dean'in izledikleri

Başlatan dean, 19 Ağustos, 2013, 15:53:49

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

dean

Tomorrowland



http://www.imdb.com/title/tt1964418/

  Peşinen Tomorrowland'i pek sevmediğimi söyleyeyim. Filmin tek güzel yanı muhtemelen Tomorrowland'in tasarımı. Özellikle filmin ilk dakikalarında filmin görsel tasarımından keyif almak mümkün. Ama ardından son derece yavan bir hikaye başlıyor. Filmin ne olmak istediği ile alakalı bazı ciddi problemleri var. Aslında ciddi bir konuyu ele alıyor. Ama aynı zamanda bir çocuk filmi olmaya çalışıyor. İkisi birleştiği zamanda ikisi de inandırıcılıktan uzak bir hal alıyor.

  Filmde Dünya'nın yok olması gündemde. Buna savaşlar, açlık, hava kirliliği gibi günümüz sorunları neden oluyor. Yalnız bu felaketin etkileri pg olarak vizyona giren bir film olduğu için gösterilemiyor. Sadece söyleniyor. 1500 kere söylendiği içinde bir noktadan sonra sıkıcı hale geliyor. Çocuk karakterlerimiz ve dışı aksi, içi çocuk karakterimiz tam bir çocuk filmi atmosferinde bunu engellemeye çalışıyor.

  Tomorrowland'i bir cumartesi, pazar sabahı çocuk filmi kategorisinde değerlendirdiğimizde ise karşımızda tamamen 130 dakikalık tek derdi mesaj vermek olan bir film kalıyor. Tabi bu mesajın altı pek doldurulamıyor. Zaten 130 dakikanın filme çok uzun geldiğini de söylemek mümkün. Filmin eğlendirici olmaktan uzak olduğu gerçeği de ilk yarında sonra ortaya çıkınca yetişkinler için ayrı bir sıkıcı, çocuklar içinde ayrı sıkıcı bir hal alıyor.
 

dean

The Mummy



http://www.imdb.com/title/tt2345759/

  The Mummy kesinlikle iyi bir film değil. Lakin internete girdiğimiz zaman karşılaştığımız sanki yaratılışın en kötü filmi buymuşçasına eleştirilecek kadar kötü de değil. Eleştiriler sonrası beklentilerimi ciddi ölçüde düşürmüştüm. Temelde Dark Universe konseptine aşırı yükseliyorum. Ama eleştiriler böyle gelince idare eder bir filme bile tamam diyecektim. Filmi idare eder olarak buldum.

  İlk önce yönetmen Alex Kurtzman'dan başlamak istiyorum. Kurtzman mümkünse bir daha bu tip bir filmin yönetmenliğini yapmasın. Çünkü böyle yüksek bütçeli bir filmin yönetmenliğinin nasıl yapılacağı hakkında pek bir bilgisi yok. Türe hiç bir şekilde yenilik katan, farklı, insanı heyecanlandıran bir fikri yok. Atmosfer yaratma konusunda ise tam manası ile sıfır. Katran karası filtre ile atmosfer yaratılmaz. Aksiyon sahneleri çekme konusunda da son derece yetersiz. Bence filmin en büyük sıkıntısı yönetmenliği.

  Hikayeye geldiğimizde ben ortada çok kötü bir iş olduğunu düşünmüyorum. Ama adı Mummy olan bir filmin belli bir kısmının Mısırda geçmesini de bekliyorum. Filmin çoğunluğu Londra'da geçiyor. Hikaye anlamında Londra ile bir bağlantı olsada ve bağlantı tatmin etsede Mummy için Londra pek doğru tercih olmamış gibi. Irak'ta geçen kısımların daha fazla işlediği aşikar.

  Genel olarak eleştirilerde filmin The Mummy mi yok Dark Universe mü olduğu ile alakalı gitgeller yaşadığı söyleniyordu. Ben evren kurma işini fena yapmadığı düşünüyorum. En azından Batman v. Superman: Dawn of Justice gibi youtube benzeri videolarla kahraman tanıtmaya çalışmıyorlar. Sadece Mr. Hyde'ın çıkmasına gerek yoktu o kadar. Orada film "ben Dark Universe'ün ulan" diye bir çığlık atmış. Onun dışında Gill-Man eli görmemiz, vampir kafatası görmemiz yerinde olmuş. Prodigium konseptide işliyor. Oralarda sıkıntı olduğunu düşünmüyorum.

