Mrtekin'in İzledikleri

Başlatan Mrtekin, 14 Aralık, 2014, 00:16:22

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

siyahderikoltuk

Ya aslında bana hep paralel filmler gibi geldiler Kingsman, Kick Ass ve.. Sıfırdan başlayan asıl adam, muhakkak bulunan sensei, hakikaten parayla bad_ass olabileceğini gösteren bir kötü, kararsızlıklar, ay ben yapamam ve kahramana dönüşler. Bu arada ve.. dediğim filmde Wanted.. Bana sanki copy paste geliyor ama üçünü de ayrı severim.

Mrtekin

Man from UNCLE

http://m.imdb.com/title/tt1638355/

1960 yılı başları. Dünya'da ABD ve Rusya arasında soğuk savaş tüm hızı ile devam ediyor. Bu ortamda; eski Nazilerin intikam ve iktidar Amaçlı yeni bir atom Bombası patlatma operasyonunu engellemek için, CIA ve KGB işbirliği yapıyor ve her iki Tarafın en iyileri olan Napolyon Solo (Henry Cavill) ve Ilya Kuryakin (Arnie Hammer) isimli birbirleri ile de bolca kavgalı best of the best ajanlar gönülsüzce takım olup, mücadeleye girişiyorlar.

Çok güzel bir film. Yönetmen, Guy Ritchie çok mükemmel bir iş çıkarmış. 60 ların ortamı o kadar başarılı bir şekilde yansıtılmış ki, müzikler, ambiyans ve Kıyafetler herşey çok güzel, hiçbirşey sırıtmıyor.Mizah@macera@casus janrını sevenlerin bu filmden beklediklerini fazlası ile bulacaklarını düşünüyorum. Henry Cavill ve Arnie Hammer çok iyi bir ikili olmuşlar, kimyaları da acayip tutmuş. Özellikle Arnie Hammer döktürüyor.

Filmde dikkat ederseniz yakalayabileceğiniz çok ince espriler de var, o açıdan çok eğlenceli bir film. Sonu da, Bond severlere nazire şekilde, çok ama çok güzel bir sürpriz ile bitiyor. Şimdiden soundtrackini almak ve serinin diğer devam filmlerini görmek için sabırsızlanıyorum.

Şiddetle tavsiye ederim.
They drew first blood...

Ahmet Oktay

Dikkatimi çeken filmlerden biriydi, itkiledin yine Mehmet Abi :)

Mrtekin

They drew first blood...

doktor1881

Sn. Mrtekin Ahmet'ide etkilediğine göre beni de etkilemişsindir muhakkak ;D ;D

Mrtekin

Limonata

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Limonata_(film)

Leyla ve Mecnun ekibini bilirsiniz. Mecnunumuz Ali Atay'ın senaryosunu yazıp yönettiği, başrolünde İsmail Abi'miz (hop) Serkan Keskin ve bir sürü dizi filmden tanıdığımız Ertan Saban'ın oynadığı sımsıcak bir "kardeşlik" hikayesi.

Efendim, olay Makedonya'da başlıyor, uzun yolcu tırcı baba Manastırlı Fuat Bey, ölüm döşeğinde oğlu Sakip'a, İstanbul'da Selim adında başka bir kardeşi daha olduğunu söyleyip, ölmeden önce son dileğinin de işbu öteki kardeşinin bulunup getirilmesi@helalleşilmesi olunca; Sakip hemen yollara düşer ve Istanbula gelir. Sorar soruşturur, kardeşini bulur. Selim tabii ki hiç görmediği babası için bu iyiliği yapmak istemez, postayı koyar ve gitmek istemez. Olaylar gelişir...

Gerisi, tanıma, tanışma, geçmiş ile hesaplaşma, kaynaşma, köklerini tanıma , iç hesaplaşma, dış hesaplaşma ve sonunda helâlleşme ile, eğlenceli bir yol hikayesi.

35 sene sonraki ölüm döşeğinde gelen bir itiraf doğrultusunda ortaya çıkan bu reel durum; iki gardaş  :) için de çok sarsıcı olsa da; bir o kadar da heyecanlı olacak. Arada Balkanlar'dan bir sürü insan hikayesi görüyorsunuz ve gülüyorsunuz, hüzünleniyorsunuz, film bir sürü duyguyu aynı anda dipten dibe size yaşatıyor.

Dikkatle seyredenler; filmin isminin nereden geldiğini de bulsunlar.

Ezcümle, çok başarılı bir film. Türk Sineması'nın son yıllardaki en göz ağartıcı işlerinden. Ertan Saban ve Serkan Keskin tek kelime ile mükemmel oynamış. Oyunculuklarına şapka çıkartıyor, tebrik ediyorum.

Şiddetle tavsiye.



They drew first blood...

