Denemeyenler - Metin Üstündağ

Başlatan Hayal Kahvem, 03 Mart, 2011, 12:48:31

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Hayal Kahvem


az önce ofise girdim.. üşümüşüm ne yalan söyleyeyim.. of.. canım nasıl çay istedi şimdi anlatamam sana..  metin üstündağ usulü olmalı ama.. bilirsin değil mi..  çay yani..  hani hayatın bedava hazlarından biri.. bak şimdi..

"ne garip bir sıvıdır bu ateş suyu.. ugh!. ve fakat en güzeli sahilde, denize karşı içileni olsa gerek.. salaş tahta masalarda ve pek tabii hava da az biraz rüzgarlı olacek.. çay da hep sıcak olacek.. laflayarak, denize ve martılara bakınarak.. ciddi gibi içilecek.. garson rahatsız etmeyecek ama.. hem çayın dostlukları da başka başka.. hem çay bizim ömrümüzün bitkisel ateş suyu.. ama kız belli bardakta olacak.. avucunuzla kavrayacaksınız bardağı.. tabağa koymayacaksınız.. diğer  yuduma kadar.. ama tekrar, kaynamış değil.. ama kokusu da aklını alacak.. bir çay marş'ımız niye yok.. bir çok şeyden daha mühim bu sıvı, oysa.. ımmmh, nefis.. "tazeler misiniz usta, benimki demli olsun lütfen.." aynı bardakta çay gibiyiiz"

metin üstündağ - denemeyenler - hayatın bedava hazları




Hayal Kahvem




HAYATIN BEDAVA HAZLARINDAN BİRİ - bebek koklamak: bebeklerin ve daha tıfıl çocukların çok özel, çok acayip özel bir kokuları vardır.. kendilerine has.. pişik de, çiş de ihtiva eden.. hayatın kokusudur o.. ımmh diye içinize çekersiniz o kokuyu, nefis.. başı olmamış kavun gibidir bebeğin.. saçları kıvır ıslak.. pembe pelte etini azıcık mıncııklarsınız, ama acıtmadan.. sonra uykusu gelir güzelimin, kucağınızda götürüp yatağına yatırırsınız.. onun olmuş kavun biçimindeki kafasından şimdi neler geçmektedir, onu tahayyül edersiniz........ yatmadan evvel kavun kafayı tekrar koklar, pembe pelte etini acıtmadan mıncıklar, üstünü örter, ışığı kapatır, muazzam bir saadetle yatağınıza uzanırsınız.. ilginçtir, başka zaman hiç gelmeyen uykunuz zart diye geliverir, uyursunuz.. rüyanız pembe pelte bebek kokuludur.. yine de n'olmaz n'olmaz diye  kavun kafalıya, bir gözünüz açık uyursunuz 

metin üstündağ- denemeyenler- hayatın bedava hazları






Hayal Kahvem





hep söylerim.. öğrencilik hayatımda bir defa ikmale kaldım.. hangi dersti biliyor musun.. tarih..  yıllar sonra reşat ekrem koçu'nun kitaplarını okudum.. iç çeke çeke "keşke daha önce bileydim.. keşke daha önce reşat ekrem koçu'yu öğreneydim.. keşke reşat ekrem koçu benim tarih öğretmenim olaydı" dedim..  ya peki cemal kafadar.. söyler misin tarih profösörü cemal kafadar benim tarih öğretmenim olaydı, ben de tarih uzmanı kesilmez miydim.. hem de nasıl tarihçi olurdum.. kesin.. ya peki metin üstündağ.. metin üstündağ'ın küçük dünya tarihini ilk okuduğumda..  hiç unutmam.. kitabı yüreğime bastırdım.. gözlerimi kapattım..  tarih üzerine hayallere daldım.. ister misin küçük dünya tarihi'nden bazı bölümleri yazayım buraya.. 

