Edebiyat Muhabbetleri

Başlatan V, 15 Temmuz, 2010, 22:08:56

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Hayal Kahvem

Karamba Karambita çizgi roman sevdalıları,

Acaba istediğim kitabı yayınevine bakmaksızın mı alıyorum? İstediğim kitap hangi yayınevindeyse, oraya mı dalıyorum?
Ben ne yapıyorum acaba? ??? ::) :D

Hayal Kahvem


Adları 1, 2, 3, 4, 5 olan beş akıllı korsan 100 altın bulmuş. Bu 100 altını korsanlar şu yöntemle paylaşacaklar:
En küçük numaralı korsandan başlayarak, her korsan sırası geldiğinde bir paylaşım önerecek.

Öbür korsanlar paylaşımı kabul edip etmediklerine dair oy kullanacaklar.

(%50-%50 oylama da öneri kabul edilecek.)

Eğer paylaşım oyçokluğuyla kabul edilirse oyun bitecek.

Eğer paylaşım kabul edilmezse paylaşımı öneren korsan denize atılacak ve paylaşım önerme sırası bir sonraki korsana geçecek. 

Birinci korsan nasıl paylaşım önermelidir?


-NOT-

Felsefe okumaları yapmak, matematiğe rota kırmamı sağladı. 
Prof.Dr. Ali Nesin'in Matematik ve Sanat, Matematik ve Oyun adlı kitaplarına dokunmasam, göz gezdirmesem olmazdı.
Ali hoca matematik ve Oyun'un önsözünde diyor ki: "Çoğu kişi matematiksel araştırma yapmak için çok bilmek gerektiğini sanır. 
Bu doğru değildir. Özgün bir çalışma yapmak için biraz bilmek gerekiyorsa da, amatör bir matematikçinin
matematikten zevk almak ve araştırma yapmak için fazla matematik bilmesine gerek yoktur." Hoş değil mi? Tam benlik!

Matematiksel araştırmadan zevk alabilmek için ilkokul bilgisi bile yeterlidir diyor, Ali Nesin. 
Önemli olan düşünmek, çalışmak ve inatçı olmaktır, diyor. Üstelik matematik yapmak illa bir soruyu çözmek demek değildir.
Yanıtlamadan, sorunun güçlüğünü kavramak da matematik yapmak demektir.
Soruyu kavramak, soruyu değişik açıdan ele almak, değişik bir bakış açısıyla bakarak sorgulamak mühim demek ki. Şahane!

Yukarıda bir örneğini yazdığım matematik problemleriyle cebelleşmeyi sevdim.
Ben sevdim belki okuyan birileri de problemi sever, soruyu kavrar, değişik bir bakış açısıyla sorgular diye Matematik ve Sanat kitabının 43. sayfasından baka baka buraya yazıverdim.:)

Ben bu problemi okuyunca, Karayip Korsanları gözümün önünde canlandı.
Film afişindeki beş korsan 100 altın bulmuş olsalar, acaba yukarıdaki probleme göre 100 altını nasıl paylaşırlar diye hayal ettim.
Elbette hayal ettiğim paylaşım, bu sorunun cevabı değildi:)

Sonra aldım elime kağıt kalem. Problemi yazdım, çizdim. Çözüme göz gezdirdim.
1. korsanın nasıl paylaşım önereceğini  buluverdim. Sevindim:)


Hayal Kahvem


Yılların çizgi roman sevdalısıyken, felsefe, matematik, mantık okumaları yolunda emekleyen bir meraklı olarak Logicomix'i okumasam olmazdı. Aldım. Okudum.

Maceranın en başında kitabın anlatıcısı matematikçi Apostolos, arkadaşı Hristos ile buluşuyor.


Apostolos'un amacı çizgi roman yoluyla 1872-1970 yılları arasında yaşamış, İngiliz filozof, matematikçi, tarihçi, mantıkçı Bertrand Russell'ın yaşam öyküsünü anlatmak...
Hatta öyle bir çizgi roman hazırlayacak ki, romanda adı geçen kahramanların hepsi mantıkçı olacak.

