Irishman (2019)

Başlatan Mrtekin, 27 Aralık, 2018, 21:38:58

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Bloodslince

Alıntı yapılan: Nightrain - 25 Ekim, 2019, 23:06:55
Yazık. Joe Pesci, Al Pacino ve Robert De Niro; bir Martin Scorsese filminde bir araya geliyor ama film, Türkiye'de vizyona girmiyor.

Çünkü iki hafta sonra Netflix 'te yayına girecek. Hatırlarsan Yılmaz Erdoğan'ın filmi ikinci hafta Netflix 'te yayınlandı ortalık karıştı. O kadar rezil bir film ki ayrı konu. Muhtemelen bizim ülke daha hazır değil bu eyleme. Cinemaximum da seanslarını öldürmemek için istememiş olabilir. Hepsi varsayım tabi, konu ile ilgili doğru düzgün haber yapan bir yer görmedim.

Alıntı yapılan: hennessy - 25 Ekim, 2019, 23:15:32
Merakla beklediğim efsane olacak yada  patlayacak hikaye. Ne olursa olsun iki efsane var.........

Söylenene göre efsane. Ben kötü bir film çıkacağını hiç düşünmüyorum. Filmin adında bile kalite var. Bazen yıldız karması filmler rezil oluyor ama bu kadrodan öyle bir şey çıkmaz sanmıyorum. Merakla bekliyorum ben de.
"Gotham'ın beyaz şövalyesini aldım ve bizim seviyemize indirdim. 
Çok zor olmadı.
Bildiğin gibi delilik yerçekimi gibidir.
Sadece hafifçe itmek gerekir."
[shadow=red,left]Joker[/shadow]

dean

Türkiye'de vizyona girmemesi son derece normal. Türkiye'yi geçin Dünya'da da vizyona girmiyor zaten. Sadece America, Britanya ve bir iki pazarda daha son derece kısıtlı süreli vizyona girecek. Zira Irishman bir "Sinema" filmi değil. Bir Netflix filmi. Netflix sinemalar için film üreten bir oluşum değil. Hakeza Dünya'daki bütün sinemalara film dağıtabilecek bir altyapısıda yok. Diğer Netflix filmleri neyse Irishman'da o.

Bloodslince

Alıntı yapılan: dean - 26 Ekim, 2019, 01:03:53
Türkiye'de vizyona girmemesi son derece normal. Türkiye'yi geçin Dünya'da da vizyona girmiyor zaten. Sadece America, Britanya ve bir iki pazarda daha son derece kısıtlı süreli vizyona girecek. Zira Irishman bir "Sinema" filmi değil. Bir Netflix filmi. Netflix sinemalar için film üreten bir oluşum değil. Hakeza Dünya'daki bütün sinemalara film dağıtabilecek bir altyapısıda yok. Diğer Netflix filmleri neyse Irishman'da o.

Tabi ki öyle ama bunun için sarf ettikleri bir çaba var. Adamlar beyaz perde de boy göstermek istiyorlar. Çok yakın geçmişte ödül almış bir Roma var. Bu film de Netflix filmi ama ülkemizde vizyona girdi. Ödül aldığı için vs ayrı konular ama yapmak isterlerse yaparlar. Netflix'in bütçesi basit bir bütçe değil sonuçta. Irishman'ın fragmanına bakarsak beyaz perde için gayet uygun gözüküyor.

"Gotham'ın beyaz şövalyesini aldım ve bizim seviyemize indirdim. 
Çok zor olmadı.
Bildiğin gibi delilik yerçekimi gibidir.
Sadece hafifçe itmek gerekir."
[shadow=red,left]Joker[/shadow]

dean

Alıntı yapılan: BLooDSLinCe - 26 Ekim, 2019, 01:22:01
Tabi ki öyle ama bunun için sarf ettikleri bir çaba var. Adamlar beyaz perde de boy göstermek istiyorlar. Çok yakın geçmişte ödül almış bir Roma var. Bu film de Netflix filmi ama ülkemizde vizyona girdi. Ödül aldığı için vs ayrı konular ama yapmak isterlerse yaparlar. Netflix'in bütçesi basit bir bütçe değil sonuçta.

  Netflix'in şirket politikasında beyazperde de boy göstermek yok. Ödül sezonunda boy göstermek var. Adamların amacı sitelerine yeni kullanıcılar sağlamak. Netflix'in para kazanma biçimi bilet kesmek değil. Siteye kullanıcı çekmek. Ödül sezonu için bazı filmleri vizyona sokmak zorundalar. Zira Los Angeles'ta herhangi bir salonda vizyona girmeyen bir film akademi ödülü adayı olamaz mesela.

Alıntı yapılan: BLooDSLinCe - 26 Ekim, 2019, 01:22:01
Irishman'ın fragmanına bakarsak beyaz perde için gayet uygun gözüküyor.

Ben ürünün kalitesinden bahsetmiyorum. Irishman'a "sinema" filmi değil dememin sebebi için pazarlama kısmı. Filmin afişinde bile vizyona girmesi ile alakalı "in select theaters" diyor. America'da bile son derece az salonda giriyor film. Bu da ürünün sinemada seyretmek için değil, Netflix'te seyretmek için yapıldığını zaten gözler önüne seriyor.

Bloodslince

Alıntı yapılan: dean - 26 Ekim, 2019, 01:35:46
  Netflix'in şirket politikasında beyazperde de boy göstermek yok. Ödül sezonunda boy göstermek var. Adamların amacı sitelerine yeni kullanıcılar sağlamak. Netflix'in para kazanma biçimi bilet kesmek değil. Siteye kullanıcı çekmek. Ödül sezonu için bazı filmleri vizyona sokmak zorundalar. Zira Los Angeles'ta herhangi bir salonda vizyona girmeyen bir film akademi ödülü adayı olamaz mesela.

Ben ürünün kalitesinden bahsetmiyorum. Irishman'a "sinema" filmi değil dememin sebebi için pazarlama kısmı. Filmin afişinde bile vizyona girmesi ile alakalı "in select theaters" diyor. America'da bile son derece az salonda giriyor film. Bu da ürünün sinemada seyretmek için değil, Netflix'te seyretmek için yapıldığını zaten gözler önüne seriyor.

Söylediklerinizde haklısınız o konuda farklı bir bakış açısı sergilemiyorum zaten. Netflix'in para kazanma biçimi elbette bilet kesmek değil lakin, biliyoruz ki işin içinde büyük paraların döndüğü bir sektör varsa o sektör kendisinin karşısına çıkanı yerle bir etmek isteyecektir. Netflix sinemayı bitirecek mi konularının konuşulduğu dönemlerde Netflix sinemalarda oynayacak filmler üretmeye başlayacaktı vs. Oyun içinde oyun her zaman vardır. Ödül için, göz boyamak için gibi.

İzleyenler bunun farkında zaten, yapımların büyük bir bölümü beğenilmiyor bile. O yüzden TV'ye film yapmak ile beyaz perdeye film yapmak aynı şey değil. Sadece Irishman fena olmazdı sinemada olsa konusunda fikrimi net olarak beyan etmiş olayım.
"Gotham'ın beyaz şövalyesini aldım ve bizim seviyemize indirdim. 
Çok zor olmadı.
Bildiğin gibi delilik yerçekimi gibidir.
Sadece hafifçe itmek gerekir."
[shadow=red,left]Joker[/shadow]

kedidiro

Irishman'i izledim. Öncelikle joe pesci'yi özlediğimi farkettim. Büyük oyuncularla büyük yönetmenle ve iyi bir senaryoyla kötü bir film olması mümkün değildi zaten. Ama üç buçuk saat sürmeli miydi? Ona emin değilim. Filmin başlarında hissiyatim; " güzel ama ustaları buluşturmak dışında türe ne katıyor ki?" şeklindeydi. Ancak zaman içinde film bir dostluk hikayesine de evriliyor ve daha lezzetli hâle geliyor. Filmde bir de oyuncularin teknolojiyle gençlestirilmesi mevzusu var biliyorsunuzdur. Başlarda görüntü çok rahatsız etmişti. Özellikle de robert de niro'nun görünümü. Ama bir yerden sonra göz ona da alışıyor. Yine de keşke o dönemleri başka oyunculara oynatsalardi diyorum. Sonuç olarak kopya cinayetler felaketinden sonra iki ustayı karşılıklı döktürürken izlemek güzel. Joe pesci'yi yıllar sonra izlemek güzel. Ama ne yönetmenin ne oyuncularin filmografilerindeki en iyi filmler listesine giremez...

ZGeralt

I heard you paint houses.

The Irishman ile ilgili hem uzun uzun yazasım var hem de yok.O kadar temiz, o kadar net bi film ki , kalkıp "okumalar" yapmak falan gereksiz gibi geliyor. Gerek burada gerek basında gençleştirme tekniği ile ilgili sıkıntılardan bahsedilmiş, ilk dakikalarda beni de rahatsız etti ancak sonra alıştım. Büyük bir eksi değil benim için.
Bu kadar büyük ve geniş bir hikaye anlatınca mecburen süre uzamış. Siyaset-mafya-sendika üçgeninde Amerikan yakın tarihi ve "kutsal başkanları" Kennedy'e eleştirel bir bakış hatta ne bakışı gayet agresif bir suçlama ortaya koyuyor. Konu bu açıdan son derece derinlikli ve altı dolu savlar barındırıyor.
Ama en can alıcı kısım son 30-40 dakikada. Pişmanlıklar, yalnızlık, kaybedilenler hem bir suç filmi hem bir hayat muhasebesi , son bölüm sinema tarihine geçecek kadar iyi kotarılmış. Muazzam.
Oyunculuklara değinmeye gerek yok, bir daha böyle bir jenerasyon gelir mi bilemiyorum. Üstadların yanı sıra ben Anna Paquin'in kısa ama vurucu performansını da beğendim. Ayrıca Everbody Loves Raymond sit-com'u ile meşhur komedyen Ray Romano 'da avukat rolünü gayet iyi kotarmış.

Son bir ekleme , Hoffa'nın infazına giden süreçte araba sahnesi muhteşem. Malum sebeplerden ötürü Frank'ın öne oturmak istememesi, balık muhabbeti, gerilim azar azar artması, Hoffa'nın arabada oğlunu ve Frank'ı görmesi ve güven duyarak binmesi, gerilim artmaya devam etmesi, Hoffa'nın da balık muhabbetine katılması. Ya anlatırken keyif geldi, nasıl bir güzellik nasıl bir ustalık.

Ne çok özlemişim böyle filmleri, oh be dedim izlerken. Poz kese kese tek başına bir ordu deviren abilerden bunalmışım yemin ederim. Halbuki bu işler öyle olmaz, merhaba dediğin adam gelir yüzüne 6 kurşun sıkar ve kaçar.
Film biterken içimi kaplayan hüznün tarifi kolay aslında. Hem bu janra hem bu ustalara bir veda filmi olması, 80'ine merdiven dayamış üstadları bir daha bir arada görebilme ihtimalimizin pek olmaması.
De Niro, Pacino,Pesci, Keitel ve Scorsese. Hatta onların huzurunda Duvall, Caan, Brando ,Coppolla,Woods, Leone ve bir çok üstad... Hepinize teşekkür ediyorum. Hayatımın en iyi filmlerini bana izlettiğiniz için.
Ağlamıyorum, ne alakası var :)

9/10

peder clemente

                         

***SPOILER  VARDIR***
Film, Charles Brand'ın, "I Heard You Paint Houses=Evleri Boyadığını Duydum" adlı romanından uyarlanmış. Charles Brand, savcılık ve Delaware Eyaletinde Başsavcılık görevleri yaptıktan sonra; gerçek suç romanları yazmaya başlamış. "I Heard You Paint Houses" romanı, New York Times gazetesinde bestseller (en çok satan) listesine girmiş.



