Avrupa'da Çizgi Roman

Başlatan hennessy, 14 Mayıs, 2011, 18:25:58

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

hennessy

Amerikan çizgi romanı çocuklara yönelik olmadığını göstermek için yarım asır boyunca çırpınıp dursun, Avrupa'da önemli kısmı yetişkinlere yönelik, çeşit çeşit çizgi roman üretiliyordu. Süper kahramanlara nadiren rastlanan, sanat muamelesi gören, farklı bir çizgi roman

Aslında tam olarak Avrupa çizgi romanı diye bir şey yok. Sonuçta, bir ülkeden değil bir kıtadan bahsediyoruz; Amerikan çizgi romanında olduğu gibi belli başlı eğilimlerle ve çağlarla açıklanabilecek tek bir çizgi roman tarihinin belirlenmesi zor. Ülkelerin çizgi roman kültürleri arasında alışveriş oluyor ama bu etkileşim, örneğin İtalyan çizgi romanına Fransızlarınkiyle birlikte tek bir bütünün parçasıymış muamelesi etmeye yetecek kadar yoğun değil. Öte yandan, Avrupa'daki çizgi roman kültürünü Amerika'dakinden ayıran belli başlı beğeni ve yönelim farkları var. Bu farkların en önemlisi, Avrupa'da çizgi romanının, özellikle de Fransızca çizgi romanın, Amerika'dakinden daha çok yaratıcı bazlı olması, İtalya'nın "fumetti" geleneği Amerikan çizgi roman kültürünü biraz anımsatsa da, Fransa ve Belçika'da üretilen "bande dessinee"yi DC ve Marvel gibi yayıncıların tarihiyle, piyasa tercihleriyle ve eğilimleriyle açıklamak mümkün değil. O yüzden de belli bir üsluptan bahsederken, aslında bir yazarın ya da çizerin üslubundan bahsediyorsunuz; ve Prado, Comes ve Enki Bilal'in üsluplarını tek bir kalemde ele almaya çalışmak, nafile bir çaba haline geliyor. Hepsi kendi özgün tarzlarını geliştirebilmiş, farklı bir estetik, hatta farklı öyküler bekleyebileceğiniz çizgi romancılar. Avrupa'da çizgi roman bu yaratıcı bazlı çeşitliliği sayesinde Amerika'daki gibi dar yönelimlerin ve belli janrların içine hapsedilmemiş.

Tayt Yok, Pelerin Yok
En basitinden, Avrupa'da baskın çizgi roman türü, süper kahraman serileri değil, insanüstü güçlere sahip, suça karşı savaşan kostümlü insanlar fikri, bu kıtanın çizgi roman yaratıcıları arasında bütün bir kültürü ele geçirecek kadar tutmamış. Standart Amerikan çizgi romanının "ikonik" olduğu söylenir; bu anlayışın ürünü kahramanlar aslında mitolojik birer varlık, birer yarı-tanrı gibidir; ABD'de uzun süre boyunca gerçekçiliğin ve insaniliğin bayraktarının bile neredeyse tamamen süper kahraman öyküleri yayınlayan Marvel olmuş olması bu ülkenin çizgi roman kültürü önemli bir göstergedir. Sinemada da olduğu gibi, Avrupa'daki çizgi roman ise gücünü büyük ölçüde insanilikten, anlattığı karakterlerin iç dünyasına pencere açabilme becerisinden, hatta farklılıktan alır. Bazı açılardan Amerikan geleneğini andıran İtalyan çizgi romanlarında bile kahramanları Amerika'da olduğu gibi "süperleştirmek"ten kaçınılmış, ortaya son derece maceraperest olsalar dahi, daha gerçekçi öyküler çıkmıştır. Amerikan çizgi romanı fantezi gibi işler, okuyucusundan daha en baştan temel bir gerçeklik kaymasını kabul etmesini talep eder; kendini zaman zaman olağan ve günlük olayların içinde bulabilen olağanüstü kahramanlar sunar. Avrupa'daki çizgi romanlarda ise karşımıza daha çok, kendini olağanüstü olayların içinde bulmuş sıradan insanlar çıkar. Herge'nin Tenten'inin ve Edgar P. Jacobs'un Blake ve Mortimer'inin öncülük ettiği söylenebilecek bir serüven tutkusuyla, çizgi roman karakterleri dünyanın dört bir yanını gezip en egzotik ve merak uyandırıcı mekanlara uğruyor, Goscinny ve Uderzo'nun Asteriks'iyle okuyucuları Avrupa tarihine, hatta Morris'in Red Kit'iyle (orijinal Bonelli çizgi romanları adı Lucky Luke) Amerika'nın Vahşi Batı'sına götürüyordu.

