ZGeralt'ın Gömdükleri

Başlatan ZGeralt, 05 Mart, 2019, 14:38:47

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

ZGeralt

Film yazıları yazarken güncel olmayan ama benim yeni izlediğim filmlerden de bahsetmek istedim. Son zamanlarda üst üste kötü filmler izleyince de ayrı bir başlık altında toplamayı düşündüm. Beğendiklerimi "ZGeralt'ın Övdükleri" başlığında toplayabilirim, henüz karar vermedim :)

İlk konuğumuz :

NOW YOU SEE ME



Çok az film izlediğim zamanlar olmuştu, üniversite yıllarında haftada en az 6-7 film izlerken bir anda soğuma gelmişti ilerleyen yıllarda. Bu film çıktığında yeni yeni dönüyordum film izlemeye, merak edip izlemek istediğimi hatırlıyorum ama bir şekilde olmadı. Netflix'te görünce hemen listeme ekledim ve ilk fırsatta izledim.

2013 yapımı film öncelikle oyuncu kadrosu ile dikkat çekiyor. Morgan Freeman, Micheal Caine, Woody Harrelson, Jesse Eisenberg,Mark Rufallo, Micheal Kelly... Bu kadar iyi oyuncuyu bir arada görünce beklentiler yükseliyor doğal olarak. Gerçi J.Eisenberg her rolü aynı kişiymiş gibi oynuyor,pek sevmiyorum kendisini ama olsun, kalan kadro gayet güçlü.

5 dakikadır düşünüyorum hala gömmeye nereden başlasam emin olamadım, hangisini öncelik versem bilemedim, hemen her şey önce beni göm diye bağırıyor filmle ilgili. Hadi senaryo ile başlayalım. Spoiler yok, gerçi izlemeyen kaç kişi kaldı bilmiyorum ama olsun.

Filmde kimliği belirsiz bir kişi tarafından 4 sihirbaza davet gönderilir, bunlar bir araya gelir ve sonra birden bire belirsiz bir süre sonra dördünün Vegas'ta büyük bir şov yaptığı sahneye geçeriz. Bu şov neticesinde Paris'te bir banka soyulur, FBI olaya dahil olur ama delil yoktur, FBI bu işin peşini bırakmaz. Onlarda başka bir büyük şov yapmaya New Orleans'a giderler,FBI peşlerinde falan filan...

Öncelikle A.Triessler neden bu ekiple beraber, neden bunları finanse ediyor ? Sihirbazlığa ilgisi mi var? 4 adet sıradan sihirbaz, hatta biri hırsız biri dolandırıcı tipin böyle büyük bir iş adamına ulaşması ve onu ikna etmesi falan nasıl oldu hiç birşey yok. İleride oluşturulan hikayenin önemli bir ayağını oluşturan karakter ile kahramanlarımızın nasıl bir bağ kurduğu, adamın motivasyonu, kişiliği hiç bir şey yok. 70 yaşında  zengin bir adam 4 zibidi ile sihirbazlık gösterisi turuna çıkıyor.

4 kişi, çok iyi sihirbazlar tamam, bu çok iyi şoför oldukları , ninja gibi dövüştükleri, atlet gibi koştukları, en sıkıntılı durumlarda bile soğukkanlılıklarını korudukları anlamına da geliyor mu ? Filme göre evet, üstelik bu yeteneklerin nereden geldiği de belli değil. Bu adamlar böyle deyip geçiveriyoruz.

FBI yeteneksiz ahmaklarla dolu, orası da tamam. Film en başından T.Bradley karakteri üzerinde bir şeyler döneceğinin sinyalini veriyor, bu karakter sihirbazların numaralarını ifşa eden bir TV programı sunucusu (aynı zamanda eski sihirbaz). Ona yüklenen "kötülük" adamın bir meslek icra etmesi. Sihirbazın iluzyonlarını nasıl yaptığını ortaya çıkarması ne zaman "kötü" bir şey oldu bilmiyoruz, ama film biliyor. Yine altı bomboş bir ön kabul dayatıyor film size. Sihirbazların numaralarını açık edip, bundan bir reality şov çıkarırsanız kötüsünüz.


Spoiler vermeden detayına giremeyeceğim bir husus daha var, filmin sonunu görünce bile bu 4 kişinin hangi motivasyonla, hiç görmedikleri bir adamın planının parçası oldukları o kadar muğlak ki, üstelik hangi aklı başında insan evladı, ucunda 20 yıl hapis yatacağı bir şeyi hiç görmediği bir adam ve saçma sapan bir motivasyon uğruna yapar, burada film artık resmen zekamıza hakaret ediyor.