Yönetmen Martin Scorsese'nin kendi ifadeleriyle, 'Sinema: Estetik, duygusal ve ruhâni keşifle ilgilidir... Karakterlerle ilgilidir... İnsanların karmaşıklığı, birbirlerine karşıt ve bazen çelişkili doğaları; birbirlerinin canını yakma, birbirlerini sevme ve birdenbire kendileriyle yüz yüze gelme biçimleriyle ilgilidir...'. Yakın dostlarının ona seslenme biçimiyle "Marty"nin anlattıkları, insanlık hallerine dairdir. 1950'li ve 60'lı yıllar ile 70'li yılların başı itibariyle, A.B.D'de yaşanan iç ve dış siyasi gelişmelerin, ilgi çekici hayat hikayeleri olan bir grup insan üzerinde yarattığı etkiler; birbirini besleyen bazen de çatışan  "devlet-mafia-sendika" üçgenindeki ilişkiler üzerinden anlatılır filmde. Bir de karakterlerin, 80'li ve 90'lı yıllardaki düşüş ve çöküş dönemlerinin muhteşem bir sinema diliyle anlatıldığı final bölümü var. Mafia jargonunda, "tetikçilik" işine eskiden "tesisatçılık" denirmiş. Mister No, Maxi 2 :"Bir Zamanlar New York'ta" macerasında: Frankie Detto  "Messacantata: İlahili Ayin"in, tesisatçılık işini Al Capone'un sağ kolu Frank Nitti'den öğrendiği ve yıllarca Al Capone'un adamı olarak tesisatçılık yaptığı anlatılır. 1930'larda, Chicago'daki suç aleminde Al Capone'un lakablarından biri "Scarface=Yaralıyüz"dü. Howard Hawks'ın yönettiği, 1932 tarihli "Scarface" filminin senaryosunu yazan "Big=Büyük" lakaplı Ben Hecht, Al Capone'un iki goriline hesap vermek zorunda kalmış. (Le Storie=Hikayeler sayı 4: "No Smoking" macerasının başında yer alan Gianmaria Contro'nun yazısından). Filmi mutlaka izlemenizi öneririm.


Al Capone


Al Capone'un sağ kolu Frank Nitti

"The Irishman" filminin senaryosuna kaynaklık eden, Charles Brand'in yazdığı "I heard You Paint Houses=Evleri Boyadığını Duydum" kitabına,  adını verdiği gibi "boyacılık" tabiri de mafia adına insan öldürmeyi anlatıyor. Filmdeki tüm karakterler gerçekten yaşamış. Karakterlerin hayatının nasıl sonlandığı da altyazı ile belirtiliyor. Martin Scorsese "Goodfellas=sıkı dostlar" adlı 1990  tarihli unutulmaz filminde de gerçek bir hikaye anlatmıştı.

Filmi yorumlarken, "COSA NOSTRA (Bir Hukuk Adamının Mafia'yla mücadelesi)" adlı kitaptan da yararlandım. Kitap, İtalyan Başsavcı Giovanni Falcone ile Gazeteci Marcello Padovani'nin yaptığı uzun söyleşiden oluşuyor. Mafia suç örgütü üzerine o tarihe kadar hiçbir yerde yayımlanmamış bilgilerin olduğu, kendisi küçük fakat değeri büyük bir kitap (Cep Kitapları, 1993).

Mafia örgüt şemasının en alt kademesinde "onur adamı" ya da "askerler" bulunur. Bunlar doğrudan darp, şiddet, tehdit, gözdağı verme ve cinayet eylemlerini gerçekleştirenlerdir. "The Irishman=İrlandalı" olarak tanınan Frank Sheeran da, A.B.D'de Cosa Nostra'nın (İtalyan Mafyası) "askeri" ya da bildiğimiz tabirle "hitman=kiralık katil=tetikçi"si olur. Mafia tabiriyle onur adamı. Aslında bu tabirle kendilerini onurlandırıyorlar. "Goodfellas" filmindeki gangsterler kendilerini "wiseguy" olarak adlandırıyorlardı (Akıllı, bilge, hikmet sahibi adam, ukala herif, çokbilmiş, hinoğlu hin gibi anlamları var). Savcı Falcone anlatıyor: "Sicilya'daki onur adamlarının sayısı, büyük bir olasılıkla, beş binden fazladır. Titizlikle seçilmişlerdir. Katı kurallara uyarlar. Onların, bir örgütlü suç üniversitesi olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Kendi kendilerine "asker" deseler bile, onların hepsi generaldir.".



Frank Sheeran

"Mad Dog Coll=Kuduz Köpek Coll" denilen, Vincent  Collins, bir başka İrlanda kökenli Mafia tetikçisidir. 1908'de doğan Mad Dog Coll, henüz 23 yaşındayken 1932'de öldü.Mister No özel seri 3: "Sertao Kralı" adlı macerada Sergio Bonelli'nin kaleminden: "Lampiao! Gerçek bir zalim. Kurbanlarını doğrayan, geçmişteki deliler arasında, ancak Mad Dog Collins'le (otuzlu yıllarda zalimliğiyle ün salmış azılı bir gangster) kıyaslanabilecek acımasız bir canavardı".


Mad Dog Coll


Çete'nin en sağındaki en sonda, bıyıksız, uzun boylu olan Mad Dog Coll

Film, bir bakımevinde başlar. Kamera odaları dolaşır. İskambil oyunu oynayanlar, koridorlarda dolaşan bakıcılar. Kamera dolanarak bir odaya girer. Arkasından ensesini gördümüz kişi tekerlekli sandalyede oturan yaşlı Frank Sheeran'dır (Robert De Niro). Güçlü olduğu günlerin anısı olarak ve bir iktidar simgesi gibi parmağında hâlâ şövalye yüzük taşır. Sertliği ve acımasızlığı yüz ifadesine sinmiştir. Anlatmaya başlar: "Gençken, boyacılar evleri boyar zannederdim. Ne bileyim ben! (hafifçe güler). Emekçiydim. Kamyoncular sendikasının güney Philly'deki (Pennysylvania Eyaletinin Philadelphia kenti) 107. Şubesinin temsilcisiydim. Bu işi bırakana dek, binlerce işçiden farkım yoktu... Sonra... Ben de boyacılığa başladım...". Martin Scorsese'nin tabiriyle "kırmızıya" boyar İrlandalı. Hatta "kan kırmızısına"... Frank Sheeran'ın konuşmasından sonra, kısa namlulu ve düşük kalibreli bir toplu tabancayla (22 kalibre Colt veya Smith&Wesson gibi) yakın mesafeden kafaya yapılan atışla bir adamın kanlı beyni duvara bulaşır...


Filmde kullanılan işte böyle bir silah.

Martin Scorsese gibi bir büyük ustadan bekleneceği üzere, filmin kurgusu ve geçişleri harika. Öyle yerlerde kesip, başka bir olay anlatırken tekrar kestiği yere dönüyor ki; hikaye, mükemmel bir şekilde anlatılmış oluyor. Scorsese, benzer kurguyu "Goodfellas" ta kullanmıştı. Bütün büyük yönetmenler gibi o da, iyi bir hikaye anlatıcısı aslında. Flashback yapılır. Genç Frank Sheeran, eski bir kamyonla et taşırken, araç teklemeye başlar. Yol üzerindeki, "Texaco" tabelası bulunan benzinciye gider. Motor kaputunu açar ve motorun orasını burasını karıştırırken tam karşı tarafta birisi: "Hayrola evlat, sorun nedir?" diye sorar. Soruyu soran Fötr şapkalı adam, İtalyan kökenli Mafia Şefi Russell Bufalino'dur (1903-1994). "Mc Gee" ve "The Old Man" olarak da bilinen Russell Bufalino, 1959'dan 1989'a kadar 30 yıl hüküm sürdüğü, Bufalino suç ailesi olarak bilinen kuzeydoğu Pennysylvania suç ailesinin patronu olan bir İtalyan-Amerikan mafia'sıydı.


Russell Bufalino

Joe Pesci, 1991 yılında, yardımcı erkek oyuncu kategorisinde, "Goodfellas" filmindeki Tommy DeVito rolüyle Oscar'ı kazanmıştı; bu filmde de Russell Bufalino rolünde Oscar'lık bir performans gösteriyor. Yeri gelmişken, Al Pacino'nun da, Jimmy Hoffa'yı, yardımcı erkek oyuncu Oscar'ını hak edecek kadar başarıyla oynadığını belirteyim. Russell Bufalino, fötr şapkasını çıkartır, gravatını kirlenmesin diye kabanının içine sokar, motora eğilir ve triger kayışının üzerindeki gevşeyen kapağı sıkarak motoru tamir eder. Frank sorar: "Borcum ne kadar?"; Russell: "Borcun yok!"der. Frank, kendisine yardımcı olan Russell Bufalino'nun elini sıkar ve "Frank" diyerek kendini tanıttıktan sonra "Sizin adınız ne?" diye sorar. Russell, kısa bir süre düşünür; kaşları hafifçe yerinden oynar ve sakin bir ses tonuyla: "Nerelisin?" diye sorarak; Frank'in sorusunu karşı soru ile cevaplar. Frank: "Philly" der. Russell'ın iktidar olma ve hükmetme gücü o anda gösterilmiştir. Frank'in takıldığı yerlere dair kısa bir muhabbetten sonra Russell: "motora baktırmayı unutma" diyerek  ayrılır. Martin Scorsese, Joe Pesci'nin doğal bir oyunla Russell Bufalino'nun gücünü gösterdiğini ve karşısındaki kişiyi o anda kontrolü altına aldığı duygusunu verdiğini belirtiyor. Akıllı, kurnaz, temkinli, serinkanlı, dengeli mafia şefi Russell Bufalino'yu; Goodfellas'taki psikopat Tommy DeVito karakteri gibi başarıyla canlandırmış; birbirine zıt iki karakterde Joe Pesci'nin başarılı oyunculuğu var. Frank Sheeran karakteri filmin anlatıcısıdır aynı zamanda. Şöyle anlatır Russell Bufalino hakkındaki ilk izlenimlerini: "Benzincinin sahibidir diye düşündüm. Bir şeylerin sahibi olduğu belliydi. Meğer koskoca yolun sahibiymiş".

Savcı Falcone anlatıyor: "İşaretlerin, hareketlerin, mesajların ve suskunlukların yorumlanması, onur adamlarının başlıca uğraşlarından biridir... Sicilyalıların, gizliliğe, hatta dilsizliğe dek varan ketumluğa olan eğilimleri öteden beri bilinir: Cosa Nostra'da ise bu durum en uç noktasına ulaşır. Onur adamı kendini doğrudan ilgilendirmeyen konuların dışında konuşamaz... Cosa Nostra dünyasında, her şeyin mesaj olduğunu, her şeyin aşırı bir biçimde anlamla yüklü olduğunu bilmek gerekir, hiçbir ayrıntı, hiçbir zaman gereksiz değildir. Ayrıntılara olan bu aşırı bağlılığa, karşılıklı törenlere dayanan bu tür ilişkilere, rahatlıkla hastalıklı ruh hali teşhisi konabilir. Ancak her gün sürekli olarak tehlikeyle birlikte yaşayan bir kişi en ufak, en önemsiz ayrıntıya bile dikkat etmek, onun anlamını çözmek için sürekli uyanık olmak zorundadır... Sürekli olarak savunmada yaşayan, tam anlamıyla Makyavelci olan bu kişilerin ilişkileri son derece yapaydır... Sicilya'da kullanılacağından emin olmadan tabanca taşınması pek salık verilmez. Yok, eğer taşınıyorsa, kullanılır. Çünkü, karşıdaki kişinin böyle yapacağı bilinir. Bizde, caydırıcı silah anlayışı yoktur. Bu, ancak kullanılacağı zaman taşınan bir nesnedir... Bir gün, Sicilya'da sokakta, çok anlamlı bir sahneye tanık oldum. Adamın biri, ötekine arabasını ters park ettiği ve yolu tıkadığı için kızmıştı. Bağırıp çağırıyordu. Öteki, ona şöyle bir baktı, bir küfür salladı ve sanki hiçbir şey olmamış gibi arkadaşıyla konuşmasını sürdürdü. Hır çıkarmak isteyen adam, bir şey demeden çekip gitti. Karşısındaki adamın kendine güvenen halinden, eğer sözü uzatırsa, işin ciddileşeceğini ve kaybedenin kendisi olacağını çok iyi anlamıştı. İşte, Sicilya böyle bir yerdir: İktidarın ve iktidar patolojisinin adası....". Alberto Lattuda'nın yönettiği, 1962 tarihli "Mafioso" adlı filmi izlemenizi de öneririm. Sicilya'yı ve Mafia'yı, hem de Godfather'dan önce çok iyi anlatan bir film.



Mafioso filminin afişi.

Frank Sheeran, kamyonla taşıdığı "A kalite" etleri çalar ve "Skinny Razor = Sıska Ustura"ya bir aracı vasıtasıyla satar. Skinny Razor'u canlandıran Bobby Cannavale rolüne cuk oturmuş. "Friendly Lounge=Dostlar Meyhanesi" adlı mekanın sahibi olmanın yanında, tefecilik ve bahisçilik yapar. Mutfakta, üzerinde atlet, ustura ile bir tavuğun boğazını keserken tanırız kendisini; yüzüne kan sıçrar.


