Türk Edebiyatı Klasikleri Dizisi - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Başlatan dean, 18 Nisan, 2018, 16:32:25

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

dean

  Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Türk Edebiyatı Klasikleri Dizisinede başladı. Şimdilik iki kitap çıktı. Bu seriyi ilk kitabından itibaren takip etmeyi düşünüyorum. İş Bankasının diğer dizileri gibi geç kalmadım. Güzel bir seri olması dileğiyle.



1. Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç - Hüseyin Rahmi Gürpınar
2. Mürebbiye - Hüseyin Rahmi Gürpınar
3. Efsuncu Baba - Hüseyin Rahmi Gürpınar
4. İntibah - Namık Kemal
5. Şair Evlenmesi - Şinasi
6. Vatan Yahut Silistre - Namıl Kemal
7. Küçük Şeyler - Samipaşazade Sezai
8. Felatun Bey ile Rakım Efendi - Ahmed Midhat Efendi
9. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat - Şemsettin Sami
10. Mai ve Siyah - Halit Ziya Uşaklıgil
11. Refet - Fatma Aliye
12. Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı ? - Mizancı Murat
13. Ömer'in Çocukluğu - Muallim Naci
14. Dolaptan Temaşa - Ahmet Mithat Efendi
15. Gulyabani - Hüseyin Rahmi Gürpınar
16. Salon Köşelerinde - Safveti Ziya
17. Falaka - Ahmet Rasim
18. A'mak-ı Hayal - Filibeli Ahmet Hilmi Efendi
19. Şeytankaya Tılsımı - Ahmed Midhat Efendi
20. Çingene - Ahmed Midhat Efendi
21. Sergüzeşt - Samipaşazade Sezai

Ahmet Oktay

Bu seriden haberim yoktu, hazır yeni başlamışken ben de takibe alayım.

ferzan

    ''Günümüz Türkçesiyle'' ibaresine takıldım ben...Bu eserler zaten süper eski bir Türkçe ile yazılmıyor, çoğu gayet anlaşılabilir ya da okurken öğrenilebilir kelimelerle dolu...Bu ibareden kasıt, bir ''muvaffak'', ''mamafih'', ''tahayyül'', ''heyhat'', ''münferit'' ve benzeri kelimelerin güncel eş anlamlılarının yazılması ise, kusura bakılmasın ama ne yapalım biz öyle Türkçe edebiyatı...Bir dönemin düşüncesini, kafa yapısını, ruhunu anlamak için sadece tema değil, dönemin hakim dili, bakış açısı, kelime kullanımı ve hatta noktalama işareti ezberleri bile çok önemli diye düşünüyorum...Bugün kalkıp 1950 yılından bir gazetenin roman tefrikasını (akademik dijital arşivlerden) okurken ya da 1920'lerden bir makale okurken bambaşka bir Türkçe ile karşılaşmıyorum...Evliya Çelebi 'nin kısaltılmamış orijinal metin Seyahatnamesi bile 17. yüzyıla rağmen gayet başa çıkılabilir vaziyette dil olarak...Bu tarz eserlerde bilmediğim az sayıdaki kelimeyi rahatlıkla çözebiliyorum ya da bu vesileyle öğrenip fikir sahibi olabiliyorum...Pek çok okurun da bunu rahatlıkla yapabildiğine eminim...O dönemi, yine o dönemin Türkçe kullanımıyla algılayıp (elbette Latin harfleriyle) zihnimde yaşatabiliyorum...''Günümüz Türkçesiyle'' ibaresi, umarım bu eserlerin özgün dilini dublaj Türkçesi 'ne dönüştürmekten ibaret değildir...Edebiyatımız bir bütündür, uyarlamalık ya da sadeleştirmelik durumları -şayet okul kitaplarında okuma parçası olarak alıntılanmamışsa- asla tasvip etmiyorum bir okur olarak...Umarım böyle bir durum olmaz da ben her zamanki gibi kendi kendime kurmuş olurum kafamda...Neden ayrıca öyle bir ibare kullanılmış, anlamadım...Bu eserlerin ilk halleri kopkoyu Osmanlı Saray jargonuyla yahut Göktürkçe ile falan yazılmadı en nihayetinde...Ya da 16.yüzyılda Seydi Ali Reis 'in kaleme aldığı, bugün için gramer adına adeta bölüm sonu canavarı gibi zorladığı Mir'atü'l-Memalik 'i basmayacaklar sonuçta...Onu anlarım ama bir Hüseyin Rahmi Gürpınar eserinde bu ibarenin yer almasını anlayamam...