Anlatıcımız Apostolos, iki arkadaşıyla hikayeyi toparlıyor.
Şimdi bilgisayar kuramı, matematiksel mantık uzmanı olan bilim adamı arkadaşı Hristos'a öyküyü anlatmak ve fikrini almak istiyor.

İşte hikaye böyle bir niyetle başlıyor.


Nanananoom... Çizgi roman... Ve  matematik... Ve mantık...  Veee... Ben.

Valla enseyi hiiç karartmadım. En cahil cesaretli edamı takınıverdim. Kitaba cup diye atlayıverdim.
Elbette kitapta adı geçenlerin hepsi ağır abiler...  Elbette mevzu ağır... Elbette  güzergah zorlu... 
Lakin kitabın öyle bilgiçlik taslayan, öğretmek maksatlı anlatımı hiç yok. 
Hikaye su gibi akıyor. Yalanım yok, bayıldım.

Öyle sanıyorum ki, matematik, mantık okumalarına yeni başlayan benim gibi meraklılar için hikayeyi kolaylaştırarak, şirinleştirerek anlatmışlar. 😀


O değil de, Akıl Oyunları filminde Nobel ödüllü matematikçi John Nash'in hayatını seyrettiğim için duruma bir nebze aşina olsam bile,
Logicomix'de denk geldiğim matematik, mantık, felsefeye kafa yoran abilerin delilikle dahilik sınırında dolaşmaları şaşırtıcı olduğu kadar düşündürücü geldi bana.

Bertrand Russell da Bertrand Russell ama...  Russell altı yaşındayken, kardeşi, annesi, babası, difteriden ölüyor. Virüs hep var! Ne fena.
Tuhaf büyükannesinin katı kuralları içinde büyüyor. Eğitimi, iki savaş dönemi yaşantısı, hapis, binlerce makale, atmıştan fazla kitap,
öğrencileri, dört evlilik, pek çok ilişki, Nobel Ödülü, korkular, aile sırları, aşk, nefret, barış, savaş.... 
Otuz iki kısım tekmili birden anlatılası bir hayat...

Son tahlilde, kitabın sonunda dendiği gibi
"Kahramanlarımızın çoğu gerçek kişiler olsa da, Logicomix kesinlikle bir tarih çalışması değildir; böyle bir amacı yoktur.
Logicomix bir çizgi romandır."

Böyleyken böyle işte😅

Gabby

Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 04 Mart, 2021, 21:20:52
...Bir mektup bırakır Tante Rosa arkada, biri emzikte üç çocuk bırakır. Kaz kızartması ve elma pastası yapmasını,
yemek masası örtülerini kolalamasını, dolapları yerleştirmesini öğrettiği hizmetçi kızını bırakır. Çeker gider...


Çağrışımın sonu yok, Tante Rosa gibi, Thelma da ısıtılmak üzere kocası için hazırladığı yemek ve bir şişe şarabın yanına bıraktığı not ile gemileri yakıp çekip gitmişti. Filmin soundtrackında yer alan Hans Zimmer'in western/country tınılı gitar solosu "Teksas'ın Canı Cehenneme" nin 0:17'de başlayan bölümünü uzun süre telefonumda zil sesi olarak kullanmışlığım var. :) Sonsuz Ölüm temalı finaliyle hafızalara kazınan iki deli yürek Thelma ve Louise'ye selam olsun...







Hayal Kahvem

Karamba Gabby,  Mart'ta yazmışsın... Şimdi gördüm.  Thelma ve Luise'e, Tante Rosa'ya, bilumum çekip giden deli yüreklere selam olsun :)

Hayal Kahvem


"Olmak istediğim her şeyi olmam, yaşamak istediğim bütün hayatları yaşamam mümkün değil.
İstediğim bütün yetenekleri geliştirmem mümkün değil. İstememin nedeni ne peki?

Hayatımda bütün olası zihinsel ve fiziksel deneyimlerin her bir rengini, tonunu ve her çeşidini yaşamak istiyorum."