Mrtekin

Alıntı yapılan: doktor1881 - 13 Eylül, 2015, 16:14:47
Sn. Mrtekin Ahmet'ide etkilediğine göre beni de etkilemişsindir muhakkak ;D ;D

Öyle bir yeteneğimin olmasına sevindim, Erol Abicim :)
They drew first blood...

Mrtekin

Haywire

http://m.imdb.com/title/tt1506999/

Steven Soderbergh Baba'yı bilirsiniz. En basitinden Ocean's Eleven-Twelve dediğimde kafanızda az çok adamın çektiği filmlerin kalitesi canlanır (gerçi ben en çok Trafik ve Solaris'ine bayılırım, o ayrı.) Neyse, bu abimiz, nasıl bir Bourne filmi çekmiş derseniz, cevabını bu filmde bulabilirsiniz.

Şimdi, Bourne ile kıyasladım ama Bourne tabii başka bir fenomen, Robert Ludlum'un kitaplarından yola çıkarak anlı şanlı bir bazı, Matt Damon çok iyi oynadı. Yani, Bourne üçlemesinin senaryo tarafı çok sağlam.

Yalnız, aynı senaryo, Haywire'da biraz eksik kalmış. SS baba, bu eksikliği de, işin içine biraz Ocean Eleven-Twelve tarzı varyasyonlar katarak gidermeye çalışmış, ama, çok başarılı olduğu da söylenemez. Yani buradan çıkan sonuç, her janrın, illa da gerekiyorsa, belli bir ölçüde birbirine mix edilmesi gerekliliği. İşin ölçüsü kaçtığı zaman, tadı da fena halde kaçıyor.

Filmin konusu klişe, hanım kızımız Dişi JB, Gina Carino, bir Barsenola işinin Hakk'ını vermesine rağmen, çalıştığı şirket tarafından suikaste uğrar. Neden öldürülmek istendiğini araştırırken, olay, tam bir insan avına ve ölüm kalım mücadelesine dönüşecektir. Yani klasik, suikastçiyi ortadan kaldırma, ve akabinde, suikastçinin intikamı öyküsü.

Kadro da yok yok, tam bir yıldızlar geçidi, Gina Carino'da Hakk'ını vermiş, teke tek dövüş sahneleri cidden nefes kesiyor. Görüntüler, müzik, kaçma kovalamaca, ambians cidden çok güzel. Bazı sahneler size Bourne'u ciddi hatırlatıyor.

Ama senaryo, ah, o senaryo olmamış. Ss baba janra hiçbir yenilik getirmemiş. Bu kapsamda yer yer de çuvallamış. Mesela, Bill Paxton'a baba rolünü vermişler. Adam artık hiçbir şekilde içselleştiremediğinden, hayatımda gördüğüm en prototip ve donuk bir oyunculuk çıkartmış. Oyuncular arasındaki kimya da tutmamış. Herzaman bir Ocean Twelve olmuyo, demek ki.

Yine de herşeye rağmen ben beğendim. Önerirmisin dersen, nayır, ama, beklentiyi düşük tutarsanız, ve casus janrına meraklı iseniz, seyredin derim.

Bu arada Gina Carino acayip güzel gülüyo, boylu poslu devlet gibi kadın, astası oldum haspanın. :)
They drew first blood...

Mrtekin

Selfless

http://m.imdb.com/title/tt2140379/

Şimdi, Tarsem Singh kardeşimiz, bildiğiniz gibi görselliğe üst düzey önem vermesi ile ünlü. Filmografisinde The Cell(ki ben pek bi severim.), The Immortals, The Fall gibi filmler, bu konudaki titizliğini belli eder.

Selfless ise yine görüntü konusunda taviz vermiyor, diyecek herhangi bir laf yok ama maalesef senaryo tarafı çok zayıf kalmış, izlerken baya baya bir sıkılıyorsunuz.

Konu basitçe şu; Ünlü bir emlak milyarderi sayılı günü kalınca, ilginç bir bilim şirketi vasıtası ile, bilincini genç bir bedene naklettiriyor. Birden hayat tabi ona güzelleşiyor, para, kadınlar, spor, eğlence doyasıya Hakkı'nı vermeye çalışıyor bu yeni beden ve hayatının.

Filhakika hiçbirşey bedelsiz değil, özellikle böyle ölümsüzlük. Arkadaş, yeni vücudu için alması gereken kırmızı pilleri aksatıp, birtakım halisünasyonlar görünce, o bedenin daha önceki yaşamını merak ediyor ve araştırmaya başlıyor. Tabi bu araştırma kendisini bir süre sonra da, vücudunu satın aldığı Ada'mın ailesine yöneltiyor, olayın nereye gideceğini anlayan eksantrik bilim şirketinin yöneticisi kötü Ada'm Doktor Efendi ve adamları bu nedensiz vicdan yapan emlak kralını durdurmaya çalışırken de olay birden bir ölüm kalım mücadelesine dönüşüyor.

