Basında Çizgi Roman

Başlatan pizagor, 13 Ocak, 2010, 20:18:15

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

tommikser

İki gündür büyük bir hevesle okuduğum Kiki de Montparnasse grafik romanı demin (5 dk) önce bitti.Bunu ayrı bir yazıda detaylı inceleyeceğim.Yalnız Radikalde çıkan bir yazı oldukça güzeldi.Bu yazıyı sizinle paylaşmak isterim bakalım ne düşüneceksiniz?

Cesur ve güzel
13.06.2011

'Montparnasse Kraliçesi Kiki'nin yaşamını anlatan 'Kiki de Montparnasse' adlı çizgiroman Türkçe'de. Kadın özgürleşmesinin en ünlü isimlerinden Kiki, cesaretiyle ilham veriyor.



Köylülerin sütçülükle geçindiği, kasabalıların eczacılıkta ustalaştığı Cote D'Or bölgesinde 2 Ekim 1901'de doğmuş. Büyükannesiyle büyümüş. 12 yaşına gelince Paris'teki annesinin yanına gönderilmiş. Bir süre fırınlarda, butiklerde tezgahtarlık yapmış. Öğle yemeği için uğradığı bohem kafelerde sanatçılarla çalışmış. Zamanla onlara çıplak modellik yapmaya başlamış. Annesi duruma karşı gelince, kapıyı çekip çıkmış. Montparnasse'daki sanatçı atölyeleri evi, bar tabureleri yatağı olmuş.
Alice Ernestine Prin, namı diğer Montparnasse Kraliçesi Kiki'nin hayatını anlatan ve tüm dünyada çok ses getiren 'Kiki de Montparnasse' adlı çizgiroman Avrupa'da yayımlandıktan hemen sonra Türkçe olarak da raflardaki yerini aldı. Jose-Louis Bocquet'nin yazdığı kitabın çizimleri Catherine Muller'e, çizgiroman dünyasında bilinen adıyla Catel'e ait. Avangard akımın en cesur kadınlarından biri olan Kiki'nin hayat öyküsü zaten ilham verici ama grafikle anlatılınca daha büyüleyici olmuş. Kitap sadece Kiki'nin hayatını değil, 1920'lerin Paris'inde kuvvetle esen sefalet ve umutsuzluk rüzgârına direnmeye çalışan bir grup sanatçının direnişini anlatması bakımından da önemli.
Kiki acayip bir kadın. 20. yüzyıl başında, bırakın sanat tarihindeki yerini, yaşamayı seçtiği hayat tarzıyla bile kadın özgürleşmesinin önünü açmış biri. Sadece model değil, aynı zamanda bar şarkıcısı, ressam ve oyunculuk yapmış. Başta sevgilisi Man Ray olmak üzere Kisling, Foujita, Per Krohg, Calder, Utrillo ve Leger gibi sanatçılara modellik yapan Kiki, zamanla 'Breton' sanat çevresinin el üstünde tuttuğu, güçlü, zeki, güzel ve özgün bir kadın olmuş. Sayısız işe modellik yaptığı halde hiçbir zaman kendisine ait bir mülkiyeti olmamış. Mülkiyetten uzak durmuş. "Biraz soğan, ekmek ve kırmızı şarap. İhtiyacım olan tek şey bu. Ve tabii bunları ısmarlayacak biri. Onu da nasıl olsa bulurum" demiş.

Kiki ismi Mendjisky'den hediye
İlk olarak, heykeltıraş Chaim Soutine'e modellik yapan Alice, kısa sürede namını Paris sanat çevrelerine duyurmuş. 1917'de Mendjisky ile tanışmış. Kiki adı da ondan yadigar. Kiki en çok Man Ray'in gözdesi olmuş. Sanat tarihinin ünlü fotoğraflarından Le Violon D'ingres'e modellik yapmış.
1940'ta Paris Naziler tarafından işgal edince Paris'i terketmiş. Bir daha da dönmemiş. Güneye inmiş, bir kır evinde yaşamaya başlamış. Denize karşı içlenmiş, denize karşı içmiş. 1953'te, kaynaklar alkolden diyor ama, bence üzüntüden ölmüş. Anısına saygıyla...


ELİF TÜRKÖLMEZ

pizagor

Çizgi roman kendini hicvediyor

İstanbul Fransız Kültür Merkezi(İFKM), yaz boyunca, Fransa'da bu kış ünlü Angoulême Çizgi Roman Festivali çerçevesinde yer almış olan 'Parodiler: Çizgi Roman Kendini Hicvediyor' sergisinden bir seçkiyi izleyiciyle buluşturuyor.