Skinny Razor

Frank, A kalite etleri "Dostlar Meyhanesi"ne boşaltır. Bir süre sonra hakkında çalıştığı firma tarafından dava açılır. Gittiği Avukat Bill Bufalino, mafia babası Russell Bufalino'nun kuzenidir. Bill Bufalino, Frank'e, taşımacılar sendikası başkanı Jimmy Hoffa'nın onlara sağladığı haklardan bahsederek; "Seni işten atmaları kolay değil. Suç ortaklarını ortaya çıkartmaya çalışacaklar. Ben seni her türlü savunacağım. Bana çekinmeden anlatabilirsin..." diyerek susar ve bekler. Frank, avukatın kendi tarafında olduğunu, hiçbir şekilde kendisini yargılamadığını ve işinin suçluları savunmak olduğunu anlayınca gülerek "Çaldım" der. Mahkeme duruşmasında, Avukat Bill Bufalino, Frank'in nasıl işine zamanında gittiğini, ekstra işleri bile yaptığını, suçlamanın hiçbir delile dayanmadığını söyleyince; Yargıç, Frank'i beraat ettirir, üstüne bir de firma temsilcilerini azarlar iyi mi? Bu sonucu Frank bile beklememektedir; şaşırır...

Savcı Falcone, 1986 yılında bir gün, kamu suçundan tutuklu olan Peppino Pes'i hapishanede görmeye gider. Çok sayıda cinayet suçundan hüküm giyen Peppino, kendini yücelterek anlatır Falcone'ye. Onur adamı olma ihtimali de vardır adamın. Peppino, kendisinin gıda kurulunda da görevli olduğunu söyleyince; Falcone şaka olarak "Yoksa siz bu işi daha iyi yemek yiyebilmek için mi yapıyorsunuz?" diye sorar. Peppino, Savcı Falcone'ye hırsla bakarak: "Savcı Bey, ben sadece adam öldürürüm, et hırsızı falan değilim" diye cevaplar soruyu. Bu adamların kendilerine göre bir ahlâk anlayışları var. En büyük suç ve günahlardan olan insan öldürmek onlar için övünülecek bir şey. Sicilya'da aşağılanan "et hırsızlığı" ile işe başlayan Frank Sheeran, tehdit, tahsilat işleri derken sonunda Cosa Nostra'nın askeri yani tetikçisi olacaktır. Suç kariyerinde hızla yükselecektir. Bu yoldaki ilk adımı, beraat ettikten sonra, Bill Bufalino ile kutlama yapmak için Dostlar Meyhanesi'ne giderek atar. O gece hayatı değişecektir...

"...Ve  o gece hayatım sonsuza dek değişti..." diye anlatır Frank Sheeran. Bill Bufalino, Dostlar meyhanesinde kuzeni Russell Bufalino'yu görür ve Frank ile Russell'ı tanıştırır. Oysa onlar daha önce tanışmışlardır. Frank onu hemen tanır ve "Siz kamyonu tamir etmiştiniz" diye hatırlatınca; Russell da "Triger kayışı" diyerek Frank'i hatırladığını gösterir. Russell, Frank'in sert bir adam "tough guy" olduğunu anlar. "Ortam sert adam (altyazı: 'ağır abi' demiş) kaynıyor. Sert adamlardan korkar mısın Frank?" diye sorar Russ; Frank, hayır anlamında başını sallayınca "anlamıştım" der. Bill ve Frank ayrı bir masada otururken; karşılarında ayrı bir masada da iki mafia babası Angelo Bruno ile Russell Bufalino oturuyor. Russell, Angelo'ya, Frank'i göstererek Frank hakkında birşeyler diyor. Frank'in kaderi o gece çiziliyor. Frank, Russell Bufalino'yu o geceye kadar tanımadığını; ancak, gazetelerden Angelo Bruno'yu (Harvey Keitel) bildiğini belirterek; filmin fonunda anlatır: "Bruno, yakın zamanda Philadelphia'nın mafia babası olmuştu. Philadelphia'dan Atlantic City'ye her yer kontrolündeydi". Angelo ile Russ konuşurken görüntü donar altyazı biner: Angelo Bruno, 1980'de evinin dışındaki arabasında otururken  kafasına ateş edilmiş.



Angelo Bruno

O gece, Russell Bufalino ile Frank Sheeran; Sicilya usulü pişirilmiş zeytinli ekmeği Sicilyalılar gibi kırmızı şaraba batırarak yerken bir yandan da sohbet ederler. Frank, II.Dünya savaşında İtalya'da asker olarak görev yaptığı için İtalyanca'yı da bilir. İngilizce-İtalyanca karışık konuşurlar. Frank'in askerde nasıl düşman askeri öldürdüğünü öğrenen Russ, onun çok işine yarayacağını anlar. Frank, Sicilya Adasında Katanya'da (Catania: Sicilya Adasının batısında bir şehir) asker olarak görev yaptığını söyleyince; Russ: "Katanya mı? Ben oralıyım" der. Russell'ın kanı hemen Frank'e ısınır. Artık, Frank Cosa Nostra'nın içine girmiştir. Russell Bufalino'nun ve Angelo Bruno'nun bazı işlerini yapmaya başlar. Mafia'ya girmek zor, mafia'dan ayrılmak daha da zordur.


Frank Sheeran ve Russell Bufalino filmde.

Savcı Falcone: "Mafia'ya girmek, bir dine girmeye benzer: Rahip, nasıl rahipliğinden vazgeçmezse, mafia üyesi de öyledir. Cosa Nostra'ya her önüne gelen katılamaz. Bu 'Suç Üniversitesi', önce belli bir saygınlığı, şiddet eylemlerini yerine getirme yeteneğine sahip olmayı, yani öldürebilmeyi gerektirir" der.(Kitapta, Cosa Nostra'ya üye olan kişi için yapılan tören seremonisi ayrıntılı olarak anlatılır: Uyulması gereken kurallar ve sorumluluklar tek tek sayılır. Hangi eliyle ateş ettiği sorularak, adayın ateş ettiği elin işaret parmağı delinir ve bir damla kanı akıtıldıktan sonra bu kan kutsal bir resmin üzerine bastırılır. Resim yakılarak adayın eline verilir; o da söndürmeden bir elinden ötekine geçirirken 'kurallara karşı gelmektense bu resim gibi yanmayı yeğleyeceğini' söyleyerek yemin eder. Yeni üyeye, Cosa Nostra'ya asla ihanet etmemesi sert bir dille hatırlatıldıktan sonra, örgüte kan bağıyla girdiği ve artık ancak kanla çıkacağı belirtilir...). Tanık Antonio Calderone, Savcı Falcone'ye 1960 yılına ait bir anısını anlatmış. Amcası Katanya'nın ileri gelen Mafia şeflerinden biriymiş. Habis bir ur nedeniyle kaldırıldığı hastanede amcasını ziyaret etmiş. Amcası, Antonio Calderone'ye şöyle demiş: "Bildiğin gibi Cosa Nostra'nın üyesi olan biriyle üye olmayan biri arasında asla örgütten söz edilmez". Sonra içini çekti, uzun süre sessiz kaldı ve yeğeninin de üyeliğe aday olduğunu bildiği halde, sözlerini şöyle sürdürdü: "Pencerenin kenarındaki şu gülü görüyor musun? Eğer onu eline alırsan sana batar. Bak ne kadar güzel. Çok güzel ama, sana batar". Yine bir sessizlik oldu. Son bir gayretle konuştu: "Gece yarısı birdenbire uyandırılma kaygısı olmadan uykuya dalmanın tadını, arkadan vurulma korkusuyla ikide bir geriye dönüp bakmadan yürümenin keyfini, ah bir bilsen!". Bu sözlerin altında şu anlam yatıyordu: "Şu harika güle benzeyen Cosa Nostra'nın emrine girmeden önce iyice düşün, yeğenim. İlk adımını atmadan önce iyice düşün. Çünkü kapıdan girdikten sonra ölüm, keder, ya da en azından hüzün, yakana yapışacaktır". Savcı Falcone bu anlatımı tamamlıyor: "Antonio Calderone 1987 yılında benimle konuşurken, artık çok geride kalmış olan bu üstü kapalı sözleri hâlâ hatırlıyordu: "Amcamın o gün söyledikleri doğruydu".

Frank, Russell ve Angelo adına bazı pis işler yaparken, önüne bir fırsat çıkar; bu voliyi kaçırmak istemez. Whispers adında biri, ırkçı sözlerle, Delaware'de Yahudilerin işlettiği ve sadece Yahudi kadınların çalıştığı Cadillac Çamaşırhanesini yerle bir etmesini ister. "II. Dünya savaşından çıkmış Berlin gibi olsun ve bu iş aramızda kalsın" diye ekler Whispers; Frank'e 2.000 Dolar da avans verir. İş bitince asıl ödemeyi yapacaktır; "Sana yamuk yapılamayacağını bilirim Frank" der. Frank, dinamitleri, benzini hazırlar; keşif yapar. Tam işe başlayacağı sırada Sıska Ustura gelir ve Angelo Bruno'nun kendisini beklediğini söyler. Dostlar Meyhanesinde, oturdukları masada Angelo'nun yanında Russell Bufalino da vardır. Angelo Frank'e, Delaware'de ne yaptığını sorar; Frank de 'Cadillac Çamaşırhanesinin kepenk indirmesini sağlayacağını' ve bu işi ek gelir olsun diye yapacağını söyler. Angelo, 'İşi kimden aldığını' sorar; Frank susar (Mafia üyeleri gerçeği söylemek zorundadır). Angelo, 'Susmanın sırası değil' deyince, Frank işin ciddiyetini anlar ve Whispers'ın adını söyler. Angelo'nun, "İşi kimseye söyleme diye de tembihledi mi?" sorusuna, Frank "Evet"der. Angelo sert bir şekilde, 'Kendisinin Cadillac Çamaşırhanesinin ortağı olduğunu' söyler. Frank, 'bilseydi asla böyle bir şey yapmayacağını' belirterek, anlayışı için Angelo'ya teşekkür eder. Angelo: "Russ'a teşekkür et. Arada Russ olmasaydı Yahudi Mafia'sının eline bırakırdım seni. Russ'ın kıymetini bilmiyorsun sen" der. Frank, bu olaydan sonra Russell Bufalino'ya daha da gönülden bağlanacaktır. Frank, Whispers'ın parasını iade edeceğini söyleyince; Angelo "İade etme. Paraya ihtiyacı olmayacak artık" der. Frank, bu konuşmadan sonra ancak bir kadeh içkiyle kendine gelebilir. Ertesi gün, Whispers bir sokakta beklemektedir. Frank, elleri deri montunun cebinde, buluşma yerine doğru yaklaşır... Whispers: "Hangi yönden geleceğini bilemediği...." derken daha cümlesini tamamlayamadan; Frank elini montun cebinden çıkartır ve kısa namlulu tabancayla Whispers'ın suratına iki defa sıkar. Whispers'ın gittiği yerde gerçekten paraya ihtiyacı yoktur artık... Frank, suikast silahını Schuylkill nehrindeki klasik yere atar. Nehrin dibi adeta cephanelik gibidir. Frank, cinayetlerde hep sıfır silah kullanmakta, cinayetten sonra silahı nehirdeki klasik yere atmaktadır. Böylece geride hiçbir delil kalmamaktadır. Russell adına işlediği cinayetlerden para almaz; Russ başka iyiliklerle öder Frank'e borcunu...

Frank, Russell Bufalino'yu anlatıyor: "Russell'ın her tarakta bezi vardı. Pittston'da Penn Perdecisi diye bir dükkanı vardı. Her şeyi oradan idare ediyordu. Tanrı bilir ne işler çeviriyordu. Kesin ortakları vardı. İlla bir ortak olur. Tüm para tek kişiye yâr olmaz. Ama herkes Russ'ı dinlerdi. Orası kesin... Rüşvet verilecek bir yargıç mı var; Russell'a sorardın. Ne kadar vermen gerek, Russell sana söylerdi. Bir adamını terfi ettirmek mi istiyorsun; yapıp yapamayacağını Russ söylerdi. Birilerinin ortadan kaybolmasını mı istiyorsun; Russ'tan izin alırsın. Başka yolu yoktu. Tipine baksan ummazsın, ama tüm yollar Russ'a çıkar". Akan sekansları Russ'ın sesi tamamlar: "Birinden bir şey yapmasını istersem bizzat yapmasını isterim. Bana dönen iki yol istemem"...

