Klasik Edebiyat

Başlatan Ramzy, 05 Haziran, 2010, 03:17:16

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ramzy

John Fante - Toza Sor'u okudum.



Charles Bukowski sevenlere tavsiye ederim, kendisi Fante için "Tanrim" demistir ve kitaplarinin yeniden basiminda yardimci olmustur, ayrica çevirmen de Bukowski'lerin çogunu çeviren Avi Pardo'dur, bu da Fante'nin kahramani Bandini ile tanismak için bir diger sebep.

Ramzy



Benim okudugum baskinin ismi Ihtiyar Çilgin'di, yine Can Yayinlarindan. Tanizaki isimli Japon yazarin bir kitabini ilk defa okudum. Oldukça da begendim kitabi. Konusu itibariyle Marquez'in Benim Hüzünlü Orospularim'a benzetilebilir, karsilastirma yapmak benim haddime mi bilmem, ama bence çok daha iyi bir kitap Ihtiyar Çilgin.

70 yaslarindaki bir ihtiyarin, hastaliklarla mücadele ederken, onu öldüren ve ayni zamanda yasatan aski ve sehveti.

kedidiro



jack kerouac, william burroughs,bukowski ve fante'den önce nelson algren ve 'altın kollu adam' vardı...brecht'in deyişiyle 'şehir denen büyük vahşi orman'ın tam kalbinden yazan bu usta yazar altın kollu adamda olabilecekken olamamış,çıkış yolunu bilmeyen veya hep aynı hataları yaparak doğruya ulaşabileceğini sanan insanların hüzünlü şarkısını söyler...ülkemizde versus yayınlarının yeraltı edebiyatı dizisinden çıkmış bu romanı tüm altın madalyon'culara tavsiye ederim...algan sezgintüredi'nin muhteşem çevirisiyle ki iyi bir çeviri eseri yeniden yazmaktır neredeyse

alan ford

 Bukowski için diyemem ama Kerouac ve Burrougs'un adının zikredilmesi benim için yeterli bir referans.(Fante okumadım yorum yapamıyorum).  Beat deyin ciğerimi yiyin hesabı. Zaten robinson'dan bir sipariş zamanı geliyor ekledim gitti listeye.
kaçmayı denemek bir tutsağın görevidir

hanac

Orijinal Kapak resmi bu; kitap 1949 yılında yazılmış.



1955 yılında çekilen filmin afişi, Frank Sinatra başrolde


kültürelgüncel


Bugüne kadar okuduğum hiçbir kitap –özellikle son dönem yazarlarından- beni bu kadar sürüklememişti. Uzun süre sorup soruşturup bulamadığım, daha sonra 2. baskısını yapmasıyla okuma şansına eriştiğim Aşkın Güngör'ün Gohor: Kıyametten Sonrası'ndan bahsediyorum.

Kitabın konusu:
21. yüzyıl ortalarında savaşların dünyaya verdiği zarar keskin bir şekilde belli olurken, bilinen yaşam sona eriyor. Birçok değişikliğin gerçekleştiği Dünya'da yaşam tam bir kaosa dönüyor. Çeşitli deneylerde yanlışlıkla üretilen deniz kızlarından tutun, radyasyonla genetik yapısı bozulmuş canlılara kadar birçok farklılıkla birlikte yeni bir düzen kuruluyor.

Bu düzende dışarıdan gelebilecek tehlikelerden korunmak için cam kentler inşa ediliyor. Ama daha sonra kent inşasında canını dişine takıp çalışanlara ''Hadi canım, boş yerimiz yok'' diyerek 2. sınıf vatandaş muamelesi yapılıyor. Ve onlar hak ettikleri halde adım dahi atamadıkları cam kentlerin sakinleri tarafından ''Dışarlıklı'' olarak kabul ediliyor.
   
   İşte, kitaba ismini veren -ve olayın ağzından anlatıldığı- Gohor da o ''Dışarlıklı'' gençlerden... Bazen karşılıksız duyduğu sevginin, bazen de çocukluğunun verdiği cesaretle olaylara gözü kapalı dalıyor. Yapamam, demiyor hiçbir zaman... Elinden geleni her koşulda yapıyor.

     Gohor, gözü pek olduğu kadar, öğrenmeye de hevesli. Gününgülü sakinlerinden Bay Öhh'ü de bu yüzden seviyor. Bay Öhh de onun gibi okumaya meraklı biri... Öğrenmek ve bildiklerini başkalarına, özellikle de Gohor'a, öğretmek en büyük hobisi... Bu hobiyle birlikte köyün ''sözüne en fazla itimat edileni'' olma hakkını da kazanıyor Bay Öhh...

