hem de alt kültür tarafından
onlara "eşit saygınlık" gösterildiği için, tarihte aynı yazgıyı paylaşır. "
 
Hoş değil mi?
Hemen fotoğraflarına bakayım dedim.
Hey!  Platon'nun meşhur tablosundaki pozu gibi,
Elvis Presley de gökyüzünü gösteriyor, iyi mi:)
Hoşuma gitti.
Siz de görün istedim.

Peki, Sedat Demir'e ne demeli?
Sizce de,  Umberto Eco'nun gençliği gibi, di mi:)

Valla, ben okurum. Ve işte... Yorumum:D





Hayal Kahvem


Yılın ilk ayları...  İşim açısından en debdebeli günler. Çok yoğunum. Olsun. Evden  çalışıyorum ya mesudum.
Yakında sınavlarım başlıyor. Akşamları ders çalışıp hazırlanıyorum.  Lakin merakım çok. İlgim dağınık. Toparlayamıyorum.
Mesela şu yukarıdaki bitkinin adı biberiye. İyi bilirim. Sahiden yemek pişirirken biberiye kullanmayı  tercih ederim.

Şimdi derslerden bahsederken, rotayı niye biberiyeye çevirdim, di mi? Gören Botanik okuduğumu sanacak.
Vallahi değil. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümü birinci sınıf öğrencisiyim. Bu akşam çalıştığım ders ne peki?  Psikoloji. Konu: Bellek.
Biberiye ve Psikoloji...  Lütfen ne alaka demeyin. Bi dinleyiverin.

Günün yorgunluğuyla hocanın ders notlarını okumaya başladım. Yeniden yapılandırma süreci olarak bellek... Otobiyografik bellek...
Flaş bellek falan çalışıyorum.  Sıra  bellek güçlendirme tekniklerine geldi. Hey!.. Konu tam benlik. Acayip merak etttim.  Heves içinde bir solukta okuyuverdim.

Bellek, eski zamanlardan beri ilgilenilen bir konu olmuş.   Hatta belleğin kuvvetli olmasının akıllı ve bilgili olmanın bir göstergesi olduğu düşünülürmüş.
Dolayısıyla her çağda bilginin daha iyi hatırlanması  önemliymiş. Bu hususta çok çeşitli stratejiler uygulanmış.

İşte şimdi biberiyeye sıra geldi. Dersin notlarını yazan hoca, Antik Yunan akademilerine ilişkin görsellere bakarsanız,
insanların başına çember şekilde yapraklı bir bitki dalı taktıklarını göreceksiniz diyor.  Bu dalın taze biberiye bitkisinin dalı olduğu ve
bu bitkinin kokusunun hafızayı güçlendirdiği düşünüldüğü için takıldığı bilinmektedir, diyor. Hatta isterseniz siz de bu yolu kullanmayı deneyebilirsiniz, diye ekliyor.

Ders çalışmayı burada kestim. Haybeye debelenmeyeyim. Okuyorum. Kısa Süreli Bellek'e yükleniyor olmalı.
Kısa Süreli Bellek'in tutabildiği bilgi genişliği ne kadar biliyor musunuz? 5 ile 9 birim bilgiymiş. Ve yaklaşık 30 sn. kadar tutabiliyormuş. Ne fena di mi?

Buyrun, misalse ben. Okuyorum. Sınırlı miktarda bilgiyi kısa süre belleğimde tutuyor olmalıyım. Hoop uçuyor gidiyor.  Vah bana, yazık bana.

Madem biberiye işe yarıyor. Baksanıza Antik Yunan akademilerinde kullanılan bellek geliştirme yöntemiymiş.  Daha ne olsun. 
Yarın taze biberiye alıp başıma taç yapacağım. Ders çalışmaya biberiyeli tacımla baştan başlayacağım.

Böyleyken böyle:)


Kinowa59

Sayın hayal kahvesi. Eski Romalıların alınlarina taktıkları taç şeklindeki bitkinin defne dalı olduğunu sanıyordum. Demek o bitki biberiye bitkisiymis.

TKnKT

    Bildiğim kadarıyla iki bitki de kullanılıyor. Defne bitkisi zafer göstergesi olarak komutanlar tarafından takılırken, biberiyenin akademide başa takılmasının sebebi (bahsedildiği gibi hafıza ile alakalı) zaman zaman yenilmesine bağlı diye hatırlıyorum.
"The man who opens topics faster than his shadow"

hanac

Alıntı yapılan: bayram - 08 Şubat, 2021, 20:12:49
Sayın hayal kahvesi. Eski Romalıların alınlarina taktıkları taç şeklindeki bitkinin defne dalı olduğunu sanıyordum. Demek o bitki biberiye bitkisiymis.

