Spectre

Başlatan pizagor, 22 Kasım, 2018, 08:58:02

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

pizagor

Son dönemlerde yaşadığım en büyük ters köşelerden biri Spectre. Spectre'nin, 1993 senesinde başlamış Vol.3'ünden ilk 23 fasikülü almıştım geçenlerde. Beklentim düşüktü, hikayenin olsa olsa ortalamada kalacağı önyargısıyla, genel 'alıp da okumadan yıllarca bekletme' refleksime rağmen okumaya başladım. Ostrander'in ilk 12 fasikülü kapsayan Reaver hikayesi tek kelimeyle muhteşem. Dönemin dehşetlerinden öyle bir öğeyi merkeze alıyor ki bu durum çizgiroman sayfalarında karşıma ikinci defa çıkarken, kronolojik olarak bunu belki on yıl öncesine çekiyor (ki ilkini de Daredevil'de görmüştüm). Bu hikaye örgüsünün bir diğer özelliği karakterin orijinine inerken adeta bilindik DC'den apayrı, alternatif bir evrenin tadını vermesi. 13. sayıyla birlikte hikaye kurgularına dahil olan DC karakterleri ile birlikte sanki o özgünlük ortadan kalkıyor gibi. Spectre kendi yağıyla kendi evreninde kavrulduğunda daha keyif verici sanki...

İntikam bekleyen ölülerin öfkesi Spectre, semavi - tanrısal bir oyuncu. Kapaklar ise apayrı bir alem, hepsi birbirinden güzel ve bu mecrada sonraki yılların habercisi adeta...


İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!


kharon

Alıntı yapılan: pizagor - 22 Kasım, 2018, 08:58:02
Son dönemlerde yaşadığım en büyük ters köşelerden biri Spectre. Spectre'nin, 1993 senesinde başlamış Vol.3'ünden ilk 23 fasikülü almıştım geçenlerde. Beklentim düşüktü, hikayenin olsa olsa ortalamada kalacağı önyargısıyla, genel 'alıp da okumadan yıllarca bekletme' refleksime rağmen okumaya başladım. Ostrander'in ilk 12 fasikülü kapsayan Reaver hikayesi tek kelimeyle muhteşem. Dönemin dehşetlerinden öyle bir öğeyi merkeze alıyor ki bu durum çizgiroman sayfalarında karşıma ikinci defa çıkarken, dönem olarak bunu belki on yıl öncesine çekiyor (ki ilkini de Daredevil'de görmüştüm). Bu hikaye örgüsünün bir diğer özelliği karakterin orijinine inerken adeta bilindik DC'den apayrı, alternatif bir evrenin tadını vermesi. 13. sayıyla birlikte hikaye kurgularına dahil olan DC karakterleri ile birlikte sanki o özgünlük ortadan kalkıyor gibi. Spectre kendi yağıyla kendi evreninde kavrulduğunda daha keyif verici sanki...

İntikam bekleyen ölülerin öfkesi Spectre, semavi - tanrısal bir oyuncu. Kapaklar ise apayrı bir alem, hepsi birbirinden güzel ve bu mecrada sonraki yılların habercisi adeta...



tesekkurler pizagor bu yazi icin,

ben hep DC karakterlerini Marvel'a gore -ortalamada- daha renksiz-sig bulmusumdur
istisnalar var elbette; ve belki de bunlardan biri Spectre...

Superman'la bir macerasini hatirliyorum ; evreninin bilinen sinirlarina dogru bilincisizce ucan Supergirl'u kurtarmaya calisirken Spectre engeline takilir Superman.
Belki de onu gordugum ilk macera olabilir.

Benim de kitaplikta bir kosede alinmis ama okunmamis Spectre maceralari olsa gerek, bu yazi onlari bulup okuma istahi uyandirdi bende  :D

hanac

Anasayfa'dan buraya link verdim.  :)

ümitkr

Selamlar,

The Spectre DC Comics'de karşıma çıktığında ben de yıllarca "bunun gücü ne ki" diye sormuştum. Ta ki Ostrander'in yazarlığıyla Mandrake'nin çizimleri beni şoke edene kadar sürdü bu. Her kapağın ünlü bir ustaya çizdirilmesi de beni ayrıca mest etmişti.

