Edebiyat Muhabbetleri

Başlatan V, 15 Temmuz, 2010, 22:08:56

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Hayal Kahvem


Korona sebebiyle  evde kal günlerinde, başrollerinde Marlon Brando, Al Pacino, Robert De Niro ve daha pek çok oyuncunun yer aldığı,
vizyona girdiği 1972 yılında pek çok dalda Oscar alan, yazar Mario Puzo'nun aynı adlı romanından Ford Coppola yönetmenliğinde beyaz perdeye uyarlanmış 
The Godfather üçlemesini seyrettim.

Godfather'ı hevesle seyretme nedenim,
güç, iktidar, sadakat, acımasızlık dolu mafya vaziyetleri, göçmenlik zorlukları veya muhteşem oyuncular, şahane müzikler, harikulade görüntüler değildi.

Üçlemenin özellikle ilk filmindeki, kalabalık düğünler, kalabalık eğlenceler, kalabalık cenaze törenleri, insanların dip dibe, yan yana, nefes nefese
aynı masa etrafında toplaşıp bazan bağıra çağıra, bazan seve okşaya, bazan ağlaya sızlaya, beraberce, omuz omuza, yemek yiyip içmeleri,
acı ya da sevinci paylaşmaları, birbirlerine temas ederek muhabbet etmeleriydi.

Gene kalabalıklar halinde bir araya geleceğiz diye hayal ettim. Sevindim.






Hayal Kahvem


"Ne diyeyim  geçmiş olsun, kendini fazla hırpalama, ben öğretecek değilim:
Neler görüp geçirmiyor ki insan! Hayat böyle!"

      Bazı boktan lafların bu kadar gerçek olması ne kadar kötü değil mi?
Tıpkı "Hayat böyle" demek gibi. Ama ne yapalım ki hayat böyle!


Murathan Mungan/Kibrit Çöpleri/S.21

Hayal Kahvem


Narayama Türküsü adlı film, Japonya'nın yoksul bir dağ köyünde geçer. İklim serttir. Tarım zordur. Kıtlık ve açlık vardır. Bu bölge insanı acımasız bir geleneği sürdürmektedir.
70 yaşına gelen aile büyükleri, Narayama Dağı'nın tepesine götürülüp ölüme terkedilmektedir.

Orin Ana 69 yaşındadır. Dinçtir, üretkendir, şirin mi şirin bir kadındır. Dişleri bile dökülmemiştir. Hani, yoksulluğun gözü kör olsun derler, ya.. O hesap.
Evdeki torun  torba yediği lokmaları saymaktadır. Oğlu ise hiç kıyamaz anacığına... Dağa  götürüp kurda kuşa yem etmek istemez.

Lakin Orin Ana geleneklerine bağlı bir kadındır. İlla  dağa götürülüp bırakılmalıdır. Yoksa  öldüğünde cennete gidemez. Ruhu huzur yüzü göremez. Öyle inanmaktadır. 
Israrla oğluna bunu yapmasını söyler. Sonunda sırtındaki küfeye koyar Orin Ana'yı oğlu... Dağa  tırmanmaya başlarlar. Her yer insan iskeleti doludur.
Leş kargaları ağızlarının suları aka aka hazırolda beklemektedir. Orin Ana'yı oğlu dağın tepesine bırakır. Arkasına bakmadan köyüne döner. Bu da geleneğin bir parçasıdır.
Neyse ki kar yağmaya başlar. Orin Ana'nın oğlu sevinir.  Sevinir çünkü  leş kargaları  tarafından yenmektense, annesinin donarak ölmesi en iyisidir.

Bu hikayenin dilden dile kulaktan kulağa günümüze kadar gelen, Japonya'nın yoksul bölgesinde 150 yıl kadar inanılarak uygulanan gerçek bir gelenek olduğu söylenmektedir.

"Hayat sanattan daha acı" denir. Çok doğru... Günümüzün "Doğal Seleksiyon" muhabbetleri,  Narayama  Türküsünü'nün hikayesine  benzemektedir.