Hele bir salon dolusu insanın hesaplarına banka havalesi gitmesi olayı var ki, neyse ağzım bozulacak. Senaryo ile ilgili hemen her detay rezalet, neredeyse her sahnesinde falso var.

Fransız polisi canlandıran kadın oyuncu gerçekten kötü oynamış, o kadar kötü ki  şu an İMDB'den ismine bakmaya bile üşendim. İsmi bilinmese daha iyi kendi açısından.

Ekibin kalanının oyunculukları hakkında pek yoruma gerek yok, oyunculuk sergilenecek bir olay yok ama işte bir sürü usta oyuncu çıkmış, kendinden bekleneni vermiş diyebiliriz.

Filmde bol Hollywood klişesi de mevcut, aksi bir FBI ajanımız var, ortak olmak istemediği ama sonra onunla yakınlaştığı bir "partneri" var. "Lanet olsun ortak istemiyorum, lanet olsun ortağımla yakınlaşıyorum" temamız. Herhalde 162889. kez işlenen bir tema yine işlenmiş. Zerre fark yaratmak istememişler ve önceki 162888 işlenişinden azıcık bile iyi bir yanı yok. Helal olsun, klişe böyle olur dedirtmişler.

Karakterlerin derinlikleri yok, kontrol manyağı olduğu söylenen Atlas'ın herhangi bir kontrol manyaklığına rastlamıyoruz mesela, sadece arkadaşları söylüyor. Öyle bir kurgu var ki, Atlas'a kontrol manyağı diyorlar, o kadar. Üstelik bu detayın filme herhangi bir etkisi yok. Filmin aynı yerini yeniden çekelim ve arkadaşları "Atlas sen bir zombirilopsun" desin :) İzleyici açısından Atlas'ın Zombirilopluğu ile kontrol manyaklığı arasında herhangi bir fark olmayacak. Kaldı ki çok eşelerseniz, mantık aramaya kalkarsanız, tamamen kontrolü dışında planlanan olaylar silsilesine bir kontrol manyağının nasıl dahil olmaya ikna olduğunu sorgulamanız lazım. Öff.

Filmin kurgusu sorunlarla dolu, film bir tema veya sisteme bağlı kalmadan zaman atlıyor, sahne atlıyor, sonra kafasına esiyor flashback yapıyor. Bütün bu karmaşayı tek bir amaçla yapıyor, sizi bir kaç kere şaşırtabilmek. Zekice kurgulandığı izlenimi vermeye çalışılıyor, öncelikle şunu anlamaları lazım, insan sadece zeka örneği barındıran olaylara şaşırmaz, aptallığa da şaşırabilirsiniz, en azından ben bayağı şaşırıyorum, bunu nasıl yazdılar/çektiler diye.

Aksiyon sahneleri idare eder, gözüme batan pek bir şey yok. Evde ki kapışma sahnesi eğlenceliydi, çok ufak bir detay ama bu kadar gömerken minik güzelliklere de yer vereyim istedim, ortalama bir filmde (iyi demiyorum bakın ortalama) bahsetme gereği bile duymam.

Neyse yazdıkça yazasım geliyor, bir yerde durmak lazım.
Organize İşler- Sazan Sarmalı'ndan daha kötü olamaz ya diye düşündüğümü hatırlıyorum filmin ilk 15 dakikasından sonra yine yanıldım, daha kötü. İki filmde de çok kötü kadın oyuncu var, Organize'de ki kız daha güzel en azından :)

Puanım 2.5/10.

Nomad

Sosyokültürel seviyesini takdir ettiğim ve yorumlarına güvendiğim birisiniz.
Başlığı takibe aldım.
Bu yazı ömrümden 2 saati kurtardı.
Hard diskimde 2 gb yer açtı. Daha ne olsun.
Elinize sağlık, devam üstad.

ZGeralt

Alıntı yapılan: Nomad - 05 Mart, 2019, 15:18:47
Sosyokültürel seviyesini takdir ettiğim ve yorumlarına güvendiğim birisiniz.
Başlığı takibe aldım.
Bu yazı ömrümden 2 saati kurtardı.
Hard diskimde 2 gb yer açtı. Daha ne olsun.
Elinize sağlık, devam üstad.