Mafia'nın yasadışı işler yanında bu işlerden elde ettiği kaynaklarla yasal işleri de büyük bir etkinlikle yaptığını anlatır Savcı Falcone; Mafia'nın ekonomik asalaklığının nedenlerini araştırırken, "Kendi kendimize sormuştuk: Böylesine akıllı, zeki, uyumlu, girişken olan Mafia üyeleri nasıl olur da asalaklığı seçerler? Yanıt çok kolaydı: Çünkü en kolay yol budur" der. Mafia, eskiden "Guardiania"yı uygularmış; yani, büyük toprak sahiplerinden kendi adamlarını bekçi olarak görevlendirmelerini isteyerek onlardan para koparırmış. Toprak sahipleri gözetilme ya da koruma istemeseler bile onları zorlarmış Mafia. Böylece, kendi hiçbir şey üretmediği halde, ötekilerin üretim etkinliklerinden para kazanırmış. Daha sonra bu "Asalak Örgüt" değişime uğramış. Savcı Falcone bu değişimi anlatıyor: "Mafia üyesi sadece işveren olarak kendini gizlemekle kalmayıp, Cosa Nostra'ya bağlılığından ileri gelen bu fazladan üstünlüğü kullanarak gerçek bir işyeri yöneticisi konumuna gelmiştir. Bu değişim, önce tütün, sonra da uyuşturucu kaçakçılığından oluk gibi akan paranın değerlendirilmesi sonucunda olmuştur. İgnazio ve Nino Salvo, böylece gerçek birer işyeri yöneticisi olmuşlardı. İgnazio, 1984 yılına dek vergi toplayan resmi bir acentanın sorumlusuydu. Stefano Bontate de iyi bir menajerdi. Cuntreralar ile Caruanalar, Kanada ve Venezuela'da 60'lı yıllardan günümüze dek (90'ların başı), çok sıkı çalışarak gerçek birer imparatorluk kurdular. Leonardo Greco, Palermo'da bir dökme beton fabrikasının sahibi. Antonio Calderone'nin Nice'te çok iyi iş yapan bir kuru temizleme dükkanı vardı. İnzerillolar, Spatolalar, Teresiler kendi alanları olan inşaat sektöründe deneyimli birer işyeri yöneticisi, ama aynı zamanda Mafia üyesiydiler. Rosario Spatola, çalışma hayatına 50'li yıllarda seyyar sütçü olarak başlamıştı ve 1978 yılında Palermo'nun en büyük kamu ihalesini kazanmıştı: Dar gelirliler için 422 dairenin inşasını üstlenmişti. Mafia üyelerinin hiçbir şey yapmadıkları, tehdit ve şantaj yoluyla elde ettikleri paraların idaresiyle yetindikleri söylenemez. Bu sadece bir efsanedir. Hayır, onlar çalışırlar, paralarının değerlendirmeyi bilirler ve ciddi bir biçimde işlerini yönetirler. 'Mafia'nın Papası' olarak anılan Michele Greco, kendi topraklarında oldukça iyi iş görüyordu. Tarım alanında pek deneyimliydi. Tıpkı, Rosario Spatola'nın, inşaat alanında olduğu gibi. Genele bakıldığında, eğer bir Mafia üyesi 'ben namusumla çalışırım' derse, bunun tümüyle yanlış olmadığını kabul etmek gerekir. Mafia'nın gerçek asalaklığı, büyük toprak sahiplerinin umursamazlığı sonunda yaygınlık kazanmıştır. Bu alanda adım adım ilerlemişler, onların kendi toprakları üzerindeki yönetim haklarını ellerine geçirerek, sonunda mal sahibi olmuşlardır. Mafia üyeleri, 1970-1990 arasında, kendilerini yasa dışı kaynaklardan yararlanarak yasal ekonomiye doğrudan girecek durumda hissetmişlerdir...

"Don Vito Carleone'nin (The Godfather=Baba filmindeki) temel bir logos'u vardır: Emirlere sorgulanmadan uyulması gerekir; tıpkı kutsal kitaplara ve Tanrı kelâmına sorgulanmadan uyulması gibi" ("The Godfather Mitosu"-Hakan Bilge). Savcı Falcone anlatıyor: "Cinayet, bizlerin gözünde ne denli acımasız, vahşi, insanlık dışı olursa olsun, bir onur adamı kendi kendisiyle gururlanabilir, örgüt içinde değeri artar. Cosa Nostra boyun eğme kuralı üzerine kurulmuştur. Bir onur adamının emirlere uymaktan başka çaresi yoktur. Öldürmesi gerekiyorsa, öldürmenin normal olduğunu düşünür. Hiç düşünmeden öldürür. Hiç soru sormadan öldürür. Kaygılarını belli etmeden, daha doğrusu hiçbir kaygı duymadan öldürür. Ayrıca hiç acıma belirtisi de göstermemelidir. Eğer, kazara, öldürüp öldürmeme konusunda bir kuşku duyarsa, kendisi ölü bir adam olacaktır. Genelde, bir şiddet eylemine katılmak isteyenler, sert ve keskin bir mantığa uymak zorundadır. Yoksa, Cosa Nostra, böylesine ürkütücü bir örgüt durumuna gelmezdi". Mafia örgüt şemasında: Onur adamları ya da askerler bir temsilci seçerler. Temsilcinin üzerinde, "capo decina" denilen, on kişiden ya da daha fazlasından sorumlu kişiler bulunur. "Capo decina"nın da üzerinde "aile reisi" vardır. Aile reisi, "capo mandamento" denilen yerel şef tarafından denetlenir. Yerel şef, "komisyon"un üyelerinden biridir. Komisyon da kendisine bir "temsilci" seçer ve eyalet komisyonunda yer almasını sağlar. Bölgesel komisyon ya da Coupole, Cosa Nostra'nın tüm eyalet sorumlularından oluşmuştur: Bu; Örgüt'ün gerçek hükümeti sayılır. Bölgesel komisyon'un kararları her ne pahasına olursa olsun uygulanmalıdır (Cosa Nostra kitabından özet).



Mafia askeri emri uyguluyor.Godfather filminden.

"İrlandalı'nın hikayesine dönelim. Frank, bir gün evinde kızı Peggy'nin üzgün olduğunu fark ederek nedenini sorar ve mahalledeki bakkalın Peggy'yi eliyle iteklediğini öğrenir. "Gel benimle" diyerek kızının elinden tutar; bakkala girerler; bakkal, açıklama yapmaya çalışırken camlardan kaldırıma fırlar; Frank Sheeran, bakkalı tekmeler ve elini de ayağıyla ezer. Frank'in kişilik yapısına tanık oluruz bu olayda. Yalnız, sahne (kamera çekim açısıyla tekme atma illüzyonu), o kadar amatörce çekilmiş ki ne Martin Scorsese'ye ne de Robert De Niro'ya yakışmış. Martin Scorsese, 1990'da yaptığı "Goodfellas"ta olduğu gibi; temas anını göstermeden, kamerayı ayağın altına koyarak tekmeleme sahnesini çekebilirdi veya dublör kullanabilirdi. Robert De Niro da, vurmaya değil vurmamaya çalışarak tekme atmış. Eee! Yaş ilerlemiş tabi; oysa 1973 tarihli, yine Martin Scorsese'nin yönettiği "Mean Streets"te, De Niro'nun canlandırdığı Johnny Boy karakteri, bilardo masasının üzerinden makineli tüfek gibi tekme atıyordu. Hey gidi gençlik hey! Martin Scorsese, karakterlerin gençlikleri için başka oyuncular bulup oynatmaktansa; parayı, karakterleri gençleştirmek için CGI De-aging (gençleştirici özel efekt) kullanımına harcamış. Özel efektlerle inanılmaz sahneler izlediğimiz son yılların Dünya sinemasında, böyle bir amaç için özel efekt kullanılmasını ben olumlu ve yenilikçi buldum. Bu şekilde küçük bir mucizeye tanıklık ettik. Robert De Niro da: "Aktörlük kariyerime 30 yıl daha eklediği için Marty'ye teşekkür ederim" demiş. Peggy, bakkalı tekmeleme ve elini ezme sahnesinde, babasını biraz daha yakından tanır ve sorunları ne şekilde çözdüğünü görür.

Russell Bufalino, Dostlar Meyhanesinde otururlarken; telefonda birisiyle konuşturur Frank'i ve o gün, Frank'in hayatındaki dönüm noktalarından biri olur. Bir milyondan fazla üyesi olan Kamyoncular  Sendikasının Başkanı Jimmy Hoffa, filmde şöyle tanıtılır: "O devirde bu memlekette onu tanımayan yoktu. 50'lerde Elvis kadar ünlüydü. 60'lardaysa Beatles gibiydi. Başkan'dan sonra ülkedeki en  nüfuzlu adam oydu".



Jimmy Hoffa

Russ: "Bir dostumuz var tepelerden. En yükseklerde ! (Top!). Biraz korunmaya ihtiyacı var. Yardımcı olur musun?" diye sorar Frank'e; aslında bu bir emirdir. Frank: "Kim?" diye sorunca; Russ: "Jimmy Hoffa" der. Frank telefonu alır eline. Selamlaşma ve kendini tanıtmalardan sonra;

-Jimmy Hoffa (Al Pacino): "Duyduğuma göre evleri boyuyormuşsun?"
-Frank Sheeran: "Evet. Evet efendim, doğru. Ufak tefek marangozluk da yaparım".

Frank, cinayetleri işledikten sonra delilleri yok etme ve temizlik işini de kendisinin yaptığını anlatır bu üstü örtülü  konuşmada. Hoffa'nın kendine güveninden ve etkileyici ses tonundan dolayı; telefonu kapatınca, Frank, Russ'a hitaben: "General Patton'la konuşuyorum sandım" der (General Patton, II. Dünya Savaşının ünlü komutanı; Frank A.B.D ordusu adına İtalya'da askerlik yaparken komutanı Patton'du). Frank, Hoffa'nın isteği üzerine Chicago'ya gider. Frank ve Hoffa, çift odalı bir suit'te birlikte kalmalarına rağmen, Frank'i otel kayıtlarında bile göstermezler. Jimmy Hoffa, Mafia ile ilişkilerini gizlemek istemesine rağmen geçen zamanla birlikte gelişen olayların sonucunda başı çok büyük belaya girecektir. Frank, Hoffa'nın adamı Joey ile birlikte, taksicilerle ilgili hakim sendika olma mücadelesini kazanmak için onlara yardım eder kendi usulünce; taksiler rıhtımdan denize itilir, Frank'in Candy (bonbon şekeri) dediği dinamit lokumlarıyla patlatılır.  Joey, Frank'e, Jimmy Hoffa'nın özelliklerini şöyle anlatır: "Jimmy'yi asla bekletme. Zaman onun için en değerli şey. Jimmy asla içki içmez, bu yüzden yanında içme". Rapor vermek için Jimmy'nin yanına gitmeden önce Joey, bir karpuza bıçakla bir delik açar; votka şişesinin ucunu o deliğe sokar ve votka ağır ağır karpuz tarafından emilir. Bir araya geldiklerinde Joey, bir yandan dilim dilim karpuz yemekte, bir yandan da yaptıklarını neşeli hareket ve jestlerle anlatmaktadır. Bu sırada Frank de karpuz yemektedir. Jimmy Hoffa, karpuzun normal bir karpuz olmadığını, "neşeli karpuz" olduğunu anlar; çünkü çok zeki ve lider özellikli bir adamdır o. Sonra şu diyalog geçer aralarında:

-Jimmy: "Karpuzu çok seviyorsunuz!"
-Joey: "Bir dilim de siz almaz mısınız?"
-Jimmy: "Hayatta olmaz".