Devamını okumak için blogum: http://kulturelguncel.blogspot.com/2011/01/gec-de-olsa-okudugum-bir-kitap-ve-bende.html

Hayal Kahvem


Acaba kitabın adı mıydı ilgimi çeken? Çünkü muhteşem bir kitap ismiydi. Günaydın Hüzün. Hüzün kelimesinin sadece anlamını değil melodisini de çok severim. İçinde hüzün barındıran her şey  ilgimi çeker.  Hilmi Yavuz'un "Hüzün ki en çok yakışandır bize. Belki de en çok anladığımız." dizeleri manifestomdur  desem gene  abarttığımı düşüneceğine eminim. Ya Attila İlhan'ın o dünyalar güzeli dizeleri...  "Hayat zamanda iz bırakmaz... Bir boşluğa düşersin bir boşluktan... Birikip yeniden sıçramak için... Elde var hüzün." Neyse. Takılmamalıyım şiirlerin hüzünlü büyüsüne. Zira şiir çarpması  için zamanlama hiç uygun değil. Şimdi bir kitabın ağına düşme, tadını sürme, melodisini arama vakti. Kitabın adı Günaydın Hüzün. Yazarı Françoise Sagan. Tanımıyorum. Sagan soyadı nedense çok tanıdık geldi. Kozmos'un yazarı Carl Sagan sebebiyle belki. Ama  Françoise Sagan'ın hiç bir kitabını okumadığımı çok iyi biliyorum. Tuhaf. Bu kitabı kitapçıdan satın almadım. İnternet üzerinden siparişle gelmişti. Bir süredir ofisteki odamda diğer kitaplarımın arasında duruyordu. Sipariş vererek satın aldığıma göre illa ki bir yerde adını duymuş ya da okumuş olmalıyım. Nerede, ne zaman hatırlamıyorum. Bugün yoğun bir iş programım vardı. İkindiden sonra rahatladım. Biraz kitap okumak istedi canım. Onca zamandan sonra bu kitabı elime aldım.Ofisteki koltuğumda iyice arkama yaslandım. Ayaklarımı yandaki kesona uzarttım.Okumaya başladım.


İlk paragrafında şöyle yazıyordu:  "Sıkıntısı, sevecenliği bir saplantı gibi peşimi bırakmayan bu bilinmedik duyguya o adı, o güzel, o ciddî hüzün adını koymaktan çekiniyorum. Bu öyle eksiksiz, öyle bencil bir duygu ki, neredeyse utanacağım geliyor, oysaki hüzün bana her zaman saygıdeğer görünmüştür. Bu hüznü tanımazdım, sadece can sıkıntısını, pişmanlığı daha da seyrek, vicdan azabını bilirdim. Bugün bir şey, ipek gibi, sinir bozucu ve sevecen, içimde kanatlanıyor ve beni ötekilerden ayırıyor." Yorgundum. Hatta oldukça debdebeli bir gün geçirmiştim. Sinirlerim gergindi. Kitabın cümleleri zorlamıyordu beni. Bilakis su gibi akıyor, bünyemde rahatlama hissi yaratıyordu. Onyedi yaşındaki Cecile'in anlattıklarıydı. Paragraf paragraf kolaylıkla ilerlemiş, yüz otuz dört sayfalık kitabın neredeyse elli sayfasını geride bırakmıştım. Sonra kitabı kapattım. Çantama attım. Spora gittim. Eve geldim.  Duş aldım. Yemek hazırladım. Yarınki yemekleri yoluna soktum. Kitap basit konusuna rağmen çekmişti beni. Okumaya kaldığım yerden devam ettim. Kitap son cümleleri gibi bir his bırakarak kolaylıkla bitti. "O zaman içimde bir şey yükseliyor, gözlerim kapalı, adıyla selamladığım bir şey: Günaydın Hüzün."


Tuhaf! Kitap bir tat bırakmıştı dimağımda. Ne olduğunu çözemiyordum. Mutfağa gittim. Kitabın üçüncü bölümünde Cecile'in yaptıklarını aynen yaptım. Bir fincan kahve ve bir portakalla gidip balkonun basamağına rahat rahat kuruldum: ve gecenin keyfini çıkarmaya koyuldum:  Portakalı ısırıyordum. Şekerli suyu ağzımın içini ıslatıyordu. Hemen ardından kaynar kaynar bir yudum kahve, ve yeniden meyvenin serinliği. Daha önce portakalla kahve içmeyi hiç denememiştim. Tadı damağıma uydu. Hoşuma gitti. Yok kitabın verdiği böyle bir tad değildi. Daha önce tanıyıp şimdi hatırlamadığım bir melodiydi belki. Yazarını merak ettim. Az önce sanal ansiklopediye girdim. 1935 doğumlu Fransız oyun, roman ve senaryo yazarıymış Françoise Sagan. Günaydın Hüzün'ü onsekiz yaşındayken yazmış. Şimdi sıkı durmanı istiyorum.  Günaydın  Hüzün adlı bu roman, Simon&Garfunkel'in The Sounds of Silence adlı şarkısına esin kaynağı olmuş. Gözlerime inanamadım. Hemen bu parçayı buldum. Dinleme başladım. Sessizliğin Sesi...  Günaydın Hüzün'ün, Simon&Garfunkel'e  esin kaynağı olup olmadığını bilmiyorum ama kitabın tanıdık melodisiyle bu parçanın melodisi birbirine  sahiden yakın.

selam karanlık, eski dostum
işte yine geldim seninle konuşmak için
çünkü yavaş yavaş büyüyen bir görüntü
tohumlarını bıraktı beynime ben uyurken
ve orada büyüyen görüntü
hala duruyor
sessizliğin sesinde

hennessy



Stefan Zweig, çok geniş bir psikoloji birikimini eserlerinde bütünüyle kullanmış ender yazarlardandır. Onun dünya edebiyatında bir biyografi yazarı olarak kazandığı haklı ünün temelinde de bu özelliği, yani yazarlığının yanı sıra çok usta bir psikolog olması yatar.

