Portekiz - KaraKarga Yayınları

Başlatan memospinoz, 14 Şubat, 2019, 22:44:25

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

memospinoz



"İçimde şiddetli bir sigara alma isteği vardı. İki yıldır ağzıma tek bir sigara koymamışken... Aslında bu festivale davetli olmaktan gerçekten memnundum. Gelmeyeli yirmi yılı geçmişti. Bu ülkeye bir yetişkin olarak attığım ilk adımlarımdı. Büyülenmiştim ve mutluydum. Bu ansızın gökten düşen tuhaf öfkenin ve ardından gelen tatlı melankolinin nereden çıktığını kendi kendime soruyordum..."

Hayatı griye dönen çizgi roman yazarı Simon Muchat, esin sıkıntısı çekmekle birlikte varlığının da anlamını yitirmiş gibidir. Birkaç günlüğüne Portekiz'e davet edildiği sırada karşısına hiç ummadığı şeyler çıkar; çocukluğundan kalma kokular, tatilden kalma kahkaha ezgileri, unutulmuş belki de terk edilmiş bir ailenin ışıltılı sıcaklığı... Peki ya Muchat'ların sırrı ne? Simon neden kendini hiçbir yere ait hissedemez? Ve nasıl olur da tek kelimesini bile anlamadığı bu yabancı dilin titreşimine kapılır? Kendini yenilediği bu yolculukta onu daha nice sorular ve cevaplar beklemektedir. Silik geçmişine saplanıp kalan Simon, nihayet kendine yeni bir yol çizecek ve yaşam sonunda gökkuşaklarına bürünecektir. Cyril Pedrosa, samimi renk ve çizimleriyle, kurguyla karışık bir otobiyografinin sınırlarında, capcanlı bir kimlik arayışı hikâyesine imza atıyor.

Boyut: 18.5x26 cm
Sayfa Sayısı: 264
Etiket Fiyatı: 45 TL


Nightrain

Ben bu kitabı aslında Baobab'dan bekliyordum.
"Bu yıldızı çok mu istiyorsun Heatie? Al ye o zaman!"

yidar

Üç gölgenin yazarin dan bu kitap ta güzel olacağını düşüyorum.

ferzan

    Cumartesi günü okudum, bayıldım...Halbuki başlarda pek ısınamamıştım...Geçişler olsun, zaman dilimi farklılığı olsun çok net değildi, tekrar tekrar başa dönüp hem tiplere, hem isimlere dikkat etmem gerekti...Yani çok da akıcı ve hemen anlaşılır bir şekilde başlamadı benim için...Devam ettikçe açıldı, sonra sürüklemeye başladı, sonra içine aldı ve en nihayetinde hastası etti...İşte bir kitaptan beklediğim şey...

    Dedesi vaktiyle Fransa 'ya göçmüş, babası da kendisi de Fransa 'da doğmuş ve Fransız olmuş bir Portekizli 'nin hikâyesi...Başarısız bir ilişki, duraklayan bir çizerlik kariyeri, belirsiz bir geçmiş ve başka bir yığın şeyle hayatı kangren olmuş bir döngüde hapsolan Simon 'ın bir gün kuzeninin düğün davetiyesini alması üzerine gitmeyi hiç istemediği ama bir şekilde yolunun kesiştiği bu düğün vesilesiyle ailesini, akrabalarını, daha önce hiç olmadığı şekilde tanıyıp bir süre sonra yeniden Portekiz 'e gidip kökenini ve hiç bilmediği ana dilini öğrenme serüveni...

    Benim için ikinci bir Sıradan Zaferler hadisesi oldu bu kitap...Muhtemelen çizerin kendi aile hikâyesine bol gönderme yapan bir misal, bir paralel kurgu sanıyorum...Çizgiler, renkler ve tasvirlerde ki bazı orijinal ele alışlar (figürlerin saydam olması ve arka plân çizgilerini görmemiz, figürlerin o sahnede geçici ve hareketli olduğu hissi ve saire) o kadar özgün, o kadar sinematik ki...Bir de kitabın duygusu, verdiği rahatlık hissi ve nostalji o kadar iyi ki...

    Kitap 3 bölümden oluşuyor, her bölüme ana karakter başta olmak üzere ailenin üç kuşağından birinin adı verilmiş...Harika taşra manzaraları, çokça kaliteli diyalog, aşırı doğal ve akıcı sahneler, harika bir kendine dönüş öyküsü ve aynı güzellikte bir final...Gerçekten bir kitaptan daha fazlasını bekleyemezdim herhalde...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

ZGeralt

Ben pek beğenmedim, daha doğrusu çok zor bitirebildim, 2-3 defa ara verdim, sıkıldım yani kısacası.

