CİVANMERT KERİM '' AYASOFYA'DAKİ ALTAR '' TEFRİKA İNCELEMESİ

Başlatan ferzan, 08 Mayıs, 2016, 02:22:44

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

ferzan



    ''Altar'' : Sunak, adak adanan, kurban verilen platform...

   
    Uzun bir aradan sonra Civanmert Kerim'in 2003 yılında çizilip Vatan Gazetesi'nde tefrika edilen ikinci ve son macerası  ''Ayasofya'daki Altar'' ile yeniden bu başlıktaki yerimi almış oldum...Umarım sonraki tanıtımların arası da bu denli açılmaz...Okumak üzere olduğunuz naçizane incelememdeki görseller, 2013 senesi Yurt Gazetesi tefrikasındandır...Vatan Gazetesi tefrika nüshalarına 52. günden itibaren başlayabilmiştim, maceranın tamamını elde etmek ise 10 sene sonra Yurt Gazetesi neşrine nasip oldu...

    Öncelikle ''Ayasofya'daki Altar'' serüveni, bana göre Türk çizgi romanında gelmiş geçmiş en ana akım dışı ve orijinal senaryoya, detaylara ve karakterizasyonlara sahip yegane numunelerden biri...Hele ki Osmanlı döneminde geçen bir içeriğe göre...Benzerleri sultandan görev alma, elçilik yapma, kelle getirme, Bizans sarayına sızma, uç boylarında kılıç sallama, görev aşkıyla canla başla mücadele etme gibi malzemeleri tekrar tekrar kullanırken, Civanmert Kerim'de yer alan Osmanlı anlatısında ve özgün hikayede bu klişeleşmiş kolay yolların hiçbirini görmediğimiz gibi, aklımızdan dahi geçmeyecek enteresan detaylara ve vurgulara şahit olabiliyoruz...Bu noktada Ersin Burak'ın sanat üslubu, sıradışı yaklaşımı ve entellektüel birikimi devreye girmiş oluyor haliyle...Detaylara gösterdiği özen ve satır aralarından usulca verdiği belli belirsiz belgesel tat ise eserin tuzu, biberi oluyor...

    Belki de hiçbir vakit kitap olarak göremeyeceğimiz, çağdaşı diğer eserler arasında emsali dahi bulunmayan çok özel hikayelerin, anlatıların ve isimlerin kulaklarını çınlatmaya ve sizlerle paylaşmaya elimden geldiğince devam edeceğim...Civanmert Kerim, ikinci ve son serüveninin incelemesi ile karşınızda...( İlk serüven için bknz. http://altinmadalyon.com/altin/index.php/topic,9701.0.html )

    ''AYASOFYA'DAKİ ALTAR''

    Lale Devri İstanbul'unda, Kapalıçarşı'nın mütevazi kuyumcusu Musevi Yasef Usta'nın gümüş işçiliğindeki maharetini öve öve bitiremediği çırağı Civanmert Kerim, zanaatinin yanı sıra kaşının üzerine düşen kumral perçemi ile de genç yosmalar ile yaşını başını almış nazenin hanımlarının genç gönüllerinde nam yapmış Çerkez asıllı, şahin bakışlı bir erkek güzelidir...Hikaye, İsveçli ressam ve gravür ustası Cornelius Loos'un İstanbul'da bulunduğu sıralarda, padişah izniyle Ayasofya'da yapmakta olduğu bir takım çalışmalar esnasında açılır...Yasef Usta, tanışı olan Loos Usta'nın yanına maharetli çırağı Civanmert'i vermiştir...Günlerdir Ayasofya'nın mozaikleri üzerindeki yıllanmış tortuyu titizlikle temizleyen Kerim, kaçınılmaz olarak Loos Usta'nın övgülerine mazhar olur...Cornelius Loos, maharetli olduğu kadar temiz kalpli ve geveze bir sanat ve tarih aşığıdır...Bir yandan çizim yaparken, bir yandan da her zamanki gibi Civanmert'i lafa tutması bu yüzdendir...

