Kaybolan O Günler - Baobab Yayınları

Başlatan memospinoz, 07 Ocak, 2019, 00:32:43

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.


memospinoz

Bir sabah uyanıp da her iki gününüzden birinin kaybolduğunu fark etseniz ne yapardınız? Yirmili yaşlardaki Lubin Marechal'in başına tam da bu geliyor. Her sabah, bir önceki günün, en ufak bir şey hatırlamaksızın uçup gitmiş olduğunu görüyor. Çok geçmeden, kaybolan o günlerde bedenine başka bir kişiliğin egemen olduğunu öğreniyor. Artık bedenini bambaşka bir yaşamı olan bir başkasıyla paylaşmak zorundadır. Bu birlikte var olma halini düzenlemek için "öteki" ile iletişime geçer. Ancak kaybolan günler çoğalırken Lubin'i zorlu bir mücadele beklemektedir.

Kaybolan o günler, sürükleyici bir fantastik macera olmanın ötesinde; kimlik, insanın ikiliği ve bedenle ruh arasındaki ilişki üzerine düşündürücü bir hikaye.

Boyut: 16.5x24 cm
Sayfa Sayısı: 192
Etiket Fiyatı: 39 TL

hennessy



Yazar: Timothé Le Boucher
Çizer:Timothé Le Boucher
Sayfa Sayısı: 192

Bir sabah uyanıp da her iki gününüzden birinin kaybolduğunu fark etseniz ne yapardınız? Yirmili yaşlardaki Lubin Marechal'in başına tam da bu geliyor. Her sabah, bir önceki günün, en ufak bir şey hatırlamaksızın uçup gitmiş olduğunu görüyor. Çok geçmeden, kaybolan o günlerde bedenine başka bir kişiliğin egemen olduğunu öğreniyor. Artık bedenini bambaşka bir yaşamı olan bir başkasıyla paylaşmak zorundadır. Bu birlikte var olma halini düzenlemek için "öteki" ile iletişime geçer. Ancak kaybolan günler çoğalırken Lubin'i zorlu bir mücadele beklemektedir.

Kaybolan o günler, sürükleyici bir fantastik macera olmanın ötesinde; kimlik, insanın ikiliği ve bedenle ruh arasındaki ilişki üzerine düşündürücü bir hikaye.

Keyif ile okuduğum bir çizgi roman daha bitti. Bir vücutta iki aykırı karakterin yaşadığı hayatıı bizlere sunuyor. İki kadın ile yaşadığı ilişki. Lubin'in ölümsüz denecek aşkı ile yaşadığı anları çok iyi bizlere sunulmuş. 7.5/10
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

alan ford

 Amatör bir sirkte akrobatlık yapan Lubin'in bir sabah işe gittiğinde bir önceki günü kaçırmış olduğunu farketmesiyle başlar hikaye. Arkadaşları, ailesi ve sevgilisiyle mutlu bir hayatı olan Lubin bundan sonra bedenini bir başka kişilikle paylaşmak zorunda olduğunu  fark eder. Geleceği düşünmeyen, parayı önemsemeyen, dağınık, vejetaryen, uçarı ve sevilen Lubin'in aksine diğer kişilik hırslı, düzenli ve fethetmeye heveslidir. Birer gün olarak paylaştıkları bedende de yavaş yavaş hakimiyeti  ele geçirmeye başlar.  Lubin diğer kişiliğinin neler yaşadığını hiç hatırlamazken diğer kişilik yavaş yavaş daha uzun sürelerde bedene hakim olmaya başlamıştır..

  Bakmayın tanıtımdaki fantastik ibaresine (ki fantastiği çok severim), Kaybolan O Günler yitip giden gençliğimize, giderek daha az sıklıkla görüştüğümüz arkadaşlarımıza, bize ihanet eden vücudumuza, iş aile telaşesinde kaybolan o günlerimize yazılmış şahane bir ağıt.