Yıllar önce kaleme aldığım bir yazıyı paylaşmak istedim bu başlığa. Pizagor'a bu kahramanı ve bende yarattığı güzelliği hatırlattığı için teşekkür ederim:

DC Comics kahramanı The Spectre, More Fun Comics'in 51. sayısında (Ocak 1940) ortaya çıkmış, 52. sayıda da kendi öyküsünü (Şubat 1940) yaşamıştır. Yaratıcılarından biri tanıdık, Jerry Siegel (Superman'ın yaratıcılarından), diğeri de Bernard Baily.

Hikayesi:

Mafya tarafından bir varile konularak denize atılan dedektif JIM CORRIGAN ölür ama intikam alabilmesi için tekrar canlandırılır. Beyaz/gri bir ten ve mavi (daha sonra yeşil) kukuletalı pelerinle dönen, Corrigan intikamını alır ve DC Comics'in ikinci evreninin kahramanlarından biri olur. Justice Society of America elemanıdır ve DC Comics'in en güçlü karakteridir.

Uzun bir süre DC evreninin kozmik güçlere sahip karakteriyken zaman içinde "Spirit of Vengeance" hüviyetine bürünmüş, intikamının alınması gereken ölülerin intikamcısı olmuştur. Devamında da Spirit of Redemption, Avenging Wrath of God, The Man of Darkness, Raguel isimlerini ve onlara uygun güç ve görevleri almıştır.

1940'tan bu yana toplamda 4 kez ele alınan The Spectre'ye üç kişi bedenen ev sahipliği yapmıştır. Jim Corrigan, Hal Jordan (orjinal Green Lantern) ve Crispus Allen (Gotham Polisi).

Tüm bu seriler içinde senaryo ve çizimleriyle belki de en başarılı olan 3. seridir. 62 sayı çıkan bu serinin yazarı John Ostrander çizeri Tom Mandrake'dir. The Spectre'ye gerçek kimliğini kazandıran ve comics alemine şiddeti, psikopatlığı ve farklı sorgulamaları sokan da bu seridir. Bu seride Tanrının intikamcı öfkesi göreviyle dünyada gezinen The Spectre insanların intikamını almaya başlar. Tabii kendi intikamını alarak başlar işe. Bu intikamların alınış şekli gerçekten görülmeye değerdir. İlk sayısında sokaktaki insanlara arabadan ateş açan bazı tipleri yerden çıkarak yutar ve onları parmakları haline getirir. Uyuşturu ticaretinden doğan saldırının intikamını kendi koluna uyuşturucu zerk ederek alır The Spectre. Parmaklar alev alarak işkenceyle ölürler.

3. seri bununla da kalmaz. The Spectre cennet, cehennem gezer. Mandrake, cenneti bulutlar üzerinde meleklerin önünde nöbet tuttuğu altın kapıların ardındaki huzur beldesi olarak çizerken cehennemi alevler içinde işkence gören insanlarla iblislerin yuvası olarak çizer. Mandrake'nin cehennemi, Türk mitolojisindeki Tamu betimlemeleriyle Dante'nin "İlahi Komedyası" arası bir yerdir. Kopmuş ama yaşayan kafalar, dilinden asılanlar, kırbaçlananlar, derisi yüzülenler, yağda kaynatılanlar, ateşte kızartılanlar....

Ancak 3. serinin en dikkat edilesi bölümü yaklaşık son on sayıdır. Kurguyu başarıyla yapan ve muhteşem senaryolarla okunası bir karakter portresi çizen, Ostrander son on sayıda da başarılı bir finale taşıyor okuyucuyu. Bu sayılarda kime hizmet ettiğini merak eden The Spectre "Tanrı"yı aramaya başlar. Cennet, cehennem, uzay, kainatın sonu, boyutlar, diğer bazı dinlerin alanları... Her yerde arar ve sonunda kendi meleğini yerken bulur. Bu gerçek tanrı mıdır? Değildir. "Böyle olsam ne olurdu, ne bulmayı umuyordun ki? Ben Tanrı'yım ve sen de bana hizmet ediyorsun önemli olan bu değil mi?" sohbetinin ardından Jim Corrigan "ölmeye" karar vererek cenaze törenini düzenler.

İlahi bir ışık onu çeker alır, 3. seri 62. sayıda sona erer. Bu arada belirtmekte yarar var, bu serinin her kapağını bir usta çizer tablo tadında çizmiştir. Sadece kapaklara bakmak için bile almakta yarar var.

Yerine sırasıyla Hal Jordan (v.4), Crispus Allen (Crisis Aftermath) geçer.

Hal Jordan zamanında yeniden bir araya gelen tekrar JSA sayfalarında karşılaştığımız The Spectre zaman zaman bu seride dünyayı kurtarmaktadır.