Slyvia Plath / Günlükler

Hayal Kahvem


"Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı.
O zamanlar Mozondo, tarihöncesi kuşların yumurtaları kadar ak ve kocaman, parlak çakıllarla örtülü yatağı boyunca dupduru akan bir ırmağın kıyısında kurulmuş, yirmi hanelik bir köydü.
Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bundan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekti."

Gabriel Garcia Marquez- Yüzyıllık Yalnızlık'tan...  (Gizli Not- Tek paragrafının bile hastasıyım.  :))

alan ford

  Benim kitaplığımda, çizgi romanları saymazsak, metis yayınları başa oynar, sonrasında ayrıntı, iletişim, yky, ithaki, iş bankası da epeyce var. Can ve altı kırk beş de kendi rafına sahip yayınevleri. Alfa son zamanlarda atağa geçti:)
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

Hayal Kahvem

"İlk aşkların derin acısında, hayattan habersiz olmanın da payı vardır."


"Bir aşkta binlerce an yaşansa da bir tek an doruk deneyimidir.
Diğer anların tümünü önemsiz kılacak  kadar onu dibine kadar tanıdığınız,
gördüğünüz bir andır bu.
İyi ya da kötü.
Bu, odur.
Tam o an karşınızda duran.
Sevdiğiniz kadın ya da sevdiğiniz adam."


"Bu çağda aşkın yeniden icat edilmesi gerekiyor.
Bu çağın gereklerine göre değil, bu çağa rağmen."


"Bazı Avrupa dillerinde "Aşık olma" sözü yoktur. Aşık "olma" hali yoktur. 
"Aşka düşme" denilir.
Türkçedeyse aşık olunur, aşka düşülür, vurgun yenilir, sevdalanılır, tutuldum denir.
Türkçede say say bitmez."


"En çok felsefeciler bilir:
Dilsizliği arayan dil, mutlaka aşka uğrar."


not
Film kareleri/ Scott Pilgrim Dünyaya Karşı
Cümleler / Murathan Mungan-Aşkın Cep Defteri

Hayal Kahvem


"Geniş çevremdeki tanıdıklarım dışında samimi bir dostum daha var: Melankolim. Eğlencemin tam ortasında, işimin gücümün tam ortasında el edip beni kenara çeker,
bedenen bulunduğum yerde değilimdir artık. Melankolim, şimdiye kadar tanıdığım en vefalı sevgili, pek tabii ki ben de onu çok seviyorum."

Kitabın   sayfasında, bu cümleleri okuyunca, hemen telefonumu elime aldım, benim öğretmen kardeşe;
- Melankoli şarkısını bu kitabı okuduktan sonra yazmış olabilir mi Ali Kocatepe, diye mesaj yazdım.
Kardeşim hemencik  görüverdi. Anladım. Mesajdaki tik renklendi.
Baktım, sesli mesaj gönderdi. En  sevimli öğretmen sesiyle;
- Melankoli'nin sözleri Sabahattin Ali'nin, dedi.
- Aaa! Sahi, haklısın, diye yazdım. Beste mi Ali Kocatepe'nindi peki?
- Evet.
Ne tatlı kardeş. Bayılıyorum kendisine. Öğretmenim de olsaydı keşke:)

- Bu gönderdiğin cümleler hangi kitaptan, diye sordu.
Kitabın fotoğrafını gönderdim. Madem bilmiyor, hava atmaya heveslendim;
- Danimarkalı felsefeci Soren Kierkegaard'ın Ya Ya da adlı kitabından, dedim. 42 yaşında ölmüş biliyor musun?
Melankoli ve kaygı Kierkegaard'ın en belirgin  özelliğiymiş. Bu cümlelerini okuyunca Melankoli şarkısını hatırlayıverdim, dedim.
- Senin Kierkegaad'la ilgili bir yazın yok muydu, dedi.
- Yoo... deyiverdim.
Aşağıdaki yazıyı gönderdi. 2013 yılında yazmışım. Yazıyı ilk kez görüyormuşum gibi, merakla bir solukta okudum. 
Yalanım yok, çok sevdim. Aldım buraya koydum. Nanananoom:)