Satranç, Zweig'ın psikolojik birikimini bütünüyle devreye soktuğu bir öyküdür ve bu öykünün baş kişileri, tamamen yazarın biyografilerinde ele aldığı kişileri işleyiş biçimiyle sergilenmiştir.

Zweig ölümünden hemen önce tamamladığı birkaç düzyazı metinden biri olan Satranç'ı kaleme aldığı sırada, karısı Lotte Zweig ile birlikte göç ettiği Brezilya'da yaşamaktaydı. Satranç'ta da, olay yeri olarak New York'dan Buenos Aires'e gitmekte olan bir yolcu gemisini seçmiştir. Bu gemide tamamen rastlantı sonucu karşılaşan üç kişi: yeni dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic, sıradan bir satranç oyuncusu olan anlatıcı ve bir zamanlar çok usta bir satranç oyuncusu olan, ama hayli zamandır satrançtan uzak kalmış bulunan Dr. B., öykünün aktörleridir.
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

emre ozdamarlar

Cok guzel bir tanitim olmus hocam, eline aglik, Zweig'in yillar önce bir biyografi kitabini okumustum ve tadi damagimda kalmisti. Senin hatirlatmanla listeye koydum tekrar Zweig'i.

antiochia

Amok Koşucusu'nu okumuştum. Çok güzeldi onu da arkadaşlara tavsiye ederim..

hennessy

Ne zamandır kitap okumamıştım. Bir solukta okuduğum keyifli ve düşündürücü hikaye idi. Faşizm zamanı insanların yaşadığı psikoloji satranç tahtası üstünde harika bir şekilde anlatılmış. Yazarın ruh halinde kitaba yansıdığını görüyoruz. Nazilerden kaçan yazar ve eşi bu hikayeyi yazdıktan kısa süre sonra intihar etmesi ise üzücü.
Murat : Hasan abi Avengers dağılmış duydun mu?
Hasan: Duydum duydum toplanın Tellioğulları

kalidor

Ben de gecen hafta ustanin Can Yayınları'ndan çıkan ve Tahsin Yücel'in çevirisini yaptığı Amok, Usta İşi ve Görunmez Koleksiyon öykülerini okudum. Üç öykude birbirinden güzeldi ve tüm öykuler de yazarın uyandırdığı merak ve her satırda artan gerilim sebebiyle hiç sıkılmadan okunuyor.
Crom! Ölüleri Say...

memospinoz




James Joyce, Ulysses'ı yazdıktan sonra on yedi yılı aşan bir uğraş sonucu Finnegan Uyanması'nı edebiyat dünyasına sunduğunda büyük tartışmalara yol açtı. İngilizce yazılmış en zor eserlerden biri kabul edilen, hemen her türlü konu, anlatım ve karakter kalıbını kırarak deyim yerindeyse çığır açan bu eser, ilk parçası yayınlandığından bu yana akademisyenlerin ve eleştirmenlerin çalışmalarına konu olmaya, üzerine yazılmış sayısız kitapla edebiyat alanında gündem yaratmaya devam etmektedir.

Türkçenin de dahil olduğu yaklaşık kırk dilin dağarının birleştirilmesiyle türetilmiş sayısız kelime, denizde kum misali söz oyunları, genellikle çokanlamlılık içeren cümleler, hem tarih ve mitolojiye, hem de edebiyat ve siyasete uzanan çok katmanlı göndermeler nedeniyle "çevrilemez" sayılan ve bugüne dek yalnızca altı dile çevrilebilen Finnegan Uyanması'nı dilimize ilk kez tam metin olarak kazandırdığımız için kıvançlıyız.
(Tanıtım Bülteninden)



Sayfa Sayısı: 663
Etiket Fiyatı: 40 TL

köstebek

ultra entelektüel oyunlar... isterseniz satın alabilirsiniz, ama sakın okumaya, anlamaya vs çalışmayın, gereksiz zaman kaybı olacaktır...

dean

  Geçtiğimiz günlerde kitabı satın aldım. Kitabın zor bir okuma olduğu aşikar. Ama James Joyce'a alışma için bir yol izlemeye çalışıyorum. Bunun için Dublinliler'i okudum. Sanıyorum ardından Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi'ni okuyacağım. Aslında Finnegan'dan önce Ulysses'u okuyup öyle Finnegan'a geçebilirim.