    Kafamı dağıtayım diye girdim başlığa, sinir sahibi oldum gene... :) Umarım kendi hüsn-ü kuruntumdur...
Bağnaz okur, memnuniyetsiz beşer, işkilli büzük, sıfır tolerans iksmen, taş kalpli ahkam efendi...

https://ucuztefrika.blogspot.com

Animvader

Güzel bir seri, ben de takibe alacağım. Tabi bu serinin en büyük zorluğu bizim roman ve hikaye yazınımız batıya göre daha genç olduğu için henüz telifi açığa düşmemiş ve farklı yayınevlerinde bulunan kitapların basılamayacak oluşu olacaktır diye düşünüyorum.

Ferzan'ın dediğine ben de katılıyorum, umarım sadeleştirmeye gidilmeden gerçekten sadece bugün anlaşılamayacak kısımlara müdahele edilmiştir.

memospinoz

Eğlenceli bir hikaye "Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç".  :D

Alıntı YapBakkal,  sabunları  Bedriye  Hanım'm  evine  bırakıp  kendi kendine:
—  Bir guyruhlu  lafıdır çıhtı.  Guyruhludan  daha  meydende bir şey yoğ a... Ondan evveli herkez gelip bağa çatıyor. Bak­kal duydun  mu? Perşembe günü çatacahmış.  Frenk  gazetaları yazmış.  Şık  beyinin  biri  de  geçen  günü  gazetayı  eliğe  almış bağa  gostürtüyo.  Bakkal   bah,  didi  bahtım.  Kâğıtm  üstüne trampo mahası  (tramvay makası)  gibi  birbirinin  içine  dolam­baç çizgiler çizmişler, karpuza benzer yuvarlahlar oturtmuşlar. Onların  aralanna  birkaç  da  uzun  telli  çalı  süpürge  dolandır­mışlar.  Şık  beyi  bağa sordu.  Bu  şeğullerden  ne  anlıyon?  dedi. Ne annıyacağım? Bu çalı  süpürgeleriyle  bu  yuvarlahları  süpü­rüp  ortalığı  temizleyecekler  didim.  Şık  güldü.  Sankilim  o  yu­varlahlar,  hâşâ  sümme  hâşâ  bizim,  üzerinde  durduğumuz  bu dünyeymiş  de  o  çalı  süpürgeleri   de  guynıhlulanmış.  Hepsi birer  şeğul divene  canım.  Avrupalı  bir  yuvarlah  çizip  de  işte dünye  budur  dirse  herkes  oğa  inanıyor.  Ben  şu  fıçıdaki  gul gibi  Sibir'e  halistir  diye  bin  yemin  ediyorum  da  kimse  inan­mıyor.  Sonra  şık  ağnattı.  Bizim  dünya  şu  çizginin  üzerinden
gidecek, guyruhlu da daha buradan geçecek. Birbirine rastlayıp horoz  gibi  gagalaşacaklarmış.  Tövbeler  ossun.  Gel  de  bu  ıvır zıvıra inanabilirsen inan babalım, insanlar birbiriyle tepişirler, boğuşurlar,  âmennâ...  Her  gün  gaç  denesini  goriyom.  Hukumatlar  birbiriyle  cenkleşirler,  âmennâ,  Icapon'la  Urs'un  yap­ yap­tığı  gibi.  Şu  yıldızlarla  dünyeler  de  birbiriyle  çarpışırsa  ya bakkalların  hali  neye  varacah  canım?  Gıyamet  gopacak  deyi borca,  hisaba  yanaşan  yoh..  Yaz  deftere,  yaz  deftere...  Guy­ruhlu  çarpacahmış  diye  aç  durulmaz  ya?  Herkezin  yemesi  iç­mesi  gene  yolunda.  Birtahım  ohumuşlarm  efkârıncah  gûya guyruhlunıın çekirdeği  bize  dohunmayacağımış  da  bizi  saçına dolayıp götüreceğim iş.  Guru üzüm  gibi  guyruhlunun  da  çekir­deklisi,  çekirdeksizi  varmış.  Ben  bakkalım  ama  böğüne  kadar böyle  olduğunu  bilmiyordum.   Çünküleyim  alıp  sattığım  mal değul. Şık beyi bağa o cızgılan, yuvarlahları gostürttükten son­ra  gıyamet  gopacağmış  deyi  bir  de  diskur  okuldu.  Sonra  da pirincin,  şekerin  okkasını  soruyor.  Bağa  bah,  gurnaza  bah... Gıyamet,  alâmet  deyi  beni  garmanyolaya  sokacah,  beş-on  galem mal dolandıracah. Teslikattan  (tensikat)  sonra bir de guy- ruhlu çıhıııca bakkallıkta iş galmadı gayri. Yağ, fasulye, pirinç satan çoğaldı.  Galemde  iş  galmayınca  herkez  bakallığa  özeni­yor.  Bittih,  bittih...  Eski  müşterilerimden  çoğu  zimem  defte­rine  (borç)  yanaşmıyor.  Efendi,  eski  borçlar  ne  olacah?  deyi sorunca:  «Biz kadronun dışına çıktıh, bize bir lâf dime gayrıh» diye lâf ediyor. Biz evveli müşteriye mal virirken  gadrö  ile mi virirdik?  Bunun  ne  içini  biliyorduh  ne  dışınğı...  Bu  ganunu goyan efendiler birez de bakkal hakkını gözetmeli değuller miy­di? Bırah  canım  bırah...  Kimseye  bir  lâf demiyor  ki?  Biz  teslikatzede  olduk.,  deyip lâfın  içinden  çıhıyorlar.