Cumhuriyet Haber Portalı

İstanbul- Dün açılan 10 Eylül'e dek sürecek olan sergide, eğlenceli bir biçimde çizgi roman tarihi ve yarattığı efsanevi karakterleri, Tarzan, Robin Hood, Sherlock Holmes, Conan ve Harry Potter gibi efsanevi kahramanları hicveden eğlenceli çalışmalar yer alıyor. Küratörlüğünü Thierry Groensteen'in yaptığı sergide Fransa'dan gelen seçkilerin yanı sıra Türk çizerlerin de sıklıkla işlediği parodiler temasından örnekler de yer alıyor. Süperman ve Batman'dan Garfield'e birçok çizgi roman kahramanı Türk çizerlerin de hicvettiği karakterler arasında. Bülent Üstün'ün Kötü Kedi Şerafettin ve Garfiled'li çalışması buna bir örnek. Sergide ayrıca Ersin Karabulut, Faruk Bayraktar, M.K. Perker ve Umut Sarıkaya'nın da çizimleri yer alıyor. www.ifturquie.org

http://www.cumhuriyet.com.tr/?kn=12&hn=253908

İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!


tunaorhun

ÇİZGİ ROMAN AYNAYA BAKIYOR
Edebiyat, resim, sinema ve televizyonda karşımıza çıkan kült figürleri hicveden sergi Fransız Kültür Merkezi'nde çizgi roman severleri bekliyor.


Cumhuriyet- Kendini hicveden sanat dalı elbette çizgi roman olabilirdi. Çizgi romanın kalbi Fransa'da, 40 yıldır düzenlenen "Angoulême Çizgi Roman Festivali" kapsamında gerçekleşen "Parodiler: Çizgi roman kendini hicvediyor" sergisi tam da bunu gösteriyor bize. Sergiden 50 yapıt Fransız Kültür Merkezi ve Angoulême Uluslararası Çizgi Roman ve Görüntü Merkezi işbirliğiyle İstanbul'a da geldi.

Edebiyat, resim, sinema ve televizyon da karşımıza çıkan kült figürleri hicveden sergide ayrıca Tarzan, Robin Hood, Sherlock Holmes, Conan ve Harry Potter gibi efsanevi kahramanları hicveden eğlenceli çalışmalar da yer alıyor. Sergide ayrıca Ersin Karabulut, Faruk Bayraktar, M. Kutlukhan Perker ve Umut Sarıkaya'nın da çizimleri yer alıyor.


Otoriteyle dalga geçmek

Sergi vesilesiyle Fransız ve Türkiyeli çizgi romancılar da bir araya gelip karşılıklı görüşmeler yaptılar. Önümüzdeki günlerde yayıncılık alanındaki bu işbirliğiyle karşılıklı olarak çizgi roman çevirileri yapılacak. 10 Eylül'e kadar devam edecek serginin küratörü ise Thierry Groensteen.

Küratör İstanbul'da değildi, ama "Angoulême Çizgi Roman Merkezi" adına İstanbul'da bulunan www.actuabd.com isimli çizgi roman sitesinin kurucusu, çizgi roman tarihçisi Didier Pasamonik ile görüştük. "İkonik, kült olmuş figürleri hicvederek, güçle, otoriteyle alay ediyor sergideki yapıtlar" diyor Pasamonik.

"Bunu yaparken de mizahı güçlü bir şekilde kullandığı için, saldırganlaşmadan alay ediyor. Gücü, gülünçleştirebiliyor. Bu da onu evrensel kılan en büyük özelliği."



Mizah kurşundan güçlü

Peki "Süper kahraman tutkunları yüzüne pasta yemiş bir Süperman görmek ister mi" Bu soruyu şöyle yanıtlıyor Pasamonik: "Bu hayranların gücü göreceli bir şekilde görmelerini ve algılamalarını sağlayabilir. Serginin afişinde yer alan Süperman, yüzüne pasta yiyor. O çizimde Süperman'in üstüne kurşunlar da geliyor. Fakat kurşun geçirmiyor. Şunu söyleyebiliriz, mizah kurşundan daha güçlü. Kurşundan kaçan Süperman pastadan kaçamıyor. Bir süper güç bile olsa mizah her şeyi delip geçebiliyor".

Türk çizgi romanının sıkı bir takipçisi olan Pasamonik, geçen ay henüz ikinci sayısını çıkaran Harakiri dergisinin başına gelenlerden haberdar. "Harakiri aslında ilk Fransa'da 1960'lı yıllarda çıkmış bir dergiydi. Sansürün yoğun olduğu yıllardı. Biraz da iktidara karşı mizah yoluyla başkaldırıyı simgeliyordu Harakiri. Buradaki Harakiri'nin ikinci anlamda bir tekrarı olduğunu söyleyebiliriz. Garip de bir rastlantı. Tekrar sansürün kurbanı oldu dergi."