Frank Sheeran ile Jimmy Hoffa'nın aileleri de kaynaşırlar. Frank ile Jimmy çok iyi bir dostluk bağı kurarlar. Jimmy, Frank'e artık hayatını bile emanet edecek kadar çok güvenmektedir. Jimmy Hoffa ile eşi Josephine'in çocukları büyüyüp gittikleri için; Frank'in çocuklarına çok ilgi gösterir Jimmy Hoffa. Özellikle Frank'in kızı Peggy'ye tüm sevgisini verir, ona şefkatle davranır. Peggy de Jimmy ile iyi anlaşır. Peggy'nin yüzü gülmeye başlar Jimmy'nin yanındayken. Çocukların sezgileri güçlüdür. Oysa, daha önce ailece bowling oynarlarken; Russell Bufalino, Peggy'yi güldürmek için şöyle bir espri yapmıştı: "Tanrı göğü neden bu kadar yüksek yapmış? Kuşlar kanat çırparken kanatlarını çarpmasın diye". Peggy gülümsememişti bile. Russ, Frank'e şöyle demişti, Peggy ile ilgili olarak: "Benden korkmasını anlarım da senden korkmasın". Peggy, Noel'de Russ'ın ona aldığı pahalı hediyelere sevinmemiş, hatta teşekkür bile etmemişti. Peggy, Jimmy Hoffa'nın yaptığı her espriye güler. Birlikte oyun oynarlar, dondurma yerler. Peggy, Frank Sheeran'ın içindeki sönüp gitmiş iyi tarafın temsilcisi gibidir. Bazı şeyleri farketmeye başlamıştır. Babasında artık kalmayan vicdan onda mevcuttur. Frank, kızını ve Hoffa'yı kıskanç bakışlarla izlerken düşünür kendi iç sesiyle : "Benim çevremde "sıska", şişko", "çılgın", "kambur", "moruk" gibi herkesin bir lâkabı var; Jimmy'nin lâkabı yok. Peggy Jimmy'nin işini de sevdi; Jimmy kimsenin elini de ezmez". Peggy, sanki öz babasından göremediği baba sevgisini, şefkatini ve ilgisini Jimmy Hoffa'da bulmuş gibidir. Sınıfında, derste Jimmy Hoffa'yı ve onun işçilere kazandırdığı hakları anlatır. Tennessee Williams'ın oyunundan uyarlama, Richard Brooks'un yönettiği 1962 tarihli "Sweet Bird of Youth=Gençliğin Tatlı Kuşu" filminde, Paul Newman'ın canlandırdığı Chance Wayne karakteri şöyle der: "İnsanlar arasındaki büyük fark: Zengin, fakir, iyi, kötü değil; insanlar arasındaki en büyük fark: Sevginin keyfini yaşayanlarla yaşamayanlar arasındadır". Jimmy Hoffa, yanlış işler yapsa da sevginin keyfini yaşayabilmekte ve yaşatabilmektedir.



Frank Sheeran, Peggy ve Russell Bufalino

Las Vegas'ta kumar ve eğlence merkezi kurmak için, Kamyoncular sendikası fonlarından 1.5 milyon dolar kredi isteyen Gottlieb ile Jimmy Hoffa arasındaki görüşme sahnesi sürerken; Frank Sheeran anlatır : "Sendikanın emeklilik fonunda sekiz milyar dolar vardı ve her kuruşu Jimmy'nin kontrolündeydi... Gottlieb gibilere Jimmy'nin kredi vermesini sağlayan Russ'tı, bundan da % 10 komisyon alırdı. Krediyi bankalardan çekemiyordun çünkü para kumar içindi. Yalan yok. Öyleydi. Banka para vermiyordu. Mafia da Kamyoncular Sendikasına gidiyordu. Las Vegas'ı inşa eden parayı Kamyoncular Sendikası verdi". Hoffa kredi işlemleri için Allen Dorfman'ın sigorta şirketini kullanmış; 1979'da Chicago'da park yerinde Allen Dorfman'ın kafasına sekiz kurşun sıkılmış.

Savcı Falcone: "Aslında Mafia mantığı, iktidarın mantığından başka bir şey değildir ve sadece bir tek kıstas yoluyla yorumlanabilir: Tek kıstas, belli bir amaca hizmet etmesidir" diyor. Mafia ile Jimmy Hoffa'nın başında bulunduğu Kamyoncular Sendikasının ilişkileri, taraflar karşılıklı çıkar sağladığı sürece yolunda yürür. Eğer Jimmy Hoffa, Mafia'nın çıkarlarına zarar vermeye başlarsa (yoluna taş koyarsa) ya da bu çıkarları tehlikeye atacak bir tehdit olarak görülürse ortadan kaldırılması gerekir (bileti kesilir). Bu ilişki: Para, güç ve çıkar ilişkisidir. Hakan Bilge'nin yazdığı "The Godfather Mitosu" kitabından bir alıntı: "Yönetmen Coppola ve Romancı Puzo ısrarla yozlaşmanın doğasına dikkat çekerler. Yozlaşmanın başat kaynağı iktidar ve güç odaklarıdır. İktidar, öteki'ne baş eğdirme üzerine kurulur".



Bonasera, Don Vito Corleone'ye boyun eğiyor. Don Vito, mağrur ve kibirli. Sonny izliyor sahneyi.

Savcı Falcone: "Cosa Nostra, Devlete koşut giden ekonomik gelişmenin dengesizliklerinden yasadışı davranışlarla çıkar sağlayan ve kendisine karşı gelindiğinde, şiddetle tepki gösteren bir örgüttür. Hiç unutmamamız gereken nokta, Mafia'nın; topluma ve toplum kurumlarına oranla daha esnek, daha uyumlu, daha işlevsel bir örgüt olduğudur... Mafia; toplumun her kesiminden çok sayıda koruyucu, hami, suç ortağı, muhbir, her türden borçlu, küçük ya da büyük şantajcının, tehdit edilen ya da haraca bağlanan kişinin üstünde rahatça dengede durarak yaşamaktadır... Mafia, eylemlerinin sonucunda, sadece kendi üyelerinin yararına (bedeli halka ödeterek) çalışan karşılıklı bir yardım kuruluşudur...Cosa Nostra, Kilise kadar güçlüdür, bütün eylemleri aracılığıyla, ideolojisini açığa vurur ve şeflerinin birine "Papa" adının takılması da boşuna değildir!" diyor.

Uyuşturucu kaçakçılığından elde edilen büyük kazançların, kâr sahiplerine yasal yollardan ulaşması olanaksız olduğu için gizlilik tercih edilir. Bu kirli paranın aklanıp, bir yurt edinmesi için gerekli mali işlemleri, "beyaz gömlekliler" adıyla anılan uluslararası maliye uzmanları üstlenir. Bu kişiler, yasadışı yollardan elde edilmiş sermayeyi daha elverişli olan, vergi cenneti diye de bilinen ülkelere kaydırarak örgütlü suça hizmet ederler. Aklama operasyonu, kazancı, yasadışı kaynağından uzaklaştırmaya dayanır. Bu işlemlerin izini sürmek hep uzun zaman alır ve pek dolambaçlı bir çalışma gerektirir. Ünlü bir bankacının dediği gibi: "Paranın ayakları ve yüreği tavşanın ayaklarına ve yüreğine benzer". Yani, para da tavşan gibi en ufak tehlikede bile tüyer. Yasadışı birikimler, çok ender olarak bir tek ülkede değerlendirilir. Eğer günün birinde, suç örgütlerinin mali yatırım olanakları ellerinden alınabilirse, en önemli kozlarını kaybedecekleri kesindir. 1986 yılında, kendinden kuşkulanılan bir İtalyanın, İsviçre  bankalarındaki üç hesabının 1981-82 yılları arasında birdenbire önemli iniş çıkışlar olduğu Savcı Falcone'ye bildirilir. Bu hareketliliğin, uyuşturucu kaçakçılığından kaynaklandığı akla yakındır. Falcone, İsviçre yetkililerinden, belgeleri incelemek için izin ister. İzin verilir. Ama, tam o sırada, bu üç hesap da kapatılır. Soruşturma sürer. Bu hesaplardaki para olan beş milyon doların bir Panama şirketinin hesabına kaydırıldığını fark eder Falcone. Panama şirketi de hesabı ikiye böler: 2.5 milyon doları bir New York Bankasına, diğer 2.5 milyon doları da Montreal'de bir bankaya gönderir. Paranın yolculuğu 1991 yılına dek sürer. Beş milyon dolar, günün birinde yeniden buluşup, İngiltere/Guernesey'de bir şirket hesabında birleşir. Bu şirket, paranın sahibi İtalyan (bay x diyelim) adına, beş milyon doları beşe böler ve bankada beş ayrı hesap açar. Paralar, buradan tekrar İsviçre'ye hareket eder ve Falcone'yi kuşkulandıran ilk bankanın yakınındaki bir bankaya iniş yapar. İsviçre yetkililerinden tekrar inceleme izni alınır. Falcone tarafından yapılan araştırma sonucunda: Beş milyon doların yavruladığı anlaşılır. Artık onbeş milyon dolar olmuş ve beş ayrı hesaba dağılmışlardır. Paraların bu inanılmaz yolculukları, 1991 yılında, İsviçreli bir savcının hesaplara el koydurtmaya karar vermesine dek sürer. Soruşturma yürüten her kamu görevlisi Falcone kadar başarılı olamaz. 1970'li yılların ikinci yarısında, Palermo Havaalanında, içi 500.000 dolarla tıka basa doldurulmuş bir valiz bulunur. Komiser Boris Giuliano, soruşturmayı yürütmekteyken, Signor Giglio adında birinin kentteki banka hesabına 300.000 doları nakit olarak yatırdığını öğrenir. Hemen bankanın müdürü Francesco Lo Coco'ya gider ve sorar: "Kim bu Giglio?". Müdür: "Hiç bilmiyorum" diye cevap verir. Komiser: "Size geldiği an bana haber verin" diyerek ayrılır bankadan. Gerçek sonra ortaya çıkar: Banka müdürü Lo Coco, Santa Maria di Gesu adlı Mafia ailesinin Şefi olan Stefano Bontate'nin yeğenidir ve Signor Giglio diye biri gerçekte yoktur. Lo Coco'nun kendisi, Bontate ailesinin hesabına bu parayı yatırmıştır. Komiser Boris Giuliano, kurdun ne yaptığını araştırırken, kendini kurdun dişleri arasında bulur ve 1979'da öldürülür (Cosa Nostra kitabından özet).

ABD'deki siyasi gelişmeler, Cosa Nostra'nın ve Kamyoncular Sendikasının bu gelişmeler karşısındaki tutumu, filme konu olan kişilerin yaşamını doğrudan etkileyecektir. Kader ağlarını onlar için örmektedir. Jimmy Hoffa, açık bir biçimde Kennedy'lerin karşısındadır. Russell Bufalino ve Cosa Nostra, Kennedy'leri desteklemekle kalmayıp; John F. Kennedy'nin seçimi kazanması için, etkili oldukları Illinois gibi bazı seçim bölgelerinde hile bile yaparak aktif olarak çalışmış. 1961 Yılının Ocak Ayında John Fitzgerald Kennedy (JFK), 35. ABD Başkanı olarak seçilir. İrlanda kökenli Katolik bir aileden gelen JFK'nin başkan seçilmesine; Jimmy Hoffa, ağız dolusu küfürler ederken, Cosa Nostra üyeleri ve birazdan tanıtacağımız Tony Pro sevinmektedir.



Başkan John F. Kennedy ve oğlu John F. Kennedy Jr.Sene 1963.

Sonrasını Frank'ten dinleyelim: "John, kardeşi Robert ("Bobby" diyorlar) Kennedy'yi Adalet Bakanı yaptı. O da ilk iş olarak, Jimmy Hoffa'nın peşine düştü; çünkü Jimmy, sendika kasasından Nixon'ın seçim kampanyası için 500.000 dolar vermişti. Bobby, Adalet Bakanı olunca, istediğini hapse gönderme yetkisi eline geçti".


Robert Kennedy

FBI, polis teşkilâtı, denetim elemanları, Kamyoncular Sendikasının üzerine gelirler. Gizli dinlemeler yapılır. Hesaplar didik didik incelenir. Jimmy Hoffa, araştırma komisyonunda bizzat Robert Kennedy tarafından sorgulanır. Jimmy Hoffa için zor günler başlamıştır ve bu sadece başlangıçtır. Jimmy Hoffa ile uğraşan sadece Bobby değildir; bir de başının belası, "Tony Pro" denilen Anthony Provenzano vardır. "Küçük Adam" da denilen Tony Pro, hem Jersey Mafiasının başı hem de sendikacıdır. Kamyoncular Sendikasının 560. Şubesinin Başkanıdır. Hesapçı ve kinci bir ufak adamdır. Frank anlatıyor, Tony Pro'nun ne mal olduğunu: "Tony Pro, 'Üç Parmak' Tony Castellito'yu, Sally Bugs'a boğdurttu. Tek sebebi de Üç Parmak'ın sendikada yükselmeye başlamasıydı. Üç Parmak'ı daha sonra ağaç öğütücüsüne atmışlar... Böylece Üç Parmak, Tony'ye mezardan bile rakip olamayacaktı". Sally Bugs denilen Salvatore Briguglio da, 1979'da yüzüne üç el ateş edilerek öldürülmüş...