aşk-meşk tarihi: cam yok.. sır yok.. ayna yok.. bir sabah, bir ilk insan, bir ilk sudaki, ilk aksinin, susuz da görünenini aramış, durmuş.. bir başka bir ilk sabah, bir başka ilk insanda kendi suretini görmüş.. sonra gökten üç elma düşmüş, ikisi bunların başına, biri ayva kıvamındaymış

uygarlık tarihi: ayşegül tatilde, değil henüz.. cin ali, hep savaşıyor.. ayşegül, asker yolu gözlüyor.. cin ali geliyor, ayşegül ile evleniyorlar.. üç tane çocukları oluyor.. ve onlara hamlet, don kişot, adolf hitler adlarını koyuyorlar.. sonra, üç tane de düşükleri oluyor.. pinokyo, polyanna ve gorbaçov adlarını koyuyorlar bu düşüklere de.. haber bültenimiz yayına hazırlandığı sırada, hayat ve uygarlık devam ediyor ve içimiz bir hoş oluyordu

düşünce tarihi: hayata geçmeyen, geçemeyen, bir türlü eylem hali'ne gelemeyen fikirler gün gelmiş - çatmış, düşünce suçu ya da geyik muhabbeti haline dönüşmüşler.. sonra insanlar, giderek içerisinde "ne, kim, nasıl, nerede, ne zaman, niçin, niye, ne kadar" gibi soruları barındırmayan uzun cümleler kurmaya başlamışlar.. sonra ne olmuş, hiç kimse hatırlamıyormuş

felsefe tarihi:
ne söylesen hoş, ne söylesen boş

bilinmeyen sinemalar tarihi: "öküz'ün trene baktığı gibi bakma" derler ya.. tren, öküz sineması'ysa ya.. lokomotif, jenerik ve vagonlar da film kareleriyse.. henüz ne olup bittiği bilinemiyor

türkü tarihi:
cep telefonu'nun tellerine, kuşlar mı konmaz'mış

ayrılıklar tarihi: herkes aşık olabilir.. asıl mühim olan insan gibi ayrılmasını bilmekmiş galiba

metin üstündağ



Hayal Kahvem

AVARE AVAREL SORULAR:


- "ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkı'nda, ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında" diyen nazım hikmet, gülhane parkı'ndaki hangi ceviz ağacıdır şimdi.. bilen yahut merak eden bir yeşilci var mıdır

- orhan veli'nin içine düşüp sonra öldüğü o çukur şimdi bir nedir.. yol mudur, asfalt mıdır, ev midir, bahçe midir.. bir nedir.. küçük bir "dize müze" olsaydı, fena mı olurdu yani

- özdemir asaf'ın o meşhur akrepsiz-yelkovansız saati, şimdi nerde, kimdedir.. ve kaçı kaç geçmemektedir

- bu ülke sanatçılarının neden çoğunlukla ölüm sebepleri kanser yahut verem olur.. bu ülke de sanatçılık: nasıl ince hastalığa tutulunur'un biyolojik karşılığı mıdır, hiçbir doktor adayı bu durumu kendisine tez konusu seçmiş midir

- bu bulutlar, pablo neruda'ya mı görünen bulutlardır.. ya da denizler, oğuz atay'ın da mı baktığı denizlerdir

- boris vain, romanından uyarlanan o filmi izlerken ölüp kaldığı o sinema koltuğu, şimdi duruyor mudur olduğu sinemada

Metin Üstündağ



Hayal Kahvem


Fakir mahallelerden, güveli hayatlardan, arnavut kaldırımlı sokakların yanlarında misket yuvarlayan, golden sakızından çıkan artiz resimleri biriktiren çocukluktan, pencerelere tünemiş vita yağı kutulara özenle ekilmiş pencereönü çiçeklerden sözediyor Metin Üstündağ.. Atarabasında satılan karpuzlardan, günaşırı erkin koray'ın, acda'nın, barış manço'nun, fikret kızılok'un, şenay'ın, beyaz kelebekler'in moğollar'ın, ayla dikmen'in ve bir sürü diğer şarkıcının şarkılarından söz ederken geçmiş zamanlar ve çocukluk, tekrarı no mümkün olduğu için mi güzeldir acaba diye soruyor.. Yazlık sinemalar tahta sandalyeli olurdu ya hani.. Çekidek çitlemeler, meşrubat sesi tıngırgamaları, genç kız ve oğlan fingirdemeleri eşliğinde, serin yaz rüzgarı ve yıldızları altında seyredilen yerli-yersiz yüzde bin yerli filmler seyredilirdi hani.. Hisli duygulu.. Vurdulu kırdılı.. Murat 124 ve Anadol arabalı.. Kocaman deve gibi şevroler ve tek tük mercedes arabalar dolmuşluk yapardı hani.. Metin Üstündağ'ın dediği gibi film bitince sinemalardan toprak yollarda yürüyerek ve yeşil bir şeyler koklayarak, dallara elleyerek eve giderdik hatırladın mı? Oturup soluklanacak mis gibi çimenler vardı daha.. Yeşil kalmak mı medeniyet, beton olmak mı? Metin Üstündağ'ın dediği gibi hiç dengeli olmaz mı bu ikisi aynı zaman diliminde?