Gerekli taramalar

Alıntı yapılan: ferzan - 18 Nisan, 2018, 17:05:59
    ''Günümüz Türkçesiyle'' ibaresine takıldım ben...Bu eserler zaten süper eski bir Türkçe ile yazılmıyor, çoğu gayet anlaşılabilir ya da okurken öğrenilebilir kelimelerle dolu...Bu ibareden kasıt, bir ''muvaffak'', ''mamafih'', ''tahayyül'', ''heyhat'', ''münferit'' ve benzeri kelimelerin güncel eş anlamlılarının yazılması ise, kusura bakılmasın ama ne yapalım biz öyle Türkçe edebiyatı...Bir dönemin düşüncesini, kafa yapısını, ruhunu anlamak için sadece tema değil, dönemin hakim dili, bakış açısı, kelime kullanımı ve hatta noktalama işareti ezberleri bile çok önemli diye düşünüyorum...Bugün kalkıp 1950 yılından bir gazetenin roman tefrikasını (akademik dijital arşivlerden) okurken ya da 1920'lerden bir makale okurken bambaşka bir Türkçe ile karşılaşmıyorum...Evliya Çelebi 'nin kısaltılmamış orijinal metin Seyahatnamesi bile 17. yüzyıla rağmen gayet başa çıkılabilir vaziyette dil olarak...Bu tarz eserlerde bilmediğim az sayıdaki kelimeyi rahatlıkla çözebiliyorum ya da bu vesileyle öğrenip fikir sahibi olabiliyorum...Pek çok okurun da bunu rahatlıkla yapabildiğine eminim...O dönemi, yine o dönemin Türkçe kullanımıyla algılayıp (elbette Latin harfleriyle) zihnimde yaşatabiliyorum...''Günümüz Türkçesiyle'' ibaresi, umarım bu eserlerin özgün dilini dublaj Türkçesi 'ne dönüştürmekten ibaret değildir...Edebiyatımız bir bütündür, uyarlamalık ya da sadeleştirmelik durumları -şayet okul kitaplarında okuma parçası olarak alıntılanmamışsa- asla tasvip etmiyorum bir okur olarak...Umarım böyle bir durum olmaz da ben her zamanki gibi kendi kendime kurmuş olurum kafamda...Neden ayrıca öyle bir ibare kullanılmış, anlamadım...Bu eserlerin ilk halleri kopkoyu Osmanlı Saray jargonuyla yahut Göktürkçe ile falan yazılmadı en nihayetinde...Ya da 16.yüzyılda Seydi Ali Reis 'in kaleme aldığı, bugün için gramer adına adeta bölüm sonu canavarı gibi zorladığı Mir'atü'l-Memalik 'i basmayacaklar sonuçta...Onu anlarım ama bir Hüseyin Rahmi Gürpınar eserinde bu ibarenin yer almasını anlayamam...