Tony Pro

Savcı Falcone: "Mafia'nın tek ölçüsü, en kısa ve en ucuz yolu seçmektir. Tek kıstası budur. Herhangi bir yönteme bağımlılığı yoktur. Tüm cinayet yöntemleri arasında Mafia'ya en uygun olanı 'lupara bianca=boğmak'dır. Bu; belirlenen kurbanı, saf ve temiz bir biçimde, en kısa yoldan, cesette en ufak iz bırakmadan, hatta mümkünse tek damla kan akıtmadan ortadan kaldırma yöntemidir. Mafia, genellikle sessiz, dikkat çekmeyen eylemleri tercih eder. Bu yüzden, boğarak öldürme Cosa Nostra'nın birinci tercihidir... Boğulduktan sonra, ceset, asit dolu bir bidonda eritilip rahatlıkla dipsiz bir kuyuya ya da herhangi bir deliğe atılabilir. Mafia'nın mantığı gayet basittir. Kurbana, bir çiftlikte, bir garajda, ya da bir ambarda randevu vermek, işi yarı yarıya halletmek demektir..." şeklinde açıklar bu konudaki bilgisini.

Cosa Nostra üyelerinin söylediklerine göre: Joseph (Joe) P. Kennedy (Baba veya Sr.Kennedy), gençlik yıllarında Mafia ile işbirliği yapmış; JFK'nin Başkan seçilmesinden sonra Joe Kennedy, oğlu John'a, "Başkan seçilmeni kimlere borçlu olduğunu unutma" demiş. Frank anlatıyor: "Jimmy'nin müşterilerinden biri, Sam 'Momo' Giancana'ydı. Kennedy'lerin babası, içki yasağı yıllarında onun babasıyla iş yapıp zengin olmuş. Kennedy'lerle o tarihten itibaren dostlar. Momo, Sinatra ve Kennedy'lerle takılırdı. İster inan ister inanma: Momo ve Kennedy'lerin sevgilisi aynı kızdı. Birlikte. Aynı anda. Manyaklığa bak hele". Frank, burada Marilyn Monroe'yu kastediyor.

Marilyn Monroe, JFK'nin Başkan seçildiği 1961 yılında 3. Kocası yazar Arthur Miller'den boşanmıştı. JFK'nin, eşi Jacqueline Kennedy yanında, sevgilisi olarak Marilyn Monroe ile ilişkisi olduğunu; basın, FBI dahil birçok kişi biliyordu. Aptal sarışın rollerinde çok oynayan Marilyn Monroe, aslında akıllı ve yetenekli bir aktrist. Marlon Brando, Robert De Niro, James Dean, Jane Fonda, Dustin Hoffman, Anthony Hopkins, Paul Newman, Anthony Quinn, Robert Redford, Al Pacino, Eli Wallach gibi büyük oyuncuların eğitim gördüğü "Actors'Studio"ya devam etmiş. En tepelere yükselerek bir icon'a dönüşmesi fırsatlar ülkesi Amerika'yı; büyük trajediler yaşaması da, sadece güçlü olanın ayakta kaldığı yalnızlar ülkesinin bir ferdi olduğuna işaret eder. Onun, maske gibi gülüşünün ardında, mahzun, küçük ve yaralı bir kız çocuğu vardı. Hep arzu nesnesi gibi görüldü. Marilyn Monroe'nun, 5 Ağustos 1962'de aşırı doz barbitürat kullanmaktan öldüğü belirtilse de; ölümü ile ilgili pek çok spekülatif haber yapıldı...



Marilyn Monroe

Frank devam ediyor anlatmaya: "Joe Kennedy'nin oğlunu Başkan seçtirmek Mafia için kolay işti. Illinois'te kazanmaları için hile yapmışlar. Karşılığında yeni Başkan, Castro'yu Küba'dan defedecekti. Mafia'da, eskiden Havana'da sahip olduklarını geri alacaktı". Russell Bufalino, Meyer Lanski ile birlikte, Küba'da devrim öncesi General Batista'nın Başkanlığı döneminde, kumarhane sahibiymiş. Baba II filminde de gördüğümüz gibi, kurulu düzenin altüst olduğu kaotik devrim günlerinde, Mafia herşeyi ardında bırakıp apar topar Küba'yı terketmişti. Mafia, Küba'da eski günlerin özlemi içindedir. Tabii Russell Bufalino da. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için faaliyete geçerler. Frank, bir TIR dolusu silahı, CIA ajanlarının kontrolü altında, Küba'da Castro'yu devirmek isteyen kişilere teslim eder. 16 Nisan 1961'de, CIA tarafından eğitilen ve finanse edilen 1.500 kadar Kübalı sürgün, Küba'nın güney kıyılarında denizin toprağa sokulduğu ücra bir yer olan Domuzlar Körfezinde (Bay of Pips), başarısızlıkla sonuçlanan bir işgal girişimi başlattı. Amaç: Fidel Castro ve devriminden kurtulmak; komünist olmayan ve ABD'ye dost bir hükümetin iktidara gelmesini sağlamaktı. Ama küçük düşürücü bir yenilgiye dönüşen bu girişim, Küba'yı Sovyetler Birliği'nin kollarına itti. Castro, kendisini tehdit altında hissedince, Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev'den (Nikita Khruschchev) Küba'ya nükleer füzeler yerleştirmesini rica eder. Kruşçev de bu talebi kabul eder. Domuzlar Körfezi çıkarmasından sonra ABD ile Küba arasındaki gerginlik, Sovyetler Birliği'nin Küba'ya nükleer başlıklı Ekim füzelerini yerleştirmesi ile daha da artar ve Sovyetler Birliği ile ABD'yi savaşın eşiğine getiren "Küba Füze Krizi=Cuban Missile Crisis" çıkar. 1962 Ekim'inde, Dünya gündemine bomba gibi düşmüş, 13 gün boyunca nükleer savaşın soluğunu iliklerde hissettirmiş ve soğuk savaş'ın (cold war) tepe noktasını oluşturmuş bir olaydır bu. Sovyetler Birliği'nin, Küba'ya yerleştirdiği nükleer başlıklı balistik füzeler, Washington'u da Panama'yı da vurma kapasitesine sahipti.  ABD buna göz yumamazdı.  O da karşı hareket olarak Türkiye'ye nükleer başlıklı Jüpiter füzelerini yerleştirir. 13 gün boyunca yapılan zorlu görüşmelerden sonra, nükleer başlıklı füzelerin kaldırılması kararlaştırılır. Nükleer silahların, Dünya'yı topluca havaya uçurmasının nasıl bir an meselesi olduğu anlaşılarak; bu krizden sonra Kruşçev ve Kennedy'yi birbirine bağlayan özel telefon hattı çekilmiştir.

Filmde bu olayları, ya bir cafe'de ya da bir evde televizyon haberlerinden izleriz. 22 Kasım 1963 günü Başkan Kennedy, Dallas'ta kortej geçidi esnasında, Lee Harvey Oswald tarafından, çevredeki bir binanın 6. Katından yapılan tüfek atışıyla öldürülür. Suikasti gerçekleştiren Oswald, yakalandıktan 2 gün sonra, Dallas karakolunda Jack Ruby tarafından öldürülür. Üstelik FBI'a Oswald'ın öldürüleceği ihbar edilmesine rağmen. Daha sonra Kennedy suikasti ile ilgili çeşitli komplo teorileri üretilir. Abraham Lincoln, James Garfield ve William McKinley'den sonra suikast sonucu öldürülen dördüncü Başkan olan JFK'ye bence biraz haksızlık yapılmış filmde. Amerika'nın, özgürlüklerden yana demokrat insanları ve onların çocukları hâlâ unutamazlar JFK'yi. "Cesaret ve Fazilet Mücadelesi" adlı kitabında: "Demokrasi kusursuz bir rejim değildir, ancak gelmiş geçmiş rejimlerin en iyisi olduğuna inanıyoruz. Demokrasi insana değer veren, düşünce özgürlüğüne inanan rejimdir. Demokraside her vatandaş erdemli ve cesur olabilmelidir. Cesaretimizi göstermek, faziletimizi ispat etmek fırsatı, hepimizin er-geç önümüze çıkan bir fırsattır. Hayat bize, kendi kendimizi ispat etme fırsatını daima verir. Ancak herkes, kendi için gerekli olan cesareti  yine kendi ruhunda aramalıdır" diye yazmış JFK. Bobby denilen kardeşi Robert Kennedy de 1968 yılında, Los Angeles'ta bir süikast sonucu öldürülür.



Frank Sheeran, TV haberlerinden Kennedy süikastini öğreniyor.

JFK'ye yapılan suikasti bir cafe'de öğrenirler Frank Sheeran ve Jimmy Hoffa. Çalışanlar ve müşteriler dahil herkese bir sessizlik çöker. Bazı kadınlar ağlamaklı olur. Bazen, ekonomik ve sosyal koşulların oluştuğu zamanda, birisi, seçimle veya başka yollarla bir ülkenin başına geçer; o ülkede yaşayan herkesin hayatı olumlu veya olumsuz etkilenir bundan. Bazen de bir ülkenin başkanı öldürülür; yine o ülkede yaşayan herkesin hayatına bir şekilde etki eder bu olay. JFK'nin öldürülmesi, Jimmy Hoffa'nın ve Frank Sheeran'ın hayatını değiştirir. Bobby'nin Adalet Bakanlığının sona ermesine karşın, Hoffa'nın aleyhine açılan dava devam etmektedir. Hoffa'nın ekibi, jüri üyelerini etkilemek için bazı dalavereler çevirmişlerdir. Yargıç kararını açıklar: "Mr. Hoffa, bu ülkenin ruhuna zarar vermekten suçlu bulundunuz. Bu ülkenin ruhu, hukukun kutsal işleyiş biçiminde saklıdır. Adalet yerini bulmalıdır. Bu süreçlere zarar verme çabalarınızdan ötürü cezanızı çekeceksiniz". Jimmy Hoffa, dört yıl yattıktan sonra, Nixon'un yeniden seçim kampanyasına el altından 500.000 dolar vererek Başkan tarafından affedilir ve şartlı tahliyeyle hapisten çıkar. Tony Pro'ya haraç kesmekten yedi yıl verdiler. Jimmy Hoffa da Tony Pro da lewisburg'daki hapishanede yattılar. Biri içerde biri dışarda iki kavga çıktı aralarında. Hoffa hapisteyken, yardımcısı, Frank "Fitz" Fitzsimmons, tamamen Cosa Nostra'nın kontrolüne girdi. Fitz, yeşil çayırlarda seçkin kişilerle golf oynarken, Kamyoncular Sendikasının emeklilik fonundan; Mafia üyeleri istedikleri kadar para aldılar.                                             


"Fitz"

Bu arada, Frank, Joseph "Crazy Joe" Gallo'yu, polislerin "karı tabancası" dediği 32'likle, New York'un İtalyan Mahallesindeki "Umbertos Clan House" adlı İtalyan restoranında vurarak öldürdü. Çok pis işler yapan Crazy Joe, stand-up sanatçısı Don Rickles'ı izledikleri gece hem Russell Bufalino'yu hem de Frank Sheeran'ı aşağılayıcı davranışlarda bulunmuştu.


"Crazy Joe"

Jimmy Hoffa, hapisten çıktıktan sonra "Sendikam" dediği Kamyoncular Sendikasına yeniden başkan olmak için harekete geçer. Tony Pro ile ikinci kavgasını ondan seçim için destek istediği görüşmede yapar. Hoffa, Tony Pro'ya karşı Frank'in birşeyler yapmasını ister; fakat Frank'in bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktur. Kendisi de Mafia üyesi olan Tony Pro, Cosa Nostra için önemli biridir. Mafia, Tony Pro aracılığıyla, Kamyoncular Sendikası Başkanı Fitz'den istediği kadar para alabilmektedir. Jimmy Hoffa, yeniden başkan seçildiği takdirde onların her isteğine evet demeyecektir. Cosa Nostra için öncelikli olan kendi çıkarlarıdır; bir olaya da kendi amaçlarına hizmet edip etmemesine göre yaklaşırlar. Bu nedenle, Jimmy Hoffa'nın emekliye ayrılıp kendi hayatını yaşamasını tavsiye ederler ona. Kurtlarla dans eden Jimmy Hoffa, "Calati, juncu, ca passa la china=Şimdi eğil hasırotu, bu fırtına da geçer" diyen Sicilya atasözünü bilseydi ve buna göre davransaydı; belki de emeklilik hayatını yaşayacaktı...Gerçekten de, güçlü bir rüzgar koca bir ağacı yıkabilir, fakat rüzgar estiğinde sazlar eğilir ve rüzgar üstlerinden geçer gider.