Pasamonik ayrıca 2010'da Türkiye'de ilk kez yapılan çizgi roman festivali İstanbulles'in 2012 Haziran ayında gerçekleşeceğini de hatırlatıyor.


HacıGeraltEmmi

Örümcek Adam öldü
Hürriyet / 23 Haziran 2011

Tüm dünyada milyonlarca hayranı olan 'Örümcek Adam' (Spider Man) karakteri dün öldü.
ABD'de dün yayımlanan Brian Michael Bendis imzalı 'Örümcek Adam'ın Ölümü' isimli 160'ıncı çizgi romanda, 'Örümcek Adam' karakteri Peter Parker, başdüşmanı Green Goblin'in kollarında ölüyor. Amerikan AP ajansına konuşan yazar Bendis, "Kahramanca veda edecek, ölümü boşa olmayacak. Bunu söylemesi utanç verici, ama size yalan söylemeyeceğim. Yazarken çok duygulandım, gözlerimden yaşlar aktı" dedi. Örümcek Adam hayranlarının ise endişelenmesine gerek yok. Çizgi romanın haklarına sahip Marvel Comic şirketi, ölen Örümcek Adam'ın 'Ultimate Spider Man' serisine ait olduğunu, 'Amazing Spider Man' serisinin ise devam edeceğini açıkladı.

http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/18090515.asp?gid=381

tommikser

Senden önce yayınladım abi ehe ehe eheeeee

HacıGeraltEmmi

Alıntı yapılan: gunessemerci - 23 Haziran, 2011, 11:42:15
Senden önce yayınladım abi ehe ehe eheeeee

;D hızlısın kardeş, yapacak birşey yok.

darkwood

Bu örümceklerde, yayıncılar sayesinde  kedi gibi dokuz canlı  olmak üzereler.
Hoz Amazing serisindeki gibi yakında canlanır yine dert etmeyin.  :D
Darkwood Sakinleri..

Mister NO

Bugün yayınlanan Cumhuriyet Gazetesi'nin Kitap Eki'nde Ümit Kireççi'nin "Çizgi Romanda Parlak Dönem"(sayfa24-25) başlıklı yazısını çizgi roman severlere tavsiye ederim.Yayınevlerini topluca değerlendiren bir yazı olmuş.

Mister NO

Avrupalı Bir Japon Hikâyesi


Okko, 12 yüzyılda, Ortaçağ Japonya'sında geçen bir aksiyon çizgi romanı. Bir Ronin etrafında gelişen bir hikâye gibi gözükse de Okko, tek kahramanlı ya da kahramanın yapıp eyledikleriyle gelişen bir anlatı değil. Diziye adını vermiş olması veya kapaklarda öne çıkartılmasına rağmen asıl kahraman gibi durmuyor hikâyelerde. Ondan korkup çekiniliyor, gücü ve tekinsizliği bir efsane gibi konuşuluyor ve fakat konuşulduğu kadar eylemliliğin içinde yer almıyor. Serüven geleneğini hatırlatarak söylersem, finalde kötü adamı alteden ve her şeyi sonlandıran çatışmanın jön prömiyeri olmuyor. Okko'nun dışında Nabura adlı gizemli yenilmez bir savaşçı, sarhoş bir din adamı ve hikâyeyi bize anlatan, sonradan keşiş olduğunu öğrendiğimiz genç bir balıkçıdan oluşan bir kahraman kadrosu var anlatının. Hepsinin bir gücü ve etkisi olduğunu düşünürsek, fantezi edebiyatının ve bilgisayar oyunlarının doğrudan etkisini görebiliriz. Okko'nun tek kahraman etkisinin azalmasını da pekâlâ buna bağlamak mümkün. Okko, Hub imzasını kullanan Humbert Chabuel'in (doğ.1969) çalışması. Olgunluk yaşında, 2005 yılında Okko'yu çizmeye başladığını, öncesinde televizyonlarda çalıştığını, reklamcılık yaptığını, video oyunları sektöründe mesai harcadığını biliyoruz. Okko'yu tasarlarken serüven edebiyatını sahiden sevdiğini gösteren ayrıntılar seçmiş.