Dediğim gibi konu basit, öyle çok büyük bir alengirlik yok, ve, film vaat ettiğini görsellik açısından verse de senaryo tarafındaki büyük B oşluklar nedeniyle, kurgu düzeyinde veremiyor. Nedense, bir inandırıcılık sorunu var, olayın bilimselliğine çok da inanmıyorsunuz. İzlerken baya baya bir sıkılıyorsunuz, finalde de çok büyük bir heyecan yaşamadan seyrinizi noktalıyorsunuz. Senaryo her şeyi ile başarısız olmuş. Seyir var ama Sefa yok yani.

Oyuncular, ellerinden geleni yapmışlar. Ryan Reynolds'un aksiyon sahnelerinde Hakkı'nı vermek gerekir ama hepsi o.

Olmamış, Tarsem Kardeşim. Bundan sonrakine biraz çalış da gel.

Önermiyorum tabii ki. Bu filmi seyredeceğinize Teks okuyun.  :)
They drew first blood...

rumar80

  Bu filmi izledikten sonra Tex yerine Martin Mystere okusunlar.  Olayın temeli olan zihin nakli Dorian Gray operasyonu adlı macerada işlenmişti.

Mrtekin

Marslı

http://m.imdb.com/title/tt3659388/

Marslı, hayatımda seyrettiğim en iyi filmlerden biri.

Senaryosundan, görüntülerine, sountrackinden, efektlerine, ince ince her detayına o kadar özenilmiş ki, insana seyrederken gerçekten çok farklı duygular yaşatıyor, uzun zamandır bu kadar güzel duygular yaşadığım çok film de namevcuttu, o yüzden duygu aktarma ve yaşatma noktalarında filmin bence çok başarılı olduğunun da altını kalın bir şekilde çiziyorum.

Ridley Abimiz gerçekten döktürmüş bu sefer, çok ciddi titizlenmiş. Filmin kastı da çok iyi, ve hepsi de çok iyi oynamışlar. Ama tabi Matt Damon, aşmış. Kendisini Interstellar'da da benzer bir rolde görmüştük, bu filmde de benzer bir rolü oynuyor, ve cidden inanılmaz başarılı.

Film temelinde bir hayatta kalma öyküsü. Başına bir kaza geldiği için öldü sanılıp arkada bırakılan botanist Matt Wattney, Mars'ın zorlu koşullarında bulabildiği herşeyi kullanarak ve tüm dezavantajları avantajına çevirmeye çalışarak, bir kurtarma planı ile kurtarılıncaya kadar, sağ çıkmaya
çalışıyor. Mars'ta "bir başına" 😀tüm koşullar aleyhine, yiyecek yok, enerji yok, iletişim yok, her olumsuzluk için kendine ve beynine güvenerek çözümler üretmek zorunda, ve, sorun üstüne sorun derken insan ruhunun en güzel yanı ile karşılaşıyoruz, yani ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin, düşülen yerden kalkmak ve mücadeleye devam etmek, pes etmemek.

Filmde çok güzel "bilim" anlatıları da var, sıkmadan tüm uzay ve aerodinamik, mekanik temalarının güzel bir şekilde anlatılabilmesi de çok ciddi bir başarı, yani Interstellar'daki gibi içiniz dışınıza çıkmıyo, yani seyrederken baya birşey de öğreniyorsunuz.

Şimdi, filmin uyarlandığı, Andy Weir'in İthaki'den çıkan kitabına da başladım, aradaki farklılıkları bulmak için sabırsızlanıyorum.

Son söz, senenin en güzel filmlerinden, kesinlikle vizyondan kalkmadan seyredin, tavziye, tevziye, tecziye....
They drew first blood...

Mrtekin

Mr. Holmes

http://m.imdb.com/title/tt3168230/

Filmi şimdi bitirdim, ezcümle, Ian Mckellen'inki başta olmak üzere usta işi oyunculuklara, hayat, sevgi ve ölüm hakkında vurucu mesajlara ve senaryodan görüntüye gerçekten çok titiz ve ince işçiliğe sahip güçlü bir dram.

Özellikle belirtmek gerekirse, filmde bizi 93 yaşına gelmiş, kendini bir davada yaptığı "hatalar" nedeni ile gönüllü olarak bir kır evine kapatmış, "dementia" yüzünden ileri seviyede hatırlama zorluğu çeken, aklı dağılmış, hatıraları paramparça olmuş ve yaşlılık nedeniyle biraz acizlenmiş bir Sherlock bekliyor.