Tenten, Blake ve Mortimer, Asteriks ve Red Kit'in tek paylaştıkları serüven tutkusu değildi. Bu dört seri "bande dessinee"nin, yani Frankofon çizgi romanın da lokomotifleri. Avrupa çizgi romanından bahsedildiğinde akla gelen ilk şey "bande dessinee", çünkü Atlantik'in bu tarafındaki en çarpıcı bazı çizgi romanlar bu başlık altından çıkmış, en önemli yaratıcıların, yazar ve çizerlerin hatırı sayılır bir bölümü bu Fransız ve Belçika çizgi romanlarından yetişmiş. Belçika'nın kendini bir "çizgi roman ülkesi", Brüksel'i de bir "çizgi roman başkenti" olarak görmesi boşuna değil. Meraklı ve maharetli muhabir Tenten ve köpeği Milo'nun dışında Belçika çizgi roman tarihinde Red Kit, Spirou, ve Gaston da vardı, işin ilginci, bu son üç karakterin üçü de aynı dergide okuyucunun karşısına çıktılar: Le Journal de Spirou. Sırf bu üç karakter sayesinde bu haftalık dergi, sadece Belçika çizgi roman geleneğinde değil, genel olarak dünya çizgi roman tarihinde önemli bir yere sahip. Belçika çizgi romanının uzman sayılabileceği konulardan biri, Herge'nin öncüsü olarak gösterildiği "temiz çizgi" denen üslubuydu. Bu yalın ve etkili üslubun ifadelerin altını çizmede, hatta imkansız birtakım ifadeler yakalamada sağladığı fırsatlarla, çocuklara yönelik, biraz mizahi biraz öğretici çizgi romanlar için müthiş bir araçtı.

Dokuzuncu Sanat
Avrupa'da çizgi roman kültürünün Amerika'dakinden en büyük farkı, eski kıtada çizgi roman denen koskoca kitle iletişim aracının tamamen çocuklara yönelik olduğu düşüncesinin yerleşmemesiydi. Red Kit ve Gaston gibi mizahi çizgi romanlarla, Tenten ve Blake & Mortimer gibi öğretici serüven çizgi romanlarıyla ve evet, Belçika'nın "temiz çizgiler"iyle temsil edilen, çocuklara yönelik çizgi roman diye ayrı bir şey olduğu düşünülüyordu. Gerçi çizgi romanı şanlı bir yakıştırmayla "Dokuzuncu Sanat" olarak adlandıran Frankofon kültür için için Tenten ve Blake & Mortimer de pek şaka edilecek konu değildi. Sonuçta Tintin, Spirou, Pilote ve Vaillant gibi dergiler, Frankofon çizgi roman dünyasının gelişiminde önemli rol oynamıştı; bugün gerek klasik çizgi romanların yaratıcıları, gerekse son yirmi - otuz yılın önemli çizgi romancıları olarak tanıdığımız pek çok isim, bu dergilerden yetişme. Ama daha sonra, Amerika'da yeraltı çizgiromancılığını getiren değişim rüzgarı, Avrupa'da Metal Hurlant dergisini doğurdu. Bugün Moebius, Enki Bilal, Schuiten, Tardi ve Mezieres gibi birçok çizgi romancının çalıştığı ve yeni kuşak birçok çizerin yetişmesine katkıda bulunan, bu dergi, Frankofon çizgi romancılığında hiçbir şekilde çocukları hedeflemeyen ve yine de epey hayranı bulunan farklı bir çizgi roman anlayışını ortaya koydu (Daha sonra bu dergi "Heavy Metal" adıyla İngilizce olarak dünyaya açıldı). Moebius ve Enki Bilal gibi bugünün önemli sanatçılarının temsilcisi olduğu, yetişkin, ciddi ve hayli ilgi gören bir "bande dessinee" anlayışı. Bu yeni eğilime çok uygun olan albüm ya da "roman" formatı yaygınlaşıyor, "Avrupa çizgi romanı" dediğimizde aklımıza gelen entelektüel açıdan daha yüklü, cinsellik de dahil olmak üzere yetişkin işi temalara daha çok yer veren öyküler, kitapçılarda - Amerika'daki gibi izole çizgi roman dükkanlarında değil - birer arzu nesnesi olarak yerlerini alıyorlardı.