***
Varil cinayeti ve insanlık dışı vahşetten doğan kurgusal bir kahraman. The Spectre. Gerçek hayatta bu kurgunun karşılığı var mıdır bilinmez ancak şiddeti amaç değil araç olarak kullanan çizgi romanda gerçek hayatın karşılığı mevcut.

Küçük bir not daha düşmek gerekirse M. Night Shymalan'ın yazıp yönettiği ve başrollerini Bruce Willis ile Samuel L. Jackson'ın paylaştığı "Unbreakable" (2000) sinema filminin The Spectre'den izler taşıdığını söylemek mümkün. Kahramanın güçlerini kazanma biçimi çizgi romandakine benzemese de gücü ölümsüz olmasının dışında "insanların suçluluk duygularını duyma" olarak kendini gösteriyor. Filmin sonlarına doğru Willis'in fırtınalı bir gecede yeşil kapşonla göründüğü sahnelere dikkatli bakmakta yarar var.

pizagor

Başlıkta kısaca Spectre izlenimimi aktarmıştım. Buradan hareketle daha uzun bir yazı çıktı ortaya...

http://pizagorgunlukleri.blogspot.com/2018/12/spectre.html


Spectre



'Injustice: Gods Among Us' öyküsünün yaşandığı nefis alternatif evreni tadanlar hatırlayacaktır; totaliter küresel bir rejim inşa eden Superman'in karşısında Batman'in seçenekleri birer birer tükenirken, serinin üçüncü yılında yolu DC'nin korku ve büyü janrına dahil karakterleriyle kesişmişti. Yine hüsranla sonuçlansa da üçüncü yıl kendince ciddi bir hayran kitlesine sahip ama pek tanımadığım geniş bir karakter yelpazesine giriş yapmamı sağlamıştı. Ve Spectre de söz konusu efsanevi serinin bu sayfalarına kadar karşılaşmadığım – karşılaştıysam da hatırlayamadığım bir karakterdi. Merak uyandırıcıydı, belki bir Mxyzptlk renkliliği yoktu kendisinde ancak – söz konusu mücadelede saflarında bulunduğu taraftan bağımsız olarak diyebilirim ki - etkileyici olduğu aşikardı...

Ardından da önyargılarımı yerle yeksan eden, beklentilerimin çok ötesinde tatmin yaşatan bir seriyle karşıma çıktı Spectre...

Spectre'nin, 1993 senesinde yeniden başlatılmış olan serisinden (Volume 3) ilk 23 fasikülü almıştım geçenlerde. Beklentim düşüktü, dönemin hikayeciliğindeki nahiflik kadar karakterin kendisinin görece arka plan cılızlığından pay biçmiştim. Hikayenin olsa olsa ortalamada kalacağı önyargısıyla, genel 'alıp da okumadan yıllarca bekletme' şeklindeki biriktirici refleksime rağmen 'sanırım kapakların da etkisiyle' panellerine daldım. Ve malum sonuç: İlk faskül itibariyle karaktere – hikayeye – seriye kaptırmıştım kendimi. Ostrander büyülü bir metin koymuştu ortaya, özellikle ilk 12 fasikülü kapsayan Reaver hikayesi tek kelimeyle muhteşemdi.

Dönemin dehşetlerinden öyle bir durumu merkezine alıyor ki bu öğe çizgiroman sayfalarında karşıma ikinci defa çıkarken, kronolojik olarak bunu ilk olarak düşündüğümün belki de on yıl evveline çekiyor (ki ilkiyle de Daredevil'de karşılaşmıştım). Bu hikaye örgüsünün fark yaratan tarafı karakterin orijinine inerken bilindik DC'den apayrı, adeta alternatif bir evrenin lezzetini sunması. 13. sayıyla birlikte hikaye kurgularına dahil olan tanıdık ve fazlasıyla tanıdık DC karakterleriyle birlikte o özgünlük ve özgürlük ortamı ortadan kalkıyor gibi. Spectre kendi yağıyla kendi evreninde kavrulduğunda daha keyif verici sanki...



Çok kısaca Spectre'nin kökenine değinmek gerekirse...