29 Nisan 2013 Pazartesi
Sadece İnsanlar Mı Kaygı Duyar Sizce?


Tanıdığım bir ağaç var. Yeni Cuma Camii'nin hemen alt köşesinde...  Ukala mı ukala... Afralı tafralı duruşuyla, diğerlerinden farklı bir ağaç bu...
Arabamla geçerken... Tam ağaç kalabalıklığının olduğu yerde... Trafik sıkışınca bir süre... Gözüm hemen o ağaca takılır. Nasıl burnu havada bir ağaçtır anlatamam.
Yüzde binbeş yüz eminim şehrin ilk tomurcuklanan ağacı olduğuna. Aziz Nesin der ya hani... "Bir ılman hava esmeye görsün." Hopp!  Patır patır açıverir çiçeklerini...
Hemencik kendini o güzel havalara vuruverir. Daha ne oluyoruz demeden en güzel renklere bürünüverir. Gene becerdi... İlkin o çiçek açıverdi. Baktım. Of! Gene bir kibirli hâl...
Bir şımarma... Nasıl herkesi küçümseyen küstah bir havası var anlatamam. Resmen gözlerimin içine bakarak diyor ki... "İster bak! İster bakma!"... Aaa!.. Umrunda değil dünya!..
Anlatılacak gibi değil!   Kalıbımı basarım... Mümkünü yok,  ağaçların aptalı değildir. Gözlerimle şahidim.
Ne ilkbahar yağmurları, ne kocakarı soğukları, ne de kiremit uçuran fırtınalar sallayıp silkeleyebildi  dallarını... 
Bana mısın, demedi! Nasıl beceriyorsa beceriyor. Sırlarını gizlediği tomurcuklarına hiç bir şeycik olmuyor.
Hayır. Kaç kere utanarak "nasılsın?" diye soruverdim. Allahım! Beni hiiç kaale almıyor. Cevap vermeye tenezzül etmiyor.

Of! Biliyorum, şaşkının tekiyim. Bana yaptıklarını bile bile, her defasında ilgimi çekmeyi beceriyor. Abartmıyorum...
Arabayı yolun ortasına bırakıveresim, koşup sarılıveresim, kulağımı gövdesine dayayıveresim, şımarık iç kahkahasını duyuveresim gelir.
Öyle baştan çıkarıcı hâli vardır ki anlatamam. Başka bir şeyi gözüm görmez, o an  yüreğimin  merkezine oturuverir.

Şimdi neden yazdım bunları biliyor musunuz? Az önce içimi kurcalan bir merak sebebiyle sanal ansiklopedide bir şeyler arıyordum.
Kierkegaard'ın kaygılı olmanın,  insanı diğer canlılardan ayıran şey olduğu tadında bir yazısına denk geldim.
Ünlü Danimarkalı filozofa göre, insan dışındaki diğer canlılar kaygı duymazlarmış.
İnsanın ise yitip gitmeden, boyun eğmeden kaygıyla yaşamasını öğrenmesi lâzımmış.

İşte tam bu yazıyı okuduğumda... Kafama dank etti. Anlattığım bu hoş ağacın hemen yanındaki zavallı ağaç ansızın gözümün önüne geliverdi.
Deminden beri o deli dolu, kendini beğenmiş  ağacı anlatıyorum ya hani... Hah işte... O ağacın hemencik yanındaki ağaç ise bizimkinin tersine...
Dalları nasıl kara kuru... Nasıl cılız... Nasıl süklüm püklüm... Nasıl acınacak haldedir anlatamam. Şimdi anladım.
Beriki  etrafına aldırmadan havalı havalı renklendikçe... Bu ise,  kederinden eriyor olmalı günden güne...
Hey!.. Ne demek kaygı duymamak, kaygılı olmamak... Kierkegaard görebilseydi keşke! Bu ağaç var ya, baştan aşağıya kaygı...
Tepeden tırnağa tasa... Kökünden dallarına mutsuzluk...Gerginlik... Endişe. Ay, düşündükçe yüreğim daraldı yeminle...