Duman Bulutları
İtalya ise bambaşka bir meseleydi. Amerikan çizgi romanına çok daha yakın -hatta Amerikan çizgi romanından bile daha yakın bir çizgi romancılık vardı bu ülkede. Alex Raymond'un Flash Gordon'ının bantlarda boy gösterdiği, sinemada Doc Savage'ın maceralarını anlatan seri filmlerin gösterildiği yılları örnek alıyordu sanki İtalya. Çünkü konuşma balonlarına ithafen "duman" anlamındaki "fumetti" adıyla anılan İtalyan çizgi romanı, Amerikan çizgi romanının emekleme yıllarında sıkça görülen orman (Akim) ve havacılık serüvenleri (Mister No), western (Teks, Zagor, Tom Braks) gibi türlerle doluydu, İtalyan çizgi romanında en önemli yeniliklerden biri, Angela ve Luciana Giusani'nin 1962 yılında Diabolik'i yaratmalarıydı. Bir kötü adamın başrol verildiği bu seri, hem 128 sayfalık cep kitabı ebadıyla yeni bir format, hem de "fumetti neri" (kara çizgi roman) adında yeni bir tür yaratmıştı. Diabolik'in ardından Kriminal ve Satanik gibi yeni kara çizgi romanlar geldi. Bu kara çizgi romanlar ve onlara paralel olarak çıkmaya başlayan erotik çizgi romanlar, İtalya'da da 50'ler Amerika'sında görülen türden bir kamu baskısı oluşmasına sebep oldu. Ancak dünyanın dört bir yanından çizgilere yer veren Linus'ın öncülük ettiği, özellikle yetişkinleri hedefleyen ve İtalyan entelektüellerinden destek gören yeni dergiler sayesinde, mecra prestij kazandı. Böylece italya'da seri çizgi romancılık ve prestij formatı yan yana yaşamaya başladı, ilginçtir, Pratt ve Manara gibi çizgi romancıların işlerine de yer veren bu formatın çevirisi Fransa'da, İtalya'daki orijinalinden daha çok satıyordu.

Prestij formatı hâlâ varlığını sürdürse de, şimdi İtalyan çizgi roman sektörünün çok büyük bir bölümü Bonelli ve Walt Disney İtalya arasında paylaşılmış durumda. Bonelli, özellikle 80'lerle birlikte yaptığı çıkışla ne tam olarak Frankofon çizgi romanına benzeyen, ne de çıkış noktasını oluşturan Amerikan çizgi romanına benzeyen, süper kahramansız bir serüven düşkünlüğünün hüküm sürdüğü, bambaşka bir kulvar sunuyor.

İki Arada, Birkaç Derede
Ama Atlantiğin iki yakasının arasında kalmak deyince, başı İngiltere'nin çektiği kesin. "Resimli öykü" kültürü ABD'ninkinden daha eski olan İngiltere, okyanusun karşı kıyısındaki kuzeniyle aynı dili konuşması sebebiyle, çizgi roman geleneğinde epey ortak noktaya sahip. Çoğuna göre İngiliz çizgi romanı, Avrupa çizgi romanının bir parçasından ziyade, Amerikan çizgi romanının bir komşusu. Öncelikle İngiliz çizgi romancılar, dil gereği birçok Amerikan çizgi romanlarını okuyarak bü¬yüyorlar. Ayrıca Judge Dredd ve Tank Girl gibi İngiltere'de ünlenmiş çizgi kahramanların bir süre sonra Amerika'da da çizgi romanlarının yayınlanması, Alan Moore ve Neil Gaiman gibi İngiliz yazarların karşı kıyıda yeterince gürültü kopardıktan sonra soluğu ABD'de almaları da bu bakış açısını destekliyor. Ancak bu iki yazarın ABD'ye transfer olduktan sonra (özellikle "Watchmen" ve "Sandman" ile) getirdikleri neredeyse İtalyan işi gerçekçilik ve neredeyse Fransız işi düşsellik ile on yıl zarfında Amerikan çizgi romanını nasıl metamorfoza uğrattığı düşünülürse... Avrupa ile Amerika arasında duran, ada olma özelliğini hep koruyan İngiltere'den çıkan çizgi romanın nüvesinde de farklı bir şeyler vardır belki.