    Mozaikler temizlendikçe, altından çıkan tasvirleri çok iyi tahlil eden Loos Usta, o günkü işin bitiminde Civanmert'in henüz temizlemeyi bitirdiği Altun Sözlü Patrik tasviri üzerinden Roma tarihine kadar gider...''Altun Sözlü'' nün öyküsü, Civanmert'in oldukça hoşuna gider...Loos Usta'nın anlattığı eski söylenceye Ayasofya'nın bu kısmında, Altun Masa diye tabir edilen ve beraberinde pek çok Roma devri ganimetlerini barındıran değerli bir hazine vardır...Hatta Loos Usta'nın çantasındaki asırlık parşömenlerdeki çizimlerden biri de doğrudan Altun Masa'nın Ayasofya'daki yerini tarif eder fakat geçen yüzyıllar dolayısıyla bu hazine, tarihe gömülmüştür...Gerçek mi, efsane mi olduğu bilinmemekle birlikte varsa bile yerin altında, ulaşılmaz bir yerde olduğu düşünülmektedir...

    Bu şekilde günü tamamlarlar...Loos Usta, birden hatırına gelen mühim bir ziyaret dolayısıyla Civanmert'e veda edip saraya doğru hızlıca uzaklaşırken, sohbete başından bu yana şahit olan tek gözlü ihtiyar hizmetliyi farketmezler...Tek Göz de elinde süpürgesi, saklandığı sütun gerisinden Loos Usta'nın gidişini izlerken ansızın irkilir...Loos Usta, az evvel Civanmert'e gösterdiği Altun Masa tasvirini o telaşla yere düşürmüştür...Civanmert'e sezdirmeden parşömeni kapmak için fırsat kollarken, zeminde yankılanan çıplak ayak sesleriyle yeniden sütun gerisine gizlenir...Topaç diye bilinen sevimli bir oğlan çocuğu, Civanmert'in adını bağıra bağıra mabedi dört dönmektedir...Soluk soluğa Civanmert'i bulur, ona bir name teslim eder...Nameyi alan Civanmert, işi gücü bırakır...Çünkü gizli kapaklı görüştüğü sevgilisi Karanfil'den gelen bir aşk mektubudur bu name...Bir solukta okuyup mektubu derin derin koklayan Civanmert, tam oradan ayrılacağı sırada yerdeki parşömeni fark eder...Loos Usta'nın dalgınlığına gülümseyerek Altun Masa tasvirinin bulunduğu parşömeni de diğer eşyalarıyla birlikte yanına alarak temiz esvaplar giymek üzere mabedi terkeder...Tek Göz, sütun gerisinde kalakalmıştır...














    Karanfil, Gürcü asıllı eşine az rastlanır bir güzeldir ve Ayasofya'nın vaizi İspirizade Şeyh Cabir Efendi'nin cariyesidir...Civanmert Kerim'le aralarında çok koyu bir aşk vardır...Mektubunda belirttiği gün, Kerim ile buluşmadan saatler evvel hizmetçisi ve yoldaşı Arap Safiye ile birlikte kadınlar hamamının yolunu tutmuştur...Karanfil, Safiye ile laflayıp hamamın sıcaklığında gevşeyedursun; Civanmert Kerim de hamamın az ötesinde bir kahvede keyifle çubuğunu tüttürüp gizli saklı buluşacakları anın gelmesini beklemektedir...O esnada kahvenin sundurmasında oturan iki eski yeniçeri, Civanmert'in gençliğini bahane bilip laf atar, eğlenirler...Civanmert, oralı olmasa da pehlivan yapılı iki yeniçeri eskisinin yılışıklığına daha fazla tahammül edemez ve ortalık karışır...Aynı sıralar baştan aşağı peçeli vaziyette hamamdan çıkan Karanfil ile Safiye, kargaşanın içerisinde uzaktan gördükleri Civan için endişe ederek oradan hızla uzaklaşırlar...Civanmert, iki kocamış haytaya haddini bildirmiştir bildirmesine ama, olay da ondan çıkmıştır...İşe sipahiler de karışır...Civanmert çareyi oradan uzaklaşmakta bulur...