Ronin İmgesi
Ronin, bilindiği üzere, efendisiz savaşçı (Samuray) anlamına geliyor. Japon tarihinde, derebeyleri yanlarında besleyebilecekleri ölçüde savaşçı tutuyorlar. Savaş olmadığında, kıtlıkla karşılaşıldığında veya gelirleri azaldığında Samurayların bir kısmı serbest bırakılıyor veya masrafları azaltmak adına uzun yolculuklara gönderilebiliyor. Bazen onur kırıcı bir suç, aşikâr bir hata veya ahlaki düşkünlük de samurayların efendisiz kalmalarına neden olabiliyor. Samuray hikâyelerine bakılırsa, dâhil olduğu hiyerarşide yükselemeyeceğini anlayan kimi savaşçılar, efendilerinden izin alarak dışarıya çıkıyor, ün kazanmak için başka türden bir yola giriyor. Bu kısa özet bile sanıyorum, serüven edebiyatının efendisiz savaşçıları, Ronin'leri neden sevdiğini açıklıyor. Otoriteyle bağını koparmış, saygınlığını yitirmiş, gittiği her yerde korku ve endişe yaratan silahlı bir adamı düşünün. Ronin'in kelime anlamının denizdeki dalgalar gibi savrulan insan olduğu söyleniyor. Bir seyyah gibi köyleri gezen, itibar arayan, bulduğuyla yetinen bir avare, aylak ya da kırsalın flaneur'u da denebilir... Üzerinde kıyafet gün be gün epriyen, kılıcından başka değerli bir şeyi kalmayan yoksul(laşan) bir adam aynı zamanda...

Aşina Tiplemeler ve Manga Melezliği
Hub, Ronin'in yanına şövalye hikâyelerinin sarhoş din adamını katmış. İçkiyle din ya da din ile cinsellik arasında tezatlık kurmak, din adamlarını hicvetmek, modern – seküler serüven edebiyatının sevdiği trüklerdendir. Hub, fazlasını yapmış, bunu fantezi edebiyatının büyücüsüne (Merlin) doğru evriltmiş. Miyazaki ile yaygınlaşan çevreci mistisizmine de başvurduğunu hatırlatalım. Noshin, doğanın ruhlarıyla irtibat kuran, onları kullanan alelacayip biri. Doğanın aynı zamanda güzel ve korkutucu, neşeli ve öfkeli olabileceğini gösteriyor. Fantezi edebiyatı, ruhaniliğe saygı göstermeden insan olunamayacağı telkinini verir. Ruhanilik, bir biçimde anlatının merkezindedir. Kimi tapar kimi yokmuşçasına davranarak inananlarla alay eder ama o ruhanilik olağandışı bir aktörmüşçesine hikâyelerin özellikle finalinde belirleyici olur. Büyücü Noshin gibi gizemli devadam Noburo da Japon folkloru kadar şövalye hikâyelerine, örneğin Robin Hood'un Little John'una yapılan bir gönderme. Noburo, zebanileri veya gulyabanileri betimleyen bir Oni maskıyla dolaşıyor. Daha ilk albümde ölmediğini görüyoruz, nasıl olduğuysa bir muamma olarak bırakılıyor, cevaplanmıyor. Hub'un iyi yaptığı en önemli şey anlatısını frankofon çizgi romanı ile manga arasında bir yere çekerek melezleştirmesi. Balonların kullanım biçimi manga tarzını hemen hatırlatıyor. Hikâye anlatıcısı Tikku'nun tipleştirilmesi de bu çerçevede düşünülmüş. Okko'nun Fransa'da epeyce manga yayınlayan Delcourt'tan çıkmasını tesadüf sayamayız. Hikâyelerde de bu melezlik kullanılmış. Türkçede Toprak Devri adıyla yayınlanan ikinci serüveni Japon halk hikâyelerinin tekrara dayanan (bir manastırdan diğerine gidilen, modern anlatılarla kıyaslanırsa sayfalarca-anlamsız biçimde oradan oraya sürüklenen) kurgusunu başarıyla kotarmış. Kişisel olarak önce neden bu denli "uzattığını" anlayamadım sonra fark ettim ki Hub, Japon otantizmini yansıttığını, o döneme özgü lirizmi ve şiddeti resmettiğini göstermek istiyor. Mutlaka enformatik, anlatıcı seyrinin dışına çıkan ve hatta bazen düğümü açıklayan bölümler kullanıyor. Bunlar da belgeselci tutumla ilgili muhtemelen.

Başarılı bir çizgi roman Okko. Hikâyeden çok tiplemeleriyle başarılı ve ayrıksı demek gerekiyor belki de. Her bölümde gözalan, garip bir gerginlik taşıyan birileriyle karşılaşıyorsunuz; seçilmiş, estetize edilmiş folklorik öğelerle haşır neşir oluyorsunuz. Hikâyeden çok bunlar akılda kalıyor. Çok daha fazla şey anlatılacağını ima etmesi, hikâyenin geçtiği zamanın yıllar sonrasından bölümler aktarması bir dünya ve anlatı evreni yaratılmaya çalışıldığını gösteriyor. İyi çizilmiş, iyi renklendirilmiş Avrupalı Japon hikâyesi okumak isterseniz Okko iyi bir seçim.