Hayal Kahvem



Ayfer Tunç'un Yeşil Peri Gecesi adlı kitabını hevesle satın almıştım.   Kitap çantama  girdi çıktı,   çalışma masamdan evdeki sehpaya  sürüklendi. Okumadım. 
İnanınız, kitabın  oku beni, oku beni diye fısıldadığını hissediyordum.  Dayanamayıp elime alıyordum.  Lakin  her defasında sadece ön kapağını seyrediyor, aldığım yere bırakıyordum. 

Gel zaman git zaman, Yeşil Peri Gecesi  alınıp okunmayan kitaplarımın arasına yerleşti. Yoo...  Karşıdan  karşıya her daim bakışıyorduk. Kırgın gibiydi. Ne gam?
Neticede çevresindekiler de okunmayı bekleyen kitaplar değil miydi?  Her şeyin bir vakti zamanı var demezler miydi?  Bekleyecektik.

Ramazan ayının üçüncü günü. Koronavirüs sebebiyle sokağa çıkmak yasak. Evdeyim. Oruçluyum. Üzerinize afiyet bugün nasıl açlık hissediyorum anlatamam.
Feciyim. Hiiiç yiyeceklerin arasında dolanıp nefsime zulmetmeyeyim, dedim. Koşar adım mutfaktan çalışma odama geçtim. Kitaplarımın arasında dolaşmaya başladım ki,
Yeşil Peri Gecesi ile göz göze geldim. Kitap bir kaşını kaldırıverdi, oku beni, gör gününü, tarzında meydan okuyan endam sergiledi.

Hiç tereddüt etmedim. "Yavrum baban nereli? Nereden bu kaşın gözün temeli?" dediğim gibi kitabı olduğu yerden kaptım çıkardım. 
Koltuğa yerleştim. Okumaya başladım.

On altıncı sayfaya geldim ki, o ne? Romandan buram buram yemek kokuları gelmedi mi?  Yooo....

"Hiç adetim olmadığı halde kahvaltı hazırladım. Hem çay demledim, hem kahve yaptım. Bir cam kâseye üç yumurta kırdım,
biraz süt, bir tutam tuz-karabiber ekledim, çıptım, çırptım, çırptım. Buzdolabından çıkardığım çok tahıllı, çok besleyici, çok sağlıklı ekmekleri çırptığım
sütlü yumurtaya batırıp kızartmaya başladım."


Size bir şey söyleyeyim mi, yumurtalı ekmeğin hastasıyım... Okumayı sürdürdüm... On dokuzuncu sayfaya geldim ki:

"Plastik kutudan tam yağlı beyazpeyniri çıkardım. Porçini mantarlı kaşarı ince uzun dilimledim.
Tulum ve rokfor peynirlerinin sert plastiğini mutfak makasıyla kestim.
Yağlı kağıtlara sarılmış sucukları, fıstıklı karabiberlerli salamları, sebzeli jambonu, füme dili çıkardım. "


Yapılır mı bu bana? Roman bunca zaman bekledi ya...  Bakar mısınız, ramazan orucunda yakaladı beni...  Devaammm... Sayfa yirmi...

"Osman halime giderek hayret ederken petekli balı, Bodrum mandalinası, frambuaz ve taze ceviz reçellerini, çikolatalı fındık ezmesini,
buz gibi suda yıkadığım fesleğen dallarını, Çengelköy bademlerini ve çeri domatesleri, İtalyan malı zeytin ezmesini ve halis tereyağı,
kaymak, pekmez ve tahini tabaklara koydum. Bardakların en büyüklerinden ikisini sıktığım  portakal suyuyla doldurdum."


"Açtığım dolapta bir yığın baharat bulunca sevindim. Ekstra sızma zeytinyağına çöreotu, haşhaş tohumu, anason ekledim.
İri, parlak, siyah zeytinlerin üstüne limon kabuğu rendeledim. Yeşil zeytinlere sarmısaklı zeytinyağı gezdirdim.
Birer avuç ceviz ve bademi, buğulanmış bir siyah salkımı peynir tabağına yerleştirdim."


Heey! Yoook artııık!!!