    Binbir güçlükle peşindekileri atlattıktan sonra bir ıssızda şaşkın beklerken, Safiye gelir koluna yapışır ve onu Karanfil ile buluşacakları eski ve boş bir konağa götürür...Karanfil, nadiren görüşebildiği Civan'ını konağa alırken, Safiye de dış kapının merdivenlerine çöküp etrafı kolaçan etmeye koyulur...

    İçeride Karanfil ile Kerim, koyu bir aşk oyununa dalmışlardır...Birbirlerinin kollarında, döne yuvarlana zamanın nasıl geçtiğini anlamazlar...O esnada dış kapıdaki kısık çığlığı da duyamazlar...Civanmert, Karanfil'inin koynunda daldığı aşk ve şehvet dolu andan, terli sırtına dayanan bir palanın sivri ucu ile sıyrılır...Pala'yı tutan el, İspirizade Şeyh Cabir'in ayvazı Sümbül Ağa'ya aittir...Onun hemen ardında iri yarı adamı Toraman, Safiye'nin ağzını sımsıkı kapamış, Arap hizmetçiyi alıkoymuştur...Onun da yanında ihtiyar ayakçı Tek Göz, sağlam kalan tek gözüyle onlara bakmaktadır...

    Bir dizi hakaret, darp ve tehdit sonrası Sümbül Ağa, Karanfil'i de alıp oradan uzaklaşırken, bayıltmadan önce Civanmert Kerim'e ertesi günü Beyazıt Hamamı'na gelmesini tembihler, aksi takdirde Karanfil'i avrat pazarında satacaklardır...









     Ertesi günü Beyazıt Hamamı'nda soluğu alan Civanmert Kerim, binbir ihtiyatla beklemeye koyulur...Bu esnada birkaç tas su dökünmekten geri kalmaz...Patrona Halil kurnasından tas tas su dökünür...Böylelikle Lale Devri sonlarında ortalığı karıştıracak olan Patronalılar ve Tellak Halil ile ilgili de tarihi bir girizgah not düşülmüş olur belli belirsiz...Civanmert su dökünürken, etrafının tenhalaştığını farkeder...Hamamın içerisinde farketmediği İspirizade'nin kendi gibi nursuz adamı Sümbül, Toraman'ı da peşine takarak göbek taşında Civan'ı kıstırırlar...Sıcakta geçen garip bir mücadele sonrasında İspirizade Şeyh Cabir yanlarında belirir ve Toraman ile Sümbül'ü frenler...Yanında, Tellak Halil de vardır...Civanmert'e kısa bir nutuk çeker...Karanfil ile olan ilişkilerinden de haberdardır ama konu bu değildir...Tüm mesele, Loos Usta'nın düşürdüğü ve Civanmert'in muhafaza ettiği Altun Masa tasvirinin İspirizade'nin eline geçmesinden ibarettir...Karanfil'in avrat pazarına gitmesi tehditlerini o da sürdürür...Civanmert çaresiz, ertesi gece parşömeni teslim edecektir haytalara...













    Bir gün sonra, sıcak bir Eylül gecesinde Civanmert, kafasında binbir düşünce ile Ayasofya yakınlarına doğru ilerlemektedir...İspirizade Şeyh Cabir'in onca zenginliğine rağmen neden Altun Masa'nın tasvirine kafayı taktığını, bu hazine efsanesinin gerçek olup olmayışı, Loos Usta, Karanfil'in olası akıbetini düşünür durur...Koynunda Altun Masa tasviri ile yollanırken, haytalar gelir bulur kendisini...Sümbül Ağa, Toraman ve Tek Göz, yanlarına birtakım malzeme ve yüklerle birlikte elini kolunu bağladıkları Karanfil'i de almışlardır...Oldukça uzun bir gece başlar...Önce bir kuyudan inerek çok az kimsenin bildiği bir yer altı sarnıcına ulaşırlar...Dehlizlerden ilerlerken Civanmert, Loos ustanın sözünü ettiği efsanevi yeraltı tünellerinde olduklarını anlar...Sabaha kadar süren yolculukları boyunca ellerindeki tasvire göre Altun Masa'nın bulunduğu yere yaklaşırlarken, iki arada bir derede Tek Göz'ü de harcarlar...Sümbül, kendi adamını ölüme terkeder...Yol boyunca da eli kolu bağlı Karanfil'i taciz etmekten geri kalmaz...