  Tom Cruise filme yakışmış. Karakterin Dark Universe filmlerinde çizeceği yolda fena değil. Spoiler olacağı için fazla girmek istemiyorum. Sofia Boutella bence filmin yıldızı. Ahmanet rolüne çok yakışmış. Keşke elinde daha fazla malzeme olsaydı diye düşünmeden edemedim. Russell Crowe'da Dark Universe'ün Nick Fury olarak Dr. Henry Jekyll rolüne uymuş. Evren için sağlıklı bir elektrik yayıyor. Prodigium ve Dr. Henry Jekyll'dan iş çıkacak.

  Son zamanların en ortalama filmlerinden biri var kaşımızda. Aksiyon sahneleri fazla ve güzel ama yenilikçi değil. Her şey olması gerektiği kadar. Kesinlikle fazlası yok. Muhtemelen genel eleştirilerin sebebi de bu. Her şeyin son derece düz ve asgari olması. Dark Universe deyip, bu derece yıldızlar cast edilince ve Dracula Untold eleştirisel anlamda kötü deyip iptal edilince insan elbette daha fazlasını bekliyor. Ama Dracula Untold ile kıyas mevzusuna Dark Universe başlığında daha sonra gireceğim. Sırada Bride of Frankenstein var. O film evren için asıl belirleyici olacaktır.

 

dean

A Monster Calls



http://www.imdb.com/title/tt3416532/

  A Monster Call'un fragmanını bile izlememiştim. Tomorrowland'in ardından çocuk ve bir ağaç görünce elin zar zor gitti. İlk önce onu itiraf edeyim. Ama iyi ki Tomorrowland'in etkisiyle izlemeyi ertelememişim. A Monster Call, harikulade bir film. Başkarakterimiz Conor isimli bir çocuk. Annesi kanser hastası. Doktorlara göre annesinin ölümüne sayılı günler kalmış. Anneannesi ise baskıcı bir kadın. Artık kızının ölümünü kabullenmiş. Kaçınılmaz son gerçekleştiğinde Conor, anneannesi ile kalacak. Conor bunun olması elbette istemiyor. Conor, annesinin kurtulacağına inanıyor. Bu sırada bir canavar Conor'a görünüyor. Conor, canavar sayesinde annesini kurtarmanın yollarını arıyor.

  Yönetmen J.A. Bayona, A Monster Call filmi ile muhteşem bir iş çıkarmış. Daha önce ki işleri olan El orfanato ve Lo imposible filmlerini izlememiştim. En yakın zamanda izlemek istiyorum. Kendisi şimdi Jurassic World 2 filminin başına geçti.

  A Monster Calls son derece duygusal bir film. Bunu fantastik öğelerle harika bir işçilik ile yedirmişler. Lewis MacDougall'ın başını çektiği oyuncu kadrosunun da hakkını teslim etmek lazım. Film bana El laberinto del fauno filmini de andırdı. Yine bu derece duygusal bir hikayeyi harika fantastik öğelerle birleştirdiği için.

dean

21



http://www.imdb.com/title/tt0478087/

  21, Ben isimli bir MIT öğrencisinin başını çektiği kart sayma konusunda ustalaşmış bir ekibi anlatıyor. Ben MIT'den sonra eğitimine Harvard'da devam etmek istiyor. Ama çok ciddi bir paraya ihtiyacı var. O yüzden kendini bu ekibin içinde buluyor. Ekibin başında ise Kevin Spacey tarafından canlandırılan hocaları var. Hafta sonları Vegas'a giderek vurgun peşine düşen ekibi tabi ki hiç tahmin etmedikleri bir kaç sürpriz bekliyor.

  İzlemesi keyifli bir film. Özellikle arkadaş ortamında izlenirse daha bile keyifli olabilir. Yalnız karşımızda müthiş bir film yok. Onu da söylemek lazım. Türün klişelerini çokça kullanan ve biraz da tahmin edilebilir bir film. Ana merkezine kumar ve kumarhaneleri alan hikayelerden hoşlanıyorsanız fazladan ilgi çekici gelebilir. Ki benim için de biraz oldu.

dean

Mary Shelley's Frankenstein



http://www.imdb.com/title/tt0109836/

  Bu seferde Frankenstein yolculuğumuza stüdyo değiştirerek devam ediyoruz. Universal'dan daha farklı olarak kitaba daha sadık bir uyarlama ile karşı karşıyayız. Film Bram Stoker's Dracula'ya benzer şekilde yine usta oyuncularla ve kaliteli bir yönetmenle 90'lı yıllarda yorumlanmış.