Astreriks macerası Sezar'ın Tacı'nda da Defne olarak geçer.


Hayal Kahvem

Alıntı yapılan: TKnKT - 08 Şubat, 2021, 21:06:33
    Bildiğim kadarıyla iki bitki de kullanılıyor. Defne bitkisi zafer göstergesi olarak komutanlar tarafından takılırken, biberiyenin akademide başa takılmasının sebebi (bahsedildiği gibi hafıza ile alakalı) zaman zaman yenilmesine bağlı diye hatırlıyorum.

TKnKT haklı sanırım. 
Defne daha çok savaş sembolü gibi sanki.
Roma'da bir savaşı kazanan asker, komutan ya da yöneticinin zaferinin işareti olarak kullanılmış olduğunu okumuştum bir yerlerde.

Hayal Kahvem


"Abi, Safvet Nezihi'nin Zavallı Necdet'ni okudun mu?" diye sorunca, yüzüme acıyarak baktı.
Başını iki yana sallayarak  tekrar tekrar cık cık yaptı.

"Bütün ölmüş adamların romanlarını okumak gibi bir çaba  içinde görüyorum seni," dedi. 
Şaşırdım. Tutamadım kendimi, kocaman bir kahkaha attım. 

Önce Safvet Nezihi'nin Zavallı Necdet'ini okuyacağım.
Abim duysa kim bilir nasıl kızacaktır. Ardında   Peyami Safa'nın Zıpçıktılar'ını okumaya niyetliyim.


Kinowa59

Server Bedi, bir edebiyatçınin takma adı diye biliyordum. Yoksa yanılıyor muyum ?

ilker

Evet. Server Bedi Peyami Safa'nın fazla edebi değeri olmadığını düşündüğü ve para kazanmak üzere yazdığı eserlerde kullandığı, annesinin adı olan "Server Bedia" isminden türettiği müstear. Mesela Cingöz Recai serisini bu isimle yayınlamıştır.

Hayal Kahvem

Madem, Bayram ve İlker muhabbetini yapmışlar, ben de bir kaç bilgi ilave edivereyim:

Zıpçıkltılar, Peyami Safa'nın Server Bedi imzasıyla  ilk defa 3 Aralık 1924'te Tevhid-i Efkâr Gazetesinde tefrika edilmeye başlanmış.
1925'te aynı isimle  kitap olarak basılmış.

1941 ve 1943'te bazı bölümleri çıkarılarak Deli Gönlüm adıyla yeni harflere aktarılmış.
Elimdeki son basım  Zıpçıktılar'ı ise notlandırarak yeni harflere aktaran Çimen Günay-Erkol.

Payami Safa külliyatını severim. Bu kitabını bilmiyordum.
Edebiyat tarihi içinde özel bir yeri olduğu söylendiği için daha  çok merak edip okudum.  Kitabın arka kapağında şöyle yazıyordu çünkü:
"Doğu ve Batı'yı iki farklı kutup halinde ele alan roman, kadın ve erkeği aynı ölçüde kutuplaştırmaz.
Mertlik göstermek gereken yerde kadınların önden gittiği, dediğini yaptırmak için  erkeklere fiziksel şiddet uyguladığı,
erkeklerin duygularıyla boğuştuğu ve aciz kaldığı, bir tarafın diğerine dönüştüğü ve bu döngünün farklı şekillerde tekrarlandığı sahnelerle,
yer yer akışkan bir toplumsal cinsiyet portresi  çizip romanın trajik sonunu  "Türk erkeği" için bir ahlak dersine dönüştürerek bağlar.

Türk edebiyatında alışık olduğumuz tarzda,  "kötü kadın" tarafından yoldan çıkarılan ve türlü acılar çekip pişman olan bir erkekten değil,
bizzat yoldan çıkaranlardan, "ahlaksızdan" verilen bir derstir bu."

İlginç değil mi? Çimen Günay- Erkol'un dediği gibi,  erkekleri eleştiren erkek yazarlarımızdan biridir Peyami Safa. Diğer adıyla, Server Bedi.
Ruhuna rahmet.  Binlerce karamba karambita.

Çok keyifi, akıcı, esprili ve etkileyici bir kitap. Tavsiye ederim. :)