    Kafamı dağıtayım diye girdim başlığa, sinir sahibi oldum gene... :) Umarım kendi hüsn-ü kuruntumdur...

Tamamen katılıyorum fakat dikkat çekmek istediğim birkaç nokta var

-anladığım kadarıyla erken cumhuriyet tarihi ve öncesini kapsayacak bu seri. Yani telifsiz eserler, o halde orjinallerini piyasada bulmak çok zor değildir diye düşünüyorum

-bankalı yayınevleri (iş, yky) maddi kaygılardan belli ölçüde sıyrılmış, bastığı eserleri prestij kabul eden yayınevleri. Çevirisi, eserlerin seçiciliği, editöryası benim gözlediğim kadarıyla ortalamanın üstü. fiyatlar da görece düşük. Tabi ki kitapları orijinalleriyle karşılaştırmalı okumadan iyi kötü bir yargıya varmak zor olsa da, ben bu yayınevinin yazarını utandırmayacak işler çıkaracağını düşünüyorum

yidar

Toplamda kaç kitap olur.Acaba basımları aralıklarla mı toplu olarak mı çıkarılır.Birden çıkarsa yetişemeyiz.:))

dean

Alıntı yapılan: yidar - 19 Nisan, 2018, 15:58:45
Toplamda kaç kitap olur.Acaba basımları aralıklarla mı toplu olarak mı çıkarılır.Birden çıkarsa yetişemeyiz.:))

  Muhtemelen Hasan Ali Yücel ve Modern Klasikler Dizilerinde olduğu gibi gideceklerdir. Belli aralıklarla çıkar ve gittiği yere kadar gider.

yidar

Alıntı yapılan: dean - 20 Nisan, 2018, 00:46:01
  Muhtemelen Hasan Ali Yücel ve Modern Klasikler Dizilerinde olduğu gibi gideceklerdir. Belli aralıklarla çıkar ve gittiği yere kadar gider.

Teşekkür ederim. Eserler güzel sanırım kütüphanede olması gereken eserler diye düşünüyorum

dean

  Seri iki yeni kitapla yola devam ediyor.



  Efsuncu Baba büyüyle, simyayla, tılsımla uğraşan; define aramak, madeni altına çevirmek, yıldıznamelerden âlemin sırrını çözmek gibi heveslere kapılmış bir zat-ı muhteremdir. Onun dünyasını batıl inançları şekillendirir, her adımını bu hurafelere göre atar. Eline yeni bir kitap geçer, İstanbul'un bütün defineleri şifreli halde bildirilmiştir bu kitapta. Defineye ulaşmak için tılsımı kaldırması gerekir, bu da Binbirdirek'teki anahtarı ve kendisine yardımcı olacak insan suretinde iki meleği bulmasına bağlıdır. Böylece Kirkor ve Agop'la tanışırız. Karın tokluğuna çalışan, ortaoyunundan fırlama bu iki komik tip Efsuncu Baba'nın karısı ve kızıyla yaşadığı konağa taşınır. Entrika giderek tüm aileyi sarar. Hüseyin Rahmi sofu görünümlü budala karakterlerinden birini daha insanlığın en büyük derdi olarak, gülmeceyle süslü serüvenli bir dille canlandırıyor.