"Mutfaktan kavrulan soğanın, ezilen sarmısağın, pişen etin kokusu geliyordu." s44
"Badem ve çikolata yiyordu." s.44


"Yemeğe kalsana.. Tanya bölfstrogonof yapıyor," demişti Osman.
     Tanya, harika bir aşçıydı. Kendi yöntemleri vardı. Mesela Rus salatasına kornişon yerine kapari çiçeği koyuyordu.
Ispanağı sütle pişiriyordu. Pirinç pilavına limon sıkıyor, bir tane kesme şeker atıyordu.
Borş çorbası, pojaskiye ve piliç kievskide kimse eline su dökemiyordu." s.45


Ayfer Tunç, Yeşil Peri Gecesi'nde roman tarzında bir yemek kitabı hazırlamış diyebilirim. İyi de, kitap kendini okutmak için  ramazan gününü mü buldu?
Pes vallahi. Bitiim ben... Bittim:)

"Ekmek tazeydi, tek eliyle ucunu kopardığında incecik bir buhar tüttü." s. 74

"Gelirken kitaptan başka, kıymalı börek, patlıcan- biber kızartması gibi şeyler de getiriyor."

"Babamın çok sevdiği işkembe, ciğer, yürek, böbrek, dil, paça, koçyumurtası, beyin, dalak, uykuluk gibi sakatatı ağzına bile sürmüyor.
Oysa ben kekikli böbrek kızartmasına bayılırım, babam da harika arnavutciğeri yapar. " s.77


"Leylacık'ın henüz lise öğrencisi şapşal kızkardeşinin yemek yerken ağzını kapatmamasını, balon pide, ceviz, tulumpeyniri
ve acur turşusunun diyet kolayla ıslanmış karışımını dudaklarının bir hareketiyle dişlerinden damağına itmesini görmeye hiç tahammül edemiyordu." s122


Diyeceksiniz ki, zulmetme kendine... Bırak kitabı... Orucunu açınca, yemek yiyince  devam edersin, ne olacak yani, di mi?  Yooo... Yapamam...
Kitap hem lezzetli hem sürükleyici çünkü... Ağzımın suları aka aka okumaya devam:)


Gabby

Yönetmen Coppola'nın henüz saçına-sakalına tek bir ak düşmemiş haliyle film setinde oyunculara nasıl rol keseceklerini tarif ettiği fotoğraf dikkatimi çekti. Zaman nasıl da akıp gidiyor, oysa seyretmenin haricinde üzerine onca şey söylenip yazılanları düşünüyorum da sanki dün gibi. Nino Rota'ya diğer yapıtları hakkında haksızlık etmek istemem, Fellini'nin Amarcord'u için yaptığı "Amarcord Theme" de muhteşemdir ama "The Godfather" bestesi tını olarak inanılmaz bir "ağıt"tır. Üstadın en haşmetli bestesinin bu kan, ölüm ve suç imparatorluğu mafya üçlemesine denk gelmesi bana hep ironik gelmiştir. :)


Alıntı yapılan: Hayal Kahvem - 25 Nisan, 2020, 17:02:58...Gene kalabalıklar halinde bir araya geleceğiz diye hayal ettim. Sevindim.

Metropol kent karmaşasından, inanılmaz kalabalıklarından ifrit ettiğim günler ve bir de şu an yaşanan her şeyden kıllandığımız süreç aklıma geldi. İnanılır gibi değil, bilimkurgu filmi gibi gerçekten, üstelik nereye evrileceği de belli değil. İnsan üç-beş arkadaşıyla sarmaş-dolaş bir araya gelip kahve neyin içmeyi bu kadar özler mi yav!... :) Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dedikleri bu olsa gerek.