  Romanı okurken aklımda sürekli Yağmur Atsız'ın dizeleriyle, ilk Zülfü Livaneli'nden dinlediğim ama asıl Tülay German'dan sevdiğim günlerimiz şarkısı eşlik etti. Şarkıyı da aşağıya atayım ve gitmeden Baobab'a tekrar teşekkür edeyim.

https://www.youtube.com/watch?v=1n6Pc_HTXG0
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

ZGeralt

Alıntı yapılan: alan ford - 21 Mayıs, 2019, 20:17:21
Bakmayın tanıtımdaki fantastik ibaresine (ki fantastiği çok severim), Kaybolan O Günler yitip giden gençliğimize, giderek daha az sıklıkla görüştüğümüz arkadaşlarımıza, bize ihanet eden vücudumuza, iş aile telaşesinde kaybolan o günlerimize yazılmış şahane bir ağıt.

Kitabı bitirdiğimde aynı şeyleri hissetmiştim, çok güzel ifade etmişsiniz.

Hikaye kişilik bölünmesi - çoklu kişilik bozukluğu gibi bir rahatsızlığı ele aldığı izlenimi verdi bana önce. Gerçek bir rahatsızlık mı yoksa fantastik bir olay mı sürekli ikilemde bıraktı beni. Kitap bittikten sonra üzerine biraz düşününce parçalar yerine oturdu.

Ana ekseni nasıl ele alırsanız alın, hikayenin ikinci katmanı genç, hayalperest, sorumsuz ve belki hovarda günlere bir özlem, karakter yaşlandıkça bu daha çok belli oluyor bence.

Kısaca harika bir çizgi roman, ben çok beğendim.

9/10 :)

Nomad



Toplu bir satınalma içinde güzel bir kardeşimizin hediyesi olarak geldi bu cilt elime. Teşekkürü  borç bilirim.
Bağımsız yapımlara önyargılı yaklaştığımı farkettiren kitap oldu bana.
Bunda "sanat sanat içindir" yaklaşımı ile üretilen çoğu bağımsız eserin, ki genelde fransız kardeşlerimizden çıkıyor, beni tabiri caizse "mala bağlatması" ilk etken.
"Sıradan Zaferler" i çok beğenmiş, konusunda övmüştüm güzel güzel.
Sevinmiştim de.
Ben de bağımsız okuyabiliyorum, seçkin azınlıktanım, engin ve derin bişiler oldum, aldım yürüdüm, kendimi aştım diye.
Sonrasında "Yut Beni" ile yine mala bağladım.
" İşçisin sen işçi kal" oldum.
Okuduktan sonra uzun bir süre "ne okudum lan ben" diye düşündüm.
Sonunda fazla sanatın beni bozduğuna kanaat getirdim.
Akabinde o zehri kanımdan atabilmek için kaç Tex okudum inanın bilmiyorum.
Evet "Tex" zehri alır  ;D
Öyle haddini bilmeden entel dantel okumalara girişenlere acilen yüklü dozda Tex veriyoruz.
İçindeki barzoyu hayata döndürüyor, rahat ettiriyoruz.

Neyse uzatmayayım, hediye atın dişlerine bakılmaz dedim okumaya giriştim.
Pek beklentim yoktu, zaten kapağında şu ödül, bu mansiyon falan logoları da yoktu. Kesin vasattı veya sanatın benim anlamadığım formlarının vücut bulmuş haliydi. Bitirdiğimde, kahvede batak oynarken kaçırılıp zorla "Das Kapital" okutulan Bağcılar çocuğu ruh halinde olacaktım. (Önyargı demiş miydim)
Kitap bittiğinde, malını test eden Adanalı torbacı modunda olmayı (çok modum var benim  ;D ) beklerken, kendimi üçüncü gözü açılmış Şibumi olarak buldum.

olağan görünüm altında yatan gizli üstünlük...
o kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok...
o kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok...
o kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok...
bilgiden çok anlayış...
ifade dolu bir sessizlik...
kendini kanıtlama gereği duymayan alçak gönüllülük...
zarif bir basitlik...
büyük bir ruhsal rahatlık ama pasiflik değil...
hakimiyet peşinde olmayan otorite...
elde edilemeyen ancak keşfedilen...
bilgilerden geçip basitliğe varmış...

Nirvana dan yazıyorum. Farketmişsinizdir yukarıdaki satırlardan zaten  ;D
İlk defa büyük şehir gören köylü hayranlığıyla yazıyorum.
Bu kitap olmuş.