Bu yazdıklarımı Metin Üstündağ'ın Denemeyenler adlı kitabından okuyup sana anlatıyorum.. Mizah yazarlarının veya çizerlerinin kitaplarını çok seviyorum.. Oğuz Aral'ın dediği gibi okudukca bütün güldürücü, sevindirici, coşkulu bileşenleri aldıktan sonra, ağır, yerinden oynatılmaz, gözyaşı dahil bilinen herhangi bir sıvıyla akıtılıp temizlenemez bir tortu kalıp birikiyor insanın yüreğinde.. Geriye irisinden bir taş, "çeki taşı" kalıyor.. Böyle işte.. Devam ediyorum okumaya..




Tek kanallı siyah beyaz TRT deki programlardan söz ediyor.. Kimsesiz çocuk jack'e neler olacak diye her hafta üzüm üzüm üzülmekten, uzay yolu, küçük ev, vadideki hayat, görevimiz tehlike, marco, çarlinin melekleri, operadaki hayalet, halit kıvanç, uğur dündar, kele bakış, reklamlar, heidi ve daha bir sürü diziler vardı sahiden  aklına getirsene.. Hele kaçak dr. kimbıl ve zengin ve yoksul oynadığı akşamlar sokakta kimse kalır mıydı? Kalmazdı.. Hayat siyah beyaz bir felç, fakir ve yoğun bir mania yaşardı ya az mı kuşatılmıştık, çok mu kendimizdeydik, bilemiyorum diyor Metin Üstündağ.. En mühimi her meyvanın bir mevsimi yok muydu sahiden.. Karpuz çıktı mı anlamaz mıydık kabuğu denize düşünce denize girileceğini.. Ama pırıl pırıl, tertemiz, cam gibi denizler.. va fakat sahillerinden orası burası kesilmiş kadın cesetleri de çıkan o denizlere heryerden girilmez miydi? Haklı Metin Üstündağ.. O vakitler no kolibasili, no hormaon, no silikondu tabii.. Nedense uzun zamandır hatırlamadığım bir şeyi hatırlattı bu yazı.. Torna ve marangoz atölyeleri vardı hatırladın mı? Yazar talaş ve demir tozları arasında çıraklık yapan çocuklardan söz ediyor ama ben neden hatırladım o talaş tozlarını bilemedim şimdi? Annelere, aplalara alel acel yalvarmayla yaptırılan sana yağlı nevaleler, mahallece yapılan piknikler, gizli gizli aşık olmalar, lap diye intiharlar, her mahallenin imrenilen bir abisi ve mutlaka körkütük aşık olunan ablası vardı elbette.. O zamanlar bütün çocuklar sanki biraz daha mı eşitti.. Bütün çocukların dizleri yara bere içinde olurdu ya illa ki.. Çocukluk daha mı güzeldi o vakitler.. Belki de biz çocuktuk diye o vakitler bizim için çok güseldi diyor yazar..





Metin Üstündağ daha pek çok örnekler vermiş bu yazısında.. Bir sürü, bir sürü belleğimize kazınmış fakir ve güveli hayat tatlarından, tonlarından, dokularından söz etmiş.. Uzun saçlardan, favorilerden, mini etekler ve ispanyol paça pantolonlardan, şweeps ve ankara gazozlarından, çizgi filmli tişörtlerden, nesli sonra tükenen garip oyuncaklar ve fakir işi ahşap naylon oyuncaklardan söz etmiş.. Sonra bu duyarlıkların gırgır dergisine taşınmasından, ertem eğilmez ve yılmaz güney sinemasında bis yapmasından, sonra da bu hayatların yeni dünya düzeniyle birlikte aşağılanmasından, hor görülmesinden bahsetmiş.. İçerisine feci dozda cıvıklık ve köylülük boca edilince, bu yeni zamanlara ayak uyduramayanlardan, bunalanlardan ve karaya vuranlardan söz etmiş.. Çok şeyler yazmış geçmişe değin aslında ama sonunda ne diyor biliyor musun? Bak aynen yazıyorum.. Şunları söylemiş.. " Neyse.. Diyeceğim şu: gelin iki ucu içten içe yanık olan bu hayatlarımızı yazarak, çizerek, anlatarak yakalım.. Bizden sonraki çocuklar, son kalan fakir mahalleler ve güveli hayatlar, okulda tarih derslerinde ilginç şeyler okusunlar.. Ya unutmak en iyisi bu fakir, bu ahşap, bu şarabi eşkiya sarhoş çocukları.. Ve bir daha hiç kaşımamak.. Bunak durumuna düşememek.. Ve fakat o mahur beste çaldığında müjganla biz gizli gizli ağlamak.."