LEVENT CANTEK
Birgün Kitap, 2.7.2011

Mister NO

Demir Leblebi Yeniden

Julia yeniden yayınlanmaya başladı, yedi yıllık bir ayrılık yaşamış olduk. Erkek okurların çokluğundan veya eskilere rağbet göstermelerinden, muhafazakârlıklarından olabilir, pek satmamış, benzerlerine göre kısa sayılabilecek bir ömrü olmuştu. Julia, Türkiye'de hayli sevilen Ken Parker'in ünlü senaristi Giancarlo Berardi'nin görece yakın tarihli (1998), ünlü çizer ortağı Milazzo'suz çıktığı polisiye türünde yeni kahramanı. Türkçedeki ilk yayınında, hangi akla hizmet bilinmez "Kadın Dedektif" üst başlığıyla sunulmuştu, ilgisi yok elbette. Julia, polis teşkilatına yardımcı olan bir öğretim üyesi, krimonoloji uzmanı, kadınlığına yakıştırılan (bu yüzden klişe duruyor bir parça) duyarlı bir entelektüel portresiyle çiziliyor. İtalyan "giallo"larını çağrıştıran sert polisiye velvelenin gerisinde melodramatik gerilimler de kullanılıyor. Onun kâbuslarını, özel hayatındaki yalnızlığını izliyoruz. İtalyanların çizgi roman geleneklerine uygun biçimde, Julia rolü Audrey Hepburn'a verilmiş, çeşitli tiplemelerde yüz ve fizik olarak yine Hollywood oyuncularına rastlıyoruz.

Julia hikâyelerinde bir "dark city" atmosferi yaratıldığı görülüyor: karanlıklar, neonlar, izbe sokaklar, siluetler, mutsuz ve yorgun yüzlerle dolu umarsız bir şehir var başrolde. Hemen her hikâye farklı çizerler tarafından üretilmesine rağmen hepsini birbirine yakınlaştıran şey, miladı Caniff, Eisner ya da Hazard benzeri "sert" fırçaların ürkütücü siyah-beyaz karşıtlıklarına dayanan atmosferi iştahla ve ısrarlı biçimde vurgulamaları olabilir. Bu tekinsiz resim, Julia'nın üzerinde ağır bir "gerilim" karanlığı yaratıyor; kâbusları ve yalnızlıkları pekiştiren, suçları ve cezaları hazırlayan bir arkaplan hazırlıyor. Dylan Dog'un korku ve Nick Raider'in New York atmosferinin melezleşmiş bir biçimi belki de. Üstüne, hikâyeden çok Julia'nın psikolojisini didikleyen Berardi sosunu ekleyebiliriz. Berardi, anlatım estetiğiyle, seçimleriyle geleneksel Fumetti tarzından çok Fransa-Belçika ekolüne yakın bir aeteur'dür. Ne seyir zevkini ve okumayı kolaylaştıracak bir çizgi dengesine, ne de okuyucuyu rahatlatacak zihinsel çağrışımlara prim veren bir üslubu vardır. Julia'da, kırılıp dökülen, kederli ve incinmiş, yaşadıklarını bir türlü içinden söküp atamayan, an'ı yaşayamayan bir kadın çıkartıyor karşımıza. Tanıdığımız, özdeşleşmeye müsait biri değil, ürkek ve çoğunlukla "kazanamayan" bir kahraman. Cinsellik taşıyor üzerinde ama bundan daha başka bir hali çağrıştırıyor; şefkat ve yardımcı olma duygusu yaratan bir ergen sanki. Denk düşer de kötü adama yumruğunu savurursa, Mister No uçarılığıyla hınzırlıklar yapan, gözünü budaktan esirgemeyen yakın dostu Leo Baxter kadar rahat olamıyor. Bir tabancayı nasıl kullanacağını bilmiyor, eline aldığında ayağını vurmaktan korkuyor.