    En sonunda efsanevi Altun Masa'ya ve çevresindeki hazineye ulaşırlar ulaşmasına fakat, Sümbül Ağa devam etmektedir...Tüm gece ve sabah yol aldıklarından, sinirler iyice gevşemiştir ve Sümbül Ağa her geçen dakika, Toraman'ı daha fazla aşağılamaktadır...Kuş akıllı kaba kuvvet Toraman ise ağası ne derse onu yapmakta sakınca görmese de, ilk kez sabah saatlerinde ağası ile münasebetini sorgular az buçuk aklıyla...Fakat bu sorgulama, altınların parlaklığı ile yarım kalır...

    O esnada vakit öğleye yaklaşmıştır, günlerden de cumadır...Sultan III. Ahmet, her cuma olduğu gibi Ayasofya'daki hünkar mahfilinde namazını eda edecektir...Kalabalık bir koruma ordusuyla Ayasofya'ya gelmiş, abdestini almış, namaz öncesi şerbetini yudumlamaktadır...Öykünün bu kısımlarında Kavuk Alayı, Cuma Selamlığı ve benzeri terimler hakkında satır aralarında bilgilendirilmeye devam ederiz...Cuma namazının başlamasına az bir vakit kala, Ayasofya'daki hünkar mahfilinin tam alt kısımlarına denk gelen dehlizlerde ise Civanmert ile Karanfil'in eziyeti devam etmektedir...

    Sümbül Ağa, çocuk zihinli iri kıyım adamı Toraman'ı dayak ve hakaretler eşliğinde altınlardan uzaklaştırıp Altun Masa'nın bulunduğu odadan açılan başla bir asırlık bölmeye geçer...Toraman'a yanlarında getirdikleri barut fıçısını yerleştirmesini salık verir...O esnada yukarıda ezanın okunduğunu duyan Civanmert Kerim, İspirizade'nin korkunç planını uygulamaya koyan Sümbül Ağa'nın niyetini ilk kez anlar...Şeyh Cabir'i ilgilendiren Altun Masa değil, Altun Masa tasviri dolayısıyla hünkar mahfiline açılan yoldur ve burada gerçekleşecek bir patlama ile Sultan'ın canına açıkça kast etmiş olacaklardır...Şeyh Cabir ise yukarıda, hünkar mahfilinden uzakta namazını eda ederken, patlamanın cereyan etmesini sabırsızlıkla beklemektedir...Kimbilir hangi grubun, ideolojinin maşasıdır...Kimbilir kimlere çıkarı olacaktır III.Ahmet'e yapılacak olan suikastin...

    Aşağıda, Civanmert 'i barut fıçısının yakınına bağlı vaziyette bırakırlar...Sümbül Ağa, Karanfil'i yılışıkça yanına alırken, Toraman'a da fitili ateşlemesini emreder...Toraman'ın aklı büsbütün karışmıştır...Az önce kendisine vurmaya kalkan kadına anlam veremez, ağası Sümbül'ün kıymetlisi iken neden sabahtan beri kendisini azarlar, anlayamaz...Gerçekten kuş kafalı mıdır, yoksa artık ağasının kıymetlisi değil midir?..Saatlerdir bu düşünceler içerisinde bocaladığı için, Sümbül Ağa'nın daha da delirmesine sebep olur...O delirdikçe, hakaretler yağdırdıkça Toraman da ufaktan kızmaya başlar...Alınganlığı ve mahçubiyeti, öfkeye dönüşmek üzeredir...

    Ne var ki fıçının ardından bıraktığı uzunca bir barut şeridini ateşlemiştir...Buna rağmen Sümbül Ağa hakaretlerine ara vermez...Bu kez Toraman kaçmadığı için kabahatli olmuştur...Demediğini komaz...Hemen ardından da Karanfil'i peşinden sürükleyerek geldikleri yoldan kaçmaya başlar...Biraz sonra ortalık karışacak, patlamadan sonra dehlize sipahiler dolacaktır...