BONELLİ ÇİZGİ ROMANLARI
Türkiye'de çocukluğunu 70'li ve 80'li yıllarda geçirmiş olanların çizgi roman mefhumu, önemli ölçüde İtalyan çizgi romanları, hatta özel olarak Bonelli yayınevi ürünü çizgi romanlarla biçimlenmiştir. Bir kuşak Zagor'uyla ve Mister No'suyla, hatta Alaska'sı ve Martin Mystere'iyle Bonelli'nin yazarlarının ve çizerlerinin elinden çıkmış maceralarla beslenmiş, bu nispeten (elbette Amerikan çizgi romanına nispeten) gerçekçi ama delice serüven tutkunu ve hayli sinemasal çizgi roman kültürünü basbayağı benimsemişti. Türkiye'de X-Men üyelerini tanıyan kuşaktan önce; Amerikan süper kahraman çizgi romanlarından pek hazetmeyen, Mister No'nun ikide bir basını belaya sokup hem kazık hem de dayak yemesinden ise tarifsiz bir haz duyan, Ken Parker'ın (ilk baskısının adıyla Alaska) altı çizilmiş bir gerçekçilik ve ciddiyetle, hatta zaman zaman kasvetle donatılmış sayfalarını sanat kabul edip bağrına basan, Martin Mystere ile dünyanın çeşit çeşit gizemine merak salan, hatta biraz üzerine gitseniz battalı ilah Zagor'un savaş çığlığını (ve ciddi vakalarda "sevgili fıçısı" Ciko'nun tam adını) alabileceğiniz bir kuşak vardı. Avrupa'nın büyük bölümünde olduğu gibi, çizgi romanlarını Amerika'dakinden daha gerçekçi isteyen bir kuşak. O zamanlar Türkiye'de takip edilen Amerikan çizgi roman karakterlerinin de Lee Falk'un Mandrake'si ve Kızılmaske'si gibi "nispeten daha az süper" kahramanlar olması tesadüf değil.

Bonelli yayıncılık, 90'larda Türkiye'de yeni temsilcileriyle faaliyetteydi. 2099'da, cehennemi bir metropol ortamında gecen Nathan Never, "Blade Runner"ı epey hatırlatan bir karışımdı: bilimkurgu ve "hard boiled" polisiye. Bu hayli sinemasal ve filmlere bol bol atıfta bulunan serinin Legs Weaver adlı karakteri, daha sonra kendi serisine sahip oldu. Michele Medda, Antonio Serra ve Bepi Vigna'nın yarattıkları Nathan Never serisi, siborglan, algıyı etkileyen ilaçlan, çok güçlü şirketleri ve suçlularıyla, hatta biçimsel acıdan dedektiflik öyküsüne meyliyle bile siberpunk türünün bir temsilcisiydi.

Ancak Bonelli'nin 90'lardaki asıl ağır topu, 86'da çıkmaya başlamış olan Dylan Dog'du (Nathan Never'la birlikte, çizgi romanlarda cok sık karsımıza çıkan aliterasyonlu ismin bir örneği daha). Tiziano Sclavi'nin yarattığı, İngiliz aktör Rupert Everett model alınarak çizilmiş olan bu İngiliz karakter, Viktoryen dönemin gotik öykülerini yad etmek için yaratılmıscasına son derece tuhaf, doğaüstü görünen vakalarla ilgileniyor. Hayli sinemasal bir anlatıma sahip olan Dylan Dog, Tex ile birlikte Bonelli'nin en popüler serisi - ve Türkiye'de de basılan serilerden biri.
Türkiye'de basılan bir diğer nispeten yeni Bonelli serisi ise, kadın kriminolog Julia'nın maceraları. Audrey Hepburn model alınarak çizildiği çok belli olan Julia, fiziksellikle değil zekasıyla, içgüdüleriyle ve insan ruhunun derinliklerine nüfuz edebilme becerisiyle sonuca ulasan, silaha ve şiddete karsı duran tavrıyla, eski usûl "akıllı dedektif" öykülerinin bir uzantısı. Ken Parker'ın da yaratıcısı olan Gıancarlo Berardi tarafından yaratılmış olan Julia, köklü bir türü (Sherlock Holmes işi dedektiflik öyküsünü), nispeten yeni bir eğilimle (Thomas Harris işi kriminolojiyle) destekliyor. Duymuş olabileceğiniz diğer Bonelli serileri arasında Tom Braks (orijinal adıyla Alan Mistero), Judas, Gil, Magico Vento, Brendon, Jonathan Steele, Dampyr ve Gregory Hunter bulunuyor. İlk başlarda daha çok western'lere odaklansa da son yirmi yıldır farklı janrlara kayan Bonelli, Nathan Never, Legs Weaver, Dylan Dog ve Julia gibi serileri sayesinde, eskiyip unutulmaktan kurtulmuş, üstelik Avrupa'nın en önemli çizgi roman yayıncılarından biri olarak konumunu iyice perçinlemiş görünüyor.

alıntı Kutlukhan Kutlu
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

darkwood

İlginç bir araştırma yazısı olmuş. Bu güzel paylaşım için, teşekkürler.
Darkwood Sakinleri..