Bu "aile bağları" hikayeleri beni biraz zorluyor, Yeşilçam'ın popülist aile saadeti hikayeleri tadı geliyor sürekli damağıma. Bir nevi "feel good movie" havası var.

Sorunlu bir dönemden geçen kahramanımızın, köklerine dönerek "iyileşme" hikayesi gibi bir şey. Ne ana karakterlerin, ne genel olarak ailenin ilginç veya farklı bir yanını göremedim. Daha doğrusu ben bu aileyi veya adamı neden önemsemeliyim , bunun cevabını veremedi bana. Ferzan'ın örnek verdiği Sıradan Zaferler'i çok sevmiştim ama Portekiz olmadı :)

Belki daha kısa bir öykü olsaydı bende bıraktığı etki daha iyi olabilirdi, çok sıradan, çok bilindik ve basit bir öyküyü 264 sayfada okumak sanırım beni sıkan esas şey.

Estetik açıdan ise hikayenin tam zıt yönünde özgün ve keyifli buldum. Karakterin duygu değişikliklerini aktarış biçimi de çok hoşuma gitti.


nicholaihel

Kitapla doğrudan ilgili değil belki ama (bende bitiremedim bir türlü, süründü biraz), Sayın memospinoz örnek sayfa ekleminiz çok hoş. Ama örnek sayfayı aşan fazla görsellere gerek var mı diye soruyorum bazen. Özellikle mobil kullanımda da canımıza okuyor bu fotoğraflar. Kitabın yarısı burada :) fikir verecek kadarı kafi bence.

memospinoz

Sadece 22 sayfa, kitabın %8,33'ü.   ;) :D

Bu arada bende bir sıkıntı olmuyor ve doğrudan yüklü çıkıyor resimler, çerezleri ve tarayıcı geçmişini sık sık siliyorsanız tekrar yüklemek istemesi olası.

Nightrain

Aldım ama okuma fırsatım olmadı. Biraz inceledim; fontlar olmamış. Bayağı sırıtıyor. Bir de keşke sert kapak bassalarmış.
"Bu yıldızı çok mu istiyorsun Heatie? Al ye o zaman!"

Nightrain

Okumaya başladım. Portekizce olan balonlar çevrilmemiş. Orijinalinde de çevirilmemiş sanırım. Çevirdikleri yerlerde kullanılan font o kadar kötü ki. Orijinal font kullanmak artık zorunlu hale gelmeli. Portekizce kısımlarındaki fontlar orijinal mesela. Karakarga'nın kullandığı fontlar orijinalinin yanında feci sırıtıyor. M.K.Perker neden dikkat etmiyor böyle şeylere anlamıyorum.
"Bu yıldızı çok mu istiyorsun Heatie? Al ye o zaman!"

BAHADIR

Biz Avrupa ya da Amerika okuyucusu değiliz, nasılsa anlamayız böyle işlerden... Türkçe mi?... Türkçe... Okunuyor mu? Okunuyor... O zaman sıkıntı yok... Bunların basılması bizim için zaten bir lütuf... Lütfen Nightrain eleştirirken biraz daha dikkat... Ya hiç basılmazsa...?

Nightrain

Orijinal fonta bakın, bir de bizimkilerin kullandıkları fonta bakın. ::)

"Bu yıldızı çok mu istiyorsun Heatie? Al ye o zaman!"

pizagor

Alıntı yapılan: BAHADIR - 10 Mayıs, 2019, 08:55:28
Biz Avrupa ya da Amerika okuyucusu değiliz, nasılsa anlamayız böyle işlerden... Türkçe mi?... Türkçe... Okunuyor mu? Okunuyor... O zaman sıkıntı yok... Bunların basılması bizim için zaten bir lütuf... Lütfen Nightrain eleştirirken biraz daha dikkat... Ya hiç basılmazsa...?

Alıntı yapılan: Nightrain - 10 Mayıs, 2019, 09:37:12
Orijinal fonta bakın, bir de bizimkilerin kullandıkları fonta bakın. ::)

[/img]


Aynı güzellikte balonlama yapmanın bedeli nedir @BAHADIR üstat, bu işle haşır neşir bir baloncunun bu 260 sayfalık albümün bu hassasiyette balonlaması için talep etmesi gereken rakam nedir?

Ama ideallerden bahsediyoruz, o yüzden emeğin ideal olarak karşılığını soruyorum, yayımcının biçtiği değeri değil...
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!