Teşekkür ediyorum güzel yorumunuz için , bunlar elbette tamamen kişisel görüşlerim ve ben bir otorite değilim.Bu filmi ve diğer gömeceğim filmleri beğenen varsa lütfen alınmasın ancak düşündüklerim, filmin bende bıraktığı izlenim de bu. Resmen acı çektim izlerken, yarıda bırakmayı sevmiyorum sırf o yüzden bitirdim :)


hanac

Alıntı yapılan: Nomad - 05 Mart, 2019, 15:18:47
Bu yazı ömrümden 2 saati kurtardı.
Hard diskimde 2 gb yer açtı. Daha ne olsun.

;D ;D ;D

Muhteşem bir yorum.

Bu başlığın takipçisi olacağım.

ZGeralt

Günün konuğu :

THE HITMAN'S BODYGUARD



2017 yapımı filmin yönetmenliğini Patrick Hughes üstlenmiş. Yönetmenin izlediğim ilk filmi, zaten bu film 3. uzun metraj filmi. Oyuncu kadrosunda Ryan Reynolds,Samuel Jackson ,Elodie Young ( Daredevil dizisinde Elektra'dan hatırlarsınız), Gary Oldman ve Salma Hayek var.

Filmde kahramanımız Micheal Bryce (Reynolds) üst sınıf müşterilere özel güvenlik hizmeti sunan bir "bodyguard",  çok önemli bir müşterisini bir keskin nişancı ateşi sonucunda kaybetmesi ile  açılış yapılıyor, daha sonra kariyerinin  tepe taklak olduğunu görüyoruz. Bryce daha "düşük profilli" müşterilere hizmet verirken, Belarus'da soykırım yapan bir diktatör Lahey'de yargılanmaktadır. O sırada hapiste olan uluslararası birinci sınıf bir suikastçı olan Darius Kincaid(S.Jackson) ile Interpol arasında tanık olması için pazarlıklar yapılmaktadır. Kincaid teklifi kabul eder ve polisle beraber Lahey'e gitmek için yola koyulur. Yolda pusu kurulur, polis ajanı Roussel ile beraber sağ kurtulur, Roussel İnterpol'e sızıldığını anlar, Kincaid'i koruması için aynı zamanda eski sevgilisi olan Bryce'dan yardım ister. Ne tesadüftür ki Kincaid ile Bryce birbirlerine rakiptir, yıllardır birinin korumaya çalıştığını diğeri öldürmek istemektedir. Böylelikle bol aksiyonlu maceramız başlar.

Klişeler içinde yüzen bir film, bütün tavırlar, olayların gelişimi hatta bir çok diyalog artık ezberlediğimiz kalıplar içinde seyrediyor. Ne konu ilgi çekici, ne de iyi yazılmış bir senaryo var karşımızda.
Filmde suikastçımız,korumamız ve sevgilisi hepsi aslında "iyi adam" ve kötü adamlar çok kötü.Sadece kötüler işte çok üzerinde durmayın diyor film. Gayet sığ ve vasat bir senaryo, inandırıcılıktan son derece uzak karakterler var. Asıl şaşırdığım yanı bir çok ergen filmine, bir çok romantik komedi filmine taş çıkaran " yakışıklı erkeğin hatası ile sevdiği,güzel ve çok iyi kadını kaybetmesi" hikayesinin film boyunca sürekli işlenmesi. Sinek ezer gibi adam öldüren Kincaid'in sürekli ilişkiler hakkında tavsiye vermesi, bizim "haylaz yakışıklı çocuğumuzun" aklını başına getirmeye çalışması. Bir nev-i romantik mentorluğa soyunması, üstelik peşlerinde bir dünya silahlı adam bunları sürekli kovalarken. Romantik komedi çekilecekken vazgeçilmiş gibi. O kadar "cringe" sahneler var ki yazarak bir daha hatırlamak istemiyorum.

Samuel Jackson bu yaşlı haliyle nasıl dünyanın bir numaralı suikastçısı olarak değerlendirebiliriz bilemiyorum. Oyunculardan Salma Hayek'in performansı berbat, karikatür gibi bi tipleme var.

Peki bu kadar eleştiriden sonra filmin artılarına biraz değinelim.

Film eğlenceli bir aksiyon-macera olma iddiasında, kendini çok ciddiye almıyor ki buna olumlu yaklaşıyorum. Reynolds ve Jackson arasındaki sürekli atışma hali zaman zaman güldürüyor, aralarındaki ilişkinin bir dostluğa dönüşeceğini film resmen bağırsa da, filmin en eğlenceli yerleri ikilinin atışmaları. Aksiyon sahneleri fena değil, Amsterdam'a daha önce bir kaç kez bulunduğum için sanırım orada geçen kovalamaca sahneleri ayrıca hoşuma gitti. Şehir olduğundan da güzel gözüküyor filmde.