Acaba yanındaki ağaç, çevresine yüz vermeden gerim gerim gerindikçe, bu kendini hepten aciz, eksik mi hissediyor?
Acaba hep diğeriyle ilgilenince, bu ağaç hayatta bir kıymeti yokmuş gibi mi düşünüyor? Ne fena!
Yooo... Var! Bak aklıma geldi işte. Ben onu önemsiyorum. Ne diyorum biliyor musunuz? Çıkıp oraya gitmeliyim. Evet, gitmeliyim inan ki.
Gözünün önünde olan biteni göremeyip "dünyanın en şahane ağacı benim" havasıyla salım salım salınan o kendini beğenmişi değil,
bilakis günden güne eriyen kaygılı ağaca kulağımı dayayıp ilgiyle dinlemeliyim.
Ne bileyim? Aziz Nesin'in dediği gibi... "Bir güler yüz, bir tatlı söz..."  Havasını bulur da önce aydınlatır kararan yüreğini... Çırpıştırır dallarını şööyle...
Yanındaki şımarık ağacı şaşırtmanın sevinciyle içinde kalmış çiçeklerini patır patır  açıverir belki. Şaşkın ya! Şimdi anladım.
Enayi gibi  hep  o şımarık ağacın havasına kapılmışım! Tamam. Kararlıyım. Kaygılı ağacın yanına hemen gideceğim.
Biliyorum. Benim öğretebileceğim bir şey yok, hiç kimseye ya da hiçbir şeye. Hey!.. Ağacın kulağına sadece...
"Kimi zaman ben de senin gibi hissediyorum. Olur böyle haller." diyerekten  gönül alma kıvamında bir kaç lakırtı edeceğim. O kadar!

Ah! Ben insanların aptalı. Bunu daha önce nasıl akıl edemedim?! Bari siz kaygılanmayın e mi? Merak etmeyin. O kaygılı ağacı teselli edeceğim. :)

Hayal Kahvem



Nazım Hikmet'in Jokond ile Si Ya U adlı masal gibi şiirini yeni öğrendim.
O kadar etkileyici bir şiir ki, kısaca özetleyeyim istedim.

Jokond, Leonardo da Vinci'nin meşhur tablosu Mona Lisa'nın diğer ismidir.
Gülümsemesiyle meşhur kızımızın canı, duvarına asılı olduğu Luvur Müzesinde  sıkılmakta;
"Müzeyi gezmek iyi, müzelik olmak zor"
demektedir.
Neticede, bir hatıra defteri tutmaya karar verir.

Miyop bir Amerikalının cebinden mürekkepli kalemi aşırmıştır.
Temiz bir defter kağıdı bulamayınca, muşambasının tersine anılarını yazmaya başlamıştır.

Yıl 1924, Nisan ayının 1'idir.
Çekik gözlü bir Çinli delikanlı, kızımızın karşısına çıkıverir.
11 Nisan'da öğrenir ki Çinli'nin adı Sİ YA U'dur.
Sİ YA U ile Jokond birbirlerine aşık olur.

Bu arada Çin'den haberler gelmektedir.
Tanklar kırk ayaklı tekerlekleriyle pirinç tarlalarını ezmektedir.
Sonra, Çinli günlerce müzeye uğramaz olur.
Jokond çok merak eder.
Anlar ki, Çinden gelen sevgilisi çine gitmiştir.

Kız fena halde ağlamak istemektedir.
Lakin beceremez.
Kübist bir ressama fırça olsun kemiklerin, diye ah eder.
Çünkü Leonardo yüzünden sürekli gülümsemektedir.

Neyse,
Muharrir yardım eder.
Kızımız çıkar çerçevesinden, Luvur müzesinden firar eder.
Önce teyyareyle sonra gemiyle Şang Hay'a kapağı atıverir.
Etrafa şaşkın şakın bakarken,
biri önde biri arkada iki Çinli, köşe başından çıkıverir.
Heyy! Öndeki koşmaktadır bizim kıza doğru.
Bir bakıyor ki o ne?
Önde  ona doğru koşan Sİ YA U'dur.