BAHADIR

Alıntı yapılan: pizagor - 10 Mayıs, 2019, 12:47:24

Aynı güzellikte balonlama yapmanın bedeli nedir @BAHADIR üstat, bu işle haşır neşir bir baloncunun bu 260 sayfalık albümün bu hassasiyette balonlaması için talep etmesi gereken rakam nedir?

Ama ideallerden bahsediyoruz, o yüzden emeğin ideal olarak karşılığını soruyorum, yayımcının biçtiği değeri değil...

İlk önce "üstat" filan değilim ama kibarlık olsun diye yazdığın için teşekkürler...  :D

En baştan beri söylediğim konuyu altını çizerek tekrar belirteyim yukarıdaki örnekte gösterilen işin ve konunun kötü olmasının nedeni balonlamacının aldığı ücret ile alakası yok... Sadece önemsememek ve jargonu bilmemek ile alakalı... Ve bize bunu layık gördükleri içindir. Neye layıksak o şekilde yönetilir, o şekilde hizmet alırız... Ne azı ne fazlası...

İşin ücret kısmına gelirsek; Türkiye'den bahsediyoruz... Ve emeğin ideal karşılığını soruyorsun... Çok ayıp... Bu ülkede hangi emeğin İdeal bir karşılığı var...

Ama madem açık açık sordun açık açık söyleyeyim; şu an piyasada bu işi maaşlı çalışıp hem dükkana bakan, onu yaparken dükkanın evrak işlerini takip eden, internet sitesine girdi yapıp, satış takibi ve gönderimlerini halleden sonra bu işlerden arta kalan vaktinde balonlama yapan emekçi arkadaş çoktur herhalde...

Bunun dışında bu işin piyasası genellikle dost- ahbap ilişkilerine dayandığından sayfa başı 3,5 ile 5 tl arasında olduğunu da biliyorum...

Kaç lira olması gerekiyor dersen, bana böyle zor sorular sorma... :)

pizagor

Datanın tamamen hesaplamayı pozitif yönde etkileyecek kısmını alıyorum:
Hakkını vererek balonlamak, grafik işlerini halletmek için bir albüme harcanan süre, geri dönüşlerle, editörün revizyon talepleriyle falan 1 ay...
Albüm yine hesaplamayı pozitif yönde arttıracak şekilde 200 sayfa...
Sayfa başına alınan ücret ise 5 lira...
Zanaatkar bu işin karşılığında aylık olarak 1000 lira kazanıyor. Bu 1000 lirayla kirasını ödeyecek, mutfak masraflarını karşılayacak, bu ekonomik koşullarıyla evlenmek ve çoluğa çocuğa karışmak gibi bir hata yaptıysa onların masraflarının üstesinden gelecek.
Hayal değil mi!
Öyleyse ne yapacak, ikinci bir albüm için de yayıncıdan talepte bulunması gerekecek. Ve bir aya bu sefer iki albüm sığdırması gerektiğinde o ilk gerek koşul olan hakkını vererek balonlama yapmak %70 sekteye uğrayacak, ince işçilikten vazgeçilecek.
Peki yeni kazancı 2000 lira yukarıda ihtiyaçları karşılamaya yetecek mi! Hayır tabi ki. Bir üçüncü kitabı balonlaması gerekecek. Hakkıyla balonlama için gereksinim duyulan 30 gün yerine imkan bulunan anca 10 gün işin niteliğinde %40 sekteye neden olacak.
Ekonomik bedeli ve işin niteliği birebir koşuttur. Bu ülkede her patronun hayali asgari ücretle çalıştırdığı elemanın bir usta performansı sergilemesidir ama durum olur adını – soyadını yazabilene, kendini az çok ifade edebilene razı olur. Az ücret veriyorsan karşılığını da o kadar alırsın. Karşındaki ya kapasitesizdir ya da isteksiz. Bu durumda patron üretim sistemlerini çalışan kapasitesine göre böler parçalar basitleştirir. Bu bizim gerçekliğimizdir. Ya da balonlama durumunda olduğu gibi zanaatkar patronun verdiği üç kuruşla hayatta kalabilmek için ek işler yapmaya, emeğini kaydırmaya, kaliteden istemese de vazgeçmeye zorlanır. Profesyonelleşme yoktur. Sistem, maliyetleri minimize edecek şekilde bir nevi sömürme üzerine kurulmuştur. İnsan kaynağının darlığı da ayrı bir girdi bu aritmetikte. Bu kazanç şartlarıyla sadece boş zamanı bol esnafın ve harçlığını çıkarma peşindeki üniversite öğrencilerinin alanı olması gereken bu iş kolunda nitelikli iş çıkarabilecek, sanatçı bakış açısına haiz, yetenekli çok fazla kişi de yoktur zannımca.

İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!