  Victor Frankenstein'ı filmin yönetmenliğini de üstlenen Kenneth Branagh canlandırıyor. Branagh'ın her ikisinde de başarılı olduğunu söylemek mümkün. Yönetmen olarak son derece etkili bir atmosfer kurmayı başarmış. Dönemin avrupasını çok başarılı tasvir etmiş. Filmin setleri ve görsel işçiliği üst düzey olmuş. Canavar olarak izlediğimiz Robert De Niro'da ismine yakışan başarılı bir performans ortaya koymuş. Filmin en kilit rollerinden biri de Helena Bonham Carter tarafından canlandırılan Elizabeth.

  Film başarılı bir gotik korku olmasının yanında başarılı bir romantizm'de sunuyor. Karakterler başarılı şekilde beyazperdeye yansımış. Özellikle Victor Frankenstein'ın ölüm mevzusuna kafayı bu derece takması doğru şekilde işlenmiş. Yaratığın içinde bulunduğu kaotik durumda seyirciye geçmeyi başarıyor.

  Bram Stoker's Dracula kadar etkilenmemiş olsam da Mary Shelley's Frankenstein filmini de beğendim.

dean

Steve Jobs



http://www.imdb.com/title/tt2080374/

  Steve Jobs ilginç bir film. Bir biyografi olarak pek alışık olunmayan tarzda. Film üç ana döneme ayrılıyor. Bunlar Jobs'un yükselişi, çöküşü ve tekrar yükselişi. Bu dönemleri zamanlama olarak Steve Jobs'ın ürün lansmanı yapacağı anlara konumlandırıyor. Film sahne arkası müzikal denilen tür filmleri gibi çekilmiş. Tabi ki burada yazar Aaron Sorkin devreye giriyor. Onun tarzına The Newsroom dizisinden aşina olanlar zaten filmin senaryosunun farkını hemen anlayacaktır. Danny Boyle'da filmin itiş gücünü Sorkin'e vermiş gibi gözükse de onun senaryosunu başarılı şekilde filme aktarmış.

  Film bize Steve Jobs'ı sevdirmek adına çekilmemiş. Jobs'ın hayatındaki en büyük karışıklıklardan biri olan kızı ile ilişkisi filmin iskelet sistemini oluşturuyor. Bu süreçte Jobs'ın şirket içindeki savaşını ve Steve Wozniak gibi Apple için çok önemli kişilerle ilişkilerini de irdeleme fırsatı buluyoruz. Bunu anlatırken Jobs'ı kahraman yapmaya çalışmıyor. Daha çok sorunlu bir dahi profili çiziyor. Filmin Apple ile de derdi yok. Bunun hiç bir şekilde lansmanları göstermemesinden anlayabiliyoruz. Sadece Steve Jobs'ın kişiliğine odaklanıyor.

  Michael Fassbender çok iyi bir oyunculuk çıkarmış. Performans açısından kusursuza yakın. Lakin ben Fassbender'ın Steve Jobs olduğuna film boyu pek inanamadım. Fiziksel olarak Steve Jobs için Fassbender'ın çok sert olduğuna düşünüyorum. Özellikle Jobs'ın sinirlendiği noktalarda Fassbender Magneto'ya yaklaşan bir elektrik yayıyor.

  Genel olarak filmi beğendim. Biyografik filmlerden hoşlananların şans vermesi gerek.

dean

Creature from the Black Lagoon



http://www.imdb.com/title/tt0046876/

  Dracula, Frankenstein ya da Wolf Man gibi karakterlere oranla biraz daha geç tanışıyoruz Gill-Man ile. Tabi bu süreç zarfında filmi izlerken teknik açıdan önceki filmlerin çok üzerinde olduğunu rahatlıkla fark edebiliyoruz. Özellikle su altı çekimleri çok önemli yer tutuyor. Filmin mekanları da kendini diğerlerinden ayırıyor.

  Gill-Man karakteri öncüllerinden farklı bir karakter. Diğer Universal canavarlarında önceleri insan olduklarını ve canavarlaştıkları görmüştük. Gill-Man ise insan alter-ego'su ya da kökeni olmayan direktman bir canavar.