Filmin uzun uzadıya tartışılacak bir durumu yok, türün sevenleri için çok daha iyi seçenekler mevcut. Totalde belki "berbat" bir film değil ama vasatı tutturmakta bile zorlanıyor. Böyle olunca da "zaman kaybı" olarak değerlendirebiliyorum ancak...


4.5/10

hanac

Her iki filminde imdb notları çok yüksek.

NOW YOU SEE ME  - 7.3
THE HITMAN'S BODYGUARD - 6.9

Demek ki artık imdb notlarına da güvenemeyeceğiz.

ZGeralt

The Hitman's Bodyguard'ın diğer değerlendirme notlarına baktım (yazıyı yazarken aklıma gelmemişti, aslında her yazıda eklesem iyi olur) :


Rotten Tomatoes'da eleştirmenler %47, kullanıcılar %67 oranında beğenmiş.
Metacritic ortalaması ise 47/100.

IMDB çok sayıda kullanıcıya sahip, kullanıcıların yaşı, birikimi, kültürü, algısı birbirinden çok farklı. Ben IMDB'de ki puanları filmin türüne göre yorumluyorum, mesela tarihi filmler, savaş filmleri genellikle 1 ,1.5 puan bonuslu gibi, aksiyon-macera/komedi-macera filmlerinin de keza öyle olduğunu düşünüyorum. Fantastik filmlerin, bilim kurgu filmlerinin ise -1 puan penaltıları var gibi.

Daha önce de paylaşmıştım, https://kahramangiller.com/sinema/imdb-puanlarini-okumak-ve-turlere-gore-yorumlamak/

bu arkadaşın hazırladığı rehbere çoğunlukla katılıyorum.

Bir de şu var tabi, beğeni aslında kıyasla oluşan bir şey. Örneğin hayatında 3 defa döner yemiş biri ile 300 defa döner yemiş birisi arasında çok fark olacaktır. Vedat Milör'ün yorumlarının değeri ile yeni dönem instagram gurmelerinin yorumlarının değeri elbette aynı olamaz. IMDB ve benzeri siteler "ortalama insanın" beğenilerini yansıtabilir daha çok ve bu ortalama insana, mesela henüz 18-19 yaşlarında olup, hayatında 5-10 tane benzeri film izlemiş biri de dahildir. O adamın izleyip beğendiği şeyi ben yüzüncü kez görmüşsem elbette farklı algılayacağız.

Bir diğer konu ise sinemada bütün izleyicilerden aynı bakış açısını beklememek gerektiği. Kimseye neden filmin kurgusu ile ilgilenmiyorsun, neden kötü oyunculuk dikkatini çekmiyor vb. demek doğru değil, bazısı için bir film sadece vakit öldürme aracıyken bazısı farklı anlamlar yükleyebilir.

Bu iki filmde çok farklı notlar çıktı ama az önce IMDB puanlama geçmişime şöyle bir göz attım, puanladığım filmlerin yarısına yakını ortalama puanlarla örtüşüyor veya çok yakın. Bence hala "fikir vermesi" açısından başvurulabilecek görece en iyi kaynak.

memospinoz

Alıntı yapılan: hanac - 07 Mart, 2019, 08:25:09
Her iki filminde imdb notları çok yüksek.

NOW YOU SEE ME  - 7.3
THE HITMAN'S BODYGUARD - 6.9

Demek ki artık imdb notlarına da güvenemeyeceğiz.

Artık IMDB yok. Artık ZGDB var.  ;D ;)

ZGeralt

Alıntı yapılan: memospinoz - 07 Mart, 2019, 13:43:30
Artık IMDB yok. Artık ZGDB var.  ;D ;)

Hhahahah:)) Aslında diğer açtığım başlık için harika bir isim olurmuş :)

ZGeralt

Günün konuğu :

DOGTOOTH




2009 yapımı, Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos'un 3. uzun metraj filmi, aynı zamanda yönetmenin dünyaya açılmasını sağlayan film. Cannes'da "Belirli bir bakış açısı" ödülü kazanan film en iyi yabancı dilde film dalında da Oscar'a aday oldu.