Orjinal, el değmemiş, bakir konusu en çarpıcı kısmı hikayenin. (Bana orjinal en azından )
Tamam, Groundhog Day ve Edge of Tomorrow da işlenen bir "tekrarlayan gün" olayı vardı ama bunda konu bambaşka bir boyutta.
Yetersiz ellerde anlaşılmaz (olsun sanat yaptık derler), içinden çıkılmaz, keyifsiz bir hale gelebilecek konu tertemiz işlenmiş.
Mesajlar altmetinlere gizlenmiş. Üst metinlerde sadece hikaye akıyor. Fazlası veya eksiği değil.
Düşünün ki akşam yatıyorsunuz, sabah, yarına değil yarından sonraki güne uyanıyorsunuz.
1 gününüz kayıp. O günü sizin diğer kişiliğiniz yaşıyor. Her gününüz böyle. Dönüşümlü kullanıyorsunuz bedeninizi. Bir gün siz, bir gün o.
O'nun sizinle farkı siyah ile beyaz kadar.
Hayat görüşü, mesleği, beslenme alışkanlıkları, ilgi alanları, sevdiceği, her şeyi bambaşka.
Ama aynı bedeni kullanıyorsunuz, aynı aileye ve sosyal çevreye sahipsiniz.
Biriniz akşam kafayı çekip yatıyor, sabah başağrısı ile diğeri uyanıyor.
Biri akşamdan kız arkadaşıyla yatıyor, sabaha bu kızla diğeri uyanıyor.
Biri akrobat ve vejeteryen, diğeri bilgisayar kurdu ve boşboğaz.
Biri dövme ve uzun saç isterken diğeri jilet gibi beyaz yaka olma taraftarı.
Bu karakterlerde günümüze, hayata, sisteme, duygulara dair derin metafor, anafor ve bilimum "for"lar gizli. (Entellektüel seviyem bu kadar "for" a yetti. Daha fazla for bilen aşağı yazsın. Strafor diyen laz mütaahhitin kalbini kırarım ona göre  :) )
Evet, nasıl bir hayatınız olur bir bedeni dönüşümlü kullanan iki kişiyseniz?
Bu harika konuyu tertemiz işlemiş yazar. Karakterleri içselleştirip onlarla aynı sıkıntıları çekiyor, aynı güzellikleri yaşıyorsunuz.
Gerçekten hayata bakış açıma bir pencere daha ekledi kitap.
Sonunda da neyin neden olduğunu akıllarda soru işareti bırakmayacak kadar güzel açıklıyor. Bir "Lost" vakası yok yani elimizde.
Spoiler dan kaçmak adına konuyu daha fazla kurcalamayacağım.
Bir de aşk var ki işlenen. Günümüz popüler kültüründe içi boşaltılan bu kelime anlamını hakkıyla bulmuş bu kitapta.
Hayat, mayat beni bayar, sıkılırım falan diye düşünmeyin. Yağ gibi akıyor meret. Elimden bırakamadım bitirene kadar.


Çizimleri için diyebileceğim şey "tertemiz"
Çok hoş çizimleri ve bunu destekleyen temiz bir renklendirmesi var.

Baskı, kağıt, çeviri vs ben bir sıkıntı yaşamadım. Zaten hikayeye öyle kaptırdım ki kendimi, arada boş sayfalar bile çıksa görmezdim herhal.

Sözün özü kitap beni mest etti.
Alın, okuyun, okutun.
Baobab Yayınevine bu güzelliği bize kazandırdıkları için canı gönülden teşekkürler.

Ps. Yazıda anlatımı kuvvetlendirmek için kullanılan il, ilçe, vatandaş ve bilimum karakterler için no offence. Hepsini seviyorum. Mozaik, kardeşlik,  tarihsel bağ, kültürel zenginlik, etc etc  :)

Nomad

Öğlen arasında apar topar yazdığım yazıyı biraz modifiye ettim, elini yüzünü düzelttim,eklemeler yaptım, anlam kaymaları ve devrik cümleleri vurdum, dövdüm.

peder clemente

   Nomad dostum,
Bu ne güzel yazı. Zevkle ve gülerek okudum. "Güldürürken düşündüren" derdik eskiden... Aynen öyle bir yazı olmuş. Ayhan Sicimoğlu beğendiği şeyler için "hastasıyız" diyordu ya; ben de "Tiryakisiyiz" diyorum.