  50'li yıllar korku filmleri açısından bu tip örneklerle daha az karşılaştığımız yıllar. 30'lu yılların klasikleşmiş korku filmlerini andıran bu filmin o dönemde çekilmiş olması sevindirici. Filmin döneminde 3D olarak vizyona girdiğini de hatırlatmakta fayda var.

 

dean

El orfanato



http://www.imdb.com/title/tt0464141/

  Bu filme A Monster Calls sayesinde geldim. Yönetmen J.A. Bayona'nın A Monster Calls'ta çıkardığı işten çok memnun kalmıştım. Video'ya çıkan işlerinden sonra ilk sinema filmini de izlemeye karar verdim. O filmde İspanya yapımı bir korku olan El orfanato.

  J.A. Bayona, yine duygusal yoğunluğu fazla bir filme imza atmış. Bu yoğunluğun bir korku filmi ile birleşmesi son derece etkili olmuş. Kısa sürede karakterlere bağlandığımız ve onları anlamaya başladığımız bir film. Türün klişelerini çok özgün olmasa da etkili bir şekilde kullanmayı bilmiş Bayona. Filmin öne çıkan unsurlarından bir tanesi de atmosferi. Yaratılan atmosfer başarılı. Filmin duygusal olay örgüsü ile birlikte seyirciyi hemen yakalamayı başarmış.

 

dean

Fences



http://www.imdb.com/title/tt2671706/

  Geçtiğimiz Oscar ödüllerinde en iyi film adaylarında izlediğim sadece iki film kalmıştı. Bunlar Fences ve Hidden Figures filmleriydi. Fences'i izledim ve çok beğendim. Film aslen bir tiyatro oyunundan uyarlama. Filmi ilerken bunu çok rahat bir şekilde anlayabiliyorsunuz. Hikayemiz 50'li yıllarda Denzel Washington tarafından canlandırılan Troy Maxson isimli bir adam ve onun ailesi etrafında şekilleniyor. Bu noktada Denzel Washington'ın filmin yönetmen koltuğunda oturduğu da belirtmek lazım.

  Filmin harika bir senaryosu var. Neredeyse tek mekanda geçen film harika senaryosuyla izleyiciye nefes bile aldırmıyor. Karakterler çok gerçekçi yaratılmış. Film başlar başlamaz karakterleri sevmeye ya da umursamaya başlıyorsunuz. Diyalog ağırlıklı filmde gerçekçi karakterlerin yanında siyahi halkın kendilerini diğerlerine kabul ettirmesi ve siyahilere bakış açısının değişmesi üzerinden dönemin analizi de yapılmakta. Bu alt metin filmi iyice güçlendiren bir unsur olarak öne çıkıyor.

  Fences'in en güçlü olduğu konu oyunculukları. Denzel Washington, filmin ilk saniyesinden itibaren gözünü bir saniye bile ayıramayacağınız kadar kaliteli bir oyunculuk sergilemiş. Oynadığı karakter Troy normal hayatta nefret ettiğim bir insan modeli. Bu tip insanlardan neden nefret ettiğimi çok net bir şekilde ortaya koymuş. Viola Davis'de Washington'ın hemen ardından performansıyla öne çıkan bir isim. Zaten kategorisinde Oscar'ı da kucakladı.

  Sonuç olarak filmi çok başarılı buldum. Bu tip filmlerden hoşlanan seyircinin kesinlikle kaçırmaması lazım.

dean

Get Out



http://www.imdb.com/title/tt5052448/

  Chris Washington siyahi bir gençtir. Beyaz olan kız arkadaşı Rose Armitage'ın annesi ve babası ile tanışmak üzere ailenin evine gider. İlk etapta her şey son derece normal gözükmektedir. Kısa süre sonra Chris bu eve daha önce gelmiş olan siyahilerin tek tek kaybolduğunu öğrenir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

  Get Out, tamda ihtiyacımız olan korku filmi. Son zamanların tekdüze haline gelmiş korku filmlerinden çok uzak. Yaratıcı bir film. 4.5 milyon dolarlık mütevazi bir bütçesi var. Ama senaryonun kuvvetini, büyük bütçeli filmlere karşı bir kez daha kanıtlıyor. Özellikle filmin alt metni bir korku filmi için çok güçlü. Günümüz America'sının bir kısmının siyahi topluma yüzeyde ve derinde nasıl baktığının çok başarılı bir analizi yapılmış.

