Bütün Denizler - Desen

Başlatan hanac, 09 Mart, 2022, 20:25:10

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

hanac

Bütün Denizler



Yazar & Çizer: Michèle Standjofski

Türkçeleştiren: Damla Kellecioğlu

Türü: Grafik Roman

Baskı Detayları: 152 sayfa, 1. hamur kâğıt, renkli baskı, karton kapak, 19,4x25,5 cm

Fiyat: 99 TL

Kalbinin attığı yer yuvandır.

Michèle Standjofski'nin kendi yaşamından esinlenerek kurguladığı Bütün Denizler, 1800'lerin sonlarından günümüze uzanan çokkültürlü, çokdilli, çoksesli bir ailenin rengârenk hikâyesini anlatıyor.

Hiçbir yere gerçek anlamda kök salamayan bir ailenin İtalya, Fransa, Rusya, Yunanistan, Türkiye ve Lübnan topraklarında yaşadıklarına odaklanan grafik roman, bir yeri yuva yapan en vazgeçilmez şeyin "sevgi" olduğunu yeniden hatırlatıyor.

Lübnan İç Savaşı'nı öncesi ve sonrasıyla ele alarak Ortadoğu'nun yakın tarihini belgesel tadında bir anlatıya dönüştüren kitap, savaşın bir ülkenin belleğinde ve toplumun ruhunda açtığı yaraları da incelikle yansıtıyor.

İnsan bir kenti nasıl hem sevebilir hem de aynı zamanda ondan nefret edebilir? Peki yuva neresidir? Doğduğunuz ya da yaşadığınız yer mi?

Neşenin ve cümbüşün eksik olmadığı büyük bir aileye doğan Michèle, yıllarca bu sorunun yanıtını aradı. Zaman zaman Fransa'ya taşınma isteği depreşse de onu her zaman yine doğduğu yere, kadim Beyrut kentine bağlayan tarifsiz his nerede yatıyor? Peki onu Fransa'da biraz daha Lübnanlı, Lübnan'daysa biraz da Fransız hissettiren şey ne? Yerli yersiz uyum çabaları mı? Birçok Lübnanlı gibi iki kültür arasında gidip gelmedeki ustalığı mı? Yoksa okuduğu kitaplardan, izlediği filmlerden ve dinlediği müziklerden yola çıkarak farklı dünyalar arasında açtığı geçitler mi? Ama belki de bunu başarabilmesini anne babasına, dedelerine, büyükannelerine ve onların anne babalarının Beyrut'a olan aşkına borçlu...

Kökleri Napoli'den İzmir'e, Atina'dan Beyrut'a uzanan bir ailenin izini süren Bütün Denizler, yaklaşık yüz otuz yıllık bir tarihe ayna tutuyor; siyasi, toplumsal ve sanatsal değişim ve gelişmeleri bir sanatçının gözünden çizgilerle buluşturuyor.

Aidiyet, birlikte yaşam, aile bağları ve yuvanın anlamı gibi derin mevzular üzerine düşündürürken bile saza, söze ve raksa göz kırpan bu çokkültürlü hikâye; İstanbul ve İzmir'den bolca "tanıdık" manzara paylaşarak Türkiyeli okurları Akdeniz'den esen tatlı bir meltem rüzgârıyla selamlıyor.

nicholaihel


TKnKT

    Ben az önce ne okudum, niye okudum, ne anlatıldı, kuru kalem boyama acaba bu çizgi romanda estetik mi, dipnot kullanımı gerçekten bu kadar yorucu mu olmalı, font kullanımı daha az estetikten uzak olabilir miydi? Bilmediğim çok şey var. Benim için ya yanlış kitap, ya da yanlış zamanlama.
"The man who opens topics faster than his shadow"

battlehammer

dün okudum, kendimi tutmaya çalıştığım (başarım tartışılır) review'im ektedir, arz ederim!

Moskova'dan İstanbul'a Atina'dan Beyrut'a uzanan büyük bir ailenin kızı olan Michèle Standjofski'nin kendisinin ve ailesinin çok da gerekli veya ilginç olmayan hikayesi.

Bir aile ağacı ile açılan kitap, Michèle'in büyük çoğunluğu Akdeniz kıyısındaki ülkelerde yaşamış aile bireylerini, yaşadıkları zamanı, sosyal çevrelerini sırayla anlatışıyla başlıyor ve sonrasında da Beyrut'ta doğan yazarın kendi hayatından kesitlere tanık oluyoruz. Aman da ne kadar çok çizim yapmayı seviyormuş, hiç sosyalleşemiyor hep çizmek istiyormuş, anti-komünist vatan haini dedesini çok seviyormuş gibi çok gerekli detaylara doyuyoruz.