Bu filmi neden izlediğimden biraz bahsetmek istiyorum. Bilmeyenler için anlatayım, Youtube'da uzun süredir takip ettiğim  İstanbul Film Akademisi'nin bir kanalı var (İFA).Burada yönetmen İlker Canıklıgil ve ekibi "Olmaz Öyle Saçma Şey" adında bir program yapıyorlar ve bu program oldukça popüler oldu. Bende keyif alarak izliyorum her hafta ama dürüst olmam gerekirse, özellikle sinema alanında ki fikirlerimin sektörün içinden ve entelektüel seviyesi Türkiye ortalamasının üzerinde olan bir adamla örtüşmesi hoşuma gidiyor. Elbette birebir örtüşemez ve elbette ben sadece izleyici olarak değerlendirebiliyorum ancak tersi olsaydı eminim bu kadar çok izlemezdim.

Neyse, geçtiğimiz haftaki bölümlerden birinde bu filmin konusu geçti ve İlker Canıklıgil çok sert eleştirdi filmi. Bunun üzerine küçük çapta bir linç yedi Canıklıgil, adama hakaret edenler, sen kimsinciler vs.
Bu kadar tartışma çıkınca merak edip izledim ve evet İlker Canıklıgil'li neden sevdiğimi bir kez daha anladım. Adam haklı... :)

Filmde bir anne-baba çocuklarını dış dünyadan tamamen izole bir şekilde yetiştirmişlerdir, şehir dışında olduğunu tahmin ettiğimiz ıssız bir yerde büyükçe bir arazi içinde yaşamaktadırlar, evin etrafı yüksek duvarlarla kaplıdır. Dış dünya ile iletişim bulunmamaktadır ancak baba, arabasıyla işe gidip gelir, bütün ihtiyaçları da o karşılar. İki kız bir erkek 3 çocuk hayatlarında ne TV izlemiş ne de evin dışına adım atmışlardır. Hatta çocuklar bir çok kelimeyi olduklarından farklı anlamlarda öğrenmişlerdir, örneğin zombi'yi küçük sarı bir çiçek olarak bilmektedirler. Hayatlarındaki tek yabancı olan Christine, evin oğlunun "cinsel ihtiyaçlarının" karşılanması için baba tarafından paralı olarak tutulan bir kadındır. Gayet tahmin edilebilir bir şekilde bu "yabancı" evdeki kıvılcımı ateşleyen olacaktır.
Baba çocuklarına dış dünyanın çok tehlikeli olduğunu ve ancak köpek dişlerinin düştüğü zaman evden çıkabileceklerini söylemiştir. Çocuklar gün içinde evde sürekli antreman ve yarış halindedirler, kazanana "çıkartma" hediye edilmektedir.

Evet azıcık okumuş etmiş herkes filmde onlarca metafor olduğunu rahatlıkla anlayabilir hatta film neredeyse üst üste yığılmış metaforlardan ibaret. Orwell'in 1984'den aşina olduğumuz "dil değiştirme", iktidar ilişkileri, köle-efendi çelişkisi vs.

Filmde muğlak kalan nokta bütün bunların sonucunda varmak istediği yer.

Her şeyden önce esas iktidar sahibi olan babanın bunu neden yaptığı konusunda film yetersiz kalıyor. Baba gayet iyi bir işe sahip, kocaman arazi içinde havuzlu bir evleri var. Yani baba dış dünyada gayet üretim ilişkileri içerisinde yer alıyor. İktidarın sahibi baba çocuklarını korumak için yaptığını bir sahnedeki sözünden anlıyoruz ancak iktidarların baskısı ve zulmü itaat edenleri korumak için midir bu soruyu sorunca filmin ana ekseni çatırdamaya başlıyor. Dünyada hangi iktidar olursa olsun bütün yöntemleri kendi çıkarlarını korumak, kendi gücünü kaybetmemek adına yapılır. Burada babanın çocuklarından sağladığı bir fayda da yok. Aksine bu durumu sürdürebilmek için gayet zor ve yorucu işler yapmakta. Film üzerine kurulduğu ana fikir- temel metaforunun gerçek dünyada bir karşılığı yok.

Elbette filmden toplumdaki baskıcı-zorba "ailenin" eleştirisi çıkarmakta mümkün, bu açıdan bakıldığında paranoyak ve hatta deli-sapkın bir aile portresi karşımıza çıkıyor. Bu seferde neden bu tarz "abartılı" ve gerçeklikten son derece uzak bir müsamere havası verildiğini sorgulamaya başlıyorsunuz.  Gerçek olamayacak bir tasvirde  bu uç örnekleri vermesinin anlamını sorgulayınca da elinizde pek bir şey kalmıyor. Üstelik bu hikayeden kat be kat rezil ve travmatik hikayeler gerçekten yaşanabiliyorken.