Hayal Kahvem

Alıntı yapılan: Gabby - 05 Mayıs, 2020, 14:11:52
Yönetmen Coppola'nın henüz saçına-sakalına tek bir ak düşmemiş haliyle film setinde oyunculara nasıl rol keseceklerini tarif ettiği fotoğraf dikkatimi çekti. Zaman nasıl da akıp gidiyor, oysa seyretmenin haricinde üzerine onca şey söylenip yazılanları düşünüyorum da sanki dün gibi. Nino Rota'ya diğer yapıtları hakkında haksızlık etmek istemem, Fellini'nin Amarcord'u için yaptığı "Amarcord Theme" de muhteşemdir ama "The Godfather" bestesi tını olarak inanılmaz bir "ağıt"tır. Üstadın en haşmetli bestesinin bu kan, ölüm ve suç imparatorluğu mafya üçlemesine denk gelmesi bana hep ironik gelmiştir. :)


Metropol kent karmaşasından, inanılmaz kalabalıklarından ifrit ettiğim günler ve bir de şu an yaşanan her şeyden kıllandığımız süreç aklıma geldi. İnanılır gibi değil, bilimkurgu filmi gibi gerçekten, üstelik nereye evrileceği de belli değil. İnsan üç-beş arkadaşıyla sarmaş-dolaş bir araya gelip kahve neyin içmeyi bu kadar özler mi yav!... :) Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dedikleri bu olsa gerek.

Karamba Gabby,  böyleyken böyle. :)


pizagor

Üniversite yıllarında müptelası olduğum, son yirmi yıldır ise hiç okumadığım bir yazar Atilla Atalay. Bir anda depreşti içimde. Ben de kitaplığımdakileri biraz öne çıkarayım bakalım. Bilemiyorum, yirmili yaşlardaki ben ile şimdiki ben arasında duygusallık bakımından derin bir uçurum var sanki ve Ebekulak hikayesi ilk okuduğumdaki ya da ikinci veya üçüncüsündeki gibi dağıtabilir mi beni yeniden? Gittikçe sertleşen kabuğumun arasından kendine bir yol bulabilir mi? Yoksa çocukluğumun Teksas'ı ile yetişkinliğiminki gibi bambaşka bir tatminsizlik ya da 'nasıl ya, ben bunun mu müptelasıymışım!' hissi mi yaratır? Acaba bunu da anılardaki haliyle mi bırakmak gerekir...
İlk Biriktirici... Vampir Dişçisi... Huysuz İhtiyar...


Hayal Kahvem


Çok acayip huyum var. Mesela kargoyla kitap geliyor tamam mı?  Kargo paketini açıyorum. İçinden çıkan kitaplara hayretle bakıyorum.
"Hey! Ben mi sipariş ettim bu kitapları?" diyorum. Çok şükür, unutmamın nedenini biliyorum.  Nedenini bilmesem doktora gitmem icap ederdi diye düşünüyorum:)

Öncelikle illa bu kitabı bir yerde okumuşumdur. Merak edip sanal kitapçılardan birinin sepetine atmışımdır. Aradan aylar geçmiştir.
Gel zaman git zaman kitaplar sepette birikince, sipariş verip, adresime göndermelerini istemişimdir.

İşte böyle biriktirdiğim siparişlerimi unutabiliyorum. Misal yukarıda fotoğrafını gördüğünüz kitabı  hiç mi hiç hatırlamıyorum.
Acaba adına mı tav oldum. Lacivert Taşından Tabletler. İyi ki almışım. Hoş değil mi? Bayıldım.

Yazar, niye kitabına  lacivert taşından tabletler, demiş  acaba?   Bu bir deneme kitabı olduğuna göre, her başlığını bir tablet olarak  tahayyül etmiş olabilir belki...
Peki niye lacivert? Ayrıca lacivert tabletler diyebilirdi. Dememiş. Lacivert taşından tabletler demiş. Merakımı kışkırttı. Kullandığımız elektronik tabletlerden mi söz ediyor acaba?
Heyy! Du bi... Kitabın kapağında  tarihi bir tablet var. Çiviyazılı tabletlerden minicik bir parça...  Allahım feci merak ettim, nedir caba?

Üstelik 2016 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülünü kazanmış. Hay canına sayın seyirciler!  Yazarın adı Armağan Ekici.  Yeminle ömrümde duymadım.
Fotoğrafını merak ettim. Gulılladım. Buldum. Temiz yüzlü. Bence iyi yürekli biri. Kitabın kapağı gibi yazarın simasını da sevdim.