Genellikle küçük burjuva, karşı devrimci, aristokrat, Mussolini taraftarı gibi şerefi sorgulanabilir bireylerden oluşan aile, elbette yazarımızın bakışından pek ponçik, pek tatlı anlatılmış ancak benim tadımı hızlıca kaçırarak kitaba kötü bir başlangıç yapmama neden oluyorlar. Arada birini sırf mavi saçlı olduğu için sevmemiz gerektiğini de öğreniyoruz. Çok kültürlük, aman Akdenizlilik gibi falanlı filanlı kitabın pek önemli olduğunu vurguladığı bir takım şeylere sahip ailenin sınıf kinimi tetiklemesi dışında üstüne bir de sıkıcı olması da kitabın ilk yarısı herhangi bir empati geliştirmeme pek yardımcı olmuyor.

Aileyi tanımamız bittikten sonra -ki maşallah hepsi aşırı tez canlı hemen evleneyim, hemen üreyeyim insanları olduklarından kalabalıklar ha biraz. (baştaki aile ağacı hakikaten yardımcı oluyor) Michèle'in Beyrut'da başlayan hayatına, çocukluk, gençlik ve yetişkinlik çağına şahit oluyoruz. Yakın tarih de malum, Beyrut demek kırılan umutlar ve savaş anlamına geldiği için de aynı zamanda küçük-burjuva aileye sahip bir genç kızın gözünden tüm sürecin kısa bir özetini izliyoruz.

Kuvvetle muhtemel burun kıvırdığım kitabın kendisi değil de kitapta anlatılan kişilerin hayatı yaşama biçimleriydi, bunun da farkındayım aslında. Tam da o nedenle normal şartlarda edeceğim lafların onda birini bile etmiyorum -çünkü gerçek bir insanın hayatını nasıl eleştireyim, bir kurgu kahramanı değil ki?- Eninde sonunda -Lübnan Savaşı dışında- "Aman Ali Rıza Bey ağzımızın tadı kaçmasın." diye akıp gidiyor mevzu. Ama bir parantez daha açıp belirteyim tam şu noktada; şu kitapta biraz zevk aldığım tek kısım, Beyaz orducu, halk düşmanı hain dedenin, ergenler Moskova'daki 1 Mayıs görüntülerini izliyor, diye aşırı bozulması, tripten tribe girmesiydi. Beter ol dede! Ay keşke dönseydin Moskova'ya be Mikhail dede... Bildiğim çok güzel bir Gulag vardı hem, görsen bayılırdın!

Bu arada çizimleri de pek övülmüş sağda solda gördüğüm kadarıyla. Kuru kalem çizimler gerçekten güzel ve konsept olarak da bu tip bir kitaba pek uyumlu bence. Öte yandan çizgi romancılık adına baya kötü kararlar da verilmiş kitap boyunca. Berbat font seçimleri (ki kontrol ettim, bizim baskıya özel değil, orijinali de dev kötü) hakikaten göz kanatıyor. Asıl sorun ise balon ve sayfa dibi notu kullanımında. Fransa, Rusça, Arapça diyaloglar balonlamada olduğu gibi bırakılıp tercümeleri sayfa altına topluca yığılmış. Bulmaca gibi, "O kadar çevirdik, biraz da siz uğraşın!" denmiş sanki. Gerçekten bu fikri yazara kim vermiş merak ediyorum. Yahu o kadar yemek masalarında arkadaşlarım toplandı, sirtaki yaptık, humus yedik, aman sosyalim, bin insan tanıyorum diye anlatmışsın kitap boyu. Şu insanların biri bile "Yav Mişel bacım, insan okuyacak bunu... Yapmasak mı böyle?" demedi mi?

Neyse artık, olan olmuş. Ben de uzatmayayım daha: Kitabın ilk yarısında üstümde oluşan "E bundan bize ne lan?" tavrı, Beyrut kısmıyla biraz yumuşasa ve kitabın geri kalanına sadece mesafeli ve zoraki bir tahammülle yaklaşabilmiş olsam da, son kertede "Peki ne  gerek vardı?" demeden edemiyorum ben. Ha eminim alıcısı vardır orada bir yerlerde. Kesin birilerinin kalplerini falan yumuşatıyordur, ne bileyim. "Denizi izlemek miii? kalppgözsmileykalpgözsmiley ayy çok romantiiik bukitapkalpben"ciler, hayat size güzel be. Ben taş kalpli, pis, huysuz bir ihtiyar olduğumdan anlayamadıysam demek.

Bomboş bir romantizme bulanmış yavan ve gereksiz çizgi roman severler kaçırmasın, hemen alsın!

ps: +1 puanı çizimlerden.



Review'in Orijinal linki: https://www.goodreads.com/review/show/5019040659