Hoffa, Frank'i Kamyoncular Sendikasının 326. Şubesinin Başkanı seçtirmişti eskiden; "Frank, sen benim için aileden birisin. Seni seviyorum biliyorsun. Sen hiç hislerini belli etmiyorsun" demişti ona. Frank bir tetikçi iken ona bir makam vermişti. Fakat Russell Bufalino'nun: "Bundan sadece bende ve Angelo'da var. Üçüncüyü sana veriyorum" diyerek verdiği şövalye yüzük belki de Frank için sembolik olarak daha değerliydi. Frank, Cosa Nostra'nın bir askeriydi; örgütün değer ve kurallarını içselleştirmişti. "Bazı anlar, bu Mafia üyeleri, bana sanki şu çılgınlar dünyasındaki tek akılcı varlıklar gibi görünürler. Sciascia, bile, en dehşet Dekartçıların, Sicilya'da gizli olduklarını söylemişti...

Hüzünlü anlarımda, bazen, onur adamlarını düşünerek kendi kendimi sorgularım: "Böylesine aydın nitelikli insanlar, yaşamlarını onurlu bir biçimde sürdürebilmek için, acaba neden suç işlemek durumunda kalırlar?" demiş Savcı Falcone samimi sözlerle... Mafia mutlaka öldürmeden önce tehdit eder. "Ultimo ratio" yani son çare olarak cinayete başvurulur. Mafia tetikçisi, birini ortadan kaldırma emri almışsa, başlıca sorunu kurbanına yaklaşabilmektir. Bu, sanıldığı kadar kolay değildir. Boyacı ya da tesisatçı'nın (tetikçi), ya kurbanına kolayca yaklaşacak olanakları vardır, onun dostlarından ya da tanıdıklarından biridir, böylece onu şaşırtarak vurur ve cesedini gizler (en iyi çözüm budur, böylece cinayeti işleyen kişinin kimliği ve kurbanının tam olarak nasıl katledildiği kesin olarak bilinemez); ya da kurbanına yaklaşma olanakları yoktur, o zaman da, asgari ölçüde tehlikeye atılarak, onu öldürmenin en iyi yolunu bulmak zorundadır.

Birinci mafialar savaşında, Mafia üyesi Michele Cavatio, 1962-63 yılları arasındaki örgütün içinde işlenen çok sayıdaki cinayetten Palermo ailesinden La Barbera kardeşlerin sorumlu olduğuna herkesi inandırmış; oysa asıl suçlu bizzat kendisiymiş. Polisin sindirme hareketi sonucunda örgüt, komisyon'u dağıtmak zorunda kalmış. Cavatio, yeni kurulan komisyonda üyelik görevi istemiş. Organizasyonun ileri gelenleri, bu karışıklıktan onun sorumlu olduğunu anlamışlar. O dönemde Mafia'yı yöneten geçici triumvirlik (Gaetono Badalementi, Stefano Bontate ve Luciano Leggio'dan oluşan üçlü) toplanıp şu kararları almış: Cavatio'nun yönetimde görev alması sözkonusu olmadığı gibi, savaşın bir numaralı sorumlusu sayıldığı için elenmesi gerekir. Güçlü Santa Maria di Gesu ailesinin Şefi Stefano Bontate, onun ölüm fermanını vermiş. Belirli sayıda onur adamı, görünüşte anlaşmış gibi yaparak Cavatio'ya yaklaşmakla; bu kuşkucu ve acımasız adamla dost olduklarına onu inandırmakla görevlendirilmiş. "Dostluk ve tasfiye"den oluşan bu iki yönlü taktik başarılı olmuş ve 1969 Aralık Ayında Michele Cavatio vahşice öldürülmüş (Cosa Nostra kitabından özet).

COSA NOSTRA İLE ŞAKA OLMAZ!

Frank Sheeran: "Bu olayın merkezinde bir düğün vardı. Bill Bufalino'nun kızı Detroit'te evleniyordu. Bill, Kamyoncular Sendikasının avukatıydı; dahası Russell Bufalino'nun kuzeniydi" diyerek anlatır yolculuğa çıkışlarını. Otomobilde: Frank, Frank'in 2. Eşi Irene, Russ ve Russ'ın  eşi Carrie vardır. Yolculuk Detroit'e kadar sigara molalarıyla üç gün sürecektir. Bu yolculuk sonucunda otomobilde bulunan herkesin hayatı tepetaklak olacaktır. Bu yolculuk, bir düğüne yolculuk gibi görünse de aslında: Cinayete, sadakâte ve ihanete yolculuktur... Karakterin kendi kendisiyle ve ailesiyle hesaplaşmasına yapılan yolculuktur... Frank Sheeran, emirlere, göreve, Mafia babalarına ve kurallarına sadakât gösterirken; sevgiye, güvene ve dostluğa ihanet edecektir. Bir gün, bir olaydan sonra, Frank Sheeran'ın kızı Peggy bir daha asla babasıyla konuşmaz. Babası onun için ölmüş biridir artık...

Kamyoncular Sendikasının eski başkanı Jimmy Hoffa, 30 Temmuz 1975'te, Detroit'te bir restourant'tan çıktıktan sonra bir daha görünmedi. 1982'de resmen ölü ilan edildi. Hoffa ortadan kaybolduktan sonra, yukarıda bahsettiğimiz kişiler ve daha fazlası tutuklanarak; değişik suçlardan, çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar.

"İhtiyar Adam" Russell Bufalino'nun hapishane günleri, Frank Sheeran'ın hapishane'den çıktıktan sonraki günleri tam bir trajedidir. Russell Bufalino 1994 yılında doğal sebeplerle ölmüş. Frank Sheeran'a gelince: Hapishane'den çıktıktan sonra, kızı Peggy'nin çalıştığı bankaya koltuk değnekleriyle gider. Kuyruğa girer. Amacı kızıyla konuşabilmektir. Tam sıra kendisine geldiğinde; Peggy, "Closed, next teller please=Kapalı, lütfen diğer veznedara yönelin" tabelasını koyar... Frank Sheeran'a belki de en büyük ceza, bu şekilde yaşamaktır. Bir zamanlar kudretli, can alan, cellat Frank Sheeran; şimdi yalnız, güçsüz, bakıma muhtaç ve hasta bir adamdır artık. Bakımevinde onu ziyaret eden rahip'e pişmanlığını bile ifade etmekten acizdir. O bir tetikçidir. Yıllarca Mafia için boyacılık yapmış ve hep kırmızıya boyamıştır etrafı. Cosa Nostra içinde "Baba" olamadığı gibi özel hayatında da iyi bir baba olamamıştır çocuklarına; yani, ne Mafia babası, ne de aile babası olabilmiştir; kendi kendisiyle bile başbaşa kalmaktan korkan biridir artık; "Giderken lütfen kapıyı aralık bırakın" der Peder'e... İnsan isterse tüm dünyayı kazanmış olsun, eğer kendi ruhunu kaybetmişse ne fayda.



Frank Sheeran'ın düşkünlük günlerinden.

Film, bir yükseliş ve düşüş filmidir aslında. Karakterlerin düşüş ve yaşlılık dönemleri, belki de daha önce hiçbir filmde olmadığı kadar ya da çok az filmde olduğu kadar başarılı oyunculuklar ve etkili bir sinema diliyle anlatılmış. Eski topraklar yine başarmış. Bize hiçbir şekilde tanık olamayacağımız hayatlar izlettiniz bugüne kadar. Bob(De Niro), Al (Pacino), Joe (Pesci), Harvey (Keitel) ve Marty (Scorsese), hepinizi seviyorum. Film için puanım: 8.0



The Godfather III'de, Michael Corleone, yalnız bir emekli olarak Sicilya'da ölür. Frank Sheeran'ın sonu ise daha da dramatiktir. Frank Sheeran, yaşama cezası gibi geçen düşkünlük günlerinden sonra 2003'te kanserden öldü. Hakan Bilge şöyle yazar: "Sorun hep çocuklarla ilgilidir ve Baba'ların dramını ifade eder. Bu açıdan serinin isminin Baba olması manidardır. Godfather filmleri, babalar ve çocuklarının trajedisinin filmleridir." (The Godfather Mitosu)

"...Evrensel tezatı hatırlatmaktadır: İyi ve kötü bir aradadır, iç içe yaşar; kötü hep iyi formunda karşımıza çıkar. Shakespeare, macbeth'te, 'İyi kötüdür, kötü de iyi' diye  yazmıştı." (Hakan Bilge, The Godfather Mitosu)




"İyilik ve kötülük kişinin tuttuğu yoldur" (Hagakure'den)

"...Zirveye ulaştıktan çok kısa bir süre sonra yeniden inişe geçecek, kendimizi yine endişenin ve arzunun yere yakın topraklarında bulacağız."  -de Botton, "Statü Endişesi" kitabından.




"İstediklerimize eriştiğimizde, gönül rahatlığıyla bir sevinç duyamıyorsak; hiçbir şey kazanılmamış, her şey yitirilmiş demektir." -Shakespeare, "Macbeth" oyunundan.

"Melekler böyle yakaranlara gelmez çünkü,
Geceler genişlemez bunların çevresinde.
Kendini kaybedenleri her şey bırakır yüzüstü;
Babalar onları terk ederler,
Kapanır onlara analar rahmi de." -Rilke, "Zeytinlik" şiirinden.

"Yaşam yolumuzun ortasında karanlık bir ormanda buldum kendimi, çünkü doğru yol yitmişti."  -Dante, İlahi Komedya.


Savcı Falcone, 23 Mayıs 1992'de, Palermo'da, geçeceği yola yerleştirilen patlayıcıların infilâk etmesi sonucunda, korumalarıyla birlikte öldü. Bu cesur ve yetenekli savcıyı Mafia öldürttü. İtalyanlar onu ve örgütlü suçla mücadelesini asla unutmadılar. Örgütlü suçla mücadelenin simgesi ve İtalyanların ulusal kahramanlarından biri oldu. 1987 yılında açtığı büyük davada, Falcone, önemli Mafia şeflerini tutuklatarak hapse göndertmişti. Bazıları kaçmıştı.


Savcı Giovanni Falcone

"Cosa Nostra'ya karşı çıkıp, ona savaş açıp, bu işten sağ salim çıkmış biri olduğunu hiç sanmıyorum...Sicilya'da Mafia, Devlet'in koruyamadığı hizmetkârlarını vurur." –Savcı Giovanni Falcone

Bu yazı vesilesiyle; tüm dost ve arkadaşların yeni yılını kutlarım. 2020 Yılında: Barış, sevgi, huzur dolu, şiddetten uzak günler; karşılıksız yapılan iyilikler, temiz iş ve kazançlarla, herkesin daha güzel ve doğru bir hayat yaşamasını dilerim.

Mrtekin

Mükemmel bir yazı olmuş. Tebrik ederim; peder.

Spoilerlı sorular;

Keşke; Hoffa'nın infazı emrini ilk duyduğunda Frank'in tepkisini; Hoffa'nın Tony Pro ile olan özellikle ikinci kavgasını da anlatsaydınız. Sizin kaleminizden Hoffa'nın infaz emrini Frank'in nasıl yerine getirdiğini de okumak isterdim.
They drew first blood...

ZGeralt

Yine dolu dolu, bol bilgili,enfes bir yazı olmuş. Ben de tebrik ederim :)

Bu arada bir not olarak ben filmi izlemeden önce de JFK ve temsil ettikleri hakkında filmin eleştirilerine katılan bir görüşe sahiptim. Evet, Amerikan iç siyasetinde demokrat bir tavrı olan, dönemin tutuculuğu ve sistemsel ırkçılığı karşısında umut olan bir adam. Ancak uluslararası siyasette bir o kadar tersi ve sermayenin hedeflerini besleyen bir adam. Bay of Pigs çıkarması, filmde de gösterildiği üzere, apaçık bir işgal harekatı aslında. Neyse toparlarsam ben filmin JFK'ye haksızılık yaptığını düşünmeyenlerdenim özetle :)

Hatta bir suikaste kurban gittiği için fazlaca "yüceltildiğini" düşünüyordum, film bu açıdan da beni tatmin etti. Ancak tabi ki bu konular siyah-beyaz kadar net ayrımlar değil, çok daha kompleks sorunlar. Bir filmin girebileceği kadar derine girmişler yine de.

hanac

Teşekkürler Pederim, emeğine sağlık.