Hele deneme kitabıysa... Aaa! Dayanamam ki... Hemen şimdi okumaya girişirim:)


KenParker

Atilla Atalay'ın normal öykülerini mizahi olanlara göre daha çok seviyorum. O da beni gıcık etmek için her kitabına mizahi olanları karıştırıyor. Hani kastettiğim şu Sıkılhan, Sıdıka falan.
Karışık olmayan kitabı var mı acep?

Hayal Kahvem


Ne çok olmuş yazmayalı...

Hayatın hayhuyu içinde az önce pintiricik boşluk buldum. Zira ha babam de babam çalışıyorum.  Korona günleri işimin en debdebeli dönemine denk geldi iyi mi?

Şimdilik ofisin kapısına kilit vurduk. Bildiğiniz gibi hepimiz evlerimizden çalışıyoruz. Kendi adıma mesudum. Tuhaf şey. Ekmek yapmadım.
Kitap okuyayım, film seyredeyim diye gayrette olmadım. Mütemadiyen işimle, hayatla, gelecekle ilgili planlar yapmaktayım.
Savaşta tabanları yağlayan değil, kara günleri  kahraman omuzlarında taşıyarak  ak günlere erdirecek bir komutan edasındayım.
Bir görseniz beni...  Acınacak durumdayım.

İşte az önce   silkelenip kendime geldim. Derhal,  bir şeyler yazmaya niyetlendim. 

Yazamadım. Resmen yazma kaslarım  paslanmış. Öyylece kalakaldım. Durdum. Bekledim.

Haybeye demiyorlar, yaz, her gün yaz, iş edin yaz, ne istersen yaz, üç cümle olsa bile yaz, yeter ki yaz, diye. Niye?
Eğer her gün yazmayıp pratikliğini kaybedersen, yazmaya niyetlenince  oturduğun yerden ekrana benim gibi aval aval bakarsın işte böyle.
İbret olsun vaziyetim cümle aleme.

Tabiyatım gereği  canım sıkıldı. Ağlamama ramak kalmıştı. Başımı sağa çevirdim. Kitaplarım. Gözüme ilk çarpan kitaba baktım. Olduğu yerden çektim çıkardım.
Murat Menteş'in romanı...  Ruhi Mücerret. Tamam işte. Ne güzel.

Elimde evirdim, çevirdim. Kitabın kapağını hareket ettirdikçe bir Cüneyt Arkın görüntüsü  çıkıyor, bir Orhan Gencebay. 
Ne yapsaydım yani? Elbette kitap falı baktım. Gözlerimi kapadım. Bir sayfayı araladım.  İşte buyurunuz. Kitap falımdan nasibimi aldım:

"100 yıllık plan yapabilirsin, fakat  bir saniye sonrasını bilemezsin" (Sufi Mottosu).

Bu da bana kapak olsun. Yine, yeni yeniden yazmam şart olsun.

Sufi Mottosu var ya, resmen  karnıma yediğim uçan tekme!  Ahhhh:)

https://www.youtube.com/watch?v=5eQ3-27U1aA&feature=emb_title

Hayal Kahvem



Geçen hafta  L.N. Tolstoy'un 1.062 sayfalık Anna Karenina'sını okumaya niyet ettim. Niyetimi bugün itibariyle gerçekleştirdim.
Roman su gibi aktı gitti. Her güzel şey gibi, bitti. Dumanlı bir melankoli duygusu yüreğime bağdaş kurup yerleşti.

Yıllardır hakkında okuduğum onlarca makale, akademik tez, romandan uyarlanmış seyrettiğim filmlerin tesiriyle Anna, kızkardeşim gibidir.
Kitaplarımın arasında pek çok baskısı olmasına rağmen, romanı okumamıştım.  İyi ki tam da şimdi, bu yaşımda okudum.
Şu anki yaş iklimime tamı tamına  denk geldi.

Acaba daha önce benden başkası yazdı mı bilmiyorum. Tolstoy'un  sayısız cümlesi hep üçleme kelimelerle bitiyor. Hoşuma gitti.
Romanı okurken Anna'yı unuttum. Resmen  bu üçlemelerin izini sürdüm. Bazılarını okumak ister misiniz? Baksanıza...  Çok sevdim.