Kitabın bu bölümünü okumayı bitirdim.. Eğlenceli gibi sanılan yazının sonunda gözyaşıyla bile silinmeyecek bir tortu kalıp birikti gene yüreğime.. Geriye irisinden bir "çeki taşı" kaldı işte.. Ben tüm bunlar yazılsın, çizilsin, okunsun, tavsiye edilsin ve bir taraflarımız herşeye rağmen insan kalsın istiyorum.. O mahur beste çaldığında müjganla  gizli gizli ağlamayı seviyorum.


Hayal Kahvem

"Nasılsın?." SORUSUNA METİN ÜSTÜNDAĞ  CEVAPLARI:





"- nasılsın?"


- anladığın ve algıladığın kadarım işte.. ne bir eksik ne bir fazla.. nasıl hissettiriyorsan öyle'yim.. nasıl hissettiriyorsam öyle'yim..
biraz'ım, galiba'yım, sanki'yim, belki'yim, acaba'yım.. gibi'yim.. herhangi bir insan teki'yim.. her hangi bir ruh hâliyim..
nefis manzaralı, bir hayat eti'yim, eki'yim.. nasıl olsak, hoş olur






"- nasılsın?"

-  gerçekten mi, soruyorsun.. iş olsun diye mi.. kaç kişi, birisinin, gerçekten iyi olup olamadığını merak ediyor ki.. önyargı ve dedikodu varken..
kim kimin iyiliğini istiyor ki.. kim kimin kötülüğü üzerine, iyilik bina etmiyor ki.. şimdi'yim ve burada'yım.. öyleyse nasıl'ım..
ölümden önce, doğumdan sonra'yım.. ölmeyecek kadar iyi, yaşamayacak kadar kötü'yüm.. kendi kendim bir yere kadar gittim,
kendim gelene kadar, kendimin yerine bakıyorum.. kinetik enerji'yim, potansiyel iyiyim.. bir işaret bekliyorum






"- nasılsın?."


- "nasılsın" kelimesi, güzel türkçemizde bir soru olup, "nasılsın" diye soran dost ve müşteri şahıslara, duruma uygun, doğru ve yanlış cevaplar verilir..
bu cevaplar da kendi aralarında bir kaça ayrılabilirler..... nasıl olsam hoş olur.. bezgin, mutlu, göçebe, vurdum duymaz, kumral, sıska, bir düzine, dul, yaşlı,
sosyalist, kel, laz, yeşil, karamsar, atletik, vesaire.. nasıl olsak hoş olur





"-nasılsın?"

-  ne bu, yahu.. yeni bir tarikat mi kurdunuz.. niye her rastladığınıza bu soru'yu soruyorsunuz..
nasılsın olay'ına karşı'yım ağa.. gıcık yapıyor, allerji kapıyorum.. dur kaçma.. ha, ha, ha



Yeni seyrettiğim A Good Year adlı filmin bazı kareleriyle, Metin Üstündağ'ın "-nasılsın?." adlı yazısının  bazı paragraflarını eşleştirdim.
"Nasılsın?." mı diyorsun? Yok artık   ::)