    İç çatışmaları son haddine gelen Toraman da iyiden iyiye dellenir...Artık ağasını sevmemektedir...Bu yüzden onunla ilgili herşeyi bozacaktır...Hem, ateşten de hiç hoşlanmadığı için, hızla fıçıya ilerleyen barut şeridine doğru koşmaya başlar...Ağasının oyununu bozacak, patlamanın gerçekleşmesine mani olacaktır...Civanmert, şaşkınlıkla bunları izlerken, kalan son gücüyle fıçıdan uzaklaşıp Sümbül Ağa'nın Karanfil ile kaybolduğu dehlize doğru umutsuzca sürünmektedir...

    Nitekim patlama gerçekleşir...Toraman'ın son anda fıçıya doğru atılması işe yaramamış, dev adam parça parça olmuştur...Buna rağmen patlamanın etkisi, İspirizade ile ayvazının öngördüğü kadar tesirli olmamıştır...Hünkar mahfili de, Ayasofya cuma cemaati de şöyle bir sallanır...Depremden farksızdır ama çabuk biter sarsıntı...Sultan uzaklaştırılır, cemaat de dağılırken, sipahiler de patlama sonrası gözle görülür hale gelen dehlize doluşmaya başlarlar...Suikast teşebbüsü ayan beyan ortadadır ve neyse ki amaca ulaşmamıştır...Güç bela ellerini çözüp kaçmakta olan Civanmert'i seçmeye çalışırlar...Yer altı dehlizlerinde bir kedi fare oyunu başlar...

    Civanmert, en sonunda yer altına indikleri kuyuya yaklaşır...Sümbül Ağa da önceden sarkıttığı urgana ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır...Yukarı çıkmak için ne bir ip, ne de başka birşey yoktur...Tam o esnada Civanmert de onlara yetişir...Sümbül Ağa şaşkınlığı üzerinden atamamışken, Civanmert tarafından bertaraf edilir...Karanfil ile kavuşurlar, ellerini çözer fakat geriden gelen sesler de giderek yaklaşmaktadır...O anda yukarıdan bir ip sarkıtılır...Kuyunun ağzındaki iki kafanın sahibini çok geçmeden farkeder Civanmert...Bunlar Yasef Usta ile Loos Usta'dır...Onların hikayeye nasıl dahil oldukları sonradan ortaya çıkacaktır...Önce Karanfil'i yukarı çektirir...O esnada yeniçeriler de yetişmiştir...Civanmert de yukarı çıkmadan evvel Sümbül Ağa'nın gömleğindeki Altun Masa tasvirini almayı düşünürken, ardında palasıyla yeniden beliren Sümbül Ağa, yeniçerilerin piştov patlamasıyla kuyunun karanlık sularında tasvirle beraber yitip gider...O esnada Civanmert de yanıbaşından vızıldayan bir piştov misketine rağmen yukarı doğru çekilmeye devam etmektedir...Ne var ki sipahiler yüzünü tanımıştır...Geldikleri yoldan geri dönüp de yukarıya varana dek biraz zaman geçecektir...Civanmert, çok değerli olan bu kısıtlı zamanda Karanfil'in kurtuluşunu organize eder...

    Yasef Usta ile Loos Usta, sipahilerce görülmemiştir...Bundan faydalanarak Karanfil'i bir müddet saklayacaklardır...Civanmert'in onlardan son ricasıdır bu...Zira Civanmert de aynı gün, ikindiden evvel Kafkasya'ya doğru gitmek üzere Karadeniz'e hareket edecek bir geminin güvertesinde çoktan yerini almıştır...On sene önce bir başka Kafkasya gemisinde başlayan İstanbul serüveni (bknz. ilk serüven ), aynı şekilde sona erecektir...Tek tesellisi, Karanfil'in güvende olduğunu bilmesidir...İstanbul'a yeniden döneceği güne dek limandan ayrılırken, şehre son kez bakar...Gürcü güzeli Karanfil'in hayali ise hala gözlerinin önünden gitmemiştir...




