En tehlikeli silahıysa sözleri, hem de açık ara; karşısındakini bilinçaltından tefrik eden, çözülmeye zorlayan, saldırgan ve meraklı sorular ve argümanlar seçiyor; hepsi sıkıntı veren huzursuz edici şeyler. Bir çocuk-kadın olarak hasbıhal ettiği insanlarda (ekseriyetle erkeklerde) haddini bildirme öfkesi yaratabiliyor. İşini yaparken sergilediği soğukkanlı, mesafeli ve anlayışlı Julia'nın bir başına kaldığında çektiği "acılar" ise okuyucuyla paylaşılıyor. O mağrur kadının nasıl elemle kıvrandığını, mahremiyetini gözetleyenler olarak biliyoruz. Çizgi romanda kahramanların psikolojilerini ilk betimleyenler, Amerikan süper-hero ekolünün üreticileri olmuştur. Sürekli kazanan ve haklı çıkan, her defasında kötülere galebe çalan, perhizci bir yaşama zorlanan o kostümlü kahramanların acılar çekebileceğini, psikonöretik sorunlarla dolu bir iç dünyaları olabileceğini akıl ederek ilk kez hikâyelerine katan Stan "The Man" Lee'dir. Bizim çizgi romanla ilgili beğeni kalıplarımız olan Fumetti kahramanları ise, istisna serüvenler dışında bu denli "deep"lere düşmezler. Berardi, işte bu yüzden farklı bir yorumcu, hem fumetti hem de "memleket" yemeklerinde. Julia'yı, gerçekçi kılan ve hikâyenin esası olan, yaşadığı serüvenler değil onun hayatı ve acıları aslında. Parçalanmış bir hayat yaşıyor. Eğreti aile bağları, hasret ve endişelerle deviniyor karelerde. Uyuşturucu müptelası olan mutsuz kızkardeşi, erkek arkadaşlarıyla yaptığı soğuk, kısa ve ürkek telefon konuşmaları ve uzakta, bir huzurevinde yaşayan büyükanneye yapılan haftasonu ziyaretleri anlatılıyor. Julia'nın, geçmişinden kalan her şey, içini döktüğü ve zafiyet gösterdiği, ama bir o kadar da "kendi" olduğu mutluluk "an"larının temelini oluşturuyor. Öte yanda, modern şehrin baskıcı rutinleri, sürekli çalışmak ve yaşamak zorunda olduğu "iş"lerin bitimsiz gerçekliği, başucunda eşik bekçisi gibi duruyor.

Berardi, çizgi romanın "kaçış aracı" olarak kullanılmasına karşı çıkarak şöyle diyor: "bulutlardan inmek gerekiyor ve bu bir ihtiyaç (...) artık hayattan kaçışı ya da kopuşu canlandırmayan kitaplar, filmler ve televizyon dizileriyle karşılaşmak beklenmedik bir durum haline geldi. Sanki yaşam sürekli kılık değiştiren, herşeyden uzak tuttuğumuz bir canavar". İşte Julia'yı demir leblebi yapan da bu: hayatın içinde kalması.

LEVENT CANTEK
Birgün Kitap, 1.10.2011

hanac



Kadınlara 'Teo'rik bakış

Teoman'dan son haberler: Çanakkale'ye yerleşeceği iddiası efsane! Teo, sosyoloji tezi hazırlamak üzere kolları sıvadı. Tez konusu ise;
'Çizgi Romanda Kadının Rolü'...

Okul günlerine dönüş

Müziğe veda eden Teoman, kendine yeni bir hayat kurmak için düğmeye bastı. Sanatçının ajandasının ilk gündem maddesinde mastır tezini bitirmek var. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu olan sanatçı, yıllar önce İstanbul Ünivertesi Sosyal Bilimler Bölümü'nde mastıra başlamış, ancak vermek istediği
'Çizgi Romanda Kadının Rolü' başlıklı tezi, hocaları tarafından beğenilmemişti.

İstanbul'da yaşayacak

Sanatçı, üniversitedeki hocalarıyla tekrar bağlantıya geçerek, aynı konuda yeni bir tez vermek için görüşmelere başladı. Menajeri Funda Sanlıman ise Teoman'ın Çanakkale'ye yerleşeceği iddialarını yalanladı: "Teoman'ın öyle bir planı yok. Şu an İstanbul'da ve burada yaşamaya devam edecek. Kendisine ait internet sitesi ile Twitter hesabı ise şu an kapalı ama yakında ikisi de açılacak."

pizagor

Haber Milliyet'ten...

VATİKAN TENTEN'İ KAHRAMAN İLAN ETTİ



Vatikan'ın resmi yayın organı L'Osservatore Romano, Steven Spielberg imzasıyla sinemaya terfi eden Tenten'i 'gerçek bir Katolik kahraman' diye tanımladı.

Gazete, Tenten'in Kongo macerasında ırkçılık yaptığı iddialarının da saçmalık olduğunu yazdı.
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!


Mister NO

Bugün Radikal Gazetesinde çıkan yazı

BAHADIR KALEAĞASI



Tenten: 20. yüzyılın seyyahı

14/11/2011


Tenten külliyatı, hem idealist hem gerçekçidir; çocukluğu kaybetmeden.