Daha filmi izleyemedim, o yüzden içeriğini okumadım.  :)

kedidiro

Emek emek hazırlanan nefis bir yazı olmuş... Ellerinize yüreğinize sağlık...

rumar80

 Bir kez daha önünüzde saygıyla eğiliyorum. İnanılmaz bir yazı.  Dolu dolu. Zevkle okudum. Filmi daha izleyemedim ama bu yazı beni kamçıladı.

peder clemente

Alıntı yapılan: Mrtekin - 29 Aralık, 2019, 12:23:31
Mükemmel bir yazı olmuş. Tebrik ederim; peder.

Spoilerlı sorular;

Keşke; Hoffa'nın infazı emrini ilk duyduğunda Frank'in tepkisini; Hoffa'nın Tony Pro ile olan özellikle ikinci kavgasını da anlatsaydınız. Sizin kaleminizden Hoffa'nın infaz emrini Frank'in nasıl yerine getirdiğini de okumak isterdim.

Teşekkürler Mrtekin dostum.

Sorularınızla ilgili olarak: Aslında değindiğiniz bölümler çok can alıcı yerler. Haklısınız. Başta, onları da yazmayı düşünmüştüm. Ancak, yazı uzadıkça uzadı. Ben de, bir yerde toparlayayım dedim ve daha fazla spoiler vermemek için Detroit'e yolculuk bölümünde kestim. Yine de en sonunu eklemeden yapamadım; çünkü filmin asıl dramı ve karakterlerin trajedisi o bölümde. Sabrım ve vaktim yetseydi yazıyı, iki misli uzunlukta yazabilirdim. Sizin de değindiğiniz konular var. Mafia'da kadınların durumuna değinecektim mesela. Mafia'nın kullandığı silahlardan bahsedecektim. Hainler'e Mafia'nın nasıl davrandığını ve Omerta'yı yazacaktım. Cosa Nostra kitabından, Mafia'nın öldürttüğü kişileri yazacaktım. Bunları yazamadım.

Yine de, sizin değindiğiniz önemli bir sahneden biraz bahsedelim: Russell Bufalino, Frank'e, 'Cosa Nostra'nın en üst seviyede yapılan toplantısından sonra Jimmy Hoffa'nın biletinin kesildiğini' söyler. Jimmy Hoffa,  Frank Sheeran'ın gözünde büyük bir adamdır. Onun infaz edileceğine inanamaz ve sorar Russ'a, 'Gerçekten yapabilirler mi?" diye.
Russell Bufalino:" Ülke Başkanını indiren adamlar onu haydi haydi indirirler" diye cevaplar Frank'i.

Marty, burada karanlık odaklara işaret ediyor.Belki yönetmen bile bilmiyor bu odakların tam olarak kimler ve hangi kurumlar olduğunu. Bu menfur eylemi gerçekleştirmek için kimlerin kimlerle işbirliği yaptığını. Filmde bazı noktalar bilerek karanlıkta bırakılırken; Jimmy Hoffa'nın sonunu kendince yorumlayarak çekmiş Marty. Bence filme çok yakışmış bu yorum. Dramatik yapıyı güçlendirmiş. Coppola da, "The Godfather"da, Bonasera'nın, Don Vito Corleone'nin kulağına, ofisten çıkmadan önce ne fısıldadığını göstermez seyirciye. Aslında düğün günü, Sonny, gazetecileri kovarken; gazetecilerin göremediği karanlık kapıların ardında neler döndüğünün seyirciye gösterileceğini anlarız; fakat herşeyin değil... 




"Bir yönetmenin ya da daha genel anlamda sanatçının da bilemediği, nüfuz edemediği flu noktalar vardır ve her şeyi bilmek, anlatmak ve gösterebilmek asla mümkün olamayacaktır...
Yönetmen, göstermesine rağmen neyi duyurmak istememiştir? Bu, onun da bilemeyeceği bir şeyler olduğuna dair sanatsal bir özeleştiri midir? Seyirciye dönük onu kışkırtan bir manevra mıdır ve dolayısıyla tıpkı yönetmen gibi seyircinin de bazı şeyleri bilmesinin mümkün olamayacağını mı ifade etmektedir?"   - "The Godfather Mitosu" Hakan Bilge.

peder clemente

Alıntı yapılan: ZGeralt - 29 Aralık, 2019, 12:33:22
Yine dolu dolu, bol bilgili,enfes bir yazı olmuş. Ben de tebrik ederim :)

Bu arada bir not olarak ben filmi izlemeden önce de JFK ve temsil ettikleri hakkında filmin eleştirilerine katılan bir görüşe sahiptim. Evet, Amerikan iç siyasetinde demokrat bir tavrı olan, dönemin tutuculuğu ve sistemsel ırkçılığı karşısında umut olan bir adam. Ancak uluslararası siyasette bir o kadar tersi ve sermayenin hedeflerini besleyen bir adam. Bay of Pigs çıkarması , filmde de gösterildiği üzere, apaçık bir işgal harekatı aslında.Neyse toparlarsam ben filmin JFK'ye haksızılık yaptığını düşünmeyenlerdenim özetle :)
Hatta bir suikaste kurban gittiği için fazlaca "yüceltildiğini" düşünüyordum, film bu açıdan da beni tatmin etti. Ancak tabi ki bu konular siyah-beyaz kadar net ayrımlar değil, çok daha kompleks sorunlar. Bir filmin girebileceği kadar derine girmişler yine de.

Yorum ve fikir katkılarınız için teşekkür ederim ZGeralt dostum.
Ben, JFK'ye filmde biraz haksızlık yapıldığı kanısına devam ediyorum. JFK'den sonra Amerika daha koyu muhafazakârlığa yöneldi ve Johnson'dan sonra göreve gelen Nixon döneminde Vietnam batağına saplandı. Vietnam savaşı hem Vietnam halkı hem de Amerikan halkında derin yaralar açtı. Vietnam savaşından, başta Amerikan silah endüstrisi olmak üzere kimler çıkar sağladı? Filmin bir faydası, konu edilen kişi ve olayları tekrar Dünya gündemine taşıması oldu. Bana bile bu yazıyı yazdırttı. Marty'nin belki de en politik filmi bu film. Bence, JFK'den sonra gelen en başarılı Başkan Bill Clinton'dur ve JFK'nin devamı bir çizgidedir. Reagan'ı da yabana atmamak lazım. O dönemde doğu bloku dağıldı, Berlin Duvarı yıkıldı. Şimdiki Başkan Trump hakkında; Robert De Niro'nun içinde, sanki "Mean Streets" filmindeki Johnny Boy karakteri uyanmış gibi: "F... You Trump!" diye açık açık küfretti kameraların önünde. Trump: "O adam bir deli" dedi geçti. Hiç kimsenin aklına De Niro'yu hapsetmek gelmedi. "Kuvvetler Ayrılığı" ilkesi ABD'de yerleşmiştir ve "Hukukun Üstünlüğü" vardır. Belki de hakkında yapılan soruşturma sonucu Trump azledilecek. ABD'de bir kişi,  tüm sistemi ele geçiremez. Başta Amerikan halkı buna izin vermez. Bir kişinin diktatör olmasını engelleyecek kadar sağlam kurulmuştur sistemleri. ABD'de sermayenin hedeflerini beslemeyen kişi zaten Başkan olamaz. Birey, bireyin özgürlükleri ve bireysel girişim üzerine kurulmuş liberal sistemdir Amerikan sistemi. Sadece başkanlar arasında bu hedefleri beslemekte ton ve yaklaşım farklılığı olabilir. Öte yandan, bazı büyük çıkar gruplarına dokunulduğunda nelerin olabileceğine de işaret eder bu siyasi suikastler. Forum kuralları gereğince iç siyasete girmiyoruz; fakat başka ülkelerden bu kadar bahsedebiliriz.

Evrensel hukuk ilkelerinin ve normlarının; çağdaş yönetim, toplum ve devlet düzeninin temel ilkelerinin belirlenmesinde büyük katkı sağlayan ve insanlığın ortak değerlerinin açığa çıkarılmasında çalışmalarıyla önemli bir rol üstlenen Düşünür-Filozof J.-J.Rousseau, "Toplum Sözleşmesi" adlı eserinde:"Bir  boyunduruk tehlikesi sezmeye göreyim, tehlike ister zorunluluklardan isterse insanlardan kaynaklanıyor olsun, asi kesilirim, hırçınlaşırım...Hiçbir zorbalık meşru değildir; çünkü güç, hiçbir hak yaratmaz...İnsanlara komuta eden yasalara, yasalara komuta eden de insanlara komuta etmemelidir...Özel çıkarların kamu işlerini etkilemesinden daha tehlikeli bir şey olamaz...Kendini her zaman iyi yöneten bir halkın yönetilmeye de gereksinimi olmaz...Zorbalık yönetimi, uyrukları mutlu etmek için yönetecek yerde, yönetmek için mutsuz kılar..." der.

Alıntı yapılan: ZGeralt - 03 Aralık, 2019, 10:28:07
I heard you paint houses.

The Irishman ile ilgili hem uzun uzun yazasım var hem de yok.O kadar temiz, o kadar net bi film ki , kalkıp "okumalar" yapmak falan gereksiz gibi geliyor. Gerek burada gerek basında gençleştirme tekniği ile ilgili sıkıntılardan bahsedilmiş, ilk dakikalarda beni de rahatsız etti ancak sonra alıştım. Büyük bir eksi değil benim için.
Bu kadar büyük ve geniş bir hikaye anlatınca mecburen süre uzamış. Siyaset-mafya-sendika üçgeninde Amerikan yakın tarihi ve "kutsal başkanları" Kennedy'e eleştirel bir bakış hatta ne bakışı gayet agresif bir suçlama ortaya koyuyor. Konu bu açıdan son derece derinlikli ve altı dolu savlar barındırıyor.
Ama en can alıcı kısım son 30-40 dakikada. Pişmanlıklar, yalnızlık, kaybedilenler hem bir suç filmi hem bir hayat muhasebesi , son bölüm sinema tarihine geçecek kadar iyi kotarılmış. Muazzam.
Oyunculuklara değinmeye gerek yok, bir daha böyle bir jenerasyon gelir mi bilemiyorum. Üstadların yanı sıra ben Anna Paquin'in kısa ama vurucu performansını da beğendim. Ayrıca Everbody Loves Raymond sit-com'u ile meşhur komedyen Ray Romano 'da avukat rolünü gayet iyi kotarmış.

Son bir ekleme , Hoffa'nın infazına giden süreçte araba sahnesi muhteşem. Malum sebeplerden ötürü Frank'ın öne oturmak istememesi, balık muhabbeti, gerilim azar azar artması, Hoffa'nın arabada oğlunu ve Frank'ı görmesi ve güven duyarak binmesi, gerilim artmaya devam etmesi, Hoffa'nın da balık muhabbetine katılması. Ya anlatırken keyif geldi, nasıl bir güzellik nasıl bir ustalık.

Ne çok özlemişim böyle filmleri, oh be dedim izlerken. Poz kese kese tek başına bir ordu deviren abilerden bunalmışım yemin ederim. Halbuki bu işler öyle olmaz, merhaba dediğin adam gelir yüzüne 6 kurşun sıkar ve kaçar.
Film biterken içimi kaplayan hüznün tarifi kolay aslında. Hem bu janra hem bu ustalara bir veda filmi olması, 80'ine merdiven dayamış üstadları bir daha bir arada görebilme ihtimalimizin pek olmaması.
De Niro, Pacino,Pesci, Keitel ve Scorsese. Hatta onların huzurunda Duvall, Caan, Brando ,Coppolla,Woods, Leone ve bir çok üstad... Hepinize teşekkür ediyorum. Hayatımın en iyi filmlerini bana izlettiğiniz için.
Ağlamıyorum, ne alakası var :)

9/10

Filmin final bölümüyle ilgili yorumlarınıza aynen katılıyorum. Ben de benzer şeyler yazdım, o bölüm hakkında. Belki de bir daha böyle bir "Mafia ve suç filmi" çekilemez... Umarım yanılırım.