    Bu hikayede en çok hoşuma giden nokta, Civanmert'in çok kısa bir süre içerisinde aynı adamlar tarafından defalarca ve tekrar tekrar hırpalanacak kadar gerçekçi kurgulanmasıydı...Gözüpek bir karakter ama eli kolu bağlıyken, sevdiceğine sırnaşıldığında bile iplerini parçalayamayacak kadar gerçekçi...Bu sıradanlığı ve acizliği, onu diğer çizgi roman kahramanları arasında sıradışı bir konuma sokmuş oldu gönlümde...Tıpkı Ken Parker gibi insan bir karakter olarak pekiştirdi...Bunun haricinde, hikayede bana göre en önemli ve kilit karakter Toraman ve onun karakter değişim sürecinin öyküye başarıyla yedirilişiydi...Başlangıçta konu mankeni olmaktan öteye geçmeyen, akılsız kas yığını kontenjanından ötürü hikayede rol alan arka plan unsuru bu karakter, son derece bilinçli ve başarılı bir süreç ile finale doğru kilit unsurlardan olmayı becerdi...Yerli çizgi romanda böylesi bir yan karakter derinliğini ancak bir ya da iki Karaoğlan macerasında ve aynı sayıda birkaç Son Osmanlı serüveninde gördüğümü hatırlıyorum...Yani Suat Yalaz ve Ersin Burak'tan başka çizgi roman anlatısına ve karakterizasyonuna derinlik katmak için kasan başka bir anlatıcı çıkmamış oluyor tarihi anlatılar içerisinde...Diğerlerinde bu tarz örnekler çok yüzeysel kalabiliyor...Toraman'ın bu hikayedeki görsel ve metinsel anlatımı da bir Ken Parker yahut Corto Maltese kıvamındaki Avrupai derinlikte psikolojik çıkarım üslubundan hiç de geri kalmamış oluyor...

    ''Civanmert ve Patronalılar'' isimli bir tanıtım bandı var serinin ama sanıyorum ki bu serüven hiç çizilmedi...Öyle olsaydı Vatan Gazetesi nüshalarında görürdüm, aynı şekilde Ersin Burak'ın Civanmert ve Dilaveran serilerini yeniden basan Yurt Gazetesi'nde de yayınlanmadı...Bu durumda Civanmert Kerim serüvenleri iki tane olmuş oluyor...İlki 1998 Posta Gazetesi'nde, ikincisi de 2003 Vatan Gazetesi'nde hazırlanmış oluyor...

    Civanmert Kerim, her şeyiyle sıradışı bir seri...Dili, inandırıcılık adına kullandığı geniş zamanlı eski Türkçe, okura sunuluş biçimi ve saire...Dikey sayfa yerine yatay ve hatta kare format kullanan Ersin Burak, bu formata has ayrı bir anlatım şablonu oluşturmuş kendine...Sayfadaki panellemeler hep şahsına münhasır...Figür mecburen yarım kesiliyor kadrajlarda ama bu kesmeler o denli ustaca yapılıyor ki, ne anlatı sekteye uğruyor, ne de görsel estetik...Bilakis göze daha özgün ve hoş gözüküyor sayfalar bu halleriyle...Bu yatay formatın biraz daha bant formatına yakın halini Dilaveran serisinde de uyguladı Ersin Burak...İki maceradan oluşan bu seriyi de kısa bir süre sonra sizlere tanıtmayı amaçlıyorum...Civanmert Kerim'in aksine, özgün değil klişelerle başlayan bu seri, nasıl olup da daha evvel yerli ekolde işlenmemiş çok çok acayip kozmik ve mitolojik şeyleri harmanlamış ve bu klişelerle dolu anlatıyı bambaşka bir noktaya çekmiş, beraberce şahit olacağız...