Anne bütün hikayedeki en etkisiz eleman, ne tam bir güç sahibi ne de ezilen. Baba ile tam bir uyum içindeler, burada her ikisinin de aynı görüşü paylaştığı izlenimini bıraktı bana yoksa baskı altında illa bir reaksiyon vermesi lazımdı, herhangi bir isyan göremiyoruz. Sadece anne de tamamen dışarı kapalı yaşadığı için fazlaca sıkılıyor. Anne hikayede son derece değersiz, etkisiz ve manasız kalmış.

Filmde yer alan diğer alt-metinlere metoforlara çok girmek istemiyorum, Avrupa sinemasından alıştığımız psikolojik göndermeler, cinsellik alt-metinleri, e.nsest konusu falan. Herhangi yeni bir şey göremedim ben, kayda değer bir ifade yok. E.nsest'in daha sıklıkla kapalı aile yapılarında görüldüğü gibi bir kanı var, buradan yola çıkarak bir eleştiri yapmak istemiş gibi geldi bana. Bu arada esas güç sahibi olan babanın böyle bir eğilimi yok. Bunu güç ilişkilerinden ayrı ele alması da tartışmaya açık bence.

Filmde kullanılan planlar , çoğunlukla sabit kamera kullanması ve tercih edilen açılar filmin içine girilmesini zorlaştırdığını düşünüyorum. Zaman zaman rahatsız bile etti.

Gerçeklik algısıyla oynanmış ve dış dünya ile irtibatı olmayan çocukları ele aldığından az ve kısa konuşmaları mantıklı ancak filme giren bütün karakterler, bütün diyaloglar neredeyse "robotik" bir şekilde icra edilmiş, bu yönetmenin bilinçli bir tercihi ama oyuncuları da etkisiz bırakmış oluyor. Garip konuşan bir takım insanlar görmüş oluyoruz.

Filmde ailenin köpeğinin bir köpek eğitim merkezine bırakıldığını görüyoruz, filmin ismi ile ve çocukların yetiştirilmesiyle göze parmak bir bağ kuruluyor. Lanthimos döne döne aynı temalar üzerinde metaforlar kullanıyor, bak tam anlamadıysan hani köpekler nasıl eğitilir bir hatırlatmak istedim diyor :)

Yönetmen seyirciyi rahatsız etmek istiyor, bunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz ancak "vurmak" istediği noktalara sert vursa da amaçsız vurduğunu düşünüyorum. Filmin bende bıraktığı en büyük hissiyat planlı bir "festival filmi" olarak çekildiği yönünde. İşte yazının başında bahsettiğim Canıklıgil'e en çok burada katılıyorum, filmi son derece "samimiyetsiz" buldum ben de.

Sosyal medyada filmin bir "distopya" olduğunu iddia edenler var, kesinlikle bir distopya değil. Çünkü "aile" dışında kalan dünyanın, farklı-başka bir yer olduğuna dair ufacık bir emare dahi yok. Baba fabrikaya gidip çalışıyor,  para karşılığı seks yapan kadından kesinlikle kimseye bu aileden bahsetmemesi isteniyor, hatta baba kadını eve "gözleri kapalı şekilde" götürüyor, gökyüzünde uçaklar uçuyor, baba aldığı suların etiketlerini eve gitmeden söküyor yani dünya gayet "bildiğimiz dünya". Bu filmi distopya şeklinde okumak distopya ne demek bilmemektedir kısaca.

Entelektüellik sadece sanatla ilgilenilirse olabilecek bir şey değil, tarih, ekonomi, siyaset ve bilim yeteri kadar özümsenemezse  ortaya garabet çıkıyor, bu filmde biraz böyle görünüyor bana. İktidar ilişkilerini eleştirirken iktidarın kaynağına dokunmamak veya diğer yerlere vurduğu kadar sert vuramamak eğreti sonuçlara neden oluyor.

Toparlarsam; konuyu ele alışını, çıkardığı sonucu ve bunu izleyiciye sunuşunu hiçbirini beğenmedim. Üzerinize bombardıman yapan ama bu bombardımandan bir tane sağlam argüman çıkaramayan bir film.

IMDB puanı : 7.3
Benim puanım : 3.5