Resimli roman sanatı, dâhilerinden Belçikalı Hergé'nin yalın çizgileri ve yaratıcı kurgusu etkileyicidir. Yirminci yüzyıl tarihi ve coğrafyasında Tenten ile seyahat edilir: Farklı ülkeler, insanlar, kültürler, kentler, hayvanlar ve bitkiler. Tenten okuyucusunda 'merak' dürtüsünü tetikler: Bilim tarihi, otomobiller, gemiler, uçaklar, uzay teknolojileri, arkeoloji, antropoloji, felsefe, iletişim, siyaset...
Her kuşaktan, hemen hemen her ülkeden insanları birleştiren küresel olgulardan biri bu serüvenler: 80 dilde yayımlanan 24 albüm, yaklaşık 250 milyon satış ve son olarak bir Spielberg filmi. Ünlü yönetmen daha yıllar önce bu filmi hayal ederken Indiana Jones filmlerini kurgulamış.

Resimli roman, genel kültür
Yıllar içinde hakkındaki birçok makale, kitap, bilimsel yayın, belgesel film, sergi ve müze ile gelişti Tenten kültürüm. Resimli roman dünyam Abdülcanbaz, Astérix, Red Kit, Bahadır, Tarkan, Karaoğlan, Gordon, Kızılmaske, Spirou, Mister No, Black&Mortimer ve Corto Maltese ile çeşitlenip 21. yüzyılın çağdaş eserleriyle şenlenirken Tenten'in yeri hep başka oldu. Bir kahraman imgesi etrafında değil bu etkinin oluşumu. Genel bir his ve düşünce frekansı kalıyor insanda, Tenten'lerden yaşama yayılan. Öğrenme merakının bitmezliği, iyilik arayışının devamlılığı, görüntülerle arkalarındaki doğruların iç içeliği, hayaller ile gerçeklerin sürekli yer değişimi.
Tenten'in yaratıcısı Georges Rémi (1907-1983), henüz 22 yaşındayken, ismini Hergé olarak kısaltarak başlıyor bir gençlik dergisinde ilk serüvene: Tenten Sovyetler Ülkesinde. Çizgileri henüz oturmamış, fakat I. Dünya Savaşı sonrasındaki uluslararası güvensizlik ve sert propaganda ortamını iyi yansıtan bir belgedir bu. Aynı zamanda da Belçika çapında büyük bir başarı. Arkasından gelen yeni serüvenlerle dünyaya açılır Tenten.
Belgeler, Hergé'nin eserlerinin temel bir boyutudur. Kişisel arşivlerindeki ansiklopediler, National Geographic ve bilimsel yayınlardan kesilen yazı ve görüntüler doğrudan yansır serüvenlerin arka planına. Öyle ki New York, Mısır, Latin Amerika, Marakeş, İsviçre, Şanghay gibi yerlere ilk gidişlerimde Tenten esintileri hissettim hep. Mavi Lotus albümünün II. Dünya Savaşı öncesi Çince bir baskısını bir Şanghay antikacısında bulmak ise çocukluk yıllarının devam eden bir keyfi olmuştu. Tabii her sayfa yoktu albümde. Bazıları sansürlenmişti. Hergé o yıllarda Brüksel'de sanat okuyan Şanghaylı dostu Çang ile birlikte hazırlamıştı Çin kültürü ve estetiğini yakalayan o sayfaları. Siyasal ortam da hareketlidir bu serüvende: Mao öncesi Batı devletlerinin etkisi altındaki Çin, Japonya'nın 1934'te Mukden tren yolu sabotajı ile başlayan savaş, esrar ve yoksulluk gibi sosyal sorunlar...
Çang ile Hergé'nin dostluğu ise kendi başına bir serüvendir. Mavi Lotus albümünde Tenten'e yardım eden genç Çinlinin de adı Çang'dır. Gerçek Çang ise savaş sırasında ülkesine döner, resim öğretmeni olur. Çin toplumunu derinden sarsan 1968 kültür devrimi döneminde sokak temizliği işine atanır. Sonra itibarı iade edilir, Şanghay Sanat Akademisi Müdürü olur. Tüm bu yıllar boyunca Çang ile Hergé'nin iletişimi tamamen kesilir. Bu arada Tenten, serüveninde uçak kazası geçiren Çang'ı Tibet'e, Himalayalar'a giderek kurtarır. Gerçek Çang ile Hergé'nin yeniden buluşması ise ancak kırk yıl sonra 1981'de gerçekleşir, Avrupa medyasının yoğun ilgisi altında.