  İnsan vicdanındaki sırları, kalbin en gizli köşelerine ulaşmadıkça bulmak imkânsızdır..." Arka fonunu Osmanlı sosyal yaşamının oluşturduğu İntibah, İstanbul'un Çamlıca ve mesire yerlerinde geçer. Kalburüstü bir ailede, iyi bir eğitim ve terbiyeyle yetişen Ali Bey'in hayatı Mehpeyker adlı hafifmeşrep bir kadına âşık olmasıyla değişir. Maddi manevi yıkıma sürüklenen bu genç adamın iç dünyasını Namık Kemal, eski edebiyatımızla yeni edebiyat arasında köprü kurarak tahlil ediyor. Edebiyatımızın ilk edebi romanı kabul edilen İntibah'ı, Namık Kemal'in bilinmeyen Önsöz'üyle birlikte sunuyoruz.

  Namık Kemal (1840-1888) Gazeteciliğiyle toplumun fikirlerine yön veren, yazarlığıyla yeni edebiyatın kapılarını açan, mücadelesiyle Meşrutiyet'e ivme kazandıran fikir adamı, yazar ve en bilinen yönüyle vatan şairidir. Onda her şey hürriyet fikri ve vatan sevgisiyle başlar, neredeyse bütün uğraşları bu ikisi üstüne kurulmuş ve gelişmiştir. Erken yaşta annesini kaybedince çocukluk ve ilk gençliğini büyükbabasıyla ve onun görevi nedeniyle Sofya'dan Kars'a– yurdun çeşitli yerlerinde geçirir. İstanbul'a geldiğinde edebiyat çevrelerinde dikkat çeker ve dönemin ünlü şairleriyle tanışır, özellikle Şinasi'nin fikirlerinden etkilenir. Tasvir-i Efkâr'la başladığı gazetecilik hayatı Hürriyet, İbret, Diyojen gibi yayınlarda devam eder. Siyasetten hukuka, felsefeden edebiyata pek çok alanda yazdığı makaleleriyle fikir dünyasına; roman, şiir, tiyatro ve tarihi biyografi türlerindeki eserleriyle yeni edebiyata öncülük eder. İstanbul'dan defalarca uzaklaştırılıp sürgüne gönderilir. Yine de yazmaya; mektuplarıyla, gazete yazılarıyla, eserleriyle çağdaşlarına yol göstermeye ve halkına ulaşmaya devam eder. Yazarın seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikler Dizimizde yer vermeyi sürdüreceğiz.

(Tanıtım Bülteninden)

Ahmet Oktay

Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç'ı aldım, okul kapandıktan sonra okumayı planlıyorum. Bu kitap bu seriye devam etme konusunda fikir verir diye düşünüyorum.

dean

Alıntı yapılan: Ahmet Oktay - 07 Mayıs, 2018, 13:01:22
Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç'ı aldım, okul kapandıktan sonra okumayı planlıyorum. Bu kitap bu seriye devam etme konusunda fikir verir diye düşünüyorum.

Geçen cumartesi bende aldım.

yidar

Alıntı yapılan: dean - 07 Mayıs, 2018, 22:38:38
Geçen cumartesi bende aldım.

Alıp okuyanlar varsa .Yorumları bekliyorum. Seri güzelse  ona göre başlanabilir mi diye merak ettim

dean



Şair Evlenmesi oyunu, alafranga davranışları ve kıyafetiyle mahallelinin pek de hoşuna gitmeyen Müştak Bey adında yoksul fakat ileri görüşlü bir şairin sevip istediği genç ve güzel Kumru Hanım yerine onun huysuz ve yaşlı ablası Sakine Hanım'la evlenmeye mecbur edilmesini konu edinir. Bu küçük entrika etrafında çöpçüsünden bekçisine, imamından yenge hanımına bütün mahalle halkı bir araya gelir.