İnsanın Sherlock gibi mağrur ve güçlü bir karakteri bu şekilde görmesi başta biraz insanı üzüyor ama film yavaş yavaş, katman katman açıldıkça, Sherlock'un görevi başındaki, özellikle geçmişinden halen ve kendisine musallat bir kadın hayaletinin gizemi dahil yürüttüğü son davalarının tüm detaylarını hatırlamak için giriştiği zorlu zihinsel ve fiziksel mücadelesine, ölümsüz dehası ve gözlem gücüne, yine, her yönden keyifle tanık oluyoruz. Flashbackler ve reel zaman öyle güzel kurgulanmış ki, cidden, çok ama çok keyif aldım.

Sonrası, Sherlock'un insani yönleri ve zaafları, kendisi ve hayat ile hesaplaşması ve ölmezden önce son davalarını da "profesyonel" bir şekilde kapatarak gidip bu dünyadaki misyonunu tamamladığına ilişkin iç huzurunu bulabilmesi mecrasında akıyor ve çok güzel bir finalle de sonlanıyor.

Film yavaş ama bu yavaşlık sizi rahatsız etmesin, Sherlock'a adanmış naif ve çok güzel bir film sizi bekliyor, müziklerin de çok güzel ve yerinde olduğunu belirtip, Sherlock'u sevenlerin bu filme de bir göz atmasını kesinlikle tavsiye ederim.

Sherlock'dan şu lafı da duymaya hazır olun; "İnsan herşeyi çözemez.".  :)


They drew first blood...

BAHADIR

Okuduğum bir çok olumsuz yorumdan sonra izlemeyi düşünmediğim bir filmdi... Hala izler miyim ne zaman izlerim bilmiyorum ama sanırım şans verilmesi gekeren bir film...

Mrtekin

Hitman 47

http://m.imdb.com/title/tt2679042/

Hiçbir pişmanlık, acı ve duygu göstermeden tamamı ile insan öldürmeye programlanmış seri üretim suikastçi deneklerden azıcık akıl-fikir, karakter ve vicdan sahibi Agent 47'nın 2007 yılındaki filmi oyununa paralel bir başarı (of, Blood Money'i ne oynardım ya, aklıma geldi şimdi.) yakalamıştı. Serinin canlandırılması için yapılan bu yeni deneme, maalesef hiçbir yönden ilk filmin kalitesine yaklaşamıyor.

Filmin parladığı bazı yerler var, bazı shoot-out ve close quarter hand to hand fight'lar güzel çekilmiş. Ama hepsi bu.

Yani bakın konu falan anlatmıyorum, öyle anlatacak bir konusu falan yok, kafayı boşaltıyım, ya da vakit öldüreyim diyorsanız, iyi bir seçim olabilir. Onun haricinde geçin.

Ha oyunun manyağı iseniz, benim gibi, maalesef bakıyorsunuz işte. Zaten filmi de bu strateji üzerine, yani oyunun fanlarının parasını konsolide etmek için kurmuşlar, aşağıdaki sonuca göre de film özellikle yurt dışında fena gişe yapmamış.

http://www.boxofficemojo.com/movies/?id=hitman47.htm

Atsan atılmaz, satsan satılmazsın Agent 47.




They drew first blood...

Mrtekin

Karabela

Şimdi Leyla@Mecnun'dan Burak Aksak'ın kalbimde çok özel bir yeri vardır, mizah tarzını cidden çok severim.

Geçen seneki filmi "Bana Bir Masal Anlat" da çok iyiydi, açıkçası ben çok beğenmiştim. Mahallede; Doğan Slx'de, "Hadi Dillere Düş." dinleyerek gezen, gangsta nigger esprisi hala aklımda.

Ama, maalesef, "Karabela" çok aceleye gelmiş. Anlık espriler çok iyi olsa da, geniş planda olay örgüsü çok iyi tutturalamamış gibi, bir noktadan sonra biraz da mantık hataları nedeni ile filmle bağlantınız kopuyo, zoraki seyretmeye başlıyorsunuz. Yani zorlama abzürdlüğün de bir sınırı var.

Ama, Cengiz Bozkurt herzamanki gibi çok iyi tabii. Hele filmde yaptığı poll dance efsane.

Erkan Kolçak Köstendil'in ise mübalağasız, kasıntısız, naif ve doğal oyunculuğunu ise çok beğeniyorum. Çok iyi bir oyunculuk kumaşı var, beklentim büyük ondan.

Ezcümle, bu sefer pek olmamış gibi, aceleye gelmiş, üzerinde çok düşünülmemiş bir film var karşımızda. İzle ve unut cinsinden, çok da Burak Aksak'a yakışmamış.

Tavsiye eder misiniz, maalesef etmem. Beklentiyi çok düşük tutarsanız ve salt anlık espriler için diyorsanız, seyredin.


They drew first blood...