   Ünlü yazar Raymond Chandler (çok güzel kara romanlar yazmıştır) şöyle demiş: "Hiçbir zaman kendinizin beğenmediği bir şeyi yazmayın. Ama siz beğeniyorsanız onu değiştir diyenlerin tavsiyelerine de uymayın".

Nomad

Alıntı yapılan: peder clemente - 29 Ocak, 2020, 03:00:44
   Nomad dostum,
Bu ne güzel yazı. Zevkle ve gülerek okudum. "Güldürürken düşündüren" derdik eskiden... Aynen öyle bir yazı olmuş. Ayhan Sicimoğlu beğendiği şeyler için "hastasıyız" diyordu ya; ben de "Tiryakisiyiz" diyorum.

   Ünlü yazar Raymond Chandler (çok güzel kara romanlar yazmıştır) şöyle demiş: "Hiçbir zaman kendinizin beğenmediği bir şeyi yazmayın. Ama siz beğeniyorsanız onu değiştir diyenlerin tavsiyelerine de uymayın".


Teşekkür ederim üstadım.
Sizin bilgi dolu yazılarınız yanında benimkiler hafif siklet kalıyor.
Tereciye tere satıyor gibiyim  :)

hanac

Nomad dostumuz çok güzel bir yazı yazmış.

Bu eserin bu kadar keyifli olduğunu bilmiyordum.


pizagor

[spoiler]

Baştan belirteyim, samimi bir yazı olacak bu, tamamen ortaya yazılmış, kimseyi adresleme niyeti gütmeyen birkaç satır, o yüzden alınmaca gücenmece olmasın. Ki benzer bir tavır sergileyen biri olarak böyle bir amacım da olamaz...

Uzun uzadıya yazmak, bunun zahmetine girmek zor ve gereksiz geliyor artık. Elli kişinin tıklayacağı – yirmi kişinin 'scroll down' yaparken gözucuyla görsellerine bakacağı – beş kişininse sabredip sonuna kadar okuyacağı ve kimsenin tepki vermeyeceği uzunca bir yazı için saatlerini harcamanın makul bir yanı yok. O yüzden bir vakittir vazgeçmiştim bu israftan. Sanal ortamın her türlüsünü twitter tadında – karakter sayısı sınırlı olarak – yaşıyorum bir süredir, 'Whatsapp'taki sohbet gruplarında bile. 'Layk'lanmak peşindeki bir yeniyetmenin serzenişi değil bu. Kitle beni anlayamıyor diyen 'bir bilen' ise hiç değilim, oldum olası nefret ettiğim ve oldum olası buna öykünenlerle dalaştığım bir psiko-kabadayılık rolüdür 'bir bilen'lik. Oysa ki gayem gayet basit; ben birşey yazayım, birisi yanlışsın desin, bir diğeri şuna da baktın mı peki diye yorumu yapıştırsın, pası kanatlara taşısın, orta alanda düğümlenmiş oyunu açsın. Tatlı tatlı konuşalım, dertleşelim, derinleşelim. Ama malum, vakit yok, değil yazmaya, okumaya bile. Çağımızın gereksinimi de anafikri olabildiğince yalın ve kısa bir şekilde aktarabilmek. Bunu fark ettikten sonra hem blog için hem de forum için uzun saatlerini ayırma arzusu da sendelemeye başlıyor...

Lakin büyük lokma – büyük söz tezatını gerçeklemek için ezber bozan bir  durum da oluyor illaki. Bir kitap okuyorum ve sonrasında cümleler istemsizce dökülmeye başlıyor. Kitabın adı 'Kaybolan O Günler'. Kapak iddiasız, çizimler hakeza. Ama anlattığı hikaye muazzam. Sıradan kapak ve albenisiz çizgisi o ilk satın almadan eleme süzgecime takılmış ki raflara çıkışından iki sene sonrası, tavsiyeler üzerine alınmış, hemen okunmuş ve de dağılınmış...