Sevgilisini yakalarlar. 
Pala ile doğranan Sİ YA U'nun  kellesini Jakond'un ayağının dibine fırlatırlar.

"Ve işte böyle bir ölüm günü
Şang- Hay'da kaybetti Floransalı Jakond
Floransa'dan daha meşhur olan tebessümünü."
der muharrir. 

Leonardo'nun güzeller güzeli  Jakond'u,
artık muazzam bir kavganın dev kadını olmuştur.
Sonunda Şang Hay'da Fransız divan harbinde,
Jokond'un infazına karar verilmiştir.

"Bir ses:
-Haydi çakmağı çakın.
Yakın Jokondu yakın...
İlerleyen bir karaltı
bir parıltı...
Çakmağı çaktılar
Jokondu yaktılar.
Kıpkırmızı bir alevle boyandı Jokond.
Güldü içten gelen bir tebessümle
Gülerek yandı Jokond......"

Benim yazdığım kendimce özettir.
İlla ki  sahisini;
muharririn o şahane anlatımından okumak gerekmektedir.
İşte burada...



Hayal Kahvem


Dün gece okudum.  Çok hoşuma gitti.

M.S 2. yüzyılda yaşamış,  şair, dönemin en iyi kütüphanesinin sahibi, iki imparatora doktorluk yapmış Sarenus  Sammonicus, iyileştirme sanatındaki keşiflerini Gizli Konular adı kitapta toplamış.

Sammonicus; hastaların ateşini düşürmek, ölümü korkutup kaçırmak için Eski İbranicede şu anlama gelen sözcüğü hastaların göğsüne astırıyormuş.
"Ateşini sonsuza yolla"... Abrakadabra!

Sihirbazların gösteri sırasında kullandıkları bu söz, meğerse  2000 yıl önce hastalıklara iyi geldiğine inanılan doktorların kullandığı bir sözmüş. Hoş değil mi?

ABRAKADABRA!☺

Hayal Kahvem


"Şu kişisel gelişim kitaplarından birini aldım.  Bir sayfasında güzel görünen bir egzersiz vardı.
"Yapamayacağınızı düşündüğünüz bir şeyi yazın," diyordu. Ben de pek tereddüt etmeden devrim yazdım. Sayfayı çevirdim.
"Şimdi o yapamayacağınızı düşündüğünüz şeyi derhal yapın. Ve bunu yapmadan bu kitabı okumaya devam etmeyin," yazıyordu.
Yapamayacağımı düşündüğüm ama aslında yapabileceğim bir şey bulmaya çalıştım. O da biraz saçma geldi. Yapabileceğim bir şeyi neden yapamayacağımı düşüneyim ki.
Benim kişisel gelişimimi tamamlayan hamle bu olmuştur.  Kişisel gelişimden uzak durmayı gelişimimin en nadide aşaması olarak görüyorum."

Yukarıdaki cümleleri, Barış Uygur'un Uykusuz'daki köşesinden aceleyle kafa defterime karalamışım. 
Şahane değil mi?   Üstüne ne yazabilirim ki? Hiç.  Belki sadece şunu beyan edebilirim.

Aynı fikirdeyim. 😀

Nightrain

"Bu yıldızı çok mu istiyorsun Heatie? Al ye o zaman!"

KenParker

Kendimce Türk edebiyatının yaşamış en iyi şairini aradım. Biliyorum, haksız bir arayış benimkisi. Türlü şairler, türlü ahenkler içinde rengarenk sözler söylüyor, bambaşka duygulara yelken açtırıyorlardı. Seçemedim, bıraktım.
Fakat Türk edebiyatının en güzel hikayecesini buldum. Her sayfa çevirişte o kıymetli dostla sohbet ettim. Sohbetimiz tazeliğini kaybetmesin diye de son iki kitabını bilerek okumadım.
Dünyaya Sait Faik gibi insanların gelmesi ne güzel şey.