    Tefrika çizgiromancılığı, bünyesinde onlarca saklı hazineyi barındırıyor...Bunların neredeyse tamamı gün yüzüne asla çıkmayacak...Tıpkı Sencer mahlasıyla üreten canavar çizgi romancı Şahin Erkoçak gibi...Tıpkı gazete sayfalarında kalmış, o dandik ötesi filminden fersah fersah uzakta ve muhteşem bir edebi derinlikteki Son Osmanlı serisi gibi...Yine dandik son filminin ve edisyonlarının kurbanı olan, orijinallerinin çoğu kaybolmuş 1975 sonrası bazı Karaoğlan serüvenleri gibi...Ya da güncel bir şekilde yayımlanırken, döneminin nabzını çok iyi yakalayan ve benzer şekillerde ipi çekilen Hızlı Gazeteci ve Ayşegül Savaşta serileri gibi...Benim vazifem, bu fazla bilinmeyen, bilinemeyen ama bilinmesi kesinlikle elzem olan isimleri ve eserleri dilim döndüğünce sizlerle paylaşmak...

    Buraya kadar okuma sabrını gösteren herkese çok teşekkür ederim...Bir başka incelemede görüşmek üzere...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

kedidiro

Eyvallah... Bu vesileyle bir kez daha araştırmacı çizgi roman aşığı karakterinin önünde saygıyla egiliyorum.

Peyami

Sonuna kadar okudum ve genelde rastlanan eli kılıçlı tarihi Türk kahramanlarından farklı, aslında hikayenin başrolde olduğu bir ÇR oluştu zihnimde. Yeni bir macerası Pazartesi bayiden satışa çıksa alacak kıvama geldim yazıyı okuduktan ve kareleri gördükten sonra. 

Çizimlerde bir şey dikkatimi çekti. Ersin Burak dikey ya da yatay paralel çizgileri, bilhassa yüz tasvirlerinde, biraz aşırı kullanmış sanki.

Civanmert'i tanıdığıma memnun oldum, Ferzan'a üşenmeyip uzun uzun yazdığı için teşekkürler.  Bazen tozlu sandıklarda unutulup giden bazen de burnumuzun dibinde olmasına karşın hak ettiği değeri göremeyen yeni ÇR tanıtımlarını bekliyoruz.

erdallll

teşekkürler ferzan bey...mükemmel bir çalışma olmuş..evet okumadığımız bilmediğimiz bir eseri daha bize tanıttınız.malesef gazete sayfalarında bu güzel eserler kaybolup gitti...çalışmalarınızı şevk e takip ediyorum saygılar...

pizagor

Çizgi Roman Okurları Derneği'nin albüm haline getirdiği bu Civanmert Kerim hikayesinde Ersin Burak'ın müthiş güzellikteki çizgisini bulabildim sadece. Ne yalan söyleyeyim, ilgimi uzun süreli olarak kitapta yoğunlaştıramadım. Gazetede günlük köşesinde, belli ki ilgiyi biraz daha canlı tutabilmek adına ardarda günler boyu yer verilen ve bu esnada muhtemelen göze batmayan erotizm soslu kadınlar hamamı panellerini, albümün sayfalarında ardarda okumak bana sıkıntı verdi mesela. Bu paneller daha az kullanılsaydı ve bu sayede akış hızlansaydı daha iyi olmaz mıydı diye çokça düşündüm okurken. Karakter olarak Civanmert Kerim alışageldiğimiz kahraman tipinden gayet farklı; esas oğlan olarak sıklıkla sopasını yiyor, yiğitliğin onda dokuzu topuklamaktır felsefesini de gayet uyguluyor. Okuyana alışılmışın dışında gerçekçi gelecek bu kısımlar, kahramanın tam da kaçış esnasında 'peşinden eli palalı yirmi izbandut kovalıyor dahi olsa fırsatını buldun mu hatuna yumul' şeklindeki Karaoğlan karakterine ve felsefesine bürünmesiyle, o 'ben sıradan bir insanım, senin gibiyim, zayıflıklarım var, iki - üç adam karşıma çıkarsa canıma okur, o kadar gerçeğim' algısını zedeliyor, yine erotizmle ilgiyi coşturma tuzağına düşüyor.
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!