Ama lanet olası mühendis tarafım; duygu yoğunluğumu bozan, verilenle yetinmeyip hayattan zevk almamı engelleyen, gerçek bu mu – tüm doğrular sana sunuluyor mu emin misin diye beynimi tırmalayan kısmi benliğim. Sorgulama işte, bak önüne; harika bir hikaye okudun, aşk – dostluk – aile, bunların varlığı ve istemdışı kayboluşu, ellerinden kayışı üzerine. Tüm bu kutsalları artan bir ivmeyle ve çaresizce ellerinden kayıp giderken Lubin için gözlerin buğulandı. Finale giderken Lubin'in o son gözlerinin aralayışıyla birlikte beklediğin o sonun gerçekleştiğini, aşkın – dostluğun – ailenin kazandığını görmen gözlerindeki buğu yoğunluğunu arttırdı. Ve bir sayfa daha çevirdin ve o son sayfada kahroldun. Vanilla Sky filmini hatırlatan bir sonla dağıldın gittin. Diğer Lupin'e o çaldığı koskoca hayat ve ondan geriye bıraktığı sayılı gün için söylendin, acımasızlığına acımadan giriştin...

Kitabın kapağını kapattıktan sonraki ilk onbeş dakikanın hissiyatı yukarıdaki satırlar. Bundan sonraysa içimdeki sorgulayıcı mühendis devreye giriyor ve şunu soruyor: Bu hikayenin diğer Lubin tarafı eksik değil mi, onun hayatı nasıldı, o neler hissediyordu, onun bağlılıkları, yitirmekten korktukları yok muydu, bunlar için mücadele etmesi mi gerekirdi yoksa bırakmalı mıydı? Hikayedeki kötü adam, büyük şeytan kimdi ya da gerçekten kötü bir insan var mıydı yoksa sadece hayatta kalma mücadelesinin kaybedenine mi bile bile odaklandırılıyorduk?

Ve Tamara. Belki de öykünün en önemli karakteri. Tamara olmasaydı böylesine etkiler miydi acaba bu hikaye? Onlarca yıllık atlamalara rağmen her seferinde geride bıraktığın kadını – duygu yoğun ancak mutlak bağlanma olmadan yaşanan bir ilişkide – aynı aşk ve tutku yoğunluğunda bulmak masalsıydı. Hikayenin asıl fantastik tarafı buydu bana kalırsa. Tamara olmasaydı hikaye asla bu kadar vurucu, bu kadar dokunaklı olmazdı...

Timothe Le Boucher güzel hikaye anlatmasını, okurunu duygusal bir uçuruma savurup kayalara çarpa çarpa bir serbest düşüş yaşatmasını ve bu esnada canını yakmasını bilen bir sanatçı. Kaybolan O Günler de türün yudumlanması gerekenlerinden...[/spoiler]
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!


V

Yakın zamanda okuduğum ve beni hayli etkileyen bir çizgi roman..Baobab Yayınlarına ,yayınlamasa haberimiz bile olmayacak böylesi şahane yayınları dilimize kavuşturduğu için binlerce teşekkür..
"İstemem,eksik olsun.."

pizagor

Alıntı yapılan: V - 15 Kasım, 2020, 07:46:37
Yakın zamanda okuduğum ve beni hayli etkileyen bir çizgi roman..Baobab Yayınlarına ,yayınlamasa haberimiz bile olmayacak böylesi şahane yayınları dilimize kavuşturduğu için binlerce teşekkür..

Kendi adıma konuşursam ana akımın bıktırdığı yerde bunlar devreye giriyor, neden çizgiroman okuduğumu, çizgiromanın ne kadar güçlü bir anlatım olabileceğini yeniden anımsatıyor. Sevgili alan ford diyor ya Baobab'dan ne çıkarsa alıyorum, şimdiye kadar hiç hayal kırıklığı yaratmadı diye, sanırım haklı  :)
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!