Hayal Kahvem


hava güseldi.. en azından güneş vardı yani.. ve ben hâlâ hayata şükür ki yaşıyordum.. evde sıkılmıştım.. parka gitmek istedim.. güsel esvaplarımı giydim.. cici papuçlarımı.. indim parka.. park güseldi.. en azından bizim köyün son çimenleri ve son ağaçları vardı hâlâ.. elimi parkın etrafındaki çalılara sürterek yürüdüm. çalıların karşısındaki boyaları dökülmüş, yaslanacak tahtası sökülmüş banka oturdum.. birden çalılıkların arasından iki iri kirli kara göz bana baktı.. iki iri kirli kara göz ayağa kalktı.. iki iri kara göz'ün güsel esvapları yoktu.. iki iri kara gözün cici papuçları da..  ellerimi çalılara sürterek yürüyünce çalıların altını kendisine mekan edinen çocuğu rahatsız ettiğimi düşündüm.. "özür dilerim oğlum." dedim. şaşırdım kendi hâlime.. kendi kendime güldüm.. dahası kendimi türkan şoray, hülya koçiğit, filiz akın ya da nebileyim  fatma girik'mişim gibi hayal ettim.. hani o çalıların içinden çıkan çocuğun aslında bilmediği, tanımadığı uzaktan annesi olmalıydım ya.. hani  o çocuk da "ne güsel özür diliyorsunuz, size anne diyebilir miyim teyze" demeli ya, hani biz de duygulanıp duygulanıp ağlardık ya.. hani bir de, bir de.. tekrar özür dileyerek başını okşamak için eğildiğimde gözlerimle-ja garbarek saksafonu eşliğinde- ağır çekimde, iki iri kara göz'ü süzmeye başladım.. dokuz on yaşlarında olmalıydı.. kesin "tiner" ya da "bally" çekmişti.. kesin evi barkı yoktu.. ve kesin fabrikada tütün saran, sanki kendi içer tabii bir annesi vardı.. ve kes kesin annesinin de kes kes kesin her gün içen bir kocası vardı.. hava soğuktu. jilet gibi kesen rüzgâr açık bulduğu bedenleri ısırıyordu.. sonra iki iri kara gözlü çocuğun başını okşadım.. ciğerden gülümsedim.. sonra o iki iri kara göz bana baktı..

şimdi sıcak evimdeyim.. yazı yazmaya niyetlendim..  metin üstündağ'ın cümlelerini okumak istedim..


"..... hadi bizi mizah kurtardı.... ya o çocuğun suçu ne ki.. sözcüklerim, cümlelerim haydi n'olursunuz, yağlı-reçelli ekmek olun gidin o iki iri kara göz'ü bulun.. onu doyurun, onu sevin, onun üstünü örtün..  onların daha da çoğalmasını engelleyin.. bizimle bitsin tüm acılar.. haydi latin harflerim.. haydi canlarım, koçlarım benim.. haydi yoksa, yoksa size de inancım kalmayacak artık.. ve hayatın kıyısında yine iki iri kirli kara göz de ben olucam, tekrar.. haydi....  haydi şirin harflerim, haydi aslan cümlelerim.. sizi seviyorum harflerim.. evrende, yeryüzünde, son fakir, son mutsuz ve hayat öksüzü çocuk kalıncaya kadar.. haydi kaptan körk, haydi mr. spak.. lazerleri çalıştırın, haydeeee!"


benim sözcüklerim, cümlelerim yetersiz kaldı.. metin üstündağ'ın cümlelerini kullanarak,  bu yazıyı yazdım.



Hayal Kahvem


kaç yaşında bindiniz ilk kez uçağa.. ya da semtler arası yolculuklarda bile neden kusar bazı kadınlar hâlâ.. neden araba tutar onları..
orta asya'dan yürüyerek geldik diye mi acep.. icatlar da, teknik de tüm öbür ihtiyaçlar gibi eşitsizliğe mi ayarlı hep..
herkes satın alacağı ölçüde mi yararlanır  icat ve teknikten.. insanın aya ayak basması, tüm insanlığa mâl edilecek bir müjde mi gerçekten..
yani dünya tısslayınca, dünyadan ilk kaçanlar o teknolojiye ve güce sahip olanlar olmayacak mı

    metin üstündağ/denemeyenler/sayfa 204


Hayal Kahvem



neden yazıyor'um'sunuz'lar
  "vallahi bilmiyorum.. bırakmayı çok denedim ama olmuyor.. ümitsizim.. tedavi görüyorum"




neden yazıyor'um'sunuz'lar
"iki kalas, bir heves işte.. sevdiğim yazarların devamı olmayı düşlemiştim"




neden yazıyor'um'sunuz'lar
"bilsem gizler miydim gizli hislerimi"




neden yazıyor'um'sunuz'lar
"yazmıyorum.. kayboldum.. yazıyor gibi yaparak, gizli gizli adres soruyorum aslında"




[
b]neden yazıyor'um'sunuz'lar
"yazıyorum, ne olacak.. evvel allah, halkımızın gönlünde herkese yer var..
üç gün sonra unutulmak kaydıyla"


neden yazıyor'um'sunuz'lar : metin üstündağ/denemeyenler
filmler:
1- guguk kuşu
2- paris'te gece yarısı
3- aşk ve gurur
4- akıl defteri
5- sil baştan