Ay'dan bakınca Dünya
Tenten'in en uç seyahati Ay'a olandır. Armstrong'dan neredeyse yirmi yıl önce Tenten, Kaptan Haddock, Profesör Turnesol ve polisler Dupond ile Dupont Ay'a giderler. Jules Verne ile başlayan Ay yolculuğu hayallerine yeni bir eser daha eklenir. İki albümlük teknolojik ayrıntılar ve ileri görüşlülük içeren bu serüven ile Hergé kurgu bilime de uzanır böylece.
Tenten'in 20. yüzyıl yolculuğu, Ay'a gitmek gibi çok kolay olmamıştır aslında. En başlarda, ikinci serüveninde Kongo'ya gider genç gazeteci kahraman. Bu albüm yıllar içinde Hergé tarafından çok kere düzeltilmiştir. Bir zamanlar, 1920'lerde Batı'nın Afrika ve sömürgelere bakışındaki önyargılar ve ırkçı eğilimler mümkün olduğunca ayıklanmıştır. Her şeyi en iyi bilen beyaz adam karşısında gülünç duruma düşen Afrikalıların olduğu kareler, sömürge dönemi referansları ve acımasız av sahneleri piyasalardaki albümde yok artık. Buna rağmen albüm, o dönemin önyargı ve hataları açısından iyi bir belge olmaya devam ediyor. Hergé de bu konuda özeleştirisini yapmaya, hemen sonraki albümde Kuzey Amerika yerlilerini savunarak başlamıştır. Tenten serüvenleri de böylece soğuk savaş, petrol üzerine oynanan oyunlar ve kalkınmakta olan toplumların sorunları ile gelişen tarihsel çerçevede ilerler.
En çok 1940-45 arasında zorlanır bu çizgi. Alman işgalindeki Brüksel'de Hergé, ülkenin yeni egemenlerinin denetimindeki gazetede çizmeye davam eder. O dönemdeki serüven, 'Esrarengiz Yıldız' okyanusa düşen bir meteoridin etrafında gelişmektedir. Bilimsel araştırmaya katılan heyet üyeleri, dönemin Berlin yörüngesindeki veya tarafsız ülkelerindendir: Almanya, Avusturya, İspanya, Portekiz, İsveç. Albümün ilk yayımlanan şeklinde birkaç anti-Amerikan ve anti-Semitik etki de vardır. Hergé, mevcut siyasal duruma uyumda daha ileri gitmese de savaş sonrası kısa bir süre 'işbirlikçi' şüphesine maruz kalır. Hatalarını kabullenir.
Hergé, son albümü Picaros'a kadar baskı rejimlerine ve yandaşlarına karşı tutumunu hep vurgulama ihtiyacı hisseder. Savaşa, her iki tarafa da satış yapan silah tüccarlarına, köle tacirlerine, diktatörlere, zayıfları ezerek yükselmeye çalışanlara, Romanlar gibi azınlıklara önyargılı yaklaşanlara, otoriter rejimlere, medyanın siyasal istismarına ve siyasal gücü hissedince hemen biat edenlere karşı bir duruş sergiler. Her serüven, yalın anlatım ve eğlenceli hikâye ötesinde bir içeriğe sahiptir. Geçen yüzyılın bazı önemli tarihsel konuları, bilimsel gelişmeleri, hayalleri, yanılgıları ve özlemlerinin toplumsal mizahtaki belgesidir aynı zamanda Tenten külliyatı. Hem idealist hem de gerçekçidir; çocukluğu kaybetmeden...



Mister NO

Action Comics'in ilk baskılarından biri 2,16 milyon dolara satıldı

Eski Amerikan çizgi-roman şirketi Action Comics'in ilk yayınının nadir ve bozulmamış bir kopyası açık artırmada 2,16 milyon dolara (yaklaşık 3,97 milyon TL) satıldı.

İnternette "www.comicconnect.com" sitesinden 11 Kasım'da 1 dolardan satışa sunulan, ancak 900 bin dolar rezerv fiyatı konulan 1938 basımı kitap, ilk kez 2 milyon dolar sınırını geçti.

Kitabı satan ve alanın ismi açıklanmadı.

Süperman ve Batman gibi birçok çizgi romanın yaratıcısı olan Action Comics No.1'in halen 100 kadar nüshasının bulunduğu sanılıyor.

Action Comics No. 1'in başka bir nüshası 2010 yılında 1,5 milyon dolara satılmıştı.



kalidor

Aynı sitede Örümcek Adam'ın ilk kez yer aldığı Amazing Fantasy adlı derginin de 1.1 milyon dolara satıldığı yazılmış.

Crom! Ölüleri Say...