... onu sadece neşesi, iyi huyu, kuşku götürmez dürüstlüğü nedeniyle sevmiyorlardı...
... gerekli olan serbestlik, basitlik ve resmiyet sınırını hiç kimse....
... her zaman  heyecanlı, telaşlı, biraz da sıkıntılı gelirdi....
... sadece güzel,gizemli ve farklı kadınlara aşık olabildiği...
... her zamanki açık, düzgün ifadesi ve güzel diksiyonuyla...
... uysal, sakin ve içtenlikle bakan gözlerinin ifadesi...
... sevimli, uysal, sevgi dolu bir varlık olan kadının...
... dış görünüşünün sakin, hareketlerinin  rahat ve zarif olduğunu...
... sevimli biri olduğu, onu sevdiği ve aşık olduğu için...
... zor fark edilen mutlu, alçakgönüllü ve muzaffer bir gülümsemeyle...
... özellikle de koca kavramında yabancı, düşmanca, dahası gülünç bir şey...
... akıllı, bilgili, hayranlık uyandıran biri...
... alçak, yumuşak ve sakin sesi duyuldu...
... şanslı, iyi, akıllı ve sakin Vronskiy'i...
... tersine sevindirici, yıkıcı ve heyecan verici...
... hızlı, kararlı ve hafif adımlarıyla...
... takındığı doğal, sakin ve kendinden emin tavra...
... olanaksız, korkunç, daha önemlisi büyüleyici...
... gururlu, neşeli, şimdiyse utanç içinde olan...
... heyecanlı, yüzü allak bullak olmuş, gözleri yaşlarla dolu...
... İkisinin de yüz ifadelerinde güçlü, genç, yeni uyanan bir aşk  görülüyordu.

memospinoz

Tolstoy'un çağında sinema daha bir bebekti, yeni doğmuştu ve emekleme çağlarındaydı. Çoğu insan sinemayla tanışmamıştı. Tolstoy böyle bir dönemde yaptığı sinematografik ve şiirsel betimlemelerle okurunu adeta düşünmeye sevk ediyor, cümleleri kafasında kurgulaması için anlatacağını öyle canlı bir şekilde anlatıyordu ki okur ister istemez eyleme geçiyordu. Okur, romanın kahramanlarını hemen içselleştirip adeta onlarla özdeşleşir, bir bütün haline gelir, sanki onları önceden tanıyordur. İşte Tolstoy'un anlatım gücü buradan gelir. Zamanı ise öyle kullanır ki adeta yeri geldiğinde saniyeler geçmek bilmez asırlara dönüşür ama bir de bakmışsın ki yıllar geçip gidivermiş, zamanı böyle mahir bir şekilde kurgular ve bu durum okura hiç de anlamsız veya yapay gelmez.

Hayal Kahvem

Alıntı yapılan: memospinoz - 20 Ağustos, 2020, 21:57:57
Tolstoy'un çağında sinema daha bir bebekti, yeni doğmuştu ve emekleme çağlarındaydı. Çoğu insan sinemayla tanışmamıştı. Tolstoy böyle bir dönemde yaptığı sinematografik ve şiirsel betimlemelerle okurunu adeta düşünmeye sevk ediyor, cümleleri kafasında kurgulaması için anlatacağını öyle canlı bir şekilde anlatıyordu ki okur ister istemez eyleme geçiyordu. Okur, romanın kahramanlarını hemen içselleştirip adeta onlarla özdeşleşir, bir bütün haline gelir, sanki onları önceden tanıyordur. İşte Tolstoy'un anlatım gücü buradan gelir. Zamanı ise öyle kullanır ki adeta yeri geldiğinde saniyeler geçmek bilmez asırlara dönüşür ama bir de bakmışsın ki yıllar geçip gidivermiş, zamanı böyle mahir bir şekilde kurgular ve bu durum okura hiç de anlamsız veya yapay gelmez.