Şinasi, çağdaş bir edebiyatta tiyatro türünün gerekliliğini anlamış, Şair Evlenmesi'ni yazarak Türk tiyatrosunun da ilk yapıtını ortaya koymuştur.



Namık Kemal için tiyatro, halka doğrudan ulaşabilmesi bakımından oldukça önemli bir türdür. Vatan yahut Silistre oyununda da vatan sevgisini türlü duygularla çarpıştırıp nihayet hepsinden üstün çıkararak halka vatan fikrini ve sevgisini aşılamak ister. Kırım Savaşı'nın yaşandığı yıllarda Zekiye ve İslam Bey arasında yeni başlayan aşk, İslam Bey'in cepheye gitmesiyle beklenmedik bir hal alır. Zekiye İslam Bey'in ardı sıra erkek kılığına girerek Silistre savunmasına katılır ve böylece savaş meydanında aşkın, vatan sevgisinin, millet fikrinin iç içe geçtiği olaylar yaşanır. Vatan yahut Silistre 1 Nisan 1873'te ilk kez sahnelendiğinde halk üzerinde gösterilere varan büyük bir coşku yaratmış, bu etkinin diğer bir sonucu olarak Namık Kemal'in gazetesi İbret kapatılmış, kendisi de Magosa'ya sürülmüştür. Yazarı hayattayken Rusçaya ve Almancaya çevrilen eser, daha sonra pek çok dilde yayımlanır.

dean



Küçük Şeyler sıradan insanın başına gelmesi muhtemel sıradan olayları, acıları, ümitleri, hayal kırıklıklarını, yani kimi hayat gerçeklerini ve bu gerçekler karşısında yaşanan duyguları ele alıyor. Ağaçların kesilmesine üzüntü duymamız, kuş sesleriyle neşelenip aşk uğruna acı çekmemiz, bir tebessümle umutlanıp kurduğumuz hayallerin yıkılıvermesi gibi olağan ama okuru derinden etkilemeyi başaran hikâyelerdir bunlar. Türk edebiyatına modern anlamda hikâyenin ilk örneklerini kazandıran Samipaşazade Sezai, Küçük Şeyler için yazdığı önsözde, neyin anlatıldığının değil, nasıl anlatıldığının önemli olduğunu vurgulayarak hikâyenin gücünün ayrıntıda gizli olduğunu ve güzel yazıldığı sürece basit konuların da önem kazanacağını söyler.

Samipaşazade Sezai (1859-1936) İstanbul'da doğan Sezai'nin çocukluk ve ilkgençlik yılları Maarif nazırlığı da yapmış olan babası Sami Paşa'nın Taşkasap'taki büyük konağında geçer. Bu konak dönemin meşhur fikir adamlarına, yazar ve şairlerine ev sahipliği yapan önemli bir buluşma noktasıdır. Sezai burada pek çok yazar ve şairle tanışır. Özel hocalardan Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri alır. Gençlik yıllarında oldukça etkilendiği Namık Kemal ve yakın dostu Abdülhak Hamit'in yenilikçi düşüncelerini benimseyen Sezai, 1880'de Londra Sefaretine ikinci kâtip olarak atanır. Burada Batı edebiyatını, özellikle Shakespeare'in eserlerini inceleme imkânı bulur. Londra'da geçirdiği bu zaman onun düşünce dünyasını ve edebi ufkunu genişletir. 1901'e kadar İstanbul'da Hariciye Nezareti'nde muavinlik görevini sürdürür. İstanbul'da geçirdiği 1886-1901 yıllarında Sergüzeşt'i, Küçük Şeyler'i ve Rumûzü'l-Edeb'i yayımlar.

İstanbul'un alafranga dünyasına yönelik ilk köklü saptamalar onun eserlerinde belirir.