Jim Corrigan, 30'lu yılların Amerikasının gangsteri bol atmosferinde adalet duygusu haddinden fazla kuvvetli ve bu yolda en sert yöntemleri uygulamaktan geri durmayan, dişe diş kana kan motivasyonlu bir polis memurudur. Mücadelesinin bir noktasında bu aşırı gözüpekliği bir varil içerisinde betona gömülmesiyle ve denizin derinliklerine atılmasıyla sonuçlanır. Gangsterlerin bir sonraki hamlesi de Corrigan'ın kız arkadaşı olacaktır. Ölüm sonrası limboda Corrigan alayına isyan bir haldedir, masum kız arkadaşının başına gelmek üzere olanları kastederek haksızlığı ve öte tarafa bırakılan adaleti reddetmekte, dünyada adaleti - suçluların henüz soluk alıp verirken cezalandırılmalarını talep etmektedir. Bunun üzerine Corrigan'ın bedeninde Spectre olarak yaşayanların arasına geri gönderilir. Olaya müdahale edip kendi intikamını almakla birlikte bundan böyle intikam bekleyen ölülerin çığlıklarını duyacak ve onların dehşet saçan intikamcısı olacaktır...

Ostrander seriyi alıp zirveye taşırken, kurgusuna dahil ettiği karakterlerle, 22. fasikülde 'Injustice: Gods Among Us'ın sinopsisini dahi ortaya atar. 'Spear Of Destiny' hikayesinde, İsa'nın kanına bulandıktan sonra tarih boyunca el değiştiren ve en son Hitler'in kullandığı mızrağın Superman'e kadar taşınmasının öyküsü anlatılmaktadır. Yalnız bahsettiğimiz alalade bir mızrak değildir: DC evreninin belki de en güçlü, yokedilemez karakteri Spectre'yi öldürebilecek tek silahtır, bu bir. Amma velakin mızrağı taşıyan kişinin içindeki hırs ve güç sarhoşluğunu yüzeye çıkarmaktadır; mızrağa mı sahip olunmaktadır yoksa mızrak mı kullanıcısına belli değildir, bu da iki. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra müttefiklerin eline geçen söz konusu mızrak bir depoda unutulmuştur. Spectre'nin kontrolünü kaybettiği, tüm insanlığı kötü olmakla suçladığı ve çoluk – çocuk ayrım yapmadan bir ülkeyi – Vlatava'yı ortadan kaldırdığı dönemde akıllara düşer bu büyülü mızrak ve unutulduğu karanlık dehlizlerden bulunup gün yüzüne çıkarılır. Dönemin ABD Başkanı Clinton da mızrağı Superman'e teslim ederek kendisinden Spectre'yi durdurmasını ister. Büyüye karşı savunmasız olduğu bilinen yeryüzünün en kudretli kişisinin Kader Mızrağı'nın alttan alta verdiği bu 'Sen güçlüsün, en büyüksün. Yıkar geçersin buraları, dümdüz edersin, sen ne dersen o olur!' motivasyonundan etkilenmemesi beklenemez. Sonrasında da Superman'in bir taraf, diğer metahuman'ların ise diğer taraf olduğu büyük bir yıkım başlar. Geriye son kalanlar Superman ve karşısında dikilen Batman olacaktır. Tüm bu olanlar sadece birkaç sayfada anlatılır ve aslında Spectre'nin her zaman yaptığı üzere karşısındakinin algılarıyla ve alıcılarıyla dehşetle, sadistçe ve acımasızca oynaması şeklindedir. Sadece zihinlerde yaşanıyor olsa da etkileri gerçekten başa geliyormuşcasına yıkıcı ve öldürücü olmaktadır. Ve bu kudret Superman'de de çalışmıştır. Spectre Kader Mızrağı'nı sahiplenmesinin olası sonuçlarını Superman'e anlatmak yerine yaşatmıştır. Sonuç almış mıdır diye sorarsanız... Hem de nasıl!









Serinin bir diğer güzelliği ise kapakları. Her biri diğerinden albenili ve bu mecrada sonraki yıllarda olacakların habercisi adeta.. Yine önemli bir ayrıntı; Alex Ross'un çizdiği Spectre kapağı DC için yaptığı ilk çalışma olma niteliğini de taşımakta...



İntikam bekleyen ölülerin öfkesi Spectre, semavi - tanrısal bir oyuncu. Belki pek bilmiyoruz ama Ostrander ispatlıyor ki ehil ellerde potansiyeli yüksek olan bir karakter. Diğer 'volume'ları hakkında 'henüz' bir fikrim yok ama yolunuzu en azından Spectre'nin Volume 3'ü ile çakıştırın derim, pişman olmazsınız...


İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar... KRONİK İTTAPAR!!!
Hayat sana sokak hayvanlarına davrandığın gibi davransın!