  Filmin başarılı bir gerilim olmasının yanında çok belirgin mizah unsurları da var. Bunda komediden gelme yönetmeni Jordan Peele'nin büyük katkısı var. Mizah zamanlaması harika. Tabi ki filmde sırasıyla gerilim, gizem ve korku pastanın en büyük dilimlerini paylaşıyor. Ama mizahın filme katkısını da görmezden gelemeyiz.

  Değişik bir korku filmi izlemek isteyenlere filmi öneririm. Özellikle film sosyo-polilik açıdan son derece başarılı.

dean

The Crucible



http://www.imdb.com/title/tt0115988/

  1692 yılının Massachusetts, Salem'indeyiz. Hikayenin geçtiği kasaba son derece tutucu bir yer. Winona Ryder'ın canlandırdığı Abigail Williams'ın başını çektiği bir grup genç kız tavuk kesip kanını içer. Çıplak dans ederken de Abigail'in amcası peder Parris'e yakalanırlar. Kızlar cadılık ile suçlanırlar. Hemen mahkeme kurulur. Daniel Day-Lewis'ın oynadığı John Proctor'ın da içine sürüklendiği olaylar zinciri başlar.

  Filmin çok başarılı bir atmosfere sahip olduğunu belirtmek lazım. Film dönemin Salem cadı mahkemelerini en sert şekilde anlatmış. Kasabanın filmin başından itibaren nasıl raydan çıktığını, nasıl toplumsal histeriye tutulduğunu büyük bir soğuk kanlılıkla perdeye yansıtmış.

  Temposunu yer yer biraz düşük bulsam da karakter ve hikaye odaklı güçlü bir film The Crucible. Daniel Day-Lewis, Winona Ryder ve Joan Allen çok başarılı oyunculuklar ortaya koymuşlar. Zaten benim için Daniel Day-Lewis'i seyretmek ayrı bir zevk. Genel olarak beğendim. Türün meraklılarına tavsiye ederim.

dean

Power Rangers



http://www.imdb.com/title/tt3717490/

  Çocukluğunu 90'lı yıllarda geçiren çoğu insan için Power Rangers'ın ayrı bir önemi vardır. Power Rangers başladığı zaman bizim yaşımızdaki çocuklar için kelimenin tam manasıyla hayat dururdu. Bende Power Rangers'ı aşırı derede severdim. Bütün ekibin figürlerini almıştım. Üç takım olarak. Dizide kullanılan mat kostümler, ilk filmdeki parlak kostümler ve yine ilk filmdeki Ninja kostümler. Tabi sonra iki takım megazord figürü de almıştım. Onlar şimdiki Marvel Legends'ın Baf mantığı ile bir araya getirilirdi. O figürlerde hala durur bende. Özetle benim içinde Power Rangers son derece değerliydi.

  Filmi iki farklı bilinçle izledim. Biri yirmi yıl önceki halim, diğeri de şimdiki halim. Yirmi yıl önceki çocuk filmi çok beğendi. Bu kesin. O açıdan çok keyif aldım. Hatta kahramanlarımız ilk kez zord'lara bindiklerinde arkadan Go Go Power Rangers'ında çalmasıyla tüylerim diken diken oldu. Ama...

  Power Rangers ile herhangi bir duygusal bağı olmayan izleyicinin aynı şeyleri hissetmesi imkansız. Öncelikle filmin giriş ve gelişme süresi haddinden fazla uzun. Altı filmlik seri olarak planlamaları yüzünden karakterleri derinlemesine tanıtmışlar. Lakin bu filmin o kadar büyük bir kısmını kaplıyor ki Power Rangers fanı değilseniz sıkılmamanız mümkün değil. Ekibimizin kostümleri üzerlerine geçirmeleri tam olarak bir buçuk saat sürüyor. Bu süreçte bize The CW kanalından hallice teenage draması izletiliyor.

  Kötü karakterimiz Rita Repulsa dizidekinden daha farklı. Power Rangers ile normalde hiç beklenilmeyecek önemli bir bağlantısı var. Ama karakter olarak pek işlenmemiş. Yine dizide tanıdığımız Goldar'da kendisine yer buluyor. Ki o da çok farklı. Bu farklılıkları remake açısından sıkıntılı bulmadım. Bence filmin içerisinde işlemiş.