Phyron


hercai

KAYBOLAN O GÜNLER

25 Ekim 1988 doğumlu Fransız Çizgi Romancı Timothè Le Boucher bir röportajında; "Üniversiteden sonra çizgi romana devam etmek mi, yoksa daha çok para getirecek bir iş aramak mı?" meselesinde kararsız olduğunu düşündüğünü belirtir. Her ne kadar çizgi roman yazmak istese de, işin para boyutu kafasını kurcalamaktadır... yaşadığı bu sürecin, Kaybolan O Günler'in çıkış noktası olduğuna ilişkin de; "bu konulara o kadar çok kafa yoruyordum ki, adeta ikiye bölünmüştüm" der.

Bu kitap yazarın 3. kitabıdır... çıkış yapmasını ve hatırı sayılır bir üne kavuşmasını sağlar.
Psikolojik temalı kitaplar çok ilgimi çeker. Dün gece bitirdim sonunda... ama bir türlü bir fikir oluşturamıyorum, kitabın yüzeysel olmadığını kabul etsem de, taşlar yerine oturmuyor. Kitapda yakaladığım bir done vardı... oradan ilerleyeyim dedim.

"- Merhaba Dr. Thalman
- Demek siz asıl kişisiniz
- Çok ilginç, aradaki fark jestlerden bile belli. (çünkü öteki de Psikiyatr Dr. Talman'a dün gelmişti).
- Tüm bunlar başlamadan önce bir gösteri sırasında kafamı çarpmıştım.
- Bu hipotez pek aklıma yatmıyor, kafa travmasına bağlı bir Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu bilmiyorum."         
(Sf. 53-54)

Romanı analiz edebilmem için kafamda, yakaladığım bu donenin üzerine gitmeliyim diye düşündüm.. çarpıcı sahneler, edebi anlatım tarzı, kahramanın bu çerçevede giderek artan çıkmazları cevapsız kaldı... kitabı elime aldığımda kesif bir matbaa kokusu, sonlara yaklaştığımda kapaktan ayrılan sayfalar beni okur olarak zorladı açıkçası. Avare Tanrı' nın ihtişamlı baskısından sonra, aradığımı bulamadım sanki...

Sonunda dün gece kitap bitti; ama sorularım bitmedi... forumdaki yorumları okudum... arkadaşlar atlamamış, çok şey paylaşmışlar. Ama aradığım yine farklıydı.

Kitabın zihnimde asılı kalmasının bir nedeni vardı; daha önce rastlamadığım, üzerine araştırma yapmadığım:


DİSSOSİYOTİF KİMLİK BOZUKLUĞU
(Çoğul Kişilik)


İki veya daha fazla birbirinden ayrı kimlik ve kişiliğin (alter kimlikler) aynı kişide bulunması; bu farklı kişiliklerin birbirinden farklı davranış, ilişki kurma biçimi ve tutumlar içerisine girmesidir.
Bir kişilikten diğerine geçiş anî ve dramatiktir.
Hasta genelde diğer kişiliğe ve onun baskınlığı sırasında yaşadığı olaylara amnestiktir (bellek bozukluğu).
Travmatik çocukluk çağı öyküsü (fiziksel ve/veya cinsel istismar) sıklıkla bulunur.
Kişinin kendi gerçeklik duygusundan ya da bedeninden ayrıldığı hissinin olduğu, sanki bunları dışarıdan bir gözlemci gibi izlediği hissini yaşadığı, sürekli veya yineleyen yaşantıların olduğu bir bozukluktur. Bu yaşantısı sırasında kişinin gerçeği değerlendirmesi bozulmaz. (Alıntı)

Tüm bunları ne yazık ki kitabı bitirdikten sonra okudum... hiç okumadığım ekşi sözlük de bile hastalıkla ilgili bilgiler gördüm... kullanılan ağır ilaçlar, intihar düşüncesi, hipnoz seansları cabası.
Kitap, bunca ince ayrıntıyla bana, yaşlı bir yazarın otobiyografisi olduğu izlenimi uyandırmıştı. Şimdi şunu söyleyebilirim;
KAYBOLAN O GÜNLER, asla fantastik bir macera değil;  Dissosiyatif Kişilik Bozukluğu üzerine yazılıp çizilmiş harika bir çizgi roman!

Sevgiler Sizinle Olsun

Sevgili nomad, yorumunu beğendim... Fakat ben Tex okumadığım için bu kitabın sonrasına  Dr. David Burns'un "İyi Hissetmek" kitabını koydum.

     

Timothe Le Boucher