O halde gene Tolstoy'la devam edeyim  Memospinoz :)

Tolstoy'un  bin sayfalık Anna Karenina'sı, adeta  üzerimden tren geçmiş gibi bir  his bırakınca...  "Bekleme  yapmayın! Aşk'ını alan acı'ya doğru ilerlesin" deyiverdim..
Bir süre Tolstoy evreninde gezinmeye karar verdim. Marş marş!..  İvan İlyiç'in Ölümü'ne doğru ilerledim.

Tolstoy'un ikinci kitabını okuyorum...
İncecik bir novella bu kitap. Hay canına sayın seyirciler.  Okudukça...  Okudukça...  Hop dedik, abicim!..
Şimdi... Heyecan içinde, yüzüm allak bullak olmuş, gözlerim yaşlarla dolu hayatımı mı sorgulayacağım yani?
Yapma bunu bana Tolstoy, diyorum. Hemen üçleme kelimelerinin peşine düşüp, ilgimi dağıtıyorum.  Aaa! Buluyorum...
Bu kitabında da çook var. Hatta dörtleme bile var... Tolstoy'a bayılıyorum:)

- Kasvetli, kararlı ve neredeyse öfkeli bir ifadesi vardı.
- Akıllı, canlı, kibar bir adamdı.
- Yetenekli, neşeli,iyi huylu ve sosyal biriydi.
- Fedorovna, çevresindeki en çekici, en zeki ve en akıllı kızdı.
- ... son derece tatlı, güzel ve düzgün kızdı.
- ...evliliğin kolay, hoş ve neşeli hayatını engellemek bir yana...
- ... eski neşeli, kolay ve edepli haline geri döneceğini düşünmeye başladı.
- ... evin son derece zarif, şık ve kibar bir görünüm alacağı....
- Bu işi zahmetsizce, hoşnutlukla, layığıyla ve bir sanatçı ustalığıyla yerine getirirdi.
-   ailesinin kurduğu rahat; keyifli ve doğru hayatı bozmaya başladı.
-Özellikle de neşesi, canlılığı ve maharetleriyle.....
- Sonra ansızın o eski, tanıdık, inatçı ağrıyı hissetti.
- ... genç, iyilik dolu ve basit yüzünü....
- .. bu işi kolayca, gönüllü olarak, zorlanmadan....
- Diğer insanların sağlığı, gücü ve canlılığı canını sıksa da...
- İçini çiğneyen, ona eziyet eden ve bir an olsun durmak bilmeyen ağrıları...
- Hep acı, hep çaresizlik, hep aynı şey...
- Zinde, sağlıklı, dolgun ve neşeliydi...
-Sanki o ve ağrısı dar, derin ve karanlık bir çuvala sokulmaya çalışılıyor..
-Çaresizliğine, yalnızlığına, insanın ve Tanrı'nın zalimliğine, Tanrı'nın yokluğuna
ağlıyordu.
- ... saçma, değersiz, çirkin bir hal almıştı.
- Umutsuzluk ve anlaşılmayan, berbat ölümün bekleyişiyle....
- ... hayatının ne kadar düzenli, saygın ve meşru olduğunu hatırladı.

Hayal Kahvem

Alıntı YapGüzel sözmüş... Başına gelen trajik sonla ayrı bir anlam kazanan benzer bir lafı ve daha vurucusunu John Lennon söylemişti: "Hayat, sen başka planlar yapıyorken başına gelendir."

John Lennon'un bu sözü ofis duvarımda posterdir  Gabby.  Bazan feci plancı olarak yakalarsam kendimi... Bakarım duvara... Derim ki "Yapma!" Abartma! ::) :D

O değil de, kapaklar efsaneymiş sahiden.

Hayal Kahvem



Onur Ünlü'nün
İtirazım Var'ını  yeniden seyrettim.
Ardından  son romanı Hesabım Var'ını okumaya giriştim.   
Film seyreder gibi kitap okumayı çok severim.
Gene sevdim. 

Du bi...
Hesabım Var'ın en heyecanlı bölümündeyim.
Kitaba geri döneyim...

Heyy!
Filmleri ve kitaplarıyla, korona günlerimi renklendiren
Onur Ünlü'ye mahsus selam ederim.