  Filmin en büyük problemi fanları dışında yeni izleyiciye fazla bi'şey sunmaması. Zaten gişesi filmin baya düşük geldi. Muhtemelen devamı çekilmeyecek ve altı filmlik plan iptal olacak. Ben Power Rangers'ın seriye dönüşmesini isterdim. Daha görmemiz gereken çok önemli karakterler vardı. Ama olmadı. Birazda kendileri yüzünden olmadı.

dean

Hidden Figures



http://www.imdb.com/title/tt4846340/

  1957 yılında Sovyetlerin uzaya ilk kez insan göndermesinin ardından benzeri bir başarı için NASA'ya baskı artmıştır. Kevin Costner tarafından canlandırılan Al Harrison matematik dâhilerinden oluşan bir ekibin başındadır. Siyahi bir matematik dâhisi olan ve Taraji P. Henson suretinde izlediğimiz Katherine Goble Johnson'ın da ekipte yer alır. Yakın arkadaşları Dorothy Vaughan (Octavia Spencer) ve Mary Jackson (Janelle Monáe) ise yine NASA'da başka görevlerde çalışmaktadır. Bu üç siyahi kadın, dönem amerikasının siyahi önyargısı kırıp kendilerinin hakkettikleri yerlere ulaşmak ve uzaya insan göndermek için amansız bir mücadeleye girişir.

  Hidden Figures en iyi film, en iyi senaryo ve en iyi yardımcı kadın oyuncu dallarında bu sene Oscar'a aday olmuştu. Filmi çok beğendim. Dönem Amerikasının ırkçı tutumunu bütün gerçekliğiyle anlatmasına rağmen son derece ilham verici, yer yer eğlendiren, yer yer güldüren, yer yer hüzünlendiren bir film. Kadın ve siyahi olmalarının bütün baskısını hayatlarının her noktasında hisseden ama savaşmaktan asla vazgeçmeyen insanların hikayesi Hidden Figures.

  Film hikayesinin yanında oyunculuklarıyla da ön plana çıkmış. Taraji P. Henson ve Octavia Spencer göz alıcı performanslar sergilemiş. Kevin Costner'ı da beğendim. Yönetmen Theodore Melfi, filmde kendisini pek hissettirmiyor. Hidden Figures bir yönetmen filmi değil. Onun dışında görüntü yönetmenliği, kostümler, sanat tasarımı her şey yerli yerinde. Filmi tavsiye ediyorum.

rumar80

 Aylar önce izledim ve çok beğendim.  Karakterler, beyazların on yargıları çok güzel anlatılmış.  Bunları yıkmanın zorluğu da.
  Sadece tuvalete gidebilmek için kaç blok öteye gittikleri ve sonunda Kevin Costner'ın tepkisi çok iyi.
   Tek sıkıntım Jim Parsons'ın neredeyse Sheldon Cooper'ı oynaması.
   Ama mutlaka izlenmesi gereken bir film.

dean

Ran



http://www.imdb.com/title/tt0089881/

  16. yüzyıl Japonyasındayız. Lord Hidetora Ichimonji, artık yaşlanmıştır. Taro Takatora, Jiro Masatora ve Saburo Naotora isimli üç oğluna yönettiği toprakları paylaştırmak ister. Kendi yetkilerini ise büyük oğlu Taro'ya devreder. Saburo bu fikre karşı çıkar. Babası ile zıt düşüp kovulur. Yalnız her şey Lord Hidetora'nın beklediğinin aksinde gelişir. Bütün oğulları kendisine sırt çevirmeye başlar. Kardeşler birbirlerine düşmüştür. İç savaş kapıdadır.

  1985 yapımı Ran, tek kelime ile bir başyapıt. Akira Kurosawa'nın geç dönem filmlerinden bir tanesi. Teknik açından baktığımız zaman filmin her bir karesinin ders niteliği taşıdığını söylemek mümkün. Kostüm, sanat yönetimi, görüntü yönetmenliği, müzikleri, kurgusu kesinlikle dört dörtlük. Savaş sahneleri kusursuz. Yaratılan atmosferle birleşince bu sahnelerde kendinizi orada hissetmemeniz imkansız.

  Teknik özelliklerinin dışında hikaye anlatımı olarakta film çok başarılı. William Shakespeare'in King Lear'ın dan serbest şekilde uyarlanıyor. Güç, ihanet ve iktidar savaşları arasında geçen hikaye bunları tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriyor.